Konunun güncel olmadığına dair olası eleştirilere, henüz vizonda ve etkili hasılat yapan John Wick 4 filminin diyaloglarında geçen kadim bir sözü hazırlatmak istiyorum: “Bir şeyi nasıl yaparsan, her şeyi öyle yaparsın.” Bu anlamda alıntı ve açımlama, güncel “telaşa” uzak değildir. Lao Tzu’nun aşağıdaki içrek (batın) alıntısı, onun evren insan ilişkisine tümden gelim bakışıdır. İkinci kısım ise alıntıya tüme varım ile açımlamadır.
***
“Bakan gözler onu görmez;
‘düz’ derler ona.
Kulak veren onu duymaz;
‘az’ derler ona.
Uzanan el ona değmez.
Bu üçü çözülmez ayrı, ayrı.
Bu yüzden, birlikte ‘bir’ olurlar.
Yükseklerde aydınlanmaz;
derinlerde kararmaz.
Kurumayan kaynaktır,
adlandırılmayandır.
Hiçliğe dönendir,
biçimlenmemiş biçim o. “
(Tao Te Chig / MÖ 620)
***
Açımlama :
“Hiçliğe dönendir,
biçimlenmemiş biçim. “
Ortaya çıkmakta olan ne varsa,
çıkıp ilerlemeye koyulan her şey, değişime zorunludur.
Her biçim, gelişmek isterken değişiyor.
Geliştiğinde, biçimini eksik görüyor.
Biçim tamamlanacakken; son’, ufuğa dönüşüyor.
Limit eğrisi sıfıra yaklaşıyor, fakat ona ulaşamıyor.
Bütün’den ayrılan, geri dönemiyor.
Artık, ya gelişecek, ya da dağılacaktır.
Varlığın bu ayrılışı, onun seçimidir.
Bu seçim kaçınılmaz. Çünkü var olmak, zorunluluk; varlık zorluktur.
“Dağılmak”; tıpkı gömlek iliklerinin baştan yanlış iliklenmesi gibi; asimetrikte simetrik arayışıdır. İlikler tekrar çözülecek. Yol’a yeniden çıkılacak.
Sonuç olarak, biçim ve Bütün’nün seyir defteridir.Onda keşifler yapar.
Bu yüzden ‘biçimlenmemiş biçim’ daha güvenli ve tüm biçimleri içerir.
*
“Kurumayan kaynaktır,
adlandırılmayandır.”
Kaynak, her şeyin başlangıcı ve ilkin eşiğidir.
Ondan oluşanlar, yol’a çıkar.
Vahaları saklanmış çöllere koyulur.
Bu ‘yanlış umut’ mudur?
Umut, yola çıkana kaynağın emanetidir.
Böylece “yolcu” kaybolmasın.
Belki, her yer kaynaktır.
Ne ki tanıklıklar buna perde oluyor.
*
“Yükseklerde aydınlanmaz;
derinlerde kararmaz.”
Bilinen, öğrenilen ne varsa perdedir.
Giderek, “perde” fikri dahi, ‘perdeye’ dönüşüyor.
Aksini yaşamak veya tanıklık ta öyle; sizi aldatmasın!
Çünkü açığa çıkmamış ‘ilk’, her şeyin özünde sürekli kalıyor.
Derinlikte kararmayan şey nedir?
O, derinliğin kendisi olmalı.
Tıpkı unvan ve malda kişi yükseldikçe
aydınlanmaması gibi.
*
“Bu üçü çözülmez ayrı, ayrı.
Bu yüzden, birlikte ‘bir’ olurlar.”
Üç, benlik için yeter şarttır.
‘Cüz’i iradenin’ ortaya çıkıp,
‘ben de yapabilirim’, yanılsamasının “başlangıç” olması gibi. (1)
Adem ve insanlığın Dünya eğitimine mecbur olmasından söz ediyorum.
Bu eski metinlerde yazılmış, hatırlamasak ta bizim hikayemiz.
Simetrik olan neden yol’a çıkar sizce?
Değişim sebebli kaygıdan mı;
veya simetrisini, çok kutuplu daha güzel kılmak için mi;
ya da asimetrik baskıdan uzaklaşmak için mi?
Belki yol’a çıkmasında, hepsi ve dahası etkilidir.
‘Hiçbir şey bozulmak için için ‘yol’a çıkmaz’, demeye dilim varmıyor.
Sonunda tüm güzellikler çözülüp bozuluyor.
Ayrıca, ‘ ben yapamadıysam, benden olan yapsın,’ üremesi var.
Bu yüzden çoğalma güdüsü, benlikleri aşıp öne geçiyor.
Nesiller, anneye değil çocuklara tutkun oluyor.
Buna ‘anneleri, nesillerde yaşatmak’, diyorlar.
Demek ki “mizansen” biliniyor, fakat söz edilmiyor.
Son olarak;
asgari güvenliğe erişme aşaması üçten başlıyor. Bir ve iki hep hazırlık.
Varlık için bir, kararı; iki, isteği; üç umudu temsil ediyor.
*
“Uzanan el ona değmez.”
Hedeflere ulaşmak için veriler toplar, imkanlar oluşturur, planlar yaparız.
