Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 448
KIYAMET SURESİ-36-40.AYETLER ÖZEL TEFSİR-KURAN MUCİZESİ
1.03.2008
1991 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN 448 

“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

-DEĞERLİ ADİL DÜZEN ÇALIŞANI! BU HAFTA KAÇ KİŞİYE TEBLİĞ YAPTIN?-

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi                             01 Mart 2008                                           Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 448. SEMİNER

“HİÇ BİLENLERLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (Kur’an; Zümer Sûresi, 39/9)

“İLİM TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 18.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL

***

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ

TAHA AKYOL VE LİBERALLER

ASIL MESELE BAŞÖRTÜSÜ DEĞİL

BAŞÖRTÜSÜ ÇIKMAZI

***

*ÜMRANİYE İŞLETME SEMİNERLERİ-2

***

 

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَنْ يُتْرَكَ سُدًى(36) أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِنْ مَنِيٍّ يُمْنَى(37) ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوَّى(38) فَجَعَلَ مِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنثَى(39) أَلَيْسَ ذَلِكَ بِقَادِرٍ عَلَى أَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتَى(40)

 

أَيَحْسَبُ  (Ea YaXSaBu)  “Hesap mı ediyor?”

Buradaki “E” soru edatıdır. Red ve tevbih için gelmektedir. Yani hesap ettiği yanlıştır. Öyle değildir. Yanlış bilmektedir. İnsan süda olarak terk olunmayacaktır.

Ayrıca bunun yanlış olduğunu belirtmekle kalmaz, insanın bunu yapmasını kötüler. Neden böyle hesap ediyor, bu onun aleyhinedir. Böyle hesap etmesi onu yanılgılara düşürmekte ve kötülük işlemektedir. Her birimizi Allah yaratmıştır ve her birimiz ayrı ayrı Rabbimiz tarafından takip edilmektedir, murakabe edilmektedir. Ne yaptığımız adım adım takip edilmektedir. Gerektiği zaman O bizim imdadımıza gelmekte, gerektiği zaman O bize ceza vermektedir.  

Hesab” kelimesi, o şekilde düşünmek, o şekilde ayarlamaktır. Bir yere taş attığınız zaman karşınızdaki hedefe ulaşması için onu ayarlarsınız. Ona göre uzağa ve yukarıya doğru atarsınız. İşte bu hesaplayarak atmadır. Oku yahut tüfeği ateşlersiniz. Uzaklığa göre gezden bakarsınız. Yani namluyu yukarıya doğru kaldırırsınız. Gez ve arpacık demektedirler. Geze veya arpacığa “hisbe” denir. Matematikteki “hesab” buradan gelmektedir, “muhasebe” kelimesi buradan gelmektedir. Borç ve alacakları dengede tutmak demektir. Kur’an’da “zan” kelimesi ile “muhasebe” kelimelerini yakın manâlarda kullanır. Hesab kesin kanaattir. Zan ise olası kanaattir. Ama bazen zannı hesap, hesabı da zan yerinde getirir. Burada “zannediyor” denmektedir.

20. yüzyılda keşfedilen genel kanunlardan biri de hatasız işin olmayacağıdır. Yani hiçbir şey kesin değildir. Mutlaka her ölçmede hata veya olasılık vardır.

Mesela masa kendiliğinden yukarı kalkar mı?

Kalkar!

Çünkü büyük ihtimalle üstten gelen moleküller alttan vuran moleküllere eşit sayıda olduğu için masa yerinde duruyor. Ama eğer aşağıdaki moleküller birleşip yukarıya vursa, yukarıdakiler de o esnada birleşip yukarıya gitseler. Santimetre karede bir kilo kuvvet gelir. Bu da metre karede bir ton eder. Masa öyle süratle fırlar ki belki on metre veya daha fazla yukarı çıkar. Bu çok uzun zaman içinde bir defa olabilir. Bizim ömrümüz değil kâinatın ömrü bile yetmez.

İşte, Allah, her olayda bir olasılık vardır, her olayda bir kesinlik de vardır anlamında bu iki kelimeyi birbirlerinin yerine getirmektedir.

İnsanlar zannediyor ama kesin gözle zannediyor. Onun için “yezunnu” değil de “yahsebu” denmiştir. Burada onların hesap etmeleri kendi davranışları ile veya inanışları ile ilgilidir. Gerçekte bu husustaki bilgi zan seviyesinde bile değildir. Çünkü hiçbir delilleri yoktur.

الْإِنسَانُ (elEiNSANu)  “İnsan hesab ediyor mu?”

“Üns” ok atılan yayın atan tarafı olana denir, “vahş” da hedefe doğru olana denir. “Vahş” yabani hayvandır, “üns” de ehlileşmiş olandır.

İnsan başlangıçta tek başına yaşayacak şekilde yaratılmıştır. Sonra aşiretler hâlinde yaşadı, meyve toplayıcılık zamanını böyle geçirdi. Avcılık zamanında ise insanlar kabileler hâlinde organize oldular. Çobanlık zamanında ekinleri yağmacılardan korumak için kuleler yapıp oraya koruyucuları koydular, iller oluştu. Tarım döneminde kavimler oluştu, devletler kuruldu. Bundan sonra kent devletleri oluştu. Birleştiler ve ulus devletler oldular. Ulus devlet diğer devletleri hakimiyetleri altına aldı, imparatorluklar oluştu. Şimdi birleşmiş milletler teşkilatı var. İnsanlar yavaş yavaş tek topluluk hâline gelmektedir. Yani ayrılıktan ve vahşilikten ehlileşerek topluluk oluşturmaktadırlar.

Burada insanın diğer canlılardan büyük farkı şudur. İnsanlar kişi, aşiret, kabile, kavim ve insanlık olarak iç içe birleşerek bir varlık hâlinde ortaya çıkmakla beraber, kendi kişiliklerini de korumaktadırlar. Kişi yine kişidir. Aşiret ortadan kalkmamıştır. Kabile ortadan kalkmamıştır. Şa’b yani il ortadan kalkmamıştır. Ülke ortadan kalkmamıştır. Yani insanlar hem varlıklarını korumakta hem de topluluğun üyesi olmaktadır. Bu sayede kademeli olarak teşkilatlanmaktadır. İnsan dışında başka hiçbir canlıda bu şekilde teşkilatlanma sözkonusu değildir.

İşte, kişiliklerini koruyarak topluluğun üyesi olmak ve kademeli olarak teşkilatlanabilme özelliği taşıyan varlıklara “insan” denmektedir. Topluluğun kuralları var, insan onlara uyar ama öbür taraftan da kendi dünyasını kendisi koyar, istediğini yapar. İnsanda diğer insanlarla birlikte yaşama kabiliyeti vardır. İnsanda hayvanlarda olmayan bir meleke vardır, bu da fikir melekesidir. Hayvanlar hislere dayanarak karar verirler. İnsanlar ise fikre/düşünceye dayanarak karar verirler. Hayvanlarda yalnız nefis olduğu halde, insanlarda bir de ruh vardır. İnsan kâinatta halife olarak var edilmiştir, Allah adına dünyayı yönetmektedir. Devlet memurları devlet için ne ise Allah için de insanlar odur. Allah’ın insanlara benzeyen melekleri, cinleri ve ruhları da vardır. Kâinat bunlar için vardır, bunlarla vardır. Allah kâinatı bunlar için yaratmıştır ve Allah kâinatı bunlarla idare etmektedir.

Buradaki önemli husus şudur. Melekler ve ruhlar Allah’ın dediklerini yapıp ona isyan etmedikleri halde, cin ve insanlar Allah’ın onlara emrettiklerinin aksini de yapabilmektedirler. Melekler ve ruhlar ibadetler yaparak sevap alır ve daha fazla nimetlere ulaşırlar. İnsanlar ve cinler ise sevap işler, melekler ve ruhlar gibi mükafat görürler ama aynı zamanda günah da işler ve cezalanırlar. Kendi iradeleri ile iyilik yaptıkları için insanlar en üst yaratıklardır. Kendi iradeleri ile kötülük yapabildikleri için de insanlar aynı zamanda en aşağı varlıklardır.

Hesap etme işi de insana aittir. Hayvanlar saymayı bilmezler. İkiyi, üçü, dördü, beşi ayrı ayrı görürler. Yirmi tanesini sayamazlar. Oysa insan milyarlarcanın hesabını yapabilmektedir. İnsan bu hesapları bildiği için bugün uzaya gidebilmekte, ben bu sayede bilgisayarda yazabiliyorum.   

أَنْ يُتْرَكَ (EaN YuTRaKa)  “Terk olunacaklarını mı sanıyorlar?”

Terk” demek, civcivi çıkmış yumurta, artık işe yaramaz olduğu için bırakılan şey demektir. Ölenin bıraktığı mallara da “tereke” denmektedir. “Terk etmek” işe yaramadığı için atmak, çöpe atmak demektir.  Çöplüğe de “tereke” denebilir.

Allah yarattıklarını çöplüğe atmaz, onları başka kimselerin rızkı yapar. Daha iyisine iade eder. Taş parçasını alan canlılar onu toprak hâlinde iade ederler.

Doğada bir kanun vardır; hiçbir şey var olmaz, yok da olmaz. İlk kânat yaratıldığında ne kadar parçacık varsa, bugün de o kadar parçacık vardır. Yerini değiştirmekte, eklenmekte, atılmakta ama sayıları aynen kalmaktadır. Yalnız parçacık sayısı değil, parçacıkların hız kareleri toplamı da sabittir. Bir cisim hızlanmakta ise diğeri yavaşlamaktadır. Karelerin toplamı aynı kalmaktadır. Hızların toplamı da aynı kalmaktadır. En büyük hız ışık hızıdır. En küçük hız da vardır. Ondan aşağı inmez.

Şimdi madde böyle olunca insanın ruhu çöplüğe mi atılacaktır?

Ölecek ve ondan sonra işe yaramaz diye çöplüğe mi atılıyor?

Canlıların vücutları toprak olmakta ama sonra yeniden hayat bulmaktadır. İşe yaramıyor diye yok olmamaktadır. İnsan ruhu da rüyada gitmekte ama sonra yeniden gelmektedir.

Bu neye benzer?

Bir apartman yapıyorsunuz, oradaki eşyaları eskiyince atmıyorsunuz ama insanları yaşlanınca veya hastalanınca çöpe mi atıyorsunuz? Bunu değil insanlar, hayvanlar bile yapmıyor. Can çıkıncıya kadar onu yaşatmakla meşguldürler.

Allah insanları yaratacak, bu kadar çileden ve sıkıntıdan sonra onları olgunlaştıracak, sonra da çöpe atacak! ‘Böyle mi düşünüyor insan?’ diyor Kur’an.

Allah kendi varlığını izhar etsin diye kendisine kullar var etmiştir. Eğer Allah hiçbir şeyi var etmeseydi, o zaman Allah olmazdı. Yaratmayan ve iş yapmayan bir şey olurdu.

Buna dayanarak Yunan filozofları Allah’ı kabul ederler, O’nun yaratıcılığını kabul ederler. Ama Allah daha önce boşta mı idi diyerek insanın var olmadığı zamanı kabul etmezler. Kıdem nazariyesi, ezel ebed nazariyesi budur. Bugün bunun çözümü bulunmuştur.

Allah’ın zaman dışında yarattığı mekân vardır. Bu mekân kürsi ve arştır. Dördüncü ve beşinci uzay vardır. Orada zaman yoktur, önce ve sonra yoktur. Zaman hareketten doğar, eş zamanlı hareketten doğar. Eğer ölümlü hareket yoksa zaman da yoktur. Allah böyle zaman içinde değildir. Dolayısıyla Allah için arş ve kürsünün başlangıcı ve sonu yoktur. Hattâ kâinatımız için de böyle düşünürüz. Ama zaman içinde var olan kimseleriz. Bizim kâinat üç boyutlu kâinat olarak seçilmiş bir kâinattır. Harekettir. Yaratılan budur. Bizim alanımıza düşmektedir. Allah bizleri burada var etti, burada imtihan etmektedir. Bizi yetiştirmektedir. Ondan sonra sınıfı geçenler daha ileri bir hayata götürülecektir. Kötü olanlar ise bütünlemeye kalacak, cehennemde eğitileceklerdir.

Allah bunu böyle yapmıştır. Kendisi böyle yaptığını bildirmektedir. Niçin yapmıştır? Onu biz takdir edecek güçte değiliz. Öyle istemiş öyle olmuştur.

Biz bugün mevcut dinleri tetkik ediyoruz. Hindular ve Budistler birer buçuk milyar, Müslümanlar iki milyar, Hıristiyanlar 2.5 milyar civarında. Bugün putperestler sayı olarak çok az kalmışlardır. Bunun yanında bu dinlere mensup olanlar dinsizleşmişlerdir. Ama yine yüzde doksanından fazlası inanmaktadır.

Şimdi bu dinleri tetkik ettiğimiz zaman nelerle karşılaşıyoruz?

Bu dinlerin hepsi tek Tanrı’ya inanıyorlar. Bunların hepsi Tanrı’nın elçisi peygamberlere, herkes kendi peygamberine inanıyor. Hepsinin elinde Tanrı’dan gelme kitaplar vardır. Hepsi istisnasız öldükten sonra hayata inanıyorlar. Bunların inançlarının doğru olup olmadığını ilmen tesbite başlıyoruz. Kur’an’ın İlâhi kitap olduğunu 25 delille ispat ediyoruz.

Bunları “Kur’an Mucizeleri” olarak yazdık. Reşat Nuri Erol tarafından tashih ve redakte edilmektedir. Bu tefsirlerin başına onu koyacaksınız. İlk cilt bu olacaktır.

Şimdi ilmen Allah’ın sözü olduğuna inandıktan sonra o bize ne haber verirse o doğrudur. Ama Kur’an kendisi ayrıca âhirete aklî deliller getirmektedir. Bu delillerden biri de şimdi bu âyette bundan bahsetmesidir. Yani insanların başıboş bırakılmayacağı ve terk edilmeyeceği bildirilmektedir. Allah yarattıklarını çöp kutusuna atmayacaktır. Nasıl beden toprak oluyor sonra tekrar canlanmıyorsa, ruh da tekrar geldiği yere dönüyor, o da yeniden canlanmıyor. Tenasüh inancı bu zahiri kıyasla doğmaktadır. O söylenen de doğrudur. Şöyle ki insanlar dirilecek, cennet ve cehenneme gidecek, milyarlarca yıl yaşayacak. Sonra yeniden onun da devri bitecek, yeni ve daha üstün hayat başlayacaktır.

Demek ki kâinatın yaratılmadığı doğru değildir ama arş ve kürsinin yaratılmadığı doğru olabilir. Tenasüh doğru değildir ama âhiretten sonra daha ileri âhiret  doğru olabilir. Kur’an’da buna işaret vardır. Kâfirler cehennemde ebedidirler ama zaman sona erince onlar da cehennemden başka bir âleme götürüleceklerdir. Allah hiçbir zaman hiçbir şeyi tereke hâline getirmeyecektir. Kendisi hayyun lâ yemuttur, ölmez diridir, nasıl terekesi olacaktır? Nasıl maddede kaybolma yoksa, ruhlarda da kaybolma yoktur. Var olan yok olmaz.  

سُدًى (SuDan)  “Süda olarak bırakılacaklarını mı sanıyorlar?”

“Terk etmek” civcivi çıkmış yumurta kabuğu, “süda” da hurma salkımından atılan çöplerdir. Hurma koparıldığı zaman çöpü ile beraber kopar. Sonra o çöpü de siz koparıp atar, hurmayı yersiniz veya kurutursunuz. Görülüyor ki her ikisi de artık ve atıktır; biri hayvanın biri bitkinin. Her ikisinde de aynı örnek vardır. Yumurta daha kıymeti varlık olduğu için kabuğu atılmıştır. Hurmanın da daha önemli olan meyvesinin işe yaraması için çöpü atılmıştır. İnsanın bedeni de ruhu daha iyi olsun diye atılmaktadır. Daha üstün bir hayat oluşmaktadır.

Kur’an’da “terk” kelimesi çok geçmekte, “süda” ise bir defa geçmektedir.

“Terk” ile “süda” arasında bir fark olmalıdır.

Süda” terkin mef’ulü veya zamirin hâli olduğu için terkin bir alt kısmıdır. “Terk etmek” sen onun kalmasını irade edip etmeden bırakmaktır. “İsda etmek” ise sen onu bilerek ayırmak demektir. Allah insanı metruk olarak terk edecek, onun hâliyle ilgilenmeyecek mi sanıyor, insan.

Burada vereceğimiz manâlar şunlardır: Allah insanı yaratmış, onu kendisine halife kılmış, sonra onu savurup atmayacaktır, onun durumu ile ilgilenecektir; ilgilenmektedir. Onun ihtiyaçlarını gidermektedir. Tekrar diriltip cennete götürecektir.

Devlet de böyle yapmalıdır. Yaşlanan kimseleri sokağa atmamalı, onlara emekli maaşı bağlamalıdır. Demek ki bu âyetten emeklilik müessesesini çıkarıyoruz. Dıman (tazminat) zaten zi’l-kurba müessesesi, emeklilik müessesesidir. İlgilenmenin şeklini anlatmaktadır. Devlet ona yani yaşlıya bakanlara maaş bağlamaktadır. İnsan üretici olduğu zaman üretmekte ve geçinmektedir. Üretici olamadığı zaman malları tevkif edilmekte, seçtiği yakınına gitmekte ve o yakınına maaş bağlanmaktadır. Yalnız yaşlandığı zaman da böyledir. Hastalandığı veya çalışamadığı zaman da çalışma kredisi kesilmekte, yerine yaşlılık maaşı bağlanmaktadır.

Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası, Kur’an’ın bu emirlerine göre hazırlanmıştır.

Baştan biz sünnete ve fukahanın içtihat ve icmalarına dayanarak müesseseler koymuş bulunuyoruz. Ama Kur’an okudukça sünnetin ve geçmiş fukahanın Kur’an’ı ne kadar güzel anladıklarını ve uyguladıklarını da görmüş oluyoruz. Kur’an’ın dedikleri teker teker ortaya çıkıyor. Hatalarımız da düzelmektedir.

Süda” kelimesinden anlayacağımız ikinci manâ ise; kişilerin kötülükleri yaptıkları zaman hesaba çekilmeyeceklerini sanmalarıdır. Bu dünyada veya âhirette kişi yaptıklarının hesabını verecektir. Affedilse bile yine defterinde her şey yazılı olacaktır. Kişiyi yaratan Allah onu öyle murakabesiz bırakmamaktadır. Kamunun kayıtları da kişiyi içine alacaktır. Kişi kayıt dışı hiçbir şey yapmayacaktır. Bunların bir kısmı kendisinde kalacaktır. Ne yaptığını kendisi bilecek, bir kısmını istediği kimselere gösterebilecek, bir kısmı da açık olacaktır. Açık topluluk bu demektir.

أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً (Ea LaM YaKu NuOFaTan)  “O nutfe değil miydi?”

Cümle hâl cümlesidir, insanın hâlini göstermektedir. Yani insan nutfeden yaratıldığını düşünmeden neden süda terk edileceğini hesap ediyor demiş olur. Fail olan insanın hâlini göstermektedir  Nutfeden yaratılmış iken nasıl süda terk edileceğini düşünüyor demektir. Allah insanı nutfeden yaratmaya başlamıştır. Onun oluşması için birçok tedbirler almıştır. İnsanı yaratılışında başıboş bırakmadı ki bundan sonra bıraksın.  

YeKu” kelimesi “Yekün” kelimesinden kıyassız dönüşmüştür. Çok kullanılan kelime olduğu için her iki şekilde kullanılmaktadır. Nitekim biz de “otomobil” yerine “oto” diyebiliriz. 

Âyetin harflerini sayacak olursak  (K:1 Y:4) (E:1 A:1) (F:1 M:4)  (N:5 L:1) (O:1 T:1 )

4*5 veya 3*6+2 olarak düşünebiliriz. Eğer N düşmeseydi 3*7 olacaktı. Sûredeki sayılara da bakmamız gerekir.

İnsanın yaradılışı “nutfe” ile başlar. “Nutfe” kelimesi, kabın kenarında akan su damlasıdır. Arabanın camlarında da böyle nutfeler oluşur. İnsanda 23 çift DNA zinciri vardır. Bunlar bütün hücrelerde çift çift olarak bulunurlar. Yüz trilyon kadar da hücre vardır. Erkekte ve kadında bu hücreler vardır. 22 çifti erkekte de kadında da vardır. Bir çocuk her DNA zincirinden birini anneden diğerini babadan alır. Büyük anne veya büyük babalardan yarı yarıya alır. 11’ini baba anneden, 11’ini anne anneden, 11’ini baba babadan, 11’ini de anne babadan alır. Bunlardan hangilerini hangilerinden aldığı bilinemez.  Sadece 23’üncü çiftin Y kromozomunu baba babadan almıştır. Çünkü bu kromozom yalnız erkeklerde bulunur. Yumurta hücreleri 23 çift 23 tek DNA zincirini taşırlar. Annedeki tek salasallı veya kromozomlu hücrelerin hepsi X kromozomludur. Babadaki ise yarısı X yarısı Y kromozomludur. Bunların milyonlarcası yarışa girer ve yumurtaya doğru koşar. Arkalarındaki spiral kuyrukla yarışı sona erdirirler. At yarışlarında olduğu gibi birçok engeller vardır. Bu milyonlara varan nutfeden, spermden birkaç yüzü yumurtaya varır, orada da yumurtanın derisini delip içeri girmeye çalışır. İlk delen girer ve o anda yumurta bir madde ile hücre zarını sertleştirir. Geri kalan milyonlarca hücre artık yaşayamaz hâle gelir, parçalanırlar ve anneye özel besin olurlar. Taşıdıkları hormonlarla annenin vücudunu o babadan gelen çocuğa hazırlarlar. İşte Kur’an’da bu sperma denen kamçılı hücre nutfe olarak adlandırılır. Annenin döllenmemiş yumurtası da nutfe benzeridir. Kıyasla biliriz. Onda da 23 DNA zinciri vardır ama o hareketsizdir.

مِنْ مَنِيٍّ (MiN Ma NıyYın)  “Meniden.”

Meni” “mena” kelimesi ile aynı köktendir. “Mena” evlerin korunmuş yerleridir. Evlerin yüzleri içe verilerek ortak alan oluşturulur. Bunlar aynı zamanda kale görevini görürler. Evlerin ortasındaki korunmuş alana “mena” denir. Oradaki korunmuş eşyaya da “meni” denir.  Erkekten gelen ve milyonları bulan erkek hücreler nutfeler meniyi oluşturur.

Kur’an nutfenin bu meniden bir parçacık olduğunu bildirmektedir. Hazreti Peygamber de hadisinde nutfe meniden küçük bir cüzdür demektedir. Böylece bugün bulunmuş bulunan ilmî sonuç âyetle çok açık bir şekilde teyid edilmiştir. “Meni” “bina” kelimesi ile de akrabadır. Sıfatı müşebbehedir. İsmi fail olarak bina eden demektir ki insanı bunlar bina edecektir. Yahut bina edilmiş demektir ki o da DNA zincirleri ile bina edilmiştir demektir. 

يُمْنَى (YuMNAv)  “İmna edilmiş”

 “İmna edilmiş” demek, menaya konmuş demektir. Menaya alınanlar korunurlar, iç tüketimine uğramaz, dışarıya atılmazlar. Oysa döllenmeyen yumurtalar aybaşı ile vücudun dışına atılırlar.

İmna edilmiştir. İnsanın yapısıdır. Malzeme odur. Erkeğin menisi yumurtalıktan çıkar, anne rahmine gider. Kadının ise o da yumurtalıktan çıkar ve o da rahme gelir. Birleşme olduktan sonra meni birkaç gün bekletilir. Yumurta rahme indiği zaman bunlara haber gelir, sıvıya salınan koku veya tat ile nutfeler harekete geçerler. Yarış startı verilmiş olur. Nasıl yarış alanına gelen atlar bekletilir, düdük çalınca harekete geçerlerse, bunlar da öyledir. Daha önce yol verilmez.

ثُمَّ  (ÇümMa)  “Sonra”

Buradaki “sümme” ile çok önemli bir hususa temas edilir. Milyonlarca nutfeden sadece biri sınıfını geçecek, o bir tanesi insan olacaktır. Buradaki yarışın önemine işaret ederek “sümme” kullanmıştır. Bir de döllenmeden önce nutfe insan değildir. Oysa döllendikten sonra artık nutfe insan olmuştur. Kişiliği o zaman başlar. O sebepledir ki döllenmeden önceki hâli ile döllendikten sonraki hâli birbirinden ayırmaktadır. Bu yarış seleksiyonu sağlamaktadır. Sakat olanlar dökülerek en güçlü ve sağlam olanlar insan olmaktadır. Kadındaki yumurta ise sağlam yapılmıştır. Erkeklerdeki yarışma seleksiyon için yeterlidir. Erkekler büyüdükleri zaman da kadınlara talip olurlar. Kadın pasif kalır ve başarılı erkekler eş bulabilirler. Başarısız erkekler ise hayatlarında bekâr kalırlar. Çok evlilik müessesesi bu sebeple tesis edilmiştir. Hiçbir kadın kocasız kalmayacaktır. Erkekler ise zor evleneceklerdir. Çünkü yeter sayıda evlenmemiş kadın bulunmayacaktır.  

Bizim mushaflarda “Yümna” yazılıdır. Hafs’ın rivayetidir. Ekseri kıraat ise “Tümna” şeklindedir. Bu manâ bugünkü biyoloji ilmine daha yakındır. Nutfe yumurtayı delip girdiği zaman çocuk oluşmuştur. Yumurtayı delip girme menaya kapıdan girme anlamındadır. O zaman “sümme” zamandan ziyade mekândaki sonradır. İki kıraat da doğru manâ vermektedir. Meninin rahme girmesidir. “Yümna” ile okunduğunda “sümme” spermin yumurtaya girmesine kadar geçen zamandır. Yumurtaya girme de imna olarak alınabilir. Bundan sonra kişilik başlar.

كَانَ عَلَقَةً (KAvNa GaLAQaTan)  “Alaka idi”

Nutfe yumurtaya girer girmez artık çocuk biyolojik bakımından tamamlanmıştır. Parmak izlerine varıncaya kadar siması belirlenmiştir. DNA’lar onu kodlamıştır. Bu durumda bu “alaka” adını alır. “Alaka” tutunan demektir. Hücreler birbirinden ayrıldıktan sonra ya bağımsız olurlar, onlar alaka değildir. “Bauda” olabilir. Çünkü bölünerek var olmuştur. Bölünen hücreler birbirinin yanında kalırsa bunlar çoğalarak insan vücudunu oluşturur. Bu da şöyle olmaktadır. Bölünen hücre iki hücre olur. Yalnız hücre mıknatıs gibi iki kutupludur. Bu kutuplardan biri pozitif diğeri negatiftir. Bitiştikleri yerde birbirini dengelerler, dışarıya etkileri yoktur. Diğer kutuplar ise farklıdırlar. Bu sebeple farklı görev yüklenirler. Bu farklı görev yüklenme alakadan yani bitişik olmasından ileri gelir. İlk bölünenler hareketli ve hareketsiz hücrelerin anaları olurlar. Hareketsizler iç ve dış görevleri yüklenir. Dış görevliler deri ile sinir hücrelerini oluştururlar. İç görevliler kemik ve etleri oluştururlar. Hareketliler de önce cinsî ve kan hücrelerini oluştururlar. Cinsi hücreler de yumurta ve hormon hücrelerini oluştururlar. Kan hücreleri de savunma hücreleri olan akyuvarlarla taşıma hücreleri olan alyuvarları oluştururlar. Bu böyle sonuna kadar devam eder. Bu kutuplaşma DNA’ları ona göre uyarırlar. Bütün bunlar hücredeki bitişme özelliğinden doğmaktadır. Bu genler kadar önemlidir. Ayrıca döllenen hücre rahimde bir yere yapışarak artık oradan annenin kanından yararlanmaya başlar, annenin bir hücresi gibi olur. İşte buna “alak” denmektedir. “Alaka” ise alakaların topluluğuna denir. “Bana bir tabak temr getir” dersin ama “Bana beş tane temre ver” dersin. “Bir sürü bakar” geldi dersin ve bakarda 8 bakar vardır dersin. Arapçada tekili çoğul yaptığın gibi çoğulu da bazen tekil yaparsın. Türkçede bu kural yoktur. Onun için “alak” hücreler demektir. “Alaka” ise hücre demektir. İnsan bir tek hücre tarafından yaratılmıştır. Kur’an bunu çok açık şekilde ifade eder. Alaktan değil alakadan sonra ise alak olmaktadır. İnsanı alaktan yarattı deniyor. Akıllı iş yapan insan alaktan yani hücrelerden oluşan insandır.

فَخَلَقَ (Fa PaLAQa)  “Halk etti”

Halk etmek” bir kumaşı bedene göre kesmek yahut hamuru yoğurup şekil verme demektir. Sonra pişerek testi olacaktır.

Nutfe yumurtaya girer girmez Artık insanın genetiği belirlenmiştir. Onu değiştirmek ancak bozarak mümkündür. Anasından ve babasından gelen kromozomlar onun tüm varlığını ortaya koymuştur. Bundan sonra ceninin kişiliği başlar. Buradaki “Fe”ler sebep feleridir. Alaka olması artık onun yaratılması demektir. Çünkü DNA’lar harekete geçerek bundan sonra insanı oluşturacaklardır. Hilkat spermin imnası ile başlar.

فَسَوَّى (Fa SavVAy)  “Onu tesviye etti.”

Tesviye etme” demek düzenlemek demektir. Gerekenleri gerekli yerlere koymak demektir.

Kantarın kolundaki ağırlığı çekerek yükle dengelerseniz, bu tesviye olur. Kiloyu tonla eşitlemiş oluyorsunuz. DNA’lar harekete geçerek inşaatçılığa başlarlar ve hücreleri bölerler. Yerlerine yerleştirir ve insan yaparlar.

Tesviye hilkatle başlar. Hilkat DNA’ların düzenlenmesiyle ortaya çıkar. Tesviye ise ona göre gerçekleştirmedir. Planın uygulanmasıdır. Yani plan hilkatle yapılır. Uygulama ise tesviye ile yapılır.

Fa” harfi getirilmiştir. Çünkü önce plan sonra uygulama. “Fa” getirilmiştir çünkü bütün uygulamalar planın sonucudur. Buradaki “Fa” da fa-i sebebiyedir. Hilkat tesviyeyi oluşturmuştur.

فَجَعَلَ مِنْهُ  (Fa CaGaLa MiNHu)  “Ondan ca’letti.”

Ondan görevlendirdi yani insandan görevlendirdi.

Ca’letmek” mevcut olan bir fonksiyon yüklemedir. Önce burada insan olarak kadın ve erkeği ayırmamaktadır. Bütün insanların eşit şartlar içinde yaratıldığından bahsetmektedir. Sonra kadını yarattı, erkeği yarattı demiyor. O tek insanın kimini kadın, kimini erkek yaptı. O görevleri verdi diyor. Böylece insanı kadın-erkek ayırımından tek varlık olarak tanımlamış olmaktadır.

Gerçekten de böyledir. Kadında erkekte bulunan bütün DNA’lar vardır. Erkekte ise Y kromozomunun yarısı koparılıp atılmıştır. Kalan kromozom erkek olmuştur. Gerçekten en bariz delil memelerdir. İnsanda da meme vardır ama gelişemiyor, oysa kadında gelişebiliyor. O halde kadında daha fazla DNA faaliyettedir. Kadının bir kaburgası eksiktir deniyor. Öyle değil, tam tersine erkekte bir kaburga eksiktir. Bu sebepledir ki ilkin kadın var edilmiş, sonra erkek var edilmiştir. Erginlik çağına geldiğinde erkek muhatap alınmıştır. Onun eksiği böylece dengeye getirilmiştir.

الزَّوْجَيْنِ  (eLZaVCaYNı)  “Zevceyn olarak”

Onları erkekli dişili yapmıştır. “Fa” harfi ile getirilmiştir. Çünkü tesviyeden sonra olgunluk çağına gelmişlerdir. Tesviye onları erkek ve kadın yapmıştır. O zaman görev görecek hâle gelmektedirler. İnsan döllenir, doğar, büyür, onbeş yaşına geldiği zaman üretici olur, yaşlanır ve tekrar üreticilikten çıkar. İnsanların üreticilik durumları onların çocuk yapabilme yaşlarıdır. Eşler yapmıştır. Böylece işbölümü ve dayanışma gerçekleşmektedir. Bu bünyeleri o şekilde yaratılmıştır ki kadın çocuk doğurur, onu merhametle büyütür, süt verir. Erkek de ona göre yaratılmıştır ki üretim yapar ve savunur. Kadın da üretim yapar ama daha az yapar.

Buradan da anlıyoruz ki, erkek kadından daha zavallı bir mahluktur. Çünkü kadın erkeğin yaptığı her işi eksik de olsa yapabilmektedir ama erkek kadının yaptığı temel işi yapamamaktadır. Erkek doğuramıyor, süt veremiyor. Allah her şeyi çift yaratmış, insanı da çift yaratmıştır. Çünkü denge ancak çiftlerde kurulur.

الذَّكَرَ وَالْأُنثَى (elÜaKARa Va eLEüNÇAy)  “

Zeker” elastikî eğilmez varlık demektir. “Ünsa” ise yumuşak varlık demektir. Çamur ünsadır ama yaş sopa zekerdir. Yaş sopa bırakıldığı zaman tekrar eski yerine gelir. Çeliğe zeker, yumuşak demire ünsa denmektedir. Erkek ve dişi anlamlarındadır.

Erkeğin dirençli olması, kadının da yumuşak huylu olmasıdır. Allah insanları böyle yaratmıştır. Bu erkeklik-dişilik bütün canlılarda vardır. İnsandaki DNA dizileri de çifttir. Kromozomların bağımsız olanları, hastalık yapanları da eşleşmiyorlar ama çifttirler. Belki de bunlar arasında bir eşleşme vardır da bilmiyoruz.

Halk etti, tesviye etti, ca’letti fiillerindeki müstetir zamir nereye racidir?

Bunları kim yaptı?

Senin Rabbin yaptı ey okuyucu, senin Rabbin! Çünkü daha evvel böyle bir hitap geçmişti. Bu yapılanların hepsi Allah’ın rab sıfatının izahıdır. İnsanın kendisinin nasıl yaratıldığını düşünmesi ve ona göre ileride olacaklar hakkında karar vermesi gerekir.  

أَلَيْسَ ذَلِكَ (Ea LaYSa ÜAvLiKa)  “Bu değil midir?”

Buradaki “bu” kime işarettir? Önce burada “ke” gelip “küm” gelmemesinden anlıyoruz ki halaka ve diğerlerinin faili Rabbindir. Çünkü müfrede hitap etmektedir. “Bu” yani senin Rabbin, bütün bu olayları anlatan kimse, yani baştan “biz” diye sütrede bahsedilen kimse.

Allah Kur’an’da kendisini O, Allah, Biz ve Ben kelimeleri ile ifade eder. Böylece Kur’an’ın Muhammed’in sözü olmadığını göstermiş olmaktadır. Yalnız “Allah” diye bahsetseydi o zaman Kur’an Hazreti Muhammed’in sözü olurdu. Kur’an yalnız Allah, yalnız Ben veya Biz deseydi, o zaman da Hazreti Muhammed tanrı imiş gibi olurdu. Dört çeşit olarak zikredince ve bu Kur’an’da hep devam ettikçe, Kur’an’ın Allah sözü olduğu hep hatırlatılmış olmaktadır.

Sûrede parmak izlerinden bahsetmekte, ay ve güneşin birleşeceğine, Kur’an’ın cem olacağına ve okunacağına işaret etmektedir.

Sûrede anlatılanları yapanın ölüleri diriltemeyeceğini mi sanıyorlar?

Bunları yapan bunu yapmaya kadir değil midir?  

بِقَادِرٍ (Bi QAvDiRin)  “Kadir değil midir?”

Kadir” gücü yeten demektir. “Kadir” ölçümlendiren demektir.

Yeryüzünde yeni bir şey yaratılmamaktadır. Sadece mevcut olanlar ölçümlendirilip düzenlenmektedir. Âhirette de aynı madde kullanılacak. Beş boyutlu uzaydaki çubuklar değişmeyecek, artıp eksilmeyecek, Büyük Arş aynen kalacaktır. Sadece bunları bir yerden diğer yere taşıyacaktır.

عَلَى أَنْ يُحْيِيَ (GaLAy EaN YuXYıYa)  “İhya etmeye  kadir değil midir?”

Kâinatın yaratılışına baktığımızda önce bazı sabit değerler vardır. Başta ışık hızı seçilmiş bir sayıdır, saniyede 300 000 kilometre gitmektedir. Sonra elektronun  pozitronu çekme veya birbirini itme miktarı vardır. Bu da sabit bir değerdir. Yerçekimi kuvveti veya atalet kuvveti vardır. Bir de Plank’ın bulduğu bir sabite vardır. Parçacıklar taneli olduğu gibi hızın kareleri de tanelidir.

E=m*c^2=n*h*f

Burada E enerjidir, m kitledir, c ışık hızıdır. n sayıdır. h plank sabitesidir. f de frekanstır.

Bu sabitelerin sayısı ona çıkmaz. Kâinat bu sabitelerin üzerinde oturmaktadır. Bunlar farklı seçilseydi atomların ve moleküllerin özellikleri başka türlü olacaktı. Mesela DNA zinciri oluşamayacaktı. Su sıfır derecede değil de belki başka yerlerde donacaktı.

İşte, bunları seçip kâinatı ona göre planlama ancak sonsuz sayıdaki denklemleri çözebilen biri tarafından yapılabilir. Bundan sonra aynı şekilde ilk hayat zincirini oluşturmuştur. O molekülleri öyle dizmiştir ki, onun sayesinde şimdi ben tuşlara vurup yazıyorum. Bu planlama da yeniden yapılmıştır. İnsan ve bilgisayar kapasiteleriyle bunlar hesaplanamaz.

İhya etmek” demek, doğal olarak büyümekte olan entropiden, onun büyümesinden yararlanarak bazı yerlerde entropiyi küçültmek demektir. İhya etmek demek bu demektir.  

الْمَوْتَى(40)  (eLMaVTAy)  “Mevtâ”

Mevtâ” ölü demektir. Dirinin en büyük özelliği entropinin büyütülmesini küçültmektir.

Şimdi ben seksen yaşındayım ama kitap yazıyorum. Sonunda entropisi çok büyük olan mürekkep entropisi çok küçük olan harflere dönüşmektedir. Ben bile ihyaya doğru adım atıyorum da, bunları baştan yapan kullanamaz mı? Böylece Allah’ın ölüleri diriltmeye kudretli olduğunu biliyoruz.

Âhiretin varlığını ispatlayan ilmî deliller:

a)      Var olan hiçbir şey yok olmaz, yok olan da var olmaz. Sadece birleşir ve ayrılırlar, şekil değiştirirler. Doğa kanunu bunları bunun üzerine oturmaktadır. Müsbet ilimler ilerledikçe hep bu ispatlanmıştır. Ruh da vardır. Şimdi o ruh yazmaktadır. Ve siz okumaktasınız ve dinlemektesiniz. O halde ölümle ruh yok olmaz. Ruh bedenden ayrılır. Ayrılmak yok olmaktan ehvendir. Basitlik ilkesi bize ruhların öldükten sonra da varlığını göstermektedir. Ruh uykuda olduğu gibi bedensiz bir şey yapmamakta, hattâ kendisini bile bilmemektedir. Gittiği yerde de bedeninin olması gerekir. Yahut uykuda olduğu gibi gidip gelebilir. Bu varsayım yok olma varsayımından daha önemlidir. Milyarlarca yıl içinde birkaç yıl var olup yok olmamızı açıklamak zordur.

b)     Geometri çalışmaları bizi dört ve beş boyutlu uzaya götürmüştür. Bizim bu üç boyutlu uzayımız dört boyutlu uzayın filmleri gibidir. Nasıl sinema filmi şeritte vardır, ekrana sıra ile aksetmekteyse, kâinatta başlangıçtan bugüne kadar heykel bölümler şeklinde vardır. Biri gidip diğeri gelmektedir. Biz yeni bölümleri seyrediyoruz. Zannediyoruz ki değişmektedir. Oysa değişen bir şey yok. Benim çocukluğum orada doğduğum ve yaşadığım yerlerde duruyor. Ben bir yolcu olarak geziyorum. 80 yaşındaki bedenime girmiş bulunuyorum. İstanbul’dan kalkıp Ankara’ya giden bir otobüs yolcusu nasıl dakika dakika değişik yerlerde bulunur, oraları görürse, insanlar da böyle yapıyorlar. İstanbul, Gebze, İzmit, Adapazarı, Bolu ne yok olmuş ne de var olmuşlardır. Sadece biz oralarda seyahat etmiş oluyoruz. Kâinat da hep vardır. Biz seyahat ediyoruz. Yolumuzda değişik hatlara sahibiz. İstediğimiz yollardan gidebiliyoruz. İstersek otobandan yani TEM’den, istersek diğer yoldan yani E5’ten gideriz. İstersek tünelden geçeriz, istersek Bolu Dağı’ndan tırmanırız. Bu da beş boyutlu uzayın varlığını gösterir. Biz birer otobüs yolcusuyuz. Doğmakla dünya arabasına bineriz. Ölmekle dünya arabasından ineriz. Trenimize binen kişilere biz nasıl ‘siz var oldunuz’ diyemiyor, ‘geldiniz’ diyorsak, trenden inen kimseye de ‘yok oldun’ diyemeyiz. Trenimizden indi, ondan sonrasını bilmiyoruz demek olur. Bu da öldükten sonra varlığın devam ettiğine ikinci kanıttır. Biliyoruz, inilen yer de kalınacak yerdir. Hattâ başka trenler de vardır. Ayrı ayrı otobüslerle seyahat eden yolcular otobüs dinlenme yerlerinde nasıl buluşurlarsa, biz de kıyamette onlarla buluşabiliriz. Bugün üç boyutlu uzay dışına çıkamıyoruz ama yarın çıkabiliriz. O zaman gerisin geriye gider, geldiğimiz yerleri bir daha seyredebiliriz, bir daha yaşayabiliriz. Bolu’dan inen kişi Harem’e gelip tekrar geri dönebilir. Hattâ zamanı ters yaşayabilir. Bunlar artık izahı zor olan şeyler olmaktan çıkmıştır. Kanatlanıp uçamadığımız gibi, dört boyutlu uzaya geçemiyoruz. Ama şimdi uçakla uçabiliyoruz. Yarın dört boyutlu uzaya da geçebilir, zamanı gerisin geriye yaşayabiliriz. Demek ki öldükten sonra hayatın nasıl olduğunu bugün çok boyutlu uzayla öğrenmiş bulunuyoruz. Trende olanlar biliyorlar ki inen yolcu başka arabaları bekleyip binebilir.

c)      Öldükten sonra yaşamanın başka bir delili de biyolojiktir. Biyolojide kanunlar vardır. Canlılar doğarlar, yaşarlar ve sonunda ölürler. Ölmeleri yok olmaları için değil, daha iyilerinin gelmesi içindir. İlk hücre yaratıldığında yeryüzü  kayalıklardan oluşuyordu. Toprak var olsa bile, bitki veya hayvan yaşayamıyordu. Doğup öldüler, doğup öldüler ve böylece bugün yeryüzünün her tarafı canlılarla dolmuştur. Yani ölüm yok olmak değildir. Tam aksine daha iyi hayatın oluşmasına fırsat vermektir. Yılanın deri değiştirmesine benzer. Eskiyi atar, yenisini giyer. Biz de elbisemizi böyle yapmıyor muyuz? Eskiyenleri atıyor, yenilerini alıyoruz. Uyku hayatın temizlenmesiyse, ölüm de hayatın yenilenmesi demektir. Yapraklar sonbaharda dökülürler ki ilkbaharda yenileri ortaya çıksın. Madem ki hayatın böyle kendisini yenileme kabiliyeti vardır, o halde kâinat da yok olacak, kıyamet olacak ama daha iyisi ve yenisi gelecektir demektir.

d)     Dördüncü kanıt doğanın yalancı olmayışıdır. Eğer biz sulanıyorsak suya ihtiyacımız vardır ve su mevcuttur demektir. Eğer biz acıkıyorsak yemeğe ihtiyacımız vardır ve onu bulabileceğiz demektir. Cinsi arzuyu duyarız, çocuğumuz olsun diye. Üşürüz, ısınalım diye. Bizde yalancı hisler yoktur. Öyle olsaydı yaşayamazdık. İnsanların içlerinde bir duygu var, ölmek istemiyorlar. Bir duyguları vardır. Ölen yok olmuyor. Âhireti alenen inkâr eden komünistledir. Ama Lenin ölünce onu atmadılar. Yok oldu deyip kitaplardan silmediler. Ona mezarlar yapıp tapmaya başladılar. Hiç kimse öldükten sonra yok olunduğunu sanmıyor. Öyle olsaydı yok olan için üzülür mü? Tarih boyunca insanlar hep öldükten sonra tekrar yaşanacağına inandılar ve mezarlar yaptılar, anıtlar diktiler. İnsandaki bu duygu öldükten sonra hayat olduğunu kanıtlayan delillerden biridir. Psikolojik dürtü onun varlığını bize kanıtlamaktadır.  

Şimdi âhiretin varlığını böylece tesbit ettikten sonra, bu dünyaya niye geldiğimizi de felsefi olarak izah edebiliriz. Üstün hayata intibak etmek için eğitime ihtiyaç vardır. Şoförlüğü öğrenmeyen bir insana nasıl araba teslim etmezseniz, bedenimizi kullanmayı bilmeyen, çevreyi bilmeyen kimseye de onları teslim edemezsiniz. Allah böyle irade etmiş, böyle bir düzen kurmuş. ‘Niye böyle yapmış?’ sorusu ilmî bir soru değildir. İzahı da mümkün değildir.

İnsanların değişik renklerde elbiseler giydiklerini görürsünüz. Kimse kimseye benzemiyor. Şimdi bir kişiyi alıp da bu neden siyah giyiyor diye soramazsınız. Canı öyle istemiş de ondan böyle giymiş dersiniz. Biz Allah’ı sorguya çekip imtihan edemeyiz. Biz neyi nasıl yaptığına bakıp öğreniriz. Neden yaptığını da düşünebiliriz. Muradı ne idi diye düşünebiliriz. Ama ona ilmî delil bulamayız.

Âhiretin varlığı hususu böylece sabit olduktan sonra şunu düşünürüz. Allah varsa, kâinatı o yaratmışsa, bizi de o yaratmışsa, bize bu aklı o vermişse, bizi böyle başıboş bırakır mı?

Mutlaka bize birtakım haberler göndermiş, kendisini ve âhireti tanıtmıştır. İşte bunu da araştırdığımız zaman karşımıza İlâhi kitaplar çıkmaktadır. Bugün yedi milyar insan Allah’ın gönderdiği kitaplar olduğuna inanıyor. Ona göre yaşıyor ve ona göre ibadet ediyor. İşte bunların en sonuncusu bizim elimizdeki Kur’an’dır.

Kur’an’ın İlâhi kitap olduğu 250 sahifelik Kur’an mucizeleri ile açıklanmıştır. İleride bu yazdıklarımız bir kitap hâline gelirse, başına ayrıca yazmakta olduğumuz o Kur’an mucizelerini koyacaklardır yahut siz koyacaksınız.

İşte, Kur’an’ın ilâhi söz olduğunu ispat ettikten sonra, orada bildirilenlerin doğru olduğunu ispat etmiş olursunuz. Kur’an da âhireti yukarıda saydığımız delillerle açıklamaktadır.

Adil Düzen Çalışanları, âhiretleri için canlarını vermeye hazır olanlardır. Ancak onlar âhirete dünya sorunlarını çözerek gidileceğine inanmaktadırlar. Âyetlerin bu âhiret kısmı üzerinde daha az dururlar. Bununla beraber bir hususu da  belirtmekte yarar vardır.

Allah kâinatı nasıl idare ediyorsa, biz de topluluğumuzu ona benzer şekilde yönetmeliyiz, ona göre yönetmeliyiz. Allah’ın elçisi varsa, topluluğun da imamı vardır. Allah’ın memurları varsa, topluluğun da görevlileri vardır. Bu sebepledir ki biz kâinatın nasıl yaratıldığını ve nasıl çalıştığını öğrenmek zorundayız. Bir de âhirette olacaklar ile dünyada olanlar arasında vasıf farkı vardır. O halde âhiret hakkında Kur’an’da verilen bilgilere bakarak biz dünyamızı da oraya benzer ve oraya götürecek şekilde düzenlemeliyiz. Bu bakımdan da Kur’an’daki kıyamet âyetlerini öğrenip bilmemiz gerekir. Allah insanı süda olarak bırakmadığı gibi kişiler de devlet içinde süda olmamalıdır. Ona göre Adil Düzen oluşmalıdır.

a)      Doğan çocuk bakılmalı ve büyütülmelidir. Hasta olduğu zaman tedavi edilmelidir. İnsan yaşlandığı zaman bakılmalıdır. İşsiz kaldığı zaman aç bırakılmamalıdır. Yani devlet yaşayan bütün insanların varlıklarından sorumludur. Bunun için Kur’an’da önerilen müesseseler kurulmalıdır. Anne babanın yani ailenin gücü yetmediği zaman devlet insanın imdadına koşmalıdır.

b)     İnsan aç bırakılmadığı gibi işsiz de bırakılmamalıdır. Çalışmak isteyen herkes mutlaka iş ve pazar bulabilmelidir. Bunun için getirilen müessese basittir. Allah kâğıt para olarak büyük bir nimet vermiştir. Bunu öğretmiştir. Çalışana kredi verilecek. İstediğin işverenin yanında çalış, yevmiyeni gel hafta sonunda benden al diyecek. Böylece işsiz kimse kalmayacak. İşverene diyecek ki, ham maddeyi al, parasını ben ödeyeyim. Böylece sermaye sıkıntısı kalkacak. Sattığın zaman bana parayı öde diyecek. Böylece mal stoklanırsa para da stoklanmış olur. Enflasyon olmaz.

c)      Baliğ olan kimseler evlenebilmelidir. Topluluk onlara ev, ev eşyası ve mobilya vermelidir. Parasını öderlerse o ev çocuklarına kalmalıdır. Yoksa, dünyaya geldikleri için ve insan oldukları için yaşama hakları vardır.  O haklarından dolayı orada oturmuş olurlar. İnsanlarda çocuklar bırakma arzusu olduğu için çoğu çalışır ve öderler.

d)     İnsanların bedeni ihtiyaçları yanında sosyal ihtiyaçları vardır. İlmî, dinî, meslekî ve siyasî dayanışma oraklıkları kurulmalıdır. Bunlar çoklu olmalıdır. Kişiler bunların içinde hoşlarına gittikleri yerlere katılmalıdır. Genel hizmetler yapılmalıdır.

İşte, Kur’an bize bir taraftan Allah’ı ve âhireti anlatmakta, diğer taraftan da Allah bize diyor ki; siz benim halifemsiniz. Dünyada da buna göre amel ediniz. Demek ki fıkıhçılar âhiret âyetlerini de bilmek zorundadırlar.

 

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-448 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-278 İstanbul, 01 Mart 2008

 

TAHA AKYOL VE LİBERALLER

Amerika’da 200 Yahudi sermayedarın oluşturduğu Sömürü Sermayesi, dünyayı tek sermaye devleti hâline getirmek istemektedir. Bunun için “ekseriyet demokrasisi” diye bir mekanizma icat etmiştir. İki partiyi kurmakta ve ikisini de kendisi finanse etmekte, her ikisinin başına kendisine tabi yöneticiler getirmekte, ondan sonra halka; hangisini isterseniz siz seçin, bunlar benim adamlarımdır diyor. İki partili sistemle dünyayı yönetiyor.

Taha Akyol diyor ki: Halktan oy almak gerekir ama yetmez. Halktan alınan oyun yanında kendisinin “liberaller” dediği “sömürü sermayesi”nin de onayını almak gerekir. Ne zaman ki sermaye ile arası açılır o iktidar gider. Adnan Menderes böyledir, gitmiştir. Çünkü onlara “cübbeliler” dedi ve liberallerle arası açıldı. Taha Akyol sermayenin gücünü ortaya koyuyor ve AK Parti’ye tavsiyelerde bulunuyor: Oyunu halktan alacaksın ama halkın dediğini değil, halkın çıkarlarını değil, sermayenin dediğini yapacaksın, sermayenin çıkarlarını gözeteceksin. Yoksa orada kalamazsın. Saadet Partililere diyorum ki; AK Parti gibi yaparsanız ülkeyi satarsınız ama orada kalırsınız. Erbakan gibi yaparsanız inersiniz, yerine Ecevit gelir, bugün AK Parti’nin yaptığını o yapar, daha kötü bir şekilde yapar. İşkence ede ede öldürme var, bayıltıp acı çektirmeden öldürme var. AK Parti uyuşturuyor ve öyle kesiyor. 28 Şubatçılar bağırta bağırta kestiler. İşte Taha Akyol buna işaret ediyor. Halkın oyunu halkı kazıklatarak alacaksınız, yoksa orada kalamazsınız.

Şimdi Taha Akyol gibi sermayenin sağcı temsilcisine şu soruları tevcih edebiliriz: Menderes neden asıldı? Menderes gelmiş geçmiş başbakanlardan en çok ABD’nin emrinde olan başbakandı. Tüm fabrikaları durdurdu. ABD’nin altyapı taşeronluğunu yaptı. Türkiye’yi bugünkü borca o soktu. Kore’ye askeri o gönderdi. İranlı Musaddık aleyhinde oy veren o idi. “Cezayir Fransa’nın iç işidir!” diyen o idi. Namaz kılmadı. İçki içerdi. Mazbut aile hayatı yoktu. Batı için ondan daha sadık biri bulunamazdı. Buna rağmen neden astılar? Taha Akyol bunu düşündü mü? Menderes “cübbeliler” dediği için sermaye ile arasını açmadı, arası durup dururken Amerika’dan gelen talimatla açıldığı için dedi. Darbe yiyen yaralının inlemesinden başka bir şey değildir. İnlediği için darbe yemedi, darbe yediği için inledi. 

Halkımızın bilmesi için söyleyeyim. Türkiye için 2000 yılına kadar ömür biçilmişti. Menderes’e verilen görev Türkiye’nin alt yapısını hazırlayıp yarın müstevliler Türkiye’yi istila ettiklerinde yolu, suyu, elektriği, telefonu hazır olsun. Yerleşmek için zaman kaybetmesin diye kredi verildi. Menderes bu krediyi kullanırken birden bire Türkiye kalkındı. Çünkü bir dolarlık kredi beş dolarlık iş yapar. Bu ekonomik kuraldır. Ama Batı bunu bilmiyordu. Hesapta yanıldı. Türkiye kalkındı ve tarım döneminden sanayi dönemine geçmeye başlandı. Bunu durdurmak için ABD krediyi kesti. Menderes kalkınmayı durdurmadı. CHP’nin biriktirdiği altınları sattı ve 1954’te kalkınmaya devam etti. O da bitince kalkınmayı yine durdurmadı. Hasan Polatkan enflasyonu icat etti ve kalkınmayı tamamladı. Türkiye tarım döneminden sanayi dönemine geçti. Sonra Fatin Rüştü Zorlu İngiliz ve Yunanlılarla anlaşma yaparak Türkiye’yi Avrupalılarla barıştırdı. Bugün onun sayesinde Avrupa Birliği’ne girmekteyiz. Ama hâlâ sorun Kıbrıs sorunudur. Kıbrıs’ta gözü olan sömürü sermayesi bundan hoşlanmadı. İşte bunun için bunları astı. Asılanlardan biri Türkiye’yi tarım döneminden sanayi dönemine çıkardı, diğeri enflasyonu icat ederek Türkiye’yi sömürüden kurtulma yolunu keşfetti, üçüncü ise Avrupa ülkeleri ile Türkiye’yi ve Müslümanları barıştırdı. İşte bunun için asıldılar.

Sonuç ne oldu? Herkes ölecektir. Onlar da öldüler ama Türkiye sanayileşmiş bir ülke oldu. Borçlu ama istikrarlı bir para politikasında yaşadı. Avrupa Birliği adayı oldu. Öldürenler de öldürtenler de öldüler. Tansu Çiller, ‘ben ipimi cebimde taşıyorum’ dedi. Erdoğan, ‘beyazlar giymişim’ yani kefenimle dolaşıyorum diyor. Menderes’ten sonra Demirel ve Özal da aynı yolu takip ettiler. Türkiye yoluna devam ediyor. Ordu arada idi. Hükümetine sahip çıkmıyordu. Ama bu durum artık değişmiştir. Evren’in oluşturduğu ordu artık devrimler yapmıyor. 28 Şubat askerlerin müdahalesi ile değil Demirel’in oyunu ile olmuştur. Seksenden sonra artık asker hükümetine sahip çıkıyor. 28 Şubat’ta tarafsız kalmış ama artık asker hükümetinin yanındadır. Sermaye ise artık çökmektedir. Önce sermayenin dayanağı olan masonlar eskisi kadar sermaye ile içli dışlı değildirler. Bunun iki sebebi vardır. Bir masonlar kendi ülkelerinde eski güçlerini kaybettiler. Halk ekonomileri gelişmeye başladı. İkinci sebebi ise yerli büyük sermaye güçlendi. Bağımsızlığını ilan etti. Artık ABD’nin emrinde değildir. Bugün gelişen haberleşme ve ulaşım nedeniyle yerli sermayeye gerek kalmadı. Sömürü sermayesi küçük ve orta sermaye ile doğrudan ilgilenmektedir. Amerika’da bile sömürü sermayesi artık iktidarları öyle istediği gibi atayamamaktadır. Mahkeme kararı ile sekiz yıldır iktidarda olan Bush Cumhuriyetçileri de batırdı. ABD’de Hıristiyanlar uyanıyor. Avrupa ise çoktan koptu. Rusya’ya Çin’e ne kadar hakimdir?

Bizim de Ak Parti’ye tavsiyemiz vardır. Kendi çıkarın için tavsiye ediyoruz. Halktan aldığın oyla sermaye taşeronluğu yapma. O çöküyor, sen de onunla beraber boğulursun. Bu hâlinle de onlarla mücadele edemez kendini savunamazsın. Gel inadından vazgeç. Adil Düzenin bir ucundan tut. İmanını tecdit et. Gömleğini çıkarma. Çıplak dolaşma. Daha iyi bir kürk al.

 

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-448 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-278 İstanbul, 01 Mart 2008

 

ASIL MESELE BAŞÖRTÜSÜ DEĞİL

Başörtüsü meselesini bu şekilde çözmeyi planlayanlar kimlerdir?

Bize göre Ak Parti iktidara gelince askerler Ak Partililere, ‘Siz germeyin, biz başörtüsü meselesini çözeceğiz’ dediler ama çözemediler. A. Necdet Sezer buna izin vermedi. Askerler şimdi kendi askeri mantıklarıyla çözmeye kalkıştılar. Çünkü onlar bir karar alınınca onu mutlaka uygularlar. Şimdi çıkmazdadırlar, AK Parti’yi de çıkmaza soktular.

Neden çözemiyorlar?

Kıyafet serbesttir diyor ondan sonra çene altına dolanmak şartıyla deniyor. Oysa kanun yasakları koyar, uymayanlara da ceza koyar. Kanun emirler koyarsa onu yapmayanlara ceza koyamaz. Sorun çıkmaza girmiştir. Yarın ‘kıyafet serbesttir’ deyip de öğrenci imtihanını kazanan fahişeler salona çıplak girseler biz bir şey diyemeyiz. Diğer taraftan çarşaflara bürünüp peçelerle kadınlar gelse, Risale-i Nur talebeleri taylasanları sarıp gelse buna cevap verecek miyiz? Hâsılı kıyafet sorununu çözemezsiniz.

Sorunları çözmelisiniz. Çünkü hayat çelişkiyi kabul etmez. Demokrasi veya totaliter rejim olacak, yarım demokrasi olmaz, yarım kurallar olmaz. Yeryüzünde dört çeşit yönetim vardır.

a)Birinci yönetim şekli krallık yönetimidir. Kral her türlü yetkiyi elinde toplar, kral lâ yüseldir. Ne var ki ülke kralın çocuklarına kalacaktır diye ülkesini en iyi bir şekilde yönetir. Tarihte pek çok krallıklar gelmiş, halk huzur içinde yaşamıştır. Nitekim bugün de hâlen birçok krallıklar devam etmektedir. Bugün yetkileri azalmıştır ancak, gelecekte sermaye tekeli ortadan kalktığı zaman onların gücü artabilir. Nitekim papalığın da otoritesi asgariye inmişti ama şimdi güçlenmektedir.

b)     İkinci yönetim şekli tek parti yönetim şeklidir. Halk teşkilatlanmıştır. Parti vardır. Milletvekilleri halk tarafından doğrudan seçilmektedir. Böylece oluşan parlamento başkanını seçmektedir. Başkan bürokratik yönetimin başına geçmektedir. Onların yerlerini değiştirerek yönetmektedir. Bunun çok kötü örnekleri olmuştur. Bugün hâlâ bu yönetimler yeryüzünde epeyce vardır. Yarın gelişebilir. Tek partili yönetim de pekala başarılı olabilir.

c)Üçüncü yönetim şekli iki veya dört partili sistemdir. Bu sistem sermaye tarafından kurulmuş ve bazı ülkelerde başarı ile uygulanabilmektedir. Sermeye iki parti kurar. Bazen bunların yedekleri olan iki küçük partiyi de kurar. Onları destekler. Hepsi sermayenin adamlarıdır. Başka bir partinin ortaya çıkmasını engellemeyi amaçlar. Halka ikisini veya dördünü sunar. Bunlar fikir partisi olarak tek partidir. Aralarında herhangi bir program ayrılığı yoktur. Sadece yöneticileri farklı olduğu için ayrı partiler vardır. Halk hangisini iktidara getirirse o iktidar olur. Ama halkın dediğini değil de sermayenin dediğini yapar.

d)     Dördüncü düzen ise çoklu sistemdir. Tarikatlar organize olmuşlar, on civarında tarikat vardır. Halk çalışma kuruluşları olarak organize olmuştur, çoklu mesleki kuruluşlar yarış içindedir. Halk siyasi partiler olarak organize olmuştur, çok partili sistem vardır. Nihayet değişik ilmî kuruluşlar olarak organize olmuşlardır. Böylece devlet ilmî, dinî, meslekî ve siyasî sosyal grupların sorumlularından oluşan yüksek şuralar tarafından yönetilir. Bunların başında meclis tarafından seçilmiş asker kökenli devlet başkanı vardır, ordunun fiilen başkomutanıdır. Böylece demokratik ve lâik düzen içinde devlet yönetilmektedir.

İnsanlık adım adım bu demokratik düzene gitmektedir. Buna biz “Adil Düzen” diyoruz. Türk ordusunun güvencesinde halkın oluşturacağı çoğulcu sosyal gruplar görevlerini yapacaklardır.

-Dinî şuralar nelerin yapılacağına karar verir.

-İlmî şuralar nasıl yapılacağına karar verir.

-Meslekî şuralar kredi dağıtarak kimin ne yapacağına karar verir.

-Siyasî şuralar da elde edilen ürünlerin kime ait olacağına karar verir.

Türkiye’nin sıkıntısı nedir?

Türkiye Cumhuriyeti 1923’ten 1950’ye kadar saltanatın gölgesinde ama bağımsız bir generalin komutasında kuruldu. Tek parti düzenine geçildi. Parti tek olunca din ve mezhebi de tekti. İslâm dini ve Hanefi mezhebi tek din ve tek mezhep idi. Diğerleri ya yok sayıldı ya da azınlık sayıldı. Mesleki kuruluşların adı bile yoktu. Tevhidi tedrisatla eğitim tek okul sistemine döndürüldü. Düzeni beğenmeyebiliriz ama kendi içinde tutarlı idi. Büyük başarılara imzasını attı.

a) Bütün dış borçları ödedi.

b) Yabancı sermayeyi millileştirerek ülkeyi ekonomik açıdan bağımsız hâle getirmek istedi.

c) Zimmileri tehcir ederek, Müslümanları ülkeye getirerek üniter bir halk yapısını oluşturdu. Türkiye dini kaynaklı ulusal devlet oldu.

d) Türkiye’yi II. Cihan Savaşı’na sokmayarak nüfusunu artırdı ve Avrupa’nın büyümekte olan devletleri arasına girmesini sağladı.

Sonunda çok partili sisteme geçildi. Dinde, ilimde ve ekonomide çoklu sisteme geçmeden iktidardan uzaklaştırıldı ve Türkiye çıkmazlara sokuldu. Yabancı sermaye ülkeye akın etti. Ülke ağır borçlara sokuldu. Çok partili sisteme geçti ama dinde ve ilimde tekel devam ediyor. Türkiye sorunlarını çözemiyor. İşte başörtüsü meselesi budur. Bunun için çözemezsiniz. Ne yapılması gerekir? Her alanda çoklu sisteme geçilmelidir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-448 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-278 İstanbul, 01 Mart 2008

 

BAŞÖRTÜSÜ ÇIKMAZI

Anayasa değişikliğ olmadan önce mevzuatta başörtüsü konusu yoktu. Başörtüsü konusu Bülent Ulusu’nun yayınladığı bir genelgeden ibaretti. Başbakanın böyle genelge yayınlama yetkisi yoktu ama yayınladı. Genelge sadece kamuda hizmet verenleri ilgilendirdiği halde, işgüzar yargıçlarca kanunsuz olarak hizmet alanlara da teşmil edildi. Dışa bağımlı basın bunu büyüttü. Anayasa Mahkemesi yasaların üstüne çıkardı. Böylece hukuki hiçbir mesnedi olmayan bir zulüm aracı hâline getirildi. 

Şimdi anayasada değişiklik yapıldı. Bülent Ulusu’nun yetkisiz genelgesi anayasa teminatı altına alındı. Hata daha da genişletildi. Kanunla hizmet alanların kıyafetleri de kanunlarla düzenlenir hâle sokuldu. Şimdilik AKP ve MHP ekseriyeti sağladıkları müddetçe kanun fazla rahatsız edici olmayacaktır. Başörtüsünü çene altından geçirmek şartı ile serbest olacaktır. Sarık, cübbe, çarşaf, peçe serbest olmayacaktır.

Ne yapıldı? Kanunen serbest olan kıyafet artık kanuni hâle getirildi. Başın nasıl örtüleceği bile kanunlarda tarif edilmeye başlandı. Sadece çene altından geçen başörtü meşru kılındı; o da sadece hizmet alanlara meşru kılındı. Hizmet verenler ise başlarını da örtemeyeceklerdir.

Bu oyunu görmeyen kalmadı ama hâlâ alkışlanıyor.

Oysa AKP ve MHP kıyafet serbestliğini değil, kıyafet yasağını getirdiler. Bir tutam oya tüm halkı avladılar. Bununla beraber görünürde savaşı kazandılar. Bu zafer diğer zaferleri de getirecektir.

Şimdi AKP ile MHP’ye şu soruları tevcih zamanı gelmiştir.

a)Hizmet vereni nasıl tarif edeceksiniz? Çok açık. Bir iş yaparken karşılığını kamudan alıyorsa o iş kamu hizmetidir. Bunu yapan kimse başını örtemez. Bunun dışında kamudan ücret almadan bir hizmet görülüyorsa o halde o başını örtebilir. Siz bu tarife uyacak mısınız? Hayır, uymayacaksınız. O zaman hizmet vereni nasıl tarif edeceksiniz? Bir hastayı hastahaneye götüren taksi şoförü kamu hizmeti veren midir, alan mıdır? Devlet hastahanesinin ambulansını süren elbette kamu hizmeti yapmaktadır. Ama ücretini hastadan alan taksi şoförü kamu hizmeti görmemektedir, değil mi?

b)     Belediye otobüsünü işleten şoför kamu hizmeti vermektedir. Ama halk otobüsünü işleten şoför kamu hizmeti vermemektedir. Devletten maaş alan hastahaneler kamu işletmeleridir. Orada hizmet veren başını örtemez. Ama özel hastahaneler parasını devletten değil halktan almaktadır. O halde bu hastahanede çalışanlar başlarını örtmeli değil mi? Daha da ileri gidelim. Resmi okullar, resmi üniversiteler kamu hizmeti vermektedirler. Onlar başlarını örtemezler. Ama özel okullar, özel fakülteler elbette kamu hizmeti görmüyorlar. O halde bunlar da başlarını örtebileceklerdir. Vakıf üniversitelerinde öğretim üyelerinin başörtüleri serbest olacaktır.  Başka türlü iddia edilebilir mi?

c)Daha da ileri gidelim. Avukatlar maaşlarını müvekkillerinden almaktadırlar ve onlar zaten hizmet alanın vekilidirler. O halde başlarını örtebilecekler, öylece davalara girebileceklerdir. Artık onlara bu yasağı koyamayacaklardır. Hakemler ve bilirkişiler acaba başlarını örtebilecekler midir? Örtmeleri gerekir, çünkü ücretlerini halktan almaktadırlar.

d)     Bir sorun daha çıktı. Sosyal Sigortalar Kurumu kanuni kesintilerle oluşmaktadır. Odalar ve sendikalar kanuni aidatlarla yaşamaktadırlar. Bunların aldıkları paralar vergi midir.? Vergi ise o zaman bunların harcamaları da kamu harcamalarıdır. Öyleyse sosyal sigorta kapsamında olanların tamamı başlarını örtemezler. Bir işçi özel sektörde bile başını örtemez. Yok eğer zorunlu kesintiler vergi değilse, tüm sivil kuruluşlarda çalışanlar, sosyal sigorta kurumu dahil kamu hizmeti dışında kalırlar. 

Görülüyor ki, AKP ve MHP’nin yaptıklarını ciddiye alırsanız ülkeyi çıkmazlara sokarsınız. Bunun hukukunu 200 yılda oluşturamazsınız.

Biz bunları ciddiye almıyoruz; çünkü kısa zaman sonra Adil Düzen gelecek ve tüm bu çıkmazlar ortadan kalkacaktır. Ciddiye almıyoruz; çünkü daha önceki kanunları çiğneyenler kahramanca hâlâ beyanat veriyorlar. Bu kanunları da nasılsa uygulamayacaklar. Güçlü olanın dediği olacaktır. Siz önce kanunsuz olarak başörtülü öğrencileri üniversiteye sokmayan rektörleri cezalandırın, siz önce yetkilerini aşıp meclisi çalıştırmayan kimseleri cezalandırın. Siz önce kanun devletini kurun. Önce çıkan kanunlar uygulansın, sonra kanunları değiştirin. Bu ciddiyetsizliktir. Kanun yapıyoruz ama uygulamıyoruz. Bir zamanlar eşelmobil kanunu çıkarıldı. Benim bildiğim bu kanun hâlâ duruyor. Neden uygulamıyorsunuz?

İşte, Adil Düzen demek ciddi devlet anlayışı demektir. Kanunlar kötü de olsa yürürlükte iken onlara uyulur ve en kısa zamanda değiştirilir demektir. Kanunsuz uygulama yapılamaz, kanunlar da mutlaka uygulanır demektir. Uygulanmaz mücmel kanunlar sonunda devleti hukuk devletinden çıkarır. Ciddiyet yok olur. Herkes kanundan değil kişilerden korkmaya başlar.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3464 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2657 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2627 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2147 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2526 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2545 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2169 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2173 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2586 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2478 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1984 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2339 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2285 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2425 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2424 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2258 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2437 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2394 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2434 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2670 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2980 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2669 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2744 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2952 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3134 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3027 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3422 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5478 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3541 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3072 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3857 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3710 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3420 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3870 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3832 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4108 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4618 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3012 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3112 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3965 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3822 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2850 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2942 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3950 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7713 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5602 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4173 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3574 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3715 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4732 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4443 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4741 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4663 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4815 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4548 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3395 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4475 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3622 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5173 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3853 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5148 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5007 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4933 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3536 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3477 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3688 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5150 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4205 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5418 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4087 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5268 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4417 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4429 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4569 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4765 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5314 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4116 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5260 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4524 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3843 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4380 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4590 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4112 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4097 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4086 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4540 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5648 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9814 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4645 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3703 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3852 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3355 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3382 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3742 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5696 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4244 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3445 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler