ENFAL SÛRESİ TEFSİRİ(8.SÛRE)
Süleyman Karagülle
1728 Okunma
32 VE 33.AYETLER

Enfal Sûresi-15

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَإِذْ قَالُوا اللَّهُمَّ إِنْ كَانَ هَذَا هُوَ الْحَقَّ مِنْ عِنْدِكَ فَأَمْطِرْ عَلَيْنَا حِجَارَةً مِنَ السَّمَاءِ أَوِ ائْتِنَا بِعَذَابٍ أَلِيمٍ (32) وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَأَنْتَ فِيهِمْ وَمَا كَانَ اللَّهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ (33)

 

وَإِذْ قَالُوا اللَّهُمَّ إِنْ كَانَ هَذَا هُوَ الْحَقَّ مِنْ عِنْدِكَ

فَأَمْطِرْ عَلَيْنَا حِجَارَةً مِنَ السَّمَاءِ أَوِ ائْتِنَا بِعَذَابٍ أَلِيمٍ

(Va EiÜQAvLUv elLAvHumMa EiN KAvNa HAvÜAv HuVa eLXaqQa MıN GıNDiKa

Fa EaMOıR GaLaYNAv XıCAvRaTan MiNa elSaMAvEi EaV EiETıNAv BiGaÜAvBin EaLIyMın)

“Ve hani onlar, eğer bu indinden hak ise bize semadan hicareyi imtar et veya elim bir azab ile etvet et demişlerdi.”

Bundan önce “siz az olduğunuzu hatırlayınız” denmiş, sonra da “size mekr ettiklerini” ona atfetmişti. Bu âyet şunu ifade ediyor ki onlar da Allah’a inanmaktadırlar.

Gerçekten, Tanrı’yı tamamen inkâr eden insan ya hiç yoktur veya azdır.

Herkes kendi bildiği Tanrı’ya inanmaktadır.

Biz de öyleyiz. Hepimizin beyninde bir Tanrı anlayışı vardır, biz de ona inanmaktayız. Bizim her birimizin Tanrı anlayışlarımız farklıdır ama aynı Tanrı’ya inanıyoruz.

Bu durum neye benzer?

Bir masanın etrafında oturduğumuz zaman hepimiz birbirimizi görürüz ama her birimiz ayrı ayrı şeyleri görür. Fotoğraf çekseler hiçbir fotoğraf birbirine benzemez. Bir şeye farklı taraflardan baktığımızda onu farklı görürüz. Kimse benim fotoğrafım tamamen gerçektir diyemez. Kimse kendi fotoğrafının diğerlerinden üstün olduğunu söyleyemez. Kimse çekilen fotoğrafların başka masalara ait olduğunu söyleyemez.

İşte…

Biz Allah’ı farklı yerlerden görürüz ama gerçekte birdir.

Dolayısıyla birbirimizi bundan dolayı tekfir etmemiz mümkün değildir.

Mekke müşrikleri Tanrı’yı inkâr etmiyorlardı. Onlar Tanrı’yı mü’minlerin gördüklerinden farklı yerlerden görmüşlerdir ama onlar da Allah’a inanıyorlardı. Onlar kendi bildikleri Tanrı’ya inanıyorlardı. Tanrıların tanrısına inanıyorlardı. Mü’minler ise şeriki olmayan Tanrı’ya inanıyorlardı. Bu onların kanaatleri idi. Dolayısıyla onları suçlu görmek mümkün değildir.

Bugün kuvveti üstün tutan ve faizli sömürü sistemini savunanlar da Tanrı’ya inanmaktadırlar. Komünistler de Tanrı’ya inanmaktadırlar. Komünistlere göre tabiat yani doğa tanrıdır. Nasıl benim vücudum var ama ben bir insan isem, kâinat da Tanrı’nın bedenidir. Bu Tanrı hep vardır. Doğa kanunları Tanrı’nın kendisidir. Demek ki komünistler de kendilerine göre bir tanrıya inanmaktadırlar.

Bundan dolayıdır ki biz Tanrı’nın ne olduğu üzerinde tartışmayız, insanların farklı Tanrı anlayışları üzerinde durmayız. Bizim tartışacağımız Tanrı’nın olduğu değil de, Tanrı’nın ne yaptığı ve bizimle ilişkilerinin ne olacağını ifade etmesidir.

Burada bize hatırlatılan ve anlatılan nedir?

Onların bu dediklerini hatırlayın ve üstünde düşünün. Onların Tanrı’ya inanmaları doğru yolda olmaları için yeterli değildir. İnanmak yetmez. İnandıktan sonra amel-i salih işlemek gerekir. Mekke müşrikleri de, bugünkü sömürü sermayesi sahipleri de Tanrı’ya inanıyorlar ama Tanrı’nın istediklerini değil de kendi zulümlerini yapmaktadırlar.

Eğer Kur’an haksa, eğer gerçekten Tanrı’nın kitabı ise bize gökten taş yağdır diyorlar.

Mü’minler şöyle demelidirler: Eğer o gerçekten haksa, bize Kur’an’ın hak olduğunu göster demeleri gerekirdi. İşte mü’min ile kâfir arasındaki fark budur.

Biz bu adama inanmayacağız, bunun dediklerini kabul etmeyeceğiz. Bu hak ise biz yaşamak istemiyoruz, gökten taşlar yağdır da biz yok olalım.

Beş vakit namaz kılan kardeşlerimiz içinde öyleleri vardır ki;

‘Ben o insanın cennette olmasını bile istemem’ demişlerdir.

Yani Allah’a kafa tutmaktadır.

‘Bu adamı cennete alacaksan ben o cenneti istemiyorum, beni arafta bırak veya cehenneme gönder’ demektedirler.

İşte kâfirlerin durumu budur.

Demek ki beş vakit namaz kılan da kâfir olabiliyormuş.

Mü’min demek, Allah’a teslim olmuş insan demektir.

“Rabbim, sen ne dersen o doğrudur, bana düşen sadece sana itaat etmektir. Bana doğru yolu göster de ben o yoldan senin emirlerini yerine getireyim.”

İşte böyle diyen kimse hata da etse hatası sevaptır.

Böyle değil de;

‘Rabbim, sen benim dediğimi yapacaksan yap, yoksa ben seni dinlemem! Güçlüsün, beni yok edebilirsin ama o dediğini yapmayacağım!’ diyor.

İşte küfür bundan dolayıdır.

Şeytan Tanrı’yı inkâr etmemektedir, sen Tanrı değilsin dememektedir, O’nun tanrılığını kabul etmektedir. Ama Allah’ın emrine uymamakta; “Onu topraktan, beni ateşten yarattın, ben ona secde etmeyeceğim” demektedir. Şeytan bunun için melun olmuştur.

Hakkı bildikten ve gördükten sonra onu yapmaya çalışmamak küfürdür.

وَإِذْ قَالُوا

(Va EiÜQAvLUv)

“Ve hani demişlerdi.”

“İz”den sonra gelen fiil mazi de olsa muzari de olsa maziyi ifade eder.

Geçmişin hikâyesi ise mazi getirilir.

“Ben size geldiğimde Ahmet orada yoktu, gitmişti” dediğimizde, maziyi hikâye etmiş oluruz; “Ben size geldiğimde Ahmet orada yoktu, gelecekti” dediğimizde, geleceği hikâye etmiş oluruz. Gelecek anlatılırken ise “İzâ” kullanılır.

“Ben geldiğimde Ahmet de gelmiş olacak” cümlesi gelecekte geçmişi anlatmaktır.

“Ben geldikten sonra o da gelecek” dediğimizde, gelecekte geleceği anlatmaktır.

Bunun dışında mâzi bir defa olan olay için getirilir. Tekrar edecekse muzari getirilir. Kesin olaylar için mazi getirilir. Tereddütlü olanlarda muzari getirilir.

“İz” mazi olmuştur.

Kavildeki zamir, Mekke’den çıkarmak isteyen ve mekr yapan müşriklere raci olacağı gibi; şeytanın hizbi olarak her asırda var olan karşı taraflar için söylenmektedir.

Nasıl mıknatısın iki kutbu varsa, insanlığın da iki kutbu vardır. Şimal kutbu ve yemin kutbu vardır. Yemin kutbunda “siz” demekte, şimal kutbunda olanlara onlar demektedir. Zamir maruf olan kimselere gider.

Buradaki “Kâlû” ile Mekke müşrikleri kastedilmiştir;

Bugün ise bugünün müşrikleri kastedilmektedir.

Bugün yeryüzü iki kutup olmuştur. Ekonomide kutuplaşma vardır. Tekel ekonomisi merkezî ekonomidir. Halk ekonomisi ise ortaklık ekonomisidir. Merkezî ekonomi taraftarları buradaki zamire raci olmaktadır.

اللَّهُمَّ

(EalLAvHumMa) 

“Allah’ımız.”

Kur’an’da “Ya Allah” kelimesi yoktur. Harfi tariften önce ya gelirse “eyyuha” ile gelir. Araplar yalnız “Ya Allah” demektedirler ama beliğ değildir. “Ya” zikredilemeyince sonunda “mme” gelmektedir. Araplarda başta yapılan hazfe karşı sonunda ek yapmak usuldendir. “İCVAB”da “V” harfi düşer, sonuna “ET” eklenir, “İCABET” denir.

Biz Türkçedeki ben manâsına gelen “m” manâsını vererek “Allah’ım” ve çoğul olarak da “Allah’ımız” diyoruz.

Arapçada “ensuru”da ben manâsında olan “vensur” veya “mensur”dur. “Ve”den dönüşme eliftir. Ayrıca “nasartu”nun aslı “nasarvu”dur. “Ticaret”te olduğu gibi “ta”ya dönüşmüştür. Boğaz harfleri “o” manâsınadır. Damak harfleri “sen” manâsındadır. Dudak harfleri ise “ben” anlamındadır.

Bu sebeple tercümede “Allah’ım” diyoruz.

Eğer söyleyenler çoksa “Allah’ımız” diyoruz.

Kur’an’da beş yerde “Allahumme” geçmektedir; “Kul” emri ile geçmektedir. Yani kişi de söyler, burada olduğu gibi çok kimseler de söyler.

İnsanlar, insan olmaları nedeniyle Allah’ı bilmektedirler. Allah’ı bilmemek mümkün değildir. Kendi başına olan insan, ben şimdi yalnızım, istediğim gibi hareket ederim demez. Bilir ki doğa kanunları vardır, onlara uymak zorundadır. O halde o kanunlara inandığı gibi o kanunların sahibine de inanmaktadır.

إِنْ كَانَ هَذَا هُوَ

(EiN KAvNa HAvÜAv HuVa)

“Bu o ise”

Burada zamir ile ism-i işaret birlikte gelmiştir. “Bu o ise”de olduğu gibi “bu” mübteda “o” haberdir. İşaret zamiri işarete gelmez. “Bu o o söyledi” denmez; “Bu söyledi” denir. Zamirle gösterilen işaret edilecekse zamir hazfedilir, “Bu geldi” denir.

Her halükarda “Hâzâ” isimdir. “Kâne”nin ismi ile haberi arasında fasl zamiri gelebilir. “Kâne” bu takdirde tahsisi ifade eder. Sadece o hak ise Kur’an hak ise diğer putlar ve inanışlar bâtıl ise denmiş olmaktadır.

İnsanlar hep uzlaşma taraftarıdırlar. Bir taraftan Kur’an olsun ama diğer taraftan putlar da bulunsun, putlar şefaatçi kalsın, Kur’an da hidayet olsun.

Bu makul teklif değil midir? 

Ne var ki Kur’an bunu asla kabul etmemektedir. Tekliğini iddia etmekte, kendisi dışında hak olmadığını söylemektedir.

İşte…

Yeni uygarlığın oluşması ancak bu sayede olmaktadır.

Bizim önermekte olduğumuz “Müçtehit Yetişme Merkezi” yerine; “Âlim Yetiştirme Merkezi” olsun, “Araştırmacı Yetiştirme Merkezi” olsun diyenler vardır.

Eğer mevcut düzenin sürdürülmesi, onun geliştirilmesi hedefleniyorsa, uzlaşmacı olmak doğrudur. Ama eğer düzenin değişmesini istiyor, mevcut düzenin yerine yeni düzen getirmek gayemizse; o zaman uzlaşmacı değil çatışmacı olmamız gerekir. Böylece cepheler ortaya çıkacaktır. Yeni düzen eski düzeni ortadan kaldıracaktır.

Peygamberler büyük iddialarla ortaya çıkmışlardır.

Hazreti Musa Firavundan İsrail oğullarının serbest bırakılmasını istemiştir. Bundan tabii bir şey olamazdı. Hazreti İsa yalnız İsrail oğullarının değil, tüm insanlığın Tevrat’tan yararlanması gerektiğini söylüyordu. Hazreti Muhammed de farklı şey söylemedi; “Allah birdir, Kur’an Allah’ın sözüdür” dedi.

İşte, bu peygamberlere yapılan saldırılar bu haklı ve basit isteklere karşı doğdu.

Buna ihtiyaç vardır. İnsanlar yarışları takip ederler. Karşılıklı çatışma veya yarışma yoksa o düşünce gelişmez. Bugün siyaset çatışmaya dayanmaktadır. Futbol çatışmaya dayanmaktadır. Karşı takım olmazsa kimse stadyuma gitmez.

الْحَقَّ مِنْ عِنْدِكَ

(eLXaqQa MıN GıNDiKa)

“İndinden hak ise”

İndinden olan hak yalnız o ise, yalnız Kur’an ise diyorlar.

İnsanların çok azı bile bile bâtılın peşine gider. İnsanların çoğu bilmeden bâtılın peşine düşer. Hak ortaya çıkınca hak bildiği şeylere karşı olduğu için onu bâtıl kabul eder ve onun karşısında durur.

Bugün dünyayı uygarlaştıran sermayedir. Sermaye tekeli olmadan büyük işletmeler kurulamazdı, ilmî araştırmalar yapılamazdı, sanayileşme gerçekleşemezdi, Sermaye, işte bu sermaye tekeli sayesinde insanlığı bugünkü uygarlığa ulaştırdı. Bunu gören ve bunu bilen sermaye, tekeli kıracak herhangi bir oluşuma karşı çıkmaktadır. Çünkü öyle bir durum uygarlaşmayı durduracaktır. O halde sermaye bâtılı hak uğruna savunmaktadır, dolayısıyla kötü amaçla sermaye tekeline karşı olanları ezmekte, onların ortaya çıkmasını önlemektedir.

Buradaki sözleri bunu ifade etmektedir.

Sermayenin yanıldığı nokta nedir?

Evet, dünyanın sanayileşmesi için sermayeye ihtiyaç vardı. Bu sebepledir ki dinler kenara itildi, onların haram kıldığı faiz meşrulaştırıldı. Tekelin oluşabilmesi için aile müessesesinin yok olması gerektiğini iddia ettiler, cinsi ahlâksızlığı kutsallaştırdılar.

İşte sermayenin hatası buradadır.

Ekonomik işletmeler emeği değerlendirmek içindir yani emeğe iş vermek içindir. Gaye insandır. Diğerleri hep araçtır. Sermaye ise mülkiyeti ortadan kaldırma çabası içindedir. Bu da çalışanı ezmekte ve çalışanda çalışma zevki ve azmi bırakmamaktadır.

Sanayileşmek için gerekli olan bir durum sanayileşme gerçekleştikten sonra artık işe yaramaz olur. Çocuğun büyümesi için kundak veya beşiğe ihtiyaç vardır. Büyüdükten sonra çocuk artık beşiğe sığmaz. Beşiğe sığsın diye elini kolunu keserseniz o çocuk ölür.

Evet, sanayileşmenin sağlanması için sermaye terakümüne (birikimine) ihtiyaç vardı. O zaman kâğıt para yoktu, banka kartı yoktu. Bugün ise sermayeye gerek yoktur. Maddi varlığı olan onun karşılığında bir belge çıkarır, o belge sermaye olur.

Çocuk artık büyüdü, çocuğun beşiğe değil karyolaya ihtiyacı vardır. Artık anne babası onu yatırıp kaldırmamaktadır, tuvalete götürmemektedir. Kişi/insan/insanlık büyümüş ve kendi kendine yaşayacak hâle gelmiştir. Anne hâlâ 15-20 yaşındaki çocuğunu kundaklayıp yatırmaya kalkışıyorsa, anormal olan durum budur.

Bugün biz “Adil Düzen”i ortaya koyuyoruz.

Geçmişte olanlar oldu.

Artık karşılıksız faizli para dönemi bitmelidir diyoruz.

Bizim bu sözlerimize inanmamaktadırlar. Rablerine dua etmektedirler; “Biz bu dünyayı böyle bulduk, böyle geliştirdik. Öyle değilse bizi helâk et, bize azap et!” diyorlar.

فَأَمْطِرْ عَلَيْنَا

(Fa EaMOıR GaLaYNAv)

“Bize imtâr et.”

Matar” yağış demektir.

Su matarı olduğu gibi hıcare matarı da olmaktadır, sel matarı da olmaktadır.

Matar” Arapçada yağış anlamında ise de kötü yağış manâsındadır. “Alâ” kelimesi onu kötü yapmaktadır. Evler, çardaklar, şemsiye hep yağmurdan korunmak içindir.

Bugün de sel ve hortumlar insanlık için felaket olmaya devam etmektedir.

Yağmur yağmadığı zaman tüm yeryüzünde susuzluk olmaktadır.

Hayat sudan ibarettir. Su insanlığın kanıdır. Suların kirlenmesi kanın kirlenmesidir.

Güneş’in çıkardığı buhar tertemiz su olarak dağlarda yağmur olur, tüm yeryüzünün kirini temizler. Bu kadar yararlı olan yağmur dengesiz olduğu zaman büyük felaketlerin kaynağı olmaktadır.

“İmtar etme” yağdırma anlamındadır.

“Başına taş yağsın” derler.

حِجَارَةً مِنَ السَّمَاءِ

(XıCAvRaTan MiNa elSaMAvEi)

“Semadan hıcaret”

“Hacer” taştır, cemi/çoğulu “Ehcar”dır. “Hıcaret” “Hıcar”ın çoğuludur.

“Hıcar” kelimesi Arapçada yoktur. Aslında “cibal” gibi “hıcar” kalıbı çoğuldur. O halde “t” harfi çoğul “te”si değildir. Tekillere “t” geldiği zaman çoğul alâmeti olur.

Arapçada çok kelime topluluk ismidir. Mesela, “bakar” dendiği zaman bir inek sürüsü anlaşılır, dişi veya erkek olması önemli değildir, karışık da olabilir. “Bakaratün” dendiğinde bir inek veya öküz anlaşılır. Buradaki “t” dişilik değil tekillik edatıdır. Demek ki “t” tekili çoğul yaptığı gibi çoğulu da tekil yapmaktadır. Müzekkeri müennes yapar ama çoğulda tenisliği kaybeder.

Buradaki “t” neyin alâmetidir? 

ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ أَوْ أَشَدُّ قَسْوَةً وَإِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الْأَنْهَارُ وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَاءُ وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَمَا اللَّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ (74Bakara-)

Bu âyette taşlar kalplere benzetilmiştir, çoğul çoğula benzetilmiştir.

“Kasvet” “hicare”nin hâlidir.

“Minhu”lardaki zamir “Ma”lara gitmektedir, onun için müfrettir.

“Yetefecceru” “Tetefecceru” olması gerekirken “Yetefecceru” olmuştur.

“Enhar” müfret kabul edilmiştir, oysa cemdir.

Uzayda yerin dışında dolaşan taşlar vardır. Yerin çekim tesirine girerler, atmosferde erirler ve buharlaşırlar. Bir kısmı atmosferin aşağısına iner, kayar ve yıldızlar oluştururlar. Bazen bunlar parçalanır, küçük taşlar hâline gelirler, yeryüzüne taş veya çamur olarak inerler. Bu durumları müşahede eden Araplar ve Türkler, “Başına taş yağsın” tabirini belalara uğrayası anlamında kullanırlar. Bu afet doğal afettir, dışarıdan oluşan afettir.

Eski tarihlerden beri insanlar doğal bir afetle karşılaştıkları zaman kendilerinin tanrıyı veya tanrıları kızdırdığı için bu afetin olduğunu bildirmektedir.

Diyelim ki Erzincan Zelzelesi yahut Adapazarı Zelzelesi veya su baskınları veya seller ilâhi bir ceza olarak mı oluşmaktadır, yoksa bunların biz insanlarla bir ilgisi yok mudur? Doğayı yaratan ve idare eden başka tanrı, bizi var eden ve bize şeriat veren başka tanrı mıdır?

Muttakiler bunun İlâhi uyarı veya ceza olduğuna inanırlar;

Lâikler ise bunun insanların kötülükleriyle alakası yoktur şeklinde inanırlar.

Baştan şu noktayı iyi bilmeliyiz. Kâinat çok ince düşünülmüş ve her sorunu çözülmüş bir düzendir. Zelzeleli bir dünya var olmuşsa bu takdir-i ilâhidir. Bu sünnetullah olabilir ama insanların gelişi de sünnetullahtır. İlâhi kaderde bunlar Allah’ın bilgisi ve takdiri içindedir, kendiliğinden bir olay olarak cereyan etmez. Ayağımız kaymış, düşmüş, kolumuz kırılmışsa veya ölmüşsek takdir-i ilâhidir. Hiçbir şey gelişigüzel cereyan etmez.

Zelzele veya diğer doğal âfetler bizim günah işlememizden mi ileri gelmektedir, yoksa Allah’ın takdiri gereği mi oluşmaktadır? Bizim günahlarımızla ilgili olsun olmasın, olanlar takdir-i ilâhidir. Kendiliğinden olmamaktadır. Allah öyle olmasını istediği için o olmaktadır.

Van’da meydana gelen zelzelenin yalnız Van’daki insanların günah işlemesinden ileri geldiğini iddia edemeyiz. Tüm Türkiye halkını, tüm insanlığı uyarmak için meydana geldiğini kabul etmek zorundayız. Allah hiçbir suretle zulüm yapmaz, ayrıca Allah gereksiz işler de yapmaz. Her şey ayarlıdır, her şeyin hikmeti vardır.

Van’daki zelzele bize birtakım yükümlülükler yükler, biz onlardan sorumluyuz.

Nedir bu yükümlülükler?

Artık zelzeleye mukavim evler yapılmalıdır. Yoksa bizim de içinde olduğumuz evler bir zelzelede çöker. Yahut başka illerde zelzele olur, bizim düzenimiz ve ekonomimiz sarsılır. O halde zelzele falanın veya filanın günahı için olmaz ama eğer yeni bir şey yapılacaksa onun düzelmesi için zelzele olur.

AK Parti’nin yani iktidar partisinin veya TOKİ’nin yapacağı iş; zelzeleye mukavim evler yapması projesini getireceğine yine zelzeleye dayanıklı olmayan evler yapmaktadır.

Zelzeleye mukavim olan evlerin kaynağı şudur:

a) Proje kamu tarafından hazırlatılmalıdır. İnşaatçılara bedava verilmelidir. Yapı bittikten sonra yapıya proje bedeli konmalıdır. Serbest büroların yaptığı projeler acele yapılmakta, ayrıca müşteriyi kaçırmamak için de dayanıklı proje yapılmamaktadır.

b) Tip projeler hazırlanmalı, her yapı deneme yeri olmamalıdır. Böylece yapılan aynı tip projelerin zelzeleye mukavim proje olması sağlanmalıdır.

c) Malzeme ihalesi yapılmamalıdır. Müteahhide sadece işçilik ihale edilmelidir. Malzeme projeye göre başkaları tarafından temin edilmelidir. Müteahhitler dayanışma ortaklıklarınca güvenceye alınmalı, bina yıkıldığında dayanışma ortaklığı tazmin etmelidir.

d) Arsaya göre bina yerine binaya göre arsa üretilmelidir. Arsalar inşaat yapanlara projesi ile birlikte kat karşılığı verilmelidir. İşçi bulan inşaat yapabilmelidir. Devlet işçiye ücret vermeli, yapı borçlanmalıdır. Yapı satıldıkça müteahhidin kredisi açılmalıdır.

İşte…

Zelzele olmazsa insanlar böyle bir çare ve çözüm aramak ihtiyacını duymayacakları için ilerleme olmayacaktır.

أَوِ ائْتِنَا بِعَذَابٍ أَلِيمٍ

(EaV EiETıNAv BiGaÜAvBin EaLIyMın) 

“Yahut bize elim azabı getir.”

Semadan taş yağdır yahut elim azabı getir diyorlar.

Semadan gelen doğal âfetlerdir, onun karşıtı sosyal âfetlerdir; savaşlardır, açlıktır, kıtlıktır, hastalıktır. Doğal âfetlerden öğrendiğimiz yapıların sağlam yapılmasıdır. Bunu başarmamız için ona göre hukuki düzen oluşturmamız gerekir. Bunun dışında gelen âfetlere karşı da tedbirli olmamız, sosyal düzenimizi ona göre kurmamız gerekir.

Beş bin senelik “tarım dönemi hukuk düzenini” aynen devam ettirip koruyacak olursak, “sanayi döneminde” yani yaşamakta olduğumuz bu çağda birbirimizi yeriz.

İşte, Cihan Savaşları bunun açık delilidir, terör olayları açık delildir.

Rüşvet ve kırk yıl süren davalar da böyledir.

İşte…

Bugünkü tekel sermaye Allah’a böyle diyor:

Biz savaşlar çıkarıyoruz, mafyaları besliyoruz, karşılıksız para ile insanları çalıştırıyoruz; vize ve gümrüklerle onların arasını açıyor, bize muhtaç hâle getiriyoruz... Ne var ki buna Sen izin veriyorsun, Sen’in izninle bunları yapabiliyoruz demektedirler... Eğer bizim yaptıklarımız yanlışsa ve Adil Düzencilerin dedikleri doğru ise bizi doğal âfetlerle veya sosyal arazlarla cezalandır diyorlar...

Kur’an onların böyle söylediklerini bildiriyor.

Ben Amerika’daki tekel sermayenin ne dediğini bilmiyorum.

Türkiye’deki onların peşinden gidenler ise aynen bunu böyle söylüyorlar.

“Kırk senedir sen bunları söylüyorsun da ne oluyor? Siz hep zavallı, kenarda sıkışmış bir şekilde cüce olarak hayatınızı sürdürüyorsunuz... Biz ise dünyayı fethettik, okulları açtık, anayasa ekseriyeti ile iktidar olduk... Böyle boş şeyleri söylemenize gerek yok... Sermayenin kayığına binmekten başka çare yoktur... Tek kurtuluş sermayenin dediklerini yapmaktır. Bu sermayeye de bir şey olacağını sanmıyoruz...”

Bir gün Hazreti Muhammed bu âyetleri okuduktan sonra cemaatine diyor ki;

“İran ve Roma/Bizans sizin olacaktır...”

Mü’minler bile Hazreti Muhammed’in hayal kurduğunu iddia etmişler;

‘Biz nere, Roma ve Kisra nere?’ demişler veya öyle düşünmüşlerdi...

Evet…

Hazreti Muhammed’in dedikleri oldu mu?

Oldu...

Şimdi İstanbul’da bu yazıları yazıyoruz…

- Biz 1960’larda Kooperatif kurduk…

- Arkasından parti kurduk…

- Arkasından Risaleleri destekledik…

- Şimdi nerdeyiz?..

O gün nerdeydik, bugün nerdeyiz?..

Bugün dünyada zenginlik gösterişini yapanlar, bugün mecliste var mı bizim gibisi diyenler, 1960 yıllarını hatırlasınlar; o zaman doğanlar babalarının anlattıklarını hatırlasınlar...

Herkes iyi bilsin ki “zina, faiz, rüşvet ve terör düzeni” bitecektir, Kur’an’ın nuru bütün dünyayı aydınlatacaktır.

Gelecekte “Yüz Dairelik Apartmanlar” yapılacak, insanlar on beş yaşlarına gelince hemen evlenecek, iş ve mesken bulacaklar, hayata tam vaktinde başlayacaklar...

Asker oldukları zaman da maaşlarını alacaklar, çünkü orada da üretim yapacaklar...

Para emek karşılığı çıkacak ve faizsiz olacak...

Herkese yeteri kadar “faizsiz kredi” verileceği için artık faizli kredi sistemi/düzeni çalışmayacak...

Yerinden yönetim ve hakemlik sistemi rüşveti sona erdirecek...

İş mafyası olmayacak, rüşvet mafyası olmayacak, senet mafyası olmayacak, silah mafyası olmayacak...

Çünkü “Adil Düzen” var ve o düzenin bekçisi olan “adil yönetim” var.

Evet…

Bizim kırk senedir söylediklerimiz olmuyor... Allah azap etmiyor… Bâtıl düzen içinde gül gibi yaşıyoruz... Ezen var, ezilen var ama zalim düzen devam ediyor... İddialarınızı yapalı kırk yıl oldu, iddialarınız boşa gitmiştir...

Bu sözlerle en yakın kimseler karşınıza çıkar.

Sizin boşa çalıştığınızı ve kendi kendinizi aldattığınızı söyler.

‘Bir makama ulaşamadın, onun için böyle konuşuyorsun’ der.

‘Zengin olamadın, onun için böyle konuşuyorsun’ der.

Siz eğer Kur’an okumuyorsanız, bu şeytan vesvesesine ve şeytanın sözcülerine inanır, kendiniz de ümitsiz hâle gelebilirsiniz.

Oysa kırk senelik dönemde yalnız Türkiye değil dünya değişti.

Evet…

Zalim düzen değişmedi, zulüm devam ediyor, insanlık zulumattan nura çıkamadı ama hazırlıklar tamamlandı. O günkü din düşmanı dünya gitti, artık çıkış arayan ve bilmeden de olsa “Adil Düzen”in peşine koşan insanlık vardır. Geleceğimizden ümit kesmemiz şöyle dursun, 1960’larda hiçbir ümidimiz yoktu. İşe sadece Allah emrediyor, biz O’nun dediğini yapalım da cennete gideriz diye başladık. Her an ölümü ve cenneti ümit ettik.

Bugünkü zaferi biz ümit ettiğimiz için kazanmadık, Allah nasip etti.

Allah ne yaptı?

Bizim ümitsizliğimizi de ümit hâline çevirdi.

Şimdi ben öleceğimi bildiğim gibi kesinlikle “Adil Düzen”in geleceğini de biliyorum.

Çünkü Kur’an vaat ediyor, çünkü insanlık tarihi böyle söylüyor.

Şimdi Allah’ın onların dediklerine ne cevap verdiğini görelim.

وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَأَنْتَ فِيهِمْ وَمَا كَانَ اللَّهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ (33)

(Va MAv KAvNa elLAvHu LiYuGaÜiBaHuM Va EaNTa FIyHıM Va MAv KAvNa elLAHu MuGaÜıBaHuM Va HuM YaSTaĞFıRUvNa)

“Sen onların içinde iken Allah onlara azab edecek değildir.

Onlar istiğfar ederken de Allah onların muazzibi değildir.”

Azabın tehirine iki sebep gösterilmektedir.

Biri; sen onların içinde iken denmektedir. Buradaki “sen” Kur’an’ı tebliğ eden kişidir.

Kur’an’ı okuyarak onlara tebliğ ettiğimiz müddetçe Allah onlara azab etmeyecektir.

Akevler Adil Düzen Çalışanları bunu çok iyi bilmelidirler.

Biz “Adil Düzen” için çalışmalıyız ama bir taraftan da tebliğimize devam etmeliyiz. “MÜÇTEHİT YETİŞME MERKEZİ” teşebbüsümüz ile bu tebliğ görevimizi yapıyoruz. Bin senelik içtihatlarla İslâmiyet’i yeniden yaşatmak isteyenler ölüyü diriltmekle meşguldürler. Ölü dirilmez, belki ölünün tohumundan oluşmuş yeni varlıklar ortaya çıkarılır. Bunu insanlara ancak bu yolla anlatacağız.

“MÜÇTEHİT YETİŞME MERKEZİ” yalnız sözle tebliğ vazifesini yapmayacak; aynı zamanda uygulayıp gösterecek, böylece onlar çok açık bir şekilde Allah’ın nurunu görecekler. O zaman artık mazeretleri kalmayacaktır. O zamana kadar Allah onları tazip etmeyecektir.

Demek ki biz “Adil Düzen” üzerinde çalışırken yalnız kendimizi kurtarmıyoruz, aynı zamanda tüm insanlığa gelen azabı da erteliyoruz.

Biz bu hususta tek miyiz?

Bizim gibi çalışan kimseler var mıdır?

Bize söylüyorlar; biz de sizin yaptıklarınızı yapıyoruz diyorlar...

Biz bir daha kendimizi tanıtalım.

1- Biz Ehli Sünnet’in İslâm anlayışı içinde Kur’an’ı yeniden ele alıyoruz, onların usulünü kabul ediyoruz ama füruda kendi çağımızın sorunlarını çözecek şekilde içtihatlar yapıyoruz, günümüzün sorunlarını çözüyoruz.

2- Biz Kur’an’ı müsbet ilim üzerinde tafsil ediyoruz. Bunun için Batı’nın matematiği ile müsbet ilimleri öğreniyor ve Kur’an’ı onun yardımı ile yorumluyoruz, onun teknik bilgisi ile yeniden içtihatlar yapıyoruz.

3- Biz Akevler’i kurduk, kendimiz için içtihat ettik, uygulayarak içtihadımızın sonuçlarını ortaya koyduk. Yanlışlarımızı anladık. Şimdi yeni bilgilerle yeni denemelere geçiyoruz. Biz “vakıf” değil “kooperatif” kurduk. Biz “yardımlarla” ve “bağışlarla” değil, “kendi el emeğimiz ve alın terimizle” Kur’an’ı öğrenmeye ve uygulamaya çalışıyoruz. Biz insanlardan “ihsan” değil “iştirak” istiyoruz.

4- Kârı maksimize eden faizli sistemden, üretimi maksimize eden ortaklık sistemine geçiyoruz. Böylece tarım dönemi uygarlığından sanayi dönemi uygarlığına Kur’an’ın nuru ile geçmek istiyoruz ve bu çalışmalar esnasında bir kaza yapmak istemiyoruz.

Bu usulle çalışan bir cemaatin varlığını yeryüzünde bilen varsa veya “biz böyleyiz” diyen varsa; onlarla çalışmamızı birleştirmeye ve onlara tâbi olmaya hazırız.

Hayrettin Karaman ve Sabahattin Zaim’in şehadeti ile böyle bir yer mevcut değildir.

Azabın tehirine iki sebep gösterilmektedir demiştik.

Azabın teciline ikinci sebep olarak Kur’an onların istiğfarını göstermektedir.

Son elli sene içinde dünya ne kadar değişmiştir. İnsanlık, ateizmden ve din düşmanlığından vazgeçmiş, teizme ve dindar lâikliğe gelmiştir. Allah “Adil Düzen”in geliş şartlarını hazırlamıştır. İnsanlık değişmiştir. Artık Sovyetler (SSCB) yoktur. Her yıl yeni camiler ve kiliseler inşa edilmektedir. Avrupa artık Hıristiyanlığı yaşadığı dönemi karanlık dönem olarak görmüyor. Avrupa Birliği (AB) Hıristiyanlığa dayanmaktadır. Türkiye’de AK Parti iktidardadır. CHP de artık din düşmanlığını bırakmıştır. İnsanlık “Adil Düzen” için hazırlanmıştır. Duamız odur ki insanlık azap çekmeden Kur’an düzenine geçsin.

Allah onların dediklerini hatırlattıktan sonra, bize zaman geçtikten sonra durumu bizim aracılığımızla bildirmektedir.  “Kâlû” cümlesi ile başlayan fiil cümlesidir. Bu cümle nakıs fiil olan “Kâne”li cümledir, isim ve haberi içermektedir, hâl cümlesi olabilir. Oysa Allah sen içlerinde iken onlara azap edecek değildir.

Bir kimse size bir hitap yapsa, “sen dün neden oruç tutmadın” dese, siz de, “ve küntü meriden” deseniz, cümle sahih olur. Çünkü “ben hasta idim” demektir, “ve” beyan “vav”ıdır yani onun söylediklerine cevap teşkil etmektedir, ancak bu cevap gerekçeyi beyan etmektedir.

Arap gramercileri dillerin kurallarını tesbit etmişlerdir; daha çok Arapların dillerini bilerek tesbit etmişlerdir. Kur’an o kuralların hepsini kullanmaz, bazen de Arapların kullanmadığı kuralı kurallar içinde vazederek kullanır. Bu sebepledir ki bugün Arapça gramerini yeniden yazmak durumundayız. Kur’an’da geçen “vav”ları baştan sonuna kadar manâlandırdıktan sonra nerelerde ne anlamda kullanıldığını ortaya koyup tasnif etmemiz gerekir.

“VeMâKânellahu” ifadesini aynen iade etmiştir.

İkinci “VeMâKânellahu”yu tekrar etmez “VeHumYestağfirûne” ile bitirebilirdi.

Birincisinde “Liyuazzibehum” dedi.

İkincisinde ise “Muazzibehum” dedi.

Birini bizim hâle bağladı, bizim “Adil Düzen Çalışmamızı” yapmakta olduğumuzu belirtti; diğerinde ise onların da istiğfarlarını ortaya koydu. Birinde haberi isim yaptı, diğerinde ise fiil yaptı.

Burada her iki ifadede de kastedilen “Allah” âlemlerin rabbi olan “Allah” olduğu halde, lafız iade edilmiştir. Burada, ikisinin birlikte olması gerektiği hususu “Ve” harfi ile anlatılmıştır. Bununla berber, “sen içinde olduğun halde onlar istiğfar etmez olabilirler” yahut “sen içlerinde olmadığın halde onlar istiğfar etmiş olabilirler”. Bununla beraber öyle durum olur ki, her ikisi birden olmadığı zaman azab gelmiş olabilir.

Biz bunu şöyle açıklıyoruz: Eğer tebliğ imkânı sağlanıyor, tebliğe mâni olmuyorlarsa; onlar istiğfar etmeseler de azap gelmez. Ama tebliğ imkânını da sağlamazlarsa; o zaman sen içlerinde olsan da onlara azab gelebilir. Allah seni onların arasından alıp götürür ve kurtarır.

Biz şimdi AK Parti’ye diyoruz ki; İranlılarla (Suriyelilerle) savaşmayın. Size saldırmadıkça kimse ile savaşmayın. Henüz o duruma yani savaş durumuna gelinmemiştir. Yarın onlar saldırmadan İran’a ve Suriye’ye saldırdığında bizi artık konuşturmaz olurlar. O zaman bize bu ülkeyi terk etmek düşer. Çünkü artık azab zamanı gelmiştir. Allah Obama’ya seçim kazandırmış ve bizim hicret zorunluluğumuzu ortadan kaldırmıştır.

İşte… Burada “Ve” ile “Ev” arasında bir manâ vardır, özel durum vardır. Onun için “MâKânellahu” cümlesi iade edilmiştir. “Ve” getirmekle “Ve” ile “Ev”in birlikte olması gerektiğini ifade etmiştir.

وَمَا كَانَ اللَّهُ

(Va MAv KAvNa elLAvHu)

“Allah, değildir.” 

Kâinatı Allah var etmiştir. Zamanı ve mekânı O var etmiştir. Sıfatları da o var etmiştir. Var edende var edilen bir şey olamaz. O halde Allah’ın sıfatları var mıdır, yoksa yok mudur? Allah’ın zatını kavramamız mümkün değildir. Zaten bizim beynimiz hiçbir şeyi kavrayamaz.

Şimdi karşımda bilgisayar ekranı vardır. Ben tuşlara basıyorum, ekranda da yazılar çıkıyor. Ben onları gördüğümü zannediyorum. Oysa ben onları görmüyorum. Onlardan çıkan ne olduğunu bilmediğim dalga gözüme gelmekte, gözdeki sinir uçlarına etki etmekte ve 0-1 olarak beynime ulaşmakta, orada değişik durum almakta, ben onu idrak etmekteyim. O halde benim idrak ettiğim ile olan arasında ne gibi bir ilişki olduğunu bilmemekteyim. Bana etkisini biliyorum, kendisini bilemiyorum.

Bir şeyin zatını ancak Allah bilmektedir. Biz Allah’ın kendisini değil, bize olan etkisini, görüntüsünü, yaptığını bilmekteyiz. O halde Allah’ın zatı üzerinde düşünmemiz yanlıştır. O bizi bilmektedir, görmektedir ama ışıkla değil zatımız ile bilmektedir.

Allah’ı onda olan ve olmayan sıfatları ile bilebilmekteyiz. Yani bize etki etmesi veya etmemesi şeklinde ortaya çıkar. Allah zalim değildir. Allah âlimdir deriz. Ayette iki defa olumsuz sıfata işaret etmiştir, ikisinde de azap etmemedir.

لِيُعَذِّبَهُمْ

(LiYuGaüÜiBaHuM)

“Azab eder değildir.”

“Kâne” fiili devamlılığı ifade ettiği gibi fiilin üzerine gelirse geçmişin hikâyesi olmuş olur. Bunu ortadan kaldırmak için “Li” harfi getirilir. “Mâ Kâne Yuazzibahum” denseydi, geçmişte azab edecek değildi manâsı çıkardı. “Liyuazzibahum” derse, hiçbir zaman azab edecek değildir manâsı çıkar. Buradaki zamir “Kâlû”daki zamirin aynısına racidir.

Allah insanları yarattı; çalışsınlar, çabalasınlar ve kendilerini yetiştirsinler diye. Azab başka türlü ıslah olmayanlaradır. Kur’an’da azabla ilgili âyetler gelmiştir.

O zaman bu âyetler Mekkelilere hitap ediyordu. Savaşlar oldu. İki taraf da kayıp verdi. Mağlubiyetleri azab sayılmaz. Sonunda Mekke fethedildi. Kimsenin elinden malı ve evi alınmadı. Herkes yerinde kaldı. Mekke’den Medine’ye hicret eden muhacirler bile Mekke’deki kendi evlerini geri almadılar. Hazreti Muhammed’in doğup büyüdüğü evi de yine kendilerine kaldı. Hazreti Muhammed fetihten sonra Medine’ye dönerken oraya Medineli bir vali bile tayin etmedi, Mekke valisini yine kendilerinden birisini yaptı. Bu azab değildir. O halde o kadar azabla inzâr olundukları halde, Mekkeliler, putlarının yıkılmasından başka bir azab görmediler.

Bundan iki ders almalıyız.

Bugün de eğer sermaye ve sermaye yandaşları, Mekkeliler gibi bize teslim olurlarsa, onlar da azap görmeyeceklerdir. Aksine, Mekkelilerde olduğu gibi rahmete ulaşacaklardır.

Bizim fethimiz nasıl olacaktır?

Bizim fethimiz semt kooperatifleri kurarak, karşılıksız sömürü sermayesinin dolarını teslim alırsak, işte o zaman fetih gerçekleşmiş olur. Onlar da karşılıklı para kullanmaya başlayacaklar ve Mekkeliler gibi azab görmeden varlıklarına devam edeceklerdir.

Direnir, bizim “emek senedi” karşılığı “altın para”nın çıkmasını önlemeye çalışırlarsa, o zaman mağlup olacak ve helâk olacaklardır. Biz onları helak etmeyeceğiz. Onları Allah helâk edecektir. Şimdilik onlar azab içinde olmayacaklardır, çünkü şimdi biz içlerindeyiz, “Adil Düzen”in kurulması için çalışıyor ve tebliğimizi yapıyoruz...

وَأَنْتَ فِيهِمْ

(Va EaNTa FIyHıM)

“Sen onların içinde iken...”

Buradaki “sen” o zaman Hazreti Muhammed’dir, bugün ise tebliğ eden herkestir.

Bir topluluk içinde onları uyaran kimse var olduğu müddetçe o karye helâk olmaz. Tebliğe son verildiğinde helâk olmuş olur.

Çağımızın en büyük olayı sosyalizmdir, komünizmdir. Tarihin hiçbir döneminde hiçbir zaman Sovyetler (SSCB) kadar büyük ve gaddar bir zulüm olmamıştır. Tarihin hiçbir döneminde dine ve mülkiyete onların zamanında olduğu kadar saldırmadılar. Buna rağmen devlet çok güçlü şekilde var olmaya devam etti, aile müessesesi de varlığını korudu; Marksizm’in aksi yöndeki teorisine rağmen korudu. Sovyet sosyalizm zihniyeti dünyanın yarısını hâkimiyeti altına aldı; kurtuluş ümidi yok olmuştu.

Aynı zulümât, aynı zalimlik kapitalizmde de mevcuttu. Aile müessesi yıkılmak üzereydi. Devletler bağımsızlıklarını kaybetmiş, sermayenin emrine girmişlerdi. Batı dünyasında Papalık yani din kenara itilmişti. Müslüman ülkelerin halkı da Türkiye örneğinde olduğu gibi zorla dinsizleştiriliyordu.

Türkiye’de Bediüzzaman ve Millî Görüş Hareketi tebliğ görevine devam ettiler, bu sayede bugün insanlık nefes almıştır. Sovyetler yıkılmış ve tarih olmuştur. Batı’da da din düşmanlığı ortadan kalkmıştır. Henüz net olarak nereye doğru gidileceği belli olmamakla beraber, artık ateizm ve ahlâksızlık modası sona ermektedir.

Bundan sonra ne olacaktır, insanlık nereye doğru gidecektir? 

Sömürü sermayesi hâlâ direnmekte, üçüncü cihan savaşı çıkararak yeniden eski hükümranlığını elde etmeye çalışmaktadır. Ne var ki ABD’de seçimi Obama kazanmış, “üçüncü cihan savaşı” ihtimali şimdilik ufuklardan kaybolmuştur.

Dünya şimdi fetret devrindedir ve “Adil Düzen”i beklemektedir...

Türkiye’de AK Parti de artık çıkardığı gömleğe yeniden uzaktan da olsa talip olmaktadır. Başbakan Erdoğan, Erbakan’ın yolundan gittiğini ilan etmiştir...

Evet…

Yeni Türkiye;

Mustafa Kemal’in bağımsızlaştırması…

Adnan Menderes’in sanayileştirmesi…

Turgut Özal’ın demokratikleştirmesi ve

Necmettin Erbakan’ın “Adil Düzen”i ile…

İnsanlığa yeni medeniyeti;

“III. Binyıl Medeniyeti”ni…

Yani…

“Adil Düzen Medeniyeti”ni sunacaktır.

Adil Düzen Çalışanları insanlık içinde bulunduğu müddetçe, Allah insanlığa azab edecek değildir; günümüz için âyetin anlattığı budur.

“ADİL DÜZEN” NEDİR?

-diye soracak olurlarsa, cevabınız hazır olmalıdır:-

1- EMEK KARŞILIĞI FAİZSİZ PARA...

2- YERİNDEN YÖNETİM...

3- HAKEMLİK SİSTEMİ...

4- HİCRET DEMOKRASİSİ...

İnsanlık bu düzene ilâhi kitaplarla ulaşacaktır.

KUR’AN son kitaptır, diliyle ve kuralları ile bize kadar ulaşmıştır, içtihat ve icma müesseselerini getirmiştir, lâik düzen getirmiştir. Bu sebeple diğer bütün ilâhi kitaplar “Kur’an Merkezi”nde yorumlanmalıdır. Onlara bırakılmayacak, onların hükmü geçmemiştir ama Kur’an’ın teyidi ve tasdiki ile o kitaplar ele alınacaktır. Onlarda da nur ve hidayet vardır.

وَمَا كَانَ اللَّهُ مُعَذِّبَهُمْ

(Va MAv KAvNa elLAHu MuGaüÜıBaHuM) 

“Ve Allah onların muazzibi değildir.”

Sen içlerinde iken Allah onlara azab edecek değildir.

Orada fiil-i mazi getirdi, burada ism-i fail getirmiştir.

Arapçada gelecek zaman sigası yoktur. Onun yerine ya muzarinin başına “Se” veya “Sevfe” getirilir yahut fiil-i muzari söylenir, karine ile gelecek zaman ifade edilmiş olur.

Gelecek zaman bir de ism-i faille söylenir. “Ene zahibun” dediğin zaman “ben gideceğim” demektir. Hemen gitmen gerekmez. Fiil-i muzari de aynı şekilde getirilmiş olur.  İsm-i fail geçmişi de içerir. Fiil-i muzari hâl ve geleceği ifade eder, tüm zamanları kapsamaz, ism-i fail zaman dışıdır.

Sen içlerinde olduğun müddetçe onlara azab etmez.

Onlar istiğfar eder oldukça da onlara azab edecek değildir.

Onlar suçlarından dolayı azaba uğramayı hak ettiler. Sen içlerinde oldun, uyarmaya başladın. Uyarma tamam olmadıkça onlara azab edilmeyecektir.

Uyarma nasıl tamamlanacaktır?

Onlara gösterilecek. Hak onlara anlatılacak. Onlar da onu reddedeceklerdir. Ölmen veya onlardan hicret etmen yani bir şekilde oradan ayrılman gerekir ve/veya onların istiğfar etmemeleri gerekir. Ayrıldıktan sonra istiğfar ederlerse onlara azab edilmeyecektir.

Mekkeliler Mekke’yi teslim etmekle bu istiğfarı yapmış olacaklardır.

Biz İstanbul’da kuyumcular kooperatifini kuracağız. Kooperatif altın bonosunu çıkaracak, kuyumculara kredi olarak verecektir. Kuyumcular altın bonosu ile altını kârsız alıp satacaklardır. Bu döviz olacaktır. Diğer paralar hep bu altın senedi ile konvertibl olacaklardır. Merkez Bankaları devletlerin olacaklardır. Sermaye karşılıksız para basmayacaktır. Sermaye ticaret yapacak, faiz alıp vermeyecek, böylece Mekke’nin anahtarlarını teslim edecektir. “Adil (Ekonomik) Düzen”in sermayeden istediği yalnız budur. Biz Mekke’yi almayacağız, biz Mekke’yi yani sermayeyi yine kendilerine bırakacağız.

Demek ki sermayeden istediğimiz çok basittir.

1- İstanbul’da kurulacak kredileşme kooperatifine ortak olacaklar, paralarını altın bonolarına çevireceklerdir.

2- Altın para ile dünya ticaretine devam edeceklerdir. Faizli işler yapmayacaklar, tekeller oluşturmayacaklardır.

3- Amerika’daki Merkez Bankası’nı (FED) ABD halkına devredecekler, devletlerin siyasetine karışmayacaklar, savaş çıkarmayacaklar, fitne fesat yapmayacaklar.

4- Basın/medya tekelinden vazgeçecekler, insanları ahlâksızlaştırmaktan, dinsizleştirmekten, fitne ve fesat çıkarmaktan vazgeçeceklerdir.

İşte…

Bir gün bunları kabul ederlerse, Mekkeliler gibi onlar da kazanacaklar, zenginlikleri yine onlarda kalacaktır. Mekke insanlığın merkezi olmaya devam ettiği gibi insanlığın ekonomisi yine onların elinde olacaktır ama artık tekel oluşturmayacaklardır. Serbest rekabet içinde, ekonomik rekabet içinde varlıklarını sürdüreceklerdir.

وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ

(Va HuM YaSTaĞFıRUvNa)

“Ve onlar istiğfar ederken.”

Bugünün müşrikleri Amerika’daki tekel sermaye sahibi Yahudilerdir. Tüm dünyayı karşılıksız para ile hâkimiyetleri altına almışlardır. Beş yüz seneden beri elde ettikleri üstünlük en üst seviyeye ulaşmıştır. Ama artık karalar bitmiştir. Fethedecekleri yeni bir ülke kalmamıştır. Gidecekleri yeni bir yer kalmamıştır.

Faizli sistem uçağa benzer. Durursa düşer. Faizli sistem devamlı olarak uçak gibi durmadan uçmak yani hep sömürmek zorundadır. Avrupa’da başlayan sömürü yavaş yavaş gelişmiş, önce Akdeniz bölgesini kaplamıştır. Batı dünyası sermaye sömürüsüne teslim olunca yeni sömürü ülkesini aradılar. Sovyetleri (SSCB) yıktılar, bir müddet de oraları sömürerek vaziyeti idare ettiler. Sonra Çin’i yıkmadan esir aldılar, onu sömürerek yaşayışlarını devam ettirdiler. Şimdi gidecekleri yer kalmamıştır, sömürülecek yer kalmamıştır. Afrika ve Güney Amerika gibi geri ülkeler de sömürülemiyor.

Bu durumda şimdi onların yapacakları nedir?

Faizsiz sisteme geçmelidirler; Tevrat’ın ve Kur’an’ın emrettiği sisteme geçmelidirler.

İşte, onların istiğfarı budur.

O zaman Allah onlara azab etmeyecektir.

İnatlarında ve küfürlerinde devam edecek olurlarsa…

O zaman Adil Düzen Çalışanları kendi semtlerine çekilir, serada yaşamaya başlarlar...

Onlara da; ‘ne hâliniz varsa görün’ derler...

İşte…

Dünya o zaman SOSYAL TUFANA uğrar...

Büyük devletler atom silahlarını kullanırlar... Kendilerini savunma durumunda olan küçük devletler kimyasal ve biyolojik silah kullanmaya başlar... Yeryüzü enkaz hâline gelmiş olur... Ardından SOSYAL TUFAN durulmuş, sular çekilmiş olur... Semt seralarında yaşayana Adil Düzen Çalışanları seralarından çıkar ve “III. Binyıl Uygarlığını” kurarlar...

Amerikan Yahudileri şimdi birbirleri ile savaş içindedirler. Obama taraftarları “reel ekonomi” yanlılarıdır. Bunların fabrikaları var, üretime devam etmek istiyorlar. Bush zihniyeti taraftarları ise “finans ekonomisi” tarafıdırlar. Faizle hâkimiyetlerini kurmak istiyorlar. Bugün reel ekonomi taraftarları iktidardadır yani istiğfar durumundadırlar.

Bizim işimiz “Adil Düzen”i ortaya koyup insanlığa sunmaktır.

Ondan sonraki iş bize değil, Allah’a ve insanlığa kalmıştır.

İnsanlar isterlerse mağfireti, isterlerse azabı tercih ederler.

 

 


ENFAL SÛRESİ TEFSİRİ(8.SÛRE)
1-1.AYET TEFSİRİ
2219 Okunma
2-2 VE 4.AYETLER
1730 Okunma
3-5 VE 6.AYETLER
1409 Okunma
4-7 VE 8.AYETLER
1995 Okunma
5-9 VE 10.AYETLER
2198 Okunma
6-11.AYET
1706 Okunma
7-12 VE 14.AYETLER
2308 Okunma
8-15 VE 16.AYETLER
1932 Okunma
9-17 VE 18.AYETLER
1764 Okunma
10-19.AYET
1479 Okunma
11-20 VE 23.AYETLER
1550 Okunma
12-24 VE 26.AYETLER
1678 Okunma
13-27 VE 28.AYETLER
2540 Okunma
14-29 VE 31.AYETLER
1565 Okunma
15-32 VE 33.AYETLER
1728 Okunma
16-34 VE 35.AYETLER
1451 Okunma
17-36 VE 38.AYETLER
1380 Okunma
18-39 VE 40.AYETLER
1684 Okunma
19-41.AYET
2302 Okunma
20-42.AYET
1824 Okunma
21-43 VE 44.AYETLER
2883 Okunma
22-45 VE 46.AYETLER
2277 Okunma
23-47 VE 48.AYETLER
1675 Okunma
24-49 VE 51.AYETLER
1496 Okunma
25-52 VE 53.AYETLER
2274 Okunma
26-54 VE 56.AYETLER
1540 Okunma
27-57 VE 59.AYETLER
1469 Okunma
28-60.AYET
1755 Okunma
29-61 VE 62.AYETLER
1768 Okunma
30-63 VE 64.AYETLER
3791 Okunma
31-65 VE 66.AYETLER
2180 Okunma
32-67 VE 69.AYETLER
1808 Okunma
33-70 VE 71.AYETLER
1634 Okunma
34-72.AYET
2085 Okunma
35-73.AYET
1538 Okunma
36-74.AYET
1540 Okunma
37-75.AYET
1612 Okunma

© 2024 - Akevler