ENFAL SÛRESİ TEFSİRİ(8.SÛRE)
Süleyman Karagülle
2874 Okunma
43 VE 44.AYETLER

Enfal Sûresi-21

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

إِذْ يُرِيكَهُمُ اللَّهُ فِي مَنَامِكَ قَلِيلًا وَلَوْ أَرَاكَهُمْ كَثِيرًا لَفَشِلْتُمْ وَلَتَنَازَعْتُمْ فِي الْأَمْرِ وَلَكِنَّ اللَّهَ سَلَّمَ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ (43) وَإِذْ يُرِيكُمُوهُمْ إِذِ الْتَقَيْتُمْ فِي أَعْيُنِكُمْ قَلِيلًا وَيُقَلِّلُكُمْ فِي أَعْيُنِهِمْ لِيَقْضِيَ اللَّهُ أَمْرًا كَانَ مَفْعُولًا وَإِلَى اللَّهِ تُرْجَعُ الْأُمُورُ (44)

                                                                          

إِذْ يُرِيكَهُمُ اللَّهُ فِي مَنَامِكَ قَلِيلًا وَلَوْ أَرَاكَهُمْ كَثِيرًا لَفَشِلْتُمْ وَلَتَنَازَعْتُمْ فِي الْأَمْرِ وَلَكِنَّ اللَّهَ سَلَّمَ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ (43)

(EiÜ YuRIyKaHuMu elLAHu FIy MaNAvMıKa QaLIyLan VaLaV EaRAvKaHuM KaÇIyRan La FaŞıLTuM Va  LaTaNAZaGTuM Fıy eLEaMRi VaLAvKınNa elLAvHu SalLaMa EinNaHUv GaLIyMun BiÜAvTı elÖuDUvRı)

“Niza” çekişme demektir, çıkar demektir. Herkesi kendi tarafına çekmektir. “Nez’ etmek” gerilmiş yay demektir. Sonradan çekme, müfâale bâbından da çekişme anlamı kazanmıştır. Artık herkes kendi canının derdine düşer, kendi özgürlüğü ile meşgul olur ve imkân özgürlüğünü kaybeder.

Gelişmiş canlılarda imkân özgürlüğünü elde etmek için istek özgürlüğünü yok ederler. Böylece o canlılar artık ayrı ayrı yaşayamaz hâle gelirler. Gelişmiş insan toplulukları da böyledir, dağıldıkları zaman artık yaşayamazlar, esir alınırlar. Esirlik de yasaklandığı için öldürülürler. İnsanların birleşmeleri ve ayrı ayrı topluluk oluşturmaları için insanlar arasında savaş konmuştur. Uygarlık savaşlarla doğmuştur. Yarışı kaybeden topluluklar haritadan silinip eskiden esir edilirlerdi, bugün ise soykırımına uğratılıyorlar.

Burada emir müfrettir. “Niza” ise tefaul bâbındandır, çoğuldur. Buradaki harfi tarifle Bedir’deki bir iş kastedilmiş olabilir veya istiğrak için gelmiş olur. Bütün işlerde nizaya düşerdiniz. Bu da Kur’an’ın en beliğ ifadesidir.

Şimdiki muhalifler ne yapıyorlar?

İktidar ne yaparsa hepsi kötüdür. Dağılınca da suçu herkes birbirine atar, kendilerini tebri ederler. Bu sebepledir ki bir işte başarısızlığa uğradığınız zaman hiçbir suretle suçu birbirinize atmamanız gerekir. Herkes başarısızlığın sebebini kendisinde aramalı, birlikte çare aranmalıdır. Suçlamada sorunları gidermede birleşmeliyiz.

Burada emir müfrettir, “Tenaza’tum” çoğuldur. Bir işte nizalaşma ifade edilmiştir. Bedir’deki bir konuda nizalaşma olarak anlayabiliriz.

Bugün de sermayenin sömürüsünü önlemede yapacağımız şey anlaşma konusudur. Hedef bellidir. Herkes demokrasi istiyor, lâiklik istiyor, sosyallik istiyor, liberallik istiyor. Hedefte ihtilaf yoktur ama yolda ihtilaf vardır. Bu da insanlığı perişan ediyor.

Evet, işe bir semtten başlayacağız ama sonunda tüm insanlık için çözüm üreteceğiz. Emrimize alacağız demiyorum. Onluk sistemi Müslümanlar buldu ama dünya yararlanıyor. Bu Müslümanların onlara hükmetmesi değildir. Entegrali Avrupalılar buldular ama bu onların bize hâkimiyetini sağlamıyor. Biz de “Adil Düzen”i oluşturacağız, dünya ondan yararlanacaktır. Bu, biz onlara hükmedeceğiz demek değildir.

Buradaki “tüm” zamiri bir semt halkına raci olabilir, kavme veya kabileye raci olabilir, insanlığa raci olabilir.

Askeri birlikler bir araya gelince herkes savaşıp zafer kazanmak ister. Bu istekten dolayı kendilerini güçlü, karşıdakileri güçsüz görür ve savaşa girerler. Böylece savaş psikolojisi içinde birbirleriyle vuruşurlar. Bir anda cephenin birisi karşı tarafı büyük görmeye kalkar ve kaçışmaya başlarlar. İşte savaş böyle biter.

Topluluklarda bütün beyin yayını başkana doğru yapılır. Topluluk en çok başkana olan etkisini yoğunlaştırır. Başkan artık bağımsız düşünemez olur, topluluğun etkisinde düşünmeye başlar. Böylece topluluk da onun etrafında oluşur.

Ganimetin beşte birinin devlete ait olduğunun hikmetlerini Bedir Savaşı üzerinden anlatmakta, Bedir Savaşı’nın Allah’ın yardımı ile kazanıldığını ifade etmektedir. Bundan önceki âyette savaşanlar üzerinde etki etmeden olayların nasıl planlı şekilde cereyan ettiğini ifade etmektedir.

Hazreti Yusuf Peygamber kuyuya atılmıştır; Mısır’a gitsin de oraya kardeşlerini götürsün ve orada İsrail oğulları yetişsin diye.

Hazreti Musa adam öldürmüştür; Mısır’dan kaçsın, Mezopotamya’ya gitsin de dedelerinin dinini öğrensin diye.

Demek ki olayların hiçbiri tesadüf değil, takdir-i ilâhinin icrasından ibarettir.

İstanbul alınmasaydı Avrupa’da bugünkü uygarlık doğmazdı.

Viyana’da yenilmeseydik “Adil Düzen” diye bir şey olmayacaktı.

Demek ki yapılan plan var, biz birlikte onu uyguluyoruz.

Bedir Savaşı da böyle olmuştur. Önce coğrafi durum, hava şartları mü’minlerin galip geleceği şekilde ayarlanmıştır. Bundan başka, Allah bu savaşın olması ve istenilen şekilde bitmesi için iki tarafa ilham yapmış, onları oraya sürüklemiştir.

Hayatınızda birçok beklenmedik olayla karşılaşırsınız. Bunun rastlantı olduğunu zannedersiniz. Oysa Allah’ın indinde rastlantı yoktur, her şey kader-i ilâhi içinde cereyan etmektedir. Bize raslantı gibi gelebilir. Fizikçiler bunun üzerinde uzun uzun tartışmışlardır. Parayı atan kişi turanın veya yazının geleceğini bilmemektedir. Raslantı kanunları ile izah edilmektedir. Oysa her şeyi bilen biri onun tura veya yazı geleceğini bilir. Eldeki tutuluşu, atarken verdiği ivme, paranın giderken karşılaştığı rüzgâr, yere değdiği zaman zeminin şekli, değme noktası, paranın yazı mı yoksa turaya mı geleceğini belirler. Bunları bilen olursa hesabı onun nereye düşeceğini de hesaplar. Biz bu bilgileri bilmediğimiz için bizim bildiğimiz ihtimaliyat hesapları ile bunu yaparız. Yüzde 50’ye yakın tura, yüzde 50’ye yakın yazı gelir.  Çünkü onlar yaratılırken öyle hesaplanmıştır.

Kâinat ışık kuantumlarından yaratılmıştır. Kuantumların, ışığın hızı vardır. Eğer bütün kuantumlar ışık hızında olsaydı kâinat oluşmazdı. Bazı kuantumların hızları ışık hızından azdır. Onlar elektron ve pozitron olarak onların arasında dolaşıyordu. Sonra kâinat büyüyünce soğudu. Aralarında boşluk meydana geldi. Bu düşük hızlı parçacıklar birleşti, atomları oluşturdu, onlar birleşti cisimler oldu. Onlar toplandı, galaksiler ve güneşler oluyor. Yeryüzü ve biz var olduk.

Şimdi ilk konumda olan bir parçacığı ele alalım. Bu parçacık diğer parçacıklarla çarpışacak, hızı yükselecek, hızı düşecek, bu parça ile birleşecek, ayrılacak, başka parça ile birleşecek. Böylece her parçacığın bir hayat hikâyesi vardır. Şimdiye kadar o hikâyeyi yaşadı, bundan sonra da yaşayacaktır. Eğer bu matematikle hesaplanacak bir yol takip ediyorsa o zaman bu parçacık için tesadüfî bir şey yoktur. Gerçek de budur. Allah için tesadüf yoktur. Tesadüf bizim bilgisizliğimizden doğmaktadır.

Burada felsefenin başka bir noktası ortaya çıktı. Bir parçacığın kâinatın yaratıldığı günden bugüne kadar ve bundan sonra kıyamete kadar gideceği yol çizilmiş ise demek ki Allah murid değildir. Yani hiçbir yeni olay cereyan etmiyor demektir. Allah eğer zamanla değiştiriyorsa o zaman da atomun macerası matematikle ifade edilemez.

İnsanın buradaki rolü nedir, o atomun yolunu değiştirebilir mi, o atomu buradan alıp başka yere koyabilir mi? Koyabiliyorsa, o zaman yine atomların hareketleri hesabi değildir. Allah’ın iradesi yanında bizim de irademiz atomun yolunu değiştirebilecektir.

Sonuç şudur. Allah da insan da atomun yolunu değiştirebilir. Dolayısıyla hepsi hesabi değildir, iradidir. Ama Allah için olayların hiçbirisi gaybi değildir, ya hesabidir ya iradidir. Bizim için olaylar üçe ayrılmaktadır; hesabi olaylar vardır, iradi olaylar vardır, bir de bizim hesaplayamadığımız gaybi olaylar vardır. Allah için böyle bir olay yoktur.

Şimdi bu âyette Allah insanın iradesine müdahale etmeden ona kendisinin hesabi veya iradi olaylarını anlatmaktadır.

İzmir’den Afyon’a doğru giden şoför, Afyon’dan sonra ya Ankara’ya ya da Konya’ya doğru yola devam edecektir. Şoförü mecbur etmiyoruz, sen ister Ankara’ya ister Afyon’a git diyoruz. Ama arabanın Ankara’ya gitmesini sağlamak istiyoruz. İşte, şoföre baskı yapmadan şoför Konya’ya gitmiyor da Ankara’ya gidiyor. Yeryüzündeki insanların durumu budur. Allah insanları kendi iradelerine göre serbest bırakmıştır, ancak şartlar öyle ayarlanmıştır ki onlar Allah’ın iradesine göre iradelerini kullanırlar.

Bu sûrenin başında enfalin Allah ve resule ait olduğu belirtilmişti. Çünkü biz savaşmadık, O savaştı. Burada beşte birini topluluğa verdi, beşte dördünü de savaşanlara bıraktı. Düzeni böyle kurduğunu bize bildirdi. Çünkü O her şeyi bilendir.

Savaş hukukunu bir daha hatırlayalım. Biz savaşmayız, bize saldırana karşı müdafaa ederiz. Saldırıya uğrayana yardım olmak üzere savaşırız. Bu hususta kararı hakemler verir.

İki çeşit savaş vardır. Biri ülkeyi savunma savaşı, diğeri de mağdurları koruma savaşıdır yani yurt dışına ordu göndermedir.

Yurt içi savaşlarını bölgelere yerleştirilen ülke orduları yaparlar. Bedel vermeyenler bu savaşa katılmak zorundadır. Ülke dışındaki savaşa katılma gönüllülerce yapılır. Böylece hakem kararları ile savaş meşru duruma gelince ordular harekete geçer, savaş sona erince başkomutan savaş sonunu belirler ve ganimet paylaşılır, savaş sona erer. Savaş sona erdikten sonra artık savaş sırasında işlenen fiiller yargı konusu olmaz. Ganimet dağıtıldıktan sonra kimse bir şey isteyemez.

Bugün ne yapılıyor?

Önce, sömürü sermayesi basını da kullanarak savaş çıkartmakta, iki tarafı destekleyerek savaşı sürdürmektedir. Sonunda kendisi sivillerden oluşan masa kurmakta ve orada savaşın sonuçlarını belirlemektedir. Savaş sonrasında da savaşta şu suçu işledin diye onları yargılamaktadır. İşte bu usul fitnenin kaynağıdır, çıbanı azdırıp tüm bedeni zehirlemektedir.

O halde; kâinatı biz yaratmadık, kâinatın doğa ve sosyal kanunlarını biz koymadık. Bizim kâinatın düzenini oluşturmaya ne yetkimiz ne de bilgimiz vardır. Biz kâinatı ve topluluğu öğrenmek ve bize verilen görevi yapmak durumundayız.

Buradaki “İz” bundan önceki “İz”in bedelidir, “Semiun Alim”in zarfıdır. Yani sana rüyayı gösterirken duymuş ve bilmişti. Bu manâ “Alim”e uygundur. Yani her şeyi bilerek yapmıştır anlamındadır. “Semiun”a ise uygun değildir. Çünkü işittiği için rüya göstermemiştir. Onları çok gösterseydi siz dağılır ayrılığa düşerdiniz demektedir.

Burada önemli bir hususa işaret etmiştir. Allah isteseydi onları az bunları çok yapar galibiyeti öyle sağlardı. Aksine onları üç misli fazla yapmış ve mağlup etmiştir.

Neden böyle yapmıştır? Hakkın az da olsa galip geleceğini göstermesi için böyle yapılmıştır. İşte bu mucizedir.

1967’de kooperatifi kurduğumuzda; siz Müslümanları bir araya getirip bombalatacaksınız diyorlardı. Müslümanlar böyle görüyordu. Parti kurduğumuzda; sizi iktidar etmezler, dünya iktidar etmez diyorlardı. O kooperatif hâlâ faaliyettedir. Kurduğumuz parti şimdi anayasa ekseriyeti ile iktidardadır. Bizi bankerler desteklemedi, bizi ordu desteklemedi.

Nasıl başardık?

Allah’ın yardımı ile başardık, Allah’ın takdiri ile başardık. Biz başarmadık, bizim ellerimizle O yaptı. Öyle yapmadı. Tersini yaptı, çoğunu az gösterdi ve sizi savaşa soktu, siz de savaşta galip geldiniz.

Burada aynı zamanda insan anlatılmaktadır, topluluklar anlatılmaktadır. Allah’ın bize ihtiyacı yoktur, kâinata da ihtiyacı yoktur. O halde cansız kâinat canlı için yaratılmıştır. Canlılar da insanlar için yaratıldı. Yeryüzünü imar ederek insanların yaşayabileceği hâle getirdiler. İnsan da insanlık için yaratıldı. Kişiler ölümlü olarak insanlık kıyamete kadar varlığını sürdürecektir. Kâinat insandan sonra artık devam etmeyecektir çünkü bir işe yaramayacaktır.

İnsanı ruhen yüceltmek için Allah yeryüzünde bir düzen kurmuştur. Bu düzen anlatılmaktadır. İnsanların normal psikolojisi içinde Allah dilediğini yapmaktadır.

Burada rüyadan bahsedilmektedir. Rüya gören resuldür, başkandır. O halde başkanın rüyası ciddidir. Eskiden beri hükümdarlar rüya tabircileri bulundurmaktadırlar. Rüya gerçeği göstermemiştir. Çoğunu az göstermiştir. Ama mecazi olarak onların az olduğunu ifade etmiştir. Çok oldukları halde onları az göstermiştir. Belki gözleri ile onları çok görmüşlerdir ama rüyada onları az gösterince az hükmünde olduklarını bildirmiş olmaktadır.

Bu bize birçok gerçekleri göstermektedir.

1- Başkanın gördüğü rüya toplulukla ilgilidir.

2- Başkanın rüyasını topluluk kabul etmiş ve kendileri için yorumlamaktadırlar.

3- Rüyalar gerçek olayları değil hükmi olayları anlatırlar. Mesela birinin ölmesi onun öleceğine delalet etmez. Tarikatçılar nefsinin öleceğini ve insan olduğuna yorarlar. Biz ise etkisinin kaybolacağına yorumlayabiliriz.

4- Rüya gördük. O halde o takdir edilmiştir. Bizim ondan yararlanmamız nasıl olacaktır? Olayları durduramayız. Olaylardan zararlı çıkmayacak şekil alırız. Rüyada başkanımız kendimizi az görürse mağlup olacak durumdayız demektir, savaşa girmeyiz. Buradaki rüya sadece düşmanın zayıf olduğunu göstermektedir. Galip gelmek veya mağlubiyet ise yine bizim davranışımıza bağlıdır.

“Selleme” selâmete erdirdi demektir. O tehlikeden kurtardı anlamındadır. “Sellimû teslima” âyetindeki teslim ile buradaki teslim aynı kalıptır. Allah meleklerle nebiyi selamete erdirmektedir, siz de onu selamete erdirin demek olur. Bu âyet Türkçede kullandığımız teslim olmak, pes etmek anlamında olmadığının açık ispatıdır. Sellemeye mef’ul getirmemiştir.

إِذْ

(EiÜ)

“İz”

“Üzkür” takdiri ile o günleri hatırlayın ve ona göre davranın anlamına gelebilir. Yahut “Furkan”ın bedelden sonra bedelidir. Yahut “alim”in zarfıdır. “Ve” harfi getirilmemiştir. Çünkü zaman aynı zamandır. “İz” iade edilmiştir. Olaylar farklıdır.

يُرِيكَهُمُ اللَّهُ

(YuRIyKaHuMu elLAHu)

“Allah onları sana gösteriyordu.”

Burada fiili mâzi değil de fiili muzari kullanılmıştır. Birkaç defa öyle görmüştür.

Rüyanın tabirinde benzer rüya tekerrür ediyorsa o rüya hilm değildir, biyolojik bir rüya değildir. Bu rüya doğrudan ilâhi bir rüyadır. Müfret getirilmiştir.

Demek ki birinin gördüğü rüya ilgililerin hepsi için rüyadır.

Onlar kimlerdir?

Karşı taraftaki insanlardır, Mekke müşrikleridir.

Bugün ise Amerika’daki 200 sömürü sermayesi sahibi Yahudi ailedir.

Aslında dünyadaki İsrail oğulları onların yanındadır. Masonlar onların yanındadır. Süper güçler onların yanındadır. Tüm ordular onların emrindedir. İktidarlar onların emrindedir. Onlar tüm insanlıktır. Allah’a inanmasak, Kur’an’ı dinlemesek bu gücün yenilmesi mümkün görünmez. Erbakan bu dev gücü küçük gördü ve böylece o güç sarsıldı.

Buradaki “Allah” âlemlerin rabbi olan Allah’tır.

Allah insanlarla mükâleme eder mi? Allah insanlarla nasıl haberleşir.

1- Birisinin içine bir şey doğar, gelir, söyler. Böylece başka insanı size göndermiş olur. O halde bütün insanlarla siz mükâleme ederken, Allah’ın halifesi ile mükâleme ettiğini bilmeniz gerekir. Kötü insan olsa da o insandır. Allah ona söyletmektedir. Her insanın kişiliğinin olması bunu ifade eder.

2- Kendinize gelen sezi de Allah’tan gelmektedir. Allah aklınıza getirmekte, Allah ilham etmektedir. Durup dururken birçok çözümler aklınıza gelmektedir. Bu kendiliğinden nasıl meydana gelecektir? Tanrı’yı inkâr edenler evrimi tesadüflerle izah ederler. Atomlar birbirleri ile karşılaştılar, bu arada uygun atomlar bir araya gelince örnek olarak şeker molekülü oluştu derler. Oysa gerçekte tesadüf diye bir şeyin olmadığını, bizim bilgimiz olmadığı için tesadüf olarak gördüğümüzü açıklamıştık. İnkârcı büyük sanatkârlar vardır. Birçok keşifler yapmışlardır. Mesela Marks Kapital’i yazmış, insanlığı bir-iki asır meşgul etmiştir. O bunları nasıl yazdı? Aklına kimler getirdi? Ben şimdi yazıyorum, nasıl yazıyorum?

3- Allah olaylarla da insanlara gerekeni söyler. Olayların da tevili vardır. Hayırlı bir işe başladığımızda eğer başarılı olamıyorsak, bu demektir ki bir eksiğimiz vardır. Dolayısıyla başarısızlığımızın sebebini başkalarında değil kendimizde aramamız ve hatalarımızı düzeltmemiz gerekmektedir.

4- Yaratıcımızla diyalog da rüyadır. Bizzat rüya nasıl olmaktadır? Hiç aklımıza gelmeyen düşünmediğimiz şeyleri görmekteyiz. Rüya ister doğru çıksın ister yanlış çıksın sonunda rüya görülmektedir. O rüya nasıl oluyor da görülmektedir? Mesela biri senaryo yazar. Sonra onu sahneye koyarlar, seyrederiz. Filme alırlar, seyrederiz. Oradaki olaylar dışarıda olmamıştır. Yaşadığımız dünyada karşılığı yoktur. Vardır; karşı taraftaki insanın beyninde oluşmuştur. O düşünmüş de ondan sonra film olmuştur. Bunun gibi elbette rüyaların da senaristleri vardır, yoksa kendi kendine film olup biz seyredemezdik.

فِي مَنَامِكَ

(FIy MaNAvMıKa)

“Menamında”

Burada “Fî Nevmike” denmemiş de “Fî Menamike” denmiştir.

Menam” uyku görülen yer demektir. “Kavl” sözdür. “Makal” ise söylenen yer veya söylenen zaman demektir. “Nevm” uykudur. “Menam” uyku hâlidir, uyku zamanıdır.

Sen uykuda göremiyorsun, uyku hâlinde uyanık olarak görüyorsun.

İnsanın ruhu var, bedeni var. Ruhlar ve melekler ışık hızından daha hızlı dalgalar içinde vardırlar. İnsan ruhla bedenin birleşmesinden meydana gelmektedir. Nevm bedenin beynin emri dışına çıkmasıdır. Beynin bilinç kısmı bedenle ilişkisini keser, bir kısmı ise bedenle beraber kalır, bir kısmı ruhla beraber olur. Bu durumda insan rüya durumundadır. Beyin başka ruhlarla da temasta olur. İşte o ruhlar rüyayı gösterirler, rüyadaki olayları gösterirler. Ruh o başka ruhların gösterdiği filmleri seyretmeye başlar. Bazen ruh beyinle tamamen ilişkiyi keser. Bu da tam uyku hâlidir, rüyasız uyku hâlidir. Bu nevmdir. Menam ise rüyalı hâlini de içerir. Görülen rüya menamın bir bölümünü kaplar.

Beyin elektrosu âlet keşfedilmiştir. Beynin değişik yerlerinde elektrik alıcılar konur. Âlette akım geçmeye başlar. Bu akım dalgalı akımdır, düz akım değildir. Bu uyanıklık hâlinde başka türlü dalgalar geçirir, uyku hâlinde başka türlü akım geçirir. Böylece kişilerin uykuda olup olmadığını âlette görürüz. Rüya hâlinde ise uykuda iken ayık olduğu zamankine benzer dalgalar geçirir. Bununla da rüya hallerini biliriz. Yaklaşık olarak uykunun beşte biri rüya hâlinde geçmektedir. Ayrıca rüyanın içinde onun da beşte biri zamanda bir özel işaret alınmaktadır. Bu durumun ne olduğu hususu rüya kadar net değildir.

Burada “nevm” değil de “menam” kullanılması, rüya hâlinin uyanık hâline benzemiş olmasından ileri gelmektedir. Bugünkü araçlar Kur’an’ın bu ifadesini doğrulamaktadır.

قَلِيلًا

(QaLIyLan)

“Az gösteriyordu.”

“Kuyuda suyu az gördüm.”

“Kuyuda suyu az olarak gördüm.”

Düşünelim bakalım, bu iki cümle de doğrudur.

“Kuyuda suyun miktarını az gördüm” ile “Kuyudaki suyun miktarı az iken gördüm” dediğiniz zaman manâ farkı vardır. Biri devamlılığı gösterir, diğeri ise geçici durumu gösterir.

Kalilen” burada mef’ul de olabilir. Yani onları varlıkları ile az görmüş olur. Hâl olarak anlamlandırdığımızda o esnada az gördüm, başka zaman çok olabilir anlamındadır.

وَلَوْ أَرَاكَهُمْ كَثِيرًا

(VaLaV EaRAvKaHuM KaÇIyRan)

“Ve onları sana kesir irae etseydi.”

Burada fiili mazi getirilmiştir. “Sana irae ediyordu” denmiş, burada ise “Sana irae etmiş olsaydı” diyor. Korkulu rüya bir defa da görülse insanlar inanır ve paniğe kapılırlar, müjdeli rüyayı ise ancak defalarca görürlerse inanırlar. Onları çok görmek, güçlü görmek anlamındadır. Genel olarak insanlar toplulukları sayıları ile ölçerler. Kalabalık güçlü görünür. Bugünkü ekseriyet sistemi budur.

İslâmiyet’te de ekseriyet vardır ama bu ekseriyet sayı ekseriyeti değil de nisbi ekseriyettir. Yüzde kaç ekseriyet denir. Sayı değil, oran ekseriyetidir. Onda yedi ekseriyet galip ekseriyettir. Beşte bir gabın (haksızlık) ekseriyettir.

Bir defa bile onları kesir görseydin dağılırdın.

Lev” getirilerek öyle bir rüyanın görülmediği ifade edilmiştir.

Kur’an gelmiş, insanlar inanmış, ülkelerini terk etmiş. Buna rağmen korku içinde yine tereddüt içindedirler. Hazreti Peygamber bile devamlı kendisini kontrol etmektedir.

Bizim de böyle olmamız gerekmektedir. Bu Allah’ın varlığından veya kudretinden şüphe etmemiz sebebinden değil de bizim görevimizi yerine getirip getirmediğimizden tereddüt içinde olmamızdır. İnsanlar hep hem kendilerini doğru görür hem de günahsız kabul ederler. Oysa pek çok hatalarımız ve önem vermediğimiz için işlediğimiz günahlarımız vardır.

لَفَشِلْتُمْ

(La FaŞıLTuM)

Feşledersiniz

Feşl” taranmış saçtır, ayrı ayrı örülmüş saçlardır; parçalanmak, dağılmak anlamındadır.

İnsan istediğini yapabiliyorsa hürdür. İnsanın hürriyetini kısan iki şey vardır. Biri imkânlardır. Ben Anakara’ya gideceğim zaman araç yoksa gidemem. Araç olsa bile param yoksa yine gidemem. Her istediğim zaman istediğim şekilde gidemem. Araç elde etmem, para elde etmem, hürriyetimden fedakârlık yapmam lazım. Başkalarının istediğini yaparsam, özgürlüğümü verirsem para kazanırım. Anlaşmaları yaparsam araç elde ederim.

Demek ki istek özgürlüğünden fedakârlık yapmadıkça imkân özgürlüğüne kavuşulamaz. Demek ki özgürlük özgürlükle çelişmektedir. İnsan istek özgürlüklerini kısmakla imkân özgürlüklerine kavuşur ve imkân özgürlüğü ona kat kat istek özgürlüğü kazandırır. İşte, istek özgürlüğü insanların sırtında meydana gelen bağlantılardır.

Önce kurallarla hareket edilir. Herkes kurallara uyar ve böylece daha büyük özgürlük için kurallara uymama özgürlüğünü kaybeder. İnsanlar daha fazla özgürlük için birlikte hareket etme durumundadır. Bu da yetkililerin kararlarına uymakla olur. Başka bir özgürlük aracı da sevgidir. Birbirlerinin kusurlarına bakmamak, dikenlerine katlanarak güle ulaşmak. Sonunda ekonomik anlaşmalara uyarak tamamlayan işleri yapmaktır. Bu insanlar arasında meveddeti ortaya koyar. Feşl ise bu meveddetin ve “ill”in ortadan kalkmasıdır. İnsanları birbirlerine yaklaştıran ortak düşmandır, ortak sıkıntılardır. Bu sebepledir ki geçimleri zor olan, güvenliği olmayan topluluklar birbirlerine daha çok bağlıdırlar.

Refah insanlar arasında bağlılığı ortadan kaldırdığı gibi sefalet de bağlılığı ortadan kaldırır. Güçlü topluluklar dağıldığı gibi düşmana karşı galibiyet ümitlerini kesenler de dağılırlar. İnsanlar sıkıntıda ama ümit içinde oldukları zaman birbirlerine kenetlenirler.

İşte, çoğun az gösterilmesi ümitlerinin korunmasını sağlamıştır.

وَلَتَنَازَعْتُمْ فِي الْأَمْرِ

(Va La TaNAZaGTuM Fıy eLEaMRi)

“Ve emrde tenazu’ ederdiniz.”

وَلَكِنَّ اللَّهَ سَلَّمَ

(VaLAvKınNa elLAvHa SalLaMa)

“Velâkin Allah selamete erdirdi.”

Velâkin” daha önce söylenenlerin aksini ifade etmektir. “Bel” ise daha öncekini düzeltir ama reddetmez. “Ahmet geldi, bel Hasan geldi” dersen; yanlış söyledim, Hasan geldi demek istedim demiş olursun. Ahmet’in gelip gelmediği hususunda bir şey söylemiş olmazsın. Oysa “lâkin”de Ahmet gelmedi Hasan geldi demiş olursun.

Burada da bel ile daha önce söylenen eğer onları sana kesir gösterseydi dağılırdınız diyor. Sonra da, hayır, göstermedi, dağılmadınız diyor. İşte “velâkin”in buradaki manâsı odur. Göstermedi, dağılmadınız, böylece sizi selâmete erdirdi denmektedir.

Silm” ovalarda hayvanların ulaşamayacağı üstü düz yüksek kayadır. Oraya çıkışı sağlayana da “süllem” yani merdiven denmektedir. “Teslim etmek” demek, merdivenle yukarıya çıkarıp selâmete erdirmek demektir.

“İz Yürikehumullahu”daki “Ke” zamiri resule racidir. Sonrasında da “O sadrın zatını bilir” ifadesi ile kâinatın rabbi Allah’a racidir.

O halde zamir getirilmesi gerekir, neden izhar edilmiştir?

“Lâkin”e zamir gelmez. “Lâkinke, Lâkinna, Lâkinhu” fasih Arapça değildir. “Lâkin”den sonra kelime izhar edilir. Bu sebeple “Allah” kelimesi izhar edilmiştir.

Zamirin izhardaki sebebi nedir?

Bunu kim getirdi? Ahmet getirdi. Bu işi ancak o yapabilir diyeceğine, vurgu yapmak için de “Selamete erdiren Allah’tır, başkası değildir” anlamını vermek için “Allah” kelimesi izhar edilmiştir.

Tekel sömürü sermayesi kendine göre dünya düzenini kurmuştu. İkinci Cihan Savaşı’nı kendisi çıkartıp sona erdirmiş, iki bloğu oluşturmuş, ülke haritalarını istediği gibi çizmiş, iki güçlü ordu kurmuş, NATO ve Varşova paktlarını oluşturmuştu.

İş tıkırında gitmekte iken, İzmir’de Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi kurulmuş, sessiz sedasız Mekke’deki ilk cemaat gibi oluşmaya başlamıştı. Düzen rahatsız olmuş ve ona saldırmaya başlamıştı. İşte ilk siyasi partimiz Millî Nizam Partisi bunun üzerine kurulmuştur. Bu parti sermayenin ezberini bozmuştur. Biz CHP ile koalisyon yaparak iki süper gücü barıştırmaya başladık. O zaman Humeyni Türkiye’de idi, o da bunu örnek alarak İran’da solcularla birleşerek Şah rejimine karşı devrim yaptı. Bundan etkilenen SSCB Başkanı Gorbaçov Sovyetlerde devrim yaptı.

Millî Görüş’e ve Akevler’e karşı şiddetli baskılar uyguladılar ama Akevler’e bir şey yapamadılar. Millî Görüş’e de bir şey yapamadılar. İşte bu durum Adil Düzen Çalışanlarının Allah tarafından korunmasıdır. Bedir Savaşı’nın kazanılması elbette İslâm düzeninin hemen gelmesi değildi. Daha sonra başka savaşlar olacak ve yeni uygarlık doğacaktı.

Bin yıllık uygarlık işte böyle oluşmuştu.

Bugün de bizim bugüne kadar yaptıklarımız henüz İslâm düzenini getirmemiştir ama İslâm düzenine doğru büyük adımlar atılmıştır. O günlerde Arap ülkelerinde İhvan-ı Müslimin faaliyette idi. Kendilerine her türlü zulümler yapılıyordu. Âlimlerini astılar. İhvan-ı Müslimin buna rağmen varlığını devam ettirdi. Bugün Mısır’da İhvan-ı Müslimin’in bir mensubu devlet başkanıdır ve anayasası kabul edilmiştir. Eğer bu iş yavaş oluyorsa, zor oluyorsa; bunun sebebi bizim bazı konularda hatalı olmamızdan dolayıdır. Allah bizi böyle uyarıyor.

إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

(EinNaHUv GaLIyMun BiÜAvTı elÖuDUvRı)

“Kesinlikle o sadırlara sahip olanı bilendir”

Kur’an 12 yerde Allah’ın sadırların zatını bildiğini söylemektedir.

Bazı âyetlerde “Allah” kelimesini izhar etmekte, burada ise izmar etmektedir.

Alimun” kelimesini kullanmakta, nekre kelime olarak “Bi” harfi ile getirmektedir. “Sadr” baştır. Yani beynini zatı ile bilmektedir. “Bi” harfini “Fî” manâsına getirdiğimiz zaman beynin bir kısmını bilmektedir anlamı çıkar. Belli yeri bilmektedir demektir. O takdirde bu konuda yani onlara resule gösterilen rüya ve onun doğurduğu etkiyi bilmektedir demek olur. Bu da beyindeki oluşların yerel olduğunu ve belli faaliyetlerin belli yerlerde yapıldığını göstermektedir. Bunun öyle olduğu beyinde birçok farklı yerler vardır. Mesela görme yeri ayrıdır, işitme yeri ayrıdır. Bilgisayarda da işlem yaparken böyle alanları belli yerlere tahsis ederiz, o işlemi orada yaparız. Zat ve sadr çoğuldur. O halde değişik beyinlerde oluşan değişik fikirleri de bilir. Bir toplulukta yaşayanların beyinleri konuşma ve diğer iletişimlerle birbirine bağlıdır ve ortak bir bilgisayar imiş gibi hareket edebilmektedirler. Burada “sudur” kelimesindeki “harfi tarif” o topluluğun beyinleridir, toplamıdır.

Bir yerde bulunanların beyinleri arasında duyu organları ile iletişim kurulmaktadır. Ayrıca beyinlerden yayılan elektromanyetik dalgalar diğer beyinlere etki etmektedir. Uzun zaman beraber yaşamış insanlar arasında birlik doğmaktadır.

Tarikat şeyhleri gece lambaları kapatıp toplantılar yaparlar. Çeşitli seansları vardır. Bunlardan biri de sessiz oturmaktır. Herkes ses çıkarmadan bir odada oturur. Siz başka şeyle meşgul olmayınca beyin bazı şeyler düşünmeye başlar. İşte bu şekilde beyinden çıkan elektromanyetik dalgalar birbirine etki eder. Dolayısıyla da kimse kimseyle konuşmadığı hattâ görmedikleri halde aralarında zamanla anlaşma meydana gelir. Bir bakarsınız yüzlerine bu düşünce akseder ve birbirlerine benzemeye başlarlar.

İşte, Allah bu birlikte düşünen ve sonunda oluşan görüşleri bilmektedir. “Alimun” kelimesinin nekre gelmesi, bu sadırlarda olanların topluluk tarafından da bilineceğini ifade etmektedir. Ben birlikte bulunduğum arkadaşların ne düşündüklerini bilebilir hâle gelmiş olurum. Yani ortak bir inanış ve mantık doğar. Bu da toplulukları birbirinden ayırır.

وَإِذْ يُرِيكُمُوهُمْ إِذِ الْتَقَيْتُمْ فِي أَعْيُنِكُمْ قَلِيلًا وَيُقَلِّلُكُمْ فِي أَعْيُنِهِمْ

(Va EiÜ YuRIyKuMUvHuM EiÜ ıLTaQAyTuM FIy EaGYuNıKuM QaLIyLan Va YuQalLiLuKuM FIy EGYuNıHıM)

 

Burada “İz” “Va” ile bağlanmış. Çünkü rüyanın görüldüğü zaman ile karşılaşma zamanı farklıdır. Zaten sonra “İltakaytum”un başına “İz” getirilerek rüya zamanı ile iltika zamanının farklı olduğunu göstermiş olmaktadır. Yine burada “Erakum” denmemiş de “Yüriykum” denmiş yani sürekli az görmüşlerdir.

Savaş demek ya ölmek ya da öldürmek demektir. Savaşa giren insanlar mağlup olup teslim olmayı düşünmezler. Ölmeyi göze almayan asker olamaz. Eğer ordunun bir tarafı böyle ölmemeyi düşünen askerlerden oluşuyorsa o ordu yenilmiş demektir. Bunu bilen askerler ancak düşmanı yeneceklerine kanaat getirirlerse o zaman savaşa girerler. Aksi takdirde savaşa girmekten kaçınırlar, savaşsız teslim olmayı tercih ederler.

Bu düşünce birlikte nasıl doğar?

Savaş hâli en çok tereddüdün olduğu, korkunun ve endişenin bulunduğu durumdur. İnsanları birbirlerine en çok yaklaştıran durumdur. Bu sebeple beyinden yayılan dalgalar insanlara çok süratle etki eder, bir de bakarsınız ki herkes aynı şeyi düşünmeye başlar. Kalabalıklarda bu etki daha güçlüdür. Aynı duyguları duymaya başlayanların sayısı çoğaldıkça etki de o kadar daha fazla olmaktadır. Evde futbol seyretmekle stadyumda futbol seyretmek arasındaki fark budur. Yahut evde film seyretmek ile sinemada filim seyretmek arasındaki fark budur. Cemaatle kılınan namaz ile tek başına kılınan namaz arasındaki fark budur. Telefonla konuşma ile yüz yüze konuşma arasındaki fark budur. Hac ve umreye gidenlerin duyduklarını anlatmaları mümkün değildir. Gidenler orada başka bir şey yaşarlar. Her sene oraya gitmeye çalışırlar.

Başkana itaatin, Allah’a itaatin anlamı budur.

Onları sizin gözünüzde az gösteriyordu, sizi onların gözünde azlaştırıyordu.

Burada iki tarafın gözünde azalıyor, gerçekte azalmıyordu.

İşte burada da başka olay ortaya çıkıyor. Beyne giden elektrikî impulslardır. Dışarıdan gelen ışık gözde sinir uçlarına çarpar, orada elektrikî darbe sayısı ortaya çıkar. Taşıyıcı darbeler vardır. Bir de bazen sıfır bazen bir anlamında dalgalar vardır, işte bunlar beyne ulaşır. Bu darbeler uygun gelmek şartı ile dışarıda hiçbir olay olmadığı halde yine o varmış gibi duyu alınır. Dizin altından kesilen bir adam kesilmiş ayak parmağındaki acıyı duymaya devam edebilir. Çünkü beyne sinyaller gitmeye devam eder. Sihir budur.

Bugün bu hususta deneyler yapılmaktadır. Bugünkü bilgisayar tekniği ile gözlerde nasıl teşekkül ettiği kolayca anlaşılabilir. Beynin bir yerinde bu sinyalleri gösteren bir devre konur ve program yüklenirse bu iş başarılır.

İnsanlarla konuşursunuz ama bir türlü çok basit bir gerçeği anlatamazsınız. Bir partinin fanatik hastasına partisinin liderinin hata ettiğine bir türlü inandıramazsınız. İnsanların putperestliği aslında buradan doğmuştur. Şirke karşı bütün peygamberler cihat yapmışlardır. Bugün de putperestlik aynen devam etmektedir.

Birinde kalil göstermek, birinde taklil etmek arasındaki fark şöyledir. Birinde tef’il bâbı teksir için gelir. Müminlere az gösteriyor, onlara ise çok az gösteriyor. Bunun sonucunda onlar nasılsa yeneceğiz diye gevşek davranıyorlar. Mü’minler ise yenilebiliriz endişesi içinde daha tedbirli olabilirler. Düşmanı çok görmek ümitsizliğe, düşmanı çok az görmek rehavete sebep olur. Düşman az görünecek ama zor yenilecek şeklinde görünecektir ki ona göre yenme cehdi ile savaşa girilsin.

Yunanlılar ve İngilizler siperlerdeki tahkimlerini gösteriyor ve güveniyorlar. Onlar “Türkler bu siperleri yedi sene aşamaz” demişlerdir. İşte bu güven içinde içki masalarından kalkmamışlardır. Yunanlılar Ege’de denize böyle döküldüler.

وَإِذْ يُرِيكُمُوهُمْ

(Va EiÜ YuRIyKuMUvHuM)

“Ve size göstermişti.”

Allah göstermiştir yahut halifesi olan topluluk göstermiştir.

Demek ki sosyal olaylarda fertlerin etkisi yoktur. Topluluğun hareketleri denize benzer, suyunu nehirler oluşturur ama nehirlerin etkisi sadece suyu vermekten ibarettir. Deniz şeklini bulunduğu yere göre alır. Fikirler de fertlerden oluşur, duygular da fertlerden oluşur ama sonunda fertlerin fikirlerinin toplamı değildir, bileşkesidir.

Bir kayaya on yerden ip bağlansa ve her biri onu bir tarafa çekse, kayaya etki eden kuvvet kuvvetlerin toplamı değil bileşkesidir. Kaya o bileşke tarafına gider. Bu taraf hiçbir ferdin bulunmadığı bir taraf olur. Demek ki bileşke kuvvet bağımsız kuvvettir.

Topluluğun görüşleri ve davranışları da böyledir. Kimsenin isteğine bağlı değildir. Bileşke kuvvete bağlı olarak hepimiz o kuvvetin doğrultusunda yol alırız.

إِذِ الْتَقَيْتُمْ

(EiÜ ıLTaQAyTuM)

“İltika ettiğinizde.”

Bu “İz” göstermenin zarfıdır, karşılaştıkları zaman görülmüştür.

Savaş hazırlığı yapılır. Düşmanın yenileceğine hükmolunur. İki taraf karşılıklı hareket ederler ve karşı karşıya gelip beklemeye geçerler. Savaş henüz başlamamıştır ama savaşacak durum hâsıl olmuştur. Ordular birbirlerini görmektedirler. Hazırlık yapılırken bilgiye dayanan bir dengeleme söz konusudur. Ordular karşılaşınca artık birbirlerini görürler, savaşa devam etmeleri için de yeneceklerine kanaat getirmelidirler.

Bugün bu savaşlar başka türlü yapılmaktadır. Sömürü sermayesi orduları beslemekte, tetikçi olarak bulundurmaktadır. Gerek gördüğü zaman iki tarafa da silah vererek savaştırmakta, sonra mağlup tarafına geçerek onu galip getirmekte ve ona istediğini yaptırmaktadır. Birinci ve İkinci Cihan Savaşları böyle olmuştur. Irak ve Afganistan böyle işgal edilmiştir. Sermaye şimdi üçüncü cihan savaşını çıkartmayı istemektedir. Suriye’de karışıklık yaratıp Türkiye ile İran’ı kapıştırmak istemektedir.

Sermayenin böyle savaşlar çıkaracağı haber verilmiştir. Bu savaşın söndürüleceği bildirilmiştir. Yani mevcut olan savaş eşkıyalıktır, gayrimeşrudur. Çünkü hakem kararları yoktur. Savaşanlar kendi çıkarları için değil, sermayenin çıkarı için birbirlerini öldürmektedir.

Gelecekte bu tür savaşlar bitecek, burada tasvir edilen savaşlar olacaktır.

Savaşan ordular kendi çıkarları için savaşacaklar, sermayenin çıkarı için savaşmayacaklardır. İşte o durumlarda savaş ancak böyle taklil ile mümkün olur. Şimdi ise savaş sermayenin çıkarı için olmaktadır. Bu durum arızi bir durumdur.

فِي أَعْيُنِكُمْ

(FIy EaGYuNıKuM)

“Ayınlarınızda”

Göz ışığın geldiği yerdir. Görme orada olmakta, beyinde tamamlanmaktadır. Bu âyetin zahiri, bu görmenin gözde başlamasıdır. Psikolojide bu durumlar tesbit edilmiştir.

Sağ gözünüze işaret parmağını yandan bastırırsanız gözünüz baktığı şeyi iki olarak görür. Demek ki gözün durumu taklil ve teksiri sağlamaktadır. Fotoğraf çekerken topluluğu isterseniz kalabalık gösterebilirsiniz.

E’yuniküm” kelimesi ile gözde yanılma olacağını ifade eder. Miyop ve hipermetrop olan cisimleri farklı görür. Bu az gösterme beyindeki devrelerde de sağlanabilir. “Bi a’yuniküm” denmemektedir. “Fî a’yuniküm” denmektedir. Yani onların bazılarının gözlerinde taklil ediyor. Ondan sonra tüm fertlere bu taklil elektromanyetik dalgalarla ulaşıyor demektir.

قَلِيلًا

(QaLIyLan)

“Kalilen”

Kalilen” burada “Hüm” zamirinin hâlidir. “Kalil” kelimesi fertlerin ayrı ayrı vasfı değildir, topluluğun ortak vasfıdır. Bu sebepledir ki müfret gelmiştir. Demek ki çoğulların eğer ortak vasfı ise halleri müfret olur.  “Kalil” “kesir”in karşıtıdır. “Kebir”in karşıtı “sagir”dir. “Azim” vardır, “âli” vardır, “şedid” vardır.

وَيُقَلِّلُكُمْ فِي أَعْيُنِهِمْ

(Va YuQalLiLuKuM FIy EGYuNıHıM)

“Ve onların aynlarında taklil ediyor.”

Onlar önce kalabalık görüyorlar ama sonra küçülüyor. Sonra da ezilip gidiyorlar. Kalabalık gördüğü için korku içlerinde kalmıştır. Demek ki iki ordu karşı karşıya getiriliyor ama galip gelecek olan da belirleniyor.

O halde savaşlar neden oluyor?

Uygarlaşmak için oluyor. Topluluk içinde mü’minler diğerlerinden ayrılsın diye savaş oluyor. Yönetime kim layıksa o gelsin diye savaş oluyor. Bu sebepledir ki siyasi haklar askerlik olanlara veriliyor. Savaş olmasaydı herkes asker olur, bedelli kalmazdı. Kabiliyetli ve kabiliyetsiz olanlar yönetici olurdu. Yani bugünkü perişan durum ortaya çıkardı.

Savaşın ikinci meşruluk sebebi savaş sayesinde yaşlanmış olan hasta topluluklar ortadan kalkar, seleksiyon olur. Daima yarışı kazanan topluluklar hayat bulurlar.

“Müçtehit Yetişme Merkezi” çalışmalarımız için “finansör” bulmak kolay olacaktır ama “araştırmacı” bulmak son derece zor olacaktır. Bunun için bir kitap yazıp bu araştırmanın gerekliliğini anlatmalıyız ve insanları buna çağırmalıyız. Kitabı okuyup inanan insan bizimle beraber olursa o gelmelidir. Bu kimse büyük baskılar görecektir. O baskılara karşı koyan ve dayanan kimseler “müçtehit” olabilecektir. Hiçbir şeyin kolay olacağı zannedilmesin. Hiçbir şeyden de ümit kesilmemelidir. Mademki Kur’an bize böyle diyor, öyleyse o olacaktır demektir.

Allah emri kaza etsin diye deniyor, müfret kullanılıyor. Emir bir tanedir. İstiğrak için gelemez. Çünkü mevzii işten bahsedilmekte, ona illet gösterilmektedir. O halde emir ahd içindir. Nedir o ahd? Uygarlaşmadır. İnsanlığın ömrünün belirlenmiş şekilde tamamlanması içindir yani “Adil Düzen”in gelmesidir. Dün bu Mekke’nin fethiydi.

لِيَقْضِيَ اللَّهُ أَمْرًا كَانَ مَفْعُولًا وَإِلَى اللَّهِ تُرْجَعُ الْأُمُورُ (44)

(LıYaQWıYa elLAHu EaMRan KAvNa MaFGUvLan Va ELay elLAHi TurCaGu eLEuMUvRu) 

“Ve mef’ul olacak emri kaza etmesi için böyle yaptı, umur Allah’a irca edilir.”

“Rücu”da emir çoğul kullanılmıştır.

Emrin Allah’a irca edilmesi ne demektir?

Allah’ın istediği gibi olması demektir. Buradaki “Allah” halife olandır ve topluluğu ifade eder. Bunun anlamı şudur. İnsanlığın ve uygarlığın lehine sonuçlanır. Zafer uygarlaşmadadır. Harfi tarif istiğrak için de gelir.

Bugünkü ısmarlama savaşlar, uzaktan silahla savaşmalar bu fonksiyonları yerine getirmemektedir. Demek ki bugünkü düzen tümüyle değişecektir. Savaşlar Allah tarafından planlanıyor ve sonunda O’nun istediği yere gelinmiş oluyor. Birinci ve İkinci Cihan Savaşları, ateist diktatörlüklerin hepsi takdir-i ilâhi ile olmuş, “Adil Düzen”in yeryüzüne hâkim olması için zemin hazırlanmıştır. Üçüncü cihan savaşı olursa bu savaş da insanlığın “Adil Düzen”e daha çok yaklaşması için olacaktır.

Olacak olanı Allah yapsın diye ibaresi bunda iki âyet önce geçmişti, burada tekrar etmektedir.

Kur’an’da bu deyim kaç defa geçmektedir?

Ruhu’l-Kur’an’a bakalım. Mu’cemde “RaCeA”ya basalım. Sonra da “EMR”e basalım. Listeye “ekle” çıkar, ona basalım. Orada “TuRCaU”ya bakarsanız 6 defa var. “UMUR” da 6 defa vardır. Demek ki Kur’an’da bu ifade 6 defa geçmektedir.

Şimdi bu yerlere dikkat edip ortak özellik bulabiliriz ve bu ifadeyi hangi hallerde kullandığını görebiliriz. İşte Kur’an’ın yorumu böyle yapılmalıdır. Değişik kimseler arasında işbölümü yapıp Kur’an’ın bir tefsiri hazırlanacaktır. Burada kelimelerin nahiv ve meani kurallarını belirttikten başka bu Kur’an’ın deyimlerini ve onun ne zamanlarda kullanıldığını da belirlememiz gerekmektedir. Yüz kişiden oluşan araştırmacıyı çalıştırmaya başladığımız zaman onlarla araştırmalarımız sistematik hâle gelecektir.

“El” harfi tarifi istiğrak için cinse gelir. Bütün anlamındadır. “Er-Recül” dediğiniz zaman bütün recüller demek olur. Burada istisna yoktur. “Er-Rical” derseniz burada bir iki istiğrak olur. Çünkü çoğul bir ve ikiyi içermez. Yani “er-recül” “er-rical”den daha şümullüdür.  Her iş Allah’a rücu ederde “emir” “umur” olarak kullanılmıştır.

Topluluklar doğarlar, gelişirler, yaşarlar, uygarlıklar kurarlar, sonra ömürlerini doldurup yerlerini yeni uygarlıklara bırakırlar. İşte son döneminde emir yine Allah’a döner ama o topluluk için dönmez. Bu sebeple bu istisnai durumu içermesi için burada “emir” değil de “umur” olarak zikredilmiştir.

Kur’an’da sadece yer ve göklerde işin ona irca edileceği olarak geçmektedir. Sosyal olaylarda istisna vardır, doğa olaylarında istisna yoktur. Onun için orada müfret getirilmiştir.

Yıkıcı canlılarla yapıcı canlılarda sürekli cidal vardır, çıkar çatışması vardır. Denge bunun üzerine kurulmuştur. Yapıcı canlılarda ayıklama olması için ve yaşlı canlıların ortadan kalkması için görevli hücreler vardır. Onların görevi budur. İnsanlarda savaş ne ise canlılarda da hastalık odur. Sonunda yapıcı hücreler kazanır, hayat devam eder, evrim olur. Burada bu açıkça ifade edilmiştir. Sonunda işler topluluk lehine, insanlık lehine döner. Sadece saat günü yeryüzü başka yere çevrilecektir. Bir istisnası vardır.

 

 


ENFAL SÛRESİ TEFSİRİ(8.SÛRE)
1-1.AYET TEFSİRİ
2208 Okunma
2-2 VE 4.AYETLER
1722 Okunma
3-5 VE 6.AYETLER
1399 Okunma
4-7 VE 8.AYETLER
1978 Okunma
5-9 VE 10.AYETLER
2189 Okunma
6-11.AYET
1690 Okunma
7-12 VE 14.AYETLER
2295 Okunma
8-15 VE 16.AYETLER
1922 Okunma
9-17 VE 18.AYETLER
1746 Okunma
10-19.AYET
1467 Okunma
11-20 VE 23.AYETLER
1538 Okunma
12-24 VE 26.AYETLER
1668 Okunma
13-27 VE 28.AYETLER
2526 Okunma
14-29 VE 31.AYETLER
1555 Okunma
15-32 VE 33.AYETLER
1718 Okunma
16-34 VE 35.AYETLER
1440 Okunma
17-36 VE 38.AYETLER
1370 Okunma
18-39 VE 40.AYETLER
1675 Okunma
19-41.AYET
2292 Okunma
20-42.AYET
1809 Okunma
21-43 VE 44.AYETLER
2874 Okunma
22-45 VE 46.AYETLER
2265 Okunma
23-47 VE 48.AYETLER
1665 Okunma
24-49 VE 51.AYETLER
1487 Okunma
25-52 VE 53.AYETLER
2259 Okunma
26-54 VE 56.AYETLER
1531 Okunma
27-57 VE 59.AYETLER
1457 Okunma
28-60.AYET
1741 Okunma
29-61 VE 62.AYETLER
1755 Okunma
30-63 VE 64.AYETLER
3773 Okunma
31-65 VE 66.AYETLER
2162 Okunma
32-67 VE 69.AYETLER
1798 Okunma
33-70 VE 71.AYETLER
1623 Okunma
34-72.AYET
2072 Okunma
35-73.AYET
1528 Okunma
36-74.AYET
1531 Okunma
37-75.AYET
1602 Okunma

© 2024 - Akevler