SINAMALAR DİL-12
ZÜNNÛN – bir muamma
17.05.2020, İzmir
Enbiya (21/87)
وَذَا النُّونِ إِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ أَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَى فِي الظُّلُمَاتِ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ (87)
Zennunu da; hani öfkelenerek gitmişti de biz kendisini aslâ sıkıştırmayız zannetmişti, derken zulmetler içinde «la ilahe illa ente subhaneke inni kuntu minezzalimîn» diye nidâ etti[87]
Makayisu-l luga
(نون) النون والواو والنون كلمةٌ واحدة. والنُّون: الحُوت
Kitabul ayn
والنّون: الحوت، والجميع: النِّينانُ
أَصْلُه نونان
Leksicon
نَوْنَةٌ ذ The dimple in the chin of a young child
Kalem suresi (68)
فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُنْ كَصَاحِبِ الْحُوتِ إِذْ نَادَى وَهُوَ مَكْظُومٌ (48) لَوْلَا أَنْ تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِنْ رَبِّهِ لَنُبِذَ بِالْعَرَاءِ وَهُوَ مَذْمُومٌ (49) فَاجْتَبَاهُ رَبُّهُ فَجَعَلَهُ مِنَ الصَّالِحِينَ (50)
O halde sabret rabbının hukmüne de sahibi hut gibi olma, hani öfkeye boğulmuş da nida etmişti.[48] Rabbından bir ni’met yetişmiş olmasa idi ona, elbette o fazaya fena bir halde atılacaktı.[49] Fakat rabbı onu ıstıfa buyurdu da salihînden kıldı[50]
Saffat (37)
وَإِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ (139) إِذْ أَبَقَ إِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ (140) فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَضِينَ (141) فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُلِيمٌ (142) فَلَوْلَا أَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّحِينَ (143) لَلَبِثَ فِي بَطْنِهِ إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ (144) فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَاءِ وَهُوَ سَقِيمٌ (145) وَأَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْطِينٍ (146) وَأَرْسَلْنَاهُ إِلَى مِائَةِ أَلْفٍ أَوْ يَزِيدُونَ (147) فَآمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَى حِينٍ (148)
Şübhesiz Yunüs de o mürselînden[139] Hani bir vakıt dolu gemiye kaçmıştı,[140] kur’a çekmişti de kaydırılanlardan olmuştu[141] Derken kendisi balık yuttu melâmette idi[142] Eğer çok tesbih edenlerden olmasa idi[143] Her halde ba’solunacakları güne kadar onun karnında kalırdı[144] Hemen biz onu alana attık hasta idi[145] Ve üzerine kabak cinsinden bir ağaç bitirdik[146] Ve onu yüz bine Resul gönderdik ve hattâ artıyorlardı[147] O vakıt ona iyman ettiler de onları bir zamana kadar istifade ettirdik[148]
Yunus peygamberin kıssasını hepimiz duymuşuzdur. Saffat suresi 139 ile 148. Ayetlerde başından geçen olay anlatılır. Fakat Enbiya suresi 87. Ayette ise isim verilmeden bir rumuz ile anlatılan kişinin Hz. Yunus olduğu kabul edilir. Bu konuda Alabaş koca ile bir söyleşi yaptım.
-Selamün aleyküm Alabaş Koca.
-Aleyküm selam Kayahan, hoş geldin.
-Hoş bulduk. Hayırdır, beni çağırtmışsınız.
-Geçen ziyaretinde Kuran’daki muammalardan bahsetmiştin. Ben de sana anlatacaklarım var demiştim. Sen gelmekte gecikince seni çağırttım.
-Anladım. Bugün ne anlatacaksın bana?
-Evlat, hep alışılmışın dışında yeni şeyler söylüyorsun. Bu muammayı sana ben anlatayım ki, seni tân etmesinler. Benim için, “ihtiyardır, ne söylerse yeridir” derler geçerler.
-“Zü-n nun”u duydun mu? Enbiya suresinin 87. ayetinin ilk ibaresidir o tanım
-“Balık sahibi” olarak tercüme ediyorlar. “nûn”dan kasıt Hut’tur, yani balıktır diyorlar. Bundan dolayı kastedilen Yunus peygamberdir, yoksa değil mi?
-Kalem (68/48) ayetinde ( Hût’un arkadaşı gibi olma / وَلَا تَكُنْ كَصَاحِبِ الْحُوتِ ) demiyor mu? Sahabe, arkadaş demektir, Türkçe’deki kullanımındaki gibi onun sahibi manasında değildir. Balığın arkadaşı… Şimdi sadece ibareyi düşün ve analiz et.
-Yani?
-“zü” eki, sahip olunan, malik olunanları gösteren bir takıdır. “Zü-l fadl” dediğimizde, fazilet sahibi olan kişiyi; “zü-l celal” dediğimizde, celalli kişiyi anlarız. “Zü”den sonra gelen isme, vasfa, sahip olunmak gerekir. “zü-s semen” dersem, semeni olan, yani paralı adam anlaşılır. Evet, kast edilen Yunus peygamberdir, burası doğru. Böyle kabul edilir edilmesine de Yunus nasıl balığın sahibi olabiliyor? Eğer Hz. Yunus balığın karnına düşmüşse; o balık sahibi değil, tam tersine; balık insan sahibi olmaz mı? Kim, kime sahip? Balıklı adam mı, adamlı balık mı?
Türkçe’de “zü” ekinin karşılığı “lı, li, lu, lü” gibi ses uyumlu bir ektir. İsimden isim yapan eklerdendir.
Bu ek;
a-Sıfat yapar: anlayış-lı, sayı-lı, gölge-li gibi
b-Bir yere aitlik anlamı katar: Asya-lı, bura-lı, Konya-lı, mahalle-li, gibi
c-Sıfat görevli kelime yapar: acık-lı, alım-lı, paha-lı, us-lu, yer-li gibi
d-İkileme kurar: al-lı yeşil-li, an-lı şan-lı, bel-li baş-lı gibi.
Ben burada bir yere aitlik anlamını yeğliyorum. Tevrat’ta Yunus peygamberin yaşadığı yerin açıkça “Ninova” olduğu belirtilir. Kuran’da yer ismi yoktur ama buna karşılık “zü-n nûn” tabiri vardır.
-Anladım, “zü” sahip olunan şeyleri ifade eder. Peki o zaman “nûn’u” nasıl anlayacağız?
-İşte muamma/bilmece/bulmaca burada. Şimdi bunu sana izah etmeye çalışacağım. Eğer isabet edersek 2 kat sevap varmış bu işin sonunda.
-Umarım çok şaşırtmazsın beni.
-Kayahan, sen demiyor musun, “bu Kuran’da insanın kullandığı dillerin bütün ustalıkları vardır” diye. Tekerleme, bilmece, bulmaca, muamma vb. her türlü dil kullanımının örnekleri de vardır öyleyse.
-İnsan, Allah’ın bilmediği bir kullanım icat etmiş olamaz değil mi?
-Aynen. Kuran lafı ile de icazdır, manası ile de icazdır, mucizedir. Küçük olsun, büyük olsun onda mutlaka bir parça vardır. Dile ait ne varsa onda vardır. Bakmak ve bulmak gerekir.
-“النُّونِ / En-Nûn’a” gelelim, “Nûn’a”. “za/zü”yü anladık ama “النُّونِ / El-nûn” ne demektir?
-Söyleşinin başına lügatların verdiği karşılıkları yazarsın. Arapça lügatlar, hemen “النُّونِ / El-nûn; الحُوت / el-hût” demektir, demişler. Yani nun’dan kasıt, balıktır demişler.
Leksikon ise, “vavı uzatarak değil de cezimli olarak almış”, “en-nevnetün” çocuğun yanağındaki çukurluk, gamzedir, demiş. İşte çıkış noktamız burası olacak.
-Nasıl çıkacağız buradan?
-“En-nûn” Ninova şehrinin kısaltılmış halidir. Bunu Türkçe’de yapıyoruz. Mesela New York’u “NY” olarak, İstanbul’u da uzun yazmak yerine “İst.” olarak yazarız ve bunu yadırgamayız. Nûn, Ninova’nın adıdır, adeta plakadaki sembolüdür. Örneğin, Almanlar taşıtların plakalarında şehirlerinin kısaltılmış harflerini kullanırlar. Biz ise şehirlerimizi rakamlarla ifade ediyoruz.
-İzah eder misin lütfen!
-“N/ن” harfi/sesi; etrafı küçük tepe ve dağlarla çevrili, bu sebeple çukur bir çanak gibi olan geniş düzlüğün adıdır. Türkçe’de böyle ovalara “çukur ova” diyoruz. İki kelimeden oluşur ama ayrı yazmayız, birleşik olarak Çukurova şeklinde yazarız.
-Ninova da böyle iki kelimeden mi oluşmuştur?
-Ninova kelimesinin de bu şekilde olduğunu tahmin ediyorum. Nin+ova veya nun+ova. Nunova daha doğru olmalı, ikisi arasında lehçe farkı gibi sadece okunuş farklılığı var.
-“Ova” eki/tamlaması Türkçe’deki ova kelimesinden mi geliyor sana göre?
-Sümerler, Kuzeyden gelen Türk ırkları ile Yerli Sami ırklarının melezidir. Sümer dilinde çok sayıda Türkçe kelime vardır. Sümerlerin devamı olan kavimlerin dillerinde de Türkçe kelimeler görülür. Asurlularda da vardır.
Bildiğin gibi Hz. İbrahim’in babası Türk ırkındandır. Kuran’da onun sosyal aidiyetine işaret eden ismi Tareh (töreli), Tevrat’ta ise coğrafi aidiyetine işaret eden ismi Azer’dir. İbrahim peygamber Mezopotamya’da yaşamıştır ve Sümerlerle çağdaştır.
-Yunus peygamber nerede yaşamıştı?
-Tevrat’tan ve diğer anlatılardan biliyoruz ki, Yunus peygamber Ninova şehrinde yaşamıştır. Ninova Asurluların başkentidir. Bilinen en eski kütüphanelerden (belki de en eskisi) biri bu şehirde idi. Asurlular zaman zaman Suriye, Filistin ve Mısıra kadar hükümran oldular. Zamanın güçlü devletlerinden biriydiler.
Yunus peygamber burada tebliğ yapmış ama hiç kimseyi imana getiremeyince “bunlar adam olmaz!” diyebileceğimiz bir tepki ile orayı terk etmiştir. Başından geçen o büyük olaydan sonra tekrar Ninova’ya dönmüş ve bu sefer kentin tamamı ihtida etmiştir.
Kuran’da döndüğü şehrin nüfusunun yüz bin veya daha fazla, Tevrat’ta ise 120 bin olduğu yazılıdır. Şehrin nüfusu yaz ve kış değişiyor, dışarıdan göç alıyor ve sürekli artıyordu. Yunus ayrıldığı zaman 100 bin, geri döndüğü zaman ise 120 bin olmuş olabilir. Eskiden hiç kimsenin iman etmediği bu şehirde, şimdi de iman etmeyen kalmamıştır.
-Olağanüstü, önce hiç kimse inanmasın, sonra da inanamayan kimse kalmasın, müthiş.
-Bunları zaten biliyorsun. Ben “Ez-zünnûn” ibaresi biraz daha deşmek istiyorum. Bakarsın altında hazine falan buluruz…
-Daha neresini deşeleyeceğiz ki? Ninova’nın sembolü, kısaltılmışı dedin ya, yetmez mi?
-O zaman çok basit bir muamma olmaz mı, Kayahan?
-Deşmeye devam et o zaman. Bakalım, ne cevherler bulacaksın?
-Kuran’da “N/ن" harfi yazdığım gibi de kullanılır. Kalem suresinin başında okunuşu gibi değil, yazıldığı gibi geçer. Sessiz bir harf olan “n” harfi ancak yanına bir sesli harf, yani hareke gelmesi ile okunabilir. Adı üstünde sessiz harf. N harfini biz “Ne, eN” gibi önüne veya arkasına sesli harflerden birini getirerek okuruz. Araplar ve diğer Sami dillerini konuşanlar ise harfleri isim olarak okurlar.
-Biraz yavaş, ne demek harfleri isim olarak okumak, biraz açar mısın?
-Araplar, “e” harfini “elif” diye olurlar. Elif, öküzün, boğanın, bizonun adıdır. Elf şeklinde tek heceli söylenir. Bu konuyu başka bir söyleşide sana anlatmak istiyorum. Fazla gecikmeden gelirsen iyi olur. Malum yaşlılık var serde. Kim gele, kimi bula…
-Onlar da mı kısaltmalar yapmışlar?
-Bütün insanlar yaparlar bunu. Finikeliler, İshak peygamberin büyük oğlu olan Esav’ın torunlarıdır. Alfabeli yazıyı bulan ve geliştirenler onlardır ve isimleri tek sembole kadar kısaltmışlardır. Bizler şimdi bu alfabeyi kullanıyoruz. Ne kadar sade değil mi; “elf” yerine yalnızca “e”. Diğer harfler de böyledir. Bunu da başka bir söyleşide deşeriz artık…
-Tekrar “nûn’a” gelsek!
-Az önce söyledim. Bir yerde sadece “N” şeklinde, başka yerde “Nûn” şeklinde söylemişse Allah bir şeye işaret ediyordur. Hem de bunu “el” takısı ile “marife/belirli” olarak söyledi. Bütün bunların bir hikmeti, bize anlatmak istediği bir farklılığı yok mudur, sence?
-Ah, ah. Şu Arapçayı öğrenemeden gideceğim bu dünyadan diye korkuyorum. Sahi, öte yaşamda bütün insanlar Arapça mı konuşacaklar?
-Dur şimdi konuyu saptırma. Her şeyi bir anda çözemeyiz ki.
Birinci muammayı anladın değil mi? “Nûn”, Ninova’nın sembolüdür, adıdır. “zü” takısı ile birlikte düşündüğümüzde ise “Nûn’lu, yani Ninova’lı” demek olur. Hz. Yunus’un lakabı, adı “Ninovalı/zü-nûn” olarak bilinir. Araplar, “zü” ekini yer için kullanmazlar demiş Üstad Karagülle; ben burada kullanıldığını düşünüyorum.
Şiirde, arada “V/vav” olmadan, “NN” olarak da söylenirmiş. Böyle bir kullanım da varmış. Fakat burada vav ile kullanılmış. Yani bir nevi “N/ ن” ve “N/ ن” denmiş olur. İki tane “N/ ن” var demektir.
-İki tane “N” olması ne anlama gelir peki?
-Çok anlama gelir.
İlk olarak; Ninova “8” rakamına benzer şekilde iki ovadır. Buna işaret etmiş olur. İkiz ova gibi görünür. N’nin biri birine, diğeri öbürüne işaret eder.
İkinci olarak; Yunus peygamberin terk ettiği şehir başka, yıllar sonra döndüğü ve halkının tamamen değiştiği şehir başkadır. Nun’lar bu iki değişikliğe işaret eder.
Üçüncü olarak; İlk Nun ayrıldığı yere, ikinci Nun da denizden çıktığı yere işaret eder.
-Nasıl yani, denizden çıktığı yer de bir “Çukurova” mı?
-Ninova bir kara şehridir. Oraya en yakın deniz Akdeniz, Basra körfezi ve Hazar denizidir. Bu üç denizden hangisine kaçtığı Kuran’da belirtilmemiştir. “meşhun fülke ebk etmişti/dolu gemiye kaçmıştı” denilmektedir.
Denize bırakıldıktan sonra, (ElHût) onu bir kıyıya fırlatmış ve orada “kotondan/pamuktan yetiştirmiştir. Çıktığı yeri bilebilelim diye bu böyle bir dolaylı tanım yapılmıştır. “enbetnâ” daki “na” takısı bunu doğrudan Allah’ın yapmadığı, bunu insanların yaptığına işaret eder. Burası pamuk tarımının başlatıldığı, belki de burada ilk defa Yunus peygamber vasıtası ile tarıma başlandığı yer olmalıdır. Pamukla ilgili önemli bir özellik olmasaydı burada bahsedilmesi gerekmezdi. Zira israf olurdu. Allah israf etmez.
Pamuğun ilk olarak Hindistan ve Afrika kıyılarında tarıma alındığı, Akdeniz bölgesine ise daha sonra söylenmektedir. Yunus peygamberin gemisi hangi denizde seyrediyordu bilmiyoruz. Bir ihtimal bu olayın, Asurluların Türkiye’nin güneyi, Filistin ve Mısır’a kadar olan bölgeye kontrol altına aldıkları dönemde olmuş olmasıdır. Ne de olsa aynı ülkenin toprağı sayılıyordu bu bölgeler. Yunus peygamber Akdeniz’de seyreden bir gemiye binmiş ve sonra Çukurova veya ona benzer bir ovaya çıkmış olmalıdır.
Başka bir ihtimal ise, gemi ile Hindistan’a gitmiş, orada Pamuk ekimini başlatmış veya öğrenmiş, başına gelen o olay dönüşte başına gelmiş ve fırlatıldığı ovada yanındaki tohumlarla pamuk ziraatını başlatmış olmalıdır. Her neresi olursa olsun, çıktığı ovada pamuk tarımının başlatmış olması kesin görünüyor. Ayetten çıkan mana budur. İster Basra Körfezinden Hindistan’a doğru gitmiş olsun, ister Akdeniz’de bir yolculuğa çıkmış olsun, karaya çıktığı nokta orada pamuk ziraatını başlattığı bir ovadır. Böyle bir ova da pamuk ziraatına en uygun olan çukur bir ova olmalıdır.
“El-arâî” marife/belirli olarak zikredilmiştir. Bu herhangi bir yer değil bilinen, marife bir yerdir. Ahdi haricidir, daha önce zikri geçmemiştir. Ya bildiğimiz bir yer ya da ovalardan belli özelliği olan bir tür ova.
-Nereden nereye savrulduk böyle. Matruşka bebekler gibi, bir Nûn’un içinden kaç tane Nûn çıkardın böyle, sayıyı kaçırdım.
-Muamma bitmedi daha ama zaman bitti. “Müsebbihînden olmasaydı” deniyor. Tesbih edenlerden olmasaydı diye çeviriyorlar, acaba öyle midir? Bütün peygamberler Allah’ı her zaman ve her yerde tesbih ederler. “sebeha” aynı zamanda yüzmek değil midir..?
-Bir dakika, Hz. Yunus iyi bir yüzücüydü mü demek istiyorsun?
-Bunu sen söyledin. Milletten senin de çekeceğin var artık.
Çok konuştuk vakit uzadı, söyleşi uzadı. Bir de bunu okuyacakları düşün. Bu kadar uzun söyleşileri kimse okumuyor artık. Herkes gözle seyretmeyi yeğliyor.
Saygılarımla.
H. Kayahan