K ö k e n
1-Tümden gelim :
(a)
“ Göğün altında olan her şeyin bir kökeni var;
bu köken onun annesi.
Kim ki anneyi kavrar;
çocukları tanıyacaktır onu.
Kim ki çocukları tanır ,
ve anneye katılmayı sürdürür.
Bütün yaşamı boyunca ilişilmemiş kalacaktır o.
(b)
Bütün açıklıkları engelle;
bütün kapıları kapa;
aşınmasız olacaksın sonunda.
Bütün açıklıkları aç;
işleri çoğalt;
yardımsız kalacaksın yaşamın sonunda.
(c)
En küçüğü algılamak;
işte budur keskin görüşlülük.
Yumuşaklığı korumak işte budur nefs gücü.
Işık ışınlarını kullan ;
ama onların kaynağına geri dön.
Üstüne kötülükleri çekme;
böylece süreki olana
uymuş olacaksın.” (*)
***
2- Tüme varım :
- Irklar tuzağı,
Biçimlere bakıp ayrılıyoruz , elimizin yettiği her şeyi ayırıyoruz. Tüm ayrılıklar benzer sıfatlarla kendilerini tarif ediyor; diğerini dengi görmüyor, onu yanlışta biliyor, eleştiriyor; ötesi, karalıyor. Lakin, öteki de kendini, benzer “ideal” sıfatlarla tarif ediyor; kederin kapalı çemberi açılmıyor.
Amipin çoğalma hızında ayrılıyor insanlık; ayrıldıkça stres, umutsuzluk, kaygı sökün ediyor. Bunlar sahte kaynaklar olarak olumsuzlukları dallandırıyor. İnsan bedenini düşünelim; kolları, ayakları, kafayı ayıralım; bu unsurların her biri “bağımsızlığını” ilan ederek bayrak açsın; bütünlüğün “tahakkümünden” kurtulsun; diye bir maval uyduralım. Sonra, bedenden “kopan” , ayrılanların hangisi beyin, hangisi kalp, ayak , kol olacak diye onlara soralım. Bu yanlış bağımsızlık kabusu, zaten milyonlarca yıldan bu yana insan hücrelerinde tekrar etmiyor mu? Yani içerde olan dışarıyı hem oluşturup hem sürdürürken; dışarısı içerisinin bütünde var olan gelişimi, inşayı neden bozuma uğratsın; bu soru bağımsızlıkçılara sormaya değer değil mi? Her millet için Yaradan, her millet için kutsiyet, her millet için adanmışlık sembolleri, kendi türlerine karşı sürmesi ağlatı, facia değil mi?!
*
Aileler, akrabalar, kardeşler ,..modernleştikçe birbirlerine yabancılaşıyor; ilişkileri zayıflıyor. Öyle ki tüm resmi gayri resmi “birlik, beraberlik” çağrılarına rağmen “bütünlüğün” en küçük yapı birimi olan cinsiyetler dahi çözülüyor.
Tarihin bütün yatıştırıcı zorlayıcıları(**); derebeyleri, krallar, imparatorlar, ulus devletler. Akraba ırklar, uluslar. Coğrafi , ekonomik, ideolojik birlikler. Bütün bunlar, iskambil kartları gibi kumarbaz karakterin oyununda karılıp, dağıtılıp yine dağıldığı ellerden toprakta birleşiyor; hem türünden, doğadan “kazanma”adı altında, arkasında yıkım bırakıyor.
Bunlara karşın devletler, gezegenimizde bir arada, aynı göğün altında, toprağın üstünde varlıklarını, benzer ayrılık gerekçeleriyle sürdürüyor. Devletler, devletlerin içindeki insanlar; daima beraberlik görüntüsünü koruma derdinde. Fakat, insanlığın tek kökenliğinin inkarı, deva bulmayacak. Bağımsızlık ilacı ise sadece yatıştırıcı olarak kalacak.
Onlar yani devletler, bağımlı, bağımsız; hangi biçimde olursa olsun, gezegenimize gereği gibi bakmıyor. Baksalar, tüm insanlığın birliğinin gereğini anlayacaklar. Doğanın tekliğini en iyi kavrayacak insan olduğuna göre, kendi parçalanmışlığına uyanmaması “yatıştırıcılardan” olsa gerek.. Aynı havayı soluyor, yer yüzü toprağından beslenip, aynı göğün, güneşin altında yaşam buluyoruz. Bu rağmen. Bu köken yeterli olmuyor; kaygı bozukluğunun suretlerine biçimlere tutsak oluyoruz.
b) Aşındıkça parıldayan
Aşınmaz, “sapa sağlam” olmak katılıktan beslenir; kapandıkça, soyutlandıkça, ayrılık kaçınılmazdır. Ayrılığın, kapanmışlığın sağlamlığı, aşınmazlığı her şeyden Teberaber kalmanın bereketidir. O bereket ile varlık, yetkinleşip ve ilerler.
Bir ağacın dalları, o ağacın kökünden ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın; gövde ve devamı o köklerden beslenmeyi sürdürür. Diğer ağaçlar, verimli toprak, nemli havanın altında çoğalıp orman dönüştüğünde; aralarında niza değil birliğin bereketi olur. Tek tek ağaçların kökleri ormana dahil olup; aynı toprakta bir olur. Bu yapı, iklimi bölgeyi sevince boğar, verimlileştir; bağ, bütünlüğe evrilir. Artık açıklığın kaygıları kalmaz; farklılığın. “sapasağlam” yalıtılmışlığın tersine, her şeye dahil olarak yardım beklemek değil yardım olur.
*
Organizasyon belirlenmiş birliktir; ki bu gerçek birlik değildir; birlik adı altında yalıtılmışlık daima doğal birliğe engel olur. “Ayaklar baş , başlar ayak olması” sözünü ettiğim birliktir. Fakat bu ifade, korumacı, kapalı, koşullanmış birliğin karşı olduğu bir gelişimdir. Gelişim süreç içinde aşağısını yukarısı, yukarısını aşağısı kılar.
-“ Böyle şey olur mu; ayaklar baş olduğunda; gelişimden, düzenden , “adaletten” söz edilir mi?” itirazları sürecek olsa da bu kaygılar, aynı zamanda ölüm denilen değişimden sonraki süreçle ilgili. Fakat ne yazık insanlık, güvensizliğin şiddetinden, yaşamın değerleriyle, ölümün değerlerini ters yüz ediyor. Yaşamını edilgen kılıyor.
“Yetkin “ olan, yetkin olmayanları bölüyor, sömürüyor.
c) “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kandadır.”
Temelde dört çeşit kan grubu var: ABO; A,B,AB,O. (***) İnsan kanı binlerce yılın yaşam-dirim birikimini, tarihin tüm zorluklarını, hastalıkları ne varsa her şeyin bilgisini içinde taşıyan bedenin kökü olan damarlarla bedeni yaşatan sıvı.
Kan, insanlığın biyolojik külliyatı demektir. Yaşamın devamını (antijenik bağışıklık) güvence altına almaya koyulmuş, yüksek bilinçten oluşmuş plazma. Dört element gibi insanlığın yer yüzünde geçirdiği, yaşadığı her coğrafyanın derslerini ; solumanın med ceziriyle, yaşayan, yaşatan biyolojik yazılım.
Bu sıvı, tıpkı evrenin boşluğu olarak isimlendirilen esirin, sırlı cevheri gibi biçimler inşa eder; bozar, dağıtır; tüm biçimlere bedenlerde analık eder.
Doğa insanlığa rahmet ediyor; çünkü o da ateşten evrilmiştir. “Ateşi bilen, rahmete erişir” sözü patlayan güneş sistemlerinin dünyamız benzeri doğal güzelliklere evrildiğini belirtir. Fakat bildiğimiz anlamda ateş- kül zinciri aldatıcı olmasın.Kozmik ölçüde ateş ile kül arasındaki mesafe evrenin külliyatıdır.
*
Yaşamın zorluğu ve çilesi insanı yıpratıyor, yıldırıyor; hele insanın dayanışma yerine boğazlaşması, hem türlerine zulüm etmesi, sömürmesi,.. varlığına , kendine karşı ihanettir. Bu ihanetin antikoru, varlığının özü, kanındaki engin, evrimsel gelişim bilgisinde saklıdır. Bu bilgi insanlık tarihinin tüm zorluklarına karşı direnmeyi kayıpları başarıyı içerir. Bu bilgi nice zalimlerin alt edilişini kodudur. Aksi yöndeki arsız yönelimler; kanlarındaki barışçılığı, inşayı, dayanışma gereğini inkar eder ve hem kendini hem de tüm insanlığı karşısına alıp savaş açar. Bu vaziyetteki arsız saldırganlığın, güçlü görülen ince kabuğu, izzet ve asalet ile karşılaştığında hiçbir zaman tutunamaz, yıkılır.
d) dayatılmış “seçenek”.
Çok yaygın olması umudumuzdur: Bütün dinlerde umut, devrimcilerde iyimserlik esastır. Yönelim aynı zamanda, kaynağı bitip tükenmeyen doğa ananın koynunda olduğumuz hatırlatır.
Sanılanın tersine, umudun aşkınlığı yeryüzünden kaynaklanır; “göklerde ne varsa, yerde o vardır. “ Biçimler yanıltıcı olmasaydı, yanılma eğitimine kimse gitmezdi.
Tutkular ise akıl dışıdır; bencildir, emperyaldir. Yaşamın bahşettiği kolaylıkları negatif amaçlarını gerçekleştirmek için bastırır; ta ki bu gözü dönmüşlük, kendini imha etmeye geriler.
*
Kötülüğü, zıddı olan iyilik ve iyimserliğin gücü bastırır. Onun çoğalması; iyiliğin yanına, biçime tırmanması ile gerçekleşir. Oysa, doğa ananın ayrımsız gözeticiliği; yardım etmeyi, paylaşarak gelişmeyi ister; o, olumluya koşulludur.
Devletler, güçlünün ayrımcı arsızlığa dönüşüp, insanlığa, doğaya zarar vermemesi için önlemler almaya çalışıyor. Bunu sağlamak için bölgesel birlikler, ideolojik, ekonomik bağlar kuruyor. Fakat güçlülerin zayıflara yönelik tolereyi kendi lütufları görmeleri; yukarıda değinilen negatif tutumların yüzeye, biçime erişmesini sağlıyor. Bu yüzden yasalar, ilkeler daima sözde kalıyor; kitleler, vaat ve reklam çukurlarına çekiliyor.
Benzerler benzerleri çeker; kötülükte kötülükle çoğalır. Kötülüğün üstümüze çekilmesi, onun suretimizde belirmesi ile başlar. O halde, sürekli olan ile uyumu sağlamalıyız. Biçimi oluşturan zihnimizi iyilikçi kılıp, kutuplarını artırarak onu kristalleştirebiliriz. Böyle tüm suretlerde kesiksiz belirmesi sağlanacaktır.
*
“Devrimciler denizin içindeki balık gibi kimsesizler ile hem hâl olmalıdır.”
İyimserliğin kaynağını gösteren bu saptama, varlığımızın devamı için her soluğun, her notanın , her tuğlanın arasındaki cevhere, o birleştirici “çamura” bulanmışlığı anlatıyor. Evrensel işleyişe uyum ile sürekli kalmak için bu davete katılarak, kökenimize vefa göstermiş olacağız. İşte, yüce iyimserlik budur.
Umut ise, iyimserliğin miyopluğu gibidir; Yol tutanlar, yoğun siste çakılıp kalmadan, vekaleti Yüce Yaratıcıya, içindeki eser’e havale ederek ilerlemesidir. Umut, iyimserliği kuşattığı gibi iyimserlik te umuda tohum olur.
Açıklamalar:
(*) Yol ve Yol’un gücüne dair ; Ursula K.Le Guin yorumuyla. Metis Yayınları.
(**) Hem yatıştırıcı hem zorlayıcı ; ikisi bir arada. Buna cebri tedavi de denilebilir ve gücün dayattığı seçeneklere koşulmak ile ilgilidir.
(***) Ulusalararası Kan Trans Füzyon Derneği (ISBT), Kırmızı hücre bağışıklık genetiği ve kan grubu terminolojisi çalışma grubunun verilerine göre: Dünyada tanınan tüm kan guruplarının kaydında; 345 kırmızı hücre antijeni (Antikor oluşturan protein) içeren 43 tanınmış kan grubu sistemi bulunmaktadır. 43 sistem genetik olarak 48 gen tarafından belirlenmektedir.