Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 446
Mürselat 25-27.AYETLER ÖZEL TEFSİRİ
16.02.2008
1910 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN 446 

“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

-DEĞERLİ ADİL DÜZEN ÇALIŞANI! BU HAFTA KAÇ KİŞİYE TEBLİĞ YAPTIN?-

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi                             16 Şubat 2008                                         Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 446. SEMİNER

“HİÇ BİLENLERLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (Kur’an; Zümer Sûresi, 39/9)

“İLİM TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL

***

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ

LÂİKLİĞİN KANUNİ TANIMI

ANAYASA, KANUN VE BAŞÖRTÜSÜ

C E H A L E T

***

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

أَلَمْ نَجْعَلْ الْأَرْضَ كِفَاتًا (25) أَحْيَاءً وَأَمْوَاتًا (26)

وَجَعَلْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ شَامِخَاتٍ وَأَسْقَيْنَاكُمْ مَاءً فُرَاتًا (27)

 

Bu âyet 77’inci sûre olan Mürselat’ın 25’inci âyetidir.

1+(65+32+16) gruplamada 32 sûrelerdendir. Âhiretten bahseder. 32’inci grubun ilk yarısı arasındadır. 11’inci sûredir.

Bu sûrede 10 defa “veylün li’l-mükezzibîn” geçmektedir. Başlaması ve bitmesi ile 11 bölüme ayrılmaktadır. Bunların hepsi âhiretten bahsetmektedir. Ayrıca  sekizyüzlüyü anlatan girişi vardır.

1) Murselat (الْمُرْسَلَاتِ)

2) Yevmi Fasl (يَوْمِ الْفَصْلِ)

3) Evvelki Helak (أَلَمْ نُهْلِكِ الْأَوَّلِينَ)

4) Mai Mehin (مَاءٍ مَهِينٍ)

5) Erd Kıfat (الْأَرْضَ كِفَاتًا)

6) Intılaku Zıl (انْطَلِقُوا إِلَى ظِلٍّ)

7) Ademi Nutk (يَوْمُ لَا يَنْطِقُونَ)

8) Faslı Cem (يَوْمُ الْفَصْلِ جَمَعْنَاكُمْ)

9) Cezai Muhsinin (نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ)

10) Cezai Mucrimin (تَمَتَّعُوا قَلِيلًا إِنَّكُمْ مُجْرِمُونَ)

11) Ademi Ruku (لاَ يَرْكَعُونَ)

12) İmanı Hadis (حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ)

Bu sûrede 12 bölüm vardır. Altısı bu dünyayı anlatır, altısı da dünyanın sonunu, âhiretin geçiş dönemini anlatır. Dünyamızda anlattıkları sekizli sistemdir. Zalimlerin helak olacağıdır. İnsanın yaratılışı ile yeryüzünün düzenlenmesi anlatılmaktadır. Sonunda insanların itaatsizliği ile imansızlığından bahsetmektedir. Bu bölümlerin dağılışını da baştan anlatıyor. Arada fasl gününü anlatıyor. Böylece iki konuyu ortaya koyuyor. Üç konuyu anlattıktan sonra kıyamet olaylarını anlatıyor ve sonunda iki konuyla yine dünyadaki durumu ortaya koyuyor.

Film seyrederken konu sıra ile anlatılmaz. Arada değişik konulara geçilir. Seyirci olayları tarih sırasından ziyade ayrı ayrı cereyan eden olayları birleştirerek filmi takip eder İnsan beyninde bilgisayarda olduğu gibi konuların ayrı ayrı yerleri vardır. Çalışınca orası yorulur. Konuyu değiştirince çalışma yeri değişir, dolayısıyla o taraf dinlenir. Bu sebepledir ki okullarda farklı dersler tedris edilir.

Günlük tedriste bu değişme normaldir, iyidir. Ama hafta içinde farklı derslerin tedrisinde yarar yoktur. Bu konu üzerinde araştırmalar yapılması gerekmektedir.

Namaz kılarken de bir sahife kadar okur, ondan sonra secde ve rükua gideriz. Tesbih ederek beynimizi dinlendiririz. Rükuda ve secdede kan beyine gelerek orasını dinlendirir. Diz çökerek veya bağdaş kurarak okuma bu sebeple daha açık zeka yapar. Kur’an’ı tetkik ederken onun sözlü biçimi de bize birçok şeyi öğreticidir Yorulma ve dinlenme üzerinde araştırma yapmak gerekmektedir. Kolla bir iş yaparken yorulduğunuzda acaba yürümedeki yorgunluğa ne kadar etki eder?   

أَلَمْ نَجْعَلْ  (Ea LaM NaCGaLı)  “Ca’letmedik mi?”

Ea” soru edatıdır, Türkçedeki “mi” karşılığıdır.

“Dün sana erken gel demedim mi? Niye geç geldin?” derseniz, buradaki “mi” sorusu söylediğini tekit içindir. Soru gelip gelmediğini sormak için değil, neden gereğini yapmadığını anlatmak içindir.

“Biz yeri kifat ca’letmedik mi?” denmektedir, yani ca’lettiğimiz halde siz hâlâ neden itaat etmiyor ve sözlere kulak vermiyorsunuz demektedir.

“Başım ağrıyor” diyene, “İlaç almadın mı?” derseniz; ilaç aldığın halde niye ağrıyor demiş olursunuz. 

LeM” “La” ile “Ma”nın terkibidir. İkisi de “Beyn” kelimesinin bir parçasıdır. “Ma” geçmişteki olumsuzluğu, “La” gelecekteki olumsuzluğu ifade eder; “LeM” geçmişte başlayıp şimdi devam eden olumsuzluğu ifade eder. Olumludaki karşılığı “Kad”dır.

Allah yeri kifat olarak düzenledi, hâlen de düzenlemeye devam etmektedir demektir.

Türkçedeki “yor” hâl ve geleceği içerir Arapçada ise mazi ve hâli içerir. Diller arasında böyle farklı gelişmeler vardır.

NaCGaL” ca’lediyoruz. Fiil muzari olduğu hâlde manâsı “LeM” ile mazi ve hâl olmuştur.

Ca’letmek” bir şeyi bir işe tahsis etmek demektir. Halk etmek onu yapmaktır. Ca’letmek ise mevcut olana bir iş yüklemek demektir. Yeryüzünün yaratılması var, bir de düzenlenmesi vardır. Eve mobilya alırsınız ama sonra da onları uygun yerlere yerleştirirsiniz. Yer birinci günde yaratıldı, sonra canlıların yaşayacağı şekilde düzenlendi. Birincisi “halktır”, ikincisi “ca’ldır”.

Yeryüzünün yaratılışı hakkında bugün bildiklerimizi kısaca özetleyelim.

Galaksi diğer galaksilerden ayrıldıktan sonra dönmeye başladı ve dolayısıyla artık merkeze doğru yaklaşmadı. Ama aynı uzaklıkta olanlar birbirini çekti ve gaz yığını olmaya başladı. Yıldızlar oluştu. Büyük bir yoğun kütle hâline gelince hidrojen helyuma dönüşmeye başladı ve çevreye ışık yaydı. Böylece atmosfer basıncına benzer bir basınçla güneş yüzü basınç altında tutulmaktadır. Bu esnada güneşin çevresinden başka yıldız geçti. Oradan bir lav kopardı veya kendisinden koptu. Bunlar gezegenleri oluşturdular. Üçüncü gezegen oluştu. Yerden kopan bir parça ayı oluşturdu. Eski astronomlar ayın yeryüzüne sonradan eklendiği ve yaşının farklı olacağını iddia ediyorlardı. Ama aydan alınan taşlar tahlil edildiğinde ayın da yerle yaşıt olduğu tesbit edildi. Böylece Kur’an’ın bildirdiği kanıtlanmış oldu.

Yer soğumaya başladı. Çevresini kabuk bağladı. Kabuk soğuyunca küçüldü. Çatlama meydana geldi. Mağma tabakası dışarıya çıktı. Yerin atmosferi oluşmaya başladı. Böylece bugünkü yeryüzü düzenlendi. Bu yeryüzü öyle düzenlendi ki canlı yaşayacak şekil aldı.

a)      Güneşten uzaklığı, güneş etrafında dönmesi, kendi etrafında dönmesi, eksenin eğikliği hayatın sürmesi için gerekli durumu içerir. Oysa diğer gezegenlerde hayat yoktur.

b)     Toprağın yapısı, içerdiği maddeler, su, suyun içerdiği maddeler, hava, havanın içerdiği maddeler, bunların miktarları ve durumları hep hayat için gerekli şekilde düzenlenmiştir. Tuzun miktarı, altının miktarı bile gerektiği kadardır.

c)      Bunun dışında yeryüzü bir canlı gibi hareketliliğe sahiptir. Güneşten gelen ışınlar denizlerdeki suları buharlaştırır. Buharlaşan sular rüzgâr vasıtasıyla dağlara doğru sürüklenir. Dağlarda soğuklara çarpan hava suyunu boşaltır ve yağmur hâline gelir. Topraklarda ve denizlerde yaşar. Ondan sonra dereler hâlinde denizlere ulaşır. Kirlenmiş su buharlaşır. Tortularını denizlerde bırakır. Böylece insanda nasıl kan dolaşımı varsa, su da yeryüzünde böyle dolaşır ve temizlenir. Kan nasıl kılcal damarlarla vücuda dağılırsa, su da toprağa ve havaya böyle dağılmaktadır.

d)     Bundan sonra canlılar var edilmiştir. Canlılar bu su dolaşımında suları kirletir ve temizlerler. Yeryüzünü daha çok canlıların yaşayacağı şekle sokmuşlardır. Kayaları parçalayarak topraklar oluşturmuşlardır. Yeryüzünü ve deniz diplerini atıkları ile doldurarak yaşayacak şekle sokmuşlardır. Bitkiler sudan ve havadan aldıkları CO2’yi güneş ışığında ayrıştırarak suya ve atmosfere O2’yi salarlar. Hayvanlar da sudan ve atmosferden aldıkları O2’yi birleştirerek CO2’yi salarlar. Bu arada topraktaki mineralleri kullanırlar. Böylece yeryüzünde hayat dengesi sürüp gider. Bugünkü çevre kirliliği işte bu dengeyi bozmaktadır. 

الْأَرْضَ (eLEaRWa)  “Arzı ca’letmedik mi?”

Hayvanın sırt tarafına sema, alt tarafına arz denmektedir. Bizim yaşadığımız yeryüzü ve denizlerin altı daha doğrusu içi yeryüzüdür. Yer yuvarlaktır, küre şeklindedir. Kürenin içi arzdır. Kürenin dışı da semadır. Atmosfer de semadır. “Yer” kelimesi de “yurt” kelimesi buradan gelmektedir. Yeryüzünün dörtte üçüne yakın kısmı denizlerle kaplıdır. Geri kalan dörtte birine yakın olanı karadır. Onlar da bir yerde toplanmışlardır. Hayat önce denizlerde başlamıştır.

Eğer bir yerde su hareketi yoksa, hava hareketi yoksa, orası kirlenir, orada hayat olmaz. Nitekim Karadeniz’in alt kısmı durgun olduğu için orada hayat yoktur. Diğer denizler çalkalandığı için deniz diplerine kadar hayat vardır. Ay’ın yararı sadece yerin dönmesi ile ilgili değil, gelgitlerle suları çalkalamakta, dalgaları ve akıntıları oluşturmaktadır. Kan dolaşımı gibi hava ve su dolaşımını sağlamaktadır.

كِفَاتًا (25)  (KıFATan)  “Kifat olarak halk ettik.” 

Kifat” “KFT” kökünden gelir. Kef, avuca denmektedir. İçinde yemek pişirdikleri topraktan yapılmış tencere benzeri bir kabın adıdır. Onun içine sulu yiyecek koyar, altından ateş verip pişirirler. Yahut ters çevirirler ve içine ateş verirler. Üst tarafında ızgara yaparlar. Türkçede kullanılan “köfte” kelimesi bu “kifat”tan gelmektedir, yani kifat üzerinde pişirilen et demektir. Bazen de seramiğin üzerine seramik kapak geçirip koyarlar. Terazideki “kefe” kelimesi de bu eşleşmeden gelmektedir. “Tekfit etmek” ters çevirmek demektir.

Bu tabirle yerin durumunu anlatmaktadır. Yer yuvarlaktır. İçi ateş doludur. Yüzeyi ise ters çevrilmiş tencere gibidir. Orada canlılar üretilmekte ve tüketilmektedir. Yeryüzü böyle oluşmuştur.

Kur’an Yasin Sûresi’nde, “Arzı biz ihya ettik” diyor. Sonra ay ve güneşten bahseder. Her üçü bir felekte uçmaktadırlar diyor. Her ikisi değil de her üçü veya ikiden fazlasından bahsetmektedir. Böylece yer ve ayı grup içinde toplamıştır. Ay ve güneş yuvarlak olduğuna göre yer de yuvarlaktır. Yeryüzünün içine doğru gidildiği zaman önce sulu tabaka vardır. Burada yeryüzünün suları iner ve çıkarlar. Ondan sonra toprak tabakası vardır. Ancak burada su hareketlerine rastlanmaz. Ondan sonra da kaya tabakası vardır. Onun altında mağma dediğimiz tabaka vardır. Merkezde ağır metaller mevcuttur. Ateş burada yakılmaktadır.

Şöyle ki, yeryüzündeki bütün elementlerin sayısı en çok 118 olabilir. Bunların yüzden yukarısına doğada rastlanmıyor. Laboratuarlarda çok kısa zamanda elde ediliyor. Seksenden yukarısı parçalanarak daha aşağı elementler oluşturmaktadır. Yer sıcaklığında ağır elementler parçalanarak ısı verirler. Bu 26’ıncı element olan demire kadar iner. İşte yerin merkezinde bu olaylar cereyan etmekte, yer tenceresini bu kaynatmaktadır.

Diğer taraftan en basit element olan suyun yakıtı hidrojen birleşir ve helyum olur, enerji verir. Bu birleşme de demire kadar devam etmektedir. Enerji vermektedir. Bu da güneşten gelir.

Böylece Karadeniz bölgesinde mısır ekmeği pişirirken plaki dedikleri iki topraktan yapılmış kap vardır. Ateşte içi ısıtılır ters çevrilir. İçine hamur konur. Üstüne de saç veya yine seramikten bir kapak konur. Onun üstüne de ateş yakarlar, üstten ısıtılır. İşte bu takıma “kifat” denmektedir. Yukarıya doğru gidecek olursak önce yağmurlu tabakaya, sonra hava tabakasına, sonra elektrikli ışık tabakasına ulaşılır. Bu da üst tarafıdır. Üstten yakılan ateş de güneştir. Böylece ikisi arası yer ve denizlerinde hayat pişmektedir. Yalnız hayat değil, mevt de üretilmektedir.

***

أَحْيَاءً وَأَمْوَاتًا (26)  (EaXYAEan Va EMVAvTan)  “Ölü ve diri”

Hay” hareketli halde olan yılandır.

Mevt” de kış uykusunda olan yılan demektir.

Allah hayatı da ölümü de birer varlık kabul ediyor. “Biz arzı bir köfte yapmadık mı?” diyor. O köftenin özelliği hayatla mevtin karışımıdır. Köfte yaparken et ile ekmek artığını koyarlar. Tuz, biber ve diğer köftelik maddeleri katarlar. Ondan sonra kızartırlar. Yeryüzünü de böyle değişik canlıların karışımı ve onların ölüleri de bulunan bir topluluk yapmıştır.

Yeryüzü incelendiği zaman karşılaşılan en önemli iki husus vardır. Bunlardan biri, yeryüzü canlıların yaşayacağı şekilde yaratılmıştır. Bunlar hikmet ilimlerinde okunacaktır. İkinci önemli husus ise yeryüzü bizzat canlılar tarafından imar edilerek bugünkü hayatın oluşması sağlanmıştır.

Canlılar kendileri topraktan, havadan ve sudan aldıklarını işleyerek canlı yapıyı oluştururlar. Ama ondan sonra onun artıklarını dışarıya atarlar. Ne var ki bu atılanlar artık eskisi gibi kullanılır madde değildir. Seviyeleri büyütülmüştür.  İşte gübre budur. Yani daha kıymetli toprak, canlıların daha kolay kullanabileceği toprak. Yeryüzü daha çok canlıların yaşayacağı hâle gelmektedir.

Daha çok canlı ne demektir? Biyolojik olarak daha çok canlı ne demektir? Güneşten gelen güneş ışığı ne olur, nereye gider?

a) Yeri gündüzün ısıtır. Gece de soğuyarak tekrar uzaya döner. Bu en kötü kullanılıştır. 

b) Yeryüzünde sular buharlaşır, dağlara çarpar ve yağmur olup tekrar yere döner. Böylece yeryüzündeki suların ve havanın hareketini gerçekleştirir. Bu yeryüzünün canlılar için hayat kaynağı olmasını sağlar. Ancak tek başına da bir manâsı olmayan bir durumdur. 

c) İşte bundan başka ne olur? Güneşten gelen ışınları bitkiler kimyasal enerjiye çevirirler. Canlıların kullanmaları için depolarlar. İşte buna dayanarak yeryüzünün verimini şöyle tarif edebiliriz. Yeryüzüne gelen güneş ışığının yüzde kaçı biyolojik enerjiye çevriliyorsa, yeryüzünün canlılık verimi odur. İşte bunu artırmak demek, yeryüzünü ihya etmek demektir. Bunun başarılması için yeryüzünün imarı gerekmektedir. Su ve havanın hareketlerinde düzenleme sağlanabilir. Ayrıca toprak da daha çok canlıların yararlanacağı şekle sokulur. İşte bu durumun elde edilmesi için daha çok ölü artıklarının yeryüzüne karışması gerekmektedir. 

d) Bundan sonra bu elde edilen depolanmış kimyasal enerjiden yararlanarak bir iş yapmaktır. Bunu yapacak olan da insandır.

