ADİL DÜZEN 451
“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” S. KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 22 Mart 2008 Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 451. SEMİNER
“HİÇ BİLENLERLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (Kur’an; Zümer Sûresi, 39/9)
“İLİM TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
Bu dersin tamamı Yenibosna’da Cumartesi günü 18.00–21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
-DEĞERLİ ADİL DÜZEN ÇALIŞANI; BUGÜN ALLAH İÇİN YANİ ADİL DÜZEN İÇİN NE YAPTIN? BU HAFTA KAÇ KİŞİYE TEBLİĞ YAPTIN?-
Gayemiz ve Hedefimiz; Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır. Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL
***
*ÜMRANİYE İŞLETME SEMİNERLERİ; 5. SEMİNER
İŞLETME SENEDİNİN ÇIKARILMASI
***
*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ / YORUMLARI;
Sayın Başbakan’a Açık Mektup!
12 MİLYAR DOLAR ÇÖZÜM DEĞİLDİR
ORDU İLE TARTIŞMAK!
***
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
إِذَا السَّمَاءُ انشَقَّتْ(1) وَأَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْ(2) وَإِذَا الْأَرْضُ مُدَّتْ(3) وَأَلْقَتْ مَا فِيهَا وَتَخَلَّتْ(4) وَأَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْ(5)
يَاأَيُّهَا الْإِنسَانُ إِنَّكَ كَادِحٌ إِلَى رَبِّكَ كَدْحًا فَمُلَاقِيهِ(6) فَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ(7) فَسَوْفَ يُحَاسَبُ حِسَابًا يَسِيرًا(8) وَيَنقَلِبُ إِلَى أَهْلِهِ مَسْرُورًا(9)
وَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ وَرَاءَ ظَهْرِهِ(10) فَسَوْفَ يَدْعُو ثُبُورًا(11) وَيَصْلَى سَعِيرًا(12) إِنَّهُ كَانَ فِي أَهْلِهِ مَسْرُورًا(13) إِنَّهُ ظَنَّ أَنْ لَنْ يَحُورَ(14) بَلَى إِنَّ رَبَّهُ كَانَ بِهِ بَصِيرًا(15)
Sûrenin birinci bölümünde dünyanın sonundan bahsetmekte ve ondan sonra ne olacağını bildirmektedir. Sonra ikinci bölüme “Fa” harfi ile geçilmektedir. Mevcut olan dünyamızdan bahsederek insanın bu dünyadaki durumu anlatılmakta, niçin burada olduğu anlatılmaktadır.
İnsan çevresine baktığı zaman dünyayı düz kabul eder, sonsuz kabul eder. Zamanı da başı ve sonu olmayan bir akış kabul eder. Nitekim Yunan filozofları ve onları izleyen İslâm hukeması da böyle düşünmüşler, felsefelerini kâinatın kıdemine oturtmuşlardır. Kâinat ezelidir yani başlangıcı yoktur, kâinat ebedidir yani sonu yoktur sanmışlardır. Kur’an ise kâinatın zamanıyla ve mekânıyla sonradan yaratıldığını bildirmiş, bunun yanında sonunun olacağını da haber vermiştir.
Binlerce yıl süren bu tartışma sonunda ne olmuştur?
Sonunda hukemanın mağlubiyeti ile son bulmuştur.
Kim mağlup etmiştir?
Bugünkü müsbet ilim mağlup etmiştir.
Batı müsbet ilimler geliştikçe seviniyordu, tanrısız bir kâinatı keşfetmekte olduğunu sanmıştı. Oysa o ilimler tam da kelamcıların yani Kur’an ve Tevrat’ın dediklerini ispat etmiştir. Kâinatın yaradılışını Tevrat, kıyameti de İncil anlatmıştır.
Kâinatın sonradan yaratıldığını kanıtlayan deliller nelerdir, hatırlayalım.
a) Kâinat büyümektedir. Büyüyen bir şeyin başlangıcı olmak zorundadır. Ömrü hesaplanıyor, 13.7 milyar yıl etmektedir.
b) Güneşteki hidrojen helyuma dönmektedir. Sonsuz zaman geçseydi şimdiye kadar bitmesi gerekirdi.
c) Kâinatta entropi büyümektedir. Her şey soğumaktadır. Şimdiye kadar soğumadığına göre demek ki sonsuz değildir.
d) Nihayet yeryüzünde taşların ömrünü ölçebiliyoruz. En yaşlı taş 6 milyar yıl önce yaratılmış. Demek ki yeryüzünün ömrü sonsuz değildir.
Bunun yanında kâinatın kalan ömrü üzerinde de fikir sahibiyiz.
a) Kâinat samanyolumuza benzer galaksilerden oluşmaktadır. Bunlar birbirinden uzaklaşmaktadır. Bütün galaksiler dönmekte ve birbirine yaklaşmaktadır. Sürtünme kuvvetleri onları birleştirmektedir. Sonunda galaksinin merkezinde bütün yıldızlar toplanmış olacaktır.
b) Güneşin yağı tükenmekte, hidrojen bitmektedir. Şimdi güneş dünyaya ışık salmakta, ışın basıncı ile bu büyüklüğünü korumaktadır. Hidrojeni bitince artık bu basınç kalkacak ve güneş genişleyecektir. Dev kızıl yıldız olacaktır. İşte bu da bu düzenin sonunun geleceğini bize haber veriyor. Gökyüzünde böyle olan yıldızlar vardır.
c) Entropinin büyümesi devam edince, yeryüzünde artık sıcak soğuk kalmayınca hareket de olmaz, hayat da olmaz.
d) Kâinat genişlemektedir. Kesin bilmiyoruz ama belki de bir gün bozulmaya başlayacaktır. O zaman tüm kâinat kara delikte toplandığı gibi birleşecektir.
Hasılı, bugünkü astronomi bilgileri bize kesin olarak kâinatın sona doğru gittiğini göstermektedir. Böylece hiç kimsenin itiraz etmeyeceği bir şekilde kâinatın başı ve sonu olan bir varlık olduğu ilmen ispat olmuş olmaktadır.
Kur’an’ın sadece bu âyeti bile onun İlâhi söz olduğunu ispat etmeye yeterlidir. Kur’an bunları anlatırken sadece yaratılmıştır, sonu vardır demekle yetinmez; Kur’an bunların nasıl olduğunu ve olacağını da anlatır. İnceliklerine girer ve ilmin verileri ile söyledikleri onaylanır. Kâinatın büyümekte olduğunu çok açık bir şekilde ifade eder. Bu sûrede de kâinatın nereye gittiğini anlatmaktadır.
إِذَا السَّمَاءُ انشَقَّتْ (EiÜav elSaMAEuv ıNŞaqQaT) “Sema inşikak ettiğinde.”
“İza” kelimesi zarf veya şart olarak gelir. “Ükrimüke İza Teci’/ Geldiğinde sana ikram edeceğim.” dediğim zaman, şart değil zarfı ifade etmiş olur. Gelmemin de şart olduğu anlatılmış olur. “İza”yı başa alabiliriz. “İza Ci’te Ükrimüke/ Geldiğinde sana ikram ederim.” Gelmen ikramım için illettir. “Fa” harfi ile getirilirse her gelişinde sana ikram edeceğim demektir.
Şimdi burada şart değil zarf olarak gelmiştir ve takdim edilmiştir. Yani inşikak kedhin için illettir. Sen sema inşikak ettiğinde Rabbine kedh edeceksin denmiştir. Buradaki cins isim olabilir. Her sema inşikak ettiğinde denmiş. Yedi sema ayrı ayrı inşikak etmiş olur. Her bir semanın kendine göre inşikakı olacak ve inşikakta insan Rabbine kadih olacak demektir. Semadaki harfi tarif ahd için de olabilir. O takdirde bir sema kastedilmektedir. Hangi semanın kedhe sebep olduğunu düşünmemiz gerekir. Sıra ile ele alalım.
1) Yağmurlu semanın inşikak etmesi nasıldır? Bugün su buharı on kilometrenin üstüne çıkamamaktadır. Üstündeki atmosferin basıncı bunu tutmaktadır. Soğukluk da buna yardım etmektedir. Herhangi bir şekilde sıcaklık veya büyük değişikliğe uğrayınca su baharı kaçmaya başlar ve yeryüzünün suyu boşalır. Kur’an’ın başka yerinde de buna işaret eder; o gün sema teşakkuk eder diyor.
2) Bundan sonra gelen ikinci sema var. Bu da atmosferi içermektedir. Atmosfer de iyonosfer tabakası tarafından korunmaktadır. Dolaysıyla hava uzaya kaçmamaktadır. Eğer bu tabakada değişiklik olursa hava uzaya kaçar, basıncı azalır, su da kaçar. Ayrıca göklerden gelen taşlar da artık yeryüzüne yağmur gibi yağmaya başlar.
3) Üçüncü semanın inşikakı ise ışıklı tabakanın yani elektrik tabakasının değişmesidir. Bu tabaka da kendisini güneşten gelen ışıkla dengede tutmaktadır. Güneş lekelerinde meydana gelecek büyük değişiklik bu tabakayı etkileyecek ve bu tabaka korunmasını kaybedince hava uçacak, arasından su boşalacak.
4) Bundan sonra ay tabakası dünyanın kendi etrafında dönmesini, gel-git olayları ile su akıntılarını ve hava dolaşımını sağlamaktadır. Bu semanın inşikakı ayın yerden kopması ile olur. O da uzaydan gelecek kuyruklu yıldız etki ederek ayı yerden koparabilir. Bu takdirde yer yaşanmaz hâle gelir. Gece-gündüz dengesi kaybolur, sularda çalkantı yok olur, hava kirlenir ve hayat yok olur.
5) Beşinci sema güneş semasıdır. Güneş semasının inşikak etmesi ise güneşteki hidrojenin tükenmesi ile bugün güneş neşrettiği ışığın baskısı ile güneş sıkışık durumdadır. Oysa hidrojen bittiği zaman bu baskı kalkacak ve güneş birden büyüyecek ve bizim bulunduğumuz yeryüzüne de gelmiş olacaktır. Artık yer bağımsızlığını kaybedip nesi varsa hepsini güneşin içine boşaltacaktır.
6) Altıncı sema galaksi sistemidir. O semanın inşikakı ise galakside mevcut olan bütün yıldızlar merkezdeki kara deliğe döküldükten sonra meydana gelecek büyük basınç sebebiyle patlama olacak ve yeni kâinat başlayacaktır. Diğer galaksiler de kendi dünyaları içinde ayrı âlem yaşayacaklardır. Böylece bizim galaksimizin diğer galaksilerle olan ilişkisi kesilmiş olacaktır. Onlardan ışık da alamayacağız. Uzaklıkla orantılı hız artar. Sonuç artık hız ışık hızına ulaşır. Bize bir şey gelmez. Çünkü v=H*R*Fi dir. Yani bir galaksinin bizden uzaklaşması başlangıçtaki o galaksi ile olan açımız orantılıdır. Kâinatın yarıçapı c*t dir. v=H*c*t*Fi dir. C’ler birbirini götürürse t=H*c*Fi olur. Demek ki bu kadar sene sonra artık en yakın galaksiden bile bize ışık gelmeyecek, o galaksilerin hepsini biz sönmüş göreceğiz.
7) Yedinci semanın inşikakı ise artık birbirlerine ışıklarını ulaştıramayacakları duruma gelmeleridir. Başka bir şekilde eğer kâinat büyümesi duracaksa o zaman büzülecek, tekrar kara delik olduktan sonra yeniden patlayarak âhireti oluşturacaktır. Bu takdirde bu kâinat beraber olacak demektir. Ahd için aldığımızda bunlardan biri olacaktır demektir. Ama diğerleri olmayacak manâsı çıkmaz. Sadece bunlardan birisi ile insanlık sona erecek demektir.
Bakınız, âyet bugünkü ilimlerle ne kadar uygun izah edilmektedir. Yani Kur’an ilim ile kendisinin Allah sözü olduğunu ispatlamaktadır.
وَأَذِنَتْ لِرَبِّها (Va EaÜiNaT Lı RabBıHAv) “Va Rabbine izn etti.”
Sema işitti demektir. “Ezine” ise dinledi demektir. İşitirsin ama onu kabul edip bir şey yapmazsın, oysa izn ederse onu dinlemiş ve gereğini yapmış olursun. İzin verem manâsı da buradan gelir. Yani talebini kabul etti demektir. “Ezine” lazım bir fiildir ama “Li” harfi ile teaddi eder. Yani Rabbi dinledi demek olur. “Ezine”nin sülasi manâsı kulak oldu anlamına gelmiş olur. Rabbine kulak verdi, sözünü dinledi ve istediğini yaptı anlamına gelir.
Burada semanın dinlemesi ne demektir? Sema şuurlu bir varlık değil ki dinlesin.
Bunu iki şekilde yorumlayabiliriz. Onun kanunlarına, onun isteğine uydu manâsındadır ki, burada izin kanunlarına tâbi olma demektir. Bu şekliyle anladığımızda “Rabbi” kelimesinden anlıyoruz ki sema evrim geçirmiştir. Yani birden yaratılmamış, zamanla oluşturulmuştur.
Gerçekten nasıl insan bir hücreden oluşmuşsa, kâinatın büyüklüğü 100 000 de bir saniyede ışık yol alacak kadar küçüktür. Işık hızı saniyede 300 000 kilometredir. Bütün kâinat başlangıçta 3 kilometreden daha küçüktür. On milyar yıldır büyümektedir. Bu genişlemeden önce ışık olmuş, sonra duman olmuş, galaksiler olmuş, sonra yıldızlar oluşmuş, sonra gezegenler oluşmuş, sonra su ve hava tabakası meydana gelmiş, güneş ışınları çevresinde ışıklı tabaka oluşturmuş. Bir evrim sonunda gökler oluşmuştur. O halde atmosferin dengede kalması için güneşten gelen ışınlar ozon tabakasını, ozon tabakası hava tabakasını, hava tabakası yağmur tabakasını, yağmur tabakası da su tabakasını korumaktadır. Yoksa yeryüzü çıplak olurdu.
İşte Rabbine kulağını vererek onu dinleyecektir. Çünkü inşikak etmesi evrim gereğidir. Daha iyi kâinatın olması için bu kâinat öldürülecektir. Burada semanın muhatap olması onu tedvir eden meleklerin olması demektir. Doğa kanunları değişmez ama doğa kanunlarının kullanılabilmesi için onu düzenleyen işçilerin olması gerekir. Bunlar melekler, ruhlar, cinler ve insanlardır.
وَحُقَّتْ (Va HuqQaT) “Ve hak olduğu zaman.”
“Hukka” develere alaf yani yem dağıttıkları kovanın addır. “Hak” kelimesi deveye düşen paydan gelir. “Tahakkuk etmek” demek, herkese payını vermek demektir. “Tahakkuk etmek” gerçekleşmek demektir. “Hak” ortaya çıkan demektir ama bir işe yarayacak şekilde ortaya çıkan demektir. Fiil lazımdır ama “Li” harfi ile teaddi eder. Rabbi için hokkalandı, tartıldı, dağıldı demektir. Dağıldı ve dolduruldu, ayrıldı anlamına gelir. Bir evi bozarsınız, sonra onunla yeni ev inşa edersiniz. Allah da bu göğü dağıtacak ve aynı malzemeden yeni gök icat edecektir. Semaların inşikaklarını anlatmıştır. Sonra sema yeni düzene girecektir.
وَإِذَا الْأَرْضُ مُدَّتْ (Va EaZa eLEaRWu MudDaT) “Arz med olundukta.”
“Midad” mürekkep demektir. “Meddetmek” suyun döşemeye yayılması anlamındadır. Ayrıca “medet” yardım etmek demektir. Zor durumda olana yetişmedir.
Burada “Ve” harfi getirilmiş, “İza” tekrar edilmiştir. O halde semanın inşikak ettiği zaman ile arzın imtidat edildiği zaman farklıdır. “Ve” harfi ile getirildiği için sıra sözkonusu olmayabilir.
Yerin yaygınlaşması nasıl olabilir?
a) Yer arzın zaman aşınması sonunda düzelmekte, dağlar artık ortadan kalkmaktadır. Bu nasıl olacaktır? Mağma tabakası devamlı soğumaktadır. Yerin çekirdeğinde bulunan ağır metaller parçalanarak ısısını korumaktadır. Yer de şimdilik güneş gibi kendi yakıtına sahiptir. O da bir yakıttır, o da bitecektir. O zaman mağma tabakası soğuyacaktır. Artık yeni dağlar oluşmayacaktır. Dağlar da böyle aşınacak ve çukurlar dolacaktır. Bu arzın düzlenmesi demektir.
b) Yahut güneş yeri sardığı zaman yerin çevresi ısınacak, sıvı hâline gelecek, düzleşmiş olacaktır.
c) Yer kara deliğe düştüğü zaman ne olacaktır? Kara delik ışık neşretmektedir. Dolayısıyla ne atomlar birleşebilmekte ne de atomlar ayrışabilmektedir. Sadece atom ve elektronların arasındaki mesafe küçülmektedir. Yeryüzünde mevcut olan varlıkların durumu ne olmaktadır, bilmiyoruz. Ama nasıl soğuyan et öyle kalkmakta ve bozulmamakta ise kara deliğe düşen arz da böyle kalabilir. Atomlar, hattâ moleküller donmuş kalabilir. Sonra genişliğe çıkıldığında onlar tekrar eski halleri ile çıkabilir. Bu takdirde bu medd olmak demek genişlemek manâsını taşır. Yani mürekkep gibi uzaya yayıldığı zaman anlamı çıkabilir.
d) Asıl sorun şudur. Bugün aynı yerde değişik insanlar gelip yaşamaktadır. Âhirette bütün bunlar birlikte dirileceklerdir. Aynı yerde birçok nesil nasıl dirilecektir? Dört boyutlu uzay içinde düşündüğümüz zaman dört boyutlu uzay beş boyutlu uzay olarak dirilecekleredir. Yani her yer kendi dördüncü uzayı bırakarak ona dik başka bir uzay içinde gelişecektir.
Şekle baktığımızda yatay çizgiler bu dünyada peş peşe aynı mezara gömülen insanları göstermektedir. Ayrı ayrı zamanlarda aynı mezara girebilmektedirler. Üç boyutlu uzay dört boyutta zamanı çizmektedir. Âhirette ise dört boyutlu uzay beş boyutta ebedi zamanı çizmektedir. İnsanların hepsi kendi mezarlarından kalkmaktadır. Çünkü daha öncekinin mezarı orada kalmıştır. Arzın meddolunması demek dört boyutlu uzaya yayılması demektir.
Birinci “iza” kâinatın çöküşü, ikinci “iza” ise ikinci surun üfürülmesidir. Şimdi çok boyutlu uzayı bildiğimizde âhiret hayatı ile bu âyetteki müddet çok daha kolay anlaşılır hal alır.
وَأَلْقَتْ مَا فِيهَا (Va EaLQaT) “Ve ilka ettiğinde.”
“Lukat” yanak demektir. “Lika” kavuşmak manâsında olduğu gibi “İlka” yanak yanağa gelme demektir. “İlka” müteaddi olduğu zaman yanına koyma, uzatma, elindekini yere bırakma demektir. Burada da yer içinde ne varsa ilka edecektir. Yani dört boyutlu uzaya doğru göndermeye başlayacaktır. Kendisi olmayacağı için oradakiler ilka edilecek denmektedir.
“Mâ” kelimesi akıllı olmayan varlıklar için kullanılır. Ama eğer bareebrelrse “Men” değil “Mâ” kullanılır. Dolayısıyla burada “Mâ” kişileri ve insanları da içerir. Ne varsa dışarıya attı dediğimiz zaman orda insanlar varsa onlar da o ifadenin içine girerler.
وَتَخَلَّتْ (Va TaPalLaT) “Tahalli ettiği zaman. Boşaldığı zaman.”
Arz boşalacaktır. Artık yeni zamanın içine, âhiret zamanının içine girecektir.
“Tahalli etme” demek, delip geçme anlamındadır. Boşalmakla akrabalığı vardır. Boşalmak manâsına geldiği gibi sülasisi de boşalmaktır. Tefaul babı da boşalmak anlamındadır. Boşalmak içerdekilerin dışarıya çıkmasıdır. Tahallukl etmek içmek kedisnşn dışarıya atamsı dır. Arz boşalacaktır. Âhiret hayatı ile bu dünya hayatı arasındaki büyük farklardan biri de, biz şimdi dört boyutlu uzaya çıkamıyoruz. Oysa âhirette bu çıkış imkan dairesine girmiş olacaktır. Bu Zilzal Sûresi’ndedir.
وَأَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْ (Va EaÜiNaT Lı RabBIHAv Va XuqQaT)
“Ardına üzn etmiş ve hak olunmuştur.”
Sema ne yapmışsa arz da onu yapmıştır. Gökler ve yerler yaratıldığı zaman Allah birçok kanunlar koymuş, o kanunlarla bu ölümlü kâinat doğmuş, gelişmiş ve bu seviyelere ulaşmıştır. Âhirette yeni hayat başlayacak, ölümsüz hayat başlayacaktır. Orada da evrim devam edecektir. Daha iyi ve daha düzenli bir hayata doğru ilerleyeceğiz. Cennettekiler bu ilerlemeyi cezasız zevk içinde, cehennemdekiler ise acı ve üzüntü içinde yol alacaklardır. Ama evrim devam edecektir.
İnsanlar binlerce yıl evrimin farkında bile olmamışlardı. Evrim o kadar yavaştı ki bir nesil bunun farkına bile varamıyordu. Tarihi bilgileri de olmadığı için bunun farkında olmamışlardır. Oysa peygamberler hep bunu anlatıyorlardı. 19. asırda her şeyin keşfedildiği zannedilmiş, artık bulacağımız bir şey kalmamıştır sanılmıştı. Radyo, televizyon, uçak, motor, bilgisayar, DNA’lar hep 20. yüzyılda keşfedildi. Şimdi de ilerde insanlığın ne keşfedeceğini bilemiyoruz.
Âhirete vardığımızda devamlı gelişecek ve uygarlaşacağız. Zannedersiniz ki artık daha ileri daha iyi ne var. Bilemeyiz ama geriye baktığımız zaman sürekli olarak yol alacağız. Bunu bu âyette Rabbine kulak vermiştir yani evrilleşmeye devam edecektir demektir. Bu asgari olarak cennet veya cehenneme gidinceye kadar böyle olacaktır.
يَاأَيُّهَا الْإِنسَانُ (YAv EayYuHav eLEıNSANu) “Ey insan.”
“İnsan” cins isimdir, yani ayrı ayrı insanları ifade etmez. Bütün insanları da birlikte insanları da ifade etmez. İnsan denen varlığı ifade eder.
Burada insanı diğer varlıklardan ayıran bir özelliği olduğu için “ey insan” diye hitap etmektedir, yani sen öyle yaratıldın ki gurbette bırakıldın. Bütün hayatın ve çaban O’na yaklaşmak, O’na varmaktır. Cehenneme gidecekler bile O’na doğru koşmaktadırlar. Cennete gidecekler yine O’na doğru koşacaklar. Sonra ne olacaktır? İnsanlar O’na hep yaklaşacaklar.
إِنَّكَ كَادِحٌ (EinNAKa KADiXun) “Sen kadihsin.”
Çalışan insanın üzerinde belirleyen iz kadihdir. İşçilerdeki sertleşme veya çıplak yürümenin sertleşmesi sonucu oluşan sertlik. Çabalama, gayret sarf etmek demektir.
Sen Rabbine kadihsin.
İnsan spermi anne karnında yumurtaya doğru koşar. Bu bir kedhdir. Sonra yumurtayı delip girmek ister, o da kedhdir. Ondan sonra artık kişilik başlar. Dokuz aylık gebelik müddetince hep dünyaya çıkmak için kedh eder. Sonra onbeş yaşına kadar evlenip çocuk yapacak yaşa gelmesi için kedh eder. Sonra evlenir ve çocuklarını büyütmek için kedh eder. Yaşlanır, mezara girer, orada tekrar çıkmak için kedh eder. Arasat meydanına gelir, orada cennete gitmek için kedh eder. Cennete girdiğinde de Allah’a daha yakın olması için kedh eder.
Demek ki insan yaratılmasından cennetteki bekasına kadar hep bir yere koşmaktadır. Oraya ulaşmak için gece demeden, gündüz demeden emek sarf etmektedir. Nereye koşuyor, kime koşuyor?
إِلَى رَبِّكَ (EiLAv RabBıKa) “Rabbine.”
Sen seni var edip yetiştirene doğru koşuyorsun. O’na varmak için yol almaktasın. Dünya gemisi, kâinat gemisi O’na doğru gidiyor. Bütün çabanın halikı ve Rabbi Allah’tır. Sen O’na koşuyorsun. Oraya gitmek için çaba sarf ediyorsun. Buraya başka ne için geldin ki, neye yarayacaksın ki? On milyarlık kâinat içinde 100 yıl yaşayıp yok olacaksın. Hem de sıkıntı ve eziyetler içinde yaşayıp yok olacaksın. O zaman buraya gelmene ne gerek var.
Hayır, en ekremi mahlukat olarak yaratıldın. Ama bir şartla, bunu sen emeğinle hak edeceksin. Böylece çaba sarf ederek bir yere varacaksın. Ona göre mükafat ve mücazat içinde olacaksın. Bu sebepledir ki devlette vatandaşlara doğrudan yardım yerine bir şey yapmaları hâlinde verilmesi gerekir. Herkes terbiye içindedir. Kâfirler ve zalimler de terbiye edilmektedirler. Onlara da tevbe öğretilecek. Başka sığınacak yer olmadığını anladıkları zaman onlar Rablerine yaklaşacaktır. Şeytan da karşı gelmenin cezasını işlediği günahlarla çekecek, günahlarının cezası da cehennemde çekecek, sonra Rabbine gidecektir.
كَدْحًا (KadHan) “Kedhan kedhedeceksin.”
“Kedhan” masdardır. Mutlak mef’uldür. Bu mef’ul tekit için gelebilir. Sen kedh ederek Rabbine yol alacaksın. Sıkıntılar, zorluklar çekmeden, kedh etmeden bir yere varamazsın demektir. Kedhan yorularak Rabbine yol alacaksın.
Bu bize şunu öğretmektedir ki, sosyal güvenliği sağlayan kimseye bir şey verilirken mutlaka sıkıntı karşılığı verilmiştir.
فَمُلَاقِيهِ (Fa MuLKAQıHı) “Ona mülaki olacaksın.”
Buradaki insanın sonunda O’na mülaki olacağını bildirmektedir. İyiler de kötüler de O’na mülaki olacaklardır, O’na kavuşacaklardır. Zaten bugün Allah bize şah damarımızdan daha yakın değil midir? O’na biz nasıl mülaki olacağız? O bize yakındır ama biz O’na yakın değiliz. Komşuluk iki taraflı olur. Oysa Allah diyor ki, O komşun olur ama O’na komşu olunmaz. Allah bizimle doğrudan insanla görüştüğümüz gibi görüşmemektedir.
Biz henüz o seviyeye çıkmadık. Nasıl küçük çocuk konuşamaz, olgunlaştıktan sonra konuşursa, biz de Allah’la şimdi konuşamıyoruz. Henüz o yaşa gelmedik. Âhirette ise o yaşa gelecek ve O’nunla konuşacağız. İnsan O’nunla karşı karşıya gelsin diye bu uzun çabayı Allah bizim için takdir etmiştir. Bu uygulamayı dünyaya nasıl adapte ederiz?
İşte biz şunu yapıyoruz.
İnsan doğduğu tarihten itibaren eğitime başlar. Anne eğitiminden sonra baba eğitimine girer, sonra çevrenin eğitimi başlar. İnsan 7 yaşında mümeyyiz olur. Standart yaş budur. 1+2+4=7’dir. Öğrenci bilgilerini çevresinden alacaktır. Başlangıçta anne babası yardımcı olacak, öğretmenlerini bulacaktır. Ama çocuk her hafta imtihana girmelidir. Bilgisayarı kullanarak derslere cevap vermelidir. Mesela ilk hafta bir ve iki sayılarını öğrenmelidir. Bir adam = 1 yazılacak, 2 kişi = 2 yazılacak. Sonra bir veya iki adam, keçi, lamba konacak, karşısında 1 veya 2 tuşa bas denecek. İşte böylece bir ve ikili sayılar öğretilecek. Saymayı öğrenecek, paketleyerek ikili üçlü paketler yapabilecek. Sonra harfler öğretilecek, yazı öğretilecek. Her hafta yaptığı derslerden not alacak. Sene beklemeden öğrenimde sınıfını atlayacak. Öğrenci ömrünün sonuna kadar ders çalışıp her hafta imtihana girecek ve not alacak. Aldığı not onun topluluktaki kıdemini belirleyecek. Her topluluk bir araya gelince derecelere göre sıralanacak. Başkanlık yapmak birinci sırada olanların hakkı olacak. Bir iş yaptıkları zaman ücretlerini derecelerine göre alacaklar. Çalışma kredilerini derecelerine göre alacaklar. Emekli oldukları zaman derecelerine göre maaş alacaklar. Emekliler imtihandaki başarılarına göre dereceler almış olacaktır.
Görülüyor ki bu sistemde insanlar beşikten mezara kadar kedh içindedirler.
Bu ilimde böyledir.
Ekonomide ise kişi kredi alıp o gün işe gitti mi ona göre mesleki derece alacak, ona göre de ücretinde bir artış olacaktır. Dolayısıyla herkes çalışıp başarmak isteyecektir. Kredi almayan sosyal yardım alacaktır ama kedhde bulunmayacak demektir.
Siyasette de rütbesinin artması, kıdem kazanması için nöbet tutacak, tatbikatlara katılıp askeri yarışmalarda derece alacaklardır.
Dinde bu takva nasıl olacaktır?
Toplantılara katılanlar, suç işlemeyenler dinde derece alacaktır.
Görülüyor ki biz de insanı kedh içinde bırakacağız, devletle karşı karşıya gelecektir. Bunlar imtihandır. Ona göre mükafat veya mücazat sözkonusu olacaktır.
فَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ (Fa EamMAv MaN EuTiYa KıTAvBaHUv Bi YaMıNıHIy)
“Kimin kitabı sağından verilmişse.”
Muhasebe tutuluyor. Herkesin aldığı ve verdiği yazılıyor. Suçlar da yazılıyor. Şöyle keffaret cezaları vardır. Misal, kırmız ışıkta geçenlerden 100 YTL alınır. Bu alındığı gibi ayrıca işlediği suç defterine ilave edilir. Hataen adam öldürmenin de diyeti vardır. Hırsızlığın cezası vardır. Zinayı da ona denk sayabiliriz. Bütün bunlar işlenen suçlardır. Kişinin bunlara karşı elde ettiği haseneler vardır. Bunlar da değerlendirilir. Defterde borçlu ve alacaklı görünüyorsa, bunları siyasi haklardan mahrum edebiliriz. Yönetimde oy sahibi olmayabilirler, seçimde oy kullanamaz, seçilemezler. Ama eğer bu hesaplarda kişinin iyilikleri kötülüklerden fazla ise o zaman da sağ tarafından vermekteyiz. Alacaklar fazla ise muhasebe defterinin sağında olanlar fazla gelir. Sağ tarafı tartmış olur. Allah borçlu olur. Kişi cennete gider. Giriş kapıları vardır. Solda olan cehenneme gider, sağda olan kapı cennete götürür. Cehenneme gideceklerin defterleri sol tarafta bulunur, görevli kapıya gelenlere sol tarafına verirler. Artık oraya girerler. Defterlerinde sağ taraf hakim ise sağ tarafına verilir, onlar da cennet kapısından girerler.
Bu nerden sonra olacaktır?
Gökler yarıldığı ve yer düzenlendiği zaman olacaktır. Rab ile mülakat o zaman olacaktır.
Ondan sonra gelen “Fa” Fayı tafsiliyedir. O mülakat esnasında olacaktır. Fayı takibiye olarak alırsak, mülakattan sonra olacak anlamı çıkar ki, böyle bir oluşu açıklamamız zordur.
ِفَسَوْفَ يُحَاسَبُ حِسَابًا يَسِيرًا (Fa SaVFa YuXASiBu XıSABan YaSIyRAn)
“İleride yesir bir hısabla muhasebe edilecektir.”
Burada “Fa” harfi tertip için gelmektedir. Bu muhasebe defter verildikten sonra olacaktır. “Sevfe” de ilerde olacağını ifade eder. Tertib ama ara ile yapılmış bir tertib.
Buradan şunu öğreniyoruz. Âhirete varıldığı zaman, mezardan kalkar kalkmaz kişi iki görevli ile birlikte bulur kendisini. Biri sağında durur ve kendisini korur, diğeri solunda durur ve kendisini tutuklar. Biri de arkalarında onlarla beraber giderler. Sağdaki görevli ile soldaki görevli arasında bir niza çıkarsa arkadan gelen karar verir. İkisinin defterinde sağ tarafı fazla ise defter sağdaki görevliye verilir. Eğer sol tarafı fazla ise sol tarafta olan görevliye verilir. Mahkemeye kişi böyle getirilir. Mahkemede sağda oturtulur veya solda oturtulur. Kişinin elinde hesap defteri var, içinde bütün hayatı yazılıdır. Sağdaki görevli savunur. Soldaki görevli suçlar. Baş görevli ise kararlar alır. Yazılanlar gözden geçirilir. İnsanın yaptıklarını teker teker ona gösterirler. Kişinin savunması alınır. Önce defterleri soldan verilenler hesaba çekilir. Sağdakilerin defterinde olmayıp soldaki defterde borç olarak girenler bu defterlere aktarılarak defter tamamlanır. Sonra da sağdakilerde mevcut olmayan haksızlıkları varsa onlar düşülür. Alacaklıların defterlerine eklenir. Bunlar karşılıklı olduğu için mahkeme kararları sona doğru birden ilan edilir: Böylece defter üzerinde gerekli değişiklikler yapıldıktan sonra Allah’a arz edilir.
وَيَنقَلِبُ إِلَى أَهْلِهِ مَسْرُورًا (Va YaNQaLiBu EiLAy EaHLiHIy MaSRuvRan)
“Ehline mesrur olarak döner.”
Burada “ehline mesrur olarak döner” dendiği zaman, çocuklar ve hastalar demek ki beklerler. Aile olarak beklerler. Ehline yani cennete gidecek yakınlarına mesrur olarak döner. Sonra birlikte cennete giderler.
Bu dünyada da benzer mekanizmayı kurmamız gerekir. Nasıl polis trafik cezaları yazıyorsa, kişinin işlediği suçları hemen cezalandırma yerine defterine yazma ve yıl sonunda Ramazan Bayramı’nda yıl içinde yaptığı iyi ve kötü işler o defterde görülecektir. İyilikleri fazla olanların defterleri onun lehine olanları yazan muhasibe verilecektir. Suçlu olanların defterleri suçlayacak muhasibe verilecektir. Kurban Bayramı’na kadar ithamlar üzerinde soruşturma devam edecek ve sonunda bir duruşma ile kişi ya beraat edecek ve mükafatlandırılacaktır, ya da suçlu görülecek ve cezalandırılacaktır. Niçin böyle yapılacak? İnsan yıl içinde rahatsız edilmeyecek, her gün muhakeme, her gün ceza ile karşı karşıya kalmayacaktır. Polis ceza yazmıştır. Ama adam suçlu değildir. Polis ispatla mükelleftir. Bunun için Ramazan Bayramı ile Kurban Bayramı arası tüm savunma ve hak arama dönemidir. Yıl içinde insanlar suç ve cezalarla uğraşmazlar, uygulama ile uğraşırlar.
Demek ki suçluyu hemen yakalayıp cezalandırma yerine, serbest bırakıp sonunda cezalandırma ilkesi getirilmiştir. İşte dünyadaki mühlet ve âhirette hesaplaşma ilkesi dünyada da uygulanır. Borç ve alacak hesapları ise ölümü hâlinde muhasebe edilir. O zamana kadar yalnız borçlanma ehliyeti kalkar. Onun dışında cebri icra konmaz.
وَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ وَرَاءَ ظَهْرِهِ (Va EamMAv MaN EuTiYa KıTAvBaHUv VaRAE JaHRıHIy) “Kitabı zahrın verasından verilenler.”
Kur’an’da kitabı verilenler beş yerde geçmektedir. Biri, her ümmet imamları ile davet olunur. Kimine kitabı sağdan verilenler diyerek onların kurtulduklarını anlatır. Burada kitabı soldan verilenlerden bahsetmez. Sonra dört yerde daha geçer. İkisinde kitabı sağdan verilenler deniyor. Diğer birinde kitabı şimalinden verilenler, birinde de arkasından verilenler diyor. Tutuklu götürülürken kişinin tutuklayıcısı sanığı arkadan takip eder. Kitabı yani hesap defterini arkadan uzatarak verir. Mahkemeye getirildikten sonra defter üzerinde muhakeme edilip cehenneme gidileceği zaman da soldan verilir ve sol kapıdan gider. İyilere ise hep sağdan verilir.
İşte böylece Kur’an bize dünyadaki tutuklama veya tanığı mahkemeye getirme yollarını da tarif ve tasvir etmektedir. Kur’an nâzil olduğu zaman Arabistan henüz devlet aşmasına gelmemişti, polis teşkilatı yoktu.
فَسَوْفَ يَدْعُو ثُبُورًا (Fa SavFa YaDGUv ÇuBUvRan)
“İleride sübura diye dua edecektir.”
“Sebr” “tibr” kelimesine akrabadır. Mahvoldum, ezildim anlamında bağırıp çağırmadır. Acıdan cıyak cıyak bağırmadır. Ölüler üzerinde ağlamak süburdur. Kerbela şenlikleri bir süburdur.
وَيَصْلَى سَعِيرًا (Va YaSLAv SaGIyRAn) “Ve saira varacaktır.”
“Sair” sıcak ama alevi olmayan, ateşi olmayan fırın demektir. Orada pişirilecektir demektir.
Cehennem bir eğitim yeridir. Dünya hayatında sınıfta kalanlar orada bitirme derslerini alacaklar ve olgunlaştıktan sonra çıkacaklardır.
إِنَّهُ كَانَ فِي أَهْلِهِ مَسْرُورًا (EinNaHUv KAvNa FIy EaHLiHi MaSRURan)
“O ehlinde mesrur idi.”
Yukarıda ehline mesrur olarak inkılab edecektir demiştir. Burada da o mesrur idi diyor.
Buradan şu manâları çıkarabiliriz.
a) O dünyada ailesinin yanında mesrur idi ve zulümlerine devam ediyordu. Oysa şimdi sübura sübura diye bağırıp çağırmaktadır. Bu manâ hemen hemen bütün müfessirlerin verdiği manâdır.
b) Diğer manâ ise kâne nâkıs fiil olarak alınırsa sâre manâsı olur. O da ehlinde mesrur olmuştur. Bu da cehennemde de aile hayatının yani akrabalıkların, dostlukların devem edeceği, o cehennemin sıkıntısını birlikte olmadan dolayı sevinçle gideceklerini ifade etmiş olur. Bu da cehennemde bir insanın sevmek ve sevilmekle mesrur olacağını ifade eder.
c) Başka bir anlamı da, cehennemden çıktıktan sonra yine o da ehlinin yanında mesrur olacaktır. Yani cehennemlikler ise hapishaneden çıktıktan sonra mesrur olacaklardır.
d) Mesrur mecazi olarak söylenmiştir. Süburdaki durum da mesrur olmadır denmiş olur.
Her dört manâ da verilebilir.
إِنَّهُ ظَنَّ أَنْ لَنْ يَحُورَ (EınAHUv JanNa EaN LaN YAXUvRa)
“Havr etmeyeceğini zannetti.”
“Havr” “Havl” kelimesi ile akrabadır. “Hâle” güneşin etrafında oluşan çevredir. Devretmek, dolaşmak, çevreyi dolaşmak anlamındadır. “Havr” ise dönmek, bir şeyin kendi ekseni etrafında dönmesi demektir. “Mihver” de eksen demektir. “Muhavere” iki kimsenin birbirleriyle karşılıklı konuşmasıdır.
Buna değişik manâlar verilebilir.
a) Rabbi onunla ilgilenmiyor. Yarın ona dönüp sormayacağını sandı. Oysa Rabbine mülaki oldu ve sorguya çekili, yaptıklarının cezası verildi. Şimdi çekiyor.
b) Kendisi dünyaya gelmeyeceğini sandı, ölüp kurtulacağını sandı. Oysa hilkat geri dönüşlü değildir, hep ileriye gider. Var olur ama yok olmaz.
c) Cehennemden bir daha çıkamayacağını sanmıştır ama cezasını çekti ve şimdi ehliyle cennette mesrurdur.
d) Ehliyle bir daha muhavere edemeyeceğini sanmıştı. Oysa cehennemde bile cennetteki ehliyle görüşebilecektir. O cehennemden çıkamayacaktır ama cennettekiler onu cehennemde ziyaret edecek ve sevinecektir. Cehennem onlara sıkıntı vermeyecektir. Nâr berden ve selamen olacaktır. Klimalı giysi ile orada rahatlıkla dolaşabileceklerdir.
بَلَى إِنَّ رَبَّهُ كَانَ بِهِ بَصِيرًا(15) (BaLAv EınNa RabBaHUv KAvNa BıHIy BaÖIyRan)
“Rabbi onu basirdir.”
Yani Allah her zaman onun ne yaptığını, ne durumda olduğunu bilmektedir. Cehennemde de onunla beraber olacak. Yapacağı çabalarla onu kurtaracaktır. O halde muhasebe nedir? İnsanın hayatında yaptıkları kayda alınacaktır. İyiler mükafatlandırılacaktır. Kötüler ıslah edilecek ve kötülükten caydırılacaktır. Devletin koyacağı kanunlar bunlar olacaktır.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-451 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-281 İstanbul, 22 Mart 2008
Sayın Başbakan’a Açık Mektup!
12 MİLYAR DOLAR ÇÖZÜM DEĞİLDİR
Başbakan Erdoğan Amerika’daki bir gazeteye verdiği beyanatta; PKK sorununu askeri müdahaleler dışında da çözeceğiz, Güneydoğu’da 12 milyar dolarlık yatırım yapacağız dedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, New York Times ile yaptığı söyleşide, önümüzdeki 5 yılda Güneydoğu’ya 11-12 milyar dolarlık yatırım yapılacağını, bu çerçevede iki büyük baraj, sulama kanalları sistemi ve yolların yapılacağını, Suriye sınırındaki mayınların temizleneceğini açıkladı.
Sayın Başbakan bizimle görüşmüyor, bizi dinlemiyor!
Niçin görüşmüyor, niçin dinlemiyor?
İşte böyle hatalar yapsın diye görüşmüyor ve dinlemiyor.
Batı iyi iş yapılıyor diye gösterir ve onunla oyalar.
Doğu’ya özel yatırım PKK’nın daha da güçlenmesine sebep olur.
Bir/
Türkiye yirmi yıldan fazladır yatırımların en çoğunu zaten Doğu’ya/Güneydoğu’ya yapıyor. Bunlar başarılı birer yatırım olsaydı oraya göç olurdu; oysa hâlâ Doğu’dan Batı’ya göç var. Çevremizde karın tokluğuna çalışan Doğulu vatandaşlarımız var. Memleketine bir şey göndermek şöyle dursun, memlekete gidecek paraları bile yok!
Neden yok?
Çünkü yapılan yatırımlar sömürü üzerine kurulmuştur. Yerli sermaye ile sömürü sermayesi anlaşmış, elde edilen rant onlar arasında bölüşülüyor, halk yine sefil, halk yine perişan...
İki/
Farz edelim ki bu 12 milyar dolar doğru dürüst kullanılacak ve halk yararlandırılacaktır. Bir defa bu mevzuatla ve bu bürokratlarla bu işi yapamazsınız. Çünkü onlar sadece sömürü düzenini biliyor ve mevcut mevzuat da onu emrediyor.
O halde böyle bir temenni boş bir temennidir.
Başörtüsünde karşılaştığınız direnmenin on katı direnişe oranın her maddesi için karşılaşırsınız. Bunu ancak halk girişimciliği ile sağlayabiliriz. Onun bilgisi de yalnız bizde var. Bu çözümlere kulaklarınızı tıkarsanız başarı şansınız olmaz.
Üç/
Bizi dinleseniz; biz de gidip Doğu’daki yatırımları halkın çıkarlarına çevirsek, Doğu’yu kalkındırsak, halkımız refaha kavuşsa...
Sorun yine çözülmez.
Demek ki isyan eden, karşı gelen halk taltif ediliyor, mükafatlandırılıyor. İtaat eden ve PKK gibi örgütleri beslemeyenler cezalandırılıyor. Bunların hakkını onlara aktarıyorsunuz. Bu onları şımartır. Daha çok güç sahibi oldukları için daha güçlü savaşırlar.
İnönü için söyledikleri bir söz vardır: Halk yoksulluktan bir köyden diğer köye gidememeli ki ülkede güven olsun. Bu zannedildiği kadar yabana atılan bir söz değildir.
Bu sefer diğer bölgeler de isyana başlayacak ve terör örgütleri kuracaklardır. Böylece tüm ülke anarşi yuvası hâline gelecektir.
Yapılacak iş; kalkınma tüm ülkede birlikte olmalıdır. Ama maddi refahın yanında sosyal düzen, adil yargı ve güvenlik sistemi de o şekilde geliştirilmelidir.
Bir 12 milyar dolar da yeni anayasa yapımında harcanmalıdır.
Bir solcu profesörü milletvekili yaparak sorunu çözmeyi düşünen bir başbakan, PKK’nın yuvalandığı bölgeye 12 milyar dolar bulabiliyor!
Dört/
Bunu da geçelim.
Ülkenin her bölgesine 12’şer milyar dolar yatırım yapılacak. Demek oluyor ki ülke 120 milyar dolar daha borçlanacaktır. Bu arada borcumuz, dış borcumuz 340 milyar dolara çıkacak, borcumuz 500 milyar doları geçecektir.
Yüzde 10 faizle verseler 50 milyar dolar faiz ödeyeceğiz. Bunu bugün çalışan nüfus olan 15 milyon ödeyecektir, yani 4000 dolar sadece faiz ödeyecektir. Bugünkü asgari yevmiye bu kadar dolar etmektedir. Demek ki borçların yalnız faizi bile artık karşılanamayacak durumda olacaktır.
Boşuna uğraşıyorsunuz, bu şekilde onlara refah temin edemezsiniz.
Dış yatırımlarla bu mümkün değildir. İç yatırımlarla da bu mümkün değildir. Bu sefer içtekiler sömürürler. Yapılacak iş halk sektörünü oluşturmaktır. Bunun için mala mal marketleri kurmak, işletme senetlerini oluşturmak gerekmektedir.
Akevler Adil Düzen Ekibi bir pilot bölgede size uygulama yapmaya hazırdır.
Beş/
Sorunlar bitmedi.
Şimdi oraya 12 milyar dolarlık yatırım yaptığınız zaman halk o yatırımlarda kendilerine iş bulacak, yeter derecede gelir temin edecektir. Artık tarlasını ekmeyecek, atölyesini kapatacaktır. Yerli fabrikalar kapanacak ve paslanacaktır. 12 milyarlık yatırım bittiği zaman artık orada çalışacaklar iş bulamayacaklardır. Çünkü yapılan yatırım halkı çalıştıracak yatırım değil, sermayeye rant getiren yatırımdır. Kurulan fabrikalar yaptıkları ürünü dışarıya satamaz durumda olurlarsa işçi de çalıştıramayacaklardır. Şimdiye kadar yapılan yatırımlar onun için bir sonuç vermedi.
Yapılacak iş; Doğu’da 12 milyarlık yatırım yapacağımıza, birkaç milyon dolarlık araştırma merkezini kuralım. Doğu kendi kendine nasıl kalkınabilir, kendi imkanları ile nasıl gelişir, onun çözümlerini bulalım. Yalnız Doğu’nun değil, tüm Türkiye’nin kalkınması çözümlerini üretelim. Sömürü sermayesinin çözümleri sömürü yapan ülkelere aittir. Sömürülen ülkeler o çözümlerle gelişemezler.
Akevler Adil Düzen Ekibi bu çözümleri ürettiği iddiasındadır.
Başka çözüm iddia edenleri de dinleyerek bir yüksek kurul kurun; “Kalkınma Yüksek Kurulu” kurun. Partilerden bu kurula aldıkları oylar nisbetinde ilim adamları alın. Bunlara 12 milyarın yüzde biri sermeye verin. Yarışmalar açın. İhaleler yapın. Çözüm üreten size getirsin.
Göreceksiniz ki 12 milyar dolara yaptırdığınızı bir iki milyara yaptırmış olacaksınız.
Vesselâm…
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-451 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-281 İstanbul, 22 Mart 2008
ORDU İLE TARTIŞMAK!
Amerika orduya talimat vermiştir. Bu yeni değil eski talimattır, 1951’den beri uygulanan talimattır: Halkını ikiye ayıracaksın, “gericiler” ve “ilericiler” diyeceksin. Gericilerle görüşmeyeceksin. Onların yayınlarını takip etmeyeceksin. Onların gazetelerini ordu içine sokmayacaksın. Onlardan olanları mürteci diye atacaksın…
Ordu da bunu uyguluyor.
Biz ordunun bu davranışlarını sabırla kabulleniyoruz. Çünkü ordumuz bunları yapıyor ama gücü ile devletimizi en güzel ve en iyi şekilde temsil ediyor. Bizimle görüşmüyor ama bizim istediklerimizi yapıyor. Görüşmüyorsa görüşmüyor, kendisi bilir!
Biz de böyle diyoruz.
Türk ordusuna saldırdıkları zaman biz çok üzülüyoruz. Ordumuz madem ki cephelerde bizi temsil ediyor, herkes onlara saygılı olmalı, hatalarını kimse dile getirmemelidir. Biz inanmışlar yarım asırdan fazladır bize yapılanlara ses çıkartmıyor, ordumuza zarar vermemeye çalışıyoruz. Ordu da yavaş yavaş bunun bilincine erdiği için eskisi kadar bize saldırmıyor, irtica beyanlarında bulunmuyor. AK Parti’nin iktidarına saygı gösteriyor.
Ordu bunu yapmak zorundadır. Ordu ilanihaye halkı ile ters düşemez. Ordu bir avuç dışa bağımlı aydınların gücüyle varlığını sürdüremez.
Ordu bizim yazdıklarımızı okusaydı, son tartışmaklarda ne yapacağını iyi bilir, sıkıntıya girmezdi. Ordu düşmanla tartışabilir, savaşabilir ama kendi milletiyle tartışamaz, savaşamaz. O halde Genelkurmay Başkanı Büyükanıt saldırılara ne cevap verecektir?
Acaba Adil Düzene göre kim haklıdır, bunu irdeleyelim.
Önce tezkere meselesinden başlayalım.
1- ABD Türk ordusunun Irak’a girmesini planladı. Askere soruldu. Biz fazlasıyla girme gücüne sahibiz, ama siyası karar gerekir dedi. Başka bir şey söyleyemezdi. Siyasilerin burada yapacakları iş bu yetkiyi askere vermemekti. Böylece ordu caydırıcılığını sürdürdü. Ama siyasiler bu feraseti gösteremediler; ne iktidar ne de muhalefet gösteremedi. 1 Mart tezkeresi gibi olsaydı şimdi çok daha yüksek yerlerde olurduk.
2- Tezkere çıktı. Ne amaçla çıktı? PKK’nın etkisini yok etmek üzere Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kuzey Irak’a girmesi için izin verildi. Önce bu tezkerede yetki orduya değil hükümete verildi; emir değil yetki idi, isterse girerdi. Ne kadar girerdi, ne kadar çıkardı, ne kadar kalırdı? Bunlar hükümete bırakıldı. Hükümet de ABD’ye gitti, ondan izin aldı. Onun izin verdiği yerlere bomba atılacaktı. Alenen anlaştı. O zaman kimse ses çıkarmadı. Bu anlaşmayı ordu değil hükümet yaptı. Hükümet de buna yetkili idi.
3- Hükümet Türk ordusuna şu talimatı verdi: Kuzey Irak’a girebilirsin. Ama ne sivil kişilere ne de sivil yerlere zarar vermeyeceksin. Sadece PKK’lıların bulunduğu yerleri bombalayacaksın. Zaten boşalmış olan yerlere bomba atacaksın. Yani bir PKK’lı dahi ölmeyecek. Sonra işin bitince hemen döneceksin, orada kalmayacaksın. Başbakan ABD’nin verdiği izne göre böyle talimat verdi, böyle beyan etti. Bunların ikisi de savaş tekniğine aykırıdır. Savaşta cephede olan suçsuzlar da ölür ve işe yarayanlar tahrip edilir. Çünkü başka türlü savaş kazanılamaz. Ondan sonra da savaşta bir yer fethedildi mi ordu orasını ganimet yapar ve kazandıklarını bölüşür. Kaybettiği zaman da yok olur gider. Başka türlü savaş olmaz. O halde hükümet orduya girmesini emretti ama hemen çıkmasını da emretti!
4- Hükümet harekât hakkında bir talimat vermedi. Talimat, sivil halkın ve Iraklıların burnu kanamayacak, işin bitince hemen döneceksin şeklindeydi. İşin de PKK’yı etkisiz hâle getirmektir. Bunun için bir zaman da vermedi. Asker girdi. İlk operasyonu yaptı ve çekildi. Bundan sonra ne yapacağını kendisi bilir. Zaten sivil hükümet savaş talimatını askere vermez. Bütün yetki genelkurmayındır.
Bu durumda Genelkurmay Başkanı ne yapacaktı?
“Görev Türk ordusuna verilmiştir. Yetki de ondadır. Kendi takdiri ile girmiştir ve çıkmıştır. Türk ordusu hükümete karşı sorumludur. Görevi yapmazsa hükmet kadroyu değiştirebilir. Ancak savaş stratejisine veya taktiğine karışamaz. Sivillerin askeri operasyonu kritik etme yetkileri yoktur. Savaş hukuk düzeni içinde, demokratik düzen içinde yapılamaz. Hükümet gerekli tedbirleri alarak orduyu yıpratan beyanları durdurmalıdır. Ordunuzun başarısı tehlikeye düşmektedir.”
Türk Ceza Kanunu’nda savaş zamanında savaşa etki edecek beyanları verenler için cezalar konmuştur. İktidar partisi dokunulmazlığı kaldırır ve Türk ordusu aleyhinde konuşanları yargıya sevk edebilir. Bununla yükümlüdür. Meclis bunu yapmazsa başarısızlıktan sorumlu olur. Savaş şaka kaldırmaz, müsamahayı kabul etmez. Yanlış yapılsa da tenkit edilmez. Savaş bitmemiştir. Savaş anında müdahale orduyu mağlubiyete götürür.
Sayın Komutanlar; Adil Düzen işte böylesine son derece demokratiktir. İç yönetimde herkes tam serbestlik içindedir. Ama dış işlerinde, hele savaşlarda ise demokrasi durur. Bu bugünkü anayasalarda da böyledir. Seferberlik ve sıkıyönetim halleri böyle durumlarda vardır. Tarih bunları tesbit etmiş ve yazmıştır.
Herkesi “Adil Düzen”in ne olduğunu öğrenmeye çağırıyorum.
İyiyse yararlanırsınız, kötüye korunursunuz. Bilmediğiniz şeyden yararlanamazsınız, kötülüklerinden korunamazsınız.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92