ALABAŞ KOCA İLE KÖLELİK ÜZERİNE
06.11.2012, İZMİR
- Selam Alabaş Koca.
- Aleyküm selam, Kayahan. Ne o, yorgun gibi görünüyorsun…
- Ne olacak Ulu Koca, bütün gün “köle” gibi çalışırsan, sen de böyle olursun…
- Sen köleliği bilir misin evlat?
- Filmlerden ve kitaplardan biliyorum. Roma’daki köleliğin ölümün biraz iyisi olduğunu, köle durumuna düşenin sadece mal, eşya hükmünde olduğunu biliyorum.
- Sen savaşı bilir misin?
- Evet, alet kullanarak topluca dövüşmektir.
- Doğru, savaş; cezası en ağır, ödülü de en büyük olan insanları oynadığı en ciddi oyundur. En kalabalık oyun budur. Bunun daha düşük düzeylisi ekonomik savaşlardır, rekabettir. Bunda da ödülü büyük; zarar, mal varlığını tamamen yitirme ve hatta iş yapma ehliyetini de kaybetme gibi cezaları olan bir savaş / bir oyundur. Bundan düşük düzeylisi ise sosyal-psikolojik savaşlardır. Cemaatler, dernekler, vb sürekli yarışırlar. Daha iyi oynayan nüfuzunu ve nüfusunu arttırır, kaybedenler piyasadan çekilir, başka bir ceza yoktur. En düşük düzeyli olan ise, ilim üzere yapılanlardır. Cezası da mükâfatı da yok gibidir. “Marifet iltifata tabidir” dedikleri mekanizma sayesinde marifetli olanlar iltifata maruz kalırlar ve “iltifat marifete tabidir” demek isterler.
İlk oyunu siyasiler, yani yönetime talip olanlar oynar; hem hukuki hem de ekonomik sonuçları olur. İkinciyi ekonomik, mesleki kurum ve kişiler yapar ve ekonomik sonuçları olur. Üçüncüyü dini ve ahlaki kurumlar yaparlar ve sosyal oluşumlara vesile olur. En sonuncuyu da ilmi teşekküller yapar ve teknik ve sosyal devrimler olabilir.
- Desene Alabaş Koca, insanlar sürekli savaş içindedir.
- Evet, öyledir. Fakat bugünkü savaşlar, oyun hükmündedir. Aylarca, yıllarca süren savaşlar sonunda sadece birkaç ekonomik düzenlemenin dışında her şey eskisi gibi devam etmektedir. Yenilen pehlivanın oyuna doymaması gibi sürekli yeniden savaşmaktadırlar.
- Peki, nasıl olmalı ki sonuçları kesin olsun?
- Şari’ (şeriatı vaz eden) kitabında, güvenliği sağlayanları “ellezine amenu” olarak isimlendirmiştir. Bunlar canlarını ve mallarını “cennet” karşılığında ortaya koyanlardır. Ülkenin güvenliğini sağlayamazlarsa mallarını, kişiliklerini ve hatta canlarını kaybedebilirler.
- Can ile malı anladım da, kişiliği kaybetmek de neyin nesi?
- Esaret, Kayahan. Esir düşen, vatandaşlığını, yani kişiliğini kaybeder, hukuki ve ekonomik hakları elinden alınır, çocuk hükmüne düşer. Nasıl çocuklarımız ile ilgili olarak 15 yaşına kadar (Batılılar, ülkeleri daha kuzeyde ve dolayısıyla daha soğuk olduğundan olsa gerek bu yaşı 18 olarak kabul ediyorlar) tüm tasarrufları vasisi, velisi olarak ebeveynleri yapıyorsa, esir düşen insanın da tüm tasarrufları da vasisi tarafından yapılır. Akit yapamaz, dava açamaz, davalı olamaz, mal ve mülke malik olamaz, vs. Bizimle savaşıp ta yenilenler bunu göze almalıdır ki, bizimle savaşsınlar. “Ellezine amenu” olanlar bunu göze alanlardır. Bunun karşılığında bu dünyada seçilme, yönetme hakkı sadece onlarındır. Diğer vatandaşlar sadece seçme haklarını kullanırlar. Ülkede bulunanlardan bazıları onu da kullanamazlar.
- “Ellezine amenu” derken, müminleri mi kast ediyorsun, ey Ulu Koca?
- Hem evet, hem hayır Kayahan. Mü’minler, biz güvenlikci olacağız, siz ey Müslimler, sizin canlarınız ve mallarınız bize emanettir” diyenlerdir. On beş yaşından başlayarak, ölünceye kadar devam eder. “Ellezine amenu” olanlar ise, muvazzaf olarak bu görevi deruhte edenlerdir. Mü’minler daha geniş daire, ellezine amenu onun içinde bir dairedir. Aktif emeklilik yaşı burada da vardır. Herhalde ekonomik emeklilik yaşı gibi burada da 63 diyenler olabilir ama, bana kalırsa 40 yaş daha uygundur. İhtiyaç olması halinde, seferberlik ilanı ile bu yaş 63’e kadar çıkarılabilir.
- Bunlar sadece erkeklerden mi oluşur Koca?
- Hayır, görev (zorunlu) olmamak ve hak olmak üzere mü’min kadınlardan da isteyenler ellezine amenu olabilirler ve mükafat ve cezayı eşit paylaşırlar.
- Diyelim ki bize saldırdılar ve savaşmak zorunda kaldık.
- Savaş, savunma veya hakem kararlarını uygulamak için yapılır. Bize saldıranlara karşı savaşmak hakkımız ve görevimizdir. Hakemler kurulu kararı ile ülkesinde güvenliği tesis edemeyen ülke yönetimine karşı isteyenler savaşırlar. Kazanırlarsa oradaki güvenlikten sorumlu olanların tüm mal varlıkları bunların olur, savaşanlar da esir duruma düşerler.
- Bir dakika, yavaş yavaş gidelim. Bütün ülke demedin de yalnızca güvenlikten sorumlu olanlar dedin, doğru mu anladım?
- Evet, bana göre böyledir. O anda ülkedeki (veya o bölgedeki) tüm askerler, iç güvenlik sorumluları bu oyunu kaybetmiş olurlar. Bundan sorumlu olmayanların onlar gibi esir olmaları düşünülemez. Nasıl ki bizim “Müslimlerimiz” vardır ve daha baştan onlar güvenlikçi olamayacaklarını beyan etmişlerdir ve bazı hakları kullanmamakta ve belli bir ekonomik bedel ödemektedir; onların da normal vatandaşları bu hükümde kabul edilir. Bu kaybedişte onların bir sorumluluğu yoktur. Ceza sadece sorumlu olana, fiili işleyene verilebilir. Biz kaybedersek bizim Müslimlerimiz onların Müslimleri haline gelir, onlar kaybederse onların Müslimleri bizim Müslimlerimiz haline gelirler.
- Herkes vatandaş, herkesin ülkeyi koruma ve kollama görevi olmayacak mı?
- Evet, herkes vatandaş ama hak ve görevler bakımından insanlar arasında farklar oluşur. Mü’minler seçme ve seçilme hakkı olan ve bedel ödemeyen, buna karşılık canları ve mallarını feda edenlerdir. Müslimler ise, sadece seçme hakları olan ve sürekli ekonomik bir bedel ödemek zorunda olan buna karşılık can ve malları teminat altında olan kimselerdir.
- Bu nasıl bir teminattır?
- Bir müslimin malı zayi olursa, o bölgeden sorumlu olan ellezine amenu olanlar onu tazmin ederler, canına bir şey gelirse o zaman da diyetini mirasçılarına öderler. Böylece hak büyük ama sorumluluğu da büyük olunca denge kurulmuş olur. Evlat, ne düşünürsen düşün, sonunda mizana, teraziye, dengeye koyup, kontrol edeceksin. Şari’ “ve vedaal Mizan/… Mizanı vad’ etti/etmiştir” deyip, peşinden de “Mizanı hasar etmeyiniz, bozmayınız” demiştir. Esas olan dengeyi bulabilmektir. Dengeyi kurabildin mi, sistemi kurdun demektir. Dengeyi de stabil denge yapmaya çalışmalısın. Çanağın içindeki bilye böyledir. Ne kadar sağa sola gitse de, sonunda çanağın dışına çıkmaz, dibe döner. Labil dengeler dengedir ama en küçük bir etki ile denge durumuna bir daha dönmemek üzere bozulurlar. Çanağın dışında olan bilye, uzaklaşmaya başlayınca bir daha oraya gelemez ve denge bozulur.
- Alabaş Koca, kölelikten başladık nerelere geldik? Köleliği anlatacaktın söze başlarken… Öyle demiştin.
- Savaşı komutan yönetir. Onu da devletin başı tayin eder. Bütün yetki ondadır. Devlet başkanını adına hak ve görev sahibidir. Sonuçlara o karar verir. Savaş galibiyetle biterse, komutan, yenmiş olmanın yeterli bir ders olacağını düşünür ve kaybedenlerin esir, mallarının müsadere edilmesinin daha sonra problem çıkaracağını düşünürse, sadece savaş masraflarını ister ve herkesi serbest bırakır. Teslim olmuşlarsa artık katletmek yoktur. En ağır bir ceza olarak da savaşla, güvenlikle görevli olanların hepsini esir olarak alır, onlara ait malları da müsadere eder. Savaşmakla mükellef olmayanların mallarına ve canlarına dokunmaz. Bunların da ailelerinin diğer fertlerine ve o fertlerin malik oldukları mallara da dokunmaz. Zira Şari’ kitabında “… la veziru vaziratün vizra uhra… / hiçbir vazir, diğerinin vizrini vizretmez…” demiştir. Bir görevin ifasından sorumlu olmayan, yerine gelmeyen o görevden dolayı mes’ul tutulamaz.
- Esir demek, köle demek mi, Alabaş Koca?
- Esir, en geniş dairedir. Vatanını savunamamış, böylece vatansız duruma düşmüş kişi demektir. Bu esirler bir bedel karşılığında bırakılabilir veya vatandaş yapılmak üzere, ellezine amenu olanlardan isteyenlerin gözetimine verilirler. Esirlikten Rikab hükmüne geçerler. Rikabtan da ellezine amenu olanlara tahsis edilenler “ma meleket eymaniküm/…eymanınızın mülk ettiği şey…” hükmüne geçerler. Şari’ bir yerde de “…ellezi meleket eymaniküm…/…eymanınızın mülk ettiği kimse…” demektedir. Demek ki burada da bir terakki, gelişme olmalıdır.
- Kim istemez ki böylesini..?
- Acele etme evlat. Biraz sonra göreceksin ki bu o kadar da güzel değildir. Yeni kölelik eski kölelik gibi olmayacak zira… Bunlara “rakabe”, “göz altına alınanlar” dedik.
- Bedava işgücü ve diğer menfaatleri düşündüğümüz de, insanlar neden istemesinler ki bu insanları?
- Vatandaşlık hakları olmayan, dilimizi, örfümüzü, kısaca kültürümüzü bilmeyen bu insanlar bazı haklardan mahrumdurlar ama insanlık bakımından tamdır. Yeme, içme, giyinme, barınma, sağlık gibi tüm insan haklarından gözetimine tevdi edilenle aynı haklara sahiptirler. Bu vasi, kendisi, eşi, çocukları ne yer, ne içerse aynısını bunlara da sağlamakla görevlidir. Bugünkü işçilik bundan da beterdir. İşçinin ücretini ödersin ve başka bir şeyini düşünmezsin. Yetti mi, aç mı, açık mı, evli mi bekâr mı, seni ilgilendirmez. Bu haliyle işçilik bizim kölelikten de beterdir.
- Yine de kötü değil, mesaisi olmayan, evin bir ferdi gibi biri neden istenmesin ki..?
- Bu kişinin tüm kazancı vasisine aittir. Kendisi mal ve mülk sahibi olamaz. Taki “mükateb” olana kadar. Saymadığım bir hakkı daha var bu insanların.
- Ne kaldı ki? Yediğimizden yedirdik, içtiğimizden içirdik, giydiğimiz markadan giydirdik, aynı mekanlarda yatırdık. Başka ne kaldı ki?
- Bu insanlar ya bekardır, ya da esaretten dolayı eşlerini kaybetmişlerdir. Varsa çocuklarının vesayeti de başkasına geçer. Eşleri bunlar 4 ay süreyle kurtulup gelemezlerse boşanıp başkasına varabilirler. Hür olan eş, köle durumuna düşen eşini bırakmayabilir elbette, eğer bu statüye razı olursa. İster bekâr, ister ayrılmış olsun bunların da insani bir hak olarak evlenme hakları vardır. Rakabe olanlara evlenme hakkı verilmez. Onların bu hakkı kullanabilmeleri için birisinin gözetimine girmesi girmeleri gerekir.
- Yine, “one minute”, bir dakika. Neden evlenemezler, ne olur ki evlendiklerinde?
- Bu esirlere, kademe kademe hakları iade edilir. Esirler iade edilinceye veya gözetime (rikab) kadar sadece yaşama haklarına, gözetimde evlenme haklarına, mükateb olunca mülkiyet haklarına ve sonunda da tüm vatandaşlık haklarına sahip olurlar. Bütün mekanizma bunu hızlandırmak üzere kurgulanır. En kısa sürede, en çok kişiyi vatandaş yapmak üzere yol ve yöntem izlenir.
- Evlenmeye gel, evlenmeye!
- Evlenirler ama çocuk sahibi olamazlar.
- Allah aşkına, Alabaş koca; ne demek şimdi bu? Sen benimle dalga mı geçiyorsun?
- Çocuklar, vasisinin çocukları olur, onlar köleden doğsalar da hürdürler ve vasinin kütüğüne kaydolurlar.
- Neden?
- Kölenin mahrum olduğu haklardan biri de vasiliktir. Köle, hür birinin vasisi olamaz. Bu külfet onun da vasisi olan kişiye geçer. Babası olarak vasisi yazılır.
- Ama biyolojik baba köledir, rakabedir.
- Şari’, kitabı inzal eden; “…mevludün leh…/kendisi için doğurulan…” demiştir. Alahın Nebisi ve Rasülü olan Peygamber de; “…çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa, onundur…” demiştir. Her çocuğun annesi, o yoksa annenin kadın akrabaları; babası, o yoksa babanın erkek akrabaları tarafından yerine getirilen hakları vardır. Köle buna ehil olmadığına göre bu görev vasiye geçer ve çocuk onun çocuğu olur. Çocuk bu haktan mahrum edilemez. Hukuki baba artık vasidir. Kanunun tanıdığı baba odur. Bu çocuğun evlenmesi sırasında biyolojik zincire ayrıca dikkat edilir. Haram bir evlilik yapılmaması için tedbir alınır.
- Bu da kötü görünmüyor.
- Vasi zengin ise yine de sorun yoktur ama fakir ise öldüğü zaman diğer çocukları gibi bu çocuk(lar) bırakacağı mirasa varis olacaklardır. İşte başta bu sebepten ve diğer psikolojik ve psikolojik diğer sebeplerden her “ellezine amenu” olan rakebe edinmek istemeyebilir. Kendisinin veya eşinin çocuğu olmayanlar, işi icabı çok nüfusa ihtiyacı olanlar, mizacı gereği kalabalık aileyi sevenler elbette rakabe isterler. Edindikten sonra hamileliğin vuku bulması halinde doğacak bu çocuğun nüfusuna geçmesini istemeyenler derhal rakabeyi azat ederler. Zira mükateb yapsa bile bu statüde de, vasilik hakkı henüz verilmeyebilir. Eşyaya sahip olabilir ama bir hürün vesayetine henüz ehil değildir. Erken azatlarda da sorun çıkabilir. Yabancı olan bu kişi henüz vatandaşlık ehliyetine tam ehil olmayabilir ve bu konuda da bir çözüm düşünülmelidir. Müçtehitlerimiz biraz kafa yorarlarsa elbette bir çözüm bulacaklardır…
- Kölenin çocuğu köle doğmayacak o zaman…
- Ne demiştik: Kimse kimsenin günahını çekmez. Babanın günahı çocuğa çektirilmez. Baba ülkesinin güvenliğini sağlayamadığı için geçici bir ceza görmektedir. Eski çocuklarının, sonradan doğacak çocuklarının, eşlerinin, güvenlikle mükellef olmayanların (Müslim ve benzerlerinin) bu cezada payı yoktur. Yönetim başkalarının eline geçer ama bunlar köle olmazlar. Savaşın sonunda ceza da, mükafat da kollektifdir. Herkes(sorumlular) birden cezalandırılır, herkes birden ödüllendirilir. Bu herkesten kasıt, güvenlikten sorumlu olanlardır, tüm ülke vatadaşları değildir. Rakabenin dağıtımında rütbelere de dikkat edilir. Esir düşen generali, erata değil, (istediği takdirde) bizim ordumuzun generaline verilir. Hakkaniyet bunu gerektirir. Zorunluluklar müstesnadır.
- Savaşanların dışında kimseyi cezalandırmadık. Onların da doğacak çocukları hür ve vatandaş olarak doğdular. Peki ganimet nasıl olacak?
- Bana göre kazananlar, sadece kaybedenlerin şahsi mal varlıklarını ganimet yapabilirler. Savaşla mükellef olmayanların mallarına dokunmazlar. Kamuya ait ortak mallar, yine kamunun ortak malları olarak kalmalıdır. Toplum yok olmadı ki. Savaş tazminatını da, genel devlet bütçesinden isterler.
Böylece alınan bu tedbirler sayesinde çok kısa bir zamanda esir düşen bu kimseler, vatandaşlık statüsüne yükselir ve genel olarak kölelik denen bu statü, her savaşta kısa bir süre sonra otomatik olarak biter.
Biz “ellezine amenu” olanlar bunu bilir ve bu statü üzere, savaşa gireriz. Ölmeyi, her şeyimizi kaybetmeyi, esir ve köle olmayı kabullenmedikçe insan ciddi savaşamaz. Bize savaş açacaklar da, kendilerini bu akibetin beklediğini bilerek saldırırlar. Denge böyle kurulur. Kaybedenlerden ölmeyenler, mal ve mülklerini, vatandaşlık haklarını ailelerinin vasiliğini kaybederler. Sonunda bizim, yani başka bir devletin vatandaşı olurlar. Sonuçları bu kadar ciddi olmazsa, bugünkü gibi oyuncak savaşlar yapılır, boşuna insanlar ölür, servetler yok olur. İnsanlar silah tüccarlarının oyuncağı olurlar.
- “Bir dokun, bin ah işit; kase-i fağfurdan” demişler. İyi ki bir mecaz yapıp, “köle gibi çalıştık” dedik. Ne kadar enteresan bir müessese imiş şu kölelik.
- Eğer bu kölelik bu kadar lüzumlu ve önemli olmasaydı, müellif kitabında bu kadar anlatır mıydı? “…Siz onu kerih gördüğünüz halde kital sizin üzerinize ketbedildi…/ siz onu kerih görürsünüz ama savaş size kıyamete kadar yazıldı…” demiştir. Savaşlar hiç bitmeyecek ama bu müessese onu dengeleyecek. Savaş olmazsa eskiyen ve yozlaşan topluluklar/devletler ortadan kalkmaz. Onları sadece savaş yok eder. Savaş her daim dinamik olmayı sağlar.
- Alabaş Koca, bazı kabuller eskilerinden anladıklarından farklı oldu galibe, öyle mi?
- Ben ümmi sayılanlardanım. Varsayımlarım ve sonuçlarının çoğu istihsandır. Fakat sonra kontrol edince isabet ettiklerim daha fazladır. Sen bunları arkadaşlarınla paylaşınca onlar teyid eden ve nakzeden delilleri söyleyeceklerdir. Farklılıklarımız içtihatlarımız, aynılıklarımız ittifaklarımız ve nihayetinde de icmalarımız olacaktır. Arkadaşlarına selam söyle. Allah’a emanet ol. Bu kadar uzun aralar verme, sık sık gel ki, verimli sohbetler yapalım.
- Allah’a emanet ol, Alabaş Koca. Bakalım ne kıyamet kopacak bundan sonra…
Saygılarımla.
H.Kayahan
* Küçük birkaç dip not:
Esir: Savaş sonunda teslim olanlar.
Rikâb: göz altına alınanlar (eski adı köle), göz altında tutulanlar, vatansız hale gelip vatandaş yapılacak olanlar;
rakabe: gözetmek,
rakîb: gözeten, gözetici
Ma (bir yerde ellezi) meleket eymaniküm: rikab’tan şahısların gözetimine ve kullanımına verilenler
Ellezine yebtegunel kitabe(mukateb olan kimseler): vatandaşlığı/hürriyetini ekonomik bedel karşılığı elde etmek isteyenler.