ENFAL SÛRESİ TEFSİRİ(8.SÛRE)
Süleyman Karagülle
1669 Okunma
47 VE 48.AYETLER

Enfal Sûresi-23

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بَطَرًا وَرِئَاءَ النَّاسِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَاللَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ (47) وَإِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ وَإِنِّي جَارٌ لَكُمْ فَلَمَّا تَرَاءَتِ الْفِئَتَانِ نَكَصَ عَلَى عَقِبَيْهِ وَقَالَ إِنِّي بَرِيءٌ مِنْكُمْ إِنِّي أَرَى مَا لَا تَرَوْنَ إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ وَاللَّهُ شَدِيدُ الْعِقَابِ (48)

 

وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بَطَرًا وَرِئَاءَ النَّاسِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ

(Va LAv TaKUvNUv Ka elLaÜIyNa PaRaCUv MiN DiYAvRıHıM BaOaRan Va RıEAEa elNAvSı Va YaÖudDUvNa GaN SaBIyLı elLAHı)

Bundan önce “Ey iman edenler” deyip bir ordu ile karşılaştığınızda sebat edin, Allah’ı kesiran zikredin, Allah ve resulüne itaat edin, tenazu’ etmeyin denmişti. Buradaki “Ve” harfi tenazu’ etmeyine atıftır. “VeLâ” olarak iade edilmiş nehy olarak atfedilmiştir.

O âyetlerde mü’minlerde olması gereken hususlar anlatılmış, burada ise kâfirlerin özellikleri sayılmış ve onlar gibi olma nehy edilmiştir, kötülükte ve çirkinlikte onlar gibi olmamamız gerektiği bildirilmiştir.

Bugün bir moda vardır, her ne olursa Avrupalı olma ve onlara benzeme modası, ona karşı da her ne suretle olursa olsun onlar gibi olmama ve onlara benzememe. Bunların ikisi de yanlıştır. Kötülükte onlar gibi olmayacağız, iyilikte onlar gibi olacağız, ne iyi ne kötü olan bir şey varsa orada da serbest olacağız.

Bu âyetlerde hangi kötülüklerde onlar gibi olmamamız gerektiği anlatılmaktadır.

Onların iki özelliği vardır, iyi olmaya değil iyi görünmeye çalışırlar. Dünyanın en demokratik anayasası Sovyetler anayasasıdır ama dünyanın en zalim yönetimi onların yönetimi olmuştur. Görünürde en ideal kurallar masonlukta vardır ama insanlığı sinsi sinsi kemiren ve haince ezen en güçlü kuruluş da onlardır.

İşte, iyi görünüp kötü olanlar gibi olmayın denmektedir.

Birinci olarak nehy edilen husus budur.

İkincisi ise; kendileri iyi olma yerine diğer insanları kötü yaparak kendi üstünlüklerini sağlamaya çalışırlar. Başkalarını savaştırırlar, onlar sömürürler. Başkalarını ahlâksızlığa sürükleyerek kendileri onlara hükmetmek isterler.

Bugün sömürü sermayesi ne yapıyor?

İnsanlığı fuhşa sürükleyerek sömürüsünü sürdürmek istiyor.

Bugün sömürü sermayesi ne yapıyor?

İnsanların birbirlerine gidip gelmelerine, alıp satmalarına mâni olup sömürüsüne devam etmek istiyor, insanlığın barış ve gelişme yolunu tıkıyor.

İşte bize yasaklanan bu hususlarda onlar gibi olmaktır.

Bunların en büyük mahareti, kendileri yapar suçu başkasına atarlar. Sovyetler suçludur, ABD suçludur, Yahudiler suçludur, İsrail devleti suçludur, PKK suçludur, Filistin örgütleri suçludur... Oysa bugün suçlu olan yalnız ve yalnız sömürü sermayesidir. Sahip oldukları karşılıksız para gücü ile tüm insanları insanlığın yolundan saptırmaktadırlar.

وَلَا تَكُونُوا

(Va LAv TaKUvNUv)

“Ve olmayınız.”

Kâne” fiili dönüşmeyi veya devamlılığı ifade eder. Dönüşmede de devamlılık vardır. “Sare” fiili de “Kâne” gibidir. “Sare”de dönüşme var, ondan sonrası için devamlılık olur ya da olmaz. “Kâne”de “Sare”den farklı olarak geçmişte böyle idi, bundan sonra da böyle olacaktır anlamındadır ve devamlılık ifade eder. Dönüşme manâsı yoktur. Bu nakıs fiildir. Yahut geçmişte böyle değildi. Şimdi veya geçmişte böyle oldu. Bundan sonra hep böyle kalacaktır demektir. Bu da tam fiildir. Nehiy muzari yani geleceği içerir. Dolayısıyla tam fiil anlamındadır. Onlar gibi olmayın, onlara benzemeyin anlamındadır. Yahut eğer şimdi onlar gibi iseniz vazgeçin, asıl hâlinize dönün anlamında olur. O takdirde de nakıs fiil olur.

Evet, biz onlar gibi olmayacak isek derhal değişip asıl hâlimize döneceğiz.

Demek ki asıl olan onlar gibi olmamaktır.

Onlar gibi olma arızi ve sonradan edinilen bir özelliktir. Dolayısıyla onların çocukları veya bilmeyenleri onlardan değildir. Onun için cehennem halkı çok azdır. Kötüler cehenneme gidecekler. Yalnız iyiler değil kötü olmayanlar da cennete gideceklerdir.

كَالَّذِينَ خَرَجُوا

(Ka elLaÜIyNa PaRaCUv)

“Huruç edenler gibi olmayın”

Huruç etmek” çıkmak demektir.

Onların temel özellikleri; önce insanları kışkırtır ve savaştırırlar, sizin yanınızda bulunurlar, sonra bırakıp giderler.

Rumları ve Ermenileri Osmanlı İmparatorluğu’na karşı savaştırmışlar ama sonra bırakıp gitmişler, onları yurtlarından etmişlerdir. Yahudileri de devlet kurun devlet kurun diye teşvik ettiler, İsrail devletini kurdurdular ama şimdi Filistinlileri de el altından silahlandırıp savaştırıyor ve İsrail devletini cehenneme çeviriyor, kendileri ise dünyayı sömürmeye devam ediyorlar. Her harekette onlar öndedir. İnsanları ateşe atmak için yola çıkarırlar. Haktan görünürler. Sonra onları yarı yolda bırakıp mağlup olmalarına sebep olurlar.

Sosyalizmi onlar kurdular. Kapitalizm onların silahıdır. İnsanlık onlar yüzünden on milyonların ölümüne varan sayıda kan akıttı. Açlık hâlâ tüm insanlığın korkulu belasıdır. Onlar ise dünya üniversitelerinde kadın haklarından ve faizden dem vurmaktadırlar.

Evet, mü’minlere onlar gibi olmayın denmektedir.

مِنْ دِيَارِهِمْ

(MiN DiYAvRıHıM)

“Diyarlarından.”

“Savaşa çıktılar” denmiyor, “diyarlarından çıktılar” deniyor. Çünkü onlar savaşa katılmazlar, savaşa katılacaklarmış gibi yola çıkarlar. Sonra sizi yolda ekerler, savaşa katılmazlar. Onlar size yatırım yaptırırlar, sonra yarı yolda bırakıp iflas ettirirler.

