7.6.Varsayımlar
7.6.1.Sesli/ünlü sesler hareketlerde yön bildirir. Harfler, seslerin yazımdaki sembolleridir. Aslolan seslerdir, nitekim Avrupa dillerinde bir sesi çıkarabilmek için bazen beş, altı sembol yan yana dizilmektedir.
Türkçeden örnekler vermeye çalışacağım. Diğer dillerde de aynı kuralın geçerli olduğunu sanıyorum. Diğer dilleri iyi bilen arkadaşların örnekler vermesini çok isterim. Üstad Karagülle; “Gürcücenin böyle olduğunu” söylemişti.
“G” sesi (başta C, K olmak üzere birkaç sese daha dönüşür), insan hareketlerinde kullanılır.
İ: gİt (mek), ileri; İngilizcede “go”;
Ü: gÜt (mek), ileri ve yanlara
E: gEl (mek), geri/beri; İngilizcede “kam (gam’dan dönüşmüş olmalıdır) /come)”;
gEç (mek), önce yana olan bu eylem, Türkçede “öne geç, yana geç, arkaya geç şeklinde dört tarafa kaymak manalarında kullanılmaktadır. Orta Asya dillerinde “öt(mek)”, geçmek, yana geçmek olarak kullanılır.
Ö: gÖç (mek), aşağı; dönmemek üzere çok çok ileri bir yere gitmek. Bunun başka bir versiyonu “dÜş(mek)” tir. Başka bir versiyonu da “yAğ(mak) veya yaa(mak”) tır. Yağmak, yıkarıdan aşağıya doğru olan hareketin adı olmuştur. Yukarıdan aşağıya doğru hareket eden nesnelerin genel adı da “yağış” olmuştur.
U: gUç (mek), yukarı (sonraları “g” sesi düşmüş ve “uçmak” olmuş olabilir) şeklinde, ileri, geri, yukarı aşağı, sağ yana ve sol yana olmak 6 yönü de ünlü seslerde ifade etmekteyiz. Bu hecelerdeki 3. Sesin başka anlamları vardır ki, onlar eklenmiştir.
Şu anda bir anlam ifade etmese de her bir 3’lü ses kümesini tüm sesli harflerimizle çekebiliriz.
Gatmak, Getmek, Gıtmak, Gitmek, Gotmak, Götmek, Gutmak, Gütmek;
Galmak, Gelmek, Gılmak, Gilmek, Golmak, gölmek, Gulmak, Gülmek;
Gaçmak, Geçmek, Gıçmak, Giçmek, Goçmak, Göçmek, Guçmak, Güçmek şeklinde. Bazı kelimeler kulağımızı tırmalar. G sesinin dönüştüğü C, K ve diğer seslerle aynı kelimeleri kullanırsak bazıları kulağa hoş gelebilir.
7.6.2.Dillerin birbirlerinden farklı farklı oluşması, coğrafi ve fizyolojik farlılıklardan çok, sosyolojik sebepledir (İLMÎ YÖNSEME).
İklim koşulları dudak ve ağız hareketlerini bir miktar etkiler, bu doğrudur. Sıcak iklim kuşaklarında boğaz harfleri daha baskın olabilir. Zira ağzı uzun süre açık tutmak kolaydır. Soğuk iklim kuşaklarında ise ağzın uzun süre açık olması zordur. Dil, damak ve yutak soğuktan etkilenir. Bu bölgelerde ağzın kısa süreli açık olacağı sesler daha baskın olabilir.
Gerçekte insan bütün sesleri çıkarabilir, bütün yabancı dilleri konuşabilir. Bunun için yeterli zaman ve eğitim gerekir. Her insanda her sesi çıkarabilecek ses donanımı mevcuttur. İnsan büyürken içinde bulunduğu ortamın dilini otomatik olarak öğrenir. Buna “ana dil” diyoruz. Diğer dilleri eğitim alarak öğrenmektedir. Küçükken iki dilli bir ortamda büyürse her ikisini de öğrenir ama yine de biri baskın olur ve mantıksal düşünmeyi onunla yapar.
Peki neden binlerce farklı dil oluşmuştur?
Asimile olmamak, baskın kültür içinde eriyip farklı kimliklerini kaybetmemek için. Her insan Allah’ın ayrı ayrı halifesidir. Kendini “biricik/özgün” hisseder. Bu duygu Allah’ın ondaki “ahad” sıfatının tecellisidir. Fakat bunun yanında onda bir de “ünsiyet” melekesi vardır. Bu meleke de onu başkaları gibi olmaya, onlara benzemeye zorlar.
Önce ailesi gibi olur, ailesi ile övünür. O aileye ait olduğunu, diğerlerinden olmadığını belli edecek davranış kalıpları geliştirilir. Bunun bir sonraki merhalesi mahalleli olmaktır. Köyde yaşayanlar bilirler. Aşağı mahalle ile yukarı mahalle farklıdır. Aralarında her zaman rekabet ve yarışma vardır. Kırsalda bu aşirettir. Ana dil burada öğrenilir. İlk öğretim buradadır ve 3 yıldır.
İşte bu aşamada, farklı olma kaygısı dile de yansır. Lehçe, şive, ağız farklılıkları, kavramları başka seslerle ifade etme, tonlamalar, her türlü dil sanatı devreye girer ve farklı ifade biçimleri ortaya çıkar. Ailede kardeşler arasındaki rekabetle başlayan farklılaşma dürtüsü sonunda farklı dil ile konuşmaya kadar varır. Binlerce dil böylece oluşur. Hatta insanlar yazı dillerini de farklılaştırırlar ki baskın toplulukların baskın kültürlerinden korunabilsinler ve onların içinde eriyip gitmesinler. Roma/Katolikler, Latinceyi ve harflerini kutsamışlardır. İncilin Latinceden başka dile çevrilmesine izin vermemişlerdir. Avrupa toplulukları bu baskı altında konuşma dillerinin farklılıklarını korumuşlar ama yazı dillerindeki harfleri/sembolleri Latinceden almak zorunda kalmışlardır. Öyle ki, Latincede olmayan ama Almanca veya Fransızcada olan bir sesi ifade edebilmek için yan yana 5, 6 sessiz harfi yazmak zorunda kalmışlardır. O ses ancak böylece çıkarılabilmektedir. Onun için Avrupa dillerinin yazılışı ile okunuşu farklıdır ve söyleyiş/telaffuz kılavuzu (prononciation) olmadan o dilleri okuyamazsınız.
7.6.3.Dinlerin, mezheplerin, inançların farklı olması da sosyolojiktir, korunma içgüdüsüyledir (DİNÎ YÖNSEME).
Kuzey Afrika toplulukları dillerini koruyamamış ve kendi dillerini bırakıp Arapça dilini kabul etmişlerdir. İslamiyet’i kabul etmişler ama Hanbeli mezhebini tercih ederek ve farklı hukuk geliştirerek farklılıklarını korumaya çalışmışlardır. İranlılar dillerini korumuşlar ama yazı dilini koruyamamışlar ve Arap harflerini kullanmaya başlamışlardır. İnanç sistemlerini ise “Şiilik”le farklılaştırmışlar ve Arap asimilasyonundan kısmen kurtulmuşlardır. Türkler de yazı dilini almakla beraber mezhepte Hanefi olarak Malikî olan Araplardan ayrılmışlardır. Sonunda hilafeti ele geçirmişler ama hiçbir topluluğa dil, din veya mezhep dayatması yapmamışlardır. Kürtler ise İranlıların baskısından şiî değil, şafiî olarak kurtulmuşlardır. Anadolu’nun kadim halkları ise, Roma ve Bizans dayatmasından sonra, Türklerin ve onlarla beraber bu topraklara giren Hanefi mezhebinin baskın etkisinden kurtulmak için ne Şii ne de Hanefi olmuşlar ama farklı kültürlerini koruyabilmek için adına “Alevilik” dediğimiz inanç sistemini geliştirmişlerdir.
Her devletin içinde farklı dil ve farklı inanç sistemleri ile kendilerini yaşatmaya çalışan topluluklar vardır. Avrupa’da da durum aynıdır. Katoliklerin baskı ve asimilasyonundan kurtulmak için Ortodoks mezhebi, kril alfabesi, Protestan mezhebi gibi ayrı ekoller oluşmuştur. Bu bölünmeler halen devam etmektedir. İfade ve yaşama hürriyeti adı altında tüm farklılıklar açıktan açığa desteklenmektedir. Biz buna “mikroda serbestlik, makroda bütünlük” diyoruz.
7.6.4.Devletlerin ve devletin alt birimlerinin farklı olması sosyolojiktir, korunma içgüdüsüyledir (SİYASÎ YÖNSEME).
Ya devlet olacaksınız ya beylik ya da derebeylik kuracaksınız. Bu tip siyasi organizasyonlar yine kendisini farklı gören ve diğer hâkim yönetimler içinde eriyip gitmek istemeyenlerin kurmaya çalıştıkları kuruluşlardır. Farklılığını yaşayamayan insanlar kendi devletlerini kurmaya çalışırlar.
İbn-i Haldun devleti ırka dayandırır. Devleti bir asabe kurar der. Aralarında asabiyet (kan/ırk) bağı olanlar H
her zaman müstakil devlet olmak istemişlerdir. Eyalet, kanton, vilayet ve bucak sistemleri bu farklılıkları koruyarak beraber yaşamayı sağlayan modellerdir.
Bizdeki Alevî toplulukların uyguladıkları “dede” ve “baba” kavramlarının dinî değil, siyasî olduğunu düşünüyorum. Dedelik ve babalık kurumları onları siyasi olarak disipline etmektedir. Diğer devletlerde de bu fonksiyonu sağlayan benzer kurumlar olduğunu sanıyorum.
7.6.5.Ekonomik farklılıklar da sosyolojik temellidir (EKONOMİK YÖNSEME).
Farklı kalma, farklılıklarını koruma güdüsü bazen iştigal edilen ekonomik faaliyetlere kadar yansır. Buna Adil Düzen de “teknik” diyoruz.
Göçerler, yerleşik hayatı benimsemeyen, genellikle hayvancılıkla geçinen ve sürekli göç eden topluluklardır. Grup içinden evlenirler, yerleşik topluluklarla karışmaz ve katışmazlar, bütün zorluklarına rağmen sıcakta ve soğukta bir çadırda yaşarlar ve bundan şikâyetçi de olmazlar, hatta öğünürler. Yörüklük onlar için çok önemlidir, onun korunması ve yaşatılması gerekir. Yörüklük perdesi ile kendi özel kültürlerini korumaya çalışmaktadırlar.
Anadolu’da halen var olan “tahtacılar” vardır. Çok azımız onlarla karşılaşırız. Kadim meslekleri orman ve ağaç işlemeciliğidir. Göçer olarak yaşarlar ve bunu devam ettirmek için direnmektedirler. Bu meslek dolayısıyla diğer topluluklardan izole olarak, onlara karışmadan kendi kültürlerinin bozulmasını önlemeye çalışmaktadırlar.
Eskimolar da böyledir. Zamanın getirdiği bütün olanaklara rağmen, 365 gün buz üstünde yaşamaya devam ediyorlar. Çünkü onlar da kendi özgün kültürlerini bu ekonomik faaliyet perdesi ile korumaya çalışıyorlar.
Dünyanın her yerinde, bütün insanlar, bir şekilde farklı dil, farklı inanç, farklı örf ve farklı meslekler ile kültürlerini korumaya çalışırlar. Çoğu zaman bu farklı kültür etnik farklılıktan kaynaklanır. Birbirine kan bağı ile bağlı olan insanlar yeter büyüklüğe ulaşınca kendilerine özgü örf, dil, inanç ve meslek geliştirirler. Böylece farklı olmayı devam ettirebilirler.
Fakat zaman acımasızdır. Gelişen teknoloji ve iletişim araçları onları her geçen gün kendi özgünlüklerinden koparmakta, özgün yapıları deforme olmakta ve diğer topluluklar gibi olmaya zorlamaktadır. Moda, bu konudaki en acımasız dönüştürücüdür. Moda; din, dil, ırk, örf, meslek tanımaz; herkesi birbiri gibi olmaya zorlar. Yazılı ve görsel yayınlar, müzik, sinema, spor gibi büyük etkinlikler herkesi pençesine alır ve değiştirir.
İnsanlık buna nasıl direnecek bilemiyorum. “Ümmeten vahideten/tek bir topluluk” olmaya zorlanıyoruz. Farklılıkların yok olması entropinin büyümesi demektir ki, sonu ölümdür. İnsanlık bir şekilde farklılıklarını koruyacaktır.
Üstad Karagülle’nin üç dört senedir önermekte olduğu “semt/köy” kooperatifleri buna bir çözüm olabilir.
Köylerde, yani kırsal alanlarda daha şimdiden bu mümkün gözüküyor. Bazı köyler, bazı beldeler belirli tarım ürünlerini üretmekte uzmanlaşmaktadır. Râd suresi 3. Ayette “…Kıtaun mütacâviratün…” ibaresi geçmektedir. Buradaki Kıt’a kelimesi Türkçe’de kullandığımız kıta manasında değildir. Bu ibare, “birbirine bitişik tarım alanları” demektir. “ Kıta”, tarım bölgeleri demektir. Alaşehir, Sarıgöl çekirdeksiz üzüm, Bayındır çiçek, Iğdır kayısı ve kavun, Aydın İncir, Çukurova pamuk, Trakya ayçiçeği, Giresun fındık, Rize çay vb. yetiştirir. Zamanla bu ürünlerin alt türleri geliştirilir ve daha küçük bölgelerde o türler yetiştirilir.
Her bölgede, her iklimde her toprakta yetişebilecek tarım ürünleri farklıdır ve zararlılarla mücadele her ürün için farklılık arz etmektedir. Böylece farklı işle iştigal etme, o topluluğun farklı kültürünü korumada yardımcı bir unsur olur.
Şehirler karmakarışık insan toplulukları ile doludur. Örfler/töreler, dinler/inançlar, meslekler, diller farklı farklıdır. Sosyal disiplin ortadan kalkmıştır. Topluluğun birbirini koruması ve kollaması yok olmuş, bütün fonksiyonlar merkezi otoriteden beklenmektedir. Oto kontrol sistemi çökmüştür. Topluluk kendi kendini disipline edememektedir. Zira her apartman, her mahalle karışık, her iş yeri karışıktır. Farklı farklı insanlar, farklı farklı kültürler yığınlar halindedir.
Siteleşme, semtleşme de şimdilik yetersizdir. Çünkü farklı dil, inanç, farklı meslek ve farklı örf/töre/hukuk sahibi insanlar karışık olarak aynı sitede oluyorlar. Bu da yukarıda izah etmeye çalıştığımız “topluluklar, özgün kültürlerini korumak için farklı dil, örf, teknik ve inanç geliştirirler” varsayımımızı karşılamamaktadır.
7.6.6.Diğer varsayımlar için yazının ilk bölümüne bakınız.
Saygılarımla.
H. Kayahan