“Ehya” hayyın çoğuludur; evrak gibidir. “Emvat” da öyledir.

Ölüler ve diriler birlikte ve beraber zikrediliyor. Canlılık ölülerle dirilerin birlikte var olması ile sürmektedir. Hayat nasıl başlamaktadır? Hayat önce DNA’larla başar. DNA demek iki çift eşlerden oluşan dört tür DNA’larla başlar. A ve T birbirini eşler, C ve G birbirini eşler. Bunlar bir dizi oluştururlar, yani zincir yaparlar. Bir zincirde değişik sıralar yer alır. Mesela ATTCGGAT sıralama yapabilirler.  Bunu eşleştiren zinciri              ATTCGGAT

TAAGCCTA eşleşir.

Bunlardan üçü bir araya gelerek yirmi çeşit çekirdek asitten birini alır. Bunlar böylece hücrede yerleşir. Üretim yaparlar. Hücre meydana gelir. Hücre çok karışık en yüksek yapıdır. Bunlar çoğalarak yayılırlar. Bitkiler de hayvanlar da aynı dört tür DNA taşırlar, aynı çekirdek asitlerinden oluşmuştur. Sadece bunların dizilişlerinin farklı olmasından bildiğimiz çok çeşit farklı canlılar ortaya çıkmaktadır.

Hayatta olanlarda her an faaliyet vardır. Güneş enerjisi ile üretilmiş şeker yakılmakta ve işler yapılmaktadır. Hücrenin yapısı sürüp gitmektedir. Diriler bunlardır. Her hücre motordur. Arabalar benzin yaktığı gibi bunlar da şeker yakmaktadırlar. Ölülük ise bu faaliyetin olmayıp sağ olması demektir. Canlılar güneş enerjisinden üretilen şekeri yakarak üst seviyede varlıklarını sürdürürler. Ölüler ise bu özelliklerini kaybederek dağılırlar. Molekülleri parçalanır, toprağa döner, toprak yeni canlılara malzeme olur. Hayat böyle devam edip gider.

Canlılığı başka bir şekilde şöyle tanımlayabiliriz.

Bir askeri kışlada askerler saf ve sıra olurlar. “Rahat” dersiniz, “hazır ol” dersiniz. Sıra ve saflar korunur. “Marş” dediğimizde yürürler. Bu kendiliğinden olmaz. Dağınık askerler kendiliklerinden bir araya gelip saf ve sıra olmazlar. Bir komutan gelip onları sıraya sokar. Ama komutan talimgâhı terk ettikten sonra askerler kendiliklerinden dağılır, saf ve sıra bozulur.

Doğada bir kanun vardır. Saf ve sıra gibi düzen kendiliğinden oluşmaz. Bir güç tarafından bunun oluşturulması gerekir. Su yukarıya kendiliğinden akmaz. Soğuk olan kendiliğinden ısınmaz. Düzenin sağlanması için bir düzen harcanması gerekir. Bunu birilerinin yapması gerekir.

O halde canlılık demek, kendiliğinden bozulmaya meyilli olan doğada düzenleme yapan düzenli varlıklardır. Kendileri düzen içindedirler, düzensizleri de düzenli hâle getirmektedirler. Canlının canlıyı meydana getirmesi bu demektir. Cansız varlık kendiliğinden daha düzenli hâle gelmez, kendisine benzerini üretmez. Canlı varlık ise kendisine benzerini meydana getiren ve düzenleyen varlıktır.

“Emvatın ca’ledilmesi” ne demektir?

Doğanın kendiliğinden bozulmaya meyilli olmasıdır. Ehya da o bozulmayı durduran ve ileri düzenlemeyi yapan hayattır. Yeryüzü bu düzen ile bozulma arasında kurulmuş denge olarak yaratılmıştır.

Şimdi yer ile gök arasındaki farkı da belirleyebiliriz. Yeryüzünde gittikçe düzen artmaktadır. Daha çok canlı ortaya çıkıp güneş ışınları daha çok şekere dönüşmekte ve onlarla da daha çok canlı varolmaktadır. Gökte ise güneş her gün hidrojeni yakarak erimektedir. Sonunda orada da bozulma artmaktadır. Bir gün gelecek hayat bitecektir. Böylece onun güç ve ışık saçma kabiliyeti sona erecek, yerde de canlı kalmayacaktır.

Âyeti bu yorumla anladığımız zaman, yeryüzü canlandırılmış, ölü iken canlı hâle getirilmiştir. Bir gün gelecek ve bu düzen kalmayacak, hayat kalmayacaktır.

Eskiden filozoflarla kelamcılar arasında ihtilaf vardı.

Filozoflar hayatın başlangıcı yoktur, sonu da olmayacaktır diyorlardı.

Kelamcılar ise hayatın başlangıcı vardır; buna dayanarak sonunun da olacağını söylüyorlardı. 20. yüzyıl kelamcıların iddiasını ihtilaf kalmayacak şekilde ispat etmiş bulunmaktadır.

İşte böylece hayat ile ölüm arasında başlayan denge, Kur’an’ın burasında ifade edildiği şekliyle ispatlanmış bulunmaktadır.

***

وَجَعَلْنَا فِيهَا (Va CaGaLNAv FIyHAv)  “Ve biz orada ca’lettik.”

Buradaki “Va” “Elem nec’al”a atfedilmiştir. “E” menfi soru edatıdır. “Lem” de menfilik harfidir. İkisi birden hem müsbet olmakta, hem de mazi olmaktadır. Atıf sahihtir. “Lem” “ca’alana”ya atfetmez. Müsbet menfiye atfolunursa atfolunan da menfi manâ taşır. “Nec’al”a da atfolunmaz, mazi muzariye atfolunmaktadır. “Arzı kifat yaptık. Oraya ca’lettik” denmektedir.

Birinci “ca’l” ile ikinci “ca’l” farklıdır ki “ca’l” kelimesini tekrar vermiştir.

O zaman birinci “ca’l” ile ikinci “ca’l” arasında ne gibi bir fark vardır?

Birincisi canlıların yaratılması ve canlıların yeryüzünü değiştirmesidir.

İkinci “ca’l” ise canlıların yaşayabileceği bir duruma getirilmesidir. Doğanın kendi düzenidir.

Canlıların yapması ayrı, doğanın yapılması ayrıdır. Bugün canlıların yeryüzünü nasıl düzenlediklerini biliyoruz. Yaşıyoruz ve görüyoruz. Canlıların bunu nasıl yapabildikleri de biyolojik kanunlarla sabittir. Bununla beraber bitkilerde bunun mekanizmaları daha kolay izah edilmektedir.

Bitki hücresindeki faaliyetleri doğa kanunları ile izah hayli zor olmakla beraber, sonunda izahı yapılabilmektedir. Atomlara, dolayısıyla moleküllere verilen özellikler ve bu moleküllerin dizilmesi sayesinde bu işleri yapabilmektedirler. Eğer bizim elimize hidrojen atomlarını verseler ve bunları birleştirin, yarıştırın deseler ve biz atomları elimize alabilseydik, bütün cansız maddeleri yapabilirdik.

Burada asıl sebep-sonuç ilişkisi ile izah edilemeyen hususlar; nasıl oldu bu maddeler bu miktarlarda bir araya geldi ve bu şekilde serpildi? Yine bize aynı molekülleri verseler, dizsek, canlıyı yapabilirdik. Ama bunları bu sıraya kim dizdi? İşte bu ilk soru çözüldüğünde, ondan sonrası varsayımlar içinde diğerleri ile izah edilebilir.

İlim nasıl olduğu ile uğraşır, kimin yaptığına karışamaz. İlim sadece şunu demelidir: Bu kendiliğinden olamaz. Yapan biri vardır. Yapanın kim olduğunu, nasıl olduğunu araştırmak benim işim değildir diyebilir. Ama ilim; tesadüflerle veya zorunlu kanunlarla mı oluşmuştur, yoksa irade sahibi birileri mi bunları böyle yapmıştır. Bu konuya karar vermek ilim konusudur. Çünkü ihtimaliyat hesapları ile biz neyin kendiliğinden olabileceğini çok iyi bilmekteyiz.

Bundan önce canlı ile ilgili yaratılışı anlattı.

Burada da cansızların yine düzenlenmesini anlatmaktadır.

رَوَاسِيَ (RaVASıYa)  “Ravasiyeler.”

Ravasiye” “rasiye”nin çoğuludur. Dikilmiş veya dizilmiş anlamındadır. İsim olarak sıra dağlar demektir. Dağlardan bir kısmı alemdir, bir tepesi vardır. Bir kısmı araftır. Bunların üstü düzdür, yayladır. Bir kısmı da sırtlıdır, sağında ve solunda yamaçlar vardır.

Tek başına olursa “rasiye” olur, birçokları bir arada olursa ve sıralanırsa, o zaman “revasiye” olur. Hepsine birden “cibal/dağlar” denmektedir, “cebel”in çoğuludur.  Bir kazığı çakmak da “irsa etmek”tir.

Şimdi dağların yapısını ele alalım.

Dağlar yeraltındaki mağmanın patlaması ile yavaş yavaş yükselir. Nasıl gemiye yük yüklenince batarsa, lavlar dağı yükselttikçe ağırlaşır ve mağmaya biraz daha batar. Böylece çakılmış ve sabitlenmiş bir kazık gibi olur. Eğer delinme değil de kırılma meydana gelmişse sıradağlar oluşur.  Bir yerde patlama olursa diğer taraflarda basınç azalır ve diğer dağlarda patlama olmaz. Dünya döndüğü için ekvator daha hızlı döner. Kutuplara yaklaştıkça yavaşlar. Kırk beş civarında çatlama olur. Doğu-batı dağ silsilesi oluşur. Bir yerden patlayınca diğer yerlerde olmayabilir. Böylece oluşan sıradağlara Himalaya sıradağları denmektedir. Anadolu bu sıradağların alçaldığı bir yerdedir. Toroslar ve Kuzey Anadolu dağları oluşur. Dağlar oluştukça dağların altı da o nisbette gömülmektedir. Amerika’da da kuzeyden güneye doğru dağlar uzanır. Bu da dönerken atmosferin ve mağmanın dönüşlerini düzenler. Günlük dönüş sabit kalır.

Bilgisayarda yerin modeli yapılabilir. Dağlar, dereler, denizler yerleştirilir. Güneş de girilir. Buna göre rüzgârlar, yağmurlar, sıcaklıklar, su akıntıları, ısılar bilgisayarda takip edilir ve yeryüzünün modeli ona göre düzeltilir. Bu modelde bazı denemeler yapılır. Mesela Nil nehri üzerinde Asuan Barajı yapılmakla neler olduğu görülür. Nerelere ne etki edeceği hesaplanır. Yahut Sibirya ormanları yok edilirse İstanbul’daki oksijen ne kadar azalır, orada görülebilir.

Bugün yeryüzünün haritası yapılmaktadır. Bilgisayarlar uzaydan çekilen fotoğraflarla sokakları, evleri, arabaları görebilmektedir. Bunun dışındaki modeller henüz geliştirilmemiştir. İnsanlık işte bunu yapacak ve tüm insanlara sunacaktır. Bu yer modelinde Erciyes’i, Uludağ’ı haritadan kaldırırsak neler olur, yeryüzünde ne gibi değişiklikler olur, görebiliriz. İnsanlar öğreneceklerdir ki yerleştirilen her şey düzen içindedir. İnsanların müdahalesi de yine o düzeni gerçekleştirme yolunda olabilir. Çünkü insanları da Allah yarattı.

Nasıl inşaat malzemesi aldığınızda onları yerlerine koyamazsanız, inşaat yapamazsanız, ev olmaz, fabrika olmazsa; yeryüzünün sadece yaratılması da yeterli değildir. Onu inşa etmeniz gerekir. Sonra elektriği, suyu, kanalizasyonu, telefonu, gazı bağlatmanız gerekir. Aynen bunun gibi yeryüzü de düzenlenmeli ve beslenmelidir. Dağlar bu düzenlemeyi yapan oluşlardır. Yeryüzünün uygun yerlerine konmuştur. Bazı yerler çöl bırakılmıştır. Oraları da canlandırmak insanlara aittir. Yeryüzündeki çöllerin o civardaki sularla sulanarak verimli alanlar hâline getirilmesi de insanlara bırakılmıştır.

İnsanlık yeryüzünün düzenlenmesinde ne gibi roller oynamaktadır?

a)      Yeryüzünü özel suları ile sulayarak yerin canlılığını artırmak ve meleklerin başlattıkları işleri tamamlamak.

b)      Yeraltına inip yerin atmosferinden eksilmiş bulunan kömürü yeryüzüne çıkararak yakmak ve böylece yerin canlılığını daha elverişli hâle getirmek.

c)      Yeryüzünü imar ederek yollar yapmak ve gidiş gelişleri kolaylaştırarak canlı türlerinin her tarafa yayılmasını sağlamak. Yeryüzünü tek vücut hâline getirmek. Bazı zayıf canlıları da destekleterek yerin besin zincirini dengede tutmak.

d)      Uzaya açılarak oralarda da hayatı götürmek...   

شَامِخَاتٍ (ŞAvMıPAvTın)  “Şamih olan dağları ca’letti.”

Kur’an’da bazı kelimeler sadece bir yerde geçmektedir. Bu kelimelerin manâsını anlamak için Kur’an’dan yararlanmak zorlaşmaktadır. Ona yakın kelimeler aranır. Ona yakın yine tek olarak kullanılan “semk” kelimesi vardır. “Şem” veya “şem’a” kelimeleri vardır. Bunlardan yararlanabiliriz.

Bunlar üzerinde tam tahlil yapabilmemiz için iki şeyi birlikte yapmalıyız. Birinci olarak Kur’an’daki kelimeleri tasnif edip yerlerine koymalıyız. Ne manâ vermemiz gerektiğini oradan tahmin etmeliyiz. Bunun yanında varlıkları tasnif edip onları müsbet ilimce öğrenmeliyiz. Kur’an’daki kelimelerin tasnifi ile doğadaki ilimlerin tasnifini paralel hâle getirmeliyiz. Doğadaki olayları tasnif ederken kelimeleri alarak Kur’an’daki kelimeleri kullanmalıyız.

İşte bu adlandırmada “şâmihât” kelimesini bir manâda kullanmak durumunda oluruz. İlmî çalışmalar sonunda bunlar kesinlik kazanacaktır.

Biz şimdi tahminlerle ve varsayımlarla manâlar veriyoruz. Bu varsayımlara kesinlik sağlamak gelecekte yapılacak uzun çalışmalarla olacaktır. Yanlışlar yıkılacak, eksikler tamamlanacaktır.

Kur’an “sümme aleynâ beyanah” ile bu görevi ve yetkiyi vermiştir. Yanlışlar bizimdir, doğrular Allah’tandır. Zamanla insanlık doğrulara daha da yaklaşacaktır ama hiçbir zaman kesin olarak sonuca varamayacaktır.

ŞaMaHa” köküne yüksek ve burun anlamlarını vermektedirler. “Semk” de tavan veya yükseklik olarak geçmektedir.

Şâmihât” bize göre baca demektir.

Baca nedir?

Sobada veya ocakta ateş yakarsınız. Orası ısınır. Bacaya doğru alevler gider. Bacanın içi ısınır. Dumanlar bacadan yukarı çıkar. Böylece odaya dışardan hava girer. Bu akışla devamlı odanız havalanır. İşte dağlar da bu görevi görürler. Eteklerine gelen rüzgârla hava yükselir. Baca görevini görür. O sayede hava yukarıdaki sulu hava ile karşılaşır, onu yağmur hâline getirir. Yerden yükselen hava tozludur. O tozlar sayesinde yağmur yağmaktadır. Bugün yukarıda esen sulu tabakaya suni toz serpilerek suni yağmur yağdırılabilmektedir.

Kur’an burada bunu anlatmaktadır.

Güneş ekvatorda denizleri ısıtarak buharlaştırmaktadır. Yağmur yüklü hava kutuplara çıkan soğuk havanın yerine kutuplara doğru akmaktadır. Bu yağmur yüklü hava yukarıdan dağların üstünden geçerken kutuplardan gelen soğuk hava eteklerine çarparak yükselmekte ve havayı soğutarak bol yağmurların yağmasına sebep olmaktadır. Bu sebepledir ki sıradağların kuzey yamaçları güney yamaçlarından daha çok yağmurludur. Kuzey Anadolu’nun kuzey yamacı daha yağmurludur. Toroslar bu dağlardan daha az yağmurludur. Kırgızistan’daki Bişkek Himalayalar’ın kuzeyinde olduğu halde iklimi İstanbul’a çok benzer.  İşte bu şâmihât sayesinde olmakta, yani dağların baca görevi görmesiyle mümkün olmaktadır.

“Şâmihât” dişi kurallı çoğul olarak kullanılmıştır. Bu da dağların yerleştirilmesinin aynı şekilde sistemli bir şekilde yapıldığını ifade etmektedir.

Kur’an’da kaynayan büyük kazanlara da “râsiyât” denmektedir.

وَأَسْقَيْنَاكُمْ (Va EaSQaYNAvKuM)  “Ve sizi iska ettik.”

SaKaYa” kelimesi Türkçedeki su kelimesi ile akrabadır. “İska etmek” sulamak demektir. Araplar suyu buradan getirmezler. Onlar suya “Mâ” demektedirler.