Türkiye’de kurulmuş bir örgüt vardır, iflas ettirme örgütü. Önce kredi sağlar, fabrikayı kurdururlar. Sonra o fabrikayı çalıştırmaz, iflas ettirirler. Böylece Türkiye ekonomisi gelişmez. Gittikçe borç batağına girer.

Nasıl iflas ettirirler?

Çok ağır vergiler ve sosyal haklar vardır, enflasyon vardır.

Reel ekonomi içinde çalışırsanız kurallar içinde iflas edersiniz.

Reeller dışına çıkarsanız bürokratlar sizi iflas ettirirler.

Buradaki “dâr” sadece mesken veya toprak değildir, işyerleri ve işletmeler de diyardır.

Akevler, işte bu şeklide iflas ettirilen iki işletmeyi, Özdemir Çelik Fabrikası (Kemalpaşa-İzmir) ve Dalkıran Ailesi Çiftliği’ni (Çatalca-İstanbul) kurtarmıştır. Siz ne diye bunları kurtardınız diye senelerce Devlet Güvenlik Mahkemelerinde bile bizleri süründürmüşlerdir. Evet, yönetici arkadaşlarımız mahkûm olmadılar, hep beraat ettiler ama otuz sene bu gibi problemlerle uğraşmak zorunda kalmışlardır. Akevler Kooperatifi hâlâ varlığını sürdürmektedir ve mücadeleye devam edecektir.

Sömürü sermayesi sahipleri yenildiler ve yeryüzünde din düşmanlıklarından vazgeçtiler. Sömürüden de vazgeçeceklerdir. Çoğunuz buna şahit olacaksınız inşaallah.

Bunlar size ortak olurlar, neyiniz varsa ortaklığa koyarsınız, sonra birden çekilip giderler ve siz iflas edersiniz. Sizin mallarınız icra ile satılır ve onda bir değerle onlar alırlar. Türk mahkemeleri ve avukatları bu işleri yaparak güya adaleti yürütmek durumundadırlar.

İşte, biz onlar gibi olmayacağız. Dar zamanında olanı destekleyeceğiz. Mağdurun yanında olacağız. Göstermelik hareketler yapmayacağız. Göreceksiniz, tüm insanlık bizim yanımızda olacak, Allah bizim yanımızda olacaktır.

Onlar mağlup olacak, cehennemde haşr olacaklardır.

بَطَرًا

(BaOaRan)

“Bataran”

Beter” canlının derisinin yarığı (ağaç ve hayvan için) olabilir. Bir şeyi önemsememek, değer vermemek anlamında masdar olmuştur. “Batee” ile bu manâda ilişkisi vardır.

Betar” yarık demektir. Mastar olarak yarmak, kesmek anlamlarına gelir.

Bataran” kelimesi Kur’an’da iki defa geçmektedir. Birinde maişetini batr eden karyeden bahsetmektedir. Maişeti batr etmek demek maişetini tüketmek, kesmek demektir. Bir topluluk ekonomik kanunlara uyarak geçimini sağlar. Ekonomi bir bütündür. İçi dolu su kabına benzer. Bir yerden yarılırsa tüm su boşalır. “Varını yoğunu tüketti, servetini batırdı” deriz. “Batr” batırmak anlamına gelmiş olur.

Daha önceki açıklamamızda sermayenin insanlığı nasıl sömürdüğünü anlattık. Sömürenlerden çok sömürülenler suçludur. Bugün sermaye karşılıksız dolarla dünyaya hâkimdir. Bunu herkes bilmektedir. Bu sömürüye herkes rıza göstermekte ve tâbi olmaktadır.  İnsanlar bunun böyle sürüp gideceğini sanmaktadırlar.

“Bataran” kelimesinden sömürenlerden çok sömürülenlerden olmayın anlamı çıkar. Biz sömürü düzenine teslim olmaktan men olunuyoruz.

وَرِئَاءَ النَّاسِ

(Va RıEAvEa elNAvSı)

“Nâsa ria etmek için.”

İnsan topluluk içinde yaşayacak şekilde yaratılmıştır. Allah’a inanan kimseler bir araya gelir ve Allah’a bağlı topluluk oluştururlar. Kendi topluluklarını kendileri yönetirler. Bunlar başka toplulukları değil kendi topluluklarını hâkim kılarlar. Oysa Allah’a inanmayanlar, onun şeriatı etrafında toplanmayanlar, yabancılara, uzaktakilere bakarlar. Mü’minler ise Allah ne der diye korkarlar, halkın levm etmesine aldırmazlar. İnanmayanlar ise halk ne der diye hep onların dedikodularından korkarlar.  Sonunda söylentilerle insanları cezalandırırlar. Bundan yararlanan sermaye basını kullanmaktadır. Şimdi “nâs ne der”den çok herkesin korktuğu “basın ne der”dir.

Hak uğruna savaşa çıkma, cihad yapma vardır. Bir de söylenti, sokak laflarına göre yaşama ve savaşma vardır. Sokaklara dökülen herkes böyle akıntıya kapılmaktadır.

Men edilen nedir?

İnsanlara gösteriş için hiçbir hareket yapılmamalıdır. Hak ne ise o yapılmalıdır. Mü’minler kuralları kendileri koyar ve kurallara halkın uymasını sağlarlar. Kendileri halka uymazlar, halkı kendilerine uydururlar.

Kalabalık halkın mağlup olmaması ve itaat etmesi için mü’minlerin elinde güçlü silah bulunmalıdır. Eskiden bu silah peygamberlerin mucizesi idi, onların getirdiği “Adil Düzen”di. Şimdiki güç de Kur’an’ın mucizesidir ve onun getirdiği “Adil Düzen”dir.

Bir şey yaptığınız zaman hemen herkes ‘başka yapan var mı’ diye sorarlar. Yani bunu sermaye yaptı mı; yaptıysa o zaman kabul edecekler, sermaye yapmadıysa kabul etmeyecekler demektir. İşte sömürmenin kaynağı budur. Onlar ne yapıyorsa biz de onu yapalım.

Mü’minlerin Müslimlerden farkı işte budur.

Mü’minler Allah ne diyorsa onu yaparlar. Müslimler de mü’minlerin yaptıklarını yaparlar. Dolayısıyla onlar da Allah ne diyorsa onu yaparlar. Kâfir ve münafıklar ise kalabalık ne diyor der ve onu yapmaya çalışırlar. Yirminci yüzyıl içinde birçok diktatör yetişti. Çok güçlü idiler ama yine de kim ne der korkusu içinde idiler.

وَيَصُدُّونَ

(Va YaÖudDUvNa)

“Ve saddederler.”

Sad” kelimesi “sed” kelimesine akrabadır. Sed arkasında su biriksin ve göl oluşsun diye yapılır, sad ise su başka tarafa aksın diye yapılır.

Mü’minlerin müstakim sıratına uymayanlar insanları hak yolundan saptırırlar. Mü’minler hak yolunda ilerleyebilmek için direnmek zorunda kalırlar. Bunun yararı, gösteriş için katılanlarla gerçekten yola çıkanların belli olmasıdır. Gerçekten inanmış olanlar yollarına devam ederler. Onların sed etmeleri onları yollarından caydırmaz.

Bu durum bizi “Adil Düzen”de yeni projeler üretmeye zorlamıştır. Araştırmacı ortaklığı bu başarısızlığımız sonucu doğmuştur. Bizi başarısız kılan nâsın baskısıdır. Böylece “Adil Düzen” mükemmel olarak ortaya çıkacaktır.

عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ

(GaN SaBIyLı elLAHı)

“Allah’ın sebilinden.”

Allah’ın sebili topluluğun sebilidir, topluluğu birbirine bağlayan yollardır. Bunlar kara, deniz, hava ve demiryolları olduğu gibi; elektrik, su, gaz ve haberleşme yolları olmaktadır. Dil, sanat, teknik ve hukuk da sebilullahtır. İnsanlar arası her türlü ilişki sebilullahtır. Bu sayede topluluk oluşmaktadır.

Mü’minler topluluk oluşturmaya çalışırlar, kâfirler ise topluluk dağıtmakla meşguldürler. ‘Çocuk hakları’ deyip çocukları anne babalarına karşı, dolayısıyla topluluğa karşı kışkırtmakta, teröre malzeme hazırlamaktadırlar. ‘Kadın hakları’ deyip karı kocayı birbirlerine düşman etmekte, kadınları kocalarının mallarına ortak ederek aile müessesesini yıkmaktadırlar, boşanmayı zorlaştırarak evlenmeyi önlemektedirler.

Ormanları koruyacağız diye insanların doğadan yararlanmasını önlemekte, böylece ormanların tahribine gitmektedirler. Oysa ormanlar özelleştirilip halkın onlardan yararlanması sağlanırsa ormanlar en iyi şekilde korunur. Topluluğun haklarıdır diyerek ormanlardaki nimetler heder ediliyor, topluluğa dinamit konuyor.

وَاللَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ (47)

Allah amel ettiklerini muhittir.

“Mâ” masdar mâsı da olabilir, ism-i mevsul da olabilir yani fiillerini veya amellerini muhittir denmiş olur.

İnsanlar zaman içinde akarsudaki kayığa binmiş kimseler gibidir. Kayık suyun akıntısına kapılmış ilerlemektedir. Dümeni sağa sola çevirerek nehrin sağından veya solundan gidebiliriz. Kayık kayalara çarpıp parçalanmasın diye dümeni ona göre kırarız.

Nehir nasıl tüm içindekileri ihata etmişse, ilâhi düzen de tüm insanları ihata etmiştir. Onlar hiçbir zaman akışın dışına çıkamaz. Canlılar ve toplumlar arasında mücadele devam etmektedir. Sonunda yapıcılar galip gelecek, yıkıcılar mağlup olacaklardır. Sosyal evrim ve uygarlaşma devam edecektir. Hiç kimse bunu değiştiremez. Örnek olarak insanların büyük hidrojen enerjisini elde ettiklerini kabul edin. Yeryüzünün sıcaklığını yüz dereceye çıkarırsanız hayat kalmaz ama insanlar bunu yapamayacaklardır.

وَاللَّهُ

(Va elLAvHu)

“Ve Allah”

Buradaki “Allah” âlemlerin rabbi olan Allah’tır. Onların yani yurtlarından bataran ve riaen çıkan kimselerin yaptıklarını bilmektedir. Buradaki “Mâ” onlar ne yapıyorlarsa onu bilmektedir demektir. Her şey Allah’ın plan ve projesi içinde cereyan etmektedir, O’nun bilgisi ve izni olmadan hiçbir şey olmamaktadır. O halde kötülüğü de O yaptırmaktadır.

Doğrudur, bizim için kötülük olan gerçekte iyiliktir. O sayede biz gerçek “Adil Düzen”e gidebiliyoruz. O sayede biz diğerlerinden ayrılabiliyoruz. Kısasta hayat olduğu gibi kötülükte de iyilik vardır.

Kimi çalışma arkadaşlarımız bu sözleri yadırgamaktadırlar.

Allah kötülüğü yaptırır mı?

Kötülüğü yaptıranın kendisi de kötü olmaz mı?

Kötülük bizim için vardır. Allah için kötülük yoktur. Mağdur olanlara Allah ecirlerini verecek, Allah’ın adaleti gerçekleşecektir ama bu dünyada bu dünyanın kanunları geçmektedir.

Allah kâinatı doğa kanunları ile düzenlemektedir. Topluluklar da sosyal kanunlarla düzenlenmektedirler. Doğa kanunları ile sosyal kanunlar arasında paralellik vardır. Çünkü her iki kanunun koyucusu O’dur. Sosyal kanunlarda insanlara özgürlük verilmiştir. Kendi özel müdahaleleri dışında insanların da cüzi iradeleri ile müdahaleleri söz konusudur.

Buradaki “Allah” kelimesi âlemlerin rabbi olan Allah’ın kâinat düzenini nasıl kurduğunu, sosyal düzeni nasıl oluşturduğunu ifade ediyor. Bununla beraber sosyal düzen de benzerdir. Biz yasalar koyarız. Yasalar bizi ihata etmiştir. Yasaların içinde amel etmekte serbestiz. Dolayısıyla yasalar yaptıklarımızı muhittir. Yani kıyas yoluyla buradaki ameller hem doğa kanunları ile ihata edilmiştir hem de şeriat kuralları ile ihata edilmiş olmaktadır. Bu sebeple bundan sonra gelen “muhit” kelimesi nekredir. Allah ihata ettiği gibi topluluklar da yasaları ile ihata ederler.

بِمَا يَعْمَلُونَ

(Bi MAv YaGMaLUvNa)

“Amel ettiklerini”

Bi” alet manâsında mânâlandırıldığı takdirde Allah insanları amelleri ile ihata etmiştir anlamı çıkar. Yani insanlar amel ettikçe kendilerine yapı örerler. Amelleri içinde hapsolurlar. İyi amel etmişlerse kendilerine köşk yapmış olurlar, kötü amel yapmışlarsa kendilerine zindan yapmış olurlar. Buradaki “muhıt” ism-i fail olarak değil de şibh-i fiil olarak geçmektedir. Bundan dolayı da nekre olur.

İsm-i failler isim olurlar, o zaman amel etmezler ama ism-i fail olurlar. Gelecek zaman veya geniş zaman manâsını taşırlar, o zaman fiil hükmündedirler. Allah’ın sıfat olarak isimleri kendisine mahsustur. Marife geliri el-alîm es-semi’ olur. Fiil manâsında olduğu zaman ise nekre olur. Burada böyledir.

Bi”yi mef’ulün bihin “bi”si olarak kabul ettiğimizde amel ettiklerini bilir anlamı çıkar. İmanda olduğu gibi if’al bâbında gelerek müteaddiyi ikinci defa müteaddi yapar. Kalkmak lazım fiildir. Kaldırmak müteaddi fiildir. Kaldırtmak ise ikinci defa müteaddi fiildir. İf’al bâbında birinci derecede müteaddi yaparlar. “Bi” ile de ikinci derecede müteaddi olur. O zaman manâsı Allah amellerini ihata ettirmiştir yani melekleri görevlendirmiş, onlar vasıtasıyla amellerini sınırlamıştır yahut insanların amellerini yine insanlara sınırlatmıştır.

Bu ifade “Adil Düzen Anayasası”nda yer alan insan hak ve hürriyetlerinin sınırı başkalarının hak ve hürriyetleridir ifadesine delil olur.

مُحِيطٌ

(MuXIyOun)

“Muhittir.”

Ameller ihata edilmiştir yani insanlar amelleri içinde hapsolmuşlardır. “İnsan için sa’yinden (emeğinden) başkası yoktur” âyetinde belirtilen burada açıklanmaktadır.

Ben bu dünyaya geldim, kendimi seksen senedir inşa ediyorum. Kişiliğim oluşuyor. Doğduğum zaman benim bir kişiliğim yoktu. Zamanla yaptıklarım beni ben yaptı. Ben kişilik kazanmış biriyim. Öldüğüm zaman bedenimi burada bırakacağım ama kişiliğim devam edecek, bu dünyada oluşturduğum kişiliğim devam edecektir. Âhirette o kişiliğimle cennette veya cehennemde yer alacağım.

Bunun dışında benim yaptıklarım başkalarının yaptıkları ile sınırlanmıştır. Dolayısıyla benim özgürlüğüm başkasının özgürlüğü ile sınırlanmıştır. Allah böyle bir düzeni koymuştur. Şeriatta böyledir. İnsanlar şeriat içinde özgürdür. İnsanlar doğa kanunları içinde özgürdür.

وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ وَإِنِّي جَارٌ لَكُمْ

(Va QAvLa LAv ĞAvLiBa LaKuMu eLYaVMa MıNa elNAvSı Va EinNIy CAvRun LaKuM)

Ve dedi ki bugün insanlardan size hiçbir galip gelen yoktur ve ben size cârrım.

Kötü insan ile kötü cin birleşip şeytan oluştururlar. Biri beynin içinde faaliyet gösterir, diğeri ise bedende faaliyet gösterir. İnsanların nefsi böyle oluşur. İnsana kendi yaptıkları iyi görünür. Bu vesvese tarafını cin-şeytan yapar. Bunu dille ifade eden ise insan-şeytan olur. Birlikte söylerler. Biri söyletir diğeri söyler. “Ve”  “zeyyene”ye atfetmiştir.

Ziynette insanın kendisini üstün ve haklı görmesidir, söylemede insanın kendisini güçlü görmesidir. Üstün olduğu zaman insan hiçbir zaman düşmeyeceğini zanneder. Yenildiği zaman da teslim olur ve artık kurtulamayacağını sanır. Kâfirlerin hâli budur. Doyduğu zaman acıkmayacağını, acıktığı zaman da doymayacağını sanır.

Mü’minler ise kâinatı Allah var etmiştir der. Galip getiren de mağlup eden de O’dur. Bizim görevimiz burada kendi amellerimizle kendimizi oluşturmaktır. Güçlü olduğumuz zaman bizi güçlü kılan O’dur, zayıfladığımız zaman da bizi zayıflatan O’dur. Hiçbir zaman kendilerini tam güvende hissedip gevşemezler, hiçbir zaman da ümitsiz hâle gelmezler.

Bugün yeryüzünde iki kötü durum vardır.

İnananlar, tüm mü’minler, Hıristiyanlar, Müslümanlar, Budistler ve Hindular mağlup durumda, zavallı durumdadırlar. Münkirler, ahlâksızlar, zorbalar ise iktidardadırlar ve tüm insanlığı sömürmektedirler. 1950’lerdeki genel durum buydu.

1970’lerden sonra yavaş yavaş durum değişmeye başladı. Mağlup olanlar galip duruma gelmeye başlamışlardır. Ama mü’min olmayanlar bu gerçeği hâlâ görmüyorlar, zalim düzenin devam edeceğini sanıyorlar, “ADİL DÜZEN”in gelmeyeceğini sanıyorlar.

Kötü durumlardan diğeri ise; bugün karşılıksız faizli para ile dünyanın ekonomik dengesi kurulmaktadır. İnsanlar bunun değişmeyeceğini sanıyorlar. Herkes faizli sistemin devam edeceğini sanıyor ve o sisteme yamanıyor.

Karşılıksız para bir gün batacaktır, parayla para kazanma sona erecektir. Bunun için Adil Düzen İşletmelerinin faaliyete geçmesi gerekmektedir. İnsanlar ümitsizlik içinde “Adil Düzen”i bekliyor, İslâm düzenini bekliyor. Mü’minler ise ümitsiz değil inanmış olarak harıl harıl “Adil Düzen” için çalışıyorlar. Bunlar belki birkaç kişidir ama zafer bunlarındır. Şeytan bunları aldatamamıştır.

Dün Mekke tüccarları, bugün Amerikan tüccarları bu şeytana inanmaktadırlar.

Yer yer yenilmelerine rağmen hâlâ direniyor, hâlâ dünyanın haritalarını kendileri çizeceklermiş havası içindedirler.

Mekke tüccarları vardı, bir de onlara tâbi olan, onları metbu kabul eden Arabistan halkı vardı. Yahudiler Medine’de ziraat ile meşgul idiler, ticaret yapmıyorlardı.

Bugün de Amerika’nın sömürü tekel sermayesi vardır, onların yeryüzündeki teşkilatı vardır; bunlar masonlardır. 1500’lerden önce Avrupa tarım döneminde idi. Derebeyleri ve kilise mensupları uzlaşmış olarak halka hizmet veriyor ve onları yönetiyorlardı. Haçlı Seferleri ile Avrupa’da ticaret gelişmeye başladı. En alt tabaka olan Yahudiler gittikçe zengin oldular. Çünkü ticareti onlar biliyordu. Avrupa’da iktidar mücadelesi başladı. Bu savaşı sermaye kazandı; derebeyleri tasfiye edildi, kilise de sindirildi.

Sermaye ham maddeyi dünyadan alıyor, Avrupalıları çalıştırarak mamul madde hâline getiriyor, sonra da dünyaya pazarlıyordu. Bu işleri yapmaya İsrail oğulları yetmedi. Başka ırktakiler Yahudi olamadıkları için ara sınıf ürettiler. Bunlar masonlardır ve Yahudi olmadıkları halde Yahudi düzeninde yer alan kadrodur.

Bunların çalışması sayesinde insanlık tarım döneminden sanayi dönemine geçti.

Teknoloji gelişti ama hukuk gelişmedi.

Şimdi “Adil Düzen Çalışmaları” ile hukuk gelişiyor.

Artık insanlar karşılıksız para ile merkezden sömürülemeyeceklerdir. Buna inanan birkaç Adil Düzen Çalışanı vardır. Diğer müslimler de bu düzenin böyle devam etmeyeceğine kanidirler ama onlar “Adil Düzen”in değil kıyametin geleceğini iddia ediyorlar.

Oysa Kur’an’ı tetkik ettiğimizde görürüz ki Kur’an’ın getirdiği nur henüz tamamlanmamıştır. Kur’an’ın nuru ancak bugünkü teknoloji sayesinde tamamlanacaktır. O günkü ulaşım ve haberleşmeyle, o günkü bilgi ve araçlarla Kur’an uygulanamazdı. Bugün insanlık Kur’an’ı uygulayabilir seviyeye ulaşmıştır. Allah Kur’an’da diyor ki; nurunu tamamlayacaktır. O halde III. bin yıl içinde kıyamet olmayacaktır. Daha çok bin yıllar vardır.

وَقَالَ

(Va QAvLa) 

“Ve kavl etti.”

Şeytandan kasıt yalnız insan şeytanı ise “ve kâle” “zeyyene”ye atıftır “vezeyyene kâle” anlamındadır. Şeytan insan şeytanı ise tezyin edip şunları şunları söyledi anlamında bir hazf vardır demektir. Bu ve o mahzuf olan “kâle”ye atfedilmiş olur.

Biz ise iki şeytan kabul ediyoruz. Nasıl aile karı kocadan oluşursa ve çocuk ancak onların birliğinden doğarsa, şeytan da kötü insan ile kötü cinden oluşur. Onlar birleşirler ve artık beraberce hareket ederler. Şeytan vesvese verir, insan da kavle ve fiile döker.

İşte burada söz konusu edilen şeytan budur.

Şeytan çift kuyruklu yılandır. Çift kuyruk onun bu ikili yapısından ileri gelir. Hz. Âdem kıssasında şeytan değil iblis geçmektedir. Hz. Âdem’in secde etmesini emrettiği şeytan değil iblistir. Şeytan sonra insana vesvese vermeye başladığı zaman ortaya çıkar. İblis Hz. Âdem’den itibaren şeytanlaşmıştır.

Demek ki insan beynine vesvese veren şeytanın cin kanadıdır, ağzı ile söyleyen ise şeytanın insan tarafıdır. Cin çarpması denen şey işte budur. İnsanın kendisini haklı ve güçlü görmesi, işte bu şekilde şeytanlaşması ve cinlenmesi demektir. Aramızda böyle insanlar hep var olacaklar ve biz onlarla cihat yapmak zorunda kalacağız.

لَا غَالِبَ لَكُمُ

(LAv ĞAvLiBa LaKuM)

“Size galip gelecek yoktur.”

Kur’an’dan sonra melek gelip bize hata yapıyorsunuz, öyle yapmayın böyle yapın demeyecektir. İnsanlık baliğ oluncaya kadar meleklerin öğretisi altında peygamberlerin dadılığında gelişti. Ergenlik çağına ulaşınca artık vahiy kesildi. Peygamberler gelmiyor yeni kitap inmiyor. Onun yerine bugün Kur’an’ı müçtehit âlimler yorumlayacaklardır.

Şeytan bugün sermayeye ‘seni yenecek yoktur’ diyor. Akıl öyle görüyor.

Sermayenin elinde sonsuz güç var. Karşılıksız parayı insanlığa kabul ettirmiştir. Denize kova salıp su çekmekten daha kolay bir şekilde dolar üretmektedir. Diğer bütün paralar da doların emrinde. Ben bir gün çalışıyorum, elli dolar elde edemiyorum. Sermaye ise parmağın matbaa makinesine basıyor, Türkiye’yi satın alacak doları belki bir saatte üretiyor!

Bu karşılıksız dolar gücü sayesinde yeryüzündeki tüm ekonomiyi elinde tutmaktadır. Tüm siyasilere hâkimdir. Üniversiteler onundur. Mabetler onundur. Çünkü her şeyi paraya bağlamıştır. Basın onun, yayın onun, ulaşım onun, bankalar onun. Onun parasını kullanmazsak tuvalete bile gidemiyoruz.

Şimdi şeytan ona diyor ki; sana karşı galip gelecek yoktur!

Yanlış mı söylüyor?

İşte, bir kimsenin mü’min olup olmadığının ayıracı budur.

Doğru söylüyor diyorsanız siz mü’min olamazsınız. Ona o gücü veren Allah’tır ve Allah bir gecede onu iflas ettirebilir. Nitekim Rus çarlığının parası böyleydi, bir gecede sosyalistler tarafından batırılmıştır. Sonra Sovyetlerin de parası batmıştır.

Evet, bu büyük güce rağmen sermaye yenilecek ve “Adil Düzen” gelecektir.

الْيَوْمَ

(eLYaVMa)

“Bugün”

İnsanlar hep günü düşünürler, bugün kazanırlar bugün yerler. Mü’minler ise dün kazandıklarını bugün yerler, bugün kazandıklarını geleceğe saklarlar. Mü’minler babalarının biriktirdiklerini tüketir, torunlarının tüketeceklerini biriktirirler. İnsanlar bugün kazandıklarını âhiret için saklarlar. Şeytan ise hep bugünden bahseder; dünü unutturur, yarını düşündürmez, onun için bugün der.

Sermaye bundan beş yüz sene önceki hâlini düşünmelidir, bundan beş yüz sene sonrasını hesaba katmalıdır. Mü’minler MS 1450’lerde İstanbul’u fethettiler, sonra yenile yenile Sakarya’ya kadar geldiler. Bundan sonra galip geleceklerdir. Artık dünyaya orduları ile değil “Adil Düzenleri” ile gideceklerdir. Yüz dairelik apartmanları ürettiğimiz veya üretecek gücü elde ettiğimiz zaman, bunları Antartika’daki karlar arasında bile inşa edeceğiz. Oradaki insanlar da üretecekler, dünyaya pazarlayacaklar ve orada dünyadan aldıklarını tüketeceklerdir. Kendileri apartmanın dışına çıkmayacakları için kışın da hayatlarını rahatlıkla sürdüreceklerdir.

İşte biz şimdi o günlerin projelerini yapıyoruz.

Yapacağımız binanın duvarları yalıtkan olacak. Pencereler güvenli olsun diye belki üç kat olacak. Aralarında on santim fark edecek. Belki orada sondajla gaz elde edeceğiz yahut yazları oraya gelen hayvanlardan enerji elde edeceğiz. Belki esen rüzgârı dizginleyeceğiz.

Adil Düzen Çalışanları kendi aşiretlerinin şimdiki sorunlarını çözerken tüm insanlığın da o sorunlarından da yararlanmaları ve onlara da çözüm üretmeleri gerekmektedir.

İZMİR AKEVLER’İN DÖRT İLKESİ VARDIR:

1- ÇÖZÜM KURALLI OLMALIDIR. Yalnız bugünün değil geleceğin sorunlarını da çözmelidir.

2- ÇÖZÜM GENEL OLMALIDIR. Yalnız bizim sorunlarımızı çözmekle kalmamalı, başkalarının sorunlarını çözmede de örnek olmalıdır.

3- ÇÖZÜM KENDİMİZİN OLMALIDIR. Başkalarının çözümlerinden, geçmişteki çözümlerden yararlanmalıyız ama bugünkü sorunu biz şimdi çözmeliyiz, kendimizi bile taklit etmemeliyiz.

4- ÇÖZÜM İLMÎ OLMALIDIR. Önce proje yapılmalı, sonra uygulanmalı, sonra değerlendirilip eksiklikler ve hatalar ortaya konmalı, sonra yeniden proje yapılıp yeni uygulamaya girişilmelidir.

Böyle yaptığımızda biz “Adil Düzen”e yaklaşırız.

مِنَ النَّاسِ

(MıNa elNAvSı)

“Nâstan.”

Şeytanın insanlara yaptığı telkin kendilerinin diğer insanlardan üstün oldukları, diğerlerinin hep aşağı ve kötü olduğu şeklindedir. Onun görevi budur, o görevini yapıyor.

Bütün insanlar insan olarak eşittir. Biz amellerimizle özellik kazanırız. Ne var ki bu amelin zahir olanı ile onlarla ilişki kurarız. Ama kötülük yapan insanlar da o kötülüğü iyi niyetle yapıyorlarsa onlar iyi insanlardır, iyiliği de kötülükle yapıyorlarsa kötü kimselerdir. Dolayısıyla biz kimse aleyhinde iyidir veya kötüdür demeyiz, sadece yaptıkları işleri iyi ve kötü olarak vasıflandırabiliriz. Dolayısıyla hiçbir insan diğer insandan daha üstündür veya daha kötüdür denemez. Dün çok kötü olan bugün iyileşmiş olabilir. Bunun aksi de olabilir.

Kendimizi üstün görmek bizim yetkimizde değildir. Geçmişte olanlar hep takdir-i ilâhi ile olmuştur, dolayısıyla iyidir. Biz gelecekte olması gerekenler üzerinde durmalıyız, görevimizin ne olduğu üzerinde araştırma yapmalıyız. Bugün mağlup isek de iyi işler yaparsak yarın galip gelebiliriz. Bugün galip isek de yarın mağlup olabiliriz.

Buradaki “nâs” deyince kendilerinden başka bütün insanlar olabilir yahut marife olarak dün Medineliler bugün de Adil Düzendekilerdir. Onlar işte böyle aldanış içindedirler.

وَإِنِّي جَارٌ لَكُمْ

(Va EinNIy CAvRun LaKuM)

“Ve ben size carım.”

Car” komşu demektir.

“Civar” kelimesi Türkçede çevre şeklinde ifade edilmektedir.

Türkler mi Araplardan bu kelimeyi aldılar, Araplar mı Türklerden aldılar?

Sümerler Türk dili ile konuşuyordu, yerliler ise Arap dili ile konuşuyorlardı. Yazı Sümercedir. Akatlar ile Sümerler ortak medeniyet kurdular. Arapça bunların yaşamları sonucu gelişti. Dolayısıyla Arapça ile Türkçe arasında ortak kelimeler vardır.

Sümerler Mezopotamya’ya Kafkasya’dan inmişlerdir. Daha önce Kafkasya’ya Fırat ve Dicle’den gidilmiştir. Kafkasya dünya dillerinin kaynaştığı yerdir.

“Car, Civar” yerleşik bir yerin çevresi demektir. Bir eve komşu olan eve denir. Gürcücede “Car” ordu demektir. Gürcücede kök bir kelime değildir yani türevleri yoktur. Arapçadan geçmiş olmalıdır. O halde Arapçada “Car” aynı zamanda ordu demektir. Ben sizin için askerim, orduyum demiş oluyor.

Şeytan kendisini çok güçlü gösterip ben sizi yenerim demektedir.

Amerika’daki sermaye sahibi Yahudiler Filistin’deki Yahudileri böyle desteklemektedirler. Sizin çalışmanıza gerek yok, biz sizi destekleriz, yeter ki siz silahlanın ve Filistinlileri öldürün diyor. Şeytan bu sefer Filistinlilerin yanına gitmekte, ben size destekçiyim, vurun İsraillileri, siz galip geleceksiniz diyor. İki tarafı birbirine saldırtıp savaştırıyor, kendi hâkimiyetini böyle sürdürüyor.

Amerikan sermayesi İsrail sermayesinden korkmaktadır. Eğer İsrail’e barış gelirse bulunduğu yer sebebiyle ekonomi merkezi İsrail’e kayacak, ABD sermayesi çökecektir.

Kur’an’ın bildirdiğine göre Hazreti Ömer’in barış içinde Kudüs’e girmesi gibi biz de barış içinde Kudüs’e girecek ve İsrail Yahudilerinin orada barış içinde yerleşmelerini sağlayacağız. Böylece New York Yahudileri varlıklarını yitireceklerdir.

Türkiye’nin doğusundaki PKK’nın arkasında yine aynı şeytan vardır, onların galip geleceklerini onlara inandırmaktadır. Bugün (09.01.2013) de iki askerimizi şehit ettiler ama kendilerinden 14 kişi öldü. Rumları ve Ermenileri bize karşı kışkırttılar, onlar da arkamızda sermaye var diye bizi yok etmek istediler, sonra kendileri Anadolu’dan silindiler.

فَلَمَّا تَرَاءَتِ الْفِئَتَانِ نَكَصَ عَلَى عَقِبَيْهِ

(FaLamMA TaRAvEaTı eLFıEaTAyNı NaKaÖa GaLAy GaQıBaYHı)

“Fietan birbirini re’yedince akabıne naks etti.”

Fe” harfi ile bu cümlenin gelmesi, iki orduyu çatıştırma başlayınca, söylemesi, ondan sonra da bırakıp gitmesidir. Şeytanın işi birinin galip gelmesi, diğerinin mağlup olması değildir, savaşın ortaya çıkmasıdır. Şeytanın görevi bu kadardır.

Yirmici yüzyılın iki büyük savaşı olmuştur. Birincide imparatorluklar yıkılmış, yerine ulus devletlerin sömürüleri başlamıştır. İkinci savaşta ulus devletlerin sömürüleri sona ermiş, onun yerine sermaye sömürüsü başlamıştır. Şimdi üçüncü cihan savaşı çıksa sermayenin sömürüsü sona erecektir. Duamız savaş çıkmadan bu sömürünün sona ermesidir.

Fiet” askeri birliktir. Cephede karşılaşan birliklerdir.

Savaş ancak cephe savaşı şeklinde olur. Bir tümen karşı tümenle savaşır. Tümenler de tugaylar şeklinde savaşırlar. Şeytanın görevi bu savaşı başlatmaktır. Başlattıktan sonra savaşın sonunu bekler, galip geleni mağlup etmeye çalışır, böylece savaşın uzamasını sağlar.

Bugün güçlü devletler artık akıllanmışlar, sermayenin keyfi için savaşlar yapmamaktadırlar. Bu akıllılığı ilk defa Gorbaçov gösterdi. Türkiye’de CHP ile MSP’nin koalisyon yapması, İran’da Ayetullahların solcularla işbirliği yapması Gorbaçov’u Müslümanlarla işbirliğine götürmüş, ondan sonra sol-sağ çatışması son bulmuştur. Bugün süper güçler savaşmıyorlar, işbirliği içindedirler. Çin ABD ile ekonomik dayanışma içine girmiştir. Rusya AB ile dayanışma içindedir.

فَلَمَّا تَرَاءَتِ

(FaLamMA TaRAvEaTı)

“Birbirlerini gördüklerinde.”

İnsanlar dil oluştururken bilinçaltında oluştururlar. Dil çok ince bir yapı içinde oluşur. Okumamışlar konuşunca beliğ olarak konuşurlar. Okudukça gramer öğrenmeye başlayınca artık belagat kalkar. Bunu bilen Kureyşliler çocuk fasih Arapçayı öğrensin diye badiyedekilere süt emdirmek üzere verirlerdi.

Türkçemizde bunun misalı çoktur. “Gelince beni gör, geldiğinde beni gör” deriz. Bunların arasında mutlaka bir manâ farkı vardır. Okumamışlar konuşunca bu farka göre konuşurlar. Biz ise ne konuşurken ne de anlarken bu farklara dikkat ederek konuşmayız. Arapçada “izâ” ile “lemmâ” vardır. Aralarında ne gibi manâ farkı vardır? Her seferinde düşünüp içtihat yapmaktayım. İlerde birisi merak edip içtihatlarım benzer mi değil mi diye karşılaştırabilir. “İzâ”nın karşılığı gelince kullanıyorum. “Lemmâ”nın karşılığı olarak dığında kullanıyorum. Aralarındaki fark birisi şarttır, fevri gerektirmez. Gelince ona vermen gerekir. Onun talebini beklersin, talep ederse verirsin. “Lemmâ”da ise görür görmez onun talebini beklemeden yapmak zorundasın. İki ordu birbirini görünce iş bitmiş olur, şeytan beklemeden sıvışıp gider, çünkü görevi oraya kadardır.

الْفِئَتَانِ

(eLFıEaTAyNı)

“İki ordu”

El-Fietani” burada marife olarak getirilmiştir. Bedir’de karşılaşan ordular kastedildiği gibi çağımızın orduları da kastedilebilir. Örnek olarak Sakarya da kastedilmiş olabilir. Bununla beraber iki ordu cins olarak da söylenmiş olur. Yani herhangi iki ordu karşılaşınca şeytanın hareketi bu olur anlamına gelir.

Savaş psikolojisi tamamen farklıdır. Savaşa girmeyenlerin onu anlaması mümkün değildir. Birbirini gören ordularda birden karşı tarafı yok etme arzusu doğar.

نَكَصَ عَلَى عَقِبَيْهِ

(NaKaÖa GaLAy GaQıBaYHi)

“İki topuğuna neks etti.”

“Sin” harfi ile “neks” bir ucu körelmiş iki uçlu kazıktır, peltek “se” harfi ile “neks” bozulmuş ve birbirine karışmış ipliktir, “sad” harfi ile “naks” ise bunlardan dönüşmüştür. Düzenden çıkma demektir, bir yere doğru ilerlerken birden bire geriye dönmektir yani gidişi durdurmak demektir. Bir kimseye bir iş başlatıp sonra onu ortada bırakmak nakstır.

Şeytanın bütün işi budur. İnsanlara başlattığı işi yarım bıraktırır. Önce korkutur, orası tehlikelidir der ve onu ilerlemekten geri çevirir. Başaramazsa başka taktik kullanır, daha iyi hedef gösterir, daha kârlı iş gösterir ve böylece o işten vazgeçirtir. Daha iyi iyinin düşmanıdır derler.

Burada “alâ veraihi” demeyip “akıbeyhi” demesi geri dönme değil de yana sapmadır, başka tarafa gitmedir. Bu da güya daha iyi yere gidiyormuş gibi durum yaratmadır.

Siz insanlara bir proje götürürsünüz, siz projenizi anlatırken o alır başkasını anlatmaya başlar, başka önerilerde bulunur. Bu son derece yanlıştır.

Biri bir öneriyi ve işleri sunduğu zaman ona alternatif üretmek şeytan işidir, mescid-i dırardır. Onu dinlersin, anlatılanın olmaz tarafları varsa gösterirsin, eksik tarafları varsa tamamlamasını istersin. Sonunda yanlışlığını gösteremediğin zaman onun önerisini çürütmemiş olursun. Kabul edip etmeme ayrı şeydir. Sonra senin önerin tartışılır. O zaman da o başka öneriyi getiremez. Önerileri ortaya çıkınca çürütülemeyen öneriler önerenleri bağlar. Birleştirilmesi gerekiyorsa uzlaşmaya gidilir, gerekirse hakemlere gidilir.

وَقَالَ إِنِّي بَرِيءٌ مِنْكُمْ إِنِّي أَرَى مَا لَا تَرَوْنَ

(Va QAvLa  EinNIy BaRIyEun MiNKuM EinNIy EaRAy MAv LAv TaRaVNa)

“Ben sizden beriyim, ben sizin göremediklerinizi görüyorum der.”

Bundan önce “tezyin etti ve kavl etti” diyor, burada da “naks etti ve kavl etti” diyor. İnsanların beyinlerine girdi ve artık sağa sola saptı yani onların beyinlerini bulandırdı. Şeytanın cin tarafı bunu yaptı. Şeytanın insan tarafı da ben sizden ayrılıyorum, ben sizin görmediklerinizi görüyorum der. Böylece savaşa sokar ama sonra da korkutur ve bıraktırır.

Mü’min ile müslim arasındaki fark budur. Mü’min savaşa girmeden önce korkaktır, savaştan kaçınır, savaşta yenileceğini de hesaba katar. Zorunlu olmadıkça savaşa girmez. Savaşa korka korka girer ama savaşa girdikten sonra artık ölümü göze almıştır. Ya ölür ya kazanır. Bir işe giriştiği zaman da sonuna kadar mücadele eder. Bir işi hiçbir zaman yarım bırakmaz, sadece erteleyebilir.

Bizim başladığımız işler vardır.

Ahşap evler yapmaya başladık, durdurduk ama bırakmadık.

Bakkal/market işletmeye başladık, durdurduk ama bırakmadık.

Ayakkabılık yani portmanto işine başladık, durdurduk ama bırakmadık.

Bunları harekete geçirmek bize farzdır.

Artvin Camili’de buna bina ve yer ayırdık. İzmir Akevler’i bu işe ortak ettik. Şimdi onu faaliyete geçirmekle meşgulüz. Daha önce yaptıklarımızdan bize bilgi kaldı. Oradaki zararlar buradan kapanacaktır inşaallah.

وَقَالَ

(Va QAvLa)

“Ve dedi”

“Naks etti ve dedi.” Kavl ve fiil bir arada olmadığı müddetçe inandırıcı olmamaktadır. Hem bırakacak hem de bırakıyorum diyecek. Yalnız bırakırsa belki geri gelecektir deriz. Yalnız bıraktım derse demek ki pişman oldu ve geri döndü derler.

Müçtehit âlim yetişmesinde araştırmacılara bu sebeple baskı yapmıyoruz. Müçtehitler kendi iradeleri ile devam ederler. Baskı ile tuttuğunuz kimse müçtehit değildir. Zararlarınız olacaktır. Onda hattâ yüzde bir müçtehit çıkarırsak kârımız on misli fazla olur. Bu sebepledir ki sermaye ortakları tümüne ortak edilmektedir. Yalnız kendi araştırmacının kazandırdıkları ile değil bütün kazandırdıkları ile karşılığını alacaklardır.

إِنِّي بَرِيءٌ مِنْكُمْ

(EinNIy BaRIyEun MiNKuM)

“Ben sizden beriyim.”

Berr” kara parçası demektir. Sonraları “Beree” fiil olarak sudan karaya çıkma, hastalıktan kurtulma, borçtan veya suçtan kurtulma anlamlarında kullanılmaya başlanmıştır. “Beraat etmek” kurtulmak demektir. Ben sizden kurtuluyorum, sizi bırakıyorum demektir.

Min” burada teb’iz için gelir.

Başkalarına güvenerek herhangi bir savaşa girişmeyeceksiniz. Kendi gücümüz yetiyorsa savaşacağız. Sermaye bu tür aldatmacalarla insanları kullanmaktadır. Bunu bitireceksiniz. Savaşta savaşı terk etme, arkadan vurma meşruiyetsizliği buradan gelir. Önce destekler sonra bırakırsa seni ateşe atmış olur.

إِنِّي أَرَى

(EinNIy EaRAy) 

“Ben re’y ediyorum.”

Buradaki görme görünmeyenleri görme anlamındadır yahut ilerisini görme demektir.

İleride olacakları görme çok önemlidir.

Tanzimat dönemine gidelim. İslâm uygarlığı yaşlanmış. İmparatorluk çökmekte. Tutucular ila ilericiler arasında savaş var. Bu savaşın sonunu görmek gerekir. Savaş ilericilerin zaferi ile bitecektir ama bu Batılılaşmakla değil “Adil Düzen”in gelmesi ile olacaktır. Medrese uleması bunu bilmeliydi ve buna göre ilim yapmalıydı. Batıyı öğrenmeliydi. Her söze kulak vermeliydi. Sonra da İslâm düzeninin fıkhını ortaya koymalıydı. Bunu yapsalardı Cumhuriyetin inkılâpları bu kadar acı ve verimsiz olmazdı.

İşte bu durum ileriyi görmeme demektir.

مَا لَا تَرَوْنَ

(MAv LAv TaRaVNa) 

“Sizin re’y etmediklerinizi”

Evet, savaşa girenlerin re’y edemediklerini re’y ettiğini iddia ediyor. Daha evvel savaşa sokuyor, şimdi savaşı bıraktırıyor. Ne kadar önemli görevi olduğunu görüyoruz. Savaşmasalar biz kendimiz “Adil Düzen”i getiremeyeceğiz. Savaşa devam etseler biz mağlup olacağız. İşte bugün biz bu sayede iktidardayız. Sermaye direndi direndi ve sonunda teslim oldu. Şimdi içte fitne yoluyla bir şeyler yapmak istiyor.

Cengiz Demirci “Adil Düzen” Akevler’in değil Erbakan’ındır diyor.

“Adil Düzen” Allah’ındır.

Gelecekte “Adil Düzen”i Saadetçiler getirirlerse Cengiz haklı, Akevler getirirse Kazım Erten haklı; ikisi de getiremezse demek ki ikisi de haksızdır.

Birleşirlerse ikisi de haklı olur.

Biz hiçbir zaman “Adil Düzen” bizimdir demedik, “Adil Düzen”de Erbakan’ın katkısını küçümsemedik. Ama Erbakan’ın yapmadığını Erbakan yaptı demek Erbakan’a hakarettir. Onun buna ihtiyacı yoktur.

“Adil Düzen”i Akevler ortaya koydu, Erbakan kabul etti ve dünyaya anlattı. Teklif eden ile kabul eden eşit haklara sahiptir. Kim daha çok hizmet ederse o tebcil edilir.

إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ وَاللَّهُ شَدِيدُ الْعِقَابِ (48)

(EinNIy EaPAvFu elLAvHa Va elLAvHu ŞaDIyDu elGIQABı)

“Ben Allah’tan havf ediyorum ve Allah’ın ıkabı şiddetlidir.”

Atfetmeden “Ben Allah’tan korkuyorum” demesi, bu sözü kendi kendisine söylemiş olma ihtimalini getirmektedir.

Burada önemli iki mesele vardır. Biri; şeytan korkarak hareket ediyorsa, secde etme meselesinde neden korkmadı? Önceki durum insanla bir oluncaya kadar yani şeytanlaşıncaya kadarki durumdur. Şimdi ise şeytanlaşmıştır. O iblis değildir, iblisin çocuğudur. Görevi vardır. Şeytanlık yapmadı. Kendisine verilen yetkiler kadar iş yapmaktadır.

Ona verilen görev savaş çıkartmaktır. Ondan sonra geri durup yenilmesini sağlamaktır. Demek ki şeytan artık iblis değildir. Mikropların görevi gibi görevi vardır. Yıkıcı görevi vardır. Cehenneme gitmesi zaten oranın ehli olmasındandır.

Onlar gibi olmayın derken şeytan gibi olmayın denmiyor. Şeytanın dediklerini söylediği kimseler olmayın demektedir.

Demek ki biz öyle durumda olmalıyız ki şeytan bize söyleyememelidir. Şeytan etki edemeyeceğini bildiği kimselerle uğraşmaz. Çünkü zamanını boşa kaybetmiş olur.

Demek ki iş şeytana ihale edilmiş, ne kadar çok kişiyi kandırabilirse ona o kadar karşılık verilecektir. O da ecrini almak için görevini yapmaktadır.

Bizim bunların üzerinde fazla düşünmemiz gerekmez. Biz bize olan emirleri yerine getirmeliyiz. Onlar gibi olmayacağız. O kadar sağlam olmalıyız ki şeytan bize bir şey söyleyememelidir. İşte insanların bizimle tartışmamaları Allah’ın bizi onların şerrinden koruması içindir. Günü gelince saldıracaklar, hazırlıklı olun.

 

 


ENFAL SÛRESİ TEFSİRİ(8.SÛRE)
1-1.AYET TEFSİRİ
2211 Okunma
2-2 VE 4.AYETLER
1724 Okunma
3-5 VE 6.AYETLER
1402 Okunma
4-7 VE 8.AYETLER
1985 Okunma
5-9 VE 10.AYETLER
2191 Okunma
6-11.AYET
1694 Okunma
7-12 VE 14.AYETLER
2301 Okunma
8-15 VE 16.AYETLER
1924 Okunma
9-17 VE 18.AYETLER
1755 Okunma
10-19.AYET
1470 Okunma
11-20 VE 23.AYETLER
1541 Okunma
12-24 VE 26.AYETLER
1672 Okunma
13-27 VE 28.AYETLER
2530 Okunma
14-29 VE 31.AYETLER
1557 Okunma
15-32 VE 33.AYETLER
1720 Okunma
16-34 VE 35.AYETLER
1443 Okunma
17-36 VE 38.AYETLER
1374 Okunma
18-39 VE 40.AYETLER
1677 Okunma
19-41.AYET
2294 Okunma
20-42.AYET
1812 Okunma
21-43 VE 44.AYETLER
2876 Okunma
22-45 VE 46.AYETLER
2269 Okunma
23-47 VE 48.AYETLER
1669 Okunma
24-49 VE 51.AYETLER
1490 Okunma
25-52 VE 53.AYETLER
2263 Okunma
26-54 VE 56.AYETLER
1533 Okunma
27-57 VE 59.AYETLER
1462 Okunma
28-60.AYET
1744 Okunma
29-61 VE 62.AYETLER
1760 Okunma
30-63 VE 64.AYETLER
3780 Okunma
31-65 VE 66.AYETLER
2167 Okunma
32-67 VE 69.AYETLER
1801 Okunma
33-70 VE 71.AYETLER
1625 Okunma
34-72.AYET
2076 Okunma
35-73.AYET
1532 Okunma
36-74.AYET
1533 Okunma
37-75.AYET
1605 Okunma

© 2024 - Akevler