ADİL DÜZEN 449
“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)
-DEĞERLİ ADİL DÜZEN ÇALIŞANI! BU HAFTA KAÇ KİŞİYE TEBLİĞ YAPTIN?-
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 08 Mart 2008 Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 449. SEMİNER
“HİÇ BİLENLERLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (Kur’an; Zümer Sûresi, 39/9)
“İLİM TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 18.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL
***
*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ
IRAK VE ASIL YAPILMASI GEREKENLER
***
*ÜMRANİYE İŞLETME SEMİNERLERİ-3
HALK İŞLETMELERİ VE İLKELER
İŞLETME NASIL OLMALIDIR?
***
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ(171) إِنَّهُمْ لَهُمْ الْمَنصُورُونَ(172) وَإِنَّ جُندَنَا لَهُمْ الْغَالِبُونَ(173) فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّى حِينٍ(174) وَأَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ(175) أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ(176) فَإِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَاءَ صَبَاحُ الْمُنذَرِينَ(177) وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّى حِينٍ(178) وَأَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ(179) سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ(180) وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ(181) وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ(182)
Sûre Saffat Sûresi’dir, 37’inci sûredir. 1+(8+12+3+1+3+28+10)+32+16 dağılımında 7’li sûrelerden 9’uncu yani ikinci grubun ikinci sûresidir. Yasin ile başlayan sûrelerdendir. Yasin Kur’an’ı takdimle başlamıştır. Bu sûre de namazla başlar. Uzay yolculuğuna işaret eder. Sonra peygamberleri anlatır ve âhiretle ilgili bilgiler verir. Sonuna geldiğinde mürsellerin galip geleceklerini bildirir.
Allah kâinatı yaratmış ve insanı halife yapmıştır. Bu dünyanın özelliği ölümlü olmasıdır. Ölümlü olmasının sebebi daha iyisine doğru ilerlemek içindir. Bir kimsenin daha üstün hayata ulaşması için eğitilmesi gerekmektedir. Bu dünya hayatı bir okuldur. Nasıl hayatta bir göreve gelip o görevi başarabilmek için okullarda okumak gerekiyorsa, insan da bu dünya okuluna gelmiş ve okumaktadır. Sınıfta kalabilir, sınıfı geçebilir. Sınıfı geçenler görevlere atanırlar. Sınıfta kalanlar ise yeniden eğitime tâbi tutulurlar. Bu yeni eğitim yeri bu dünya değil âhiret olacaktır. Âhirette cehenneme alınacak olan bu tembeller orada özel eğitime tâbi tutulacaklardır. Allah düzeni böyle kurmuş, bunu bize bildirmektedir. Sen bunu niçin böyle yaptın diye soru sorma yetkimiz yoktur. O her halde bizden daha iyi bilmektedir.
Bizim görevimiz, olanı olduğu gibi öğrenmek, bizim ne yapacağımızı bilmek ve yapmaktan ibarettir. Bu dünya bir yarış dünyasıdır. Gruplaşarak yapılan savaş dünyasıdır. Canlıların bir kısmı ayrı bir şekilde gruplanırlar, diğerleri ayrı bir şekilde gruplanırlar. Bunlar arasında saldırma ve savunma zinciri vardır. Saldıranlar ve savunanlar grubu oluşur. Hayvanlar otlara saldırırlar. Onlar da korunurlar. Karşı saldırı imkanları yoktur. Kurtlar kuzulara saldırırlar, onlar da korunurlar. Mikroplar insanlara saldırırlar. Mikroplar kendilerini korurlar. İnsanlar da korunurlar. İnsanlar arasındaki durum böyle değildir. İnsanlar iki takım olmuşlardır; sınıfı geçenler takımı ile sınıfı kalanlar takımı. Bunlar arasında sürekli savaş vardır. Savaşı sınıfı geçenler kazanır ama bu arada çalışmayanlar helak olur.
Ben savaşa katılmıyorum. Rahat etmek istiyorum dediğiniz zaman sizi yerinizde bırakmazlar. Kuleler yıkıldığı zaman dünyaya savaş ilan eden ABD meydan okudu ve “Ya bizdensiniz ya bize karşısınız” dedi. Herkesi korkutup emrine alacağını sandı. Ama kimseyi tarafsız bırakmadı. Sonra ne oldu? ! Mart Tezkeresi ile önce Türkiye Büyük Millet Meclisi senden değilim dedi. Buna Fransa ve Almanya destek verdi. Sonra Rusya ve Çin de karşı çıktı. Irak’ta ABD galip gelemedi. Sonunda Türkleri yine saldırmaya zorladı. Yani dışarıda kalmadık.
Hazreti Adem’den beri gelen bir dünyayı yaşatan, ıslah eden, imar eden ve insanlara adalet getiren gruplar vardır. Fatiha Sûresi’ndeki mustakim sıratta olanlardır bunlar. Buna karşı da kendilerine gazap edilen ve dalâlette olanlar vardır. Bu iki takım yarışmaktadır. Kıyamete doğru böyle gidiyoruz. Evrim ancak böyle olmaktadır. Eğer düşman saldırısı olmazsa yaşlanan ve hantallaşan topluluklar öyle kalırlar. Oysa karşı takım saldırmak için hazırdır. Gevşeme olunca devreye girerler.
Bunu iyi anlamak için insan sağlığını düşünelim. Vücudumuz sağlam iken hastalık yoktur. Ama vücudumuz işe yaramaz olmaya başladı mı mikroplar ortaya çıkar ve insanı hasta ederler. Vücut bu saldırı karşısında uyanır ve kendisini tedavi eder. Sağlam hâle gelir. Gelmezse de ölür ve yerini yenilerine bırakır. Tarihte gelişmekte olan insanlık da böyledir. Resuller gelir, hasta vücudu iyileştirir veya yeni topluluk oluştururlar, böylece ileri bir adım atmış olurlar. Sonra yaşlanma ve gevşeme meydana gelir. Bu sefer cehennem ehli saldırır ve onun ya ıslah olmasına veya ölmesine neden olur. Sonra yeniden resuller gelir ve yeni uygarlığı, daha ileri uygarlığı oluştururlar. Bu dünya düzeni böyle devam edip gider.
İnsanlar kendi istekleri ile bu takımlardan birisinde yer alırlar. Ya dünyayı düzeltmek, ıslah etmek, ileri götürme hususunda yerlerini alırlar, ya da gevşemiş işe yaramaz hâle gelmiş topluluklara saldırmak ve onları ya ortadan kaldırmak ya da çökertmek görevini yüklenirler. Allah’ın hizbi veya şeytanın hizbi olurlar.
Şeytanı ve hizbini de var eden Allah’tır. Resullerin ve meleklerin desteklediği hizbi var eden de Allah’tır. Ne var ki Allah tarafında olanlar kendi hizbi demektir. Karşı tarafta olanları ise Allah’ın düşmanı olarak göstermektedir. Onlar kâinatı var eden Allah’ın düşmanı değil, Allah’ı temsil eden topluluğun düşmanıdırlar. Yani iki grup vardır; biri toplulukları yaşatmaya çalışanlar, diğeri de toplulukları yıkmaya çalışanlar. Gaye topluluğun yaşaması olduğu için onlara Allah’ın hizbi denmektedir. Şeytanın hizbi ise toplulukları yıkmaya çalışırlar ama yararları vardır. Çünkü bu sayede topluluklar ayakta dururlar. İlerleme sağlarlar.
Bu dünya düzeni çok iyi şekilde kurulmuştur ki insanlar evrimleşmiş ve buraya kadar gelmiştir. Burada insanlar kendileri takımlarını seçmektedirler. Âhiretteki yerlerini kendileri hazırlamaktadırlar. Orada cehenneme gidecek, eğitilecek ve kendileri uygun yerlere getirileceklerdir. Kur’an bize öldükten sonra hiçbir nefsin yok olmayacağını açık bir şekilde bildirmektedir.
Bugün bir başörtüsü sorunu vardır. Küfür ehli direnmekte, akla hayale gelmeyen saldırıda bulunmaktadır. Acaba bunu niçin yapmaktadır? Burada onların çıkarı nedir? Memleketi sevdikleri için bunu yapmadıkları kesindir. Bunu kendileri de bilmektedirler. İnsanlık tarih boyunca aile hayatını yaşamıştır. Hiçbir dönemde aile hayatı yok edilememiştir. Marksistler bunun teorisini üretmiş, kreşleri icat etmişler ama Marx veya Lenin veya Stalin dahil hiçbirisi aile hayatını terk edememişlerdir. Sovyetler’de aile hayatı kapitalistlerden daha sağlam olarak devam etmiştir. Batı’da bir ara aile hayatı ortadan kalkmaya başlar gibi olmuş ama yine de varlığını sürdürmektedir. Aile hayatının temeli örtünmedir. Örtünme demek eşlerin dışında cinsi tahrikte bulunmama demektir. Çünkü cinsi tahrikte bulunma demek, sonunda evlilik dışı ilişkilere götürür, insanları serbest olarak cinsi tatmine başlarlar, sonunda evlilik müessesesi ortadan kalkar. Batı bu hastalığa müpteladır. Nüfusu azalmaktadır. Dışarıdan aldığı göçlerle Avrupa yaşayabilmektedir. Daha bir iki hafta önce Norveç Türkiye’den 100 000 göçmen talep etti.
Başörtüsüne karşı çıkanların hepsi iffetli aile mensuplarıdır. Kızları var, gelinleri var. Evlilik içinde yaşıyorlar ve yaşamak istiyorlar. O halde bunları böyle başörtüsü düşmanı yapan nedir? Neden bunu yapıyorlar. Allah bunlara bunu neden yaptırmaktadır? Yaptırmaktadır çünkü mü’minler Allah’ın istediği bir İslâmî hayatı yaşamıyorlar. Hattâ onun istediği bir örtünmeyi bile yapmıyorlar. İşte Allah mü’minleri uyarıyor ve diyor ki, siz böyle başları örtülü olarak kızları okullara almakla bir şey çözemezsiniz. Adil Düzeni getirmeniz gerekir.
O halde bize saldıranlara kızmamalıyız. Tam tersine Allah’ın bir uyarısı olduğunu bilerek kendimizi ıslah etmeliyiz. Ben 2003’ten beri AK Parti’nin başaramayacağını söylüyor ve yazıyorum. Ne var ki AK Parti şimdiye kadar hep başarılı olmuştur. Ben yine ısrar ediyorum. AK Parti bir arpa boyu yol almış değildir. Bu zulüm düzeninin payidar olacağını sanmak, Allah’ı zalim kabul etmek demektir. Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir diyen peygamberin yolunu izleyen kimseler zulme devam ediyorlar. Ne yapıyorlar? Eski Sovyet ülkesi Müslümanlarının durumu çok fecidir. Bir kimsenin geliri 50 dolar, en çok 100 dolardır. Fiyatlar ise Türkiye fiyatlarına yaklaşmaktadır. Oradan kalkıp Türkiye’ye gelenler vardır. Bir aylık vizesiz gelirler. Sonra onlara iş bulan aracı firmalar vardır. Pasaportlarını onlara verirler. İşyerleri bunları alır. Ahır gibi bir yerde barındırır. 400 YTL ile çalıştırır, hem de on-on iki saat çalıştırır. Sonunda pasaportunu da vermez. Aylıklarını da ödemez. Kişiler polis korkusuyla gün ışığını görmezler. İşte AK Parti zulmediyor. O işverenler de zulmediyor. Çünkü onlar böyle çalışmazlarsa mallarını satamazlar. Çalışanlara da zulmediyor. Oysa sigortalanma mecburiyetini kaldırsa, vize sorunu serbest bıraksa ne olur? Türkiye’ye gelen kişi dört iş yapar, birini götürür üçünü bırakır. Almanya bugün Avrupa’nın en zengin ülkesi olma başarısını böyle dışarıdan gelen işçilerle sağladı.
İşte, AK Parti’ye diyorum ki, bu zulüm mekanizmasının çarkı olduğu müddetçe başarılı olamaz. Bu böyle devam edemez. Ne var ki Allah’ın acelesi yoktur. Günü gelince bağteten hesabını görür.
Bu sûrenin son âyetleri hizbullahın galip geleceğini müjdeliyor.
Âyetlere geçmeden önce bir hususu daha açıklamak durumundayız. Kur’an’dan önce topluluk bozulduğu zaman yeni peygamber gelir ve ıslah ederdi. Eğer ondan önce gelen kitap zamanın ihtiyaçlarını çözemiyorsa o zaman yeni kitap gelirdi. Peygamberleri dinleyenler dinler, dinlemeyenler ise helâk olup giderdi. Kimileri zannediyor ki Kur’an’dan sonra bu sünnet değişti. Allah şimdi karışmıyor. Oysa Kur’an bunları çok açık bir şekilde düzenlemiştir. Önce Kur’an’a göre yeni nebi gelmeyecektir. Hazreti Muhammed aleyhisselâm hatemünnebiyyindir. Sonra yeni kitap da gelmeyecektir. Kur’an kıyamete kadar her topluluk için İlâhi kitap olarak kalacaktır. Bu hususta herhangi bir ihtilaf sözkonusu değildir. Tüm Müslümanlar buna böyle inanırlar. On dört asırdır yeni peygamber veya yeni kitap gelmemiştir.
Peki, Kur’an geldikten sonra ne olacaktır?
Bunu Kur’an da sünnet de çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Kur’an geldikten sonra âlimler gelecek ve peygamberlerin yerini onlar tutacaktır. Kitap olarak Kur’an devam edecek, her çağda o çağın sorunlarını çözecek şekilde yorumlanacaktır. Bizim yaptığımız budur. Bugün her tarafta Kur’an okunmaktadır. Mealleri ve tefsirleri ile herkes Kur’an okuyor. Bu durum sabahın yaklaştığını gösteriyor. Bundan elli sene evvel mealli Kur’an okumak günah sayılmıyor ama sevap olarak da görmüyorlardı. Bugün mealsiz Kur’an okuyanlar kalmadı.
Elli senelik büyük inkılap bize şunu müjdeliyor.
Elli sene sonra Türkiye’de Adil Düzen yorumu dışındaki yorumlar nadirattan olacaktır. Akevler’in yorumu nedir? Kur’an’ı bugün nâzil olmuş gibi ele alıp günümüzün sorunlarını çözmeye çalışmaktır. Her şeyi Kur’an’a dayanarak istidlâl etmektir. Bugün ‘Batılılar ne diyor?’ diye bakıyorlar. Yarın herkes ‘Kur’an ne diyor?’ diye bakacaklardır. İşte o zaman başörtüsüne karşı olanlar mağlup olacaklardır. Bugün ise onlar galip olurlar, çünkü biz yanlış yoldayız.
AK Parti başarılı olmak istiyorsa ne yapacaktır?
a) Devlet Planlama Teşkilatı’nı demokratikleştirecektir. Siyasi partiler aldıkları oy nisbetinde buraya yirmiye yakın yönetici âlim atayacaklardır. Burası araştırma merkezi hâline gelecektir.
b) Devlet Planlama Teşkilatı, Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesine alınmalıdır. Yirmiye yakın yöneticinin dokunulmazlığı olmalıdır. YÖK kalkmalı, üniversitelerimizi Devlet Planlama Teşkilatı finanse etmeli ve yönlendirmelidir. Bugünkü üniversitelerimiz sömürü sermayesine çalışıyor.
c) Ordu da askeri araştırma merkezi kurmalıdır. Onlar da savunma bakımından araştırma yapmalıdır. Kanunlar Batı’dan tercüme edilmemeli, sivil asker araştırma merkezlerinde hazırlanmalıdır. Sorunları onlar çözmelidir.
d) İlmî araştırmalar sonucunda savunma çözümleri değerlendirilmeli ve üretilmiş çözümler meclis tarafından tercih edilmelidir. Devlet Planlama Teşkilatı’na AK Parti’nin göndereceği ilim adamları Akevler Adil Düzencilerinden seçilmelidir.
İşte, ilmin verilerine uyarsa AK Parti muvaffak olur, uymazsa başarı şansı yoktur. Milliyetçi Hareket Partisi buna zorlamalıdır. Kendileri çözüm üretmemeli, çözümü ilim adamları üretmelidir.
***
وَلَقَدْ (Va LaQaD) “Ve lekad”
Kur’an’ı yorumlarken en önce bakacağımız şey zamirlerin nereye raci olduğu ve onun yanında bir de atıfların nereye yapıldığıdır.
“Va Lekad” getirilmiştir. Bu “kad” nereye atfetmektedir. Bundan önce, daha öncekilere gelen bize gelseydi biz de iman ederdik derler diyor. Kur’an gelince küfrettiler. İleride bileceklerdir. Bir de diyor, zaten sözümüz geçmiştir. Biz mürselleri galip getireceğiz. Bunlar bunu biliyorlar. Ona rağmen hâlâ inanmıyorlar.
20. yüzyıla girerken artık İslâm dünyası işgal edilmiştir. Osmanlılar da durmadan gerilemektedir. İslâm âlemi çaresizlik içindedir, kendisine çıkar yol aramaktadır. Birinci Cihan Savaşı’nda tamamen mağlup olmuştur.
Birden İstiklâl Savaşı’nı kazanılmıştır. Türkiye şaşkın haldedir. Türkiye devleti yeniden kuruluyor. İlk yaptığı iş, Osmanlılardan kalan ne varsa ortadan kaldırma isteğidir ve din de bunların içindedir. Halk İstiklâl Savaşı’nı kazandığı zaman nasıl sevinç içinde şaşkınsa, beklenmedik inkılâplar karşısında da o kadar üzüntülü olarak şaşkındır.
1950’lerde nefes alacağım derken daha beteri ile karşılaşmıştır. Ne var ki devlet büyümüş ve genişlemiştir. Borçlu ama varlıklıdır. Şimdi çıkmazdadır. Çok ağır borç, işsizlik, dışa bağımlı basın, yıllar süren işlemez haldeki yargı. Durumdan şikayetçi olmayan yok ama “Adil Düzen”e karşı herkes cephe almış; bize en uzak olan solcular en az cephe almış, bize en yakın olanlar en çok karşı olanlar!
1960’larda başladığımız cihad İslâmiyet’i getirmek içindir. Sonra bunu “Adil Düzen”le formüle ettik. Bugün Allah her türlü imkânı bize vermiştir.
a) Devletin her kademesi artık bizim elimize geçmiştir.
b) Türk ordusu bizim yanımızda yer almıştır.
c) Dünya artık İslâm düşmanlığından vazgeçmiştir.
Türk halkının yüzde seksene varan bir çoğunluğu başörtüsünün yanında yer almıştır. Hiçbir bahanemiz yoktur. Ama küfre devam edilmektedir. Hâlâ sadece öğrenciler başörtüsünü getirmek için mücadele veriyor…
Düzen değişmelidir. Adil yargı sistemi kurulmalıdır. Bu adil yargı sistemi hakemlerden oluşan yargı sistemidir. Adil yargının vereceği kararlara hepimiz razı olmalıyız.
Türkiye’nin yüz sorunu ve yüz çözümü diye bir çalışma dosyamız vardır. Orada başörtüsü sorunu yoktu. Çünkü o yüz sorun içine girecek durumda değildi. 5 senede henüz sorun olmayacak şekilde hiçbir sorunu çözemedik. Demek ki bu gidişle 500 sene sonra bile yüz sorunu çözemeyeceğiz.
“Adil Düzen” çok açık olarak onlara gelmiş olduğu halde şimdi reddediyorlar.
1960’lardan beri birlikte koştuğumuz hedefe ulaştığımızda elimizde serap kalmıştır. ‘Biz başardık!’ diyorlar ve zulüm düzeninde zulme hizmet ediyorlar. Başaracaklarını sanıyorlar!..
Buradaki “Ve” ileride göreceklere atıf olabilir. Onlar görecekler, mü’minler ise galip geleceklerdir. En uygun ve yakın manâ budur. Yani onlar sadece ileride görecekler diyor. “Sevfe” getirilerek cezalarının âhirete kaldığını bildirmektedir. Gerçekten yaptıkları onlara kalıyor. Zafer bizim oluyor ama ezilen biz oluyoruz. Yirmi seneden fazladır başörtülülere zulmedilmektedir. Hâlâ bize zulmediyorlar. Zalimlere ceza vermeyi kimse düşünmüyor. Azanlar için anayasaları değiştiriyoruz. Çünkü onların cezası âhirette verilecektir.
Adil Düzen Çalışanları geriye bakmazlar. Onlar geçmişte olanların hesabını Allah’a bırakırlar.
سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا (SaBaQaT KaLiMaTuNAv) “Kelimemiz sebkat etti.”
Sözümüz geçti demek, daha önce kararlaştırdık ve söz verdik demektir. Artık o öyle olacaktır. Bir tür sünnetullah olmuştur. Sünnetullahta kesinlik vardır, değişmez.
Kavlin sebkat etmesi, kuraldan çok planda yer alması demektir. Yeryüzünde mikroplar vardır, hayvan ve bitkiler vardır. Mikroplar yaşlanmış ve bozulmuş bedenleri ortadan kaldırırlar, ancak onlar sağlamları da hasta etmeye uğraşırlar. Çünkü onlar başka türlü yaşayamazlar. Ne var ki insanı öldüren mikroplar sonunda kendileri de helâk olup giderler. Eğer savaşı mikroplar kazansaydı şimdi hayat olmazdı. Savaşı canlı hücreleri kazanırlar, evrim olur ve hayat devam eder.
Topluluklar arasında da savaş olacaktır ama zafer daima topluluğu koruyanların olacaktır. Yoksa insanlık nesli ortadan kalkar. Tarihte dindarlar zaman zaman yenilmişlerdir ama biraz sonra yine onların zaferi ile sonuçlanmıştır. Roma kilisesi nerede ise yok oluyordu. Ama şimdi yeniden güçlenmiş sözü geçerli olmuştur. Ortodoks kilisesi de yok edildi zannedilmişti. Ama şimdi eski Sovyetler’de çok etkin bir kuruluş hâline gelmeye başladı. Türkiye’de lâiklikle din yok edilecekti. Ama bugün çok güçlü olarak ortadadır. Çin’de neler oluyor, bilemiyoruz. Ama biz öyle tahmin ediyoruz ki orada da Budizm canlanmaktadır. Topluluğu yaşatmak isteyenler sonunda daima muzaffer olurlar.
لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ (Li GıBAvDıNav eLMuRsALIyNa)
“Mürsel olan ıbadımız lehine sözümüz sebkat etmiştir.”
“Ibad” “abd”ın çoğuludur. “Abd” kul demektir.
“Amil” belli bir işi yapmayı taahhüt eden kimsedir. Bir kimse birkaç kişinin amili olabilir. Değişik saatlerde değişik kimselerin işlerini görebilir. Buna işçi diyoruz. “Abd” ise yalnız birisinin işlerini görür, başkasının işini görmez. Bir kimse iki kişinin abdi olamaz. Fatiha Sûresi’nde “Biz yalnız Sana ibadet ederiz” dediğimiz zaman bunu söylemiş oluruz.
Birinin abdi olan başkasının amili/amelesi olabilir mi? Eğer mabud izin verirse olabilir. O halde “Biz yalnız Sana ibadet ederiz” derken, senin iznin olmayan hiç kimseye başka iş de yapmayız demiş oluruz. Allah kendisine izafe etmiştir. Yani bizim görevlendirdiğimiz kimseler demektir.
“Elmürselîn” gönderilenler demektir. Burada kurallı erkek çoğul kullanılmıştır. Yani bir tek resul değil, resul ile beraber bir cemaat gönderilmiştir. Resul sadece imamdır. Yoksa bütün cemaat görevlidir. İsrail oğulları mürselûn oldular. Mekle Kureyşlileri mürselûn olmuşlardır. O gün mürsel peygamberin etrafında toplandılar. Bugün ise peygamber yoktur ama halk bir tek başkan olmaksızın mürsel durumundadırlar.
Cumhuriyet döneminde inkılaplar başlayıp da dine karşı tavır takınılınca Türkiye’de bir kuvvayı milliye başlamıştır.
a) Medrese mensubu ilmiye sınıfı direnmiştir. Gizli de olsa İslâm’ın öğretimi devam etmiştir. Devlet camileri kapatmamıştır. Şimdi güçlü bir Diyanet İşleri Teşkilatı vardır.
b) Tekkeler direnmiştir. Yasaklanmış olmasına rağmen yine halk gizli gizli zikirlere devam etmiştir. Böylece onlar da sonunda zafere eriştiler. Çünkü bugün onların desteği ile siyasiler iktidardır. Güçlü mâli imkanlara ulaştılar. Birçok vakıfları vardır.
c) Bu arada Süleymancılar ve Nurcular yeni metotları ile direnmeyi sürdürdüler. Bugün dünyada en güçlü teşkilata ulaştılar.
d) Siyasi ve ekonomik örgütlenme yolunda güçlü adımlar atıldı. Bugün iktidarda olanlar onlardır. Anadolu holdingleri onlarındır.
Bütün bunlar dün yola çıkarken her birerlerinin tek hedefleri vardı; İslâmiyet’i muzaffer kılmak. Bunların hepsi samimi idiler. İşte bunlar peygambersiz görevlendirilmiş kimselerdi. Parça parça savaşa katıldılar. Hedefleri aynı idi. Zafer kazanıldı. Bundan sonra yapacakları var. Aracı sadece almak yetmez, ayrıca onu kullanmak da gerekmektedir.
“Ibad olan mürseller” burada marife gelmiştir. Kimdir acaba onlar? Kur’an her devirde yeniden nâzil olduğuna göre, 20. yüzyılda onlar yukarıda saydığımız kimselerdi; bugün ise sizsiniz, bugün de Adil Düzen Çalışanlarıdır. Onlar insin ben çıkayım diye uğraşanlar değil, Adil Düzen iktidar olsun diye uğraşanlardır. Bunlar kimlerdir, ne kadardır; bunu herkes kendisi bilir. Gerçek olan şudur ki, bugün Türkiye’de grup grup Kur’an okuyorlar. İşte onlar mürsellerdir.
إِنَّهُمْ لَهُمْ الْمَنصُورُونَ (EinNAHuM LaHuM eLMaNÖUvRuvNa)
“Onlar nusret olunacak olanlardır.”
Onlara yardım olunacaktır. Onlar galip geleceklerdir.
Bugün İslâmiyet’in gelmesi için, “Adil Düzen”in gelmesi için kimler cihat ediyor, bilmiyoruz. Ama yarın Adil Düzen teşkilatı ortaya çıktığı zaman bunlar da ortaya çıkacaklar, birleşecekler ve 21. yüzyılın mürselleri olarak yardım olunacaklardır. III. bin yıl uygarlığı böylece başlamış olacaktır. Onlar tarihte her zaman muzaffer oldular, yine muzaffer olacaklardır.
Dört halife döneminden sonra Emevi ve Abbasi savaşları başladı. Onlar birbirlerini katlettiler ama İslâmiyet hep muzaffer oldu. Emeviler zamanında da İslâmiyet genişledi. Önce Abbasiler, sonra Türkler hakim oldular. Bugün de İslâmiyet adım adım zafer kazanıyor. Hıristiyanlık da kendisine geliyor. III. bin yıl uygarlığı şaşalı İslâm uygarlığı olacaktır. Mürseller mansur olacaklardır.
“Nusret” düşmana karşı zaferdir, yardımdır. Demek düşmanları olacak, sıkıntılar çekecekler ama galip geleceklerdir.
وَإِنَّ جُندَنَا (Va EinNa CunDaNAv) “O cündümüz”
Mürsellere yardım olunacak ve ordumuz galip gelecektir.
Bu sûre Mekke’de nâzil olmuştur. O zaman İslâm ordusundan bahsetmek elbette mümkün olamazdı. Ama Kur’an açıkça bunu o zaman bildirmişti; orduların olacağı ve onların galip geleceği bildirilmişti. Araplar bunu kuru sözler olarak gördüler. Ama sonra ne oldu? Hicret oldu, Medine Devleti kuruldu ve İslâm orduları peyderpey galip geldiler. Bu vaat gerçekleşti.
Kur’an aynı şeyleri dün bize söyledi, cündümüz galip gelecektir dedi.
Biz savaş cündü kurmadık, savaşmadık ama biz siyasi cünd kurduk, parti kurduk. Adım adım iktidara yürüdük. Henüz askeri müdahale olmadı. Biz “Adil Düzen”i bilmediğimiz için henüz muktedir olamadık. Ama siz ne zaman ki “Adil Düzen”i öğrenirseniz, o zaman hiç şüpheniz olmasın ki Allah’ın cündü galip gelecektir.
“Mürseller” var “cünd” var. Burada birbirine atfedilmişlerdir. Demek ki mürseller başka, cünd başkadır. Mürseller Adil Düzen Çalışanlarıdır. Onların ortaya getirdiği “Adil Düzen”in yayılmasıdır. Ne var ki devletimizi yıkmak isteyenler buna razı olmayacaklardır. Bir cünd ortaya çıkacak, Allah’ın cündü ortaya çıkacak, o galip gelecektir. Nitekim İstiklâl Savaşı’nı kazananlar onun cündü idi.
Bugün dış baskılarla Türkiye uçuruma götürülüyor.
a) Dış borçlar gırtlağa kadar yükselmiş. Her yıl artıyor. Faiz yükü çoğalıyor. Yapılan hesaplar on onbeş yıl sonra Türkiye’nin artık yaşayamaz hâle geleceğini bildiriyor. Devletin yıkılması için kanser hastası gibi gün sayıyoruz.
b) İşsizlik tehlikesi süratle tehlike kapısını çalıyor. Batı’dan alınan kredilerle ve Çinlilerin ürettiği mallarla yaşıyoruz. Tarımımız ve sanayimiz çöküyor. Fabrikalarımız kapanıyor. Köylerimiz boşalıyor.
c) Mahkemelerde yıllarca süren davalar ülkenin güvenliğini sağlayamıyor. Bürokrasi vatandaşı hayatından bezdirmiş. Kimse mahkemeye gitmiyor. Dayak yiyor ama polise başvurmuyor. Çünkü sonuç alacağından emin değil.
d) Bütün bunlar yetmiyormuş gibi üstüne üstlük dışa bağımlı medya her gün Türk milletine, meclisine, hükümetine, ordusuna saldırıyor.
لَهُمْ الْغَالِبُونَ (LaHUMu eLĞAvLiBUvNa) “Cündümüz onlar galip geleceklerdir.”
Bu gidiş nereye gidiyor?
Evet, Kur’an diyor ki, mürsellere yardım olunacak, Adil Düzen Çalışanları İslâmiyet’i halkına anlatacak.
Sonra ne olacak?
Çok açık ve kesin olarak söylüyorum. Devletimiz yıkılmağa başladığında iki şeyden biri olacaktır. Türk ordusu Allah’ın ordusu olarak yönetime el koyacak ve “Adil Düzen”i ülkeye getirecek, devletimiz yıkılmayacak. Yahut el koymayacak. O zaman da Mustafa Kemal’in dediği gibi ordular da dağıtılmış olacak. Ama yeniden kuvvayı milliye, yeniden başkomutan, yeniden istiklâl savaşı ile zafer ve “Adil Düzen” sadece Türkiye’ye değil, bütün dünyaya gelecektir. İşte “cundena” dediği ordu o ordudur. Biz “Adil Düzen”i ortaya koyduğumuz zaman o ordu hazırdır.
Adil Düzen ve Adil Düzen Çalışanları neler yapacaklardır?
1) Adil Düzen Çalışanları çalışmalarına devam edeceklerdir. Herkes bugünkü müsbet ilmin verileri ile Kur’an’ın sorunları nasıl çözdüğünü araştıracak. İnsanlığa demokratik, lâik, liberal ve sosyal bir hukuk düzeninin mekanizmasının çözümlerini sunacaktır. Dış borçlar nasıl ödenecek; işsizliğe nasıl çare bulunacak; yargıya bağımsızlık, tarafsızlık, etkinlik ve saygınlık nasıl kazandırılacak; millî medya nasıl oluşturulacak; halkının, partilerinin, meclisin, ordunun, hükümetin yanında olan basın nasıl oluşturulacak, bunları ortaya koyacaklardır. Bizim “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” metin olarak hazırdır. Ondaki eksiklikler tamamlanacak, yanlışlar düzeltilecek, kapalılar açıklanacak ve uygulanacak hâle getirilecektir.
2) İkinci yapacakları iş olarak “Adil Düzen” ekonomik işletmeler hâlinde uygulanacak, “Adil Düzen” insanlara uygulamalı olarak gösterilecek. Mesela mala-mal market zincirleri kurulacak. Halk o kadar zenginleşecek ki, ihaleye çıkarılan kamu işletmelerinin hisse senetlerini alarak yabancılara satılmasını önleyecektir. Borcu halk tasfiye edecek, işsizlere işi halk kendisi bulacak. Hakemler yoluyla yargının yükünü hafifleterek adil yargılama sağlanacak. Çıkaracağı dergilerle millî basını oluşturacak. İktidara gelmeden muktedir olacak.
3) “Adil Düzen”in partisini kuracak ve bu parti yoluyla tüm vatandaşlara, tüm siyasi partilere, tüm devlet kuruluşlarına “Adil Düzen”i anlatacak. Halk görerek ve duyarak artık “Adil Düzen”in ne olduğunu bilecek.
4) Sonra bu Adil Düzen Partisi siyasi partilerle uzlaşarak hep birlikte Adil Düzen anayasasını hazırlayacaklar. Seçime o anayasa programı ile gireceklerdir. İşte halk o gün yüzde yetmişin üzerinde o partilere oy verecek, onlar da yeni anayasayı getireceklerdir.
Sonra ne olacaktır?
Bütün şaşalı zaferden sonra bile yine anayasayı uygulamayan rektörler olacaktır. Yine yer yer müstevlilerin siyasi emelleri ile çıkarlarını tevhit etmiş olanlar olacaktır. İşte o zaman ya mevcut ordu Allah’ın ordusu olarak Türk ulusunun yanında olacak, ya da düşman orduları ülkeyi işgale etmeye kalkışacaklar. Belki de halkın yanında yer almayan ordu yenilecek ama İstiklâl Savaşı’nda olduğu gibi biz yeniden ordumuzu kurarız ve bunlar Allah’ın yani halkın ordusu olurlar. Galip gelirler. Allah’ın verdiği haber gerçekleşir.
Bizim savaşımız din savaşı değildir, bizim savaşımız ırk savaşı değildir. Bizim savaşımız adalet ile zulüm savaşıdır. Adalet her zaman galip gelmiştir, yine galip gelecektir.
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّى حِينٍ (Fa TaValLa GaNHuM XatTay XıNın)
“Onlardan bir hîne dek tevelli et.”
Onlardan yüzünü çevir. Onları arkaya al, onları görme, yaptıkları ve yapacakları ile uğraşma. Günü var, günü geldiği zaman sonuç kendiliğinden gerçekleşir.
Adil Düzen Çalışanlarına çok açık emirdir. Bugün siyasetle uğraşmayın. Elli senedir siyaset yaptınız. En yüksek makamlara geldiniz. Ne oldu? Bir arpa boyu gidemediniz. Basit başörtüsü zulmü bile devam ediyor. Beş senedir uzlaşıp çözeceğiz dediler. Uzlaştılar mı? Uzlaşamazlar. Uzlaşmak Hak üzerinde olur. Üç kere beş on beş eder. Bunu kabul eden olursa uzlaşma olur. Ama üç kere beş on dört eder diye uzlaşsanız, o sadece kendinizi kandırma olur. AK Parti önce doğru nedir ve neresidir, onu beş yıl boyunca ortaya koymalı idi. Çok açık ve basit, aynı zamanda zararsız olan bir başörtüye kimse karışamaz. Zararlı olanı da kimse meşru yapamaz. Beş sen bunun zarar ve yararı tartışılmalı idi. Tartışılmadı. Siz parti kuruyorsunuz. Çeşitli fedakârlık ve sıkıntılar içinde halk onları iktidar ediyor. Kırk senelik çabanız boşa gidiyor. İktidar oluyorsunuz ama serap ile karşılaşıyorsunuz.
Bu durumda ne yapmalıyız?
Onlarla artık meşgul olmamalıyız. Demek ki bizde eksiklik var. Zulüm devam edecektir. Bunu da tereddütsüz söylüyorum, asıl sebep bilgisizliktir. “Adil Düzen”i, İslâm düzenini bilmiyoruz. Bilmeyince uygulamıyoruz. Bilmediğimizi de bilmiyoruz. Bütün bunlar başımıza işte bunun için geliyor.
Öyleyse ne yapalım?
Biz “Adil Düzen”i öğrenmeye ve uygulamaya çalışalım. Bir gün günü gelecek ve söylediklerimiz olacaktır.
وَأَبْصِرْهُمْ (Va EBÖıRHuM) “Ve onları ibsar et.”
“Basure” göründü, ortaya çıktı demektir. “Bi” harfi ile teaddi eder. Göster demek olur. Onları gözet denmektedir. Yanı onlardan yüz çevir, uzak dur ama onların başlarına neler geleceğini gözetle, bizim dediklerimiz mi olacak yoksa onların dedikleri mi? Allah ne diyor? Adil Düzensiz işler devam etmez. O halde AK Parti ne yapacaktır?
a) Devlet başkanını askerler arasından seçecekti. O başkan her gün bir saat siyasi partilerle istişare edecektir. Her gün bir saat de kuvvet komutanlarıyla istişare edecektir. Bir saat da üyelerini siyasi partilerin atadıkları ilim şurası ile istişare edecektir. Çare arayacaktır. Hâlâ yapabilir.
b) Devlet Planlama Teşkilatı’nı (DPT) meclise bağlayacak ve demokratik yoldan oluşturulacak yönetim kuruluna ilmî araştırmalar yaptırmalıdır. Tüm üniversiteler onun yönlendirmeleri ile ilmî araştırmalar yapmalı idi.
c) Cemil Çiçek’e Adalet Bakanı iken teklif ettiğim soruşturma, bilirkişi, savunma ve hakemlik yüksek kurullarını kurmalı idi. Peyderpey yüksek kurullar kurarak ilmin verilerine göre “Adil Düzen”e geçilmeli idi.
d) Pilot bucaklar, pilot iller kurarak uygulama yapmalı idi. Bir Adil Düzen bucağı bin hane ile oluşur. Her aile için vergiden muaf tutarsanız 50 bin YTL ile evler yapılır. 50 bin YTL ile de iki kişilik işyeri kurulur. Demek ki böyle bir site 100 milyon YTL ile kurulur. AK Parti bunu Akevler’e kredi olarak verebilir; faizsiz kredi olarak verebilir. Bir dağı da tahsis eder. Haydi Adil Düzen sitesini kurun ve borcumu ödeyin diyebilirdi. Beş sen içinde örnek Adil Düzen sitesini kurmuş olurdu. Kendisi de bundan yararlanırdı. Ama o batık bankalara 50 milyar dolar vermeyi tercih etti!
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de gururla başarılı olduklarını ilân ediyorlar! Başarılıdırlar, çünkü onların kişisel sorunları çözüldü. O halde bize düşen onları ibsar etmek, onları gözlemlemek ve beklemektir. Bakalım Kur’an’ın dedikleri mi doğru olacak, ilmin dedikleri mi doğru olacak; yoksa Avrupalıların dedikleri, siyasilerin dedikleri mi? Hep beraber bekleyecek ve göreceğiz.
فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ (Fa SaVFa YuBÖıRUNa)
“İleride onlar da ibsar edeceklerdir.”
Burada “Fa” takibi ifade eder, “Sevfe” de uzaklığı ifade eder. Önce sen gör, onlar da ileride göreceklerdir diyor. Demek ki bizim görmemiz onların da görmesini sağlayacaktır. Yahut bizim onları görmemiz onların da görmesini sağlayacaktır. Biz iktidar olduğumuz zaman onlar da hata ettiklerini anlayacaklardır demektir.
Ben başlangıçta şöyle düşünürdüm. Eğer Türkiye’ye demokrasi gelirse sonra İslâmiyet kendiliğinden gelir. Biz önce İslâmiyet’i getirmekle değil, demokrasiyi getirmekle uğraşmalıyız demiştim. Bu anlayışta uzun zaman kaldım. Son derece makul değil midir? Demokrasi olsun. Biz insanları ikna edelim, İslâmiyet gelsin. Tabii ki bu saflık içinde anlayıştır. Onların demokrasiye inandıkları varsayımına dayanır. Oysa demokrasinin gelmesi için İslâmiyet’in gelmesi gerekir. Demokrasi İslâmiyet’in sebebi değil İslâmiyet’in sonucudur. Çünkü her şeyi insan yapar. İnsanın demokrasi getirmesi için onun demokrasiye inanmış olması gerekir.
Demokrasiye inanmak demek Müslüman olmak demektir. Müslim olmak, İslâm olmak ne demektir? Müslim olmak demek sorumlu olduğunu kabul etmek demektir. Eğer insanda vicdan yoksa, ben kötülük yaparsam cezalanırım diye inanmıyorsa o nasıl olacak da demokrasiye inanacak, Hakka inanacaktır. Onlar gayba inanmazlar. Onlar yalnız güce inanırlar. Onlarda Allah korkusu yoktur. Onların vicdanları yoktur. Sizi yendikleri zaman size yapmayacakları yoktur. Oysa mü’minler güçlü olunca onlar Allah’tan korkmaktadırlar. Onlar zülüm yapmazlar. Onlar cezanın şahsi olduğuna inanırlar. Babanın yaptıklarından çocukları suçlu tutmazlar.
“Fa” harfi sebebilik ifade eder. “Sevfe” ise olayın sonra olacağını gösterir. Biz görürsek, biz sabredersek, bir gün bizim zafere ulaştığımızı görürsek, onlar da sonra görmeye başlarlar. Çünkü onlar kuvvete inanmaktadırlar. Biz kuvvetli olduğumuzda onlar bizim haklı olduğumuza kanaat getirirler.
Biz nasıl kuvvetli olacağız? Yukarıda anlattıklarımızdaki sırayı takip edeceğiz. Asla acele etmeyecek, asla heyecanlanmayacaksınız. Sabredecek, fırsat ele geçtikçe adımınızı atacaksınız. Önce bileceksiniz, sonra yapacaksınız. Parti kurup anlatacaksınız, sonra da onlarla uzlaşacaksınız. Siz güçlü iseniz onlar o zaman uzlaşırlar. Ama sakın ha siz de ‘biz güçlüyüz uzlaşmamıza ne gerek var’ demeyin, uzlaşın. Uzlaşın ama Hakta uzlaşın. İlmin hakemliğinde uzlaşın, heva ve heveslerde uzlaşmayın. Şimdi onlar Hakkı kabul etmezler ama biz kuvvetli olduğumuz zaman onlar da Hakkı tasdik ederler.
أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ (Ea Fa BiGaÜABıNAv YaSTaGCıLUvNa)
“Azabımızı mı isti’cal ediyorlar.”
Biz kedilerine, böyle yapmayın, önce dış borçları tasfiye edin, Allah’ın öğrettiği ile tasfiye edin. Sonra işsizliği ortadan kaldırın, Allah’ın öğrettiği ile kaldırın. Hakemlik sistemini getrin. Basın kooperatiflerini kurun. Bunları yapın yoksa helak olacaksınız dediğimizde; sen beş senedir bunu söylüyorsun ama bize bir şey olmuyor diyorlar. Böylece o zaman acele olsun diyorlar. Kur’an bunlara cevap veriyor.
فَإِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ (Fa EiÜAv NaZaLa Bi SAXaTıHıM)
“Sahalarına nüzul ettiğinde.”
Burada fail azaptır. Azap sahalarına indiğinde. Şimdilik azab bizim sahamıza inmiştir. Bizdeki eksiklikten dolayı biz azap çekiyoruz. Ama bir gün azap onların sahalarına inebilir.
فَسَاءَ صَبَاحُ الْمُنذَرِينَ (FaSAEa ÖaBAXu eL MuNÜaRIyNa)
“Uyarılanların sabahı sev’et edecektir.”
Zulüm düzeni yaşamaz, yürümez. “Adil Düzen”e gelin. Demokratik, lâik, liberal hukuk devleti kurun ikazlarına kulak vermiyorlar. Demokratik düzen demek, yerinden yönetimli içtihat düzenidir, serbest sözleşme düzenidir, ekseriyetten kaçmadır, hicret demokrasisine geçmedir. Lâiklik demek, herkesin kendi seçtiği hakemlere karşı sorumlu olup, kimsenin kimseye zor kullanmaması demektir. Zor ancak hakem kararlarına uymayanlara karşı kullanılabilir. Liberal demek, faizsiz icrasız kredi istihkak ederek insanları patronlara esir etmemek, tekel ekonomisine son vermek demektir. Sosyal demek, herkesin yeryüzündeki kira payı karşılığı aidatsız olarak sigortalanması demektir. Bunlara kulak vermeyenlerin sabahı kötü olacaktır.
وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّى حِينٍ (Va TaValLa GaNHuM XatTAy XıyNın)
“Bir hîne kadar onlardan tevelli et.”
Bundan önce ordumuz galip gelecektir. Şimdilik onlardan tevelli et, karışma, uzak dur demişti. “Fa” harfi ile getirmişti. Çünkü ordumuz galip gelecektir. Senin müdahalene gerek yok, biz galip geleceğiz denmişti.
Osmanlı İmparatorluğu’nu cumhuriyetçiler yıkmadılar. Osmanlı İmparatorluğu yenildi ve dağıldı. Cumhuriyeti onun üzerine kurdular. Bugün de bu düzeni Adil Düzenciler yıkmayacaktır. Bunlar kendileri yıkılacak, tedbir almazlarsa dış borç, işsizlik, dışa bağımlı basın, baskı altında olan yargı bu ülkeyi yıkacaktır. Adil Düzenciler o zaman ortaya çıkacak ve yeni istiklâl savaşı ile “Adil Düzen”i kuracaklardır.
Burada “Ve” harfi ile atfederek ikinci defa onlardan belli hîne kadar tevelli et deniyor. “Ve” ile atfolduğu için de iki tevelli ve iki hîn farklıdır. Birinci “Ve” ile atfedildiği için tertip yoktur.
Nedir bu iki hîn arasındaki fark?
Birincisi, kendilerine tebliğ yapıncaya kadar onlardan uzak dur. Sen “Adil Düzen”i anlatmaya çalış. Bunu nasıl yapacaksın? Öğreneceksin, uygulayacaksın, anlatacaksın. Bu tebliğin onlara ulaşmasına kadar tevelli et. Biz birinci görevimizi tam yapamadık. Anlattık ama gösteremedik. Şimdiki görevimiz göstermektir.
İkinci tevelli ise, onlar öğrendikten sonra uygulamaları için zaman tanı, mühlet ver ki uygulasınlar. Hemen uygulama olmaz. Zaman ister. Dolayısıyla bekle. Şimdi o döneme girmiş bulunuyoruz. İkinci dönemi bekliyoruz. Belki “Adil Düzen”i hatırlar ve uygularlar.
Nasıl uygulayacaklardır?
İlmî kuruluşlar kuracaklar. Ben bunu seçimden bir yıl önce AK Parti Milletvekili Prof. Dr. Burhan Kuzu’ya teklif ettim. Onlar reddettiler. Sonra anayasa değiştirmeye kalkıştılar. Kendi heva ve hevesleri ile başaramadılar. Başörtüsü maddesini değiştirdiler ve çıkmaza girdiler.
وَأَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ (Va EaBÖıR Fa SaVFa YuBÖıRUvNa)
“İbsar et, ileride onlar da ibsar edeceklerdir.”
Yine burada âyet tekrar etmiştir. Sadece yukarıda “ebsırhum” iken burada “ebsır” denmektedir. Yukarıdaki âyette “onları gözet” şeklinde idi; onlara gelecek helâk günlerini gözetle, ibret al da sizin başınıza da gelmesin. Onlar başlarına gelecekleri göreceklerdir.
Bunun anlamı şudur. Kişi olarak helâk olmayacaklar, yaşayacaklar ama başlarına gelenlerin acısını çekecekler. Siz de Allah’ın bildirdikleri tahakkuk edince tadını çıkaracaksınız. AK Parti iktidarı bugün bizi sevindiriyor, onları ise kahrediyor.
Buradaki ikinci basır, “Adil Düzen”i uygulayın, önce siz doğru anladığınızı görün. Dergi çıkarın, market[ler]i açın, apartmanları yapın, Adil Düzen siteleri kurun; görsünler bakalım “Adil Düzen” ne imiş.
Millî Görüşün başarısızlığı buradan gelmektedir. Kendi içinde oluşmadan, uygulamadan başkalarına uygulatmaya heves etti. Şimdi siz aynı hataya düşmeyin. Önce kendiniz uygulayın. Sizin uygulamanız sonunda biraz sonra onlar da görerek uygulayacaklardır. Tarihte inkılâplar böyle olmuştur. Önce saldırırlar. Ama sonra başarılınca bu sefer fevc fevc size katılırlar. Halkımızın “Adil Düzen”e gelmesi için bizim onu iyi öğretmemiz ve uygulamamız gerekir. Sonra fevc fevc bize geleceklerdir. Şimdi gelseler ne yapacağız; biz uygulamıyoruz ki başkalarına uygulatalım.
سُبْحَانَ رَبِّكَ (SuBXANa RabBıKa) “Rabbiniz sübhandır”
“Sübhan”ın manâsı eksiksizlik demektir. Eğer yeryüzünü yaratan Allah gönderdiği mürsellere yardım etmezse, ordularını galip getirmezse, o zaman yaratmasında muvaffak olamamıştır. Tanrı sübhan olmaz. Sübhan olması için resullerine yardım edecek ve ordularını muvaffak edecektir.
Bugün karşı taraf galip durumda gözüküyorsa bunun sebebi vardır. Henüz mürseller “Adil Düzen”i anlayıp uygulayamamışlardır. Henüz Allah’ın ordusu ortaya çıkmamıştır.
“Rabbin sübhandır” diyerek her mü’mine tevelli et, Rabbin sübhandır, mağlup olacağını sanma, endişeye kapılma, kendin gereksiz yere zamanı gelmeden saldırılara geçme demektir.
رَبِّ الْعِزَّةِ (RabBi eLGızZaTı) “İzzetin Rabbi”
“İzzetin Rabbi” ne demektir? “İzzet” nedir? “Onun Rabbi ne demektir.
“İzzet” demek, insanların söz dinlemesi, yetkililerin söz geçirmesi demektir. İzzette iki şey toplanmaktadır. Bir şeriata ait kuralara insanların uymasıdır. Kurallara saygılı olmasıdır. İkincisi ise yetkililerin verdikleri emirlere insanların uymasıdır. Namazın nasıl kılınacağını şeriat öğretir, ama ne zaman tekbir alınacağını, ne zaman rükua gidileceğini imam belirler. Bu sebepledir ki bir topluluk yalnız kurallarla yönetilemez. O kuralların birlikte uygulanması için görevlilerin ve yetkililerin olması gerekir. İşte bunlara itaat edilmesi izzettir. Başka bir ifade ile söylersek, insanların kuralları tanıması, yetkililere uyması bir eğitim konusudur. Bu eğitim sahibi Allah’’tır. Her birimizin Rabbidir. Bu düzenin sahibidir. Düzene izzet denmiş oluyor. Rab ona izafe edilir.
عَمَّا يَصِفُونَ (GamMAv YaÖıFuVNa)
“Vasfettikleri eksikliklerden uzaktır.”
Yani Allah 1400 sene önce vardı, yapacağını yaptı, bugün bize karışmıyor, biz artık yeni tanrı bulduk, Avrupa Birliği tanrısı bizi kurtarır diyenler yanılıyorlar.
Allah şimdi vardır ve Kur’an’ın manâları şimdi nâzil olmaktadır. “Adil Düzen” muvaffak olacaktır. Adil Düzen Çalışanlarına Allah yardım edecektir. “Adil Düzen”i destekleyen ordu ortaya çıkacak ve onlar galip geleceklerdir.
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ (Va SaLAMun GaLay eLMuRSaLIyNa)
“Ve mürsellere selâm vardır.”
Mürsellere barış vardır. Adil Düzenciler zafer kazanacaklar. Ama ondan sonra bugün saldıranlar barışacaklardır. Çünkü onların bize yaptıklarını biz onlara yapmayacağız. Onlar bizi başı örtülüdür diye okullara sokmadılar, ama biz onların başları açık olsa da okullara alacağız, devlet memuru da yapacağız. Güçsüz olduğumuzdan değil, çok güçlü olduğumuzdan dolayı bunları yapacağız. Allah bize böyle emrettiği için yapacağız.
Bu aynı zamanda herkes ile barış içinde olun, barış içinde olan herkesle barış içinde olun demektir. Sizinle savaşmadıkça siz onlarla savaşmayın. Geçmişte olanları unutun demektir.
Bu âyet bize büyük müjdeler vermektedir. Gelecekte tüm Türk halkı olarak “Adil Düzen” içinde, barış içinde olacağız. Söz veriyoruz, size baskı yapmayacağız. Suçun cezasını yargıçlar verecektir. Kendimize ne ceza uygularsak size de o ceza uygulanacak. Hukukta ırk ve din ayrılığı olmaz. Bunu takiyye olarak söylemiyoruz, Allah böyle emrettiği için söylüyoruz. Resuller barış içinde olacaklardır.
وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ(182) (Va eLXaMDu Lı elLAHı RabBı elGALaMIYNa)
“Ve hamd âlemlerin Rabbine aittir.”
O yalnız sizin değil, O karşı tarafın da, mikropların da Rabbidir. Onlara o görevi de O vermiştir. Onlara kin beslemeyin. İntikam hissi ile davranmayın. Suçu onlarda değil kendi eksikliğinizde bulun. Dolayısıyla Allah ne diyorsa onu yapın. Onların hesabı size ait değil onlara aittir. Siz “Adil Düzen”i getirmeye, getirdikten sonra da onu uygulamaya bakın. Kin ve intikam hisleriniz olmasın. Geçmişte olanları cezalandırmaya kalkışmayın.
Vesselâm…
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-449 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-279 İstanbul, 08 Mart 2008
IRAK VE ASIL YAPILMASI GEREKENLER
Türk Ordusu Irak’a girmeye başlamıştır. Savaşta zaferin tek âmili sırlar içinde hareket etmektir. Bu savaşı kazanmak zorundayız. Bu savaş başlamadan önce biz de karşı idik. Ama şimdi savaş başlamıştır. Artık canımızı verircesine desteklemek zorundayız. DTP’lilerin davranışları son derece yanlıştır. Buyursunlar gitsinler, Irak’taki Kürt meclisine katılsınlar, bizimle oradan savaşsınlar. Galip gelirlerse ülke onların olur, mağlup olurlarsa o zaman onlar tarihten silinirler. Yakın tarihte Malta’ya gidenler Yunan meclisine katılmadılar, Ankara’ya geldiler. Türk ordusunun başarısızlığı demek, Türkiye’nin ortadan kalkması demektir, Ortadoğu’nun ortadan kalkması demektir. Kürtler zannediyorlar ki Amerikalılar bizi destekler. Şimdi PKK’lıları ne kadar destekliyorlarsa, yarın Peşmergeleri de o kadar desteklerler. Dün Anadolu’daki Rum ve Ermenileri ne kadar destekledilerse, yarın Kürtleri de o kadar desteklerler.
Türk ordusunun hedefi nedir, nereye kadar gidecektir, orada ne kadar kalacaktır? Bunları bilmiyoruz; bilmemiz de gerekmez. Savaş demek gizlilik demektir. Türk ordusunun zaferini canı gönülden destekliyoruz. Biz, askeri hedeflerin dışında, Türkiye’nin ve Türk hariciyesinin siyaseti ne olmalıdır, o husus üzerinde biraz durmak istiyoruz.
1- Bir devlet nüfus olarak 30 milyondan az olamaz, 100 milyondan fazla olmamalıdır. Bu durumda Ortadoğu’ya biz yön vermeliyiz. Bölgede Türkiye, İran, Irak, Suriye ve Arabistan olmak üzere dört devlet olacaktır. İsrail ve Filistin, bağımsız iller hâlinde oluşan yönetimlere sahip olacaklardır. Nüfusları bir devlet olmaya yeterli değildir.
2- Nüfusu 30 milyondan az olan devletler ya komşuları ile birleşecekler ve nüfuslarını artıracaklar, ya da göç kabul ederek bunu sağlayacaklardır. Balkan ve Kafkas devletleri için de aynı şey sözkonusudur. Güçlü olmayan komşu devlet bize daima yük olur.
3- Körfez devletleri İran, Irak ve Arabistan tarafından paylaşılmalı, böylece bağımsız olmalı, sömürülen ülkeler olmaktan çıkmalıdırlar. Irak, Türkiye, İran, Suriye ve Arabistan ülkeleri demokratik, lâik, liberal ve sosyal hukuk devletine dönüşmelidirler. Hâlen yaşayan krallar hayat boyunca devlet başkanı olarak kalsınlar ama onlardan sonra artık cumhuriyet gelsin.
4- Devlet yüze yakın illere bölünmelidir. Her il kendi iç güvenliğini kendi kolluk kuvvetleri ile sağlamalıdır. İç işlerine karışılmamalıdır. Lise öğrenimini kendi dilleri ile yapmalıdırlar. Irak’ta, Türkiye’de ve İran’da Kürt illeri kurulmalıdır. Bu iller iç işlerinde bağımsız olmalı ama askerlikte ve dış siyasette üniter devlete bağlı olmalıdır.
5- Su, petrol, madenler vakıflarla işletilmelidir. Toprakları koruyan devletler bu ürünlerden vergilerini almalı, ondan sonra ise dünyaya sunulmalıdır.
6- Bütün dünya devletlerine açık olduğu gibi tüm Batı devletlerine de buralar açık olacaktır. Petrol ve su gibi hayati sorunlar uluslararası vakıflarla çözülmelidir. Bunlar hiç kimsenin, o topraklara sahip olan devletlerin de tekelinde olmamalıdır.
7- Batılılara, bilhassa ABD’ye savaş tazminatı ödenmelidir. Yani buradan alınan vergilerden bir kısım pay belli miktar ödeninceye kadar bu devletlere verilmelidir. Savaşarak istiklâl savaşı kazanacağımıza, tazminat ödeyerek istiklâl savaşını kazanalım. Bu Batılılar için de kârlıdır. Çünkü her geçen gün güçlenmekteyiz. Bir gün biz galip gelirsek biz onlardan tazminat alırız ve o günler yakındır.
8- Türkiye, İran, Suriye ve Arabistan birleşerek Irak hakkında ortak siyaset gütmelidirler. Ortadoğu Ortadoğuluların olmalıdır. İsrail ve Filistin yönetimleri ile de anlaşma yapılmalıdır. Bu dört devlet onların sınır güvenliğini garanti etmelidir. Dünya üzerindeki serbest faaliyetini garanti etmelidir. Yahudiler artık saldırı orduları kurmaktan vazgeçmelidir. Beşyüz senedir Avrupa’yı kana boyadılar, sonunda Avrupalıların intikamı kötü olur. Onları yine Müslümanlar koruyacaktır. Bizim Yahudilerle bir mazimiz yoktur. Azınlıklar azdıklarında cezalarını verdik. Başka herhangi bir zulmümüz olmamıştır. Asırlarca beraber yaşadık ve onları hep koruduk.
9- Ortadoğu açık ülkeler topluluğu olmalıdır. Dünyada mevcut süper güçler Ortadoğu’ya hakim olamamalıdırlar. Aksi halde bu yalnız Ortadoğu için değil, aynı zamanda insanlık için savaşların kaynağı olur. Dünyada Güney Amerika, Kuzey Amerika, Avrupa, Afrika, Hindistan, Çin, Avustralya ülke toplulukları kurulmalıdır. Mısır Afrika’ya dahil olmalıdır. Ama Kafkasya, Türkiye, İran, Suriye ve Arabistan bağımsız Ortadoğu birliğini kurmalıdır. Afganistan ve Orta Asya ülkeleri de bu birliğe dahil olabilir. O zaman bütün ana sorunlar kısa zamanda biter.
10- Müslümanlarla Hıristiyanlar birleşerek bir vakıf kurmalıdırlar. Sonra bu vakfa Budist ve Hindular da dahil olmalıdır. “III. Bin Yıl Uygarlığı”nın dünya düzenini bu vakıf ortaya koymalıdır.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-449 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-279 İstanbul, 08 Mart 2008
ÜMRANİYE SEMİNERLERİ - 3 Cuma, 29.02.2008
HALK İŞLETMELERİ VE İLKELER
Batı düzeninde “gelişmiş ekonomi” demek, “tekelleşmiş ekonomi” demektir; “gelişmiş ekonomi” demek, “sabit giderleri olan ekonomi” demektir. Sabit giderlerin karşılanması için işletmelerin büyük işletme olması gerekir. Küçük işetmeler sabit giderleri karşılayamazlar. Ayrıca işletmenin markalaşması ve her yerde teşkilatının olması gerekir. Sermaye ne kadar büyükse maliyet o kadar düşmektedir. Sonunda diğer firmalar elenmekte ve tekel oluşmaktadır. Bu aynı zamanda halk için yararlı olmaktadır. Halk işçi olabilmekte ve ucuz bir şekilde mal almaktadır. Adam Smith tarafından savunulan bu görüşlere karşı çıkılmış, bunun ancak devlet tekeli olması hâlinde geçekleşeceği belirtilmiş, böylece Marksizm ortaya çıkmıştır.
Adil (Ekonomik) Düzen ise buna karşı çıkmış, tekel ekonomilerin sömürü düzeni olduğunu, kendi kendilerini yıkacağını ortaya koymuş ve “halk ekonomisi sistemini” getirmiştir. Halk ekonomisi sisteminde Genel Hizmet girdileri ile büyük sermayenin yaptıklarının da yapılacağı görüşünü savunmuştur. Uygulamalarda bulunmuş, Anadolu Holdingleri ile bu görüşteki isabetini ortaya koymuştur. Bazı eksiklikleri nedeniyle siyasi darbeler sonucu “halk ekonomisi” çökertilmek istenmiş ise de başarılamamıştır.
“Halk ekonomisi” demek, bankadan faizle alınan para ile değil de, halkın ortak olması ile işletmenin kurulmasıdır. Bunun ilk uygulaması Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın önderliğinde Gümüş Motor’la olmuştur. Halk ekonomisinin teorik ve pratik olarak uygulama yapıp hâlen yaşayan girişim Akevler Kooperatifi olmuştur.
Halk ekonomisine devlet eliyle geçilememektedir. Çünkü iktidarda olanlar ya bunu uygulamaktan vazgeçiyorlar, ya da bir yıl içinde iktidardan indiriliyorlar. Halk ekonomisinin zaferi ancak halk girişimciliği ile başarılacaktır. Küçük ve orta ölçekli işletmeler kendi kendilerini idare eder hâle geldikleri zaman tekel ekonomi kendiliğinden kalkacaktır. Bunun için halk ekonomisi girişimlerinin uygulaması gereken ilkeler vardır.
1) Halk işletmeleri kurulurken küçükten başlanmalıdır. İşletme kendisi büyümeli, zamanla büyük olmalıdır. Baştan büyük işletme kurulmamalı, ancak büyümeye müsait işletme kurulmalıdır. Örnek olarak biz önce Yenibosna’da küçük bir marketi Adil Düzene göre işleteceğiz. Sonra İstanbul’da 2000 markete çıkaracağız. Sonra Anadolu’da 100 000 adet küçük marketler kurulacak. Sonra dünyada 1000 bölge marketleri kurulacak. Ne zaman? Onu biz bilemeyiz. Halkın göstereceği teveccühle bunlar olacaktır.
2) Halk işletmelerinde ikinci ilke ise kendi imkanlarının oluşmasıdır. Ortaklıklar kurulacak. Ortakların küçük katkıları ile bir güç oluşturacaklar. Bu güçle kurulup genişleyecek, bir yerden faizsiz de olsa kredi almayacaklardır. Büyük sermayenin iştirakini de istemeyeceklerdir. Kendi yağları ile kavrulacak, ortaklar çoğalacak ve halk iştirakleri artarak büyüyeceklerdir.
3) Halk işletmelerinin dördüncü ilkesi ise sebattır. Bir işe başlandığında çeşitli zorluklarla karşılaşılır, inişli çıkışlı durumlar olur. Onun girişimcisi hiçbir zaman ümidini kaybetmeyecek, sebat edecektir. Bizim Akevler Kooperatifimiz hâlen durmaktadır. Tasfiyesi düşünülmemektedir. Ayrıca İstanbul’da giriştiğimiz ahşap evler ve marketçilik teşebbüslerinden vazgeçmiş değiliz. Çocuklarınız bunlara sahip çıkarlarsa başarıya ulaşırız.
4) Halk işletmelerinde dördüncü ilke ise küçük işetmelerin bağımsız kalarak entegre olmalarıdır. Her işletme kendisi ayrı bir işletme olacak, ancak diğer işletmelerle birlikte onlarla uyumlu çalışacaktır. Bunu başardığımızda artık tekel sermayeyi devre dışı bırakmışız demektir.
Bu uyumun sağlanması için neler yapmalıyız?
a) Her şeyden önce ortak muhasebemizi kurmalıyız. İşletmeler ve ortakları için hesaplar açılacak ve bu ortak hesaplarda işletmeler arası aktarmalar işlenecektir. Bilgisayarın tuşuna bastığımızda işletmeler birliğinin ve ortaklarının hesapları hemen çıkacaktır. Herkes borcunu, alacağını, nerelerde ne malların bulunduğunu, kimlerle ne anlaşmalar yaptığını ve taşınmazların kimlerin elinde olduğunu bilmemiz gerekmektedir. Ortak muhasebe işletmeler arasında beraberliği sağlar.
b) Aramızdaki sorunları hakemler yoluyla çözmeliyiz. Hakemler kurulumuz olacaktır. Ortaklara hakemleri seçtirmeliyiz. Ondan sonra davacı bir hakemi, davalı başka bir hakemi seçecek, o iki hakem baş hakemi seçecek ve bunların kararları kesin olacaktır. Bunların verdiği kararlara uymayanları ortaklıklarımızdan çıkarmalıyız, işletmelerimizle hiçbir iş yapamamalıdırlar.
c) Dayanışma ortaklıkları kurmalıyız. Bu aidatsız sigorta demektir. Birimize beklenmedik bir âfet gelirse bunu beraber karşılamalıyız. Birbirimize kefil olmalıyız. Kişiye garantili ehliyet vermeliyiz. Aidatsız sigortalı olmalıyız.
d) İşletme senetleri çıkararak aramızdaki ekonomik ilişkileri dışarıya karşı bağımsız hâle getirmeliyiz. Biz İstanbul’da yüz ortaklı bir ortaklık kuruyoruz. Herkes ayda 100’er YTL verecek ve 40 gram altınla ortak olacaktır. Dergi, market, ahşap ev ve dinlenme yerleri teşebbüslerinde bulunacağız. Bu hususta Ümraniye’de Anadolu Gençlik Derneği Ümraniye Şubesi binasında her Cuma günü saat 19.00’da bu konuları konuşuyoruz...
İŞLETME NASIL OLMALIDIR?
1- İşletme küçükten kurulmalıdır.
a) Her işin acemiliği vardır. Acemilikleri kısa zamanda giderirsiniz.
b) Her iş bir çevrede yapılır. Çevre edinmek için zamana ihtiyacınız vardır.
c) İş yapacak elemanlar arasında uyum sağlanmalıdır. Bu zamanla mümkün olur.
d) İlk dönemi en az zararla kapatır ve kâra geçersiniz.
2- Kendi imkanlarınızla işe başlamalısınız.
a) Bir yerden kredi alarak işe başlamamalısınız; kredi almamalısınız.
b) Büyük sermayenin sermayesi ile işe başlamamalısınız; almamalısınız.
c) Başkasına değil kendinize güvenerek işe başlamalısınız.
d) Başlangıçta işletmeden geçinmeyi düşünmemelisiniz.
3) Yaptığınız işte sebat etmelisiniz.
a) Dünyada kârlı olmayan iş yoktur. Kârlı olmazsa kimse o işi yapmaz.
b) Her işin kriz dönemleri vardır. Zarar kârın kardeşidir. Sebat edersek krizi mutlaka atlatırsınız.
c) Kriz sebat edenler için kârlıdır. Dayanabildiniz mi piyasa açılınca siz rakipsiz olursunuz.
d) Sebat ettiğiniz işte çevre edinirsiniz, bilgi sahibi olursunuz, ekipleşirsiniz. Zararınız yeni iş kurma kadar olmaz.
4) Diğer işletmelerle uyumlu hâle gelmelisiniz.
a) ORTAK MUHASEBE SİSTEMİNİ kurmalısınız.
b) HAKEMLİK SİSTEMİNİ kurmalısınız.
c) DAYANIŞMA ORTAKLIKLARINI kurmalısınız.
d) İŞLETME SENEDİ çıkarmalısınız.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92