Sevgili Üstadım Süleyman Karagülleye arzımdır.
24.06.2013
Selam, sevgi ve dua ile…
Sizi tanıdığımdan buyana, neredeyse 40 yıl geçti. Kırk sayısı önemliydi. Benim de 40 yaşımla ilgili hayallerim vardı. Öyleye ya, 40 yaş Şuraya seçilebilme yaşıydı, ama 40 yaşımın habersiz geçmesi gibi, sizi tanımamın üzerinden de 40 yıl geçip gitti. Hatırladığım kadarı ile İzmirdeki Selamet Konağındaki “Kuran Matematiği” seminerlerine gelerek tanımıştım sizi. Varlığımın sebebi ebeveynlerim, varlığımı bilmemin sebebi de siz oldunuz. Aradan geçen 40 yılda nice dersinizi dinledim, nice yazınızı okudum. . Bana olan katkınızın karşılığını asla ödeyemem. Bize neler öğretmediniz, neler anlatmadınız ki…
Bundan 30-35 evvel, Arapça harflerin tasnifini anlatırken El Halilin duasını da anlatmıştınız. El Halil, “Allahım bana, daha önce kimse vermiş olmadığın bir ilmi nasip et…” diye dua etmişti ve fonetik ses ilmini ilk o başlatmıştı. O gündür bu gündür bu duayı hiç unutmuyorum. İbni Haldunu da böyle anlatmıştınız; o da “yaptığı şeyin tarih ilmi değil, yeni bir ilim olduğunu söyler”, demiştiniz. Bunu da hiç unutmuyorum. El Halil Ses ilmini, İbni Haldun da Sosyoloji ilmini başlatmışlardı.
Ben de için için hep böylesi özgün ve yeni bir çalışma diledim. Bunu asla yüksek sesle dile getirmedim. Zira benim gibi ne doğru dürüst Batıyı, ne de doğru dürüst Doğuyu okumuş birisi, nasıl böyle bir temennide bulunabilirdi ki…?
Az okumuş olmak; bir yere, bir kişiye takılı kalmadan kişiyi özgürleştirmektedir. Ben de düşünürken, yazarken beni yönlendiren, kısıtlayan, manipüle eden bir tesir altında kalmadan serbestçe yazıyorum, daha doğrusu yazmaya çalışıyorum. Fakat diğer yandan da, kişinin duyduğu her yeni ibare, her yeni kavram ona yepyeni ufuklar açan birer sihirli anahtar gibidir. Duymazsanız etkilenmezsiniz, sizde yeni düşünceler, çağrışımlar, ilhamlar oluşmaz. Bu öyle bir madalyondur ki; bir yüzü sizin lehinize, diğer yüzü ise aleyhinize çalışır. Yeniye talip olanlar için kural; mümkün olduğunca öğrenmek ama onlara bağlanmamak olmalıdır. Rahmetli Bediüzzaman da öyle dememiş miydi: “her tefsir bir perdedir” diye… Bunu da sizden duymuştum.
Yine yıllar önce bize, insanın yaş dönümlerini anlatıyordunuz. Bebeklik, çocukluk, ergenlik, yaşlılık ve bunların fıkıhtaki karşılığı olan sayıları, bunların sayı dizilerini çıkarıyordunuz. İnsanın nominal ömrünün 100 yıl, nominal ergenlik yaşının da 15 olduğunu öğretmiş, bunun dizisini göstermiştiniz. Daha sonraları da medeniyetlerin ömürlerinin 1000 yıl olduğunu, İslam medeniyetinde de “müçtehitler devrinin” 150li yıllar olduğunu söylemiştiniz.
Kırgızistanda olduğum 1998 yılı sonlarında, işsiz ve çaresiz kaldığım bunalımlı bir dönemde okuduğum ve hiçbir ilmi yönü olmayan “peygamberler tarihi” kitabının da tesiriyle; sizden duyduğum bu kuralı insan ve ona ait olan bütün kurumlara uygulayıp; bugün bilinen biyoloji, jeoloji, antropoloji, vb tüm ilimlerle de uyumlu bir “peygamberler tarihi”; daha doğrusu “insanlık tarihi” yazmaya karar verdim. Bu çalışmanın adını “ERGİNLİK TEORİSİ” koydum. Görmüş olduğum Hendese öğreniminin bana kazandıdığı meleke ile, noktaları birleştirmeyi; enterpolasyon, ekstrapolasyon yapmayı becerebiliyordum. Ebu Hanifenin “İSTİHSAN” dediği de bu olsa gerekti: Bu, Hendesede, bilinen birkaç nokta yardımı ile “EĞRİYİ” tanımlama ve böylece arada kalan ve dışarıda kalan noktaları kestirebilmek; Matematikte de “MATRİSİ” OLUŞTURUP, boş hücreleri bilebilmektir.
İnsan ile medeniyet arasında 10 kat fark olduğunu görünce bunu bir dizi yapıp, her sayıya karşı gelebilecek kavramları araştırdım. Tevrattaki sayıları irdeledim, tasnif ettim. Antropoloji, Arkeoloji, biyoloji ve benzeri kitaplardan dip notlar çıkardım, karşılaştırdım, deliller buldum, vs.
15 ve 100 İnsan, Ademoğlu idi.
150 ve 1.000 Medeniyetlerin yaşı ve erginliği idi. Medeniyetlerin insanlar gibi eşeyli döllenme ile (dölleyen ve döllenen ile) ürediğini fark ettim.
1.500 ve 10.000 ulusların (dil, teknik, sanat ve örf) nominal erginliği ve ömrü idi.
15.000 ile 100.000 Ademoğullarının nominal erginliği ve ömürleri idi. Bana göre Hz. Peygamberin “hatem ennebi” olmasının başka bir izahı yoktu. Ademoğulları erginliğe ulaşmışlar ve artık mürebbi gelmeyecekti. Artık o bir yetişkin (tüzel kişi) idi ve kendi kararlarını kendi verecek, kendi yolunu kendi bulacaktı.
150.000 -1.000.000 (bunlar için kitabı okumak gerekir)
1.500.000-10.000.000 (“ ” ” ” )
15.000.000-100.000.000 (“ ” ” ” )
150.000.000-1.000.000.000 (“ ” ” ”)
1.500.000.000-10.000.000.000 (“ “ “ “)
15.000.000.000 ile 100.000.000.000 ise evrenin yaşı ve nominal erginliği idi. Evren henüz ergenliğe ulaşmamış, ama az kalmıştırtır. Şu andaki bilgilerimizle ömrü 13,7 milyar yıldır. Ergenliğine 1 milyardan az fazla yıl kadar kalmıştır…
400 sayfa kadar olacağını tahmin ettiğim bu çalışmamın 150 sayfa kadarını 15 sene önce yazmış olmama rağmen, dünya gailesi çalışmamı tamamlamama mani oldu. O zamandan beri Aristoya hak verir oldum: “Köleler çalışmalı ki, efendiler ilim yapabilsin…(!)” Bu çalışmanın doktora sevisinde bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Her doktora çalışması da özgün ve yeni bir çalışmadır, elbette. Bir gün tamamlamak nasip olur diye dua ediyorum.
Allah kelimesin aynı zamanda “topluluk/kamu/devlet” manasına geldiğini sizden öğrendim. Resule de başkan demiştiniz, başlarda uygun görünse de sonları benim kafamda bu karşılık oturmamaya başladı. Zira; Allah, Rab, Resul, Nebi ve benzeri diğer kelimeleri beraber düşünmeğe başlamıştım. Sosyoloji dikkatimi çekiyordu. Allah, Kitap, Namaz, Abdest konularında birkaç makale de yazdım. Bunlarla meşgul olup, düşünürken yeni bir sav ortaya attım. Şöyle ki:
Günümüze kadar Kuranın bazı ayetlerinin Astronomi ile ilgili olduğu, bazı ayetlerinin Jeoloji ile ilgili olduğu, bazı ayetlerinin Biyoloji, bazı ayetlerinin Ekonomi, bazı ayetlerinin Yönetim, bazı ayetlerinin Öte Dünya ve benzeri konularla ilgili olduğu kabul ediliyordu. Ben şunu söyledim yazılarımda; KURANIN BÜTÜN AYETLERİ SOSYOLOJİ İLE İLGİLİDİR, KURANIN BÜTÜN AYETLERİ BİYOLOJİ İLE İLGİLİDİR, KURANIN BÜTÜN AYETLERİ EVRENLE İLGİLİDİR, VS. Herhangi bir ilim mensubu kendi ilmini Kurana uygulayabilir ve görür ki, Kuran sadece o ilmi ve o müesseseyi anlatmaktadır ve öyle hal olur ki, Kuranda o ilimden başka bir şey yok zanneder.
Biyoloji uğraşan bir arkadaş da Allah kelimesini Canlı, canlılık aleminin tamamı, münhasıran en kamil canlının bedeni olarak alabilir; ondaki yapıcı unsurları melek, ruh, mümin, Müslim, salih vs; yıkıcı unsurları iblis, şeytan, kafir, münafık, vs gibi kelimelerle eşleştirir ve onun oluşumunu, işlemesini ve akıbetini Kurandan çıkarmış olur.
Jeoloji, Astronomi gibi Fizik/Kimya ilimleri ile mücehhez bir arkadaş da; Allah kelimesini Evren olarak karşılar, mesela çeken unsurları müspet kavramlarla, iten unsurları menfi kavramlarla karşılar ve Kuranın tamamını böyle manalandırabilir. Diğer ilimler de böyle olur.
Önümüzdeki 1000 yılın Kuran mucizesinin bu olacağını zannediyorum. Sonraki bin yıllarda daha başka mucizeleri de elbette zuhur edecektir.
Ben bu kabule bir başlangıç olmaz üzere, Kuranın tamamını Sosyoloji gözlüğü ile okumak istiyorum. Hiçbir kelimeye Teolojik, mistik karşılık vermek istiyorum. Bunda hiçbir istisna olsun istemiyorum. Bu konuda birkaç defa yanıma arkadaş aradım. İsanın yakarışıyla “men ensari ilallah?” diyerek yazımı bitirdim. Dikkat ettim, İsa peygamber “men ensari lillah?” demiyordu. O da Allahı mistik manada değil, “devlet” manasında kullanıyordu. Zira o da “ulul azm” peygamberlerdendi…
Abdest toplum sağlığını korumak için gerekiyordu. Salat topluluk olaşabilsin diye emredilmişti. Günlük Namazlar Ocakta, haftalık Namaz Bucakta, Ramazan Bayramı Namazı İlde, Kurban Bayramı Namazı da Devlet Merkezinde kılınmalıydı. Namazı ikame etmekten mana, toplantı yapmaktı. Umre Haccın bir misali olarak Devlet Merkezinde, Hac ise İnsanlık Merkezi olan Mekkede olmalıydı. Oruç hem belirli ayda ay (şehr) olarak; hem de miktarı, zamanı kişiden kişiye ve hale göre değişecek şekilde sayı (eyyamen madudat) ile tanımlanabilen günlerde tutulmalıydı. Resul kelimesi genel yönetimin/yürütmenin başını, Rab kelimesi de yerel yönetimi ve başını gösteriyordu. Zira yerel yönetimler ayrı bir tüzel kişilik olamayıp, hizmet birimleri olduklarından; ancak başkanları ile beraber kişilik kazanmakta ve Rab ile tesmiye edilmekteydi, vs…
İstanbuldaki Dr Lütfi bey ve arkadaşları El Halil ve İbn. Haldun gibi tarihe mal olacaklardır. Başladıkları çalışmanın bir gün biteceğini zannediyorlardır. Onlar bedenen veya ruhen yorulmadıkça o konular bitmeyecektir. Ateş ve tekerlekten sonra, insanlığın 3. önemli icadı olan bilgisayarın da yardımıyla; dilin kurallarını, gramerini yeniden tespit edecekler, yepyeni keşifler ve yepyeni yöntemler ortaya koyacaklardır. Allah onlara azim ve gayret versin.
Sevgili Üstadım; görünen odur ki, bu konuda bana sizden başka yardım edebilecek kimse yoktur, en azından şu ana kadar olmamıştır. Ben “Sosyolojik Kuran” üzerinde çalışmak istiyorum. Yukarıda da anlatmaya çalıştığım gibi, Kitabın tamamına, ibarelerin hepsine Sosyoloji gözlüğü ile bakmak, o gözle incelemek istiyorum. Allah, Melek, Cin, Şeytan, Cennet, Cehennem vb, Kuranda ne kelime ve kavram varsa hepsini sadece sosyoloji terimleri ile karşılamak istiyorum. Uzun zamandır bu tip tercümeler yapıyorum. Ancak bunlar yazılı değildir. Şimdi bunları bir sistematik içinde yazıya geçirmek istiyorum. Bu bence mümkündür ve gereklidir. Kuranın Allah sözü olduğunun, onun beşer sözü olamayacağının, gerçekten mucize oluşunun yeni bir ispatı olacaktır. Bunun peşinden diğer ilimler de bunu yapacaklardır.
Yaz sezonunun bitmesini müteakip, İstanbula olan seferlerim tekrar başlayacaktır. Eğer bu savımı denenmeye değer görürseniz, bana yardımcı olur musunuz? Buna ayıracak vaktiniz olur mu?
Acizane, affınıza sığınarak maruzatım budur.
Saygılarımla.
Hüseyin Kayahan