DÜŞÜNME VE ANLAMANIN METODU
Her insan Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Allah’ın sadece insana verdiği özellik sebebiyle tam özgürdür. Hiç kimse hiç kimseye tahakküm ve zorlama yapamaz. Eğer şimdi ben size yazabiliyorsam, bu sizin bana vereceğiniz (ya da zımnen vereceğinizi kabul ettiğim) yazma iznindendir. Sizin izniniz olmadan size bir söz bile söyleyemem. Öğretmen bana bir şey öğretiyorsa, benim özgür irademle ona “bana öğretebilme yetkisi” vermiş olmamdandır. Bu bir akittir ve böyle akitlerin her zaman yazılı olması gerekmez. Sükûtların, kabul anlamına geldiğini düşünürüz. Yönetimde bunu hatalı da olsa seçimlerle yapıyoruz. Türkiye’de eğitimde seçme ve tercih etme hakkı yoktur. Size en yakın okula gidersiniz. Hastanelerde son zamanlarda “hekim seçme özgürlüğü” getirilmiştir. Bu kuralı hayatın her sahasına uyguladığınızda “tam demokrasiyi” getirmiş olursunuz. Bunun istisnası doğuştan gelen yakınlıklardır. İleriye doğru ve geriye doğru insan yetki veremiyor. Baba çocuğunu, çocuk da babasını seçemiyor… İstisnasız sistem olmaz. İstisnadan kastım, şartlar değişince hükümlerin değişmesidir. Uzaya çıkıncaya kadar, Öklid Geometrisi size yeter ama uzayda Raiman geometrisi kullanırsınız. Eskisi yok ve geçersiz olmaz. Mikro âlemlere inene kadar Newton fiziği kullanırsınız ama mikro âlemde Kuantum fiziğine geçerisiniz. Hayatın her yeri böyledir. Savaşın hukukunu savaş esnasında, barışın hukukunu barışta uygularsınız. Farklı kıraatleri farklı hallerde uygularsınız. Vs. Demek ki yetki devrinin mümkün olmadığı alanlar da olabilir.
Kuran bir kitaptır. Bize doğrudan Allah’tan gelmemiş bir takım aracılarla, tevatüren gelmiştir. Yazılı ve sözlü olarak ve hepsi aynı anda bize gelmiştir. Sahabelere tedricen geliyordu. Hiç kimsenin tekelinde değildir, resmi yorumcusu yoktur. Herkese her an hitap eder. Böylece, herkesin kıyamete kadar anladığı manalar, “bütün ağaçlar kalem olsa, bütün denizler mürekkep olsa, bir o kadarı da imdada gelse, onun kelimeleri bitmez…” hükmü tezahür eder.
Adına ister Arapça deyin, ister Rabça deyin, Kuran’ın bir dili vardır. Her dil gibi o da seslerden oluşur. Bu seslerin terkibi bizde manalar çağrıştırır. Herkese hitap eder ve herkes istediği gibi yorumlar. Zira atanmış yetkili yoktur. Şimdi ben size Türkçe yazıyorum ve onun kurallarının sizin tarafınızdan bilindiğini var sayıyorum. Yoksa anlaşmamız mümkün olmazdı. Mesela Dağ desem, bunun manasını sizin bildiğinizi kabul derim. Sıradağ desem, yanardağ desem bunu da bilirsiniz diye kabul ederim.“Yüklem en sonda olur, farklı yerde olursa bu bir şeyi vurgulamak içindir” desem, ve siz de bunu kabul etseniz, bu sizinle benim aramdaki bir fikir birliğimiz/ittifakımız olmaz mı? Bu kuralı, bu konuda uzmanlığı olanların da (aynı ortamda olmaksızın) kabul etmesi bir icma oluşturmaz mı? Bunu şunun icin yazdım: Eskilerin usulü (usul-ü fıkh), icmaı bizi bağlamaz, diyorsunuz. Haklısınız ama biz nasıl anlaşacağız. Eğer en basitinden gramer kurallarında anlaşmamız lazım değil mi? Her dilde vardır ama Arapçada dil konusunda inanılmaz çalışmalar yapılmıştır ve bence bunu Allah böyle planlamıştır. Göndereceği son kitaba yaraşır bir dili, özenle, ama tamamen sosyolojik olaylarla (mucizelere gerek olmadan)oluşturmuştur. Böylece gerçekte cansız ve camid/donuk olan bir kitap canlı hale gelmiş, yazılmış ve yazılacak tüm metinlere meydan okuyabilmiştir. Dilin kurallarında anlaşmamız elzemdir diye düşünüyorum. Ayrıldığımız konular şahsi içtihatlarımız, anlaştığımız konular ittifakımız, konuların alimlerinin bir konuda ittifakı ise ilmi icmalarımızı oluşturur. Bir hüküm sırf eskidir diye geçersiz olmaz, yenidir diye de geçerli olmaz. Eskiler 3x3=9 demişler, matematikçiler bu konuda icma etmişlerse bu bizi için de geçerlidir.
Karagülle bize “ilim iki tanedir. Birisi Matematik, diğeri de Dildir. İkisi de birbirine analogtur ve mantığı aynıdır.”derdi. (Doğrusu ben, ikisinde de zorlanıyorum.) Bu ikisinin veya birinin hayata uygulanması ile ikincil ilimler/meslekler doğar.
Siz lafızlara daha çok “soyut” manalar veriyorsunuz. Ben/biz ise en eski (etimolojik) somut manayı tercih ediyoruz. Zira Adem’in ilk öğrendiği esmalardı. Onlardan, diğer dilin diğer öğeleri (fiiller, zamirler, soyut isimler, sıfatlar, vs) türedi. Bunu “SLV” kelimesine merdiven manası vererek yaptınız. Ben “SLY” kökünü tercih ediyorum ve konuyla ilgili ayrı bir yorum yapmak istiyorum (yerinde). Şimdi bu da bir usuldür. Fıkh etmek/düşünmek için bir usule ihtiyacımız vardır ve böyle bir usulümüz olmazsa anlaşamayız. Eskilerin vardığı hükümler başka, kullandıkları usul başkadır. Altınızdaki arabayla, isterseniz İstanbul’a, isterseniz Anakara’ya gidersiniz. Bunda arabanın bir kusuru olmaz. Arabanın modası geçti ise yeni bir araç edinir, onunla gidersiniz, ama araçsız bir yere gidemezsiniz. Gidilen yeri beğenmezseniz başka yere gidersiniz ama yine araçla gidersiniz. Bazılarının var saydığı ruhaniler gibi “Tayyi mekan-tayyi zaman” da yapabilirisiniz elbette. Kanımca orada da kurallar ve usuller vardır…
Dilin kurallarında anlaşmadıkça hiçbir yere varamayız. Kuralları tartışalım ama sonunda herkes diğerinin kabul ettiği veya ayrıldığı kuralı bilmelidir. Herkes sözü kendi bildiği kurallara uygun söyler karşıdakinin de öyle anlayacağını kabul eder ama burada bazı müşküller de ortaya çıkar. İşte eskiler bunları hep tartışmışlar.
Siz kuralınızı serbestçe kendiniz koyarsınız. Her yerde (yutarlılık prensibi gereği) aynı kuralı uygularsınız. Eğer koyduğunuz kurallar istisnaları az ve bütün hayatı çözüyorsa, kendi içinde çelişmiyorsa, o zaman siz kendiniz için yeni bir “usul/metod” koydunuz demektir. Eğer bu usul insanlar tarafından benimsenirse “ekol/mezhep” oldunuz demektir. Bunları bütün topluluk/insanlar benimserse, o zaman o kural, onların icması olur.
Ayet olmadığı halde, benim çok sevdiğim ve peygambere atfedilen şöyle veciz bir söz vardır: “Kendin için istemediğini başkası için de isteme.” Başka hiçbir şeye ihtiyaç olmaksızın, bu kuralla bir dünya oluşturabilirsiniz. Kendinizi karşıdakinin yerine koyarak (buna empati diyorlar herhalde), alırken, otururken, evlenirken, öğrenirken, savaşırken, ve benzeri her durumda kuralları kendiniz koyarsınız. Koyduğunuz kural sizin için bir fayda sağlıyorsa, karşı tarafa da sağlıyor demektir ve kabul edilecektir. Yok, o kural karşı tarafa bir zarar içeriyorsa bunu kendiniz için de istemeyeceğinize göre o kuralı koymazsınız demektir. Daha fazla uzatmıyorum.
Ayet veya hadis olup olmadığını bilmediğim başka bir söz daha var: “Allah insanları dalalette birleştirmez”.Allah insanlara akıl vermiş, iyiyi ve kötüyü, doğruyu ve yanlışı, faydayı ve zararı, adalet ve zulmü onunla birbirinden ayırsınlar diye. Eğer insanlar bir konuda uzlaştılar ve ittifak ettilerse, bu ancak hak/gerçek olan bir şey üzerinde olur. Bunu, batıl/geçersiz bir şeyde de ittifak edebilirler derseniz; o akıl değildir ve Allah -haşa- hata etmiş olur. Topluluk hangi konuda ittifak ederse o hüküm onların icmaı olur. İcmaı kabul etmezseniz kamu hukuku oluşmaz. İcma/o topluluğun/kamunun hukukunun bağlamadığı konularda fertler, orada yaşadıkları müddetçe icmaya aykırı hareket etmezler. Orasını terk ederek, başka icmalara katılırlar. Bunun sonucu şudur: Topluluktaki icmalara/kurallara uymazsanız bu anarşi/terör/fitne olur. Fitne, katl’den daha eşettir.
Vesselam.
Hüseyin Kayahan