Uygun koşullara erişince harekete geçer, tüm gücümüzü ortaya koyarız. İnsanlığın bildiği ve yüz yıllardır uyguladığı bu yöntem, sağladığı başarının geçici olmasıyla çelişiyor. Bu durum başarının sıcaklığında fark edilmiyor. Bu, kaza anında bedende oluşan hasarı beyindeki şok sebebiyle duyurmamasına benziyor.
Hedefe kilitlenen kişi, başarıyı güvenli aşama olarak görür. Fakat eriştikten sonra çevresinde birden fazla hedef beliriyor. Acaba başladığı yere geri mi dönmüştür; aynı kaygılar ve parkur önünde dikilmiştir. Buna ‘yeni hedefler ulaşılanları siler’ diyorlar. Çünkü insanlık yol’a, daha güvenli olmak için çıkmıştı. Oysa varlık aleminde hiçbiri yok; varlık aşamasında “var” görülüyor.(2)
Başka bir anlatımla, kişi eyleme yenik düşer; bu, cümle içindeki öznenin silinip zamire dönüşmesi, devamında eylemde yok olmasıdır. Demek ki uzanarak değdiklerimiz; boşluğun kılıfıdır.
*
“Kulak veren onu duymaz;
‘az’ derler ona.”
Ana rahminde çocuğun beyin oluşum hücresinin dördüncü ayda başladığını okumuştum. Modern biyolojiye göre beyin, bedenin sahibidir. O yürümek istemiş ayakları, işitmek istemiş kulakları, görmek istemiş gözleri, giderek taşıyıcı bedeni “planlamış”. Bütün bunlara rağmen çok sınırlı frekansları işitebiliyoruz. Bu yüzden beyinlerimiz içerdeki organizasyonu “dışarıya” taşıyıp, sosyal bilimsel organizasyonlar kurup, daha hassas işitme, görme aletleri yapmayı öğreniyor. İşittikçe, önceki işitilenin eksik olduğunu anlıyoruz.(3) Aynı şekilde insan nesli, medeniyet ve kültürler de tekil beyinlerin toplam organizasyonuyla gelişiyor. Yine de yıkım, zulüm, savaş entropisi peşimizi bırakmıyor.
“Bakan gözler onu görmez;
‘düz’ derler ona.”
Ufuk bitmez; aslı “içeride”dir. Dışarısı kapatılınca, içerde belirir. Gökler acziyet, uçurumlar kaygı, ufuklar umut oluşturur. Bu yüzden ‘düz’ olan, şaşmaz, kapsamı sonsuz biricik ve güvenli yol dur.(4)
Beynimizin tanıma bilme isteği bitip tükenmiyor. Görmemizin sebebi, beynimizin biçim tutkusudur. Bu istek, diğer duyumlarımız gibi bitmeyen hedeflere koşan kişilere benzer. Baktığımızda ne kadarını görebiliriz; en iyisi bunu Kuantum mikroskoplardan ya da dünyanın en büyük en geniş uzay teleskobu James Webb’in çıktılarına bakarak karar verelim.
Son söz :
“Öz” derler ona. Gözler O’nu göremez; O, bütün gözleri görür:
O lâtiftir ( engellenemez sirayet), her şeyden haberdardır( tüm oluşumlara içrek).(5)
Açıklamalar:
(1) Taha Suresi/20: 120 “ Sonra şeytan ona vesvese verdi: Ey Adem, sana sonsuzluk yaşam ve egemenlik yolunu göstereyim mi?” (fe vesvese ileyhiyyetanu kale ya ademu hel edulluke ala şereretil huldi ve mülkin la yebla).
(2) Cihan ara cihan içindedir bilmezler. Şu mahiler, derya içredir deryayı bilmezler.’
Masal: “ Balıklar deryada sakin usulet ve sükunetle yüzerken; içlerinden birisinin sorusuyla şaşırırlar. –Su nedir? Soru basit fakat, uzun yıllar içinde sürekli yüzdükleri suyun hakikatini bilemezler. Derken arayışlar balıkların onları balıkların pirine ulaştırır. Ona sorarlar: -Ey pirimiz bu su neyin nesidir? Pir hemen cevaplar: -Ben sudan başka bir şey görmüyorum; ki onu size anlatayım.”
(3) Nesnel olarak ses akustik sinirimizi uyarabilen maddesel titreşim dalgalarının insanda ve hayvanda özelleşmiş reseptörlerce algılanır. İşitme frekansı görmeye göre daha geniştir. Ses dalgaları havada 340 m/s yayılıyor. İnsanın normal işitme aralığı 20 Hz ile 20.00 Hz arasında; Mavi Balina:2-20 Hz., Fil:1-20.000 Hz.,Güvercin: 0,1 Hz kadar düşük sesler, Fare:1000-100.00 Hz.,Kedi: 100-60.000 Hz.,Yarasa: 2000-110.000 Hz.,Köpek: 65-45.000 Hz.
(4) Fatiha Suresi/1:6 Bize doğru yol’u göster (ihdinas sıratal müstakim).Bitmeyen süreçte seyir emniyeti; ahlak.
(5) En’am suresi/ 6: 103 ‘Lâ tüdrikühül ebsâru ve huve yüdrikül ebsara
ve hüvel lâtifül habiyr.’