Başlık Türkçemizde iki anlama geliyor: Tiyatro terimi olarak; bir oyunu konuya uyumlu şekilde sahneye koyma. Benzeşim (mecazi) olarak, bir durumu, olayı olduğundan farklı gösterme çabası. İşin aslı, mizansen kelimesi Fransızcadan geliyor; mise, koyma; scene, sahne demek, Yani bu kelimeye yönelik ne varsa gösteri kapsamına giriyor.
***
Günümüzde insan sosyallik bağlamında tüm ilişkilerini, organizasyonlarını mizansen “yakıtı” ile yürütür oldu. Cep telefonlarından, salon toplantılarına, oradan tüm iletim organizasyonlarına kadar. (* ) Mizansenin, en masraflısını , zararlısını teşrifat ve protokol olarak görmekteyim. Buna, toplam kitlenin haysiyeti yani itibarı denildiği de oluyor.
***
İtibarın sözlük anlamı saygı görme, değerli bulunma, güvenilir olma. Etimolojisinde Arapça var. Br kökünden, i’tibar geçer, sayma saygı gösterme sözcüğünden alıntıdır. Arap, abara/geçti fiilinin ifti’al vezninden 8. Mastarı . Yani fiilin sekizinci eylemliğidir; tabii Arapçada. Bu sözcüğün akrabaları; itibaren, saymaca, sayarak; muteber; yine aynı dilin kökünden “geçti” ten geliyor. Kısaca geçişmişin etkisini; geçmişi, şimdi ve gelecek için kendi düzleminde , yatay dizimde yer tutma, sıra kazanma anlamına geliyor.
Nasıl olacak bu, “sayılma” veya istenen düzeyde yer alma ya da tutunma ?
Devletler, organizasyonlar, bireyler … yaşamlarında iki tür sıçrama yapar:
-zorlayıcı koşullara cevap vererek,
-zorlananlara yönelik vaziyet alırken.
Devamında, bütün bunlara yönelik tanıklık, tanıklar, izler zamanla yok oluyor; geriye tarih , anlatı kalıyor. Onlar da daima abartı ile insanların zihinlerinde tutunuyor. Efsaneler sizce nasıl ortak bilinçte kalıyor; ya yaşanmışlığın acısına asli veya göreli ortak olarak, ya da olanları kalıcı kılmak için abartarak. Efsanelere konu olaylardan iki nesil geçtiğinde efsaneler bütün insanlığın ortak arzusu olan gerçeği aşan üstünlük yani abartı ile yaşatılmaktadır. Yoksa insanın acziyeti, aciz yaratılışı tüm kutsal metinlerde açıkça belirtiliyor.
Ayrıca orta düzeyli farkındalık içinde olanlar bunu güncel çağrıştırıcı olaylarla makul düzelde hatırlıyorlar. Fakat bu hatırlama seviyesi organizasyonların amaçları için yeterli değil.
Ayrıca sayılan genellemenin istisnaları da var. Yani tüm acziyetine rağmen kişinin doğru bildiği, kendinde veya ötekinde oluşan haksızlığa yönelik karşı duruşu daima olmaktadır. Bu seçkin, adayıcı tutum ve tavırlar; o kişilerin dışında, diğerlerinin( adanmaya katılmayanların) itibarına dönüşmesi, neredeyse insanlık camiasında gelenek haline gelmiş durumda.
Evrensel doğrulara (**) adananların toprağa düştüğü daha doğrusu “yükseldiği” yerden başlayan ardılları, bu “mirası” ne kadar hakkediyor; cevabı, daima “yasak sözler” kapsamında. Bilinip değinilmeyen şeyler en kutsalından en süflisine kadar daima olacaktır. Böyle şeyler toplumsal dokuda, devletler arası ilişkilerde de kullanılıyor; lakin herkes, “kendinden bilir işi”.
Mevlana şöyle demiş: “ Eğer kılıcın tahtadan ise bırak kınında kalsın.” Bu belirlemeye ekleme yaparsak, “maliyeti” artar. Aslında bu söz; her türlü ilişki, ilişkilendirme, gösteri ve diğerleri için yeter; yetmeli de.
***
Cep telefonları gençlerin elinde, onların düşlerindeki veya organizasyonların dayattığı itibarı, anlık resimlemeye indirgediler. Doğaldır; konu “imkan meselesi”.
Sanatçılar besteledikleri müzikleri maksimum görsellik ve “ölmezlik” vurgusuyla kamera önünde sergiliyor. Adeta, “ben böyle değilim, böyle olmak istiyorum; fakat, bu sunumumla böyle olmak istediğimi, arzumu kader planına yüklüyorum; bunun gerçekleşeceğine dair kanıt ise sizlerin, milyonların beğenileri olacak.” diyorlar. Olmasa da bu uygulama “görsel eğlence ” olarak; kayıt çerçevelerine insanlığın tüm arzuları “sıkıştırılmaya” devam ediyor.
Sanatçıların daha beceriklileri, sunumlarını binlerce insanın toplandığı konser alanlarında seyircilerine gösteriyorlar; sunumları, sahiden gösteri sanatı. Sahne performanslarıyla anlattıklarını, ileri teknikleri, becerikli partnerleri katarak yaptıkları kollektif sunumlar göz alıyor. Ters olacak fakat salt şiddet potansiyeli anlamında orduların güç gösterisi klasmanında eskiden yaptıkları resmi geçitler şimdilerde tatbikatlar söz “sunumlara” benziyor. Artık organizasyonlar veya bireyler İzleyenleri, etki altına almak için ne gerekiyor ise onu görsele olarak imal ediyorlar.
***
Gençler sosyal medyanın saniyelik “namız atışlarını”, yaşam belirtisi olarak görüyor. İnsanlığın geleceği gençler, big data’ ya teslim oldu.
Devletler bu durumdan hiç geri kalır mı?! Tabii ki hayır.
Onlar da itibar göstergeleri için hiçbir “fedakarlıktan” kaçınmıyor. Bu “iş”lerin başında, güçlerini aşan miktarda sürekli silahlanma; ikinci sırada, devlet organizasyonunun dolayım esaslı gösterişi. Önü alınmaz bir süreç artıkça artıyor. Bütün bunların muhatabı kim?
İşleyenin hem türü insan; insanın insana, komşunun komşuya. “Caka”biraz argo mu olacak. Baksan o devletleri oluşturan fertler, orta halli evlere, ömürleri boyunca ancak sahip olabiliyor. Yani insan, kendi içinde antagonist.
***
Sizce neden “insan insanın kurdudur.”
Cevabı çok açık: benlik yanı sıra benliklerin oluşturduğu ve giderek onlardan bağımsızlaşan organize benlik.
***
Başlığa dönelim.
Anlatmaya çalıştığım ve değinmediklerimin özünde, insanın acziyetini, geçiciliğini saklama çabası olduğunu düşünüyorum; bu pek maliyetli ve kalın perdenin adı mizansendir. O da ne soğuktan korur, ne de sıcağa gölge olur; sadece dizginlenmeyen benlikten kaynaklanan “maliyetlere” sebep olur.
( * ) Günümüz televizyonculuğu mizansenin yanında monoloğu aşamadığından, ‘iletim’ terimi işlevlerine daha uygun duruyor.