ADİL DÜZEN 455
“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” S. KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 19 Nisan 2008 Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 455. SEMİNER
“HİÇ BİLENLERLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (Kur’an; Zümer Sûresi, 39/9)
“İ L İ M TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
Bu dersin tamamı Yenibosna’da Cumartesi günü 18.00–21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
-DEĞERLİ ADİL DÜZEN ÇALIŞANI; BUGÜN ALLAH İÇİN YANİ ADİL DÜZEN İÇİN NE YAPTIN? BU HAFTA KAÇ KİŞİYE TEBLİĞ YAPTIN?-
Gayemiz ve Hedefimiz; Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır. Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL
***
*ÜMRANİYE İŞLETME SEMİNERLERİ; 9. SEMİNER
ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER
***
*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ / YORUMLARI;
EKONOMİK SAVAŞ VE KOBİ’LER
ÜZÜLDÜM…
***
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَقَارُونَ وَفِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَلَقَدْ جَاءَهُمْ مُوسَى بِالْبَيِّنَاتِ وَمَا كَانُوا سَابِقِينَ (29/39)
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُبِينٍ(23) إِلَى فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَقَارُونَ فَقَالُوا سَاحِرٌ كَذَّابٌ(24) فَلَمَّا جَاءَهُمْ بِالْحَقِّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُوا اقْتُلُوا أَبْنَاءَ الَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ وَاسْتَحْيُوا نِسَاءَهُمْ وَمَا كَيْدُ الْكَافِرِينَ إِلَّا فِي ضَلَالٍ((40/25
إِنَّ قَارُونَ كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسَى فَبَغَى عَلَيْهِمْ وَآتَيْنَاهُ مِنْ الْكُنُوزِ مَا إِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُوءُ بِالْعُصْبَةِ أُولِي الْقُوَّةِ إِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِحِينَ(76) وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ وَلَا تَنسَ نَصِيبَكَ مِنْ الدُّنْيَا وَأَحْسِنْ كَمَا أَحْسَنَ اللَّهُ إِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْأَرْضِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ(77) قَالَ إِنَّمَا أُوتِيتُهُ عَلَى عِلْمٍ عِندِي أَوَلَمْ يَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ قَدْ أَهْلَكَ مِنْ قَبْلِهِ مِنْ القُرُونِ مَنْ هُوَ أَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَأَكْثَرُ جَمْعًا وَلَا يُسْأَلُ عَنْ ذُنُوبِهِمْ الْمُجْرِمُونَ(78) فَخَرَجَ عَلَى قَوْمِهِ فِي زِينَتِهِ قَالَ الَّذِينَ يُرِيدُونَ الْحَيَاةَ الدُّنيَا يَالَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَا أُوتِيَ قَارُونُ إِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظِيمٍ(79) وَقَالَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ وَيْلَكُمْ ثَوَابُ اللَّهِ خَيْرٌ لِمَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا وَلَا يُلَقَّاهَا إِلَّا الصَّابِرُونَ(80) فَخَسَفْنَا بِهِ وَبِدَارِهِ الْأَرْضَ فَمَا كَانَ لَهُ مِنْ فِئَةٍ يَنصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللَّهِ وَمَا كَانَ مِنْ المُنْتَصِرِينَ(81) وَأَصْبَحَ الَّذِينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْأَمْسِ يَقُولُونَ وَيْكَأَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ لَوْلَا أَنْ مَنَّ اللَّهُ عَلَيْنَا لَخَسَفَ بِنَا وَيْكَأَنَّهُ لَا يُفْلِحُ (82) تِلْكَ الدَّارُ الْآخِرَةُ نَجْعَلُهَا لِلَّذِينَ لَا يُرِيدُونَ عُلُوًّا فِي الْأَرْضِ وَلَا فَسَادًا وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ(83) مَنْ جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَا وَمَنْ جَاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزَى الَّذِينَ عَمِلُوا السَّيِّئَاتِ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ(84/28)
ANKEBUT SÛRESİ
* Karun, Firavun ve Haman’a da. (Nuh’u kavmine irsal ettiğimiz gibi irsal ettik.)
وَقَارُونَ وَفِرْعَوْنَ وَهَامَانَ
* Musa onlara açık kanıtlarla gelmişti. /Musa onlara beyyinat ile ciet etmişti.
وَلَقَدْ جَاءَهُمْ مُوسَى بِالْبَيِّنَاتِ
* Yeryüzünde büyüklendiler. /Arzda istikbar ettiler.
فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْأَرْضِ
* Yarışı kazanamadılar. / Sabikler de olamadılar.
وَمَا كَانُوا سَابِقِينَ (29/39)
Açıklama:
Önce Karun, sonra Firavun, sonra da Haman’ı zikrediyor.
Mısır’da İsrail oğulları vardı. Zengin olanlar sarayda yer alıyor ve onlarla işbirliği yaparak kendi kavimlerini eziyordu.
Bugün de Amerika’daki sömürü sermayesi ABD ile işbirliği hâlindedir ve İsrail oğullarını ateşte eziyor. Amerika’da sermaye baştadır. Ondan sonra hükümet ve meclis gelir. Ondan sonra da CIA ve ordu gelir.
Demek ki o zaman da bugünün aynısı varmış. Haman Firavun’un veziridir. Karun ise Firavun’un patronudur, köledir ama patrondur. Bugün de öyledirler.
***
MÜ’MİN SÛRESİ
* Biz Musa’yı açık kanıtlarımızla ve açıklayan güçle gönderdik. / Biz Musa’yı beyyinatımızla ve mübin sultan ile irsal ettik.
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُبِينٍ
Açıklama:
Ankebut Sûresi’nde “Musa onlara ciet etti” denmiş; burada ise “Biz Musa’yı irsal ettik” diyor. Böylece iki ifade birbirini tamamlıyor. Biz irsal ettik, o da onlara ciet etti diyor. Orada “beyyinat ile” deniyor, burada ise “beyyinatımızla” diyor. Böylece “beyyin”in yine Allah tarafından verildiğini ama onları kendisinin açıkladığını ifade ediyor. Yani gelen kitap değil sözlü açıklamalardır.
Mübin beyyineleri ispatlayan fiili delildir. O da sopanın yılan olması ve diğer mucizelerdir. Her ikisinde marife/belirli gelmiştir ve dişi kurallı çoğulla gelmiştir. Yani bütün mucize ve sözleri birbirini tamamlayan mahiyettedir.
“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda da böyle bir bütünlük sağlanmıştır.
“Adil Düzen Partisi” kurulduğu zaman gücünü de gösterecektir demektir.
* Firavun, Haman ve Karun’a.
إِلَى فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَقَارُونَ
* Yalancı bir büyücüdür dediler. / Kezzab bir sahirdir diye kavlettiler.
فَقَالُوا سَاحِرٌ كَذَّابٌ
Açıklama:
Burada Firavun ve Haman başa alınmışlardır. Çünkü Allah Hazreti Musa’yı kavmini alıp götürmek için göndermişti. Dolayısıyla asıl muhatap Firavun’dur.
Demek ki biz de ABD’yi muhatap alırken önce hükümeti ve meclisi muhatap alacağız, sonra CIA ve orduyu muhatap alacağız, en son sömürü sermayesini muhatap alacağız. Burada öğrendiğimiz en önemli nokta sömürü sermayesini de muhatap almamızdır. Yani onlarla ilişkiyi kurarken sermayeyi de hesaba katmamız gerekir.
* Onlara bizden gerçekler gelince onlar, onunla beraber inanmış olan kimselerin oğullarını öldürelim dediler. / Onlara indimizden hak ciet edince onlar, onunla beraber iman edenlerin ebnaını katledelim dediler.
فَلَمَّا جَاءَهُمْ بِالْحَقِّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُوا اقْتُلُوا أَبْنَاءَ الَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ
* Ve kadınlarını utandırınız. / Ve nisalarını istihya ediniz.
وَاسْتَحْيُوا نِسَاءَهُمْ
* Gerçekleri saklayanların kurdukları oyun boşa çıkmadan kurtulamadı. / Kâfirlerin keydi dalaletten başka bir şeye yaramdı.
وَمَا كَيْدُ الْكَافِرِينَ إِلَّا فِي ضَلَالٍ((40/25
Açıklama:
Burada beyyinat yerine Hak gelince deniyor. Bu suretle beyyinat demek hak demektir. Hak demek müsbet ilmilerle ispatlanmış sonuçlar demektir.
Biz de bugün “Adil Düzen”i müsbet ilimlerle ispat ettiğimiz halde, onlar ilimle değil öldürme ile tehdit ediyorlar. Ellerinden geldiği zaman asıyorlar. Kızlarımızın zorla başlarını açarak utandırıyorlar, onları hayasız hâle getirmek istiyorlar, utanmaz yapmak istiyorlar.
Çağımızın Firavun’u Başkan Bush, Haman’ı CIA ve Karun’u da sömürü sermayesidir. Ve dünya üzerinde yapmak istedikleri zulüm budur.
Kur’an bunun böyle olduğun burada bildirmektedir. Sonuç ise müjdedir.
Öldüremeyecekler. Ve kızlarımızı istihya edemeyecekler, utanmazlar yapamayacaklar. İstedikleri olmayacak. Zina yaygınlaşmayacak. Geçenlerde yaptığımız yorumumuzda ne dedik? Endişeye mahal yok. Çünkü mağlup olacaklar.
***
KASAS SÛRESİ
* Karun Musa’nın ulusundandı. / Karun Musa’nın kavmindendi.
إِنَّ قَارُونَ كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسَى
* Onlara saldırdı. / Onlara bağyetti.
فَبَغَى عَلَيْهِمْ
* Ona ana anahtarlarını güçlü bir örgütün taşıdığı hazineler vermiştik. / Ona mefatihini kuvvetli usbenin nutu’ ettiği kenzlerden îtâ etmiştik.
وَآتَيْنَاهُ مِنْ الْكُنُوزِ مَا إِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُوءُ بِالْعُصْبَةِ أُولِي الْقُوَّةِ
* Halkı ona böbürlenme demişti. / Kavmi ona ferahlanma diye kavletmişti.
إِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ
* Allah böbürlenenleri sevmez. / Allah ferahlananları muhabbet etmez.
إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِحِينَ(76)
Açıklama:
Karun Hazreti Musa’nın kavmindendir. İsrail oğulları Mısır’da yerleştirilmiştir. Hazreti Yusuf hazinelerin başına getirilmiştir. Hazreti Yusuf kendi kavmini ticarette yetiştirmiştir. O günden bugüne onlar dünyanın ticaretinde üstün kavimdirler. Mısırlılar yazın ziraatta, kışın inşaatta çalışırlardı. İşçi idiler ve yevmiyeyle geçinirlerdi. Oysa İsrail oğulları çoban bir millet idi. Yaz kış hayvan besler ve onunla geçinirler, bir de ticaret yaparlardı. Onun için varlıklı kimselerdi. Ne var ki onların içinden de zenginlik sömüren kişilerin ellerinde toplanmıştı. Kral, bürokrat ve sermaye işbirliği Mısır’daki halkı eziyordu.
Bugün de aynı üçlü dayanışması vardır. Anahtarları güçlü bir örgütün taşıması demek, onu koruması demektir. Zor korunmaktadır. Enflasyon hazineleri kemirmektedir. Kavmi ona bu servete güvenme diyorlardı. Bugün de Batı bilginleri bu ihtarı kendilerine yapmaktadırlar.
* Allah’ın sana verdiğinde öte yurdu ara. /
Allah’ın sana îtâ ettiğinde âhiret dârını ibtiğa et.
وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ
* Buradan da payını unutma / Dünyadan da nasibini unutma.
وَلَا تَنسَ نَصِيبَكَ مِنْ الدُّنْيَ
* Allah’ın sana yaptığı iyilik gibi sen de iyilik yap. /
Allah’ın ihsan ettiği gibi sen de ihsan et.
وَأَحْسِنْ كَمَا أَحْسَنَ اللَّهُ إِلَيْكَ
* Yeryüzünde bozgunculuğu arama. / Arzda fesadı bağy etme.
وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْأَرْضِ
* Allah bozguncuları sevmez. / Allah müfsidleri hubbetmez.
إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ(77)
Açıklama:
Genel olarak böbürlenme dedikten sonra, sermaye sahibinin neler yapacağını dört maddede belirtiyor. Kavmi ona demişti diyor.
Bugün de kendi kavmi, mesela Amerika alimleri, yahut Yahudi alimleri onlara demiş olmalıdırlar. Yahut bundan sonra diyecekler. Sömürü sermayesine diyecekler.
Biz de bizim Karunlara yani büyük sermaye sahiplerine demeliyiz. Açıkça adresi göstermeliyiz. Türk Masonlarına demeliyiz. TÜSİAD üyelerine demeliyiz. Ne yapmaları gerektiğini söylemeliyiz. Onlar bugün sermayelerini kendi refahları, sefahatleri ve zulüm yapmak için kullanıyorlar. Bunlardan vazgeçerek şunları yapacaklardır.
a) Âhiret yurdunu talep etmeleri gerekir. Geleceklerini düşünmelidirler. Sermaye böyle sömürüye devam ederse sonu kendilerinin suni sosyalizmi değil, gerçek sosyalizm gelebilir. Daha önce yaşadıkları sürgünleri sefalet içinde yaşayabilirler. Adil Düzen uygarlığında da yerlerinin olabilmesi için barış içinde yaşama yollarını aramalıdırlar. Zenginlikleri onlara kalsın ama o zenginliklerini sömürü sermayesi olarak kullanmasınlar. Aksine gelecekte de yani “Adil Düzen”de de iş yapabilecek şekilde kendilerini düzenlesinler. Faizli sistemden ve karşılıksız paradan vazgeçsinler.
b) Şimdiki yaşayışınızda da paylarınızı alın. Yine kendi varlığınızı ve sermayenin ticari değerini koruyun. Faizi haram kılın ama ticaret serbest olsun. Tekel oluşmadan liberal düzende faaliyetiniz devam etsin.
c) Allah size bu imkanları verdiğine göre siz de bu imkanları insanlıkla paylaşın. “Adil Düzen”in kurulmasına katkıda bulunarak herkesin aş, iş, eş bulmasına ve huzur içinde yaşamasına yardımcı olun. Saadetiniz başkalarının sefaleti üzerinde kurulmasın.
d) Yeryüzünde fesat arama. Savaşları çıkarma, teröristleri destekleme, insanları birbirine düşürme. Allah müfsitleri sevmez. Sonunda ördükleri oyunları başlarına sarar. Böyle yaptığınızda hep siz sürülmediniz mi, hep siz ezilmediniz mi?
* Bu bana bendeki bilgimden dolayı verilmiştir dedi. / Bu bana indimdeki ilmimden dolayı îtâ edilmiştir diye kavletti.
قَالَ إِنَّمَا أُوتِيتُهُ عَلَى عِلْمٍ عِندِي
* Kendisinden önce gelen soylardan, kendisinden daha güçlü ve daha çok olanları çökerttiğimizi bilemedi mi? / Kendinden kabl karnlerden kuvvette daha eşed ve cemde daha ekser olanları helâk ettiğimizi ilm edemedi mi?
أَوَلَمْ يَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ قَدْ أَهْلَكَ مِنْ قَبْلِهِ مِنْ القُرُونِ مَنْ هُوَ أَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَأَكْثَرُ جَمْعًا
* Onların suçlarından uygulayanlar sorulmazlar. / Onların zenblerinden mücrimler sual olunmazlar.
وَلَا يُسْأَلُ عَنْ ذُنُوبِهِمْ الْمُجْرِمُونَ(78)
Açıklama:
Karun’a bilgisi sebebiyle kendisine bu mal verilmiştir. Malı olduğu için de Firavun’a bile hükmetmektedir.
Bugün de sömürü sermayesi eriştiği bu inanılmaz güce ilmi ile ulaştığını söylemektedir. Bunda yerden göğe kadar haklıdır. İnsanlığı bugünkü sanayi dönemine ulaştıran ilimdir. Bunu İslâmiyet’ten alıp Batı’ya aktaran odur. Bugün sahip olduğu güce o hizmeti karşılığı ulaşmıştır. Ne var ki onlara bu ilmi veren Allah’tır. Tevrat’ı O inzâl ettiği gibi, ülkelerinden sürülüp dağılınca dünyanın ilmine ve ticaretine sahip oldular.
Burada Karun kişi olarak alınmış, müfret olarak getirilmiştir.
Bugün de sömürü sermayesi aslında bir kişidir. O sermayeyi elinde tutmaktadır. Başkan da bir kişidir. O dünyaya hükmetmektedir. CIA’nın ve ordunun başı da bir kişidir. Firavun ve melei denmektedir. Bu sembol olarak bir kişidir. Ama bunların her biri birer örgüttür. Tek olarak zikredilmiş olması onların tek kişiler tarafından temsil edilmesidir.
Kendisinden daha kuvvetli olan kavimleri helak ettiğimizi bilmekte midir diyor. Aslında bugün mal olarak daha kuvvetlidirler ama nüfus olarak azdırlar. Nisbet olarak çok azdırlar. Bugün onlar birkaç on bini bulmazlar. Oysa nüfus on milyarlara doğru gitmektedir. Kuvvet olarak da yani silah kuvveti bakımından da bugün daha güçlüdürler. Ama insanlara söz geçirme bakımından çok daha zayıftırlar. Bu Firavun zamanında da böyle olmalıdır.
Burada çok önemli bir kural konmaktadır. İktidarda olanlar icraatlarını bir teşkilat tarafından yürütürler. Halk yaşadıkları toplulukta iktidarda olanlara itaat eder. Halk bununla emrolunmuştur. Helâk geldiği zaman birlikte helâk olurlar. Ama kişisel sorumluluğa gelince bunlar sorumlu değil, imamları yani başkanları sorumludur. Dolayısıyla âhirette kişiler bu icraatlarından sorumlu değildirler.
Bu dünyada da “Adil Düzen” iktidar olunca yalnız başlar sorumlu olacaktır. Halk ise sorumlu olmayacaktır. Savaşın sonunda elde edilen esirlerden ileride tehlike teşkil edecek olanlar öldürülür. Ama geçmişte işledikleri suçlardan sorulamazlar. Sen niçin savaştın, neden adam öldürdün denemez. Savaş zaten adam öldürmedir.
Yahudilerin Hitler ordusunda olanları şimdi sorgulaması yanlıştır. Savaş bitti ve barış oldu mu, ondan sonra artık savaştaki fiillerden kimse sorgulanamaz.
Bunun dışında Susurluk olayında veya Ergenekon soruşturmasında emir alanlar soruşturulamaz. Geçmişte işledikleri fiillerden kimse yargılanamaz. Devletten emir almış ve görevi yerine getirmiştir. Ona emreden soruşturulabilir. O teşkilatı kuran soruşturulabilir. Ama memurlar soruşturulamaz. Onlar da iktidar olmuş ve devleti yönetme bakımından iş yapmışlarsa soruşturulamaz. Ne 27 Mayıs, ne de 12 Eylül failleri suçlanabilir. Mevcut kanunlara uymayan görevliler suçlanabilir. Eğer özel talimat almışlarsa, niye bunu yaptınız denebilir. 27 Mayıs’tan sonra, 12 Eylül’den sonra kurulan özel mahkemeler emir almadan suç işlemişlerse, o zaman soruşturulabilir. Hâsılı iktidarın emrinde suç işleyen görevliler suçlanamazlar. Çünkü o zaman devlet memurlarının iktidara karşı çıkmalarını meşru sayarız ki bu da devleti yok eder, fitne olur.
Bunun böyle olduğunu daha önce de biliyordum, başka âyetlerin işaretiyle biliyordum. Ama şimdi ibare ile çok açık olarak ifadesini okuyoruz.
Refahyol hükümetini Susurluk, AK Parti’yi de Ergenekon götürmektedir. Çünkü devletine hizmet edenlerin suçu yoktur. Devlet sadece hukukla yönetilmez. Öyle olsaydı savaş olmazdı. Görevliler, hele askeri görevliler mevzuata değil, amirlerin verdiği emirlere uyarlar. Askeri olmayan mahkemelerin böyle yetkileri yoktur. Onlar adalet ne ise ona göre hükmederler. İktidar ise kararlarını icra eder veya icra etmez.
Bu âyet bize cürümün ne olduğunu da ifade etmektedir. Cürüm, kamu görevlerini kullanırken adil davranmayıp zulmetmek demektir, iktidarı kötüye kullanmaktır. İktidara uyulmuşsa memur sorumluluktan kurtulur.
Mücrim kamu görevini, kamuya ait işleri yaparken haksızlık yapan, zulmeden kimsedir. Kur’an’da bu erkek kurallı çoğul olarak getirilmiştir. Şebekeler oluşmakta, iktidarı kötüye kullanmaktadırlar. Örgüt önce ülkenin selameti, devletin varlığı için oluşur; sonra örgüt artık kendi çıkarları için çalışmaya başlar. İşte böyle çalışan örgüt mücrimdir.
CHP önce ülke çıkarları için örgütlendi. O zamanın yöneticileri olan Mustafa Kemal ve İsmet İnönü onlara emirler verdiler ve icraat yapıldı. O tarihte Halk Partililerin yaptıkları onlara sorulmayacaktır. Çünkü iktidarda idiler. Suçlu varsa Mustafa Kemal ile İnönü veya Mareşaldir. Ama iktidardan gittikten sonra icra ettikleri ise cürümdür. Onlar sorulacaklardır. Yani Deniz Baykal’a itaatle sorumluluktan kurtulamazlar; tabii suçları varsa.
Bugün AK Parti iktidardadır. Eğer emir verir de bir icraat yaptırırsa, yapan sorumlu değildir. Ama iktidardan düştükten sonra artık ona itaat edilemez. Evren iktidar olunca Demirel’e itaat edilemez.
Bu sebepledir ki yapılanlardan üç kişi mesul olacaktır; devlet başkanı Firavun, genelkurmay başkanı Haman ve maliye bakanı Karun. Diğerleri ise devletlerine hizmet etmişlerdir. İktidarın emri ile cürüm işleyenler sorumlu değildirler. Yetki onların elindedir. Sorumluluk da onlara aittir.
* Halkına süsleri içinde çıktı. / Kavmine zineti içinde huruc etti.
فَخَرَجَ عَلَى قَوْمِهِ فِي زِينَتِهِ
* Yakın yaşayışı isteyenler, Karun’a verilmişin benzeri bize de verilse ne olur dediler. / Dünya hayatını murad edenler, Karun’a verilenin misli bize de îtâ edilse ne olur diye kavl ettiler.
قَالَ الَّذِينَ يُرِيدُونَ الْحَيَاةَ الدُّنيَا يَالَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَا أُوتِيَ قَارُونُ
* O büyük payı olandır. / O azim hazzı olandır.
إِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظِيمٍ(79)
Açıklama:
Karun benzeri sermaye sahipleri yani sömürü sermayesi daima mal yarışındadırlar. Kendilerinin zengin olduğunu gösterme peşindedirler. Kendilerine özgü mahalleleri vardır. Kendilerine özgü şartları vardır. Kendilerine özgü arabaları vardır. Kendilerine özgü giyimleri vardır. Halk 5-10 liralık ayakkabı giyerlerken, onların ayakkabıları 500 bin liralıktır. Halk 10 bin liralık arabalara biner, onların arabası 100 milyon değerindedir. Daima varlıklarını göstererek üstünlüklerini ortaya koyma peşindedirler.
Halk da onların gösterişine göz koyar, her gün oralara ulaşamadığı için üzülür ve hayıflanır. Oysa zengin olmak üstün olmak demek değildir.
İnsanda dört meleke vardır. İlimde üstün olursun, takvada üstün olursun, servette üstün olursun, mevkiin üstün olur. Bunların hiçbirisi istenen şeyler değildir. İlimde üstün olursun, şerde kullanırsın. Paran olur, herkes size özenir ve size hasım olur. Mevkiin olunca zulüm yaparsın, herkes düşmanın olur. Takva sahibi olursun, kötü çevre seni sömürür.
Asıl başarı nedir?
Asıl başarı iyi cemaatin olmasıdır. İyi cemaatte yoksulsan doyururlar, cahilsen öğretirler, ahlâksızsan düzeltirler. Kimseye seni ezdirmezler, kimseyi ezmene de müsade etmezler, yani Allah’ın istediği topluluğun üyesi olman, istenen budur. Allah’a kalbi selimle gelmek de bu demektir, yani topluluğa barışık kalb ile gelmek demektir.
* Kendilerine bilgi verilenler size yazıklar olsun dediler. / Kendilerine ilim îtâ edilenler size veyl diye kavlettiler.
وَقَالَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ وَيْلَكُمْ
* İnanmış ve uygun işler işleyenler için Allah’ın karşılığı daha iyidir / İman etmiş ve ameli salih işlemiş olanlar için Allah’ın sevabı daha hayırlıdır.
ثَوَابُ اللَّهِ خَيْرٌ لِمَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا
* Ona ancak dayananlar ulaşır. / Ona ancak sabredenler mülaki olur.
وَلَا يُلَقَّاهَا إِلَّا الصَّابِرُونَ(80)
Açıklama:
İlim sahibi olanların Allah’ın halifesi olan topluluğa giydireceği elbise olmadıkça hiçbir şey işe yaramaz.
“Sevb” elbise demektir. “Sevab” ise işlenen iyi işler karşılığı toplulukta elde edilen değerdir. Siz iyi insansanız, başka insanların iyiliğine çalışıyorsanız, toplulukta sevilen ve sayılan kişi olursunuz. Hangi toplulukta? Allah’ın halifesi olan toplulukta sevilir olursunuz.
Sosyoloji ve psikoloji bilenler bunu çok iyi bilirler. İnsanların bir kısmı başkalarına iyilik etmek, onları hoş karşılamak isterler. Bir kısmı ise başkalarıyla kavga ederler. Onlar kötülükten hoşlanırlar. Hayatlarını kendilerine zehir ederler.
Bunlara sabredenler, işte bunlar büyük haz sahibidirler. Dayanacaklar. Kendilerine yapılan saldırılara, Karun’a, Haman’a ve Firavun’a dayananlar sabredenler, direnenler; işte onlar Allah’ın sevabına kavuşurlar. Toplulukta üstün olup onları ezme değil, toplulukta uygun işler yapma yani kendine ve başkalarına yararlı işler yapma yoluyla topluluğun iyi bir üyesi olma hayırdır. Başkalarına zarar veya üzüntü değil, başkalarına yararlı olma ve onları sevindirme. İktidarda olanlar halka hükmetmek değil, hizmet etmek için güce sahip olmalıdırlar.
Burada sabır önemlidir.
Türkler hep sabırla kazanmışlardır.
İstiklâl Savaşı’ndan sonra Türkiye’yi yıkmak için dış güçler ve iç güçler işbirliği yapmışlardır. Orduya devrimleri yaptırmışlar, lâiklik adı altında dinsizlik yaptırmışlardır. Böylece halkı orduya düşman etmek istemişlerdir. Türk halkı sabretmiş ve ordusunu sevmeye devam etmiştir. 1950’de demokrasiyi ilan etmiştir ama DP CHP’den beterini yapmıştır. Dışarıdan gelen talimatlarla on yılda bir müdahale olmuştur. Türk milleti bunlara hep sabretmiş. Sonunda kim kazanmış? Türk milleti kazanmıştır.
İktidarlara, Firavunlara, Hamanlara, Karunlara sabretmek gerekir. Onların ne makamlarına, ne paralarına, ne de güçlerine imrenmek gerekir. Zalim hükümdar olacağına mazlum teba ol, senin için çok daha hayırlıdır.
İşte mü’min bu demektir.
Bu sebepledir ki düzen değişmedikçe Adil Düzen Çalışanları iktidar olmayı istemezler. Onlar iktidar için değil, düzeni değiştirmek için uğraşırlar. Düzen değişsin de iktidarda yine onlar kalsınlar. Düzen değişmeyecek, zulüm devam edecekse; Karun olmak yerine dilenci olmayı tercih edeceksin.
* Onu ve yurdunu yere gömdük. / Onu ve darını arza hasfettik.
فَخَسَفْنَا بِهِ وَبِدَارِهِ الْأَرْضَ
* Allah’ın dışında ona yardım edecek bir birlik olmadı. / Allah’ın dışında ona nusret edecek bir fiet olmadı.
فَمَا كَانَ لَهُ مِنْ فِئَةٍ يَنصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللَّهِ
* Yardım isteyecek durumda da olmadı. / Muntasırlardan da olmadı.
وَمَا كَانَ مِنْ المُنْتَصِرِينَ(81)
Açıklama:
Böyle olan kimseler darbe yediklerinde kimse onlara yardım etmez, onlar da yardım isteyemezler.
Demokrat Parti’ye darbe vurulduğu zaman kimse onlara yardım etmedi.
İktidarda olanlar düşmekte, zengin olanlar batmaktadırlar. Onu ve darını diyor, arza gömdük. Karun’un varlığıyla battığı ifade edilmektedir. Bu gerçek manâda da olur, mecaz manâda da olur, iflas ettiler anlamı da taşır.
Bugün Amerika’nın Karunları batmayacaklarını sanmaktadır. Oysa bir gecede onlar iflas edebilir. Çünkü onların tek sömürü aracı karşılıksız paradır. Çin bir gün karar alsa ve ‘ben dolarla mal satmıyorum, kendi paramla satacağım’ dese; Avrupa Birliği karar alsa ve ‘ben dolarla mal satmıyorum, isteyen yuro ile alsın’ dese. Biz Avrupa’dan mal alamayacağımız için, Çin’den dolarla mal alamayacağımız için doları elden çıkarmak zorunda kalırız. Bir gecede doların kıymeti dünyada sıfır olur. İşte o zaman sömürü sermayesinin bütün gücü ortadan kalkar. Kendileri de servetleri de toprağa gömülmüş olur. Rus çarlığı yıkılınca elde manat vardı. Sovyetler manatı bir gecede yok saydı ve böylece parası geçersiz hâle geldi. Bizim dedelerimizde evlerde sandıklar içinde yığılı işe yaramaz manatlar vardı. Yarın doların akıbeti de aynı olabilir. Eğer Avrupa Birliği de onların eline geçmişse, onun başına da bu gelebilir. Kur’an bize bunu haber vermektedir.
Sermayenin bundan kurtulması için Kur’an’ın yukarıdaki âyetlerde belirttiği şekilde bu varlıklarını bunun için kullanmalıdır; yani sömürüden vazgeçip çıkar paralelliği içinde tekelsiz bir ortak çıkar sistemine geçmek için kullanmalıdır.
Biz AK Parti’nin başına bunların geleceğini beş yıldır yazıyoruz. Kimse beklemiyordu. Ben de beklemiyordum. Birden ortaya çıktı.
Doların akıbeti de bunu bekliyor. Hiç şüpheniz olmasın. Ne zaman olacağını bilemiyoruz ama olacaktır. Dolar artık enflasyonist para olmaya başlamıştır ve oran yüzde onu geçmiştir. Bunun sonu yüzde ellilere doğru yol alma demektir. Dolar bugünkü bu hâliyle artık uluslararası para olmaktan çıkacaktır demektir. Bu da ABD’nin yıkılışı demektir. Ama ABD’deki federe devletler yaşamaya devam eder ve daha bağımsız hâle gelirler. Belki her birerleri kendi paralarını çıkarır.
Bu sözlerimi saklayın; ben o zaman olmayabilirim, bu söylediklerim gerçekleştiğinde beni hatırlarsınız.
* Dün onun yerinde olmasını isteyenler bugün konuşmaya başladılar. / Ems onun mekanında olmasını temenni edenler kavleder oldular.
وَأَصْبَحَ الَّذِينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْأَمْسِ يَقُولُونَ
* Vay, meğer Allah kullarından dilediğinin besinini bollandırır, dilediğinin de ölçülü kılarmış. / Vay, keenne Allah ibadından meşieti olanın rızkını bast eder, dilediğinin de takdir edermiş.
وَيْكَأَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ
* Allah bizi sevindirmeseydi bizi de gömerdi. / Allah bizi memnun etmeseydi bizi de hasfederdi.
لَوْلَا أَنْ مَنَّ اللَّهُ عَلَيْنَا لَخَسَفَ بِنَا
* Vay be, meğer kapatanlar şenlenmezmiş. / Vay, keenne kâfirler iflah olmazlarmış.
وَيْكَأَنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونََ(82)
Açıklama:
1950’lerde Demokrat Parti iktidara gelince, zulüm gören inanmışlar sevindiler, artık rahat edeceklerini sandılar. Oysa kısa zaman sonra gelen gideni aratır olmuştu. İktidar partisi Millet Partisi’ni kapattı, 52 yerde şubesi olan milliyetçiler derneğini kapattı. Allah’tan bahsedenleri listelerden çıkardı. Tekin Arıburnu’nu bile namaz kılıyor diye listeden çıkardı.
Sonra 1960 geldi. Üzüldük ama gördük ki rahat ettik. Böylece askeri müdahaleler oldu. Hepsi İslâmiyet’e karşı yapıldı ama hep İslâmiyet kazandı. 1960’lerden itibaren biz inanan kimseler olarak kişilerle değil de düzenle mücadeleye başladık. Gayemiz Türkiye’deki mü’minleri cehaletten ve gericilikten kurtarmak, Türkiye’yi demokratik, lâik, liberal ve sosyal bir hukuk düzenini getirmekti. Bu hareket sonunda anayasa ekseriyeti ile sonuçlandı. Ama samimi olarak “Adil Düzen”i getirmek isteyenler devre dışı bırakıldı. Kimileri, ‘biz neden onların imkanlarına ulaşamadık’ dediler. Holdingler oluştu. Ama sonra onlar perişan olunca, o zaman o dışarıda kalanlardan bir kısmı uzak kalmaktan memnundur, hamd ediyor.
Ama asıl felaket daha gelmemiştir. Sömürü sermayesi bütün icraatı ile yerin dibine gömülecektir. O zaman bugün faizsiz helal rızık yemeye çalışan ve sıkıntıda olanlar kalacak, öbürlerinin sefaletlerine ve intiharlarına şahit olacaklar. Kâfirlerin yani nankörlerin ıslah olmadıklarını anlayacaklar.
Onlardan ne istiyoruz, sömürü sermayesinden ne istiyoruz?
a) Faizden vazgeçmelidirler. b) Ekonomideki güçlerini dinî, ilmî ve siyasî baskı aracı olarak kullanmamalıdırlar. d) Gümrük ve vize uygulamalarına son vermelidirler. e) Tekel sömürüsünden vazgeçip rekabetli ticarete geçmelidirler.
Ya bunları yapacaklar, ya da Karun gibi yerin dibine geçeceklerdir.
* Bu ötenin yurdudur. / Bu âhiret darıdır.
تِلْكَ الدَّارُ الْآخِرَةُ
* Onu yeryüzünde sömürmeyi ve bozgunculuğu istemeyenler için yaptık. / Onu arzda uluvvu ve fesadı murad etmeyenler için ca’lettik.
نَجْعَلُهَا لِلَّذِينَ لَا يُرِيدُونَ عُلُوًّا فِي الْأَرْضِ وَلَا فَسَادًا
* Son korunanlarındır. / Akıbet muttakiler içindir.
وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ(83)
Açıklama:
Buradaki “tilke” nereye işaret ediyor? Yukarıda marife olarak getirilen dara/yurda işaret edebilir. Âhiret yurdunu ister, “Adil Düzen”i ister, onun için harcar.
Burada çok önemli soruya cevap verilmektedir.
Uygarlıklar veya topluluklar yaşlanıp çökmeye balayınca sömürücüler ortaya çıkar ve büyük vurgunlar vurup servetler edinirler. Devlet çökmektedir ama ülkenin içinde Karunlar çoğalmış, zengin olmuşlardır. Bu doğanın oluş kanunları sonucudur. Herkes bilir ki, benim kazancım meşru değildir; gasp yoluyla, hile yoluyla elde edilmiştir, yolsuzlukla elde edilmiştir, rüşvetle elde edilmiştir, vergi kaçırılarak elde edilmiştir.
Bize hep bunu soruyorlar ve diyorlar ki: Biz vergi kaçırmasak, biz hile yapmasak, biz rüşvet vermesek kazanmamız mümkün değildir. Biz de onlar gibi yapmasak, o zaman ancak onların işçisi olabiliriz. Evet, aynen böyle diyorlar.
Haramlar kısas iledir. Madem onlar bize bunları yapıyor biz de yapacağız. Böylece inanmışlar da artık cari düzenin gereklerini yapıyorlar. İşte buna göre dört sınıf olmuştur.
a) Allah’a inanmayan kimseler bu gayrimeşru davranışları normal karşılarlar. Hiç sıkıntı duymadan kazanmaya devam ederler.
b) Bu gruptakiler kazancın gayrimeşru olmadığına inanırlar. Allah’a inanırlar ama bunu Allah da düzeltemez, dolaysıyla biz istesek de istemesek de yapmak zorundayız derler. Bunlalar Allah’a inanıyorlar ama Allah’ın gücüne inanmıyorlar.
c) Bu grupta olanlar Allah’a inanır, Allah’ın gelecekte bunu düzelteceğine inanırlar ama şöyle düşünürler; biz bu bozuk düzende kazanmalıyız, kazandıklarımızı da bu bozuk düzeni düzeltmek için harcamalıyız.
d) Bir kısım daha vardır ki, bunlar sadece Allah’ın dediklerini yapar, sonrasını Allah’a havale ederler. Aç kalıp ölmeyi rüşvet vermeye tercih ederler. Sömürerek kazanmaktansa, işçi olarak çalışmayı tercih ederler. Hattâ aç kalıp ölmeyi şehitlik olarak görürler.
Yeryüzünde uluvvu ve fesadı murat etmeyen “Adil Düzen”den yararlanacaktır. Yani sömürü cephesinde yer almamak şartı ile gayrimeşru hareket edenler de “Adil Düzen”in iyiliğinden yararlanacaklardır.
“Adil Düzen Yurdu” nasıl bir yurttur? Sömürüden sonra gelecek yurt nasıl bir yurttur?
a) O yurtta herkesin hayatı aidatsız sigortalanmıştır. Çünkü bütün insanların yeryüzünde payları vardır; yeryüzündeki kira payı ile herkesin yaşaması sigortalamıştır. Kimse aç kalacağından, çıplak kalacağından korkmamaktadır. Kimi kuru ekmek yer, kimi baklava, ama herkes karnını bir şekilde doyuracaktır. Kimi çuha giyer, kimi ipek giyer, ama herkes bir şeyler giyecektir.
b) Herkese çalışma kredisi verilmiştir. Kişi istediği işverenin yanında çalışmakta, akşam üstü bankaya gidip yevmiyesini almakta, işveren borçlanmaktadır.
c) Evlenen herkese kalabileceği ev verilmiştir. Çalışırlarsa ve öderlerse ev çocuklarına kalmaktadır. Ödeyemezlerse, ölünceye kadar oturmakta ancak öldüklerinde ev ellerinden alınmaktadır. Böylece herkese barınacak ev temin edilmiştir.
d) Herkesin istediği şeyleri öğrenme ve öğretme hakkı vardır. İmtihanlar ortak yapılmaktadır. İmtihandaki başarı ödüllendirilmektedir.
İşte “Adil Düzen” budur. Bu yurt âhiret yurdudur. “Adil Düzen Yurdu” Karun’un yere batmasından sonra gelecek yurttur. Âhiret, öldükten sonra gelen yurttadır.
* Kim bir iyilikle gelirse ona daha iyisi vardır. / Kim bir hasene ile gelirse ona ondan daha hayırlısı vardır.
مَنْ جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَا
* Kim bir kötülükle gelirse, kötü işler yapanlara kötülüklerinden fazlası ile karşılanmaz. / Kim bir seyyie ile gelirse, seyyiatı amel edenlerin amel ettiklerinden daha fazlası ile cezalandırılmazlar.
وَمَنْ جَاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزَى الَّذِينَ عَمِلُوا السَّيِّئَاتِ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ(84)
Açıklama:
“Adil Düzen” için çalışanlara, “Adil Düzen” iktidar olduğu zaman hayırlısıyla karşılık verilmelidir. Bunun için de “Adil Düzen”e katkıda bulunanların hesapları tutulmalıdır. “Adil Düzen” gelmeden önce ölecekler olacaktır. Onların âhiretteki yeri sahabelerin yeridir. Ancak “Adil Düzen” iktidar olduğu zaman Adil Düzen Çalışanları kenara itilmeyecektir. Kendilerine maddi karşılık verilmeyebilir, ancak “Adil Düzen”de onlar söz sahibi olmalıdır.
Bir işletmeyi kurduğumuzda o işletmede başta katkıda bulunanlar bir pay almalıdırlar. Hiç olmazsa yönetimde söz sahibi olmalıdırlar. Bu sebepledir ki kuruluş safhasında herkes neyi katabiliyorsa katıyor, bunlar muhasebeye geçiyor. Sonra onlar değerleniyor ve oluşmuş müessesenin varlığında onlar pay sahibi oluyorlar.
Diğer taraftan kötülük yapanların yaptıkları da aynı şekilde kayda geçmelidir. Zarar verenlerin yaptıkları yanlarına kalmamalıdır. Rüşvet vererek veya tehdit ederek veya yakınlısından destek alarak, yahut hile yaparak ellerine servet geçirmişlerse, bu onların elinden alınmalıdır. Eğer kişilere zulüm yapmışlarsa ve bunu aldıkları emirle değil de, doğrudan kendileri ve kendi çıkarları için yapmışlarsa, kısasa tabi tutulmalıdır. İşkence eden varsa işkence edilmelidir. Ancak bunu görev olarak yapmışsa, o zaman sadece diyet ödenmelidir. Burada bahsedilen ceza dünyevi cezadır.
Burada ifade edilen topluluğun işledikleri ortak suçlardır. Ortak suçlar sonra muhakeme edilip mahkum edilebilir. Ancak burada dikkat edilecek husus, aldıkları kamu emrini yerine getirenler suçlanmayacaktır. Suçlananlar buna karar verenlerdir. Bunu da kendi çıkarları için değil de devlet çıkarı için yaptılarsa diyete dönüşür ve dayanışmaları tazmin eder.
Bu son açıklamalar, biz iktidar olduğumuzda neler yapacağımızı bize açıkça ifade etmektedir. “Adil Düzen”in gelmesi için çalışanlar mükâfatlandırılacaktır. Yönetimde daha çok söz sahibi olacaklar, işletmelerde payları olacaktır.
“Adil Düzen”in gelmesine karşı olanlar mevcut mevzuata uymuşlarsa onlar suçlanmaz. Çünkü herkes mevcut mevzuata uymak durumundadır. Eğer üstlerinden aldıkları emirleri yerine getirmiş iseler bundan da onlar suçlanamaz. Emredenler suçlu olurlar. Eğer kendileri karar almış, uygulamış ve uygulatmışlarsa; bakılır, bunu kendisinin veya grubunun çıkarları için yapmışlarsa, o zaman yaptıkları kadar cezalandırılırlar. Diyete dönüşür ve o grup tazmin eder. Kamu adına yapmışlarsa, yani parti çıkarları için değil de cinayeti aydınlatmak için işkence yapmışlarsa, âkileleri/dayanışmaları tazmin eder. Bedeni ceza verilmez.
Burada dikkat edeceğimiz husus şudur.
“Adil Düzen” darbe ile iktidara gelmez.
“Adil Düzen” iki şekilde iktidara gelir. Önce “Adil Düzen İşletmeleri” kurar. Eğer o topluluk, o devlet müsaade ediyorsa “Adil Düzen İşletmeleri”ni kurarlar. Türkiye’de kanunlar buna tamamen müsaittir. Ancak yolsuzluk, rüşvet, bilgisizlik sözkonusu olduğu için “Adil Düzen İşletmeleri” zorluk içinde kurulmaktadır. Bu zorluklara rağmen bunun mücadelesi verilmelidir. Böylece “Adil Düzen” öğrenilmektedir. Ülke içinde “Adil Düzen İşletmeleri” kurulmalıdır.
“Adil Düzen İşletmeleri” demek faizsiz, tekelsiz, rüşvetsiz, vergi kaçırmadan oluşturulacak işletmelerdir, halk işletmeleridir. Bunun bazı kriterlerini ortaya koymuşuzdur.
1) İşletme senetleri çıkarılarak her türlü girdiler onunla değerlendirilecektir, her türlü çıktılar onunla değerlendirilecektir.
2) Kâr paradan değil maldan hesaplanacaktır. Para artırılmayacak, mal artırılacaktır. Paradaki artış faizdir, maldaki artış kârdır.
3) Sabit işçilik ücreti değil, sabit kira değil, faiz değil; üretimden pay olarak ücret ve kira payı verilecektir. Üretimden pay olarak kira verilecek, üretimden pay olarak ham madde karşılığı verilecektir.
4) Ortaklıklar öyle oluşturulmalıdır ki, kazanç veya zararlar hafta sonunda hesaplanabilmelidir. Muhasebenin buna göre yani ortaklık sistemine göre tutulması gerekir. Bürokratlar bilmedikleri için zorluk çıkarabilirler. Ama siz onlara da öğretirsiniz. Ondan sonra sizin dediklerinizi yaparlar. Yargı denetiminde oldukları için sonunda yargıya gider, yargı da bilirkişilere havale eder, genellikle davayı kazanırsınız.
Ama siyasi baskı yapılabilir. Bundan sonra ne yapılacak?
İşletmeler yaygınlaşınca “Adil Düzen” siyasi partilere anlatılacaktır. Adil Düzen Partisi kurulacak ama iktidar olmak için değil, partilere “Adil Düzen”i anlatmak için kurulacak.
İşte bundan sonra iki şeyden biri olur; ya siyasi partiler “Adil Düzen”i benimser ve ülke kurtulur, ya da “Adil Düzen”i kabul etmez, baskı yaparlar.
Adil Düzen Çalışanları şunu iyi bilmelidirler ki, ne işletmelerine zorluk çıkardıkları ne de siyasi partilerine baskı yaptıkları zaman karşı kuvvet kullanamazlar. Sabırla direnmeye ve anlatmaya devam ederler. Söylerler, hapse girerler. Baktılar ki çare yok, tebliğ bile yaptırmıyorlar; o zaman yine isyan yok, zora baş vurma yok, kaba kuvvet yok. O zaman hicret edip başka diyarlara gider ve “Adil Düzen”i oralarda tesis ederler.
Hazreti Musa ve kavmi öyle yapmadı mı?
Hazreti Muhammed ve arkadaşları öyle yapmadılar mı?
Peki, sonra ne olur?
Sonra, böylesi zulüm yönetimi ayakta kalmaz, kendisi yıkılır.
Osmanlı İmparatorluğu’nu biz yıkmadık, kendisi yıkıldı. Biz sonra onun harabeleri üzerinde Cumhuriyetimizi kurduk. Hiçbir topluluk kendi devletini kendisi yıkmaz. Oysa Sovyetler çarlığı yıktılar. Sonra ne oldu? Sonra Sovyetler de yıkıldı.
Türkiye Cumhuriyeti ise ayaktadır.
Vesselam…
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-455 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-285 İstanbul, 19 Nisan 2008
EKONOMİK SAVAŞ VE KOBİ’LER
Bugün yeryüzünde “ekonomik savaş” vardır. Anayasa Mahkemesi’ndeki dava ekonomik savaşın uzantısıdır. Ergenekon Soruşturması da ekonomik savaşın uzantısıdır.
Bu ekonomik savaş, dünyada tekelini kurmuş bulunan Amerika’daki 200 sömürü sermayesi mensubu ailenin ekonomik hakimiyeti ile halkın direnmesi ile oluşan halk ekonomisi arasında mevcut olan çatışmadır. Dünyada bir taraftan tekel sermaye tüm hakimiyetini ele geçirmek, herkesi işçi olarak çalıştırmak istiyor, tek dünya devletine götürmek istiyor; diğer taraftan halk ise kendi varlığını ve özgürlüğünü savunuyor.
Bu savaşta bütün dünya ülkelerinde KOBİ’ler oluşuyor.
Avrupa’da da Türkler tarafından oluşturulan KOBİ’ler vardır, faaliyet gösteriyorlar.
Amerika Birleşik Devletleri’nde durumun ne olduğunu fazla bilmiyoruz. Ama eski Sovyetler’de, Çin’de, Hindistan’da illegal da olsa hep KOBİ’ler faaliyettedir.
Sömürü sermayesi KOBİ’leri de kendi hakimiyetine alma çabası içindedir.
KOBİ’ler istenilen başarıyı elde edememektedir. Çünkü bütün dünyadaki ve ülkelerdeki mevcut ekonomi düzeni KOBİ’leri yaşatmayacak şekilde kurulmuştur.
KOBİ’lerin önündeki engelleri şöyle özetleyebiliriz.
a) Mevcut düzende o kadar karışık ve muğlak mevzuat ve uygulama vardır ki, küçük firmalar bunları bilememekte ve yapamamakta, dolayısıyla sonunda elenip gitmektedirler.
b) Faizli düzende küçük firmalar kredi bulamamaktadırlar. Çünkü bankalar küçük firmalarla uğraşmak istemezler. Sonra alacaklarını da tahsil edemezler. Oysa banka krediyi büyük firmalara verir, onlar da o sektörde tekel oluşturur. Böylece banka alacaklarını garanti altına alır. Küçük firmalar ya hiç kredi almazlar, ya da aldıkları kredilerde ezilip giderler. Devlet bunlara destek krediler vermekte ise de bunlar da faizli olduğu ve adil dağılmadığı için sonuç alınamamaktadır.
c) En önemli husus, gelişmiş ekonomilerde markalaşmayan firmalar elenip giderler. Oysa küçük işletmelerde ayrı ayrı markalaşmak mümkün değildir. Dolayısıyla KOBİ’ler eriyip gitmeye mahkumdur.
d) Küçük işletmeler kâr-zarar hesabını yapamamaktadırlar. Bunun iki sebebi vardır. Mevzuatın ağır olmasından dolayı kayıt dışı çalışmak zorundadırlar. Bunlar da muhasebede gösterilmemektedir. İkincisi ise, küçük işletmeler muhasipleri tatmin edecek ücret veremedikleri için kimse bunların muhasebesini tutmamaktadır.
Adil Düzen buna çare aramış ve küçük işletmelerde neler yapılması gerektiğini ortaya koymuştur.
a) İşletmeler kâr-zarar hesaplarını malların artıp eksilmesi üzerinden yaparlar. Böylece faizin baskısından kurtulurlar.
b) İşletmeler girdilerin çıktıların hesabını üretimden pay üzerinden yaparlar. Böylece sabit girdileri sıfırlarlar.
c) İşetmeler kâr-zarar hesaplarını en geç bir hafta içinde hesaplayacak şekilde bir ortaklık oluştururlar ve bunun muhasebesini kurarlar.
d) İşletmelerin bütün bunları yapabilmeleri için mal senetlerini çıkarırlar, işletme senetlerini çıkarırlar. Bunu kurdukları bir kooperatif içinde yaparlar. Bir anonim ortaklık kurarlar.
İşte Akevler İstanbul Tüketim Kooperatifi bu konuda çalışmalar yapmaktadır. Yenibosna’da her hafta cumartesi günleri bu konular tartışılmaktadır. Ayrıca Ümraniye’de de “Adil Düzene Göre İşletmeler” üzerinde Cuma günleri seminerler yapılmaktadır.
Halk işletmelerinin kurulup gelişebilmesi için o hususta bilgi sahibi olmak gerekir. Bilhassa kâr ve zarar hesapları günlük olarak yapılmadıkça KOBİ’ler çalışamaz. KOBİ’ler faizli kredilere değil ortaklıklara dayanmak zorundadır. Ortaklığın çalışabilmesi için bir taraftan çok iyi muhasebenin tutulması, diğer taraftan ortaklıkların öyle oluşması gerekir ki günlük kazanç belli olsun. Örnek olarak bir markette çalışan tezgahtarlar akşamleyin o gün satılan malların karşılığı tahsil edilen paranın bir yüzdesini alır. Onunla yapılan anlaşma bellidir. Bugün bu mağazada kaç bin liralık iş yapıldı. 1000 lira ciro yapılmışsa, 40 lira orada çalışan iki tezgahtarındır. 20’şer lirayı paylaşıp giderler. Bugün markette kaç liralık mal satıldı? Dükkan sahibi de 40 lirasını alıp gider. İşte “Adil Düzen İşletmesi” bir sözleşme işletmesidir. Hisse muhasebesi işletmesidir. Biz bunları Kur’an’dan öğrendik. Ama bu dini bir işletme değildir. Asıl dini işletme hislerle yani duygularla yönetilen bugünkü işletmelerdir. Duygularla kararlar alınmaktadır. Oysa “Adil Düzen İşletmesi”nde kararlar ekonomi ilmine göre alınmaktadır. Dolayısıyla bizim işetmelerimiz lâiktir.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-455 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-285 İstanbul, 19 Nisan 2008
ÜZÜLDÜM…
AK Parti’nin iktidar olduktan sonra takındığı davranışları ile kapanacağını çok iyi bildiğimiz halde, Anayasa Mahkemesi’nin davayı kabul etmesi bizi son derece üzdü. Bizi üzen AK Parti’nin kapanması değildir, Türk yargısının aldığı yaradır.
Türkiye’de AK Parti’nin kapanmasını isteyen siyasiler olabilir. Kalıntılara biz konarız sanıyorlar ama yanılıyorlar. Türk Milleti kapanan partilerin reyini hiçbir zaman gerisin geriye çevirmedi. 1960’da kapanan DP’nin yerine AP’yi getirdi. Kapanan AP’nin yerine ANAP’ı getirdi. Kapanan Millî Görüş partilerinden sonra hep daha güçlü Millî Görüş partisini getirdi.
Bu arada neler oldu?
Türk ordusu başlangıçta halkın desteklediği partilere karşı duruşta idi. Hep onları seçimsiz iktidar ediyordu. Müdahale eder, kendisi geri çekilir, halkın karşısında olduğu partileri iktidar eder. Ama sonuçta o partiyi millet tasfiye eder. Böylece ordu ile millet didişe didişe gelişme devam eder dururdu. Ama şimdi ordu tarafsızdır ve kendi görevini yapmaktadır. Milletle didişmenin iyi sonuç vermeyeceğini anlamış durumdadır.
Bugün değişen başka bir şey daha vardır. Türkiye’deki karışıklıkları bugün olduğu gibi dün de dıştan Amerikan kaynaklı sömürü sermaye idi. Ne var ki o zaman ABD yönetimi bu fitneleri kesin olarak destekliyordu. Şimdi artık eskisi gibi alenen destekleyemiyor. Avrupa ise tamamen karşı durumda. Türkiye’deki dış sermaye uzantıları da hiç olmazsa saldırma durumunda değildirler. Basın, üniversite, yargı henüz gerçekleri kavrayamadı. Hâlâ soğuk savaş dönemi kampanyaları içindedirler.
AK Parti’nin en büyük avantajı MHP’dir. MHP her zaman ordunun yanında olduğu için bugün de ordu gibi tarafsızlığını koruyor. Sorun AKP’nin ve MHP’nin bilgisizliğidir. Hukuk sokaktaki adamların söylentisi değildir. Hukuk bir ilimdir. Ona göre düşünülür. Batı’nın da tüm olarak öğrenemediği ama parça parça bildiği birkaç tanesinden bahsedeyim.
1- Mahkemeler, ancak geçmişte cereyan eden bir olay hakkında ve yalnız o olayı ilgilendiren davalı ve davacısı belli olan bir anlaşmazlığa bakarlar. Gelecekte yapılması gerekenler hakkında karar veremedikleri gibi, davalı ve davacı olmayanlar hakkında da karar veremezler. Benzer olaylar geçmişte işlense de olay dışında karar veremezler. O halde türban yasağı kanunda yoktur. Anayasa Mahkemesi kararları ile yasak hâline getirilemez. AK Parti aleyhinde geçmişte açılmayan bir dava AK Parti’yi ilzam edemez.
Ne yazık ki bu basit kuralı ne AK Parti ne de MHP biliyor.
2- Bir ifadenin dört şekli vardır. Usul ilimlerinde uzun uzadıya incelenmiştir.
a) İbare ile delâlet. Bu kişi söylediği zaman kastettiği şeydir. O cümleyi onun için söylemiştir. İkinci madde değiştirilemez, değiştirilmesi de teklif edilemez maddesi anayasanın ikinci maddenin teklif edilemeyeceğini içerir. Bu ibare ile delalettir.
b) İkinci maddedeki lâiklik kavramı içinde Diyanet İşleri Teşkilatı’nın kurulamayacağı hükmü de vardır. Çünkü devletin bir dinin bir mezhebine kamudan para ayırması lâikliğe aykırıdır. Buna ibare ile değil de işaretle delâlet vardır. Oysa anayasanın başka maddesinde de Diyanet İşleri Teşkilatı’nın kurulacağı tedvin edilmiştir. O maddede ibare ile delalet vardır. Oysa ikinci maddede işaret ile delalet vardır. İbare ile delalette işaretle delalet tercih edileceği için bizim Diyanet İşleri Teşkilatımız vardır.
c) Ayrıca ifadenin iktiza ile de delâleti vardır. Şöyle örnek verelim. Türkiye’de Tevhidi Tedrisat Kanunu vardır. Kişiler ikinci üniversite açamazlar. Türkiye’de herkesin okuma hakkı vardır. Devlet halkını okutmakla yükümlüdür, okumak isteyenlere imkan sağlanmalıdır. O halde devlet üniversitelerinde okumak isteyenlere ayrıcalıklı yasaklar koyamaz. Sokaktaki vatandaşa ne yasak getiriliyorsa sınıfta da aynı yasak getirilebilir. Yoksa vatandaşlara farklı muamele yapmış olur. Çoklu tedrisat olsa herkes istediği okula giderek hürriyetini korur. İktiza ile delalettir.
d) Bir de delaletle delalet vardır. O da eğer bir şeyin ağırı serbestse hafifi daha çok serbesttir demektir. Yahut sigara yasaksa içki hayda hayda yasak olur demektir.
İşte, ne AK Parti ne de MHP hukuk ilmini bilmediği için şarlatanlar ne söylüyorsa ona uymaktadırlar.
3- Anayasada milletvekili dokunulmazlığı ibare ile ifade edilmiştir. Savunması alınmayanın mahkum edilemeyeceği de ibare ile ifade edilmiştir. Lâikliğe aykırı hareketlerin odağı olarak gelen partilerin kapatılması ibare ile ifade edilmiştir. Milletvekilliklerinin düşürülmesi ise işaretle ifade edilmiştir. Yani muhakeme edilmeyen milletvekillerinin milletvekilliklerinin düşürülmesi işaretle ifade edilmiştir. O halde ibare ile ifade edilen tercih edildiği için milletvekillerinin milletvekillikleri düşmez.
Bu kadar basit ifadeyi kavramak AK Parti’ye veya MHP’ye ne yazık ki nasip olmamıştır.
4- Anayasada lâikliğe aykırı hareket eden partiler kapatılır deniyor. Herkes kanunlara uymak zorundadır diyor. Ama parti lâikliğe aykırı hareket etmediği halde kurt-kuzu hikayesi misali parti kapatsa ne olur? Hiçbir şey olmaz. Ama Meclis de buna uymazsa ne olur? Hiçbir şey olmaz. Mahkeme meclisi feshedemez ama meclis isterse anayasayı tümden kaldırır. Anayasada anayasa mahkemesinin kaldırılamayacağı yazılı değildir.
İşte MHP ve AK Parti bu kadar basit şeyleri bilmiyor.
MHP kişiler cezalansın diyor. Dokunulmazlık kaldırıldıktan sonra mı, önce mi? Dokunulmazlık kaldırılacaksa zaten cezalanıyorlar. Eğer kaldırılmadan cezalanacaksa ayırımcılık mı yapılacak? Yoksa MHP 163’ü mü geri getirmek istiyor. 141 ve 142’inci maddeler geri getirilecek mi? Hayır. Çünkü anayasada da maddesi yok edilmedi.
Bu zavallıların hallerine üzülüyoruz ama …
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92