Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 450
MÜRSELÂT SÛRESİ ÖZEL TEFSİRİ-29-34.AYETLER
15.03.2008
2083 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN 450 

“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” S. KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi              15 Mart 2008                          Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 450. SEMİNER

“HİÇ BİLENLERLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (Kur’an; Zümer Sûresi, 39/9)

“İLİM TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL       Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da Cumartesi günü 18.00–21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

 

-DEĞERLİ ADİL DÜZEN ÇALIŞANI; BUGÜN ALLAH İÇİN YANİ ADİL DÜZEN İÇİN NE YAPTIN? BU HAFTA KAÇ KİŞİYE TEBLİĞ YAPTIN?-

Gayemiz ve Hedefimiz; Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır.    Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

***

*ÜMRANİYE İŞLETME SEMİNERLERİ; 4. SEMİNER

KAYITLI EKONOMİYE GEÇİŞ

***

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ / YORUMLARI;  

TÜRKİYE, TÜRKLER VE DÜNYA

IRAK MESELESİNİN FARKLI YORUMU

***

 

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

انطَلِقُوا إِلَى مَا كُنتُمْ بِهِ تُكَذِّبُونَ(29) انطَلِقُوا إِلَى ظِلٍّ ذِي ثَلَاثِ شُعَبٍ(30) لَا ظَلِيلٍ وَلَا يُغْنِي مِنْ اللَّهَبِ(31) إِنَّهَا تَرْمِي بِشَرَرٍ كَالْقَصْرِ(32) كَأَنَّهُ جِمَالَةٌ صُفْرٌ(33) وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ(34)

 

انطَلِقُوا (EiNOaLıQUv)  “İntılak ediniz.”

Talk” meraya salınmış sürüdür. Serbest bırakılmış demektir. Boşanmış kadın da serbest bırakılmıştır, başkası ile evlenebilir demektir. “Talkat” ise soğuğu sıcağı olmayan gece demektir. “Talkat” klimalı yer demektir. İnsanların bedenleri ne fazla sıcağa ne de fazla soğuğa dayanır.  

Yeryüzü insanların yaşayacağı şekilde yaratılmıştır. İnsanın vücut sıcaklığı 36.5 derecedir. Vücudun içindeki sıcaklığı dışarıya atabilmesi için çevrenin biraz soğuk olması gerekir, o da 25 derece civarındadır. 36’yı üçe bölersek 12 derece eder. İki katını alırsak 24 derece eder. Demek ki insan vücudu 36 ile 37 derece arasında, çevre de 24 ile 25 derece arasında olacaktır. Bir derece suyun buz hâline gelmesi ile buhar hâline gelmesi arasındaki fark yüz kabul edilerek hesaplanmaktadır. 36.6 derece de üçte birden biraz fazladır.  

İntılak etmek” demek, klimaya girmek demektir.

Bu sûrede yeryüzünün sonunun geldiği anlatılmaktadır. Buna “fasl yevmi” denmektedir. Temyizdeki “izin” fasl yevmini tarif etmektedir. O gün demektir. İşaret edilen hep fasl yevmidir.

Kâinat bir canlı gibi bundan 13.7 milyar ışık yılı öncesinde doğmuştur. Bir bebek gibi büyümüş ve gelişmiştir. Çiçekleri olan canlıları yetiştirmiştir. İnsan denilen meyveyi vermiştir. Bundan sonra yaşlanıp ölecektir. Bugün kâinatın doğuşunu çok iyi biliyoruz. İlk defa patladığı zaman bir ışık yanmıştır. O ışık bize gelmektedir. O ışıkları tetkik ederek biz kâinatın doğuşunu saniye saniye izleyebiliyoruz. Ayrıca kâinat da ölüme doğru gidiyor, bunu da biliyoruz. Bunu baştan entropinin büyümesinden biliyoruz, kara deliklerden biliyoruz. Güneşin yanmasından biliyoruz. Yaşlanma kanunlarından biliyoruz.

“O günü yalanlayanlara veyl vardır, lavlar vardır” demektedir, Kur’an. Kışın soğuk olur, sıcak yere gireriz. Yazın sıcak olur, gölgeli veya serin yere gireriz. Lavlar boşandığı zaman da sığınacak yer ararız, klimalı bir yer ararız. Allah da diyecek ki; evet, sizi klimalı yere alacağız ama tekzib ettiğiniz klimalı yere alacağız.

İntılak” infial babındandır. Mutavaat için gelir. İftial de mutavaat için gelir. Birinde “T” gelmiştir ve ortaya alınmıştır, birinde “Nun” gelmiştir ve başa alınmıştır. Ben veya sendeki müfreddir. Oysa “Nun” biz demektir ve çoğuldur. “T”de başkalarına uyma vardır. “Nun”da başa geldiği için uyma talebi kendilerinden gelmiştir. Bu farklar göz önüne alınarak “ittalıkû” denmemiş de “intalıkû” denmiştir. Allah onları girmeleri için zorlamıyor; daha kötü durumdan kurtulmak için oraya giriniz diyor. Kendinizi veylden kurtarmak için zılla, gölgeye giriniz diyor.

Demek ki kıyamet kurtuluştur. Neden kurtuluştur? Daha kötü olan veylden, lavlardan kurtuluştur. Kendinizi kurtarınız diyor. Buyurunuz diyor. Mükezzibleri erkek kuralla ifade ediyor.

O halde âhirete giderken kıyamet günü insanlar kendi toplulukları içinde gidecekler ve orada hesap verecekler. Cennetlik ve cehennemlik olanlar orada ayrılacak, hesap görüldükten sonra herkes yerini bilecektir.

Mükezzibler cemaat olmaktadırlar. Herkes bir cemaate mensup olmakta ve o cemaatin verilerine uymaktadır. Bugün meclise bakınız; partiler gruplanmış, başkanları ne söylerse herkes onu tekrar ediyor. Cepheleşme oluşmuştur. Bundan başkasının olması mümkün değildir.

Kişi tek başına bir şey düşünemez, söyleyemez, yapamaz. O halde bir şey yapmak istiyorsak mutlaka topluluk oluşturmak zorundayız. Çoklu gruba bunun için ihtiyaç vardır. Çoklu grup değişik alternatifleri üretir. Halk uygun gördüğüne gider. Çoklu grup beşten az olmamalı, çünkü birleşerek tekel oluştururlar; yirmiden fazla olmamalı, bu sefer de grupluk ortadan kalkar, gruplar arasında yarış olmaz.

Kur’an baştan sonuna kadar yorumlanarak kelimelerin taşıdıkları manâları bulmalıyız. Bunlar üzerinde düşünmeli ve tartışmalıyız.

Bu surede “veyl” kelimesi ile lavları anladık. Bir de “talk” kelimesi ile klimayı anladık.

Kur’an’daki kelimeleri böyle anlamlandırırsak, Kur’an terminolojisi ile biz gelişen sanayi dönemini doldururuz. Bu konularda biz de her beşer gibi elbette hatalar da etmekteyiz ama sizlere kapı aralıyoruz; artık sizler düşünün, araştırın ve doğruları bulun...

إِلَى (EiLAy)  “Ye”

“İntılak” kelimesi boşanmak, kurtulmak anlamında lâzım fiildir. “Min” ve “İlâ” ile teaddi eder. Seyretme de öyledir. Seyretmek yürümek demektir. “Min” derseniz, yürümeye başladığınız yeri ifade etmiş olursunuz. “İlâ” ile yürümeyi bitirdiğiniz yeri ifade etmiş olursunuz.

“İntılak” boşanmak, kurtulmak demektir. “Min” ile boşandığın yeri, “İlâ” ile gittiğin yeri ifade etmiş olur. Yani veylden kurtulunuz, tekzib ettiğiniz yere sığınınız.

Hani karakola alırlar ve adamı döverler döverler, söyleteceklerini söyletirler, inkâr ettiklerini konuştururlar. Sonra mahkeme huzuruna çıkarılır, tutuklanır ama orada rahat eder. Çünkü artık dövmüyorlar. Hapishanede cezasını çekmektedir.

Zelzele olduğu, lavlar boşandığı zaman insanlar karakolun dayağına alınmış olur. Orada tekzib ettikleri ve kabul etmedikleri şeyleri kabul ederler, itiraf ederler. Ondan sonra yargı karşısına yani âhirete götürülürler. Orada artık yalan söylemeden hesap verirler.  

مَا كُنتُمْ بِهِ تُكَذِّبُونَ (MAv KuNTuM BiHIy TuKaüÜıBUNa) 

“Tekzib ettiğinize intılak ediniz.”

Burada tekzib ettikleri şeye intılak edeceklerdir. Herkes kıyametin ve ölümün dehşetinden o kadar sıkıntıya girmiş olacak ki, mahkemeye çıkarılmayı canı gönülden isteyecektir.

Kişi öldüğü zaman  bedenini yani arabasını terk etmiş olur. Ruh ayrılmıştır. Beden de ayrıldığı noktada durmaktadır. Mezara giren ve çürüyen o beden değildir, onun yerine gelenlerdir. Sûra üfürüldüğü zaman herkes öldüğü andaki bedenine gelmiş olacaktır. Hayat oradan başlayacaktır. Son kıyametin dehşet ânında uyanmış olacaktır. Artık eski hayat sona ermiş, yeni hayat başlamaktadır.

İşte o dehşet ânından kurtulmak için mahşer meydanı kurulmuştur. Polisler, jandarmalar, hakimler görev başındadırlar. Herkesin eksiksiz dosyası getirilmiştir. Herkesin avukatı vardır. Herkesin savcısı vardır. Hesap orada görülmektedir. Bu kimisi için çabuk biter ve cennete gider. Kimsi için çok uzar. Tutuklu kalır. Sonra bu tutukluluk müddeti mahkum müddetinden mahzuf edilir.

Âhireti tekzib ediyorlardı, şimdi onlar için kurtuluş yeri olmuştur. Mahkemeye getirilmişler ve nefes almışlardır. Tekzib ettikleri şey yaptıklarını inkâr anlamına geldiği gibi sorumluluklarını da inkâr anlamındadır.

Burada önemli bir hususa işaret etmektedir. Kâfirler yalanladıkları için suçlu değildirler, yalanladıkları şeyi kabul etmedikleri için suçludurlar. Nedir bu yalanladıkları şey? Sorumsuz olmak. Ben yaparsam yapayım, güçlüysem beni kimse muhakeme edemez, suçlayamaz, cezalandıramaz. Güçsüz isem o zaman da kimse zaten benim hakkımı veremez.

Şimdi başörtüsü meselesinde direnenler diyorlar ki; biz güçlüyüz, başınızı açın. Nasılsa siz de iktidar olduğunuz zaman bize zorla çarşaf giydireceksiniz. Hayır, biz diyoruz ki; biz size öyle yapmayacağız, sizi serbest bırakacağız. İnanmıyorlar, böyle bir şey olamaz diyorlar. Biz güçlü isek bizim dediğimiz olacak, siz güçlü olsanız biz sizin dediğinizi yaparız, tarih böyle değil mi diyorlar.

İşte mü’minlerin kâfirlerden farkı budur.

Biz Hakka inandığımız için güçlü olsak da onlara dinde baskı yapmayız. Çünkü Allah bize böyle yapmamızı emretmiştir. Ne zaman ki onlar güçlü olmuş, işte o zaman zulüm olmuştur. Mükezzibler bir cemaattir. Başörtüsü sorunu göstermiştir ki onlar rahat durmayacaklardır.

O zaman ne yapılacak?

İnsanların adil bir şekilde yargılanacakları bir dünyaya geleceklerdir.

Bu dünyaya da “Adil Düzen” geldiği zaman sadece suçlular cezalandırılacaktır. İşkence yapılmayacaktır. Yani veylden uzak olacaklardır.

Neyi tekzib etmişlerdi?

Bizim adil olacağımızı tekzib etmişlerdi. Biz dinde zorlama yapmayız diyorduk. Hayır, siz de bizim gibi yaparsınız diyorlardı. Şimdi o zulüm yapmadığımız düzene girin denecektir. Âhirette nasıl adil yargılama olacaksa, bu dünyada da öyle adil yargılama olacaktır.  

انطَلِقُوا (EiNOaLIQUv)  “Intılak edin.”

Burada “intılak” kelimesi birinci intılakın tekrarıdır, yani teyididir. Tekzib ettiklerinin ne olduğunu izah etmektedir.

Onlar neyi tekzib ettiler?

Tanrı yoktur dediler. Tanrı vardır ama bize karışmıyor dediler. Karışıyor ama zulmediyor dediler. Bir gün hesaba çekileceklerini ve yaptıklarının cezasını çekeceklerini tekzib ettiler.

Batı saldırıya girişmiş ve Osmanlı İmparatorluğu’nu 1900’larda sona erdirdim zannetmişti. Meşrutiyet ilân edildi ve içtihat müessesesi yeniden ortaya çıktı. Osmanlı yıkıldı ama kuvvayı milliye ortaya çıktı. Ülke işgal edildi ama tüm gayrimüslimler Anadolu’dan uzaklaştırıldı. İnanmışlar devlet kadrolarından tasfiye edildi. Halk dayanışma içine girdi. Türkiye’yi Batı’ya entegre etmek için demokrasi getirdiler ama Türkiye İslamlaştı.

Darbe yaptılar, inanmışlar teşkilatlandı. Darbe yaptılar, inanmışlar iktidara ortak oldular. Darbe yaptılar, İslâmiyet’i asker Türkiye’ye getirdi. Darbe yaptılar, Millî Görüş hükümeti kurdu. Darbe yaptılar, anayasa ekseriyeti ile iktidar oldu. Darbe yapmadılar, şimdi %70’lerle iktidardadır.

Hâlâ direniyorlar. Can çıkmadan huy çıkmaz. Korkmayın, biz sizin bize yaptığınızı yapmayacağız. Sizin kızlarınızı okuldan uzaklaştırmayacağız. Ya siz istediğiniz okulu açın diyeceğiz, ya da istediğiniz kıyafetle gelin diyeceğiz. Haydi zulümden kurtulmuş olarak ama suçlunun cezalanacağı düzene giriniz demektir. O inkâr ettiğiniz adaletin gölgesine giriniz.

إِلَى ظِلٍّ (EiLAy JılLın)  “Zılla giriniz.”

Zıl” gölge demektir. Ancak gölgenin yere düşen karanlık yeri demek değildir. Güneşin yakıcı ışığından korunmuş hacmidir. Alan değildir.

“Zıl” kelimesini Kur’an’da inceleyelim.

“Zalla vechuhu” yüzü karardı, simsiyah oldu demektir.  

“Zalla” nâkıs fiildir. “Kâne”, “Sâra” gibi mübteda ve haber üzerine gelir. O şekilde kala kaldı, kendisini o durumdan kurtaramadı anlamına gelir, boyunlar ona eğik olarak kaldı, O’na tapar kaldı, yemede kalırdınız, doymazdınız. Göğe çıkarırlardı, ondan sonra da küfürde kalırlardı. Biz ona tapar kalacağız. Gemiler çakılıp kalırdı. Üstlerine bulut kala kıldı. Zalam masdarı ile bu ifade edilir.

“Zıl” gölge demektir. Zıllı uzattık, şemsi ona delil kıldık. Sonra zılla tevelli etti, zıl harur ile bir değildir. Hurma salkımları uzatılmış zıll ve çağlayan sular vardır. Itılmış zıl, zılla intılak ediniz. İyileri zalil zılla idhal ederiz. Cennetin zıllı daimdir.

“Zılal” zıllın cemidir, çoğuludur. Onlar ve eşleri zılal içinde muttakidirler. Muttakiler pınarlar ve zıla ilçindedirler. Onlar kendileri dahir iken Allah’ın şeyden neyi halk etmişse, cennetin zılali onlara yaklaşmıştır. Yerde gökte ne varsa hepsi Allah’a secde eder, zılalı da.

“Zulle” gölgelik demektir. Dağ sanki zulle idi, zulle gününün azabı.

“Zulel” zullenin yani gölgenin çoğuludur. Allah onlara buluttan zulleler içinde gelsin,  gölgelikler gibi  dalgalar, üstlerinde nardan gögelikler var.

“Zalıl” iki yerde geçiyor. Onları cennetin zalil zıllına idhal ederiz. Üçlü zılda zalil yoktur.

Yukarıdaki âyetlere baktığımızda “zıl” gölge demektir. “Zalıl” ise gölgelendiren, serinleten demektir. Demek ki “zıl” iyi de kötü de olabilir. Oysa “zalıl” iyi gölge demektir.

Şimdi iyi gölge zalıl nedir?

Havası temiz olmalıdır. Oksijeni, karbondioksiti, azotu, helyumu uygun oranlarda olmalıdır. Sıcaklığı da ne sıcak ne soğuk olmalıdır. İşte böyle bir havanın bulunduğu yere “zalıl” denir. Bu da yetmiyor. Orası aydınlık olmalıdır, karanlık olmamalıdır. Orada dolaşan ışıklar insana zarar veren ışık olmamalı ama yararlı bütün ışınlar bulunmalıdır.

İşte zıl dediğimiz böyle bir klimadır, yani ılımlıdır. Hayat için zorunludur. Bunlardan biri eksik veya fazla oranda olursa hayat felce uğrar.

Şimdi âhirete geldiğimiz zaman iyiler ve kötüler bir arada aynı solanda muhakeme edilmektedir. Durum ne olacaktır? Sanıklarla şahitler, davacılarla davalılar aynı yerlere mi alınacaklar? İşte onu açıklamaktadır.   

ذِي ثَلَاثِ شُعَبٍ (ZIy ÇaLAvÇı ŞuGaBın)  “Üç şubeli zılla intılak ediniz.”

Gölge bir tanedir ama üç şubesi, üç dalı vardır.  

Şuabun selasetun, elşuabu selasetun, selasu şuabin, esselasu min şuabin veya esselasü mineşşuabi gibi beş çeşit sayı sıfatı kullanılabilir. Bunlar arasında manâ olarak ne fark vardır?

Arapça çok iyi incelenmiş bir dil olmakla beraber bu incelemeler henüz tamamlanmış değildir. Yani daha çok çalışmamız gerekmektedir. Kur’an’ı esas alarak çalışmamız lazım. Varsayımları ortaya koymalı, ondan sonra da üzerinde çalışmalıyız. Önce sıfat olarak gelenler o sayıyı devamlı koruyanlardır. Halbuki izafetle geldiği zaman sürekli özelliği değil, o andaki hâli ifade ederler.

Demek ki burada gölgenin bu sayısı devamlı üçlü olma özelliğini değil, sadece orada üç farklı hâlde gelmesini ifade etmektedir. Bir varlık bir zamanda üç halli nasıl olabilir? Gölgenin üç hâli vardır. Bir zamanda üç dallıdır. Ama bu dallık özelliği değildir. Bunu şöyle açıklayabiliriz. Soğuk memlekette yaşayan insanla sıcak memlekette yaşayan insan bir yere geldiklerinde, orta iklimde yaşayanlarla birlikte üç ikilimle karşı karşıya kalırlar. Sıcaktakine soğuk, soğuktakine sıcak ve yerli olana normal gelir. Ama derece aynıdır.

İşte kıyamet günü de üç çeşit gölge olacaktır. Gölge tektir ama onda bulunanlara göre gölge çeşitlidir. Cehennemdekiler soğuk bir gölge, cennettekiler farklı gölge, arada kalanlar ise normal bir gölgeye gelirler. Burada mahkemeye alınan kimseler üç grup olacaktır. Davalılar, davacılar ve şahitler. Bunların yerleri farklı olacaktır. Kendilerinin elbiseleri değil, oturdukları yerler farklı olur. Sağda davacılar, solda davalılar, ortada da şahitler oturur. Karşıda hakemler oturur. Oturulan yerler renkli olabilir. Böylece seyredenler kimlerin davacı, kimlerin davalı oldukları bilecektir. Hakim ve tanıklar da ona göre tanıklık ve hüküm vereceklerdir.

لَا ظَلِيلٍ (LAv JaLIyLın)  “Zalil olmayan”

Zıllın sıfatıdır. “Zalil” gölge yapan veya gölgelik anlamına gelir. Zıl kelimesiniz sıfatı olduğuna göre ismi fail olarak aldığımız zaman gölge yapan gölge anlamına gelir ki, gölgelik gölge yapmaz demek olur ki, bir şeyin kendi kendisini var etmesi sözkonusu olmaz. O halde gölgelik vasfı yoktur anlamı çıkar. O halde gölgelik vasfı olmayan gölgeye girin denmiş olmaktadır.

Mahkemede davalı, davacı ve şahitler farklı yerde otururlar, ancak farklı durumda değildirler. Yani davacılar haklı, davalılar haksız anlamında değil, mahkum oluncaya kadar hepsi eşit insandırlar. Kimse suçlanamaz. Kimse farklı muameleye tâbi tutulamaz. Hepsi eşitlik içinde olurlar.

Âhirette de daha hüküm verilmeden hiç kimse suçlu sayılmayacak. Davalılar ve davacılar olacak, şahitler ve yargıçlar olacak ama hüküm sonunda Allah tarafından verilecektir. Üç dal olması, taraflar ve şahit olması sebebiyledir. Bu baştan davalının mahkumiyeti demektir. Sanık mahkum olmadan evvel suçsuzdur ilkesi işte burada bu âyetle ifade edilmiş oluyor.

وَلَا يُغْنِي مِنْ اللَّهَبِ (Va LAv YuĞNIy MıNa elLAHaBı)  

“Lehebden de ığna etmez.”

Leheb” alev demektir. Aynı zamanda davadaki hırslanma demektir. Yani burada herkes kendisini savunacak veya saldıracak. Kimse savunmada ve davada kısıtlamaya uğramayacaktır. Yani kişi susturulmayacaktır. Konuşurken istediği şekilde istediğini söyleyecek, mahkum edilmeyecektir. Mesela soruşturmacılar soruşturma yaparken kişiler ben onu zina yaparken gördüm derse, bunu yalnız soruşturmacılar söylese zina iftirası ile cezalanmazlar. Çünkü davada davalı ve davacı her şeyi açıkça söyleyebilmelidir. Yani bu zıl savunmadan da insanları alıkoymaz.

Bu mecazi anlamı yanında ikinci anlam da düşünülebilir. Gölgenin neye kullanılacağının belirlenmesi bakımından önemlidir. Eğer karbondioksitli havayı alevin üzerine salacak olursanız alev söner. Veya alevin üzerine bir halı kapatsanız alev yine söner. Halı da bir gölgedir. Bu havanın zalılın karşıtı olan özelliğidir. Yani zalil demek, temiz hava, serin yer demektir. Bunun karşıtı ise pis ve karbondioksitli yer demektir.

İkisi de değil, normal bir hava içinde zelzelenin dehşetinden kurtulmuş olarak kıyamet gününe geliniz diyor. Kişi yaptığından kokmaktadır ama adaletten kokmamaktadır. Soruşturmanın yapılması ve davaların yürütülmesi esnasında kişilere herhangi farklı muamele yapılamaz. Bu sebepledir ki yakalanamaz, tutuklanamaz. Herkes kendisi davete icabet ederek soruşturmacıların sorularına cevap verir. Yaşama şartları da soruşturma ve muhakeme esnasında aynı olacaktır yani normal olacaktır.

“Hu” zamiri müzekkerdir ve zılla gitmektedir.

إِنَّهَا (EınNAHAv)  “O”

Buradaki “Ha” zamiri dişidir. Gölgeden faklıdır. “Leheb”e gitmesi uygun görülür. Çünkü alevler lehebden çıkar. Ama leheb müzekkerdir. Dolayısıyla ona gitmesi uzaktır. Ancak leheb ateş anlamında alınırsa “nâr” müennestir. Dolayısıyla o zaman zamir ona raci olur.

Şimdi genel kurala dönelim. Arapçada bir kelime ya “t” veya benzeri dişilik harflerinden birini taşır, o zaman o kelimeye giden zamir dişi olur. Yahut yüzelliye yakın kelime vardır ki, görünürde eril olduğu halde dişildir. Ateş anlamındaki nâr böyle bir kelimedir.

Bunlar için konmuş olan iki kural vardır. Bunlardan biri, insan uzuvlarından çift olanlar dişildir. Mesela “üzn/kulak” demektir ve dişidir. Diğer kural ise doğurgan olan varlıkların isimleri de dişidir. Mesela güneş dişidir. Ay ise erildir. Arz da dişildir. Nâr ışık neşrettiği için dişildir. Nâr da ateşteki alevde meydana gelir. Yani doğurganlık alevde olur. Her ne kadar Araplar alevi doğurgan kabul etmemiş ve bundan dolayı onu müennes yapmamışlarsa da, Allah burada lehebe dişil zamir göndererek onun doğurgan olduğunu ifade etmiş olmaktadır. Böyle hem dişi hem eril kelimeler vardır.

تَرْمِي بِشَرَرٍ  (TaRMIy BıŞaRaRın)  “Şerarı termiy eder.”

Şerareleri remyeder. Bir alevden de ığna etmez.

Şerare” alevden kopan ışıklı yerdir. Müennes olarak şerareyi atar denmiyor. Alevi nâr fırlatır.

“Alev” tarafların hasımlarına karşı duydukları duygulardır. “Şerare” ise birbirlerine gönderdikleri saldırma veya savunmadır, alevin kopan parçasıdır.

Buradan anlıyoruz ki âhirette önce gruplar sorguya çekilecek, grupların yaptıkları sorumluluklar tartışılacak, sosyal gruplar mahkum veya beraat ettirilecek. Kazanacak veya kaybedecek. Sonra grup içinde kişinin ne yaptığının soruşturması yapılacak, her kişi kendi hesabını grubuna verecektir. Kişiler sorumlu olacaklardır. Her kişinin kendisi ondan sonra cennet veya cehenneme gidecektir.

Topluluklar arasında bir sorun olduğu zaman önce grupları muhakeme etmeliyiz. Sonra grup içinde sorumluluğun kime ait olduğu tesbit edilecektir. Fransa ile Türkiye arasında bir niza olursa, örneğin bir Fransız Türkiye’de ölürse, ondan önce Fransa veya Türkiye mahkum edilecektir. Sonra fail aranacak ve fail  mahkum edilecek, faile rücu edilecektir. Dayanışma ortaklıkları da budur. Önce dayanışma ortaklıkları tazmin eder. Sonra kişilere rücu edilir.

“Şerare” de bir alev, bir topluluk olduğu için demek ki alt gruba da rücu edilir. “Termî  bişerarin”in başka bir manâsı da, eğer suçluyu teslim ederse o zaman topluluk beraat etmiş olur.

كَالْقَصْرِ (Ka eLQAÖRı)  “Kasr gibi”

Kasr gibi olan” şereri fırlatır. “Kasr” köşk anlamına gelir. “Kasr etmek” “hasr etmek”le akrabadır. Etrafı çevrilmiş, korunmuş anlamındadır.

Alev gaz parçasıdır. Yanıcı madde vardır. Bu bir kent gibidir. Kopan alev parçası ise korunmuş saray gibidir. Alt gruplar da kendi dayanışmaları içinde korunmuş iseler onların durumu da öyledir. Bir kent içinde sur vardır, sur tüm kenti korur. Kentin içinde ayrıca köşk vardır. O da ikinci kale ile çevrilidir, o da kasrdır.

İşte topluluklar da böyledir. İnsanlık, uluslar, iller, bucaklar, ocaklar ve kişiler iç içedirler. Benzer şekilde ilmî, dinî, meslekî ve siyasî dayanışmalar vardır. Her biri kaleler içinde iç içe kale gibidirler. Buradaki kaleler sosyalleşme, korunma, hukuk kaleleridir. Nasıl kentin halkı köşkün evlerine izinsiz giremezse, insanlık da ülkelere, devlet illere, il yöneticileri bucaklara, bucak yöneticileri ocaklara, ocak başkanları kişilerin evlerine izinsiz giremezler. Girseler teaddi etmiş olurlar, tazminata mahkum olurlar.

Âhiret hayatında da soruşturma ve yargılama dünyada olduğu gibi olacaktır. Önce sosyal grup genel olarak muhakeme edilecektir, topluluk geçmişi ile muhakeme edilecektir. İslâm âlemi ile Hıristiyanlar muhakeme olacaklardır. Sonra Türkler ile diğer Müslüman kavimler muhakeme edilecektir. Sonra Selçuklu, Osmanlı, Cumhuriyet muhakeme edilecek, ondan sonra Cumhuriyet muhakeme edilecek. En sonunda bugünkü Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri mahkum olacak.

Yakın tarihte savaş Ermenilerle Türkler arasında değil, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında olmuştur. Osmanlılar soykırımı yapmışlarsa bu hususta önce İslâm âlemi ile Hıristiyan âlemi davalaşacaktır. Tazmin edilecek bir şey varsa onlar hep birlikte tazmin edeceklerdir. Bunun için önce bunlara kişilik kazandırılmalıdır. Yeryüzü büyük dinlere ayrılmalıdır. Sünniler, Şiiler, Katolikler, Protestanlar, Ortodokslar. Budistler ve Hindular da mezheplerine göre sosyal gruplar oluşturmalıdırlar. Kimler hangi tarihe sahip çıkarlarsa ondan sonra hak ve yükümlülük davaları açılabilir.

Adil Düzen” yeryüzüne hakim olduğu zaman her şey adaletle çözüme kavuşacaktır. Kur’an’dan istidlalleri yapmak demek bu demektir.

Kur’an burada “zıl” ve “alev” konularını işlemek suretiyle bize doğa ile sosyal yapı arasındaki kıyası öğretmektedir.

كَأَنَّهُ جِمَالَةٌ (KaEnNaHUv CıMAvLaTun)  “Cimalet gibidir.”

“Şerar” burada müzekker ile işaretlenmiştir. “Şerar” cins isimdir, dolayısıyla müfred gelir. Ayrıca şerarenin çoğulu olabilir. O zaman da müzekkerin tekili dişilerin çoğulu olarak gelir.

Cemâletün” deve demektir; aynı zamanda güzel ve iyi demektir. Bir de cümlenin çoğulu olabilir. “Cimâle” çoğulun çoğuludur. Her şerare ayrıca zaten çoğuldur.

Bu da yatay veya dikey toplulukları ifade eder. Topluluk sorumluluk bakımından yatay örgütlenme yapar. İşte “cimâlet” kelimesi bu örgütü bize anlatmaktadır. Yani iç içe, yan yana; onlar da iç içe topluluklar demektir. Kişi, ocak, bucak, il, ülke ve insanlık şeklinde icmal yapılmaktadır. Sonra da, bucaktan sonra da her kademede ilmî, dinî, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıkları oluşmaktadır. Bunlar da iç içedir. Yani bucak ilmî dayanışması il ilmî dayanışmasına girmiştir; o da ülke, o da insanlık dayanışmasına girmiştir.

Ayrıca 25 bakanlık vardır.

Bakanlıkların semtlerde, ilçelerde, bölgelerde ve insanlıkta hizmetlileri vardır.

Böylece insanlık çoğulların çoğulu olarak icmal olunmuşlardır.

Çoğulların çoğulu gruplanmış toplulukları ifade eder ama bunların düzenli olarak örgütlenmesini “CML” kökü ifade eder. Hem uygun hem güzel iç içe olmak.

Âhirette de insanlar böylece gruplar hâlinde sorguya çekilecek ve orada kademe kademe muhakeme edildikten sonra kişinin en son hesabı görülecektir.

Buradan şunu öğreniyoruz.

Kişi sadece kendisi iyi olmakla sorumluluktan kurtulamaz. Kişi aynı zamanda topluluğunu da düzeltmekle uğraşmalıdır. Düzeltemediği zaman o topluluktan hicret etmelidir. Biz hicret demokrasisini bunun için öneriyoruz. Kişi ya topluluğunu düzeltmekle uğraşsın ya da terk edip başka ocağa, bucağa, ile, ülkeye gitsin. Bu aynı zamanda yerinden yönetimi de zorunlu kılar. Yine de merkezin yaptıklarından taşradakiler kendilerini kurtaramazlar. Çünkü merkezin yöneticilerini taşradakiler seçiyor.

“Cemâletün” kelimesi örgütlenmiş insan topluluklarını ne kadar güzel ifade etmektedir.

صُفْرٌ (ÖuFRun)  “Sufr olan cimalet.”

Sufr” ıslık çalmak için kabuktan yaptıkları düdüktür. İçi boş boru, boşluk demektir. “Sıfır” da buradan gelir. İçi boşalmış veya çürümüş meyvelerin dış tarafları sarıdır. Buna benzetilerek sarı rengin adı olmuştur. “Esfar” tekildir. “Sufr” çoğuldur. İçi boş topluluklar anlamına gelir.

Bunun manâsı da yerinden yönetimdir. Merkezî yönetim taşraya hizmet ederken veya yönetirken öyle davranmalıdır ki içeride sanki bir şey yok gibi olmalıdır, boş olmalıdır. Yerinden yönetimin manâsı budur. İnsanlık devletin, devlet illerin, iller bucakların, bucaklar ocakların, ocaklar da kişilerin iç işlerine, özel işlerine karışmazlar. Bunların içi sanki bomboştur şeklinde davranırlar.

Baştan “Keennehu/sanki” ifadesi bunun için getirilmiştir. İçi doludur ama sanki boşmuş gibi davranırsınız. Bunlar görünür etkiler veya olaylardır. Aynaya baktığınızda sanki orada siz ve bulunduğunuz yerler varmış gibi ışık gelir. Buna zahiri cisim denir. Aynadaki görüntü gerçekte olmayan, görünürde olan şeydir.

İşte, taşradaki topluluklar gerçekten doludur ama sanki boşmuş gibi olur. Atomlardaki durum budur. Su molekülünün içinde hidrojen vardır, oksijen vardır ama bize göre onlar yoktur, sadece görünen su vardır.

Sufr” kelimesi de “İcmal” kelimesi kadar derin manâsı olan bir kelimedir.

Biz hiçbir şeyin içini bilemeyiz. Bize göründüğü zahir şeklini biliriz. Biz insanı değil aynadaki görüntüyü görürüz. Bunun gibi mahkemelerde hüküm verenler davaları yürütürken olayların kendisine değil, görüntüsüne göre hükmederler. Hazreti Peygamber aleyhisselâmın, “Bizi zahire göre hükmederiz” ifadesinin Kur’an’daki dayanağı bu olmalıdır.

Âhirette de insanlar muhakeme edilirken davranışlarına göre muhakeme edilecektir. İnsan beynindeki programda ortaya çıkacaktır. Ama insan ruhundaki asıl şuur ise yalnız Allah’ın bileceği şeydir. Sadrın zâtında olanı O bilir. Onun için dosya sonunda Allah’a takdim edilecek ve son hükmünü verecektir. Gizli kalanlardan sorumlu tutmayacak ama gizli kalan iyi niyetlerden dolayı Allah doğrudan kendisi affedecektir.

Bizim bu dünyadaki muhakemede de her şey zahire göre yürür, sonunda hakemler şahitlerin şehadeti ile hükmederler. Ama dosya bucak başkanına gider ve infazı o yapar. Son uygulama kararı ona aittir. Afv edemese de infazı geciktirebilir. Bu sebepledir ki İslâmiyet’te kazai icra yoktur. Zaten kamunun görevi kazai icradan ibarettir. Başka görevi yoktur.

(34( وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (VaYLun YaVMaEiZin LieLMuKazZıBIyNa) 

“O gün mükezziblere veyl vardır.”

Veyl” yanardağdan çıkan lavların kentlerin üzerindeki çöküntüsüdür. Patlamalar ani olur ve halk birden neye uğradığını şaşırır. İnsanların başına ani felaketler geldiği zaman şaşkına dönerler, vaveylayı basarlar.

Bu sûrede bu âyetlerle konular tefrik edilmiştir. Âyetler tekrardır, teyiddir. Konuları birbirinden ayırmak için gelir. Buradaki mükezzibler aynı mükezziblerdir, gün de aynı gündür. Yevm izafetle marife olmuştur. Fasl yevmine muzaftır. Fasl yevmi ayrılma günüdür. İyilerle kötülerin birbirinden ayrılma günüdür. Akrabalar arasındaki bağlar kopar. Dünyada birbirini çok seven iki kişi o gün ayrılmak zorunda kalır. İyi insanda o bağlılık kalkar. Peygamber bile amcasını cennete götüremez. Fasl yevmi odur. Buradaki “zin”den maksat o fasl yevmini her şeye bağlamaktır.

Bunun anlamı nedir?

Biz bugün dünyada birçok işler yaparız. Geldiğimiz günden beri hep çaba içindeyiz. Sıkıntılarla, zorluklarla karşı karşıyayız. Ama yine de ölmekten korkuyoruz. Halbuki bu dünya hayatının tüm çabaları ve sonuçları hep o günler içindir. O gün iyiler ne kadar iyi şeklindeki âyetler yerine “o gün yalancılara veyl” âyetleri gelmektedir.

İnsan dünyaya gelse, hiçbir kötülük yapmasa, iyilik de yapmasa yine cennete gider. İnsanı cennetten alıkoyan insan olması değildir. İnsan cennet için yaratılmıştır. Dolayısıyla çocuklar ve akıl hastaları da cennete gider.

Bunun böyle olduğunu nereden biliyoruz?

İyi insanlar zürriyetleri de ilhak edilecektir. Hepimiz Hazreti Adem’in çocuklarıyız, onun zürriyetindeniz. O halde çocuklarımız ve akıl hastalarımız da cennete gidecekler. Kötü atalarımızdan dolayı biz cezalanmayacağız ama iyi atlarımızdan dolayı kötülük yapmamışsak biz mükafatlandırılacağız. İşte bundan dolayıdır ki Allah için önemli olan insanların iyilik yapmalarından çok kötülük yapmalarıdır.

Burada işaret edilen başka bir husus da kötü amelden önce kötü muhalefettir, sözle yapılandır. Karşıdaki insanı durup dururken tekzib etmektir.

İşte bunlara veyl vardır.

Birisi bir şey söyledi mi, eğer yanlışlığını biliyorsanız savunursunuz, doğruluğunu biliyorsanız tasdik edersiniz. Doğruluğunu veya yanlışlığını bilmediğiniz yerde de sükut edersiniz. Ama doğruluğunu veya yanlışlığını bilmediğiniz halde, sırf karşı olmak için tekzib ederseniz bu büyük bir günahtır. Ne yazık ki bugün Batı’nın aşıladığı saçma muhalefet anlayışı ve uygulaması sebebiyle insanlar, müslimler ve mü’minler de hep bu günahı işlemektedirler.

Kendileri bir şey yapmışsa, başkanları bir şey söylemişse o doğrudur; ne kadar yanlış ve hatalı olsa da onu savunurlar. Kendilerine katılmayanları dışlarlar. Başkalarının yaptıklarını veya başkalarının söylediklerini ise ne kadar doğru olsa da tekzib ederler.

İşte onlara veyl vardır.

Eğer bir şeyi kesin olarak bilmiyorsan onu savunmayacaksın, karşı da çıkmayacaksın.

Peki, o zaman ne olacak, ne yapılacaktır?

a)      Her kişi ve topluluk kesin bildikleri şeyi sonuna kadar savunacaklar; karşı tarafı da davet edeceklerdir. Kesin bilmenin miyarı/ölçüsü de icmadır. Karşı taraf da aynı şeyi söylüyorsa onu savun.

b)     Eğer kesin bilgi yoksa, maruf değilse, onun mücahidi olma, başka insanları da ona davet etme. Fikrî olarak tartış ama kendi içtihadına göre amel et.

c)      Eğer elde tam bilgi yoksa, o zaman kendin için en doğru ne ise onu yap. Yapmaktan uzak olma. Ama o hususta başka kimseleri senin yaptıklarına çağırma, sen onların yaptıklarına uyma. Senin içtihadın senin, onların içtihadı onların olsun. Kesin sonuca varmak için birlikte araştırmaya devam edeceksiniz.

d)     Eğer kendin içtihat yapmıyorsan, işte o zaman senin başkanının/şeyhinin içtihatları ile amel et. Amelde senin müçtehidinin içtihadı senin içtihadındır. Ama bunun anlamı senin müçtehidinin dediği doğrudur, diğerlerininki yanlıştır değildir. Onların dediği onlar için doğrudur. Onları tekzib etmeyeceksin.

İşte bu sûrede tekrar edilen  mükezziblere veyl bu mükezziblerdir.

Askere bir görev verilmiş, oraya girip girmeme yetkisi ona verilmiş; gir emri verilmemiş, girebilir denmiş. Çıkıp çıkmama yetkisi de ona verilmiş. Şu kadar saatte çıkacaksın, şu gün çıkacaksın denmemiş. Ona görev verilirken Amerikalılarla işbirliği yapmayacaksın denmemiş, Iraklılarla barışık olmayacaksın denmemiş. Tamamen serbest bırakılmış. Ordu da hükümetle birlikte kendisine göre uygun olanı yapmış. Amerikalıların istediğini yapmadı, on beş gün Irak’ta kalmadı. Amerikan ordusu çuval geçiremedi diye şimdi kimsenin ona saldırma yetkisi yoktur. Ordu kendi içtihadı ile hareket etmiştir. Hangi hareketin doğru olduğunu kesin olarak bilmiyoruz.

İşte, orduya saldırma yani mükezziblere veyl vardır âyeti bunu ifade ediyor.

Bakınız, ben bu âyeti bu amaçla seçmedim. Âhiretle ilgili yorumları az yaptım, biraz da âhiretten diye seçtim. Oysa bu âyet bize tam da bugünü tasvir ediyor. Âyet şimdi inmiş gibidir.

Bu âyetleri ele aldığımızda müteşabih âyetlerdi, manâlarını anlamıyorduk. Hele bir başlayalım bakalım, neler ortaya çıkacak dedik. Müteşabih âyetlerin teviline başladık. Sonunda bir yere varamaz olabilirdik. O zaman; bakınız, çabaladık ama bir sonuca varamadık, çünkü bizim bilgimiz yetersizmiş derdik; veya çağımızın insanları henüz bunu anlayacak seviyeye ulaşamamışlardır diyecektik. Şimdi ise âyetleri kısmen de olsa yorumlamış bulnuuyoruz.

Daha önce bilmediğimiz manâlar şimdi nasıl ortaya çıktı?

Şüphesiz bu Allah’ın ilhamı ile oldu. Çünkü nefse iyiyi de kötüyü de o ilham eder. Ancak bize gelen ilham değil sezidir. Varsayımları ortaya koyarız, âyetleri kuralları içinde değerlendiririz. Sonuç müsbet ise demek ki varsayımlarımız doğrudur.  

Buradaki yorumlarda şunlara dikkat edilmiştir.

a)      Yorumlar icmalara aykırı olmayacak şekilde yorumlanmıştır.

b)     Yorumlar usulü fıkıh kurallarına göre yapılmış, yorumlarda varsayımlara hep uyulmuştur. Mesela, bizim kabul ettiğimiz eril çoğullar toplulukları ifade eder kuralına uyulmuştur. Allah âhireti anlatırken dünyada ne yapacağımızı öğretir kuralına uyulmuştur. Kur’an analoji ile anlaşılır. Doğayı sosyal, sosyal olayları doğaya benzeterek bilgimizi artırırız kuralına uyulmuştur. Dişilerin çoğuluna zamir daha çok erkek tekil zamir gider kuralına uyulmuştur.

c)      Yorumlar “Adil Düzen”in kabul ettiği varsayımlara da uymaktadır.  O varsayımlar icmaya dayanarak konmuştur, yahut icmalara aykırı olmayarak konmuştur. Kur’an’ı biz hep buna göre yorumluyoruz. Bunun anlamı, kendi usulümüze göre yorumluyoruz. Bizde çelişki yoktur.

d)     Sonunda kimsenin bize uymasını değil, aksine herkesin kendi içtihatlarına uyması gerektiği ilkesi içindeyiz. Orduyu bundan dolayı haklı çıkarıyoruz. Biz komutan olsaydık Irak’a girmezdik, girsek oradan çıkmazdık. Ama bu bizim içtihadımızdır. Ordu kendi içtihadı ile hareket etmiş ve başarılı da olmuştur. Kendi hedefine en iyi bir şekilde ulaşmıştır.  

Ben şahsen kişi olarak hayatta kendime hedefler çizdim ve hepsinde başarılı oldum. Yaptıklarımdan dolayı Allah’a hamd ettim. Bazı hatalar da sonunda benim için iyi olmuştur. Pişmanlık duymuyorum. Ancak bir şeyi eksik yaptım, hata yaptım. O da küçükle yetinmedim, büyük hayaller peşine düştüm. Akevler’i kurup bir apartmanla yetineceğime, bin dönümlük yirmi milyon dolarlık işleri yapmaya kalkıştım, zaman kaybettim; belki de vaktimi boşa harcadım. Siyasetle uğraştım, siyasilere yardım ettim; belki de vaktimi belki de boşa harcadım. Nurcularla, tarikatlarla ilgilendim, başarıları için yardım ettim; belki de vaktimi boşa harcadım. Kırgızistan’a gittim, eski Sovyet ülkelerinde İslâmiyet’i anlatmaya çalıştım; belki de zamanımı boşa harcadım…

Ne yapmalıydım?

On ila yirmi kadar gerçekten ilim yapıp onu amele dönüştürecek arkadaş bulmalıydım. Onlarla bir apartmana taşınmalıydık. Orada Kur’an üzerinde çalışmalıydık. Biz cemaat olarak bu yorumları en geç otuz sene önce yapmalıydık. Yirmi evvelûn, mukarrabûn, sabikûn olarak oluşmalıydık. İşte ondan sonra siyasetle, dinle ve ekonomi ile meşgul olmalıydık.

Öyle yapsaydık Kur’an’ı daha iyi anlayabilir miydik?

Bilemem.

Ama Kur’an’ı şimdi daha iyi anlamaya başladık.

Benim ömrüm seksenlerde, artık benim uygulama olarak yapacağım bir şey yoktur.

Allah’a hamd olsun ki son yıllarda yazıyoruz. Arkadaşlar değerlendiriyorlar. İnternete giriliyor. Belki gelecek nesillere yararlı olur, inşaallah...

Ben bunları size neden anlattım?

Biz bazı alanlarda zamanımızı boşa harcadık, kendimizi Kur’an’dan başka şeylerle meşgul ettik. Kim bilir, belki de o zamanki imkânlar veya imkânsızlıklar sebebiyle böyle yapılması gerekliydi.

Bilemem.

Allah mağfiret edecektir ümidindeyim.

Ama şimdi durum öyle değildir. Bugün her şey vardır. Olmayan tek şey vardır; o da Kur’an’ın öğrettiklerini uygulayacak on kişiye ihtiyaç vardır. On aile bir araya gelecek. Kur’an’ı en az bizim yaptığımız yorum seviyesinde yorumlayacaklar. Bir işletme kuracak ve uygulayacaklar. Sonra da Adil Düzen Partisi’ni kurup diğer partilerle uzlaşarak “Adil Düzen”i yani Kur’an düzenini getireceklerdir.

İnşaallah…

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-450 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-280 İstanbul, 15 Mart 2008

 

TÜRKİYE, TÜRKLER VE DÜNYA

Bizde bir hastalık vardır; kendimizi küçük görmek. Bunun bize yararı vardır; bu sayede sürekli çalışma ve kendimizi geliştirme ihtiyacını duyarız. Ama aynı zamanda büyük de zararı vardır; bu yüzden aşağılık duygusuna kapılırız. Doğru olan; biz kendi kusurlarımızı bilmeliyiz ama meziyetlerimizi de bilmeliyiz. Önce biz kimiz? Biz değişik ırkların karışımı olarak oluşmuş bir Türk ulusuyuz. Bu karışım bundan sonra da devam edecektir. Çünkü çocuklarımız birbirleriyle evleniyorlar.

Biz her şeyden önce cumhuriyeti kuran kimseleriz. İstiklâl Savaşı’mızı yaptık. Kanlarımızla bu toprakları koruduk. Şerefli bir devlet sahibiyiz. Geçmişte kara lekemiz yoktur. Başlangıçta Anadolu’ya sivil halka dokunmadan girdik ve dokuz asır birlikte yaşadık. İstiklâl Savaşı’ndan önce bize ihanet eden Rum ve Ermenileri mübadele yoluyla soykırımı yapmadan tehcir ettik. Lozan anlaşması ile tüm insanlıkla barışa girdik. Yüz yıldır kimseyle savaşmıyoruz. Bizden başka böyle şerefli devlet kimlerde var.

En ileri düzeyde uygarlaşmış bir topluluk hâline geldik. Türkiye’deki her aileden en az bir kişi veya bir yakını İstanbul’dadır ve hemen hemen çoğu İstanbul’a akrabalarının yanına gelmektedir. Böylece uygarlığın her yönünü öğrenmekle görgülü halkımız oluşmaktadır. Onda birimiz yurt dışındayız. Dünyayı ve dünyanın her tarafını biliyoruz, tanıyoruz, daha da tanımaya devam ediyoruz. Gittiğimiz her yerde sevilen ve sayılan kimseler olarak başarılı bir ulus olmaktayız.

Batı uygarlığının bütün değerlerini almış ve Batıyı öğrenmiş bulunuyoruz, ama aynı zamanda Doğu uygarlığımızı da kuruyoruz. Lâik yapımız içinde dinde samimiyet bakımından hiçbir ulustan geri değiliz. Ahlâkımızı ve aile yapımızı koruyoruz. Neslimiz dejenere olmuyor.

Ülkemiz ve ulusumuz bütün dünyada sevilmektedir. Dünyada nereye giderseniz gidin “Ben Türküm” dediğinizde saygı ve sevgi görüyorsunuz. Herkes Türkiye’ye gelmek istiyor. Türkiye’deki demokratik ruh, hoşgörü, yabancıya saygı, misafirperver olma her tarafta bilinmektedir. Kosova’da bağımsızlık ilan ediliyor, halk Türk bayrağını taşıyor, oysa bu bağımsızlığı Amerika sağlıyor. Türk olmakla şımarmamalıyız ama Türk olmakla mutlu olmalıyız. Türk olmakla ırksal veya dinsel özelliklerimizi kaybetmeyeceğiz. Irkımız kalacak, dinimiz kalacak, hepimiz kendi soyumuz ve dinimizle yaşayacağız. Ama ulus olarak, kültür olarak Türk’üz ve Türklüğümüzle mutluluk duymaktayız.

Türk ulusu olarak ileri bir topluluğuz. İnsanlığın içinde onlarla eşitlik içinde varlığımızı koruyoruz. Bunun yanında devlet yapılanmamız da yine vasatın üstünde, hattâ en ileri bir devletiz. Önce güçlü ama saldırgan olmayan ordumuz vardır. O bizim güvencemizdir. Zaman zaman sivillerin başaramadığı işlere müdahale ederek yerine getirir ve tekrar kışlasına çekilir. Böylece Türk milletinin demokratik yoldan ilerlemesine hizmet eder. Halkımız ordusunu seviyor, ordu da halkımıza saygılı.

Dinde dünyanın en güçlü halk organizasyonuna Türkiye sahiptir. Baskılar altında kurulmuş dini kuruluşlarımız, modern müsbet ilimleri benimseyerek varlıklarını sürdürmektedirler. Diyanet İşleri Başkanlığı dahil, bin sene önceki İslâmiyet’i ezberliyorlar. Oysa Bediüzzaman Nur Risaleleri ile yenilik yapmıştır. Gülenciler de dünyayı okullar ve üniversiteler ile fethediyorlar. Onların okulları her yerde artık üst seviyede okullardır. Hangi dini kuruluşun böyle okulları vardır? Demek ki dinde biz hem en güçlü hem de en ilerideyiz.

Siyasette de Gorbaçov Türkiye’ye gelmiş ve şunu söylemişti: Dünyada en güçlü siyasi partiler Türkiye’de var, onların içinde en güçlü olanı Millî Görüş partisidir; en güçlü teşkilât da İstanbul teşkilâtıdır. Diğer ülkelerde ya iki partili sistem vardır, ya da tek partili sistem vardır. Bizde ise çok partili sistem mevcuttur. Bütün engelleme çabalarına rağmen mecliste grubu olan dört parti vardır. Beşinci parti de güçlüdür. Darbelere ve kapatmalara rağmen Türk halkı siyasetine sahip çıkıyor ve çok partili sistemini yaşatıyor. Böyle bir demokrasiye ulaşmış başka bir ülke var mıdır? ABD’ye bakalım, Amerika’da demokrasi mi var? Sermayenin iki kolu yani Cumhuriyetçiler ve Demokratlar kendi kendilerine top oynar gibi demokrasicilik oynamakta. Son dönemlerde olduğu gibi ancak mahkeme kararı ile başkanını seçebilmektedir.

ABD’ye bile bakıldığında, demek ki dünyanın en ileri siyasi organizasyonu Türkiye’de vardır.

Türkiye dünyanın en güçlü halk ekonomisine sahiptir. Mahir Kaynak ‘bu ekonomi çok kırılgandır’ diyor. Hayır, Türk halk ekonomisi kırılgan değildir, 28 Şubat’tan sonra beş sene süreyle Türkiye ekonomisini yok edecek uygulamalar yapıldı. AKP iktidarı de hâlâ o ekonomi programını devam ettiriyor. Ama Türk ekonomisi bu saldırılara ve oyunlara rağmen ayaktadır. Anadolu holdingleri varlıklarını sürdürüyorlar. Krizler siyasi iktidarları yıkıyor ama Türk ekonomisi güçlenip devam ediyor.

Evet, Türkiye’nin dört büyük sorunu vardır, var olmaya devam ediyor; işsizlik, dış borç, yargı bağımlılığı ve dışa bağlı basın var. Bu sebeple siyasi iktidarlar çok zayıftır. Ordu dışında devlet kuruluşları arasında en gerideyiz ama ulusumuz yani halkımız o kadar güçlüdür ki, bu gücü sayesinde devletini ve ordusunu yaşatıyor. İstikrarlı ekonomisi var. En zorlu krizlerde bile halk kendi yağıyla kavrulabilmektedir. Eskiden ekonomi İstanbul’dan yönetiliyordu. Tehlikeli günler yaşandı. Ama 28 Şubat’tan sonra Anadolu ekonomiye el koydu ve şimdi artık daha çetin krizleri bile atlatacak hâle gelmiştir.

İlim bakımından ise Türkiye “Adil Düzen”i ortaya koymuş, dünyayı etkilemeye başlamıştır. III. bin yıl uygarlığının varsayımları Türkiye’de oluşmuştur. Hukuku ve fıkhı ilim saymayanlar olabilir ama unutmayalım ki sanayi hukuka değil, hukuk sanayiye hükmediyor. Bu ilmî çıkışın değeri kısa biz zaman sonra dünyada anlaşılacaktır. Şımarmamak şartı ile Türkiye’mizle sevinebiliriz. Güvende olduğumuzu ilan edebiliriz.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-450 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-280 İstanbul, 15 Mart 2008

 

IRAK MESELESİNİN FARKLI YORUMU

Amerika Birleşik Devletleri kafayı Türkiye’ye takmış, Irak bataklığına Türkiye’yi de sokacak. Ancak bunu bir türlü başaramıyor.

a)      Önce Türkiye’yi askeri bakımdan işgal ederek Türkiye’ye “Irak’a gir!” diyecekti. Sonra da Türkiye’den İran’a saldıracak, çıkacak savaştan sonra çekilecek, iki tarafı da savaştıracak ve sonunda ellerini kollarını sallayarak iki ülkeyi İsrail adına işgal edecekti. “1 Mart Tezkeresi” sayesinde Türkiye bu tehlikeyi atlattı.

b)      Sonra ikinci baskı ile tezkereyi çıkarttı. Ama bu sefer Türkiye kuzey Irak’a değil de Bağdat’a girecektir, hem de Ürdün’den girecektir. Türk ordusu bir manevra yaptı, kuzey Irak’tan ben koridoru açmazsam oraya gitmem dedi. İstemedi ve böylece kurtuldu. ABD Türkiye’yi işgale kalkışmasaydı Türkiye savaşa girebilirdi. Tâ Irak’tan dolaştırıp imha planını kurmasaydı Türkiye Irak’a girebilirdi. Amerika hata yapmış ve isteğine Türkiye’yi âlet edememiştir.

c)      Şimdi de hiçbir sebep yokken ille de Irak’a saldırması için var gücü ile harekete geçirdi. Cumhuriyet Halk Partisi dahil herkes, -buna ordu da dahildir;- ille girelim diye tutturdular. Bunu Amerika istediği için Türkiye de dolduruşa geldi ve olanlar oldu. Gayesi neydi; o zaman tam olarak anlayamamış ve keşfedememiştim. 1) Kürt liderler Amerika’yı dinlemez olmuş olabilir, onlara ders vermek için Türkiye’ye görev vermiş olabilir. 2) PKK’yı dağıtıp başka bir teşkilat kurmayı düşünmüş olabilir. Türkiye dağıtacak ve o yeni cepheye asker bulacaktı; İran’a veya Türkiye’ye karşı. 3) Türkler Irak’a saldırınca oradaki Kürtler Filistin’de olduğu gibi ölecek, artık PKK ile bir olacaklar, Türkiye’deki Kürtler de akrabalarının ölümüne dayanamayarak Irak Kürtleri ile birlikte bize karşı cephe alacaklar. 4) Türkiye Irak’ı işgale kalkışınca İran da öbür taraftan işgale kalkışacak, İran’la Türkiye arasında savaş başlayacak, böylece asıl ilk hayali gerçekleşecekti.

d)     Dördüncü denemesinin ne olacağını merak ediyorum...

Son denemede şaşkınlık içinde Türkiye’yi izledim. En çok orduya şaşırdım. CHP’nin sırf AK Parti’yi zor durumda bırakması için bunlara razı olması beni üzdü. MHP’nin işgalci politikasını samimi bulur, siyasi hesaplar yapamadığını söyleyebiliriz ama CHP cidden endişe verici duruma girmiştir.

Harekâtın acayiplikleri vardı.

a)      Amerika’ya gidilmiş, talimat alınmış ve savaşa öyle girilmiştir. Oysa talimat alınsa bile gizli tutulur. Bu nasıl bir siyasetti?!.

b)     Amerikan istihbaratı ile yerler bombalanacak, yani başkasının gözü ile araba sürülecekti! Bu yalnız haysiyet kırıcı değil, aynı zamanda çok tehlikeli idi. Nitekim Kıbrıs harekâtında bu yanlış istihbarattan dolayı bizim gemimizi bize batırtmışlardı.

c)      Başka bir acayiplik de, en elverişsiz şartlarda ve en soğuk günlerde harekât yapmak olmuştur.  Biraz önce değil, biraz sonra değil; tam tehlikeli günlerde saldırıldı.

d)     Nihayet ABD Savunma Bakanı geldi ve alenen tehdide başladı...

Yani, neresinden bakarsanız bakın, her şeyi ile anlaşılmaz bir harekât.

Savaş şimdilik bitti. Türkiye ne kaybetti? Hiçbir şey kaybetmedi.

1)     Türk ordusu kendisini denedi ve en kötü şartlarda bile harekâtını yapabileceğini gösterdi.

2)     Mafya tehdit için ayağından yaralarmış. Türk ordusu da PKK’ya ve ona destek verenlere; bak ben güçlüyüm, istediğim zaman birinizi bile sağ bırakmayabilirim hâ dedi ve gerekli dersi verdi. Bu yaz PKK hareketleri azalacaktır.

3)     Bu tür hareketlerde kimlerin ne tarafta yer alacağını öğrenmeye çalıştı. DTP’nin düzenlediği mitinglerin büyüklük ve durumu ile buralardaki halkın durumunu tesbit etti.

4)     CIA ihale alır. Başarırsa para alır, başarmazsa almaz. Şimdi başarmış oldu, parasını alacaktır. Böylece şimdilik Türkiye ile uğraşmayacaktır.

Türkiye bu zaferi nasıl kazandı? Türkiye’de güçlü kurmayların olduğunu bilin.

a)      R. Tayyip Erdoğan Amerika’ya gitti ve anlaşma yaptı. Türkiye girecek ama üç dört haftadan az kalmayacaktı. Sivil hedefler vurulmayacak, hiçbir PKK’lı öldürmeyecekti. Çünkü onlar ona başka yerde lazımdı.

b)     Asker üç dört haftalık girişin yerine bir haftalık girişi planladı. Çünkü Amerika’nın sonra Türk ordusuna ne yapacağı bilinmezdi. Hiç belli olmaz, bu sefer de başına ateşten çuval geçirilebilirdi.

c)      Harekâtta hafta dolunca ‘askerleri değiştiriyorum’ diye çekilmeye başladı. CIA bunu haber aldı. ABD planlarını uygulayamadan geri dönüyorduk. Şaşkına dönen Amerika yeni taktik uyguladı.

d)     ABD Savunma Bakanı aceleyle Türkiye’ye geldi üç-dört defa ‘on beş gün sonra çıkın’ dedi. ABD Başkanı da onu teyit etti. Asıl mesele Türkiye’yi kışkırtıp ‘senin sözünle mi çıkacağız’ deyip geri çekilmeye başlayan orduyu on beş gün Irak’ta tutmaktı. Böylece morali bozulan asker perişan bir şekilde avlanacak, başına çıkarılamaz çuvallar geçirilecekti. Ama Türk ordusu dolmayı yutmadı, devam etti ve çıktı.

Böylece hiçbir şey yapmadan muzaffer bir duruma geldik.

Bu arada başka bir şey daha oldu. Cumhurbaşkanı Gül Celal Talabani’yi davet etti. O da kabul etti. Bu kadarla da bitmedi. Celal Talabani de Ahmedinecad’ı ağırladı. Bu girişin en büyük sonucu bu olmuştur. Bizi birbirimize düşürerek Ortadoğu’ya hakim olmak isteyen Amerika üç büyük ülkenin kenetlenmesine sebep oldu. 

Bunun anlamı şudur:

a)      Irak yöneticileri demek istiyorlar ki; biz her dediğinizi yapacak durumda değiliz, devletimizi komşularla biz idare edeceğiz, ne Türkiye ile ne de İran’la bir anlaşmazlığımız yoktur.

b)     Türkiye İran’a; ben sana saldırmıyorum, Amerika’nın oluşturduğu PKK’yı barış içinde elbirliği ile çözelim mesajı verdi.

c)      İran; merak etme, ben Irak’a saldırmayacağım, birileriyle bir olup Türkiye’yi işgale kalkışmayacağız.

d)     Bu durumda, ABD’nin süper güç oluşu “1 Mart Tezkeresi” sonucunda sona ermişti. Çünkü Fransa, Almanya, Rusya ve Çin bizim tarafımızda olmuşlardı. Şimdi de Ortadoğu saldırısını ve işgalini sona erdirmek zorunda kalacaktır. ABD emperyalizmine ilk darbeyi vurmak Türkiye’ye nasip olmuştur. Bizim Amerikan halkıyla, İsrail oğulları ile bir sorunumuz yok. Bizim sorunumuz bizi ateşlere atmak isteyen sömürü sermayesi iledir. Darbe ne Amerikan halkına ne de Yahudilere karşıdır. Onlar da bizim gibi sömürü sermayesinin mazlumudurlar. Müsterih olsunlar.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3464 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2657 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2627 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2147 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2526 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2545 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2169 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2173 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2586 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2478 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1984 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2339 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2285 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2425 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2424 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2258 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2437 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2394 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2434 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2670 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2980 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2669 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2744 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2952 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3134 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3027 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3422 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5478 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3541 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3072 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3857 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3710 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3420 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3870 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3832 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4108 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4618 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3012 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3112 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3965 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3822 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2850 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2942 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3950 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7713 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5602 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4173 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3574 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3715 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4732 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4443 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4741 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4663 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4815 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4547 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3395 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4475 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3622 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5173 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3853 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5148 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5007 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4933 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3536 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3477 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3688 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5150 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4205 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5418 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4087 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5268 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4417 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4429 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4569 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4765 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5314 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4116 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5260 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4524 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3843 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4380 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4590 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4112 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4097 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4086 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4540 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5648 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9814 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4645 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3703 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3852 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3355 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3382 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3742 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5696 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4244 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3445 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler