ENFAL SÛRESİ TEFSİRİ(8.SÛRE)
Süleyman Karagülle
2220 Okunma
1.AYET TEFSİRİ

Enfal Sûresi-1

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

يَسْأَلُونَكَ عَنِ الْأَنْفَالِ قُلِ الْأَنْفَالُ لِلَّهِ وَالرَّسُولِ فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَصْلِحُوا ذَاتَ بَيْنِكُمْ وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ (1)

Kur’an 114 sûreden oluşur. Bu 19*6=114 etmektedir. “Besmele”de de “Ellah”daki elifi ve “Rahman”daki elifi ayrı harf sayarsanız 114 etmektedir. Kur’an “Yedi mesaniyi ve büyük Kur’an’ı indirdik” diyor. Demek ki büyük Kur’an’da 113 sûre vardır. Tevbe Sûresi’nin başında Besmele olmadığı için 112 Besmeleli sûre vardır. Bu da 16*7=112 eder.

Sûreler bundan sonra 64+32+16 olarak üç grupta toplanır, sonraki sûreler daha kısadır.

64’lük sûre de önce 2’li sonra 3’lü sonra 7’li olarak gruplanır. Sonunda 10 sûre eklenir

2*4(-1)+3*4+ 3+4+7*4+10=65-1=64

İlk uzun 8 sûre İslâmiyet’i anlatmaktadır. Bunlardan ilk 4 sûre İslâmiyet’in hükümlerini ortaya koymaktadır. Sonraki 4 sûre de tebliğin usullerini ortaya koymaktadır. Son 4 sûrenin son 2 sûresi ise siyasi örgütlenme olan devlet kurmayı talim etmektedir.

Enfal Sûresi” işte bu sûrelerin birincisidir.

Enfal Sûresi” devletin oluşması ve askeri birliğin kurulması üzerinde durmaktadır.

Kur’an devlet kuran iki peygamberden bahsetmektedir.

Biri Hazret Musa Peygamberdir. İsrail Oğullarını Mısır’dan almış ve çöllerde kırk sene dolaştırdıktan yani devlet kuracak hâle getirdikten sonra, artık bu topraklara girin ve devletinizi kurun demiştir. İşte o devlet bugün hâlâ yaşıyor ve bugün dünyaya sermayesi ile hükmediyor.

İkinci devlet kuran peygamber Hazreti Muhammed aleyhisselâmdır. Mekkeli muhacirleri almış, Medine’ye götürmüş ve orada ensar ile birlikte önce Medine bucağını kurmuş, sonra Arapların kavmî devletlerini kurmuştur. O devlet de bugün yeryüzünde var olan devletlerin oluşmasına örnek olmuştur.

Şeriatçı=Demokratik, İslâm=Lâik, Âdil=Liberal, Hak=Sosyal devlet anlayışları amelî yani uygulamalı olarak henüz gerçekleşmemiştir, ancak ilmî olarak benimsenmiştir.

Devlet iki şekilde kurulur.

Birinci devlet kuruluş şekline göre bir güç gelir, bir anayasa yapar ve halka zorla dayatır. Kabul edenler kabul eder, kabul etmeyenler orasını terk ederler veya ölürler. Bu kuvvete dayalı devlet şeklidir.

İkinci devlet kuruluş şekli ise hakka dayalıdır.  İnsanlar birleşirler, çalışırlar, uzlaşırlar ve bir anayasa yaparlar. O anayasaya göre örgütlenirler ve devlet olurlar.

Yani kuvvet düzeninde önce kuvvet vardır, yasaları o kuvvet oluşturur.

İslâmiyet’te ise önce yasalar vardır. Halk onları benimsemiştir. O yasalar o halkı topluluk hâline getirip kuvvet olurlar ve devleti kurarlar.

Bugünkü Türkiye’de Batı anlayışında demokrasi vardır. Ekseriyeti alan iktidar olmaktadır. Ancak bir şartları vardır. Kendi şeriatlarına göre iktidar olacaksınız. Bu onların fiilî şartlarıdır. Hukuki şart ise ekseriyet şeriatını da değiştirebilir. Şeriat birden değişmediği için bugün çıkmazdadırlar. İslâmcılar iktidar oluyor ama İslâm şeriatını getiremiyorlar. Ümit ediyoruz ki bu sûre üzerinde yapacağımız bu çalışmamız bize mevcut ekseriyet sisteminden hicret sistemine geçmemizin yollarını gösterecektir. İnşaallah…

Maide Sûresi bize bucakların nasıl kurulacağını ve yerinden yönetimin nasıl oluşacağını anlatmıştı. Bu sûre de merkezi gücün nasıl oluşacağını anlatacaktır, sanıyoruz…

يَسْأَلُونَكَ عَنِ الْأَنْفَالِ

(YaSEaLUvNaKa GaNı eLEaNFALı)

“Sana enfalden sual ediyorlar.”

Yes’elûneke” kelimesi Kur’an’da dokuz yerde geçmektedir.

Bunun bir tanesi “Senden saatin ne zaman sükûn edeceğini soruyorlar” şeklindedir. Buradaki saat âhiretin saatidir ama vaat edilen “Adil Düzen” saati de olabilir. “Adil Düzen iktidarı ne zaman gelecektir diye soruyorlar” şeklinde anladığımızda bu da şeriatla ilgili sorudur.

Diğer sekiz yerde tamamen şeriata ait hükümleri soruyorlar, öğrenmek için soruyorlar, mirası soruyorlar, zekâtı soruyorlar. Burada da enfali soruyorlar. Sûre bununla başlıyor.

Bundan önce ele alıp 75 hafta üzerinde çalıştığımız Maide Sûresi akitleri ifa edin diye başlamıştı. Çünkü İslâm topluluğu sözleşmelere dayalı olarak oluşacaktır. Burada da enfalden soruyorlar. Sözleşmenin üzerinde sözleşmesiz elde edilen değerlerin hükümleri soruluyor.

Senden soruyorlar” ifadesi burada sûrenin başındadır. Başka yerlerde hep sûrenin içinde yer almaktadır. Akitleri yerine getirin emrinden sonra şimdi enfalin yani kamu değerlerinin yönetimi üzerinde hüküm getirmektedir. Tüm sûre bunun açıklaması olacaktır.

Bir iş yaparsınız, maksadınız bir şeyi elde etmektir. Onu elde edersiniz. Ayrıca yan ürünler ortaya çıkar. Diyelim ki bir mala ihtiyacınız var, malı satın almak için üreticiye gittiniz, görüştünüz, pazarlıklar yaptınız, malı satın aldınız. Bu kişiyle anlaştınız, birbirinizi sevdiniz, görüşmeniz devam etti, ortak oldunuz, kız alıp verdiniz. Bu sizin baştan istediğiniz ve hesaba kattığınız değerlerdir. İşte bu enfaldir, nafiledir. Kendiliğinden ve sizin emeğiniz olmadan olmuş değerdir. Bir araya gelen insanlar kendi çıkarlarını sağlamak ve korumak için bir araya gelirler. O maksatla ortaklık kurarlar, birlik yaparlar. Ne var ki bu birlik onlara onların beklemediği ve baştan bilmediği birçok imkânları ortaya çıkarır. Bu enfaldir.

Bu sûre bize işte bu enfali anlatacaktır.

يَسْأَلُونَكَ

(YaSEaLUvNaKa)

“Sana sual ediyorlar.”

Se'l” “Sehl” kelimesine akrabadır. “Sehl” ova demektir, kolaylık demektir. Bir kimsenin dilenerek mal edinmesi en kolay kazanç şekli olduğu için dilenme fiili “SEL” kökü ile ifade edilir. Kur’an’da bu manâda geçmektedir. “Saili nehr etme”deki sail böyledir.

Bir de bir kimseye bir şey sorup kolay öğrenme de sual etmektir. İspatlı sormak taallümdür. İspatsız söylediğini kabul etme anlamında sorulan sorular sualdir.

İki çeşit hüküm vardır. Biri fıtrî hükümdür. Sünnetullahtır. Bunu kimse değiştiremez. İnsanlar sadece öğrenirler. Bazı hükümler vardır ki onlar vaz’î hükümlerdir. Kişi onu kendisi istediği için o hükmü koyar. Fıtrî hükümler sorulmaz, fıtrî hükümler taallüm edilir. Vaz’î hükümler sual edilir.

Biz bir araya geldik, sözleşmelere dayanarak ortaya bir ürün koyduk. Verdiklerimizi aldık, onları harcadık ve yaşadık. Ortaya çıkan fazla ürünler ne olacaktır? Enfal ne olacaktır? İşte onu soruyorlar.

Kapitalistler bunun girişimci hakkı olduğunu, sermaye sahibine ait olması gerektiğini ileri sürüyorlar. Sosyalistler ise bunun yöneticilere ait olduğunu kabul ediyorlar.

Müminler de soruyorlar: Enfal ne olacak?

Burada “Seelûke” değil de “Yes’elûneke” denmektedir. Yani gelecekte insanlar soracaklardır. Adil Düzenciler soracaklardır. Enfalin hükmü nedir?

Sosyalistlerin düzeni var, kapitalistlerin düzeni var, karmacıların (karma ekonomi) düzeni var; peki, bizim düzenimiz ne olacak, Adil Düzencilerin düzeni ne olacaktır, o nasıl değerlendirilecektir? Bunu soran varsa işte o kimse Adil Düzencidir. Manâsını bilmeden, ne olduğunu öğrenmeden ben Adil Düzenciyim demek Adil Düzenci olmak demek değildir.

Burada soran kimdir, sorulan kimdir?

Soran “Adil Düzen”i benimseyip onu ülkemize getirmek isteyen insandır. Hazreti Peygamberin halifesi olan kimsedir. Bizden başkası varsa, bizden daha layık birisi varsa biz ona biat ederiz. Yoksa kendi kendimize biat yapar ortaya çıkarız. Başkaları da “Adil Düzen”e talip olurlarsa aramızdan birini imam yapar ona biat ederiz. Biz siyasette Erbakan’a biat ettik. Şimdi yeni Erbakan bekliyoruz. O kimdir? O “Adil Düzen”i öğrenmek isteyen kimsedir.

Biz Erbakan’a hemen biat etmedik, bizimle “Adil Düzen”i çalışmaya başladığı zaman biat ettik. Bizden biat almak isteyen Adil Düzen Çalışmalarımıza katılacak, sonra biz ona biat edeceğiz. Bu çalışmaya biz başladık, yarım asırlık bir mazisi vardır. Yeniden Adil Düzen çalışmasına başlamak mescid-i dırardır. Bizim Adil Düzen Çalışmalarımıza katılacaksınız. Orada eğitim aldıktan sonra ilim yapacaksınız ve orada kalırsanız başa geçebilirsiniz. Siyaset yapacaksanız Erbakan gibi ortaya çıkar bizden biat alırsınız.

İşte burada “Ke/Sen” diye hitap edilen çağımızın fıkıh âlimidir, fıkıh âlimlerinin sorumlusudur.

İstanbul Akevler Yenibosna’daki çalışanlara hitap etmektedir. Bunun şimdilik sorumlusu Lütfi Hocaoğlu’dur. İleride daha büyük âlim gelirse elbette o bu “Ke/Sen”in muhatabı olur.

İstanbul’un dışında olup da “Adil Düzen”de çalışanlar orada kendi imamlarını seçeceklerdir. O toplulukta muhatap oranın imamıdır. İnternet sitemiz (www.akevler.org) bizi birleştiren alandır. Zamanla ortaya çıkan icmalar bizim şeriatımız olacaktır. Şimdilik aşiretler oluşturacağız, aşiretler/ocaklar seviyesinde çalışacağız. Muhatap olan aşiret imamıdır.

İleride bu “Ke/Sen” kabile/bucak imamı olacak ve kendi yüz dairelik apartmanlarımızı kurduğumuz zaman o bucağın başkanı bu “Ke/Sen”in muhatabı olacaktır.

Adil Düzen Bucakları kooperatifler hâlinde oluştuktan sonradır ki belediye yönetimlerine uzlaşma içinde talip olabiliriz...

Sonra ülke yönetimine yine uzlaşma içinde talip olabiliriz...

Ekseriyet sistemi ile iktidar olup diğerlerini zorla Adil Düzenci yapmak İslâmî değildir. Buna talip olanlara biat etmemeliyiz. Kim iktidarda ise ona biat etmeliyiz.

Sorulan belli olunca soran da belli olmuştur. Her aşiret halkı kendi imamlarına sual edeceklerdir. Öğrenmek amacı ile sual edeceklerdir. Sonra her aşiretin/ocağın bir enfali olacaktır. O enfalin idaresini soracaklardır. Sonra kabilemizi/bucağımızı kurduğumuz zaman bucak halkı sual edecektir. Beldemizi kurduğumuzda belde halkı sual edecektir. Uzlaşma içinde iktidara geldiğimizde kavmimiz/ulusumuz sual edecektir. Tüm insanlık “Adil Düzen”i kabul ettiği zaman Mekke imamına sual edecektir.

Biz Kur’an’ı 1400 sene önceki tarih kitabı olarak okumuyoruz.

Sorulan kimdir; Hazreti Muhammed.

Soran kimdir; Sahabeler.

Böyle manâ verir geçebilirdik.

Oysa bu manâya âyet açıkça manidir. Öyle olsaydı “sorarlar” değil de “sordular” olurdu. Bu âyetleri kim okursa Kur’an’ın kendilerine hitap ettiğini bilmesi gerekir. “Ke/Sen”in muhatabı her okuyandır, mü’mindir, imamdır. Özel olarak Hazreti Muhammed’dir.

عَنِ الْأَنْفَالِ

(GaNı eLEaNFALı)

“Enfalden”

Çalıların bir özelliği vardır. Tohumundan dikerseniz bir tane fidan olur, çalı veya ağaç olur. Çoban onu hayvanları için keser ve yapraklarını yem yapar. Gayesi hayvanı doyurmaktır. Ne var ki gelecek sene o kestiği kök altı yedi dal verir.

İşte böyle kesildiği için dallanan fidanlara “nifal” denir.

Toplulukta herkes gelir ve kendi çıkarı için çalışır. Sonunda herkes kendi çıkarını elde ettiği gibi ayrıca topluluğun da varlığı artar. Buna “nifal” denmektedir.

Hükümdarlar orduları bir yerden diğer yere sevk edebilmeleri için yol boyunca kervansaraylar yaparlardı. Gerektiğinde gündüz yürür gece kervansarayda konaklarlardı. Diğer zamanlarda boş kalmasın diye halkın konaklamasına izin verirlerdi. Bu sayede ülke içinde ortak ekonomi doğar zenginlik oluşurdu. İşte bu “enfal” olur.

Devlet bir işte herkes hakkını aldıktan sonra topluluk oluşturduğu için elde edilen kazanç ile varlığını oluşturacaktır. Savaş ganimet için yapılmaz. Savaş fesadı önlemek için yapılır. Bu arada savaşın sonunda ganimet de gelebilir. Bu “enfal”dir.

Enfal” “Nefel”in cemidir.

Enfal” kelimesi marife gelmiştir.

Sordukları şey hayali şey değildir.

İzmir Akevler kurulmuş ve sözleşmelerle herkese payları verilmiştir. Ayrıca “kefalet hesabı” diye bir hesap açılmış ve “enfal” orada toplanmıştır. O halde İzmir Akevler ortakları bu enfal ne olacaktır diye sual edeceklerdir.

Benzer şekilde Millî Görüş hesabına birçok imkân ortaya çıkmıştır. Onlar enfaldir. Şimdi bu ne olacaktır diye soruyorlar olabilir.

An” kelimesi geldiğinde sual anlamına gelir. Eğer “An”sız gelseydi o zaman ganimeti senden istiyorlar anlamı çıkardı. Burada enfalin kendisini talep etmiyorlar, hükmünü soruyorlar.

قُلِ الْأَنْفَالُ لِلَّهِ وَالرَّسُولِ

(QuLi eLEaNFaLu LilLaHi Va eLRaSVuLi) 

“Enfal Allah ve resulündür de.”

Kul/Söyle” diyerek, soruların haklı olduğunu, senin onlara cevap vermen gerektiğini ifade etmektedir. Oysa saat hakkındaki sorulara sen nereden bileceksin denmektedir.

Kur’an’da “Resul”; 

a) Yalnız “Resul” olarak geçer,

b) “Allah ve Resul” olarak geçer,

c) “Allah ve Resulü” olarak geçer.

Yalnız “Resul” olarak geçtiği zaman topluluğun imamı olarak geçmektedir. İmamdan farkı, “imam” beş vakit namazın imamıdır, geneldir. “Resul” ise kabile/bucak başkanıdır. Bu bucak merkez bucağı ise onun da başkanıdır. Yani il merkez bucağının, ülke merkez bucağının ve insanlık merkez bucağı olan Mekke’nin de başkanıdır. “Resul” aynı zamanda ilçe merkez bucaklarının, bölge merkez bucaklarının, insanlık kıta merkezleri merkez bucaklarının da başkanıdır.

“Allah ve Resul” olarak geçtiği zaman da başkanlıktan çok başkanın hakemlik görevini ifade eder. Başkan başkanlık yapmaz, sadece nezaret eder. Halk kendisi işleri şeriata göre yürütür. Aralarında bir niza çıkarsa işte o zaman başkan müdahale eder, geçici hakemlik yapar. Hayatın akışını sağlar. Tıkanıklıkları açar. Bu kararlarında başkan haksızlık yapmış olabilir. Çünkü karar hemen alınacak, haklı ve haksızı tahkik etme zamanı yoktur. Mağdur olanlar hakemlere giderler ve haklarını alırlar. Kendilerine başkalarının hakkı geçmişse iade ederler.

“Allah ve Resulü” olarak geçtiği yer hakemlerin kararıdır. Bu karar artık değişmez. Bu karara göre hak kazanan kazanmıştır. Başka mahkemenin kararı ile de bu hak geri alınamaz. Hakemler haksızlık yapmışlarsa hakemler aleyhine dava açılır, onların âkilesi tazmin eder.

Burada enfalin hükmünü Allah ve resule vermiştir. Dolayısıyla demek ki enfal ile ilgili kararlar hakemlerin denetimindedir. Yetkili karar verir, sonra hakemlere gidilerek adalet istenebilir. Bunun için enfalle ilgili kararlar Ramazan’dan önce alınır. Hac aylarında itiraz müddeti tanınır. Bütçe Kurban bayramında kesinleşir. Muharrem 1’de yürürlüğe girer.

Demek ki buradaki “Enfal Allah ve resule aittir” sözü bize bütçenin nasıl yapılacağını da öğretmiş olmaktadır.

“Adil Düzene Göre İNSANLIK ANAYASASI” fukahanın icma ve içtihatlarına dayanılarak istihsanla hazırlanmıştır. Şimdi Kur’an’ı yorumladıkça fukahanın ne kadar isabetli hükümler ortaya koyduğu anlaşılmaktadır. Bizim istihsanımız böyle nassla teyit edilmektedir. Yani istihsanla varsayımları koyuyoruz, sonra Kur’an’la ve müsbet ilimle varsayımlarımızı kontrol ediyoruz. Uymadığı takdirde varsayımımızı değiştiriyoruz. Bütün fukaha da böyle yapmıştır.

قُلِ

(QuL)

“Kavlet.”

Sorulan sorulara cevap verilecektir.

Hangi konularda?

Yetkili olduğu ve bildiği konularda cevap verecektir.

Yetkili olmadığı veya bilmediği konularda “bilmiyorum” diyecektir.

Bu nokta çok önemlidir. Bize bir şey sordukları zaman önce onu bilip bilmediğimizi kontrol edeceğiz, bilmediklerimiz hususunda beyanda bulunmayacağız. Sonra da yetkili olup olmadığımız önemlidir. Yetkili olmadığımız yerde söz söylemek yetki müdahalesidir. Münazaadır. Yetkili kendi içtihadı ile hareket eder. Bizim ona müdahale etme hakkımız yoktur. Karar verdikten sonra karar infaz edilinceye kadar sükût etmemiz gerekir. Karar infaz edildikten sonra sonuçları ile karar tartışılır. Bu karar vereni suçlamak amacıyla değil, kararın hatalı olmasını ortaya çıkarıp hatalı kararların tekerrürünü önlemek içindir. Bunun hukuki sonucu şudur. Bir yetkili kendi yetkisinde olan bir hususta karar verdikten sonra o uygulanır. Sonuçlardan karar veren sorumlu olmaz. Haksızlık doğmuşsa dava açılabilir ve haksızlık giderilir ama haksızlık yetkilinin içtihadı ile aldığı karardan dolayı yetkili değil onun dayanışma ortaklığı sorumlu olur. İşte “içtihattaki hatadan dolayı kişi sorumlu değildir” sözünün manâsı budur. Burada da kendi içtihadına göre yetkin dâhilinde olan hakkında sordukları soruya cevap ver ve hükmünü söyle demektir. Söylemekle memur olan söylediği için mesul olmaz.

الْأَنْفَالُ

(eLEaNFaLu)

“Enfal”

Enfal” kamu malları demektir. Birlikte iş yaptığımız zaman herkes katkısını aldıktan sonra topluluğun birlikte iş yapmasından dolayı ayrıca bir fazlalık ortaya çıkar, buna “Enfal” denir. Bunun hükmü de Allah’a aittir, topluluğa aittir.

Enfal” burada tekrar edilmiştir.

Soru soranın cümlelerinde geçen kelimelere zamir gönderilebilir. “Ahmet geldi mi?” diye sorulduğunda cevap olarak o “Yarın gelecek” denir; “Ahmet yarın gelecek” şeklinde de söylenebilir. İkisi arasında bir fark var mıdır? Birincideki enfal mahut enfal olabilir. Yani Akevler’in kefalet hesabının hükümleri nedir denebilir. Cevap verirken ise sadece o enfal söz konusu ise “kul hiye” denirdi. Öyle değil de bütün enfallerin hükmü ifade ediliyorsa o zaman enfal tekrar edilir. Çünkü birincisi ahd içindir, ikincisi istiğrak içindir.

Burada Hazreti Peygamber’in sünnetine de işaret vardır. Hazreti Peygamber’e genel soru sorulması yasaklanmıştır. Gerçek olay olur ve olayın çözümü için soru sorulur.

Mahkemelerin genel sorulara cevap vermeleri meşru değildir. Davacı ve davalı olacak, olay gerçekleşmiş olacak, ancak onun davası söz konusu olabilir.

Resul hüküm koyarken genel olarak koyardı, kim böyle yaparsa hükmü budur derdi, olay hakkında hüküm vermezdi. Başkanların Allah ve resul olarak görevi eksik olan maddeleri tamamlamaktır. Yani bir tür hüküm ortaya koyar ve şeriat yapar. Bu kesin değildir. Hakemlere gidilip iptal ettirilebilir. Oysa hakemlerin kararları iptal edilemez.

İşte enfalin iadesi başkanın genel kuralı ifade ettiğidir.

Sorulan konuda kesin karar hakemlerden oluşan yargınındır.

لِلَّهِ وَالرَّسُولِ

(LılLAHı Va elRaSUvLı)

“Enfal Allah’ın ve resulünündür.”

Allah” topluluğu, “Resul” de başkanlarını temsil eder.

Allah ve resulünündür” denerek, onlardan yararlanmak topluluğa aittir denilmektedir.

Şeriata göre herkes enfalden yararlanacaktır. Mesela yapılan bir yolda herkes yürüyecektir. Ne var ki onun şeriata göre kullanılması görevi ve yetkisi başkana aittir. Bunun hukuki sonucu şudur. Başkan kendi içtihadı ile topluluğun mallarını yönetir. Ne var ki bu şeriata göre içtihat olacaktır. Bu sebeple başkan yargı denetimindedir, aldığı kararlar hakemler tarafından iptal edilebilir.

Bir ortak üretimde ortaya çıkan mallara belli değerler verilir. Fiyatlandırılır. Onu üretenlere de belli ücretler veya bedeller verilir. Sonunda girdilere göre ortaklara pay verilir, çıktı mallar da ona göre değerlendirilir. İşte ücretleri ve fiyatları başkan tesbit eder. Mağdur olanlar hakemlere giderler. Hakemler kararı ile yanlışlar düzeltilir.

Kişi hakeme üç şekilde gidebilir.

a) Benim payım azdır.

b) Filanın payı fazladır.

c) Filanın payı fazla benim azdır.

Hakemler buna göre karar verirler. Ya herkesin payını azaltırlar yahut herkesin payını çoğaltırlar ya da birinin payını artırıp diğerinin payını azaltırlar. Hakemlerin kararları kesindir.

İleride ganimetin hükmünü koyacaktı. Enfal bölüştürülürken üç “Lam” kullanılacaktır. “Lillahi ve Li’r-rasuli” denmektedir. Burada ise “Lam”la ayrılmamıştır. Enfalin hükümlerinden bahsedilmektedir. Başkanın başhakem olmasından dolayı söz etmektedir. Bu sebeple “Lam” tekrar edilmemiştir.

فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَصْلِحُوا ذَاتَ بَيْنِكُمْ

(Fa itTaQUv elLAvHa Va EÖLiXUv ÜaTa BaYNıKuM)

“Allah’a ittika ediniz, beyninizin zatını ıslah ediniz.”

Allah ve resulüne ait yerlerde kararları resul vermez, kararlar halk tarafından verilir. Herkes kendi içtihadına göre amel eder. Aralarında niza olursa o zaman başkana giderler. Başkan da geçici karar alır. Sonra hakemlere giderek hakemliklerini talep ederler.

İşte buradaki “Fa” sonuç “Fa”sıdır.

Madem ki enfalin hükmü Allah ve resule aittir, siz de görevlisiniz, görevlerinizi yerine getirin. Amel ederken ittika edin. Topluluğun içinde içtihadınızı adilane yapıp amel edin denmiş oluyor. “Aranızın zatını ıslah ediniz” demek, öyle amel-i salih yapınız ki sonunda o enfali doğursun. Bunun için burada “Zate Beyniküm” denmiştir, “Beyniküm” denmemiştir.

Yani bize emredilen Ahmet’in yaptığı ile Mehmet’in yaptığını uygun hâle getirmek değildir. Öyle düzen kurunuz ve öyle amel ediniz ki işleriniz kendiliğinden uygun olsun. Bunun için iki sistem gereklidir. Biri herkes şeriata göre hareket eder. Örnek olarak en ucuz alır, en pahalı satar. Böylece öyle bir düzen oluşur ki orada herkes iş bulur, herkes aş bulur ve en çok üretim ve tüketim gerçekleşir. Burada arz ve talep kanunlarını çalıştırıyoruz, ikisinin arasını bulmuyoruz. Yani fiyatı biz tesbit etmiyoruz. Onlara arabuluculuk da yapmıyoruz. Onları almada ve satmada serbest bırakıyoruz. Onlar kendileri uzlaşıyorlar. İşte, bizim işimiz serbest arz ve talep kanunlarını çalıştırmaktır. Kendilerini değil zatlarını uzlaştırmamız gerekmektedir.

Bu ekonomide böyle olduğu gibi sosyal yapıda da böyledir. Yüz dairelik apartmanlar yapıyoruz. Altta işyerleri hazırlıyoruz. Sonra isteyen istediği apartmanda yerleşsin, isteyen istediği katta otursun, isteyen istediği işi yapsın.  İşi yoksa gelsin burada çalışsın. Dışarıda daha fazla ücret bulursa orada çalışsın, biz kimseyi zorlamayalım. Apartmanda yalnız orada çalışanlar oturduğu ve kirası iş yerinden ödendiği için hicret kolaylaşmıştır. İsteyen istediği zaman katını veya işyerini değiştirebilmektedir. Herkes tek taraflı karar vererek hareket etmektedir. Ama öyle bir düzen kurulmuştur ki bu tek taraflı hareket enfali de oluşturmaktadır.

İttika emrinin olduğu yerde içtihat ve icma yetkileri vardır demektir. Bu yetkiyi kullanırken hakkaniyetin dışına çıkmayın manâsını taşır. Burada da enfal Allah ve resulünündür. Ama şeriata göre yönetilecektir. Kararlar ortak karar şekilleri ile alınacaktır. Uygulanma içtihatlarla yapılacaktır demektir.

فَ

(Fa)

“Buna göre”

Enfali halk şeriata göre kullanacaktır. Herkes içtihat edecek ve ona göre yararlanacaktır. Aralarında niza çıkarsa o zaman başkana başvuracaklar, başkan geçici olarak sorunları çözecek, mağdur olanlar sonra hakemlere gidip haklarını alacaklardır. Asıl olan halkın kendi içtihadı ile enfalden yararlanmasıdır.

Şimdi neler enfaldir?

1) Doğa bir enfaldir. Ocağın, bucağın, ilin, ülkenin ve yeryüzünün sınırları içinde bulunan yerler ve onların taşıdıkları zenginlikler birer enfaldir. Bunlardan nasıl yararlanılacağı ile ilgili şeriat hükümleri vardır. Bu hükümler içtihat ve icmalarla sabit olmuştur. O halde doğadaki imkânlar enfaldir.

2) Topluluk tarafından üretilen ve herkesin menfaatine bırakılan altyapı yani yollar da enfaldir. Yoldan geçmek herkesin hakkıdır ama trafik kurallarına uyma zorunluluğu da vardır.

3) Doğada olanların ve topluluğun ürettikleri mallardan özel mülkiyete verilmiştir. Orada malikleri kendileri istedikleri gibi tasarruf ederler. Ne var ki bunların işletilmesi enfal değildir ama bunların kendileri enfaldir. Topluluğun malıdır. Tahrip edilmemelidir.

4) Toplulukta bazı değerler vardır ki topluluk onu birlikte çalışarak elde etmelidir. Henüz bölüşülmemiştir ama bölüşülecektir. Ganimet böyledir. Ortak üretim böyledir. Bunlar da enfaldir.

İşte bütün bunlarda ilke şudur. Şeriat ve plana göre herkes hareket eder, herkes kendi içtihadına göre hareket eder. Aralarında niza çıkarsa başkan geçici olarak karar verip sorunu çözer ve sonunda öyle bir şey oluşur ki topluluk yaşar ve gelişir.

اتَّقُوا اللَّهَ

(itTiQAv elLAvHa)

“Allah’a ittika ediniz.”

“Vıka” sandık gibi sabit şekilli kaptır. “Via” torba gibi bir kaptır. İkisi arasında şu fark vardır. Torba içine konan şeye uyar. Torba konanların şeklini alır. Vıkaya konan şeyler değişmezler. Vıka da içine konana göre değişmez.

Topluluk bir vıkadır, içine girenleri korur ama girenler topluluğu değiştirmezler, topluluk da onları değiştirmez. 

İşte ittika böyle bir topluluğun içine girmedir. Kendini değiştirmek için değil kendini korumak için girersin ama topluluğu da sana uydurmazsın, sadece onun vikayesini kabul edersin.

Enfal toplulukla oluşmaktadır ama topluluk da enfalle yaşamaktadır.

Topluluk nasıl oluşacak?

Önce küçük topluluklar oluşacak. On aileden oluşan bir aşiret ve on aşiretten oluşan bir karye. İşte topluluk burada başlayacaktır. Aşiretler birlikte yaşama kurallarını koyacaklar, karyeler de birlikte çalışma kurallarını koyacaklardır. Herkes bu kurallara uyacaktır. İşte bu Allah’a itaattir. Allah’ın halifesini oluşturma, sonra da ona tâbi olmadır. Böyle bir topluluk oluştuktan sonra bu topluluğun enfali olacaktır. Bu enfal de o topluluğu yaşatacaktır.

Kişilerin topluluk içinde topluluk kurallarına uymaları ve çıkan nizaları başkanlarının hakemliğinde halletmeleri “ittika”dır.

وَأَصْلِحُوا ذَاتَ بَيْنِكُمْ

(Va EaÖLiXUv ÜaTa BaYNıKuM)

“Ve beynlerinizin zatını ıslah ediniz.”

12 yerde “Allah sadrın zatını bilir” şeklinde geçmektedir, “sadrı bilir” dememektedir. Dört yerde “şimal ve cenup yerinde” demektedir. Cenup ve şimal yönü “An” ile söylenir, “Zat” ile söylenince o yöndeki komşu yerini gösterir. İki yerde de “sahib” anlamında getirilmektedir. Bahçe sahibi hadika, lehebi olan ateş demektir. Burada beynlerini iyi etmek değil de beynlerinde bulunan yeri iyi etme anlamına gelir. Yani ıslah eden kurallar koyun demektir. “Zate’s-sudur” demek sudurda olanlar demektir.

Salih amel etme emri mevcut düzende salih amel etmedir. Burada emredilen salih amel etme imkânını sağlayan düzeni oluşturma demektir. İktidar olup mevcut düzeni yürütme vardır. Bir de yeni düzeni tesis etmedir. Hukuk düzeni içinde olma ittikadır ama kredileşme ile birlikte üretim yapma ise beynlerin zatını ıslahtır. Öyle düzen getireceğiz ki biz zorlamayacağız ama onlar arasında salihat amel edilmiş olacaktır. Serbest arz ve talep kanunları bunları sağladığı gibi hicret imkânı da bunu sağlamaktadır. İttika kurallar koymadır. Zatı ıslah ise icradır, yürütmedir. Biri teşri ise diğeri de icradır. Yasamadır ve yürütmedir.

Bir yerde varlıklar vardır. Bu varlıkların diğer varlıklarla kurdukları bağlar vardır. İşte bu bağlar zate beyndir. Toplulukta öyle ikili ilişkiler oluşur ki sonunda ortak ürünler ortaya çıkar, enfal ortaya çıkar.

Türkçede bir deyim vardır; yumurta mı tavuktan yoksa tavuk mu yumurtadan çıkar?  Periyodik olarak birbirlerinden çıkarlar. Yumurtadan tavuk çıkar. Ondan da yumurta çıkar. Canlılık bu demektir. Acaba ilk yaratılan nedir, yumurta mı yoksa tavuk mu? Tavuk olmayan bir kuş tavuk yumurtasını yumurtladı ve böylece ondan sonra tavuk yumurta devam ediyor. Tabi soru yine cevaplanmamıştır.

İşte topluluğun oluşması da böyledir. Enfal topluluğu yaşatmaktadır. Enfali de topluluk oluşturmaktadır. Biz topluluğun yumurtasını oluşturan kimseleriz. Çünkü bizim topluluk dışına çıkıp kendi başımıza düşünme gücümüz vardır. Dolayısıyla topluluğumuzun çalışma kurallarını koyabiliriz. İşte burada emredilen budur.

Taraflar kurallar içinde özel kurallar koyacaklar ve kuralla aralarını ıslah edeceklerdir.

PKK ile savaştayız. Bu savaşın sona ermesi için çözümler üretmeliyiz. Yıllardır çocuklarımızı öldürüyor ve bizi meşgul ediyor. Şimdi onları affedelim ve aramızı ıslah edelim olmaz. Savaşa devam edelim de olmaz. Çünkü savaş devam eder. Aramızdaki zatını ıslah etmeliyiz yani öyle kurallar koymalıyız ki artık insanlar dağlara çıkma ihtiyacını hissetmesin, çıkanlar olursa da hemen yok edilsin. Böyle yapmayıp da PKK yöneticileriyle masaya oturup barış getirme hiçbir işe yaramaz. Yarın sözlerini tutmazlar, bunlar tutsa başkaları ortaya çıkar ve onlar tutmaz.

Zatın ıslahı nasıl olacaktır?

1- Yerel yönetim getirilerek kendileri özerk hâle getirilmelidir. Ocak, bucak ve il sistemi işler hâle getirilmelidir.

2- Çıkan nizalar hakemlerce halledilmelidir. Hakemlik sistemi ile adil yargı sistemi getirilmelidir.

3- Mala-mal marketleri kurulup herkese aş ve herkese iş temin edilmelidir.

4- İdam ve af sistemi çalıştırılmalıdır. Öldüren öldürülmelidir. Affedilirse diyete dönüşmelidir.

İşte beynlerin zatını ıslah demek bunlar veya bunlara benzer uygulamalar olmalıdır.

وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ (1)

(Va EaOIyGuv elLAHa Va RaSULaHUv Ein KuNTuM MuEMiNIyNa)

“Ve mü’min iseniz Allah ve resulüne itaat ediniz.”

İttika ve ıslahtan sonra “Ve” harfi getirilerek “Allah ve resulüne itaat ediniz” denmektedir. Demek ki ittika ve ıslah başka, itaat başkadır. Sonra yukarıda Allah ve resulden bahsetti, burada da onlardan söz etseydi “Hüma” zamiri gönderirdi. İzhar ettiğine yani zikrettiğine göre, buradaki Allah ve resulü birinci Allah ve resulünden farklıdır. Burada bir de “Allah ve resul” denmemiş, “Allah ve resulü” denmiş, Allah’a izafe edilmiştir. Buna göre farklı manâlar verme durumundayız.

Biz bu manâyı şöyle açıklayabiliriz. Resule izafe edilmediği takdirde başkasının resulü de olabilir. Daha bağımsız hareket eden biri demektir. “Allah ve resulü” deyince tek olarak hareket eder demektir. “Resul” demeyip “Allah ve resul” demekle hareket sahasını daraltmaktadır. Yalnız nizalar hâlinde müdahale etmektedir. “Allah ve resulü” deyince de artık itiraz edilecek makamı bırakmamaktadır. İşte bu da ancak yargı kararıdır.

Kur’an’da bu üç şekli ile geçmektedir. Farklı manâlar vermemiz gerekir. Biz böyle manâ vermekteyiz. Kur’an’ın tümünü böylece değerlendiriyoruz. Sonra dönüyoruz ve fıkıhçıların icmalarına bakıyoruz. Eğer bizim kabullerimiz icmalara uyuyorsa o zaman içtihadımızın doğruluğuna karar veriyoruz.

İçtihadımızı şu yollarla kontrol ediyoruz.

a) Önce varsayımlarımızı Kur’an’ın tamamına uyarlayabiliyor muyuz? Bizim varsayımlarımız tamamen her yerde uyabileceğimiz sonuçları veriyor mu? Kuralımız bir yerde başka, başka yerde başka ise o zaman biz hatalı içtihatta bulunuyoruz demektir.

b) Vardığımız sonuçlarda sahabelerin Kur’an’ı açıklayan kavlî ve fiilî icmalarına aykırı bir sonuç var mı? Varsa varsayımlarımız veya içtihadımız hatalıdır diyoruz.

c) Bugün mevcut müsbet ilimlerle kesin doğruluğu sabit gerçeklere aykırı bir sonuç elde ediyor muyuz? Ediyorsak o zaman içtihadımız hatalıdır demektir.

d) İçtihatlarımız sorunlarımızı çözüyor mu? Çözmüyorsa o içtihat eksiktir demektir.

Bunu şunun için anlattık. Bundan önce hiçbir müçtehit Allah ve resulüne bizim verdiğimiz yargı manâsını vermemiştir. Ne var ki ifadenin iade edilmesinin farklı manâ taşıyacağı, farklı kelime veya terkibin farklı manâ olacağı kuralını çok bilmektedirler ama bu âyetlere tatbik etmedikleri için müteşabihtir diye geçmişlerdir. Biz ise çağımızda ulaşılan gerek usulü fıkıh, gerekse müsbet ilim sayesinde müteşabih olanların bir kısmını çözmüş oluyoruz. Kimse usulümüze itiraz edemiyor ama isim vermeden en yakın arkadaşlarımız bizimle istihza ediyorlar.

Hazreti Peygamber insandır. Âlimi gayb değildir. Benim bildiğim entegrali o bilmez. Kur’an’da entegral varsa onun o âyeti anlaması mümkün değildi. Bugün ise Allah’ın öğretmesi ile entegrali biliyoruz. Kur’an’daki istiğrak lamı matematikteki entegrale tekabül eder. Bunu ben biliyorum ama Resul bunu bilemezdi dediğimde acayibine gidiyor. Oysa bu basit bir gerçektir. Bundan kastım Sünnet bize Kur’an’ın nasıl yorumlanması gerektiğini öğretir ama Sünnette bugünkü sorunların çözümünü bulamayız diyorum. Yanlış düşünüyorsam sitemizin sayfaları herkese açıktır, anlatsınlar da yanlışımızı düzeltelim.

Demek ki âyetin başında Kur’an enfalin genel hükmünü ifade etti. İkinci kısımda bunun uygulamasının nasıl yapılacağını belirtti. Burada da son kararın yargıya ait olduğunu belirtti.

Yargının hakemlerden oluşacağı başka âyetlerde belirtildi. Birincisi hakemlik ile kadılık başka şeydir. Kadı hakemlerin verdiği kararları uygular. Bunu yapan bucak başkanıdır. Devlet içinde devlet yoktur.

Bugün buna benzer uygulama vardır. Yargı icrası vardır. Zaten yönetim yargı kararlarını icra eder. Devlet bunun için vardır. Ayrıca yargı icrası demek devlet içinde devlet oluşturma demektir. Yargı tamamen bağımsızdır. Hakemlerden oluşur. Yürütmenin hiçbir yetkisi yoktur. Tayinlerini ve terfilerini o yapmaz, maaşları da o ödemez.

Yargı sadece karar verir, icrasına karışmaz. Yargının elinde silah yoktur, güç yoktur. Yargı kararlarına uyan kuvvet meşru kuvvet, yargı kararlarını aşan kuvvet ise eşkıyalıktır.

O halde bu âyet Allah ve resulüne itaat ediniz demekle devletin tüm yapısını oluşturmuştur. Önce enfal olacak yani ülke olacaktır. Sonra bu enfali yönetecek bir örgütlü güç olacaktır. İcra olacaktır. O da ikiye ayrılmaktadır. Yasama gücü ittika gücüdür. Beynlerin zatını ıslah gücü ise yürütme gücüdür. Tüm halktır. Ondan sonra yargı gücü ortaya çıkmaktadır. Hakemlerden oluşan bağımsız, yansız, etkin ve saygın yargı dengeyi sağlar. İşte buna itaat ediniz demekle yargı kararlarının en üst seviyede olduğunu belirtmiş oluyor.

Enfal Allah ve resulündür dedikten sonra ittika ve ıslahtan bahsederek yürütmenin yargı denetiminde olduğunu belirtmiştir. Yargı denetimine itaat ediniz denerek artık ona itiraz etme, o kararı değiştirecek merci yoktur demektir.

Bugünkü uygulama bundan farksızdır. Farklı olan bidayet mahkeme kararları yüksek mahkemelerce denetlenmektedir. Bu İslâmiyet’te yoktur. Temyiz yoktur. Yargı kararları uygulanır. Mağdur olanların mağduriyetleri dayanışma içinde giderilir. Davayı haksız da kazansa artık ona rücu edilemez.  Başka bir fark ise atama ile yargı oluşmaktadır. Yani antidemokratik bir usulle yürütülmektedir. Oysa Kur’an hakemlik sistemini getirerek hakemlerin taraflarca seçilmesi sistemini getirmiştir.

“İtaat ediniz” denmektedir.

Bunu kime emretmektedir?

Herkes itaat edecektir.

İtaat edilmezse ne olacaktır?

İşte bunun için de emniyet güçleri oluşturulmuştur. “Mü’min iseniz” denmektedir.

وَأَطِيعُوا

(Va EaOIyGuv)

“İtaat ediniz.”

İttika ediniz, beynlerinizin zatını ıslah ediniz ve itaat ediniz.

Ve” harfi ile atfedildiğine göre demek ittikada itaat yoktur. Beynlerin zatını ıslahta da itaat yoktur. Bunları herkes kendi içtihadı ile yapacaktır. Başkalarına itaat etmeyecektir ama yargı kararlarına itaat edecektir. Bunu nerden biliyoruz? Bundan önceki emirler harfi atıfla atfedilmişti. Matuf matufun aleyhin gayrısıdır. Bu bilinen kuraldır. Ne var ki kadim müfessirler bu âyete bu kuralı uygulayamamışlardır. Allah’a ittika edin deniyor. Orada itaat emretmiyor. Beynlerin zatını ıslahta itaati emretmiyor. Bu çelişki değil midir?

Burada “Fa” harfi getirilebilirdi. İttika ve ıslahta başkana itaat edin diyebilirdi. Ama “Ve” getirilmiş. Şimdi buradaki “Ve”yi “Fe” yapsak sistem tamamen değişir, merkezî sistem oluşur. İçtihat ve icma ortadan kalkar. “Ve” getirilince de sistem tamamen demokratik olur ve tüm Kur’an’a uyumlu olur. İşte fukaha Kur’an’ın bir harfini değiştirmeyi küfür saymışlardır.

اللَّهَ وَرَسُولَهُ

(elLAHa Va RaSULaHUv)

“Allah ve resulüne”

Kur’an’da itaat emri dört şekilde geçmektedir.

- Allah’a itaat ediniz ve resule itaat ediniz.

- Resule itaat ediniz.

- Allah ve resule itaat ediniz.

- Allah ve resulüne itaat ediniz.

Tek başına Allah’a itaat ediniz emri yoktur.

أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَاتَّقُوهُ وَأَطِيعُونِ (3)

Resul, Allah’a ibadet ediniz, O’na ittika edeniz, bana itaat ediniz demektedir. Çünkü doğrudan Allah’a itaat etmemiz mümkün değildir. İtaat o anda emreden kimseye itaat olur. Allah ise doğrudan kişileri muhatap alıp emretmemektedir. Şeriatla emretmektedir. O ittibadır. İtaat değildir. İtaat ise her hareket için verilen emre olur.

“Allah’a itaat ediniz” dedikten sonra “resule itaat ediniz” şeklinde ifade edilmesi; birincisi plana uyma, ikincisi emir sahibine uymadır. Şeriata uyma ittika ile ifade edilir. Mevcut planlara uyma ise Allah’a itaattir. Yani meclis kararlarına uyma demektir.

Bugün de meclisin iki görevi vardır. Biri kanunlar yapar, diğeri kararnameler çıkarır. Bütçe aslında bir kararnamedir. İşte ittika ile Allah’a itaat burada ayrılmaktadır. Ne var ki bütçeyi uygulayan da hükümet olduğu için ikisi bir arada zikredilmektedir.

Resule itaat ise doğrudan başkanın yetkileri dâhilindeki emirlere itaattir. Ulu’l-emre itaattir.

Allah ve resule itaat başkanın geçici hakemliğine itaattir.

Allah ve resulüne itaat ise hakem kararlarına itaattir. Hakem kararlarını infaz edecek de bucak başkanı olduğu için Allah ve resulü denmektedir.

إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ (1)

(Ein KuNTuM MuEMiNIyNa) 

“Mü’min iseniz.”

Burada “mü’min iseniz itaat ediniz” denmiştir. “İn” sonraya geldiği için itaat için mü’min olma şartı yoktur. Mü’min olmak için itaat etme şartı vardır. Mü’minlerin görevi yargının kararlarını infazdan ibarettir. Yani askerler, polis, jandarma yürütücülerin emrinde değildir. Bunlar yargının emrindedirler.

“Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nda yer alan kuvvetleri şu şekilde açıklayabiliriz.

a) Yasama erki milletin yani halk meclislerinindir.

b) Yürütme erki genel hizmetleri yapan sivil hükümetindir. Tüm halk şeriata uyarak yürütmeyi yapar. Ortak işler genel hizmetler tarafından yapılır.

c) Yargı erki ise ihtilafları çözer. Son söz ona aittir. Bağımsız ve yansızdır. Yani hakemlerden oluşur.

d) Yargı kararlarına uymayanları yargı kararlarına uydurma görevi ise dayanışma ortaklılarınca oluşturulan siyasi güce aittir. Bunlar mü’minlerdir. Bunların yargı kararlarına uymaları şarttır. Onun için “İn” ile ifade edilmiştir.

Başkan tarafsız olur. İcraya karışmaz. Çıkan ihtilafları yargı çözer. Yargı kararlarına uymayanlara karşı silahlı gücü başkan harekete geçirtir.

Kur’an’ın bu temel kuralı batıda kuvvetler ayrılığı şeklinde ifade edilmeye çalışılmış ama başarılamamış. Enfalin birinci âyeti devlet modelini ortaya koymaktadır. Yasama, yürütme, yargı ve yönetme erkleri devleti oluşturmaktadır. Her birinin görevi tamamen farklıdır. Topluluk bu sayede dengededir.

 

 


ENFAL SÛRESİ TEFSİRİ(8.SÛRE)
1-1.AYET TEFSİRİ
2220 Okunma
2-2 VE 4.AYETLER
1731 Okunma
3-5 VE 6.AYETLER
1409 Okunma
4-7 VE 8.AYETLER
1996 Okunma
5-9 VE 10.AYETLER
2198 Okunma
6-11.AYET
1706 Okunma
7-12 VE 14.AYETLER
2308 Okunma
8-15 VE 16.AYETLER
1932 Okunma
9-17 VE 18.AYETLER
1764 Okunma
10-19.AYET
1479 Okunma
11-20 VE 23.AYETLER
1550 Okunma
12-24 VE 26.AYETLER
1678 Okunma
13-27 VE 28.AYETLER
2540 Okunma
14-29 VE 31.AYETLER
1565 Okunma
15-32 VE 33.AYETLER
1728 Okunma
16-34 VE 35.AYETLER
1451 Okunma
17-36 VE 38.AYETLER
1380 Okunma
18-39 VE 40.AYETLER
1684 Okunma
19-41.AYET
2303 Okunma
20-42.AYET
1824 Okunma
21-43 VE 44.AYETLER
2883 Okunma
22-45 VE 46.AYETLER
2277 Okunma
23-47 VE 48.AYETLER
1675 Okunma
24-49 VE 51.AYETLER
1496 Okunma
25-52 VE 53.AYETLER
2274 Okunma
26-54 VE 56.AYETLER
1540 Okunma
27-57 VE 59.AYETLER
1469 Okunma
28-60.AYET
1755 Okunma
29-61 VE 62.AYETLER
1768 Okunma
30-63 VE 64.AYETLER
3791 Okunma
31-65 VE 66.AYETLER
2181 Okunma
32-67 VE 69.AYETLER
1808 Okunma
33-70 VE 71.AYETLER
1634 Okunma
34-72.AYET
2085 Okunma
35-73.AYET
1538 Okunma
36-74.AYET
1540 Okunma
37-75.AYET
1612 Okunma

© 2024 - Akevler