Canlılar bir iş yaparken mutlaka atıklar atarlar. Bu atıklar o canlılar için pislik olur. Belli yoğunluğu geçince orada artık yaşayamazlar. Oranın temizlenmesi ve atıkların atılması gerekir.

Odada kalabalık varsa karbondioksit çoğalır, bize sıkıntı basar. Pencereyi açar odamızı havalandırırız. Evimizde tuvalet vardır, çöp kutusu vardır. Onlar hep atıklarımızı atmak içindir. İnsan açlığa kabızdan daha çok dayanabilmektedir. Bütün canlılar için bu böyledir.

İşte canlılardaki bu pislikleri alıp götüren sulardır. Denize varan suların temizlenmesi gerekmektedir. Bu temizlik deniz canlıları tarafından yapılmakta ve deniz daima temiz tutulmaktadır. Bitkiler de hava temizliği yapmaktadırlar. Kirlenen havamızın temizliğini denizdeki ve karadaki bitkiler yapmaktadır.

Burada “sizi” denmektedir. Bütün canlıları bize katmaktadır. Çünkü yeryüzü insanlar için yaratılmıştır. Binayı inşa ettiğiniz zaman daireleri orada insanlar otursun diye yaparsınız, işyerlerini oralarda insanlar çalışsız diye yaparsınız, depoları insanlar oralara mallarını koysun diye yaparsınız. İnsanlara yaramayan hiçbir şeyi yapmazsınız. Hattâ bunları uzaklaştırırsınız.

Allah da yeryüzünü insanlar için yapmıştır. Diğer bütün canlılar insanlar için yaratılmıştır. Yeryüzü insan için yaratılmıştır. Hattâ göklerde yerler gibi milyarlarca, hattâ trilyonlarca gezegen vardır. Bu gezegenlerin çoğunda insan mevcuttur. Oralar insan için yaratılmıştır. Kâinatta boş bir yerin olmaması gerekir. Abes bir şey yaratılmamalıdır. Allah’ın bu yaratılanlara bir ihtiyacı sözkonusu olamaz. O halde başka şuurlu varlıklar için yaratılmış olmalıdır.

Güneş ve yıldızlar sıcak yerlerdir. Gezegenler soğuk yerlerdir.

Bunlar zâhir âlemdir. Bunların bir de bâtın olanları vardır.

Onların da boş olmaması gerekir.

Bugün matematik ve fizikten dört çeşit mekânı bilmekteyiz. Görünen mekân sıcak veya soğuk mekândır. Bir de bunların görünmeyen mekânları vardır. Görünmeyen soğuk, görünmeyen sıcak. Buna göre dört şuurlu varlık mevcuttur. Bunlar irade sahibidirler. Yaptıkları karşılığı sevap alırlar.

Bunları şöyle tasnif edebiliriz.

a) İnsanlar görünen kâinatın soğuk yerlerinin varlıklarıdır. Gezegenlerde yaşarlar.

b) Cinler görünen âlemin sıcak yerlerinde yaşarlar, cinler âlemidir. Güneşler onların mekânıdır.

d) Melekler görünmeyen âlemin sıcak yerlerinde yaşarlar, cinlerle akrabadırlar.

d) Ruhlar ise görünmeyen yerlerin soğuk alanlarında yaşarlar, insanlarla akrabadırlar. Hattâ insanın beden dışındaki varlığına da ruh denmektedir. Şöyle izah edebiliriz. Ruhlar yaya dolaşan şoförlerdir, insanlar ise arabası olan şoförlerdir.

Görünen soğuk âlem yani yerler insan için yaratılmıştır. Bu sebeple “sizi” demektedir. “Size su verdik” diyor.

مَاءً فُرَاتًا (27) (MAvEan FuRAvTan)  “Size furat suyu ıska ettik.”

Su maddeler arasında maddenin temeli olan hidrojenin yanığıdır. Maddeler oksijenle birleşerek yanmakta, böylece sağlam yapıya ulaşmaktadırlar. Yeryüzü oksitlerle doludur diyebiliriz. Su bunların en hafifidir. Suyun başka cisimlerden bazı farkları vardır.

Önce ısınma ısısı en fazla olmalıdır. Böylece yeryüzündeki yaz-kış veya gece-gündüz sıcaklık farkları kolay dengelenmektedir.

Diğer taraftan su donduğu zaman hacmi büyümektedir. Oysa diğer cisimlerin hacimleri küçülmektedir. Katılar dibe batmaktadır. Buz ise su yüzüne çıkmakta, suların yüzü bir örtü hâline dönüşmekte, denizlerdeki hayat sürüp gitmektedir. Yoksa suda yaşayan canlılara kalmaz, hayat olmazdı. Suyun başka bir özelliği de hayat için gerekli olan hemen hemen bütün maddeleri ile çözelti elde etmekte yani eritmektedir. Hayat o sayede vuku bulmaktadır. Bugün diğer maddelerin olmadığı hayat çeşitleri bulunabilmektedir ama su olmadan bir canlılık sözkonusu olmamaktadır.

Kur’an başka bir yerde “Biz her şeyi su ile hay kıldık” demektedir. Bugünkü biyoloji de susuz hayatın olamayacağını ispatlamıştır.

Suyun dördüncü özelliği kendisinin hayatın olduğu derecelerde sıvı hâlinde olmasıdır. Böylece diğer maddeler erimekte ve canlı olabilmektedir.

İşte bu sularla sulayabilmemiz için dağların dikilmesi ve yükseltilmesi gerekmektedir.

 فُرَاتًا “FuRAvTan”

Kur’an’da bazı kelimeler bir defa geçmektedir. Bazı kelimeler de birden fazla geçmekte ama kendi kökünden başka kalıplarda kelimeler bulunmamaktadır.

Furat” kelimesi Kur’an’da üç defa geçmektedir ama kendi kökünden başka kelimeler geçmemektedir.

1) İki deniz arasında ayırıcı vardır. Bu tatlı furattır. Bu da tuzlu acıdır.

2) Bu azbun furattı. Şarabı sağirdir. Bu da tuzlu acıdır.

3) Bir de burada geçmektedir. “Furat” kelimesini tatlının yanında kullanmaktadır. Tatlının karşıtı olarak tuzlu furatı da acının karşısında kullanmaktadır.

İnsanda algılama, dışarıda olanları tanıma özelliği vardır. Bunu ikiye ayırırız. Bir vücudun içindeki algılamalar vardır.

1)      Bazı uzuvlarımızın durumlarını ve hareketlerini algılarız. Mesela ben göz kapaklarımın açık veya kapalı olduğunu bilirim. Elimin, parmaklarımın nerede olduğunu bilirim.

2)      İhtiyaçlarımı iç algılarımla bilirim. Tuvaletimin geldiğini bilmekteyim, acıkmamı ve doymamı bilmekteyim. Dolayısıyla ihtiyaçlarımı içteki olaylarla algılamaktayım.

3)      Eğer bir arıza olursa onu da yine acılarla ve ağrılarla bilmekteyim. O sayede  bilgi sahibi olmakta ve tedbirler almaktayım.

4)      Beynimde kurduğum hayalleri ve yaptığım muhakemeleri, kendi varlığımı bilmekteyim.

5)      Bildiklerimi bellekte saklamakta, sonra istediğim zaman çağırmakta ve hatırlamaktayım.

Böylece beş batıni duyumuz vardır. Bunlar bedenin içinde olanlardır. Ama ruhun dışında ve ruhla ilişkili olarak bilmekteyim.

1)      Bunun dışında dışarıdan gelen ışık dalgalarını almaktayım. Bunları gözlerle almaktayım. Gözde değişik renkleri algılamak için dalga alıcıları var, bunlar beyne gider ve orada renklerin oluşmasını sağlar. Üç rengin karması ile yedi renk alınmaktadır. Bizim gözümüz güneşin saldığı ışıkları algılamaktadır. Başka birçok dalgalar vardır, gözümüz onları almamaktadır.

2)      Sesleri kulaklarla algılamaktayım. Bunlar cismin ilettiği dalgalardır. Cisimler yerlerinde kalırlar. Kulağımız insan sesine hassastır. Duyamadığımız birçok sesler vardır.

3)      Kokusu uzaya yayılmış gazları algılamaktayım. Burnumuzla algılarız.

4)      Ayrıca deri ile algıladığım şeyler vardır. Sıcaklığı ve soğukluğu, sertliği ve yumuşaklığı  derimizle algılarız. 

5)      Nihayet dilimle de sıvılardaki molekülleri algılarım. Dilde bulunan tat alıcıları sıvıların tatlarını algılarlar. Dilde de tat alıcıları vardır. 

Dilde tatlı, tuzlu, acı ve ekşi alıcılar vardır. Suyu su olarak algılarlar.

Furat” kelimesi suyun bu durumunu göstermektedir. “Ferd” ayrı demek, “ifrat” da uzaklaşma demektir. “Furat” demek, arındırılmış ve temizlenmiş su demektir. Ama aynı zamanda gerekli madenler de katılmıştır. Çünkü insanların ve canlıların minerallere ihtiyacı vardır, bunu sulardan almaktadırlar. Allah suları böyle tatlı yapmıştır.

Kur’an ilimle tafsil edilecektir. Bu konularda çalışan Harun Yahya’nın ilmi kitapları vardır. Onlar halkın anlayacağı dille yazılmıştır. Kitaplar çok güzel yazılmıştır. Kur’an’ı anlamak için o kitapların okunması gerekir. Kitaplarda eksik bir husus vardır. Onun belirtilmesi ve o kitapların ona göre okunması gerekir.

a)      Allah âlemlerin rabbidir. “Rab” demek terbiye etmek demektir. Bir hücre nasıl bölünerek çoğalır ve sonra kırk yaşında en önemli varlık hâline gelirse, kâinat da evrim üzerinde yaratılmıştır. Doğar, gelişir, yaşar ve sonunda ölür. Yer ve gökler de böyledir. Bundan 13.7 milyar ışık yılı öncesinde doğdu. Yaşlanıyor ve bir gün ölecektir. Canlılar da böyle yaratıldı, gelişti, evrimleşti; şimdi de inkıraz etmektedirler. İnsanın hayatı gibidir. O halde evrim müsbet ilmin sonuçlarıdır ve vardır.

b)      Bunların hiçbirisi kendiliğinden olmaz. Bir şeyin tedrici oluşması onun kendiliğinden olmasını gerektirmez. Tam tersine devamlı bir ustanın onunla ilgilenmesi gerekir demektir. İşte Batılı kâfirlerin böyle anlamsız ve manâsız iddialarına, evrim kendiliğinden oldu iddialarına Harun Yahya en kesin kanıtlarla ve ilmi sonuçlarla yine kendiliğinden bulduğu ilmi sonuçlarla izah etmektedir. Tek eksiği, o da evrimi inkar eder gözükmektedir. Oysa evrim tüm mukaddes kitaplarda vardır. Kâinatın altı günde yaratılması bir evrim değil midir? Okurken bu eksiği tamamlayın ama onun yayınlarını mutlaka takip edin.

Böylece Allah yeri yaratmış, canlı ve cansızları bizim emrimize vermiştir. Görevimiz bu evimizi temizi tutmak ve ondan yararlanmaktır. Kur’an’ı okurken hep buna göre okumamız gerekir. Çünkü biz Allah’ın halifesiyiz. Kur’an eğer bir yerde “Biz yaptık” diyorsa, onu kullarımıza yaptırdık. “Ben” değil de “biz” bunu zikreder.

O halde hemen şunu düşünmemiz gerekir.

Allah’ın halifesi olarak bu oluşta görevimiz nedir?

Çevreyi kirletmemek, canlılık dengesini bozmamak esastır. Başka deyişle çevreyi temizlemek ve canlıların gelişmesini sağlamak. Böylece yeryüzünde, hattâ göklerde daha çok insanın yaşamasını sağlamak.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-446 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-276 İstanbul, 16 Şubat 2008

 

LÂİKLİĞİN KANUNİ TANIMI

Lâikliği tanımlarken iki yoldan birini takip ederiz. Bunlardan birincisi ilmî tanımdır, yanı kanun yaparken onu nasıl tarif edip maddelere yerleştirelim deriz. Lâikliği incelemeye Yunandan, hattâ Sümerlerden başlarız tarihi gelişmeleri inceleriz, günümüze kadar geliriz, günümüzdeki değişik ülkelerden ilim adamlarının tanımlarına bakarız. Sonunda beynimizde bir lâiklik tanımı oluşur. Öyle maddeler tedvin ederiz ki o maddeler kafamızdaki laiklik tanımını ifade etsin. Bundan sonra artık laiklik tanımını yaparken onların hepsini unuturuz, Türkiye Cumhuriyeti mevzuatı lâikliği nasıl tarif ediyor diye bakarız. Artık lâikliğin ne tarihi mânâsı, ne günümüzün başka ülke anayasalarındaki mânâsı, ne de günümüz âlimlerinin tanımları bizi ilgilendirmez. Eğer onlara uyarak uygulama yaparsak suçlu oluruz. Mesela, bir Türk hâkimi Rus ceza kanununu alıp da ona göre karar verse veya Mecelle’yi açıp da ona göre karar verse, hattâ değişmiş maddeye göre karar verse, bunu kasten yapsa hâkimlikten atılır.

Biz bu makalemizde ilmî lâikliği değil, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki kanuni lâikliği ele alacağız.

Her şeyden önce, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın temel maddesi hâkimiyetin kayıtsız şartsız milletin olduğunu ifade eder ve yasama yetkisini Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne verir. Dolayısıyla bizim kanunlar dışında lâikliği yorumlayıp uygulama yetkimiz yoktur.  Sonra Anayasamız laikliği demokrasiden sonra zikretmiş ve hukuk devleti içinde lâikliği hukuk devletinin vasfı yapmıştır. Yani hukuk lâiklik için değil, lâiklik hukuk için vardır. Ekseriyet demokrasisini benimseyen Anayasamız lâiklikle azınlığın haklarını korumuştur. Yani ekseriyetin azınlığın haklarını çiğnememesi için konmuş denge müessesesidir.

Yine Anayasamız temel hak ve hürriyetleri kendisi düzenmiş, bazı sahalarda sınırları içinde kanunla düzenleneceğini belirtmiştir. Lâiklikle ilgili tüm hükümleri kendisi koymuş ve kanun koyucuya bunu kısıtlayan bir yetki vermemiştir.

Anayasamız 24’üncü maddesinde lâikliği açık olarak tanımlamıştır. Burada gözetilen iki temel ilke vardır. Devletin bir dinin kuralları ile yönetilmemesi yani devlet kurumlarının bir dinin organı olarak çalışmaması, ikincisi de dini hak ve hürriyetlerin kısıtlanmaması. Bu iki konunun tanziminden anlıyoruz ki, Anayasamız lâikliği din düşmanlığı veya dini dışlama şeklinde anlamamaktadır. Tam tersine bütün dinlere eşitlik içinde imkânlar ve yetkiler tanımaktadır.

Yine Anayasamız lâikliğe hiçbir zaman din ile dünya işlerini ayırma gibi bir tarif getirmez. Zaten devlet kişilerin dünya işleri ile din işlerine karışamaz. Kişi kendisi istediği gibi yaşar. Yine Anayasamız din ile devlet işlerini de ayırmış değildir. Öyle olsa o zaman Diyanet İşleri Başkanlığı’na ne gerek vardır?

O halde Türkiye Cumhuriyeti mevzuatı içinde lâikliği tarif ederken biz ne dünya işlerini âhiret işlerinden ayırma şeklinde anlayabiliriz, ne de devlet işleri ile din işlerini birbirinden ayırabiliriz. Devlet dine baskı yapmayacak, diğer dinlere baskı yapmayacak, diğer devlet kurumları ilme, siyasete ve ekonomiye baskı yapmayacaktır. Onlar da dine baskı yapmayacaktır. Bütün dinler kamudan cemaatlerine göre eşit şekilde yararlanacak ve eşit şartlarla görevli olacaklardır. 

Buna ilave edeceğim bir madde vardır; o da,  dinler müsbet ilme karşı ve ona aykırı bir eğitim yapmayacaklardır. Bunu da tevhidi tedrisat ilkesiyle anlarız. Ne var ki böyle bir madde anayasada yoktur. Sadece inkılap kanunlarının anayasaya aykırılığı iptal edilip mahkemeye götürülemeyeceği maddesi vardır. Onun da anlamı, kanunun bu maddelerinin değişmeyeceği anlamına gelmez. Her zaman kanun yoluyla bu kanunlar değiştirilebilir. Buradaki kısıtlama meclise değil yargıya getirilmiştir. Meclise sadece dört maddede getirilmiştir. Lâiklik kelimesi anayasadan çıkarılamaz. Tanımlar ise anayasanın değişir maddeleri ile ilgili yapılan ilmî yorumlardır. Nitekim 24’üncü madde bunu yapmıştır ve değişmez maddeleri arasında demiştir. 

Hukuktan zerre kadar nasibi olmayan zavallılar lâikliğin etimolojisini ele alarak bizim onu değerlendirmemize yani ona yorum getirmemize gerek yoktur, caiz değildir diyorlar. Anayasamızın değişmez maddeleri arasında Türkiye Cumhuriyeti’nin dili Türkçe’dir diyor. Türkler ona ne mânâ verirse lâiklik bizim için odur. Sonra Türkiye örflerle yönetilen bir ülke değildir. Kanunlarla yönetilen bir ülkedir. Kanunlar lâikliği nasıl tarif ediyorsa biz onu uygulamakla zorunluyuz. Değiştirebiliriz ama değiştirinceye kadar ona uyarız.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-446 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-276 İstanbul, 16 Şubat 2008

 

ANAYASA, KANUN VE BAŞÖRTÜSÜ

Madde10, Fıkra 4

Devlet organları ve diğer makamlar bütün işlemlerinde  ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanmasında kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.

Şekli de değiştirilmiş, italik harfli ifadeler eklenmiştir. Bir defa cümle düşüktür. Yararlanmasında ifadesi yararlanmada olmalıdır. Sondaki zamir nereye raci? Daha önce ifade kanun önünde yararlanma mutlak iken, şimdi takyit edilmiştir. Yani artık özel hukukta kanun önündeki eşitlik ilkesi anayasa teminatından çıkarılmış olmaktadır. Anayasanın mutlak ifadelerine uymayan yönetim ve yargı kendi kendine takyit ve tahsis yaparken bu madde ile yeni takyit ve tahsis yapmalarında ne mani vardır? Kaş yaparken göz çıkarılıyor.

Madde 42, Fıkra 1

Kimse kanunda yazılı olmayan hiçbir sebeple eğitim ve öğretim hakkından mahrum edilemez.

Daha önce eğitim ve öğretim hakkında kanun yoluyla da olsa kimsenin mahrum edilemeyeceği anayasa teminatı altına alınmışken, şimdi o teminat kalkıyor, kanunla eğitim ve öğretim hakkından mahrum edilme ilkesi getiriliyor. Önceki mantık insan nasıl yemek içmekten mahrum edilemezse, eğitim ve öğretim de aynen gıda mahiyetinde kabul edilip bunun ceza konusu yapılması yasaklanmışken, şimdi kanunla insanlar aç bırakılabilir benzeri madde ile kanunla eğitim ve öğretim hakkından mahrumiyet ilkesi getirilmiştir. Mutlak ifadeye uymayan idare ve yargı şimdi mukayyet ifadeye mi uyacaktır? Aksine kanunları iptal yetkisine salahiyetli olanların keyfi denetimlerine fırsat verilmiş oluyor.

Fıkra 2

Öğrenim hakkının kapsamı ve kullanılmasının sınırları kanunla tespit edilir ve düzenlenir.

Daha önce sadece kapsamı kanunla tespit edilip düzenlendiği halde, şimdiki madde kanun kullanılmasını da düzenleyecektir. Hürriyetler ancak anayasa ile belirtilen yerlerde ve kanunla kısıtlanabilir. Eskiden kullanılmasının sınırı kapsamının sınırı içinde bırakılmış iken, şimdi hakların yanında kullanılması da kanunla sınırlanmaktadır. Yani kanunen tanınan bazı hakların yöneticilerce de kanun çerçevesinde tesbit edilip düzenlenmesi maddesi getiriliyor. Halbuki eski maddede kapsamı kanunlarca düzenleniyor, kullanım sınırını ise yargı belirliyor idi. Şimdi bu yetki yöneticilere de veriliyor demektir. Yani devlet hukuk devleşti olmaktan çıkıyor.

Görülüyor ki bu maddelerle sadece kılık ve kıyafet özgürlüğü değil, tüm özgürlükler kısıtlanıyor. Başörtüsü de teminat altına alınmıyor. Kanuna bırakılıyor. Anayasada o maddelerden o kelimeyi çıkardığı gibi artık  başörtüsü anayasa yasağı kapsamına alınıyor.

Biz bunlardan rahatsız değiliz. Bu saçmalıklar yapılmazsa “Adil Düzen” gelmez, halk “Adil Düzen” ihtiyacını duymaz. Bu sebepledir ki bu zulmü biz nimet sayıyoruz. Kızlarımız da cihat yapmakta ve bunun gururu içinde hallerinden memnunlar.

YÇK Kanunun 17. Maddesi

Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile yüksek öğretim kurumlarında kılık kıyafet serbesttir Hiç kimse başının örtülü olması sebebiyle yüksek öğrenim hakkından mahrum edilemez ve bu yönde uygulama ve düzenleme yapılamaz.  Ancak başın örtülmesi yüzü açık  ve kimliğinin tanınmasına imkan verecek ve çene altından bağlanacak şekilde olmalıdır.

Kanunda açıkça yürürlükteki kanunlara tabiri kullanılırken, anayasa gerekçelerine dayanılarak kırk senedir zulüm yapılmaktadır. Hattâ daha da önce başlamıştır. Şimdi başörtüsü tasrih edilerek diğer sahalarda demek suretiyle mahrum edilir anlamı verilmektedir. Mefhumu muhalefeti kabul eden ekoller de vardır. Böylece mesela yarın üniversite ve okula herkes mayo ile geleceksiniz diyebilir. Böyle saçma ifade olur mu? Sadece tanınmayacak şekilde yüzün örtülmesi ve eli kolu belli olmayacak şekilde çarşaf giyilmesi yasaktır denir. Bu yalnız üniversitede değil, her yerde ve herkes için geçerlidir, çünkü bunda mazarrat vardır. Gerekçesiz kanunla insan hak ve hürriyetleri tahdit edilemez.

Halkın yararlandığı kapalı alanlarda sigara yasaktır deseniz yeterlidir. Sokakta veya evlerde sigara içmek serbesttir diye bir şey yazmanız gerekmez. Sokakta içmek serbesttir deseniz, o zaman diğer alanlar bunlara kıyas edilip serbest bırakılacak veya yasaklanacak demektir.

Sorun, Türkiye’de kanunları yorumlayan uygulayıcıları denetleyen bir mekanizma vardır, o da yargıdır. Yargının kanunlara uygun kararlar aldığını denetleyen bir mekanizma ise yoktur. Yüksek yargı organlarının denetimi sözkonusudur ama onları denetleyen bir merci yoktur. Çözüm tektir. 1924 Anayasası’na dönülmelidir. Kanunları yorumlama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne verilmelidir. Yargı kararları Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde oluşacak Yüksek Yargı tarafından denetlenmelidir. Bu da ancak hakemlik sistemi ile olur. Geri kalan sadece oyalamadan ibarettir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-446 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-276 İstanbul, 16 Şubat 2008

 

C E H A L E T

“Ben bir şey biliyorum, o da hiçbir şey bilmediğimdir.” diyen Yunan filozofu 2500 yıl önce bunu söyleyebilmiştir. Yine Yunan felsefesine göre cehalet iki türlüdür. Bilmediğini bilenin bilmesi basit cehildir. Bilmediğini de bilmeyen kimse mürekkep cehil içindedir.

Şimdi sermaye Abdullah Gül’ü imtihan ediyor. Mürekkep cehil ile cahil olan birini Üniversitelerarası Kurul Başkanlığına atadı. Ona mürekkep cahilliğini açıklayan beyanat verdirdi, şimdi de diyor ki; bunu ata! Atarsan sadıksın, orada oturacaksın, atamazsan gidersin.

Ben Gül’ün ne yapması gerektiği üzerinde durmayacağım. O mürekkep cahilin hezeyanlarına da cevap vermeyeceğim; cevap vermeye değmez. Ama size cahilliğin ne olduğunu anlatacağım.

İslamiyet’e göre din sosyal bir müessesedir. Hislerin sanat yoluyla içtimaileşmiş şekline din denir. Nasıl hissiz insan olmazsa, dinsiz de topluluk olamaz. İslam’a göre din bir ortak inanç şekli olduğu için dinde zorlama olamaz. İlim tartışmaya, ekonomi çıkar dengesine, siyaset güce yani korkuya dayandığı halde, din sevgiye dayanır. Zorlama yaparsanız o din olmaktan çıkar, siyaset olur. Bu sebepledir ki İslâm’da her türlü yanlış inanışlar serbesttir. İsteyen istediğine inanır, onu yaşar, buna göre topluluklar oluşturabilir. Devletin dine müdahalesi sözkonusu değildir. Buna göre bir dinin de diğer dinler üzerinde tahakküm etme yetkisi yoktur. Yargı önünde bütün insanlar tarak dişleri gibi müsavidir. Bu İslamiyet’in laik yönüdür.

İslamiyet’in bir de dini yönü vardır. O da dinleri hak ve bâtıl dinler diye ayırır ve İslamiyet insanları zorlamadan hak dine davet eder. Burada mü’minlerin görevi sadece tebliğden ibarettir. Asla zorlayamazlar. İslamiyet’te savaş meşrudur, temeli savunma savaşıdır. Size saldıran olursa siz de ona saldırabilirsiniz. İslamiyet’te bir de din hürriyeti için savaş vardır. Eğer bir yönetim sizin inançlarınıza karışıyorsa, istediğiniz gibi inanıp yaşamanıza izin vermiyorsa, önce oradan göç edersiniz. Size farz olan budur. Eğer sizi orada da rahat bırakmıyorsa, o zaman savaşır, işgal eder ve fitnesine son verirsiniz. İslami savaşların hepsi Medine civarında olmuştur, hepsi savunma savaşlarıdır. Mekke ise savaşsız fethedilmiştir.

Mürekkep cahilin bilmediği nedir? Bilmediğini bilmediği nedir?

O İslamiyet’i bilmiyor, İslamiyet’i bilmediğini de bilmiyor. Komünist Marksistlerin tarih olmuş görüşlerini sayıklıyor. İslamiyet düzen olarak laik, din olarak da müsbet ilimcidir.

İslamiyet’e göre hak dinler vardır, bâtıl dinler vardır. İslamiyet insanları hak dine çağırır, zorlamdan çağırır. Onları ikna ederek eşit şartlar içinde çağırır. Bâtıl dinlere fikren şiddetle karşıdır. Onların şiddetli bir şekilde tecziye edileceklerini bildirir. Ama bunu bu dünyada değil, öldükten sonra âhirette tecziye edeceğini bildirir. İnsanları fikren hikmet ve mev’ize ile hak yola çağır. İnsanlardan istenen bu davet etme hürriyetine saygılı olmalarıdır. Bunu bâtıl dinlere de tanır. Putlar da olsa inanmışlara saygılı olunmasını ister.

İşte mürekkep cahilin bilmediği bir husus vardır. O nedir? Hak din ile bâtıl dinin tarifidir. Evet, hak dine çağırma görevi mü’minlere verilmiştir. Ama herkes benimki haklıdır diyor. O ahde hak ile bâtılı nasıl ayıracağız. Evet, biz insanları hakka davet edeceğiz; güzel, iyi ama hak nedir? Mürekkep cahilin bilmediği, bilmediğini de bilmediği nokta burasıdır.

1-     Hak dinler. Hak dinler müsbet ilmin onayladığı dinlerdir. Yani eğer o dinin inanışında ilme aykırı şeylerin olmayacağı kabul edilmiş ve dinin kuralları ona göre konmuşsa, o din hak dindir. Bunlar da ikiye ayrılır.

a)      Sahih Hak dinler. Kitapları içinde muhkem ve müteşabih ifadelerin olduğunu kabul edip muhkem olanları esas alan, müteşabihleri ise tevil eden veya anlayamadım diyen din vardır. Bunlar kendi kitap ve dinlerinin kurallarını devamlı müsbet ilmin denetiminde tutarlar. Müsbet ilme aykırı ifadeye rastladıklarında onu tevil eder veya müteşabih deyip geçerler. Mesela, Kur’an’da yeri Allah düzenledi diyor. Buradaki “daha” kelimesini eskiler düz hâle getirdi mânâsını verdiler. Ama sonra dünyanın yuvarlak olduğu sabit olunca bunun anlamını değiştirdiler. Canlıların yaşayacağı şekilde düzenledi anlamını verdiler. Böyle olan din demek, müsbet ilmin denetiminde olan din demektir. Müsbet ilim tek olduğu için de bu din tek dindir. Kur’an din, budur. Sünnilerin dini budur.

b)      Esasta dinlerini müsbet ilme dayandırdıkları, hakkı hak kabul ettikleri halde, gerekli reformu yapmadıkları için dinlerinde bazı müsbet ilme aykırı kalıntıların bulunduğu dinler vardır. Bunlar Tevrat ehlidir, İncil ehlidir, Furkan ehlidir, içtihat kapısını kapatan Kur’an’ın bid’at ehlidir. Bunlara bâtıl değil fasit dinler diyoruz. Kendilerini sahih hak dine davet ederiz. Ne yapmaların isteriz? Sünnilerin olduğu gibi kitaplarını ve kurallarını müsbet ilmin verileri içinde tashih etmelerini isteriz. Bugün bütün dinler bu tashih içine girmiş bulunmaktadırlar.

2-     Bâtıl dinlere gelince, bu dinler ilmin verilerini esastan reddeden dinlerdir. Yunanistan’daki safsatacılara benzerler. Babaları ne söylemişse onun arkasından giderler. Bunlar da iki çeşittir.

a)      Müsbet ilmi temelinden reddeden, sihre, büyücülüğe, doğa üstü çeşitli güçlere inanan eski putperestler. Bunlar halk arasında yaşamaktadır. Cahil halk arasında yaşamaktadır. Hak dinlerin savaş açtığı inanışlardır.

b)      İkinci bâtıl dinler de, müsbet ilmin iki asır öncesini ezberlemiş, onlara tanrı gibi inanmış, sonraki gelişmelere karşı kulaklarını tıkamış bizim mürekkep cahil olmalarıdır. Sadece bir örnek vereceğim. Lamark ortaya çıkmış ve canlıların doğa şartlarına uyma kabiliyetleri vardır demiştir. Sonra Darvin gelmiş ve bu doğa şartlarına uymanın seleksiyon yani seçicilik mekanizması ile olduğunu ileri sürerek yeni türlerin böyle oluştuğunu ileri sürmüştür. Lamark da Darvin de doğru söylemişlerdir. Ancak bunun nasıl olduğunu ikisi de izah edememiştir. Lamark nasıl oluyor da canlı doğaya uyum sağlamaktadır. Bunu açıklayamamıştır. Darvin de seleksiyonla kısmen bunu açıklamış ise de nasıl oluyor da bir tür içinde değişik özelliklere haiz fertler vardır. Bunu açıklayamamıştır. Çuvalın içinde pirinç ve taşlar varsa pirinci ayıklarsın ama pirinç yoksa ayıklama ile taşlardan pilav yapamazsın.

Darvin türlerin oluşmasını zamanla oluşan türlerin seleksiyonu ile açıklamıştır. Mürekkep cahil buraya kadar olanı iyi bilmektedir ama bundan sonrasından haberi yoktur. Çünkü o iki asır öncesinin dünyasında yaşamaktadır. Daha 20. yüzyıla gelmemiştir. Ona bu hezeyanları söyletebilmesi için onu cahil bırakmış ama ona rütbe vererek cehlini mürekkep kılmıştır

20. yüzyıl içinde keşfedilen DNA’lar kesin olarak ispat etmiştir ki ırklar hiçbir zaman zaman içindeki değişmelerle değil, genel üzerindeki tadilatla yani yeni proje ile oluşmuştur. Bu oluşma da sadece bir çift üzerinde yapılmıştır. O halde insanlar Adem ile Havva’dan türemişlerdir. Adem ile Havva’nın bir maymundan doğmuş olup olmadığı kesin değildir. İnsanların ilk atasının tek çift olduğu kesindir. Bunu nerelerden biliyoruz?

a)      Bütün insanların kromozom ve genleri aynıdır. Eğer bir nesilin zamanla değişimi olarak türeseydiler eşleşemez ve değişik insan ırkı olurdu. Bu yeter kesin kanıttır.

b)     Yalnız insanların değil tüm canlıların bir yerde oluşup oradan dünyaya yayıldıkları görülür. Mesela tütün Amerika’da vardır. Oradan eski dünyaya gelmiştir. Kazılar göstermiştir ki canlı yeryüzünde bir merkezde çıkmış ve oradan yayılmıştır. Mesela insan Nil’in yukarılarında ortaya çıkmış ve oradan yayılmıştır. Bu da gösteriyor ki insan bir anne babadan türemiştir.

c)      İnsanların dilleri arasındaki yakınlıktır. Diller üzerinde yapılan araştırmalar gittikçe aralarındaki akrabalıkları ortaya çıkarmaktadır. O halde insanlar bir anne babadan türemişlerdir.

d)     Büyük dinler bu hususta ittifak içindedirler. Filozoflar kâinatın yaratılmadığını iddia etmişler ama dinler yaratıldığını iddia etmişlerdi. 20. yüzyıl onları haklı çıkarmıştır. Kesin olarak ilim ispatlamıştır. Yani Batı’da ateizmin moda olduğu zamana kadar tüm insanlık insanların bir anne babadan türediklerine inanmıştır.

Şimdi mürekkep cahile soruyoruz.  Bizim bu kadar ilmi delillerimiz vardır. Sen iddianı kanıtlayacak bir tane en zayıf delil getir. Delile inanmayanların delil getirmeleri elbette söz konusu olmaz.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3550 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2730 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2696 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2222 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2591 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2613 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2360 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2245 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2250 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2665 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2545 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 2051 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2409 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2367 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2494 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2531 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2331 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2503 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2466 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2685 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3129 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2751 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 3073 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2733 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2818 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 3021 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3246 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3103 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3526 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5609 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3623 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3152 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3962 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3814 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3558 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3956 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3916 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4205 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4753 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3087 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3191 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 4065 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3951 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2931 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 3026 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 4041 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7877 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5726 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4278 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3660 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3802 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4845 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4565 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4841 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4765 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4905 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4648 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3474 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4575 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3694 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5267 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3922 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5257 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5117 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 5029 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3614 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3542 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3756 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5275 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4281 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5530 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4162 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5369 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4615 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4491 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4653 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4851 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5419 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4190 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5353 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4603 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3920 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4469 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4673 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4188 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4166 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4146 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4621 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5738 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9992 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4724 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3760 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3924 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3415 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3432 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3799 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5787 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4346 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3494 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler