ADİL DÜZEN 454
“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” S. KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 12 Nisan 2008 Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 454. SEMİNER
“HİÇ BİLENLERLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (Kur’an; Zümer Sûresi, 39/9)
“İ L İ M TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
Bu dersin tamamı Yenibosna’da Cumartesi günü 18.00–21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
-DEĞERLİ ADİL DÜZEN ÇALIŞANI; BUGÜN ALLAH İÇİN YANİ ADİL DÜZEN İÇİN NE YAPTIN? BU HAFTA KAÇ KİŞİYE TEBLİĞ YAPTIN?-
Gayemiz ve Hedefimiz; Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır. Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL
***
*ÜMRANİYE İŞLETME SEMİNERLERİ; 8. SEMİNER
ADİL DÜZENDE İŞLETMELER
***
*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ / YORUMLARI;
ÇİN, TÜRKİYE VE DÜNYA BORSASI
ERGENEKON VE AK PARTİ veya
AK Parti kapanmayı hak ediyor mu?
***
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
Saff Sûresi
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ وَهُوَ يُدْعَى إِلَى الْإِسْلَامِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ(7) يُرِيدُونَ لِيُطْفِئُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَاللَّهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ(8) هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ(9)
Tevbe Sûresi
يُرِيدُونَ أَنْ يُطْفِئُوا نُورَاللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللَّهُ إِلَّا أَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ(32) هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ(33)
7- O barışa çağırılıyorken, Allah’a yalan uydurandan daha azgın kim olabilir? Allah ezenlere yol vermez. 8- Allah’ın ışığını ağızları ile söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler kürh etseler de Allah ışığını tamamlayacaktır. 9- O resulünü, müşrikler kürh etseler de hidayet ve hak diniyle dinlerin küllüne zahir olsun diye irsal etti.
7- O İslâm’a davet olunurken, Allah’a kizbi iftira edenden daha zalim kim olabilir? Allah zalim kavme hidayet etmez. 8- Allah’ın nurunu femleri ile itfa etmeyi irade ediyorlar. Oysa kâfirler kürh etse de Allah nurunu itmam edecektir. 9- O resulünü, müşrikler kürh etseler de hidayet ve hak diniyle dinlerin küllüne zahir olsun diye irsal etti.
Bu âyetler Kur’an’da biri 9’uncu Tevbe Sûresi’nde, diğeri de 61’inci Saff Sûresi’nde gelmektedir. Her iki yerde müşrikleşen Hıristiyanlardan bahsetmektedir. Hıristiyanlardan bahsetmekte ama onların şirklerinden söz etmektedir. Âyetlerde her iki yerde de hem “kâfirler istemese de” hem “müşrikler istemese de” diyor. Yani sözkonusu bu âyetlerin muhatabı Ehli Kitaptır ama müşrik olan Ehli Kitaptır.
20. yüzyılda Yahudiler ve Hıristiyanlar, sömürü sermayesinin iğvasına uyarak dine karşı bir eylem geliştirdiler. Müslümanlardan aldıkları lâikliği çarpıtarak ve bozarak kendi emellerine hizmet eder hâle getirdiler. Ondan sonra da onunla önce Hıristiyanlara, sonra bütün dinlere saldırmaktadırlar. Bu âyetlerin Hıristiyan ve Yahudilerin kıssaları içinde gelmesi, İslâmiyet’i yok edeceklerini zannedenlerin onlar olmasıdır.
Bu âyetleri iyi anlamak için tarihi iyi bilmek gerekmektedir.
Yahudilik sadece İsrail oğullarının dini iken, Hazreti İsa İncil ile tüm insanlığı İslâmiyet’e çağırmıştır. Şimdilik Tevrat’a uymalarını, ileride yeni kitap ve resul geleceğini bildirmiş ve ona uymalarını emretmiştir. Romalılar Yahudilerin fitnesi ile Hıristiyanlara çok büyük zulümler yapmışlar, sonra da Roma Hıristiyan olunca Yahudilere büyük zulüm yapmışlardır. Kur’an geldikten sonra, başlangıçta Medine’de Yahudilerle Müslümanlar çok iyi anlaştıkları halde, sonunda ihanet etmişler ve düşmanlarla savaşta işbirliği yapmışlardır. Hakem kararları ile savaşçıları öldürülmüş, çocuk ve kadınlar da esir edilmiştir. Yahudilerin İslâmiyet’e olan düşmanlıkları orada başlamış, bilahare Hayber’den de sürülmüşlerdir. Sonra Hazreti Ömer zamanında Kudüs fethedilince Yahudilerin de orada ibadet etmelerine izin verilmiş, ondan sonra Müslümanlar Yahudileri Hıristiyanlara karşı hep korumuşlardır. Haçlı Seferleri ile Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasındaki savaşları körüklemişler, böylece kendi hayatlarını korumuşlardır.
İslâmiyet’i batıya Yahudiler götürmüş ve bugünkü uygarlığın doğmasına onlar sebep olmuşlardır. Tüccar olan İsrail oğulları sermaye ile dünyaya hakim olmuşlardır. Beş yüz senedir dünyaya dinsizliği yayarak kendi dinlerinden başka dinleri yok etmek istemektedirler. Devrimler yaparak önce Hıristiyanları dinsizleştirmek istediler. Başardıklarını zannediyorlar. Sonra da aynı şeyi Hıristiyanlarla birleşerek Müslümanları dinsiz yapmak istiyorlar.
İşte bu durumu anlatan Kuran bu âyetleri getirmektedir.
Müşrikler necistir. Mescidi Haram’a yaklaşmasınlar. Kitap verilenlerden cizye alana kadar savaşın. Onlar da Üzeyr veya Mesih Allah’ın oğludur dediler. Ahbar ve ruhbanları rab ittihaz ettiler diyor. Sonra bu âyetleri getirmektedir. Yani Yahudilerin ve Hıristiyanların insanları tanrılaştırma anlayışlarını dile getirmektedir. 20. yüzyılda diktatörleri üretmiş ve onlara insanları taptırmışlardır. Türkiye’de bu putperestlik daha bitmemiştir.
Saff Sûresi’nde de önce Hazreti Musa ve kavminden bahsetmekte, ondan sonra gelen âyette Hazreti İsa’nın İsrail oğullarına söylediklerini anlatmaktadır: Ey İsrail oğulları! Ben Allah’tan size resul olarak gönderildim. Benden önce gelen Tevrat’ı tasdik edenim. Benden sonra gelecek Ahmet ismindeki bir resulü müjdeliyorum demişti. Onlara açık beyyinat ile geldikten sonra ‘bu büyücüdür’ dediler, diyor Kur’an ve sonra bu âyetleri getiriyor. Allah’a iftira edenden daha zalim kim vardır diyor.
Demek ki bu âyetler Yahudilerle Hıristiyanların İslâmiyet’e karşı ittifakını haber veriyor. Bu ittifak Kur’an nâzil olurken gerçekleşmemiştir. Bu ittifak 1897’de Basel’de (İsviçre) gerçekleşmiştir. İsrail oğulları Müslümanlarla Hıristiyanların arasına nifak sokarak bin seneden fazla onları savaştırmışlar, böylece kurdukları denge ile varlıklarını sürdürmüşlerdir. Beş yüz senedir de önce Hıristiyanları, iki yüz elli senedir Müslümanları dinsizleştirmekle uğraşmaktadırlar. Bunu icat ettikleri kapitalizm ve sosyalizmle yaptırmaktadırlar. Sosyalizmde devlet iktidarın zulmü ile dinsizleştirilmiştir. Kapitalizmde ise paranın getirdiği sefahat ile dinsizlik moda hâline getirilmiştir, ahlâksızlık moda hâline getirilmiştir. Zina takdis edilmektedir. Faiz meşrulaştırılmaktadır. Bir zenginler ve bürokratlar sınıfı oluşturulmuştur. Onların işbirliği ile halk işçi hâline getirilmiş, sefalet içine düşürülmüştür. Böylece halk isyan edecek ve dinsizleşecektir. 20. yüzyılda bunun planı yapılmıştır. Bunu bilhassa Türkiye’de uygulamışlardır.
Osmanlılar süper güç idi. I. Cihan Savaşı’nda bile zaferler kazandılar. İhanet eden kendi yetiştirdiği Jön Türkler imparatorluğu yıktılar.
Yahudiler İstiklâl Savaşı’nda Türkleri desteklediler ama şartları vardı; Türkiye dinsizleşecekti. Planları da zaten eskiden yapılmıştı.
1- Önce hilafet kaldırılacak ve İslâm âlemi başsız kalacaktır. Türklerin de artık İslâmî liderleri olmayacaktır.
2- Sonra saltanat kaldırılacak, diktatörlük tesis edilecek, halk diktatörlere taptırılacaktır. Böylece putperestliğe dönülüyordu.
3- Medreseler kapanacak, Türk halkı artık İslâmiyet’i öğrenmeyecektir.
4- Yazı değiştirilecek, böylece İslâmiyet’ten tamamen kopmuş olunacaktır.
5- Tarikatlar yasaklanarak halkın ibadetlerini serbest yapması önlenecektir.
6- Halk içki, kumar ve fuhşa teşvik edilecek, tek evlilik modası ile aile müessesesi çökertilecektir.
7- İnanmış insanlara kamuda görev verilmeyecektir. Sakal, cübbe ve başörtüsü bahanesi ile inanmış insanlar kamudan uzak tutulacaktır.
8- Fıkhın uygulamasından vazgeçilip Batı kanunları tercüme edilecek ve onlar uygulanacaktır. Böylece yabancı bir hukuk ile Türk devletinin yapısı çökertilecektir.
9- Hıristiyanlar azınlıklar olarak Türkiye’den tehcir edilecek, Batıdan da Müslümanlar Türkiye’ye tehcir edilerek dinsizleştirilecek, böylece Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında husumet en yüksek doruğa çıkarılacak, sonra da soykırım ile birbirleriyle savaştırılacaktır.
10- Koyu Türk milliyetçiliği yapılarak Anadolu halkları devlete karşı isyan eder hâle getirilecektir.
İşte Lozan’da gizli maddeler arasında bunlar yer alıyordu.
Yahudiler İstiklâl Savaşı’nda bizimle beraber idiler ama Lozan’da hata yaptılar.
a) Lozan’da Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında anlaşma yapıldı. Onlar Hıristiyanların yanında yer aldılar. Böylece bir asır içinde İslâmiyet’i birlikte yok edeceklerini sandılar.
b) Kendilerine yer açılsın diye Anadolu Hıristiyanlarını tehcir ettirdiler. Dinsizleşecek Türkleri kendilerine asker olarak kullanacaklardı.
c) Türklerin göç kabul etmemesi gerektiği maddeyi unuttular ve Türkiye 12 milyondan 70 milyona çıktı. O hedeflerine ulaşmaları için Türkiye’ye göçü de yasaklamaları gerekirdi.
d) II. Cihan Savaşı’na da Türkiye’yi kendilerine saklamak için savaşa sokmadılar. Bu da Türkiye’nin güçlenmesine neden olmuştur.
İşte yukarıda anlattığımız tarihi gelişme gösteriyor ki, Hıristiyan ve Yahudiler işbirliği yaparak, İslâmiyet’i, hattâ bütün dinleri ortadan kaldırmak istemektedir. 20. yüzyıl bu dinleri ortadan kaldırma savaşının son doruk dönemidir. Kur’an’ın verdiği haber bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmıştır. Sosyalizm alenen ‘din afyondur’ diyerek dine savaş açmıştır. Almanya, İtalya ve Türkiye’de de diktatörlükler icat edilerek halk onlara taptırılmıştır.
Şimdi âyetleri yorumlamaya geçmeden önce, Türkiye’de yapılan inkılâpların nasıl Türkiye’nin lehine döndüğünü sıralayalım. Koyu Türk milliyetçiliği yapılarak Anadolu halkları devlete karşı isyan eder hâle getirilecektir.
On seneden fazladır savaşta olan 12 milyonluk Türkiye Yahudilerin bu tekliflerini kabul etti, barışı imzaladı. Ondan sonra da Türkiye gerekli tedbirleri aldı. Başarı Türkiye’nin oldu. Neler oldu?
11- Hanedana dayanan halifelik sistemi zaten İslâmî değildi; Emevilerin icadı ve Abbasilerin benimsediği bir müessese idi. Türkiye’ye yük olmakta idi. Çünkü bir milyar insanın yükü on milyona yüklenmişti. Mustafa Kemal ilerde İslâm devletleri birleşir, dört halifelik dönemine benzer bir halifelik kurabilirler. Şimdilik bunu kaldırmamız gerekmektedir diyor. Son derece doğru bir tesbittir.
12- Saltanat dünyada ömrünü doldurmuş, herkes cumhuriyete gidiyordu. Zaten bizim saltanatı kaldırmamız gerekiyordu. Böylece İslâmî yönetim sistemini getirmiş oluyoruz. İslâmiyet’te dini devlet yoktur. Kur’an dine dayalı yönetim şeklini kaldırmış, lâikliği getirmiştir. Ulusal devletler olacak. Barışçı devletler yargı üstünlüğü ile birlikte yaşayacaklar. Yani saltanatın kaldırılması İslâmiyet’e doğru atılmış büyük bir adımdır. Hilafet de böyledir. İslâmiyet’te din adamları sınıfı yoktur. Hazreti Peygamber bunu çok açık bir şekilde ifade etmiştir. İsteyenler mabetlerini tesis edebilirler ama yönetime karışamazlar. Lâiklik vardır.
13- Medreseler kapanacak, Türk halkı artık İslâmiyet’i öğrenemeyecekti. Medrese o zamanki hâliyle işe yaramaz bir müessese idi. Bin sene önceki içtihatları ezberletmenin dışında bir şey yapmıyordu. Kapanacak, yerine İslâmî fakülteler açılacaktı. Böyle oldu. Nispeten İslâmiyet daha iyi öğrenilir olmuştur. Böylece medreselerin kapanması İslâmiyet’e hizmet olmuştur.
14- Türkler Arapça olarak İslâmiyet’i öğrenmişler ve bilmedikleri dilde ibadet etmişler, böylece İslâmiyet’i yaşamışlardı. Latin harfleri Türkleri Türkçe düşünmeye başlattı, İslâmiyet’i de Türk dili ile öğrenmesini sağladı. Kur’an zaten kavminin lisanı ile diyordu. Bu yazı şartı ile Türkleri İslâmiyet’ten koparmayı hedeflediler. Ama tersi oldu. İslâmiyet’ten kopulmadı, aksine tercüme zorunluluğu sonucu daha doğru şekilde İslâmiyet öğrenildi. Bu arada Batı uygarlığı da kolayca alınmış oldu. Bu sayede bugün Türkçe dünyanın en zengin dili hâline geldi. İslâmiyet’e en büyük hizmet harf inkılâbı ile olmuştur.
15- Tarikatlar yasaklanarak halkın ibadetlerini serbest yapması önlenecekti.
Müslümanların gerilemeye ve yenilmeye başlaması üzerine İslâmiyet’i tarikatlar yaşatmıştı. İslâmiyet Mekke dönemine dönmüştü, yönetime karışmıyordu. Bu durum Muaviye’den beri böyle gelmiştir. Ama bundan sonra İslâmiyet artık düzen olarak ortaya çıkmak durumundadır. Tarikatların güçlerini kırmalıyız diye düşünmüşlerdir. Zaten tarikatlar da o dönemde dini kuruluşlar olmaktan çıkmış, çıkar kuruluşları olmuşlardı. Tarikatların kapanması ile Türkiye’de saf tasavvuf yeniden canlandı. Bu bakımdan o zaman tarikatların kapatılması gerekiyordu. Mistisizm devlette etkili olmamalıdır, yani tasavvuf yenilenmelidir. Böylece inkılâplar yalnız İslâm şeriatına değil, İslam dinine de hizmet etmiştir.
16- Bu husustaki tahribatı başarı ile uygulamışlar, ancak Türk halkı direnmiştir. Zina Türk ahlâk anlayışında hâlâ suçtur, aile müessesesi hâlâ en çok sosyal yapıya etki eden müessese olmaktadır. Ekonomik krizler ister istemez aile müessesesini yaşatmaktadır. “Adil Düzen”deki cinsi ilişkilerin düzenlenmesi ile Türkler ve Türkiye aile müessesesini yıkmadan III. bin yıl uygarlığına girecektir.
17- İnanmış insanlara devlet yönetiminde yer vermeme ilkesi de başka bir şey sağladı. Bunlar sanayi döneminde müteşebbis insanlar oldular. Bugün Türkiye’nin en büyük iki firması olan Koç ve Sabancı dindar aileden gelmişlerdir. Şimdi bozulmuş olabilirler. Bugün küçük ve orta sınıf müteşebbisler yani KOBİ’ler inanmış insanların elindedir. Anadolu Holdingleri de bunların elindedir. Bunlar devlet memuru olmayınca iş adamları oldular. Dünyaya yayılan Türkler hep namaz kılan kimselerden oluşmaktadır.
18- İçtihat kapısı kapalı halde iken, Medeni Kanun tercümesi ile bu kapı açılmıştır. Türkiye bin sene önceki içtihatlarla değil, “Adil Düzen” benzeri günümüz içtihatları ile yönetilecektir. Bizi buraya getiren hukuk inkılâbı olmuştur.
19- Bu yolla Anadolu saf Müslüman halktan oluştu. Batılıların işgali imkansız hâle geldi. Çünkü buraya yerleştirecek nüfusları kalmadı. En büyük kazancı bu madde ile elde ettik.
20- Koyu milliyetçilikle ırka dayanmayan Türk ulusu oluştu.
Mustafa Kemal ulusu şöyle tarif etmiştir.
a) Bir ulusun dini bir tanedir. Ama aynı dinden olanlar bir ulus oluşturmaz. Türklerin dini itikatta Matüridi, amelde Hanefi mezhebidir. Bunun için Diyanet İşleri vardır.
b) Dili Türkçe’dir. Türkçe konuşan herkes tek ulus değildir ama Türkler Türkçeyi bileceklerdir ve konuşacaklardır. Ayrıca başka dil de konuşabilirler.
c) Bundan sonra kişi ‘Ben Türküm’ diyecek; Türk ırkından olması gerekmez ama ‘Ben Türküm’ diyecek. Nasıl ‘Ben Müslümanım’ diyen Müslüman oluyorsa, ‘Ben Türküm’ diyen de Türk olur. Bunun için herkes askerliğini yapacak.
d) Türk vatandaşı olacaktır, yani başka ülkenin vatandaşı olmayacaktır. Bu iki maddede ortaklık yoktur. Bir insan hem Fransız hem Türk olamaz ama hem Kürt hem Türk olabilir. Bir kişi de hem Türk vatandaşı hem Alman vatandaşı olamaz ama Türk vatandaşı ve Hakkari ilinin sakini olabilir.
İşte bütün bu gelişmeler beklenenin tam tersini doğurmuştur. Onlar Allah’ın nûrunu söndürmek istemişler ama Allah nûrunu tamamlamaktadır.
وَمَنْ أَظْلَمُ (Va MaN EaJLaMu) “Kim zalim olabilir?”
“Zulüm” nedir? “Zulüm” kuralsız hareket etmek demektir.
Karanlıkta nasıl çevremizi göremez, nereye nasıl gideceğimizi bilemezsek; sosyal davranışlarda eğer kurallar yoksa o topluluk içinde yaşamak karanlıklar içinde yaşamaktır. Bir kimse eğer kurallarla hareket ederse, kuralsız hareket edenden daha zalim olamaz. Çünkü kurallı hareket eden bir zalimden korunabilirsiniz. Asgari olarak onun dediklerini yapar, postunuzu kurtarabilirsiniz ama; kuralsız hareket edene karşı nasıl davranacağınızı da bilemediğiniz için helâk olursunuz. Hâsılı, diktatörler için de kural mühimdir.
İlkel topuluklarda devlet yoktur. Ama sözünde durma karakteri vardı. Böylece düzen devam etmiştir. İslâmiyet savaşların bile kurallarını koymuş, tek taraflı olsanız da kurallı olmanızı istemiştir. Kurallı olduğumuz içindir ki, her ne suretle olursa olsun İslâmiyet anarşiyi desteklemez. İslamiyet’e göre bulunduğunuz yerin kurallarına uyacaksınız, bulunduğunuz yerin yönetimini tanıyacak ve ona itaat edeceksiniz. Bunu yapmazsanız siz kuralsızlığı teşvik etmiş olursunuz, bu da en büyük zulümdür. İlhan Arsel bunun için İslamiyet’e çatmaktadır, zalim hükümdarlar da şeriatı emrediyor diye. Evet, sömürü sermayesi Müslümanları anarşist yapamıyor diye İslâmiyet kötü oluyor. Ondan sonra da tertiplerle İslâm dünyasında oluşturdukları anarşistlerle İslamiyet’e iftira etmektedirler.
مِمَّنْ افْتَرَى (MimMaN iFTaRAy) “İftira edenden daha zalim kim olabilir?”
“Feriy” düzen demektir. Türkçedeki fırıldakla yakınlığı vardır. Bir kimsenin bir suç işledikten sonra kendisini savunmak için uydurduğu masala “feriy” denir.
Hazreti Meryem, ben kimse ile ilişki kurmadım, yabancı erkekle görüşmedim dediğinde; kendini savunman için uydurduğun şeydir demişlerdir.
Bir kimse bir şey yapmadığı zaman böyle hikâye uydurma da feriydir.
“İftira” kendi kendine uydurmadır. Aslı astarı olmayan şeyi kendi kafasından uydurması demektir.
Çağımızda yapmadığınız şeyleri yaptınız diye uydurup savaşlar yapıldığını, hapislere ve sürgünlere gönderildiğini bilmekteyiz. Eskiden işler kolay idi, herkes herkesi tanıyordu. Birinin hakkında yalan bir şey söylersen çevre onun yalan olduğunu hemen bilirdi. Siz de herkesin gözü önünde olduğunuz için gizli bir şey yapamazdınız. Çünkü sizin her hareketiniz çevrenizce gözetlenmektedir. Şimdi ise artık aynı apartmanda oturanlar bile birbirlerini tanımıyorlar, görüşmüyorlar. Biri hakkında bir şey uydurdun mu kimsenin onu tahkik etme imkanı yoktur. Hele basın yoluyla bu tamamen saldırı aracı yapılmıştır. Bugün yeryüzü iftira ile dolmuştur. Muhasipler hesaplarını ciddi yapmamakta, hep iftira üzerine oturtmaktadırlar. Savcılar ve avukatlar davalarını hep feriy üzerine oturtmaktadırlar. Davayı kazanmak için senaryolar ona göre düzenlenmektedir. Edebiyat baştan başa fırye değil midir?
عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ (GaLay elLAHı elKaÜiBa)
“Allah’a kezib iftira edenden daha zalim kim olabilir?”
Allah’a kezib iftira etmek iki şekilde olur. Birincisi, Allah yalan söyledi anlamında olur. İkincisi ise kendisi Allah böyle söylüyor dediği halde, Allah onu ona söylememiştir.
Düzenin lâik olması başka şeydir, insanın lâik olması başka şeydir. Düzenin lâik olması demek, devletin dine baskı yapmaması ve dinlerin de devlete baskı yapmamasıdır. Dinlerin devlet içinde diğer ilmî, meslekî ve siyasi soysal gruplar gibi guruplar oluşturması, dinlerin ne onların emrine girmesi ne de onları emirleri altına almasıdır. Diğer taraftan devlet içinde dinlerin diğer dinlere karışmaması, onlara karşı zor kullanmaması ve farklı muamele görmemesidir. Kişinin lâik olması demek, insanın doğal ve sosyal kanunlar düzenine inanmaması, olayların keyfî ve tesadüflerle oluştuğunu iddia etmesi, hak ve zulmü kabul etmemesi, gücün her şeye hakim olmasına inanmasıdır. Düzende lâiklik İslâmdır, barıştır ama kişinin kendisinin lâik olması şirktir. Çünkü o kanunlara ve mahkemelere isteyerek değil, korkarak itaat ederler. Lâik kişilere göre doğru yanlış yoktur. Yalan uydurup da eğer topluluğu inandırırsan o doğru oluyor. Çünkü geçmiş ve gelecek bundan ibarettir. Topluluğa yalan uydurma da Allah’a kezibdir. Bugün dünyada Müslümanlara yalan uydurulmaktadır. Kendileri tertip ettikleri olayları yapıyorlar, sonra onu müslimler yaptı diyorlar. Güya tüm insanlar İslâm’ı barışçı değil de terörist bir din olarak takdim ediyor. Türkiye’de de kişisel laikler mü’minleri düzende lâik olmayan kimselerdir, çünkü dinleri lâikliği kabul etmez diyorlar ve iftira ederek başörtüsü benzeri zulüm yapıyorlar. Oysa mü’minler Mekke’de büyük dini baskı gördükleri için lâikliğin ne olduğunu çok iyi bildikleri için Medine’ye varır varmaz ilk yaptıkları anayasaya baştan sonuna kadar lâiklik üzerine düzenlemişlerdir. Herkes onu okursa nasıl lâik bir anayasa olduğunu görecektir. Çoklu sistemin olmadığı bir yerde lâiklikten bahsedilemez. Bu lâiklik anlayışı Türkiye’de cumhuriyete kadar devam etmiştir. Dini tehcir cumhuriyetten sonra başlamıştır.
Herkes biliyor ki Batı lâikliği İslâmiyet’ten öğrenmiştir. Ama anlayamamış, kavrayamamış, din düşmanlığını lâiklik olarak ortaya koyuyorlar. Kişisel lâikler hakka inanmadıkları için düzende lâik olmazlar. Düzende lâik olmak için tek Allah’a inanmak gerek. Yani Allah benim de Allah’ımdır, karşı tarafın da Allah’ıdır. Herkes kendisinden sorumludur. Yani önemli bir kaide ortaya çıkıyor. Kişisel lâiklerle düzendeki lâikler arasında zıtlık vardır, bir kişisel lâiktir. O düzende lâik olmaz. Düzende lâik ise kişisel lâik olamaz. Kendi içindeki kin ve düşmanlığı herkeste var sayar. Onun için onlar mü’minleri takiyye ve yalancılıkla itham ederler. Oysa Sünni şeriatta takiyye haramdır. Bulunduğun topluluğun yöneticilerine ya samimi olarak itaat edecektir yahut oradan hicret edecekler. Çünkü fitne katilden eşeddir.
وَهُوَ يُدْعَى إِلَى الْإِسْلَامِ (Va HuVa YuDGAy EiLay eLEiASLAMı)
“O İslâm’a davet olunur iken Allah’a kezib iftira etmektedir.”
Başörtüsünde biz onları barışa davet ediyoruz. Gelin, isteyen başını açsın, isteyen başını örtsün diyoruz. Birbirimize zarar vermeden biz istediğimizi yapalım. Birbirimize karşı açık olalım, takiyye yapmayalım diyoruz. Hayır diyorlar, siz başınızı açacaksınız. Neden? Efendim, başınızı örterseniz mü’min olduğunuz anlaşılır. Halbuki biz sizin imanınıza karışmıyoruz ama gizli olmalıdır diyorlar. Peki, bunu kim buyuruyor diyoruz. Lâiklik diyorlar. Lâiklik nedir ki diyorsunuz. Atatürk ilkeleri diyorlar.
a) Bir defa Mustafa Kemal lâikliği bir madde olarak anayasaya koydu, altı oku koydu. Orada cumhuriyet de var, halkçılık da var, milliyetçilik de var. Mustafa Kemal lâikliği değişmez madde olarak koymadı. Tek değişmez madde cumhuriyet maddesidir. O da ekseriyet demektir, kahir ekseriyet demektir. Lâiklik, cumhura karşı azınlığın haklarını korumaktır, cumhuru ilga değildir.
b) İkincisi, Mustafa Kemal tanrı değildir ki o yaptı diye biz kıyamete kadar onun yaptığını yapmak zorunda olalım. O, o zaman öyle uygun görmüş, biz de bugün böyle uygun görürüz. İnkılâpçı değil miyiz?
c) Mustafa Kemal zamanında lâikliğe aykırı davrananlara bir ceza konmamıştır. Bu ceza maddesi 1940’larda icat edildi, anayasaya da 1960’larda girdi. Mustafa Kemal ile hiçbir ilişkisi yoktur.
d) Mustafa Kemal’in anayasasında kanunları yorumlama yetkisi Meclis’e bırakıldı. Sonra bu madde kaldırıldı ama yorumlama yetkisi uygulayıcıya bırakıldı. Yargı sadece yargılama yaptığı olayda, sadece o olayda ve sadece davalı ve davcıyı bağlayan bir konuda kendi içtihadına göre karar verir. Yoksa yargı kural koyamaz.
Hayır, onlar açıkça diyorlar ki; gelin savaşalım, yenerseniz bizi öldürürsünüz, yenersek de biz sizi öldüreceğiz. İşte bunların bugün yaptıkları budur. Savaş istiyoruz diyorlar. Biz güçlüyüz diyorlar. Gücünüzü nerden alıyorsunuz? Arkamızda Batı var diyorlar. Oysa güvendikleri dağlara kar yağıyor, haberleri yok. Batı da artık bizim yanımızda. Sovyetler yıkıldı. Türkiye’deki sayınız bir avuç kadar. Nedir bu saldırınız. Halbuki biz sizi barışa çağırıyoruz. Gelin birlikte barış içinde yaşayalım diyoruz. Biz size saldırmayalım, siz de bize saldırmayın diyoruz.
وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ (Va elLAHu LAY YAHDıy elQaVMa elJAvLıMIyNa)
“Oysa Allah zalim kavme hidayet etmez.”
İslâm’ın dışında olan zulümdür, karanlıklardır.
Lâikliği tarif etmeyecekler, demokrasiyi tarif etmeyecekler, sosyalliği tarif etmeyecekler, hukuk düzenini tarif etmeyecekler; sonra siz anayasanın değişmez maddelerine uymadınız diye yargılayacaklar. Onlar tarif etmeyecekler, ama sen de tarif etmeyeceksin. Hattâ tarif etmeye kalkmak suç sayılacak, zulmedecekler. Ne yapacaklar? Dokunulmazlıkları arka kapıdan delecekler. Millî Görüş partilerini hukuk dışı mahkum edecekler; yargılamadan mahkum edecekler. Sömürü sermayesinin mantıksızlığı içinde Türkiye’yi yıkabileceğini sanacaklar.
Hayır, başaramayacaklar, başaramayacaklar. Allah, O’nun temsilcisi olan topluluk buna müsade etmez. Bu millet koskoca Bizans İmparatorluğu’nu yıkmıştır. Bu millet İstiklâl Savaşı’nda yedi düveli yenmiştir. Bu millet her türlü ateist akımları yenmiştir. Çünkü bu millet Hakk’ın yanındadır. Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl.
يُرِيدُونَ لِيُطْفِئُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ
(YUvRiDUvNa Li YuOFıEu NUvRa elLAHı Bı EaFVAvHıHıM)
“Allah’ın nûrunu femleri ile itfa etmek istiyorlar.”
Bir mumu yakarsınız. Onu üflerseniz söner. Ama eğer odun veya kömürden ateş yakmışsanız onun yanması için üflersiniz. Ondan sonra onu söndürme şöyle dursun, üflemekle daha da güçlenir.
Bugün yakılmış bir Allah’ın nûru vardır. Bu nûr nedir?
a) Hazreti Adem aleyhisselâmdan gelen Hazreti Nuh’un, İbrahim’in, Musa’nın , İsa’nın, Buda’nın ve Muhammed’in yaktıkları bir nûr vardır. Hiç sönmeden günümüze kadar geldi. Söndürmek için üfleyenler çok olmuştur. Daima alev geri tepmiş ve kendileri sönmüşlerdir.
b) Vahye dayanan kitaplar, fıkıh usulü ilmi ilmîleştirilmiş, naklî ilimler aklî ilimlerle teyit edilmiştir.
c) Romalıların Hıristiyanlara yaptığı zulümler benzeri zulümler 20. yüzyılda bütün büyük dinlere yapılmıştır. Allah’ın nûrunu söndürmek istemişler ama söndürememişlerdir. Şimdi nûr nedir? Nûr kurallardır, şeriattır. Eğer bir topluluk kurallara göre hareket ediyorsa herkes ne yapacağını bilir, ne ile karşılaşacağını bilir ve ona göre davranır. Eğer kurallar olmaz, kavramlar tarif edilmez, fitne ehlinin elinde saldırı aracı hâline getirilirse, o zaman o nûr gitmiş ve yerine zulumat çökmüş olur. Kuralların var olabilmesi için iki şeye ihtiyaç vardır. Birincisi, sorunları çözen kurallar olmalıdır. Bu bakımdan kurallar ilmin verilerine göre tesbit edilmelidir. Böyle olursa her gün değişmez. Değişirse halk onu öğrenir ve ona göre hareket eder. Kurallar ilmî değil de keyfî olursa o zaman sorunları çözmez, sık sık değiştirmek zorunda kalınır. Halk daha kuralları öğrenmeden yeni kurallar gelir ve bu da içinden çıkılmaz hal alır. İşte buna çare olarak ekseriyet demokrasisi yerine hicret demokrasisi ikame edilmiştir. İsteyenler eski sitelerinde kalsınlar eski kurallarla yaşasınlar, isteyenler yeni site kurup yeni düzen geliştirsinler. Başarılı olan rağbet görür ve sonunda o düzen yaygınlaşır.
d) Kur’an’ın getirdiği diğer en önemli müessese yargı üstünlüğüdür. Ama yargı hakemlerden oluşur. Hakemlerin birini bir taraf, diğerini diğer taraf seçer. Baş hakemi hakemler seçer. Kararları kesindir, herkes uyar.
İşte Allah’ın nûru budur. Bunu ağızları ile üfleyerek söndürmek istiyorlar. Oysa bu nûr öyle üfleyerek söndürülemez. Bu Kur’an’ın ifadesi ile elektrikî ampulden çıkan nûrdur. Rüzgarla söndüremezsiniz. Nefesiniz tükenir.
Zulumat demek belirsizlik, tarifsizlik demektir. Nûr ise belirlilik, tanımlılık demektir. Bunlar o kadar zalimdirler ki, lâikliğin tarafını istemek suç işlemek anlamına gelmektedir.
وَاللَّهُ مُتِمُّ نُورِهِ (Va elLAHu MuTimMU NuRiHi) “Allah nûrunu itmam edecektir.”
وَيَأْبَى اللَّهُ إِلَّا أَنْ يُتِمَّ نُورَهُ (Va YaEBay elLAHu ElLAV EaN YuTımMa NuRaHu)
“Allah nûrunun itmamı dışındakinden iba etmektedir.” (Tevbe)
Bu sûrede tamamlayacaktır diyor. Tevbede ise tamamlamanın dışındakinden iba eder diyor. Bize Allah’ın nûrunu tamamlayacağı bildirilmektedir.
Kur’an’ın getirdiği nûr nedir? İçtihat ve icma müesseseleridir, yani demokrasidir. Halkın kendi kendilerini yönetmesidir. İlimde tümevarım ve ameli sonuçlarla kontrol, dinde lâiklik, yönetimde çoklu ve yerinden yönetim sistemi, ekonomide ise organize olmuş liberal ekonomi sistemidir. Kur’an’ın getirdiği nûr budur. Bu nûrun temeli Hazreti Nuh zamanında başlamış, teorisi Kur’an’la tamamlanmıştır. Peygambersiz ilk uygulaması üçüncü bin yılda gerçekleşecektir. Böylece tamamlanmış olacaktır. Veda Hutbesi’nde okunan âyetlerle örnek olarak tamamlanmıştır. Ama uygulamada tamamlama ise şimdi bu bin yıl içinde olacaktır. Buna “Adil Düzen” diyoruz ve “Adil Düzen” mutlaka gelecektir.
وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ (Va Lav KaRiHa ELKAFıRUvNa) “Kâfirler kürh etse de.”
Mahkeme kararlarını kabul eden ama savunmaya ne mâlen ne de bedenen katılmayan kimseye kâfir diyoruz. Mahkeme kararlarını kabul ettikleri için onların yaşamalarına izin veriyoruz. Ama biz onları korumuyoruz. Yani bizim mahkemelerimize müracaat ederlerse onların davalarına bakmıyoruz. Çünkü vergi vermiyorlar. Ne bedenen ne de mâlen devletin giderlerine katılmıyorlar. Biz de onları zorlamıyor, onlardan zorla vergi almıyoruz. Sadece hukuken korumuyoruz. Mahkemeye baş vurup dava kazanma veya kaybetme hakları vardır. Sadece kazai icrayı ifa etmiyoruz.
İşte bunlar istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır.
Şimdi şu soru sorulur; onlar mı iktidardadır, yoksa biz mi? Yani yönetenler kimlerdir? Kişisel lâikler mi, yoksa düzen lâikleri mi? İşte bu belirsizlik devam etmektedir. Türkiye’nin 20. yüzyıl sancısı bu olmuştur. Resmen iktidar düzen lâikleri olmuştur. Ancak dışın baskısı nedeniyle kişisel lâiklerin boruları da ötmüştür. Çatışma başörtüsü çatışma değildir. Batı Türkiye’yi parçalayıp birbirlerine saldırtmak istemektedir. Bu olmayacaktır. Türkiye Müslümandır, Müslüman kalacaktır. Dünyaya “Adil Düzen” hakim olacak, yeryüzü yine büyük dinler sayesinde varlığını sürdürecektir. İlim nasıl yapılacağını anlatır, ama ne yapılacağını ancak dinler anlatır. Hak dinler de müsbet ilmin verileri ile dayanışma içinde olan dinler galip gelecektir.
هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى (HuVa elLaÜIy EaRSaLa RaSUvLaHUv Bi eLHuDAv)
“Huda ile resulünü o irsal eden kimsedir.”
“Huda” yol gösteren demektir. Nûr nedir? Aydınlıktır, nereye gideceğini bilirsin. Huda da sorunların nasıl çözüleceğini öğreten demektir. Kur’an nâsa hidayettir. Onlara kurtuluş yolunu gösterir. Hukukun doğal kuralları vardır. Bu müsbet ilmin kurallarıdır, ilmin verileridir. Mesela kısas böyledir. Öldüren ölür. Çünkü ondan istenen diğer insanların hukukuna riayettir. Bir iki bürokrat toplanıyor ve ceza kanunu yapıyor. Böyle olursa bu kadar sen yatsın, şöyle olursa şu kadar yatsın. Neye göre? Ben öyle istiyorum da ondan. Hayır, ilmin istediği olacaktır. Bir örnek verelim. Adam öldüreni hapishaneye atmazsanız adam öldürmek ayyuka çıkar. Toplulukta insan zayi olur, zarar doğar. İnsanın verimli ömrü 33 sene ise 33 yıllık yevmiye boşa gitmiştir. Topluluğa zarardır. Ama hapishaneye attığımızda o da bize yüktür. Öyleyse, öyle bir sene seçeceğiz ki zarar en az olsun. Cezaları artırırsak öldürmeler azalır. Azalan öldürme artan cezaların toplamına eşit olduğu zaman en verimli yıldır. Bunu meclis komisyonu değil müsbet ilim belirler. Müşahede ve deneyler belirler. Müsbet ilim belirler. Kur’an insanlara işte bu müsbet ilim mantığını öğretir, hidayet budur.
وَدِينِ الْحَقِّ (Va DIyNı eLXaqQı) “Ve hak din ile irsal etti.”
“Din” düzen demektir; insanların karşılıklı hak ve borçlarını tesbit eden düzen demektir. “Hak din” demek, hukuk düzeni demektir. Anayasamızın değişmez maddesini teyit eden hukuk düzenidir. Bu nasıl sağlanacaktır? Mahkeme kararı olmadan eğer kişiye bir yaptırım uygulanamıyorsa o hukuk düzenidir. Ancak mahkemelerin de bağımsız, tarafsız, etkin ve saygın olmaları gerekir. Batı buraya kadar bizimledir de, bundan sonra şaşırmaktadır.
Böyle bir mahkemenin oluşmasının yolu nedir?
İşte orada kendi zulmünü sürdürmek için hakimlik sistemini geliştirmiştir. Ona göre polis taraf tutabilir ama hakim tutmaz. Oysa ikisi de görevlidir, ikisi de üniversite mezunudur. İkisi de devletten maaş almaktadır. İkisi de aynı şekilde görev yapmaktadır. Polis ne ise hakim de odur. Oysa İslâm dininde hakimler hakemlerden oluşmuştur. Taraflar seçmişlerdir. Verdikleri karar temyiz edilemez kesindir. Dolayısıyla hata etmez kabul edilir. Hata etse bile kendi düşen ağlamaz. Madem ki o seçti, hakeminin kararına da katlanacaktır. İşte gerçek hukuk düzeni budur.
لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ (LıYuJHıRa GaLay elDIyNı KulLiHi)
“Bütün dinlere zahir kılması için Hak din ile irsal etti.”
Düzenlerin hepsine zahir olsun diye irsal etti.
İslâm düzeni yani barış düzeni dünyaya hakim olacaktır, galip olacaktır.
Bu âyetler Medine’de okunduğu zaman oradaki devlet küçük bir Medine site devleti idi. Henüz devlet aşamasına gelmemiş Arabistan’da o devlete saldıranlar çöl bedevileri idi. O zaman bunu duyan birisi ‘zavallılar’ diyecekti. Burunlarının ötesini göremiyor, çöllere başlarını gömmüş, dünyayı fethedeceklerini iddia ediyorlar.
Sonra neler oldu, bir bakalım.
a) Mekkelilerle yapılan savaşlar Müslümanların kesin zaferi ile bitti ve tüm Arabistan daha peygamber hayatta iken fethedildi. Diğer pagan düzenler yok oldu.
b) Dört halife zamanında Kuzey Afrika ve Suriye Romalıların elinden alınmıştır. İkinci süper güç olan İran tamamen ortadan kalkmıştır.
c) Sonra Emeviler zamanında Endülüs alınmış ve Çinliler Talas’ta mağlup edilmiştir.
d) Cengiz Han Avrupa’yı ve Asya’yı istila etmiş ama çocuklarının kurduğu dört imparatorluktan üçü İslâmiyet’i kabul ederek dünya üzerinde hükümran olmuşlardır.
e) Malazgirt’te kazanılan zafer ve sonrasında Osmanlılar zamanında Bizans İmparatorluğu ortadan kaldırılmış, Anadolu İslâm yurdu olmuştur.
f) Bütün bunların yanında, Haçlı Seferleri’nin etkisi ile Batı İslâm düzenini öğrenmiş, Avrupa’da yapılmış inkılâplarla İslâm düzeni dünyaya yayılmıştır. Bugün bütün dünyada demokratik, lâik, liberal ve sosyal hukuk düzeni teorik de olsa benimsenmiştir. Bugün dünyada Müslümanlar değil ama İslâmiyet dünyaya hakim durumdadır. Sahteleri de olsa revaçtadır. İşte Kur’an’ın verdiği zafer müjdesi dünya üzerinde hükümran olmuştur.
III. Bin Yıl İslâm Düzeninin dünyaya hakim olduğu düzen olacaktır.
a) Bâtıl inançların tamamı silinip gitmiştir. Müsbet ilmin gelişmesi ile Kur’an’ın getirdiği düzenin dışında başka herhangi bir oluş payidar olamayacak hâle gelmiştir. August Comte ilim dini kurmaya kalkışmıştır. İlim dini vardır, kurulmuştur; o da İslâm’dır. Müsbet ilimler oluşmadan evvel Kur’an’ın düzeni ilmen ispat edilemiyordu. Şimdi ise Kur’an’ın söylediği her şeyi müsbet ilim ile açıklamaktadır. Hukukta ve yönetimde.
b) Hıristiyanlar dünyada zafer kazanmışlardır, hakimdirler. Dünyanın her tarafına Hıristiyanlar hükmetmeye başlamışlardır. Sömürü sermayesinin Hıristiyanları dinsizleştirme çabası sonuç vermemiştir. Bütün dinler gibi Hıristiyanlık da yeniden güçlü olmaya başlamıştır. Hıristiyanlıkta düzene ait hükümler yoktur, şeriata ait hükümler yoktur. Şimdiye kadar şeriat olarak Tevrat’ı kabul etmişti. Bugün ise Tevrat yeterli olmamaktadır. Ancak Kur’an’ın getirdiği hükümler dünyayı idare edecek durumdadır. Bundan sonra Hıristiyanlar kendi dinlerinde kalacaklardır ama düzen olarak kapitalizmi veya sosyalizmi değil; İslâm düzenini, barış düzenini, halk düzenini yani Kur’an düzenin alacaklardır. Böylece İslâm düzeninin zaferi kesin olarak sonuçlanmış olacaktır.
c) Türkiye’de başlayan “Adil Düzen Çalışmaları” bu barış düzeninin teorilerini ortaya koymaktadır. Henüz müesseselerini kurmadığı ve örnek vermediği için sistemini dünyaya duyuramamıştır. Necmettin Erbakan, Millî Görüş Çalışmaları ile bunun varlığını insanlığa ulaştırmıştır. Bugün herkes “Adil Düzen”in varlığından haberdardır ama içeriği henüz ulaştırılmış değildir. İzmir, İstanbul ve Ankara’da yapılmakta olan “Adil Düzen Çalışmaları” bu düzeni ortaya koyacaktır. “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” hazırlanmıştır. 20 000 sahifeyi tutan teorisi geliştiriliyor.
d) Bunun uygulamalı bir örneğinin verilmesi gerekiyor. Yenibosna’da bunun için faaliyet mevcuttur. Yani insanlık “Adil Düzen”i kabul etmeye hazır hâle gelmiştir.
وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ(9) (VaLaV KaRiHa eLMuŞrİKUvNa)
“Müşrikler kerh etse de.”
“Müşrik” kimdir? Müşrik, adil yargı sistemini kabul etmeyen, onun üstünlüğünü kabul etmeyen güruhtur. Onlar yeryüzünde bir cemaattir. Birbirlerinin dostudurlar. Allah’ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Amerika’daki 200 sömürücü aile de eline geçirdiği mâli imkânlarla onları destekliyor. İşte onlar müşriklerdi. Çünkü onlar adil yargı sistemini istemiyorlar. Yargıyı kendi emirlerine âlet ediyorlar.
Türkiye’ye bakın. Savcı hukuk dışı bir şekilde iktidar partisini yıkıyor; onlar alkışlıyorlar. Polis hukuk dışı çeteyi ortaya çıkarıyor; ona saldırıyorlar. Onlara göre kim onlar tarafı hükmederse doğruyu o yapıyor. Anayasanın değişmez maddelerinin tanımlanmasını istemeyip, istedikleri zaman istedikleri kimseleri itham etmek için muğlak tutanlar müşriktir. Hukuku değil de, bulanık suda balık avlamak isteyenlerdir.
Hayır, hayır; onlar istemse de Hak din, hukuk düzeni galip gelecektir. Yargıçların yönetimi değil, hukuk düzeni galip gelecektir.
Çok kısa hukuk düzenini yeniden hatırlayalım.
a) Hukuk düzeninde önce yasama vardır. Yasamanın temeli içtihatlar, sözleşmeler, ortak vekilin istişarî kararları ve yargı kararları ile oluşan mevzuattır. Bunlar toplulukta herkesin uymakla mükellef olduğu kurallardan oluşur.
b) Herkes mevzuatı kendine göre yorumlar ve uygular. Kimse kimseye şunu şöyle yap demez. Kötü yapsa da iyi yapsa da, yapmadan müdahale etmez. Herkes sonuna kadar hür ve serbesttir; adam öldürmek de serbesttir.
c) Herkesin hak ve hürriyetlerinin sınırı, başkalarının hak ve hürriyetlerinin sınırıdır. Mağdur olanlar olursa hakemlere giderler. Hakemlerden birini bir taraf, diğerini diğer taraf seçer; baş hakemi de hakemler seçerler. Bunlar mevzuata uyarak kararlar verirler. Bu kararlar kesindir ve uygulanır. Böylece tarafsız ve bağımsız yargının verdiği kararlar saygındır ve etkindir.
d) Hakemler de yanlış yapabilirler. Onların kararlarına karşı hakemler dava edilebilir. Kararları bozulmaz ama dayanışma içinde tazmin edilir. Hakem kararlarına uymayanlar ise dışlanır ve dayanışma içinde etkisiz hâle getirilirler.
İşte hukuk düzeni budur. Hak din budur. Savaş hakemlerin kararlarına uymayanlara karşı uygulanır. Onun dışında insanlara baskı yapılmaz. Herkes güven içindedir. Buna İslâm düzeni denmektedir. Hak düzenle aynı manâdadır. Batılıların lâik düzen dediklerine Kur’an İslâm dini demektedir.
Bunlar bu kadar açık iken onlar hâlâ Allah’a kezib uydurup mü’minlerin düzende lâik olmadıklarını iddia ediyorlar.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-454 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-284 İstanbul, 12 Nisan 2008
ÇİN, TÜRKİYE VE DÜNYA BORSASI
Çinliler Türk tarımı ile ilgileniyormuş. Son derece sevindirici bir haber.
Sömürü sermayesi Çin’de ucuz ve düşük kaliteli mal ürettiriyor, dünyaya sevk ediyor. Dünyadaki sanayii çökertiyor, tarımı yok ediyor. Çin ve dünya, bu arada Türkiye geleceğini sömürü sermayesine teslim ediyor. Bunun için almamız gereken tedbirleri hatırlayalım.
a) Mala-mal marketleri kurmalıyız. Onlardan ucuz mal alırsak biz de ucuz satmalıyız. Dolarla değil Yuan ve YTL ile alışveriş yapmalıyız.
b) İhracat kadar ithalat yapmalıyız. Kredi ile mal satın almalıyız. Çin bizden dolar değil kendi parasını istemeli, biz de ondan kendi paramızı istemeliyiz.
c) Kaliteli mal üretmeliyiz, Çin’den de kaliteli mal istemeliyiz. Bunun için fason işçilik yaptırmalıyız. Makineleri biz vermeliyiz. Ham maddeyi biz vermeliyiz. Çinlileri Türkiye’ye getirip onları yetiştirmeliyiz. Her şeyi karşılıksız öğretmeliyiz. O zaman bize kaliteli mal üretirler. Onlar da bize aynısını yapmalıdırlar.
d) İpek Yolu’nu yeniden mutlaka tesis etmeliyiz. Deniz güvenliği veya hakimiyeti ABD’nin elindedir ama kara yollarına gelemez. Dolayısıyla sömürü sermayesinden bağımsız iş yapabilmek için kara yolunu tesis etmeliyiz. Araba vagonları geliştirmeliyiz. Ona göre bir vagona sığan TIR imal etmeliyiz.
Adil Düzen yalnız Türkiye’nin sorunlarını çözmez; dünya sorunlarının içinde kendi sorunlarını çözer. Sekiz kent dünyanın serbest kenti olmalıdır. Oraya mallar vizesiz ve gümrüksüz girmeli, gümrüksüz çıkmalıdır. Kişiler pasaportsuz gelmeli, pasaportsuz çıkabilmelidirler. Buradaki fabrikalar vergiden muaf olmalıdır.
Bu sekiz yer nereler olmalıdır?
Güney Amerika, Kuzey Amerika, Afrika, Avrupa, Ortadoğu, Hindistan, Çin ve Avustralya.
Böylece buralarda “serbest borsa” oluşmalıdır.
Her devletin kendi parası olacaktır. Ancak dış ticaretini bölge parası ile yapacaktır. Bölgelerarası para ise insanlığın parası olacaktır. Bu da “altın”dır veya “altın karşılığı çıkarılan para”dır. Bölge parasına uygulanacak sistem için “takas sistemi” esas olmalıdır.
Toprak sahibi olan devletler topraklarının güvenliklerini sağladıkları için onda bir veya beşte bir vergi alacaklardır. Onun dışında yeryüzü insanlığındır. Herkesin oraya gelip yararlanması hakkı vardır. Toprak sahipleri su verirler, etrafını çevirirler. Dışarıdan gelen işçiler çalışır, ürettikleri malları da alıp götürürler.
Türkiye çok elverişli iklime sahiptir. Her çeşit nebatın bitmesine müsaittir. Bunun dışında çevrede büyük çöller vardır. Suları biz kullandırır, oralarda ortaklaşa ekim yapabiliriz. Yeryüzü bugünkü nüfusun birkaç misli nüfusu yaşatacak durumdadır. Bu da ancak uluslararası ilişkilerin “Adil Düzen”e göre düzenlenmesi ile olur. 20. yüzyılda toprak savaşları kalkmıştır. Çünkü sanayi dönemi başlamıştır. Elinde sanayii bulunduranlar toprak sahiplerini sömürerek refah içinde yaşadılar. Bu sömürü devam etmeyecektir.
a) Toprak sahipleri de sanayii öğrendiler. Dolayısıyla onlardan alışveriş yapmayabilirler.
b) Toprak artan nüfusa yetmediği için yeni tarım teknolojisini geliştirmek gerekiyor. Tarım ülkeleri buna da başlamışlardır.
c) Tarım ülkeleri artık kendi aralarında ticarete başlamışlar, sanayi sömürüsü yapan ülkeler kenara itilmeye başlanmıştır. Çin ile Türkiye arasında oluşacak tarım işbirliği bunun açık uygulaması olur. Dolayısıyla sanayi ülkeleri sıkıntıya düşebilir.
d) Sanayi ülkelerinin nüfusları azalmaktadır. Dışarıdan göç alarak hayatiyetlerini sürdürme durumuna düşmektedirler.
Bütün bu sorunların çözümü “Adil Düzen Çözümü”ndedir. O da; devletler var olacak, ulusal devletler bağımsızlıklarını koruyacaklar, ülkelerinin güvenliğini sağlayacaklardır. Ancak ekonomi bakımından devletler sadece üretimden vergi almakla yetinecektir. Altyapı ve kredileşmeyi sağlayacaklar, genel hizmet vakıflarının kurulmasını sağlayacaklardır. Ancak yeryüzü tüm insanlığındır. Gümrükler kalkacak, vizeler kalkacak, tüm yeryüzü serbest bölge olacaktır. Emek, sermaye ve teknoloji ham maddenin bulunduğu yere gidecek ve orada üretim yapılacak, çıkan mahsulden vergi ödenecek, kalan dünyanın her yerine engelsiz ve kayıtsız dolaşacaktır.
İnsanlık bu düzenin nesini beğenmiyor?
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-454 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-284 İstanbul, 12 Nisan 2008
ERGENEKON VE AK PARTİ veya
AK Parti kapanmayı hak ediyor mu?
Bir yöneticisiniz; kaymakamsınız, müdürsünüz. Sizi yeni bir yere atamışlardır. Oranın her türlü sorumlu ve yetkilisi sizsiniz. Ama oradaki işler hakkında hiçbir şey bilmiyorsunuz. Önünüze evraklar gelir; ben bilmiyorum, dursun, diyemezsiniz, imzalarsınız. Tezgah öyle kurulmuştur, öyle devam eder. Emrinizdeki memurlar iki kısımdır. Kimileri sizin gibi yeni atanmışlardır. Yetkileri büyüdükçe yenilikleri de o kadar yenidir. Dairede en eski olanlar kapıcılar, odacılar, kâtipler, sıradan yetkisiz görünen memurlardır. Her şeyi onlar bilmektedirler. Siz onların bildikleriyle ve onlardan öğrendiklerinizle yönetmek zorundasınız. Odanızın elektrik sigortası atsa ancak onlar takabilirler. Yoksa karanlıkta kalırsınız.
Siz daha yeni yeni çevre edinmiş, personeli tanımış, dairede işi olanlar hakkında bilgileriniz oluşmuşken; sizi alırlar ve başka bir yere gönderirler!
Dolaşır dolaşır, sonra uslu, iş yapmaz, işe karışmaz bir memur iseniz; maaşınız artmış, çoğu zaman mevkiiniz yükselmiş, şerefli bir devlet görevlisi olarak ama hiçbir şey yapmadan emekli olursunuz.
Peki, bu şartlar altında devlet çarkı kimler tarafından nasıl yönetiliyor?
Dairelerde yerleştirilmiş elemanlar vardır. Bunlar tahsilsiz kimselerdir. Tahsilli olanlar da tahsillerini gizlemektedirler. Bu dairenin istendiği şekilde idare edilmesini onarla yaparlar. Bunların içinde çoğu iyi niyetlidir ama onların yetkileri yoktur. Onlar sadece ayak üstü işler yaptırırlar. Asıl yetkililerle temas kuran ve dışarıdakilerin istediği gibi işleri yürütenler ise işini bilenlerdir. Siz yönetici olarak kısa zamanda bunları tanırsınız ama onlara bir şey yapamazsınız. Çünkü onların arkasında dev kuruluşlar vardır. Hiçbir açıkları yoktur. Çünkü onlar asla kendileri iş yapmazlar. Onlar acemi memurları tayin ettirirler. Onlar da işi bilmedikleri için işleri onlara yaptırırlar, suçları onlara işletirler; kendileri ise hiçbir yerde ve hiçbir zaman sorumlu yerde imza atmazlar. Eğer bir gün suç ortaya çıkarsa yanacak olan o zavallılardır.
Her tarafta yerleşmiş olan bu yeraltı örgütü, kendi yaşamını yolsuzluk ve rüşvet mekanizması üzerine kurar. Vatandaşların işleri yapılmaz. Bunların dışta aracıları vardır. Halka rüşvet vereceğiz derler. Alırlar sonra o rüşvet yerine gelir. Ancak rüşvet müdüre hiç ulaşmaz, yetkili memurlara ulaşmaz, saf memurlar zaten görmezler. O yolda kaybolur. Nereye gittiğini verenin bilmesine imkan yoktur. Ama işi görülür.
Bunların başka bir işi de, harcamak istedikleri kimseye komplo kurmaktan ibarettir. Bir adamını veya akrabasını bulurlar ve ona bir şeyler yaptırırlar. Sonra şantaja başlarlar. Yetkili memur da tuzağa düşmüş olur ve kendisini kurtaramaz. Rüşvet almayıp iftiraya kurban gideceğine, alıp da yerinde kalmayı tercih eder.
Bu şebeke içte böyle oluşup yaşarken, bu şebekeyi organize eden hareketlerin projesini yapan ve bu şebekenin arasındaki birliği sağlayan dış örgüttür. CIA’dir. Belki onun daha derininde olan bir örgüttür. Bu yolsuzluk şebekesini fişleyerek onları her zaman yakalatıp tehlikeye düşürme tehdidi altında ne isterse onu yaptırır. Hattâ siz yönetici olarak üç dört sene kalsanız bunlarla karşı karşıya gelir, kendiniz oradan ayrılmaktan başka çare bulamazsınız.
İşte bugün dünya devletleri böyle yönetilmektedir. Bu sebepledir ki her yerde rüşvet, yolsuzluk, işkence ve baskı mevcuttur.
AKP’yi kapatma davası şekil olarak açılmıştır ama asıl dava eden kimdir? Başsavcı mı? Hayır. İlhan Selçuk mu? Hayır. CIA, hattâ onun da arkasında olan daha derin bir güç. İlhan Selçuk ve Doğu Perinçek’i tutuklayan kimdir? Polis mi? Hayır. CIA ve onun arkasındaki daha derin güç. Bugün piyasada görünenler sadece zoraki figüranlardır. Kendilerine göre mutat, normal karar veren, kuralları uygulayan zavallı namuslu memurlardır. Yazarlardır. Polistir, savcıdır, hakimdir…
Siz bunların üzerine yürüdüğünüz zaman suçluları değil, suçluların tuzağına düşmüş zavallıları cezalandırırsınız. Oyun oynayanların istediği de zaten budur; bunlar birbirine girsin, birbirleriyle didişsin sursun ama biz parsamızı toplayalım.
Süleyman Demirel bu oyunları bilen bir politikacıdır. Dolayısıyla ömrünü yapabildiklerini yaparak bitirdi. Kendisi iyi işler yaptı ama onların dediğini de ihmal etmedi. R. Tayyip Erdoğan ise bunun acemisidir, ne yaptığının farkında değildir. Hapse attırdıkları adamlar onların kendi adamlarıdır. Bunun farkında değildir.
Bundan nasıl kurtuluruz?
Sistemle kurtuluruz.
a) Bir memur bir yere atandı mı o görevde terfi edilmelidir. Orada kaldıkça maaşı artmalıdır. Ömrü bitinceye kadar görevinden alınmamalıdır. b) Eğer kendisi başka bir yere tayinini isterse edilmeli ama maaşının artması bir veya birkaç yıl durmalıdır. Sık sık iş değiştirme cezalandırılmalıdır. c) Amirler çalıştırmak istemedikleri memurları hemen değiştirmelidir. Memur da yerini değiştirebilmelidir. O zaman tercih durumu olmalıdır. Bu değişme sicilde bir eksiklik doğurmamalıdır. d) Emekli olduktan sonra da makamının fahri görevlisi olmalı, oraya atanmış yeni görevlinin müşaviri olmalıdır. Dairesine gelip gidebilmeli, masasında oturabilmeli, görevlileri teftiş edip rapor verebilmelidir.
Böyle yaptığınız zaman artık kaymakam o ilçeyi avucunun içi gibi bilir, emekli kaymakamlardan da yararlanır ve böylece yeraltı faaliyetleri gösteren rüşvetçi CIA’cı adamlar teşhis edilip bertaraf edilebilir. Başka türlü herhangi bir şey yapamazsınız.
İşte “Adil Düzen” bu tür çözümler getirir.
Farz edin ki yukarıda anlattıklarımız komplo teorisidir, böyle bir şey yoktur. Söylediğimiz çarenin bir zararı var mıdır? Yoksa yoktur; ama varsa çaresi budur.
Biz zararı olmayan ama yararı olan bir şeyi niye yapmayalım?
İşte AK Parti bunları yapmadığı için kapanmayı hak ediyor.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92