ADİL DÜNYA DÜZENİ478
“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)
“ADİL DÜNYA DÜZENİ YENİ BİR MEDENİYET PROJESİDİR.”
Haftalık Seminer Dergisi 27 Eylül 2008 Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!
BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 478. SEMİNER
“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)
“İ L İ M TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00–21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
Gayemiz ve Hedefimiz; Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır. Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL
***
*İŞLETME SEMİNERLERİ; SEMİNER
(Ramazan sebebiyle bu hafta seminer yapılmadı!)
***
*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ / YORUMLARI;
GEÇMİŞTE VE GÜNÜMÜZDE CİHAD
DENİZ FENERİ VE KAYIT DIŞILIK
***
O R U Ç / RAMAZAN - 3
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
Kur’an’da cezalar şu şekilde sıralanmaktadır.
a) Mahkeme kararlarını dinlemeyenlere verilecek cezalar sayılmıştır.
1) Katletmek,
2) Selbetmek,
3) Elini ve ayağını çapraz kesmek,
4) Nefyetmek.
Bu cezaların verildiği suçlar kamuya karşı işlenmiş suçlardır. Affı mümkün değildir. Katletmek ile selbetmek arasında şu fark vardır. Kişi adam öldürmüş ama teslim olmamışsa vurularak öldürülür. Malları müsadere edilir. İslâm mezarlığına gömülmez, cenaze namazı kılınmaz. Vatandaşlıktan çıkarılır. Mahkeme kararlarına uyanlar ise diğer cezalılar gibi cezalarını çektikten sonra artık onların bütün hakları korunur.
Nefyetmek sürmek anlamındadır. Bucaktan sürülür. Nereye giderse oraya gider. Yahut zorunlu çalışmaların yapıldığı yere gönderilir. Orada askeri düzen içinde hayat sürer. Hangi fiillerin hangi cezalarla cezalandırılacağını ise oranın sözleşmeleri ile oluşan mevzuat belirler.
b) İkinci tip cezalar.
1- Hırsızlık,
2- Zina,
3- İftira,
4- Fuhuş.
Bunlar da affedilmez. Ancak cezalanmaları için baştan bir davacı bulunması gerekir. Zina, gizli yapılan cinsi ilişkiler, bir de akrabalarla yapılan cinsi ilişkilerdir. Fuhuş ise bir kadının iddet içinde birden fazla erkekle yaptığı cinsi ilişkilerdir. Hırsızlık gizli alınan maldır. İftira ise fuhuş isnadıdır.
c) Bunun dışında tazir cezaları vardır.
1- Anne babanın çocuğuna,
2- Kötü yola düşecek mahcur kadına velisinin,
3- Askerlikte üstlerin astlarına ve
4- Bucak kararları ile alınan suçlara uygulanacak cezalardır.
Bunlar mahkûmda kalıcı iz bırakmamalıdır. Bir de eğer kişi cezaları kabul etmezse uygulanmaz, ayrılıp gider. Başka bucağa gittiğinde ceza talep edilemez.
d) Bir de kefaret cezaları vardır. Bunlar yapılan iyiliklerle giderilir. Bucak yasakları konur. Bunlara uymayanlar kefaret cezalarını verirler. Kefaret cezaları ibadetlerdir. İyilikler kötülükleri götürür. Kefaret cezaları şunlardır:
1- Köle azat etmek,
2- Kurban kesmek,
3- Fitre vermek,
4- Giydirmek,
5- Oruç tutmak.
Kefaretin temeli köle azat etmektir.
Oruç kefareti: Daha ziyade diğer kefaretler yerine getirilemediği zaman oruç kefareti ikame edilir. Bununla beraber orucu hepsine takdimi istihsan eden âlimler olmuştur. Şöyle ki, Endülüs’te bir hükümdar kefaret cezasını gerektiren hata işlemiş. Köle azat etme cezasının onun için önemsiz olması dolayısıyla oruca hükmedilmiştir. Ramazan orucu tutamayanlara da fidye yani fitra önerilmiştir. O halde genel olarak oruç bazan diğer kefaretlerin yerine geçmekte, aynı zamanda diğer kefaretler orucun yerine geçmektedir. Bunu illet olarak tahlil ederiz.
Burada kölelik müessesesine kısaca temas edelim. Hakem kararlarına uymayan ve başkalarının haklarına saldıranlara karşı savaş meşrudur. Bunun meşruiyetini dünya kabul etmiştir. O halde haklı sebeplerle savaş meşru değildir diyen muannittir. Çünkü bu tek taraflı olmaz. Herkes silah bırakırsa biz de bırakırız. Dünyada kimse silah bırakmazken biz silahı bırakalım demek intihardır.
Savaş varsa, savaşın sonu ne olacaktır? İnsanlar niçin savaşsınlar, meşru savaşı niçin yapsınlar? Yenen yenilene ne uygulayacaktır? Bu gibi sorular ve sorunlar vardır.
Savaşta karşı karşıya gelip vuruşurken birbirlerini öldürme meşrudur. Hattâ karşı cephede kadın çocuk suçsuz olanlar varsa, biz bile bile onlara mermi yöneltmeyiz ama onlar içinde onlar da olabilir. Vuruşurken ölmez de esir alınırlarsa, bu durumda artık esirleri öldürme yoktur. Bu genel kuraldır. Ancak gelecekte rahat durmayacaklarsa veya geçmişte suç işlemişlerse, mahkeme kararı ile öldürülebilirler. Komutan öldüremez. Galip güç de öldüremez. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve savaşa katılmayan rahipler öldürülmez.
Peki, esirlere ne muamele edilecektir?
a) Esirler affedilip serbest bırakılırlar. Bu en iyisidir. Buna masa başında başkaları değil, hemen savaş sonrasında komutan karar verir. Yurtları kendilerine kalır.
b) Esirlerden harp tazminatı alınır ve serbest bırakılırlar. Yurtları kendilerine kalır. İkinci derecede uygulanacak husus budur.
c) Üçüncü olarak haraç karşılığı toprakları kendilerine bırakılır. Uygun vergi vererek topraklarına sahip olurlar. Güvenliklerini biz koruruz. Onlardan cizye alırız.
d) Bütün bunlar ilerde tekrar edebilecek savaşı önlemeyecekse, o zaman esirlerin topraklarına el konur. Esirler köleleştirilir. Kölelik asimile etme demektir. Köleler ailelere verilmiş olur. Aile içinde köle ailenin ferdi olur, onlara akraba olur. Onların yediğini yer, onların giydiğini giyer. Tam kişiliğe sahiptir. Davalı ve davacı olur. Köle kişidir. Roma’da olduğu gibi res değildir, eşya değildir.
Kölelerden istenen, vatandaş olabilecek hâle geldiği zaman vatandaş olması, eşit hâle getirilmesidir. Müslümanların en büyük mezhep kurucusu olan Ebu Hanife’nin dedesi Kabil’de esir edilen Zota adlı bir köledir. Azat edilmiş, torunu İslâm dünyasının en meşhur âlimi olmuştur. Köleler yalnız kendileri asimile edilmezler, aynı zamanda o topluluğa yeni kültür ve yeni kan getirirler. Böylece sosyal evrimde büyük yararları olmaktadır.
Asıl olan kölenin en kısa zamanda azat edilip vatandaş hâline getirilmesidir. Beyleri onları aile eğitimine tâbi tutarlar. Kölelerin dereceleri vardır.
a) Akraba köle: Aile içine katılır, onların mahremi olur. Ya baştan cariye yapılır yahut artık birbirleri ile evlenemez, akraba olur. Ailenin ferdi olarak çalışır ve eşit şartlarda yaşar.
b) Mezun köle: Mezun köle aile ferdi olmaz, serbest bırakılır. Topluluk içinde beyinin vekili olarak çalışıp kazanır. Kazancının bir kısmını vekili oduğu beyine verir, kalanı ile de kendisi yaşar.
c) Müdebber köle: Beyi hayatta iken köle olarak kalır. Beyi öldüğü zaman hür hâle gelir. Bu köle satılamaz. Eğer beyinin çocuğunun anası olmuşsa veya beyi böyle vasiyet etmişse bu hükme tabi olur.
d) Mükâtep köle: O da köle olarak belli taksitleri ödediğinde hür hâle gelmiş olur. Bunların kölelikten kurtulmaları için bucak ve il bütçelerinden altıda bir fasıl ayrılır. En az borcu kalanlar sırayla hür hâle getirilirler.
İşte, kefaretin aslı köleyi azat etmektir. Böylece daha çok köleyi hür hâle getirmektir.
Kölelerin değerleri farklıdır. Dolayısıyla hangi köleyi azat etmek isterseniz edin, yeter ki köle azat edilsin. Köle azat edildikten sonra diğerleri ile eşit hâle geldiği için bu hususta bir ayrılık yapılmaz. Yeter ki bir köle azad edilsin de ne olursa olsun.
Mükâtep köle azad edilse ne olur? Azad eden kölenin bedelinin tamamını öder. Eksik olan sahibine verilir. Fazla olan da azad edilen kölenin olur.
Mükâtep kölelerin değeri eşit olarak alınabilir. Çünkü Kur’an ‘siz sözleşme yapın’ diyor. Emir cemaatedir.
İşte, kefaretin başı köle azat etmedir.
Köle azat edemezseniz ne olacaktır, köle yoksa ne olacaktır?
Kur’an buna da çözüm getirmiştir. Kölelikten sonra köleliğe benzer bir müessese vardır, o da “müflis” olmaktır, iflas etmektir. Köle kendi adına alıp satamaz, beyinin/sahibinin vekili olarak alıp satar. Kendi adına borçlanıp alacaklı olamaz, beyinin adına borçlu ve alacaklı olur. Borçlu ise kendi adına alıp satabilir ama borçlanamaz. Önce çalışır, sonra ücret alır. Önce ücreti öder, sonra çalıştırır. Önce malını teslim eder, sonra bedelini alır. Önce parayı verir, sonra bedelini alır. Borcunu ödeyemeyen kimseye bu muamele yapılır. Mallarına el konmaz, parasına el konmaz. Sadece taşınmazlar rehin hükmündedir.
Kur’an’da borçlulara ve kölelerin azatlı olması için bucak ve il bütçelerinden pay ayrılmıştır. En az borcu kalanın borcu ödenerek borçtan kurtarılır. Kur’an’da köle olmazsa borçlunun borcundan kurtarılması için gerekli işaret vardır. Aynı fiilde toplanmıştır. O halde kölenin olmadığı yerde köle azat etme yerine yapılacak şey bir borçluyu borcundan kurtarmaktır.
Burada ödenecek miktar kölenin bedeli olmalıdır. Köle 33 sene çalışır. Yarısı kendi yiyeceği olarak alınır. 16 yıllık yevmiye kölenin bedeli olarak alınabilir. Demek ki ödenecek miktar 184 aylıktır. Asgari ücreti 500 lira kabul edersek, toplam 92 000 YTL’dir. Demek ki zengin olanlar 90 000 YTL ödeyerek ve bir müflisi borçtan kurtaracaklardır. Bu da yaklaşık bir daire bedelidir. Bir köle ile bir daire eşit olarak değerlendirilmiş olmaktadır.
İşte buna gücü yetmeyenler 60 yoksulu giydireceklerdir. Giydirme nasıl yapılacaktır? Köle azat etmenin yarısı olarak alabilir. Bu da 750 lira etmektedir. 46 000 YTL veya onun yarısı 23 000 YTL’lik giysi ki 300 veya 600 YTL alabiliriz.
Buna da güçleri yetmezse, o zaman 60 fitre vereceklerdir. Bu da 10’ar liradan 600 lira, 5’er liradan 300 lira edecektir.
Buna da güçleri yetmezse, 60 gün oruç tutulacaktır. Böylece bir köle azat etme ile 60 gün oruç tutma cezaları karşılanmış olmaktadır.
Kur’an’da yaşlı veya devamlı hasta olanlar için oruç yerine fidye tarif edilmiştir. Fidyeyi kendisi değil yakınları ödeyeceklerdir. Buna dair kararı da onlar verecektir. Böylece bir fidye bir günlük oruca tekabül ettirilmiştir. Bu da ailenin kendi yiyeceği olabilir yahut bucağın ortalama günlük mutfak masrafı olabilir.
Ayrıca Kur’an’da bir kurban da on gün oruca tekabül ettirilmiştir. Demek ki bir koyun on fitredir. Bir koyun on kilo kemiksiz et verse, demek ki bir kilo et bir fitreye tekabül edecektir. Bu da iki kilo buğdayın yarısı edecektir. Merada otlayan bir inek yüz kilo eder. Demek ki on koyun yerine bir inek ikame edilebilir.
Yemin kefareti olarak da oruç konmuştur. Köle azat etme, on fitre verme veya üç gün oruç tutma.
Hâsılı, Kur’an’da hapis cezası yerine oruç cezası ikame edilmiştir.
İslâmiyet’teki cezaları şöyle sıralayabiliriz.
a) Katl en ağır cezadır. Vurularak öldürülür. Malları müsadere edilir. İslâm mezarlığına konmaz, cenazesi kılınmaz. Defterden düşülür. Bu husus ancak firar edenlere uygulanır.
b) İdam cezaları sadece kısas için uygulanır. Asılarak infaz edilir. Varlığı mirasçılara kalır. Cenazesi kılınır, İslâm mezarlığında gömülür. Ölü kayıtları içinde bulunur. İtibarı korunur.
c) Kısas cezaları. Bu da kişinin başkasına kasten yaptığını kendisine yapmaktır. Hatada uygulanmaz. Af hâlinde diyete dönüşür.
d) Kesme cezaları. Hırsızlıkta veya soygunda uygulanır. Affı yoktur.
e) Dayak cezaları. Zina ve zina iftirasında uygulanır.
f) Para cezaları. Bunlar da diyet olarak verilir.
g) Fitre ve kurban cezaları. Giyecek de olur.
h) Ev hapsi cezaları. Kişiyi kendi evinde oturmasına mahkûm edersin. Evinde oturur.
i) Sürgün cezaları. Ya bir yerden sürersiniz, ya da bir yere sürersiniz. Bir yere sürdüğünüzde orada askeri yönetim uygulanır.
j) Ev hapsi cezası da kişinin kendi takdirine bırakılmıştır. Yani evden çıkmadığı kabul edilir. Yanına polis veya jandarma konmaz. O kendi vicdanıyla evden dışarı çıkmaz.
Bu cezanın uygulanması ancak o topluluğun bu cezaya uymayanı gözetlemesi ile mümkündür. İslâmiyet’te iki grup insan vardır; mü’minler, müslimler. Müslimler vergi verirler, hakem kararlarına uyarlar ama kamu görevi yüklenmezler. Mü’minler aynı zamanda kamu görevi yüklenenlerdir. Bunun için özel maaş almazlar. Her mü’min kamu görevlisidir. Maaş almaz ama görev yaptığında ücret istihkak edebilir. Demek ki ev hapsinde olan kimseyi gözetlemek bütün komşuların görevidir. Gerektiğinde şehadet edeceklerdir. Bu arada şu sorulabilir: Ev hapsi kurallarına uymayanlara ne müeyyide uygulanır? Bunun önce soruşturma ile tesbit edilmesi gerekir, yani uymadığının mahkeme kararı ile sabit olması gerekir.
Böyle yapmış olan kimselere uygulanacak müeyyideler şunlardır.
a) Mahkeme kararı ile ev hapsine uymayanlar önce bucaktan sürülürler.
b) İkincisi, ev hapsi cezası dayak cezasına çevrilebilir. Her gün için bir kamçı vurulur. Bütünü tekrarlanır. Yani yattıkları da sayılmaz. Kadınlara sürgün değil de dayak cezası uygulanır.
Hukuk düzeninin kuralı budur. Kişi tamamen kendi iradesi ile serbest bırakılır. Doğru söylediği kabul edilir. Aksini iddia edenler ispatla yükümlüdürler. Aksi sabit olunca da çok ağır müeyyideler uygulanır. Cezalarda da bu böyledir. Kişiye kendi kendine bu cezayı ver dersiniz. O da kendisi bu cezayı kendine infaz eder. Yalan beyanda bulunmadığı kabul edilir. Aksini iddia eden ispat ederse cezası ağır olur.
Bir hususu daha öğrenmemiz gerekmektedir. O da insanların beyanlarında sorumluluğu asıl alınır.
Kişi beyanlarından sorumlu değildir. Beyanları yanlış çıkarsa yanılmışım der ve kurtulur. Gazetede yazılanların hepsinin doğru olması da gerekmez. Eğer biz böyle herkesin mutlak doğru konuşması kuralını koysak hiçbir haber ve bilgiyi aktaramayız. Nasıl herkes içtihat yapmakla mükelleftir ama içtihatta yaptığı hatadan sorumlu değilse, aynı şekilde herkes doğru konuşmakla yükümlüdür. Ama her zaman hata yapabilir. Hata yaparım diye susma yoktur. Hata yaptım diye içtihattan vazgeçme olmadığı gibi. İnsan içtihat yapıp amel etmekle yükümlü olduğu gibi içtihat yapıp söylemekle yükümlüdür. Hayat ancak böyle yürür.
Bununla beraber bazı konularda ispat edemediğin şeyleri söylemek yasaktır. Onu içtihatla değil, kesin bilgiye veya ispat gücüne sahip olarak yapacaksın. Bir kadınla bir erkek sıkı fıkı dostturlar ve beraber geziyorlar. Bunların zina yaptıklarını söylemezsin. Çünkü suç iftirası da suçtur. Daha zoru, sen gözünle zina yaparken görsen bile, eğer onu dört şahitle ispat edecek durumun yoksa yine söyleyemezsin, ben gördüm diyemezsin; dersen, seksen sopa yersin. O halde yapılan haberlerin veya iddiaların karşı tarafı ağır bir şekilde mutazarrır etmemesi gerekir yahut topluluğun düzenini bozmaması gerekir. Bunun için o bucağın mevzuatında sayılan haber veya bilgileri kesin ispat edemiyorsan söylemezsin; söylersen sorumlu olursun.
Bunun yanında bir de nezirler vardır. İnsanlar iyilik etmekle yükümlü değildirler ama nezr ederlerse yükümlü olurlar. Artık onu yerine getirmek onlara farzdır. Birisi birisine bir şey vaat eder de onu yerine getirmezse, vaadinden dolayı kişi zarar görmüşse onu tazmin eder. Hattâ borç hâline gelir. Mahkeme onu mahkûm eder. Ne var ki vaadini yerine getirmemesi bir özürden ileri gelirse, o zaman vaadi yerine getirmeyen ibra edilmiş olur. Bu hususta beyanı yeterli olup böyle bir acziyetin olmadığının ispat külfeti vaat olunmuş kimseye aittir.
Bir de yeminli nezirler veya vaatler vardır. O takdirde mazereti de olsa yerine getirmek zorundadır. Bir kimse birine bir şey vaat etse, mesela ‘yarın sana 100 lira borç vereceğim’ dese, ama ertesi gün o parayı bulamazsa, mazurdur. Borç alıp vermek zorunda değildir. Ama eğer yeminli vaat ise, o zaman borçlanarak o vaadi yerine getirmelidir. Bu yeminli vaattir. İşte, yeminli bir nezir veya vaat yerine getirilmezse cezası vardır. Bu da köle azat etme, fakiri doyurma veya oruç tutmadır.
Konumuz diğer kefaretler değil, oruç kefaretidir, orucun da ceza olarak sayılmasıdır. Kur’an’da oruç 60 gün olarak geçmekte, bir de 10 gün olarak geçmektedir. O halde bir bucak kendi trafik gibi cezalarına önce fitreyi koyabilir, kırmızı ışıkta geçen on fitre verecektir diyebilir. Yahut parkta bir ağaç kesenin cezası budur der. Bunların yerine geçmek üzere veya doğrudan oruç cezaları konabilir.
Oruç cezası en çok iki ay peş peşe tutulur. Bundan büyük ceza konacaksa, aralarında en ez iki ay dinlenme zamanı olmalıdır. Cezalar yarılanabilir. 30 günlük ve 15 günlük oruç cezası olabilir. 15 gün bölünemeyeceği için bu sistemde 15 günden aşağı olamaz. Bu art arda tutulan oruç cezasıdır.
Diğer bir cezada da parçalanabilir, değişik zamanlarda tutulabilir oruçlar vardır. Bu oruca bir sınır çizilmemiştir. Sadece hacda kurban bulamayanlara kefaret olmuştur.
Demek ki bir ibadetin yapılmamasından veya verilen bir zararın tazmininden dolayı tutulacak oruçlar tecezzi eder ve bir sınır yoktur. Ama ceza oruçları 60, 30 ve 15 gün olabilir.
Oruç cezasının teminatı nedir? Kişi gizlice yiyebilir. Ceza nasıl denetlenecektir?
İslâm topluluğu aşiret hâlinde yaşayan topluluktur. Günde beş defa bir araya gelirler. İşe giderken de birlikte giderler. Bucak ve ilçe içinde herkes herkesi tanımaktadır. Bunun sağlanması için çalışma ve yaşama hayatı öyle düzenlenecektir. Her ocağın mescidi olacak, günlük hayatı orada geçirecektir. İş hayatında da birlikte olma sözkonusudur. Böylece oto kontroller vardır. Dolayısıyla insan kolay kolay bu hususta yalan söyleyemez.
Ayrıca biz insanları vicdanlı kabul ederiz. Dolayısıyla insanın bize yalan söylemeyeceğine ve gizli gizli orucu bozmayacağına inanırız. Bunu suiistimal edebilir. Yalandan oruç tutabilir. Ama biz sahtekârlar vardır diye kanunlar çıkaramayız. Biz herkesin doğru olduğunu kabul eder ve ona göre kanunlar koyarız. Sahtekârlar için ayrıca tedbir alırız.
O halde oruç cezasını koyuyoruz demek, insanları vicdanlı kabul ediyoruz, yalandan oruç bozmayacaklarını kabul ederek şeriatı tedvin ederiz. Buna riayet etmeyenlere uygulayacağımız cezayı buna göre ayarlarız. Burada da tezkiye ortaya çıkar.
Herkes bucağı içinde dinî danışmanını seçer. Bir din danışmanının cemaati 150-200 kişidir. İşte bu din liderinin cemaati sahtekâr olan kimseyi dışlar. Bu kişi sonuçta mürşidin denetimi içinde yaşamakta, kişiyi o ahlâklı yapmaktadır. Dinî veya ilmî sorumlu cemaatini ahlâka göre sıralar. Böyle vicdanları ile hareket etmeyen kişiler tezkiyede en altta yer alırlar. Sonra dinî sorumluları da aşiret başkanları sıralarlar. Kişinin din içinde aldığı sıranın tersi onun dindeki derecesini gösterir. Dinin bucağında aldığı sıranın tersi de o dinin derecesini gösterir. Dinin derecesi ile dindeki derecesi, kişinin ahlâkî derecesini gösterir. İşte bu sıralamada aşağı derecelere düşmemek için böyle oruç cezası almamak gerekir. Çünkü bu tür oruç cezası alanın derecesi düşük olacaktır. Kişiler bundan kurtulmak için böyle hareketler yapmayacaklardır.
Oruç cezaları aynı zamanda insanı dürüst yapmaktadır. Kişi aynı zamanda dürüstlük imtihanı da vermektedir.
Cezada iki ilke esas alınmaktadır. Biri caydırıcılıktır. Herkes cezalanacağından korksun ve böyle bir suçu yapmasın. Bunun için şu ana kurallar ve ilkeler geçerli olmalıdır.
a) Cezada kesinlik ilkesidir. İslâm’dan batıya geçmiş ve ceza kanunlarına yazmışlar ama uygulama yok. Kanunsuz ceza olmaz diyor, hâkime takdir hakkı veriyor. Cezayı bir veya iki misli artırıyor. İslâmiyet’te hâkimin böyle takdir hakkı yoktur. Kol kesmekse kol kesmedir. Yüz sopa ise yüz sopadır.
b) Kesin ispat ilkesidir. Yani suçun cezası kesin olmalıdır. Ayrıca o fiilin işlendiği dört şahitle şahitlenmelidir. Fıkıhçılardan ayrıldığımız bir husus da buradadır. Onlar dört şahidi sadece zina cezasında şart koşuyorlar. Biz ise dört şahidi tüm ceza davalarında şart koşuyoruz. Kur’an’da vasiyet için iki şahit, zina için dört şahit teşri ediliyor. Diğerleri için biz kıyas yapmalıyız. Ceza davalarında dört, hukuk davalarında iki şahitliği kabul etme durumundayız.
Cezadan maksat insanın eğitilmesidir, yani kendi iradesine kendisinin sahip olmasıdır, kişinin kendisini ibra etmesidir. İşte oruç ceza olarak tutulduğu zaman kişinin nefsini ıslah etmiş olur. Kimsenin görmediği yerde orucuna devam ederse kendi kendisini inandırmış olur.
İbadetlerin en kötü tarafı gösteriş için yapılmasıdır. Bu da Allah’a değil de halka ibadet olur ki, şirktir.
İnsan kendisini nasıl kontrol eder? Kendi başına kaldığı zaman da ibadet yapıyorsa, kimsenin görmediği yerde de oruç tutuyorsa, tek başına kaldığı zaman da namaz kılıyorsa, o insan Allah için ibadet yapmış olur. İnsan kendisine inandığını bu yolla kontrol eder.
İnsan sosyal varlıktır, kolay kolay topluluğun etkisinden kurtulamaz. Ayıplarlar diye öyle davranır. Arkadaşları yapıyor diye o da yapar. Haram olmayan işleri onların arzusuna uyarak yapmada bir mahzur yoktur. İbadetleri de onların arzusuna uyarak daha çok yapmada bir mahzur yoktur. Ama ibadetleri kendi başına yapmayıp da sadece onların baskısı ile yapmak münafıklıktır. İnsan kendisini bundan kurtarabilmelidir. İbadetleri öyle sevmelidir ki, zaman zaman ibadetleri tek başına başkası olmadığı zaman da yapmalıdır. İşte oruç bunun en kolay uygulandığı yerdir.
Ceza oruçlarının bu bakımdan çok önemi vardır. Ceza oruçlarını tutan kimse cidden kendisini ıslah etmektedir. Unutmayalım ki her insan genel olarak iyi insan olmak ister. Ancak çevre ve şeytan ona musallat olmuş, onu bu durumlara sokmuştur. İnsan tevbe etmelidir. Artık kötü insan olmaktan uzaklaşmalıdır. Oruç tutarak işe başlamalıdır.
Gündüz arkadaşların tesiri ile kötülük yapamaz. Geceleri de evde Kur’an okursa, aşireti de ona yardımcı olursa, kolayca tevbe edebilir.
Burada şunu belirtmeliyiz ki, insan eğer kötü aşirette yaşıyorsa, herkes sigara ve içki içiyorsa, bu aşirette iyi olmak mümkün değildir. Aşireti ıslah etmek de her zaman olacak iş değildir. O zaman aşiret değiştirecek ve yeni aşirete katılacaktır. Yahut insanlar yeni aşiret kurabilmelidir. Bunun gerçekleşmesi için de iş yerleri ile meskenler ayrı ayrı siteler hâlinde olmalıdır. Kişi meskenini değiştirirken işini değiştirmek durumunda olmamalıdır. Gündüz oruçlu olan gündüzleri kendisini koruyabilmelidir. Geceleri de aşiretin seni koruyacaktır.
Bütün bunlara rağmen oruç cezasına mahkûm olup ifa etmeyen kimseye bir uygulama yapılacak mıdır? Önce aksi şahitlerin şehadetiyle tesbit edilmelidir. İki şahit yeterli midir, yoksa dört şahide mi gerek vardır? Sürgün cezası da ceza davası hükümlerine mi tâbidir, yoksa hukuk davaları yeterli midir?
Görülüyor ki, III. bin yıl Kur’an uygulamasının birçok fıkhî sorunları ve soruları vardır. Fıkhı baştan ele alıp yeni şartlara göre Kur’an’dan bu hükümleri istidlâl etmeliyiz. Değil bin sene evvelki içtihatlar, bugün yaptığımız içtihatlar bile yarın yetmemektedir. Dün aklımıza gelmeyen sorunlar bugün aklımıza gelmektedir. Kur’an’da soruya ve soruna cevap aramak için belki Kur’an’ı baştan sonuna kadar taramamız gerekmektedir. Şimdi istihsanen sorunu çözeceğiz ama bunun Kur’an’ın nassları ile teyid edilmesi gerekir.
Demek ki kefaret cezaları vardır. Bunlar köle azat etmek yahut para cezalarıdır. Bunların yerine getirilmesi kişilere bırakılmıştır. Kişi suç işlerse bu suçların cezasını kendisi verecek ve uygulayacaktır. Mahkeme kararını beklemeyecektir. Trafikte araba sürerken kırmızı ışıkta geçerse, kanunda ne ceza söz konusu ise onu götürüp maliyeye yatıracak yahut geçtim diyerek muhasebeye bildirip borçlanacaktır. Kişi bu cezalara uymazsa, uymadığı dört şahitle tesbit edilecek ve bucaktan sürülecektir. Kendi ilçesinden başka yere sürülecek ve bir daha affedilmesi ancak mahkeme kararı ile ıslah olduğu sabit olursa bucağına dönebilecektir.
Oruç cezalarına riayet etmezse yani orucunu tutmazsa yahut tuttuğunu iddia edip sonra yapmadığı iki şahidin şehadeti ile sabit olursa, bunun adaleti sakıt olur. Yani şahitliği kabul olunmaz ama sürgüne mahkûm edilemez. Olsa olsa başkan sürebilir. Bu da ceza olarak değil de, geçimsizlik sebebiyle sürgün olabilir.
İslâmiyet’te bir adamın kaç başkanı vardır?
a) Esas iki başkanı vardır. Biri aşiret başkanıdır. Birlikte yaşayan kimselerin bir başkanları vardır. O aşiret içinde yaşayanlar o başkana itaat etmekle yükümlüdürler. İtaat etmeyenler o ocaktan ayrılırlar. Bu başkanlar beş vakit namazın imamlarıdır. Kişinin aşiretten ayrılma hakkı vardır. Başkanın da aşiretinden çıkarma hakkı vardır. Kişi ekonomi bakımından zarara uğratılmaz. Taşınmazlar devlet tarafından cari fiyatla alınır. İşte demokrasinin temeli burasıdır, anlaşabilenlerin bir arada yaşamalarıdır.
b) Diğer başkan kabile yani bucak başkanıdır. Bu başkan iş hayatını düzenleyen başkandır. Cuma başkanıdır. Bu başkanın da sürme yetkisi ve hakkı vardır. Kişinin de bucağından ayrılma hakkı vardır. Kişi zarara uğratılmaz, taşınmazları bedeli ödenerek devletçe satın alınır.
c) Bu iki başkanın dışında da yine insanın itaat etmesi gereken başkanlar vardır. Bunlar geçici başkanlardır. Eğer misafir olarak başka aşirette bulunuyorsa, geçici olarak ona da itaat edecektir. Şunu belirtelim ki, başkanların adil olmaları gerekir. Hatalı kararla mağdur olan her zaman yargıya gidip haksızlığını düzeltebilir.
d) Bir de kişi kendi emirini seçer. Bucakta koruma, ilde güvenlik, ülkede savunma nöbetlerini tutarken oranın teşkilatı mevcuttur. Manga ve takım komutanları vardır. Onlara itaat edilir. Bu itaat nöbette iken sözkonusudur. Nöbetten ayrılınca bu itaatin hükmü sona erer. Oysa aşiret ve kabile başkanlarına dışarıda iken de itaat etme durumundasınız. İlde ayrı komutanın olacak, ülkede ayrı. Bucakta da ayrı komutanın var demektir. Ocak içindeki komutan ocak başkanıdır.
İşte, oruç tutup tutmadığını, samimi olup olmadığını kontrol etme ocak ve bucak başkanına aittir. Ceza oruçlarına ihanet eden bunlar tarafından sürülebilir.
Şimdi başka bir konuya gelmiş bulunuyoruz. İbadetlerin cezası var mıdır?
1- Önce şunu belirtelim ki, ibadetlere uymuyor diye insanlığın, ülkenin veya ilin ceza kanunlarına maddeler koyup uymayanları cezalandırma yetkileri yoktur. Cezaları koyup uygulama sadece bucak başkanlığına aittir. Meclis koyar, başkan uygular.
2- İbadetlere katılma mecburiyeti sadece mü’minlere konur, müslimlere konamaz. Yani bedellilere ibadet yaptırımları uygulanmaz. Bu husus çok önemlidir. Mü’minler ise taahhüt etmişlerdir, ibadetlerini yerine getireceklerdir.
3- Ocakta ve bucakta ibadetlere katılmayanlara ceza uygulanır. Sürme cezası verilir. Sürme cezasına mahkûm edilip terk etmeyen öldürülür. İşte İslâm’daki irtidat cezası budur. Kişiler hakemlerin kararlarına kendi istekleri ile uyarlar. Uyamayanlar o ocağı veya bucağı terk edeceklerdir. Terk etmezlerse hukuk onları korumaz. İbadetlerde zorlama da bu şekilde vardır. Namazlar mü’minler için içtimalardır. İçtimalara katılmayan kişi birlikten çıkarılır. Çıkmazlarsa katledilirler. Namaz kılmayanların katli hakkındaki fıkıhlarda geçen hükümler bunlardır.
4- Müslimler yani bedelliler tamamen serbest olup asla ibadete zorlanmazlar Askeri bedel dışında vergide de zorlanmazlar. Vergi, vergi verenlere yarar sağladığı için vergide de zorlama yoktur. Vergi ne gibi yararlar sağlar?
a) Vergisi ödenen mal sigortalıdır. Hukuk tarafından korunur. Vergi beyanında gösterilmeyen mallar hukuk tarafından korunmaz. Sadece bu yeterli müeyyidedir. Vatandaş malını sigorta etmek istemiyorsa vergisini ödemez. Bundan dolayı zorlanmaz. Müslimler de zorlanmaz.
b) Vergisini ödeyen kimse, ödenen vergiler nisbetinde işyerlerine gelecekte krediler almayı istihkak eder. Tarım sektöründe de geçmiş on yılda ödenen vergi kadar kredi açılır. Bu kredi faizsiz ve icrasızdır.
c) Altyapı hizmetlerinden de ona göre yani verilen vergiler nisbetinde yararlanılır. İşletmelere elektrik, su, gaz ve diğer genel hizmetlerde vergi nisbetleri ile destek yapılmış olur.
d) Tesislerin değerleri ödenen vergilerle belirlendiği gibi, yöneticilerin iş verme kredileri de ona göre düşürülür veya yükseltilir.
İşte bu sebeplerden dolayı vergi tamamen beyana dayanır ve mükellef tarafından ödenir. Ramazan ayında beyan eder. Kurban bayramına kadar ödemiş olur. Beyan ettikten sonra borç gibi geri ödenmemesi hâlinde diğer borçlar gibi muamele görür.
Tekrar hatırlatalım. İslâmiyet’te borç ve alacaklar devlet tarafından teminat altına alınmıştır. Herkesin borçlanma limiti vardır. O borçlanma limiti de ödenen vergilerle yükselir veya düşer. Borçlanma limiti içinde yapılan borçlanmalarda devlet kefildir. Önce devlet öder, sonra borçludan alır. Borçlanma limitinin üstündeki borçları devlet ödemez ama devlet tahsil eder, mahkûm öder. Son borçlananlar yararlanamazlar.
Borçlu borcunu ödemediği zaman ona sadece ‘borçlanamaz’ cezası verilir. Mallarına ve işine el konmaz. Yani bu uygulama ‘buna borç vermeyin, biz karışmayız’ demektir. Böyle iflasa mahkûm olan kimseye kişiler borç verseler de artık mahkemeye gidip dava edemezler. Bu durumdaki borçlardan dolayı sonra itibar kazanmış olsa bile dava edemezler.
Borçlu borçlarını ödediği zaman itibarı iade edilir. Borçlarını ödemesi için de kamu ona yardım eder. Şöyle ki, en az borcu kalanların borçları ödenerek en çok kimsenin itibarının iade edilmesi sağlanır. Bu hükmü ben anayasaya kendi içtihadımla yazdım, sonra fıkıhçıların da böyle yaptıklarını öğrendim.
Vergi borçlarının hükmü de böyledir. Ödeyemezse borçlanma ehliyetini kaybeder. Ama vergisini ödediği mallara sahip olur ve devlet onları korur.
Şimdi orucun kefaret olduğu âyetleri tercüme ederek ve üzerinde durarak bu bahsi kapatacağız.
وَأَتِمُّوا الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ لِلَّهِ فَإِنْ أُحْصِرْتُمْ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنْ الْهَدْيِ وَلَا تَحْلِقُوا رُءُوسَكُمْ حَتَّى يَبْلُغَ الْهَدْيُ مَحِلَّهُ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَرِيضًا أَوْ بِهِ أَذًى مِنْ رَأْسِهِ فَفِدْيَةٌ مِنْ صِيَامٍ أَوْ صَدَقَةٍ أَوْ نُسُكٍ فَإِذَا أَمِنتُمْ فَمَنْ تَمَتَّعَ بِالْعُمْرَةِ إِلَى الْحَجِّ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنْ الْهَدْيِ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلَاثَةِ أَيَّامٍ فِي الْحَجِّ وَسَبْعَةٍ إِذَا رَجَعْتُمْ تِلْكَ عَشَرَةٌ كَامِلَةٌ ذَلِكَ لِمَنْ لَمْ يَكُنْ أَهْلُهُ حَاضِرِي الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاتَّقُوا اللَّهَ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ(196)
İzin verilmediği için hacca gidemeyen kimse Mekke’ye kurban gönderir. Kurbanlar şimdi olduğu gibi alınmaz. Bütün ülkede kurbanlar birbirine eklenerek sürüler oluşturulur ve yolda otlaya otlaya giderler. Bunlar için güzergahta yeterli meralar oluşturulur. Kervansaraylar bunları bedelsiz besler ve kervansarayın bulunduğu o civardaki arazilerin öşrünü buna karşılık alırlar. Kurbanlar bugünkü araçlarla da gönderilebilir. Ancak nakliye işletmelere aittir. Yani kurban gönderen taşıma bedelini vermez. Böylece sürünün Mekke’ye vâsıl olduğu haberi gelmeden bulunduğu yerden ayrılmaz ve ihramda kalınır. Kurban günü Arafat’taki vakfe ve tavaf bittiğinde kurbanlar kesilir.
İşte o güne kadar beklenir. Tıraş olunmaz. Hastalık veya başka sebeple tıraş olunursa bir fidye vardır. Fidye oruç, sadaka veya nusuk olur. Nusuk kurbandır, bir koyundur. Buna tekabül eden sadaka on fitredir, yahut on oruçtur. Bunlar nekre olduğu için sadece sayıları söz konusudur. Peş peşe tutulması gerekmez. Fitrenin de sadece birine verilmesi gerekmez.
Sonuç olarak bu âyetten öğreniyoruz ki, eğer bir kimse Mekke’de kurban kesilmeden önce ihramdan çıkarsa; ya bir koyun kurban edecek, ya on fitre verecek yahut da on gün oruç tutacaktır. İfadeler “ev/veya” ile geldiği için hangisini isterse onu yapar. Çünkü vücubiyete sebep olan fiilde bir derece yoktur.
Bunun dışında hac vardır, umre vardır. Umre sünnet olan hacdır, hac mevsimi dışında yapılır. Sünnettir ama niyet edersen farz olur. Umre ile haccı birleştirecek olursak, o zaman bir küçükbaş hayvan kurban edilecektir. Şayet bulunamazsa, 3 gün hacda, 7 gün sonra olmak üzere 10 gün oruç tutulacaktır.
Buradan öğreniyoruz ki bir kurban 10 günlük oruca tekabül eder.
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ أَنْ يَقْتُلَ مُؤْمِنًا إِلَّا خَطَأً وَمَنْ قَتَلَ مُؤْمِنًا خَطَأً فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ وَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ إِلَى أَهْلِهِ إِلَّا أَنْ يَصَّدَّقُوا فَإِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ لَكُمْ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ وَإِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ مِيثَاقٌ فَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ إِلَى أَهْلِهِ وَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ تَوْبَةً مِنْ اللَّهِ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا(92)
Bir kimse hataen birini katlederse diyeti ödenir. Diyeti dayanışma ortaklığı öder. Kişi de bir köleyi azat eder. Köleyi bulamayan iki ay peş peşe oruç tutar. Ramazan orucunun iki katı oruç tutulur. Peş peşe tutulması gerekir. Hastalık hâlinde başka gün tamamlanır. Seferde tutma zorunluluğu vardır. Çünkü komşularla birlikte tutma illeti kalkmıştır, yerine ceza olarak tutma illeti gelmiştir. Sefer bunu ortadan kaldırmaz. Burada hataen öldürenlerin köleyi azat etme yerine 60 yoksulu doyurma veya giydirme bedelliliği yoktur. Köleyi bulamayan iki ay peş peşe oruç tutar. Çünkü suç bedenen işlenmiştir.
لَا يُؤَاخِذُكُمْ اللَّهُ بِاللَّغْوِ فِي أَيْمَانِكُمْ وَلَكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمْ الْأَيْمَانَ فَكَفَّارَتُهُ إِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاكِينَ مِنْ أَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ أَهْلِيكُمْ أَوْ كِسْوَتُهُمْ أَوْ تَحْرِيرُ رَقَبَةٍ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلَاثَةِ أَيَّامٍ ذَلِكَ كَفَّارَةُ أَيْمَانِكُمْ إِذَا حَلَفْتُمْ وَاحْفَظُوا أَيْمَانَكُمْ كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ(89)
Yemini bozmanın kefareti on fitredir. Bu da bir kurbana tekabül eder. Kıyasla ikame ederiz. Yahut giyimdir. Giyim de yine kıyasla bir insanın sokağa çıkması için giymesi gereken elbisedir. Ayakkabı ve çorapla birlikte, iç çamaşırı külot ve atlet, bir gömlek, ceket ve pantolon. 100 YTL yani üç gram altın olarak düşünebiliriz. Bu hususun tesbiti her bucağın kendisine aittir. Farklı miktarlar olabilir. Eğer bunları bulamaza üç gün oruç demektedir.
Burada iki bakımdan farklı hüküm getirilmiştir.
Önce doyurma, giydirme ve köle azat etme şeklinde zorluğa doğru gidilmiştir. Burada bozulan yeminin büyüklüğüne göre farklı olacağı hükmü getirilmiştir. Bu ceza hukukunda da bu şekilde ifade edilmiştir. Bu hususta hükümler vazetmek o bucağın meclislerine veya âlimlerine bırakılmıştır.
İkinci özellikte üç gün oruç esas alınmıştır. Yani gücü olmayanların cezaları asgariye indirilmiş ve üç gün oruçla yetinilmiştir. Yani yeminin asgari kefareti üç fitredir. 3 fitre, 10 fitre, ondan sonra 3 koyun, 10 koyun yani inek kefaret karşılığı olabilir. Asgarisi 3 fitre olduğu için hepsinin oruç karşılığı kefareti 3 gündür.
وَالَّذِينَ يُظَاهِرُونَ مِنْ نِسَائِهِمْ ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا قَالُوا فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَتَمَاسَّا ذَلِكُمْ تُوعَظُونَ بِهِ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ(3) فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَتَمَاسَّا فَمَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَإِطْعَامُ سِتِّينَ مِسْكِينًا ذَلِكَ لِتُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ وَلِلْكَافِرِينَ عَذَابٌ أَلِيمٌ(4)
Eşleriyle ilişki kurmayacaklarına karar verenler îlâ yapmış olurlar. Bunlar bütün eşlerden uzak durmak konumundadırlar. Günlerini belirtmek zorundadırlar. Dört aydan fazla olmaz. Gün dolmadan dönerlerse cezaları yoktur. Ama birleşmemeye yemin ederlerse en çok dört ay beklerler. Temastan evvel bir köle azat edeceklerdir. Bu yemin başkasını zarara sokan bir yemindir. Kadın bu yeminden dolayı her zaman mihrini alarak ayrılabilir. Ama kadın bu cezaya dayanıyorsa, ayrılmıyorsa, koca da sonra pişman olursa, işte o zaman kefaret cezasını çekecektir. Burada bütün kadınlardan uzak durma yoktur. Bunun cezası da köle azat etmektir. Bulamazsa, hataen öldürende olduğu gibi iki ay oruç tutacaktır. Oruca gücü yetmezse altmış yoksulu doyuracaktır.
Hatada Köle azat etme; bulamazsa 60 gün oruç.
Yeminde Köle azat etme; bulamazsa 3 gün oruç.
Zıharda Köle azat etme; bulamazsa 60 gün oruç;
gücü yetmezse 60 yoksulu doyurma.
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَقْتُلُوا الصَّيْدَ وَأَنْتُمْ حُرُمٌ وَمَنْ قَتَلَهُ مِنْكُمْ مُتَعَمِّدًا فَجَزَاءٌ مِثْلُ مَا قَتَلَ مِنْ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِهِ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ هَدْيًا بَالِغَ الْكَعْبَةِ أَوْ كَفَّارَةٌ طَعَامُ مَسَاكِينَ أَوْ عَدْلُ ذَلِكَ صِيَامًا لِيَذُوقَ وَبَالَ أَمْرِهِ عَفَا اللَّهُ عَمَّا سَلَفَ وَمَنْ عَادَ فَيَنتَقِمُ اللَّهُ مِنْهُ وَاللَّهُ عَزِيزٌ ذُو انتِقَامٍ(95)
İhramda av öldürenlerin cezası değeri olarak kurban Kâbe’ye gönderilir. Yahut onun değeri kadar miskin it’âm edilir. Yahut buna denk oruç tutulur.
Burada da kurban veya fitre veya oruç. Burada “veya-veya” kelimeleri kullanılmıştır.
O halde kefaret cezalarında:
Köle azat etme baştadır. Sadece avlamada köle azat etme yoktur.
Kefaret cezalarında ya oruç esas alınır. O takdirde oruç tutamayanlar sadaka verirler. Yahut sadaka veya kurban cezası esas olur. Bulamayanlar oruç tutarlar. Bunlarda yemin veya avlama cezalarına kıyas yapılır, hüküm ona göre konur.
Bir kimsenin ne malı var, ne de oruç tutabiliyorsa, yakınları malları ile onun kefaretini öderler.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-478/ADİL DÜZEN DERSLERİ-308 İstanbul, 27 Eylül 2008
GEÇMİŞTE VE GÜNÜMÜZDE CİHAD
Bir televizyon kanalında biri şarkı söylüyor. Arkasında erkek kız sıra ile dizilmiş çocuklar nakarat yapıyordu: “Allah için ölen şehitler ölmez…”
Sonunda dua ediyorlar: “Senin adını götürmek için şehit olanlar gibi eyle bizi...”
Hazreti Muhammed aleyhisselâm Mekke’ye gittiği zaman bir site devleti kurdu. Bu devlet lâik bir devletti. Bütün din mensupları Anayasaya davet edilmiş, onlar da katılmıştır. Hazreti Muhammed zamanında bütün Arabistan fethedilmiştir. Zorla dine getirme yerine, İslâm’a girme yani barışa girme öngörülmüştür. Yani devlet aşamasına gelmeyen Arabistan devlet aşamasına getirilmişti. Savaşın yerini barış almıştır.
Ondan sonra Arabistan’ın dışındaki ülkeler fethedilmeye başlanmıştır. Kuzey Afrika halkı, Suriye halkı daha önceleri zorla Hıristiyan yapılmışlardı. İslâmiyet oraya girdiğinde halk kendi istekleri ile Müslüman olmuşlardı. İran halkı kendi isteği ile Müslüman oluyordu.
Horasan Valisi Haccac’ın buna canı sıkılmış, Ömer bin Abdülaziz’e mektup yazarak şikâyet etmiş: “Hıristiyan halk bedel vermemek için inanmadan Müslüman oluyor. İzin ver de Müslüman olanları sünnet olmaya zorlayayım. Böylece çoğu sözde Müslüman olmaz.”
Halife şu cevabı verir: “Allah Muhammed’i sünnetçi olarak göndermedi.”
Sonra Abbasiler geldiler. Selçuklular ve Osmanlılar daha sonra sırayla hakimiyeti devraldılar. Dünyayı fethettiler. Viyana’ya kadar gittiler. Çin Seddi’ne kadar ulaştılar. Hükümdarlar bunu belki de kendi saltanatları için yaptılar. Ama halk onların arkasından Allah’ın emri olduğu için gittiler, cihad uğruna gittiler.
Onları Müslüman mı yaptılar? Hayır. İnsanların din hürriyeti için gittiler. Dinde zorlamayı kaldırmak için gittiler, lâiklik için gittiler. Askerler lâikliği götürdüler, din adamları âlimler de İslâmiyet’i anlatmak için gittiler. İsteyen Müslüman oldu, isteyen Hıristiyan kaldı.
Demek ki cihat demek, Allah’ın dinini dünyaya anlatmak demektir. Eğer bir ülkede lâiklik yoksa önce orası işgal edilir, lâiklik tesis edilir, sonra da İslâmiyet tebliğ edilir. Böylece görevimiz biter, asla zorlama yapılmaz.
Peki, bugünkü durumumuz nedir?
Asıl bugün cihad yapılacaktır. Bugün artık dünyanın her tarafı lâikliği kabul etmiş ve dinin anlatılması serbest hâle getirilmiştir. Hemen hemen hiçbir ülke din hürriyetine karışmıyor. Buna en çok karşı çıkan Suudi Arabistan’dır, sonra İran’dır, sonra Türkiye’dir.
Bununla beraber o ülkelerden Türkiye’ye insanları getirir ve eğitim yaparız. Buna hiçbir ülke yasak koymuyor. O halde bugünkü cihad artık savaş değildir. Ülkeyi korumak için savaşırız ama din için savaş yapmayız. Çünkü tebliğ serbesttir.
Bugünkü cihat nedir? Bunun için şunları yapmalıyız.
a) Din çağın sorunlarını çözer. Çağın zulmünü ortadan kaldırır. Çağımızın en büyük sorunları işsizliktir, sömürüdür, faizdir. O halde bugün Kur’an’ın bu sorunu çözmüş olması gerekir. Herkese aş, herekse iş, herkese eş sağlayan İslâm düzenidir. Bunu sağlayan sistem ve düzen Kur’an’ın mucizesi olacaktır.
b) Kur’an’ın bu mucizesini göstermemiz gerekmektedir. Önce bir apartman, sonra bir belde kurmalıyız. “Adil Dünya Düzeni”ni göstermeliyiz. O beldede iş sorunu çözülmelidir. Her isteyen iş bulabilmelidir. Adil ücretli bir iş bulmalıdır. Herkese aş uygulaması ile çalışmayanların, çalışamayanların da karınlarını doyurmalıyız. Kocasız kadın kalmamalıdır. Çalışan herkes evlenebilecek kadar kazanç temin etmelidir. Bunun yanında herkesin güveni sağlanmalıdır. Kişi suç işlemezse kendisini kimse rahatsız etmemelidir. Suç işleyenin de yakasından yapışan bir kamu kuruluşu olmalıdır. Bunu bizim beldemizde kooperatifimiz sayesinde sağlamalıyız.
c) Cihadın üçüncü safhasında bir dil sitesi kurmalıyız. Bin dili tedris eden İslâmiyet’i bu dillere tercüme eden, bu dillerdeki olanları Arapçaya çeviren siteler kurulmalıdır. Böylece dünyadaki lâiklikten yararlanarak Kur’an’ı insanlığa tebliğ etmeliyiz. Bu cihad İstanbullulara farzdır.
d) Dördüncü olarak mala mal marketleri kurmalıyız. Tüm insanlığı herkese iş, herkese aş sistemi içine sokmalıyız. Deneylerimizi dünya ile paylaşmalıyız.
Deniz Feneri ve benzeri belki binlere varan hayır kuruluşları vardır. İsteyenler bu cihadın merkezi olabilmek için çalışmalıdır. Bu konuda çalışanlar varsa, onları bizimle işbirliği yapmaya davet ediyoruz. Bu cihattır.
Bu birliğimize karşı malum çevreler baskı yapacaklar ve bizi birbirimizden koparmak isteyecekler. Dayananlar cihadı yapmış olurlar.
Geçmişte bu cihada beraber çıkmış, yollarda birlikte ve beraber yürümüştük...
Ama hemen herkes baskıya dayanamayarak bizden ayrılmış, kendileri kendi başlarına başarıya ulaşacaklarını sanmışlardır. Bugün düşmanlarla yapılan işbirliği ve ilk arkadaşları ekmenin sonuç vermediği anlaşılmıştır.
Gelin, tevbe edin ve yine sıratı müstakime dönün.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-478/ADİL DÜZEN DERSLERİ-308 İstanbul, 27 Eylül 2008
DENİZ FENERİ VE KAYIT DIŞILIK
Tekel sermaye dünyayı tek sermaye devletine götürmektedir. Bunu başarması için önce yeryüzündeki tüm insanlık faaliyetlerine izin verir, onların gelişmesini destekler. Ancak belli bir büyüklüğe ulaşınca da onu vurur. Vurmak için kullandığı silahlar vardır.
a) Gelişme meşru yollara dayanılarak değil de, gayrimeşru yollar üzerinden oluşturulur. Kendisi tahkik edilmediğinden kimse onlara bir şey yapmaz. En meşru hareket eden kuruluşlar bile mutlaka gayrimeşru davranışlarda bulunmak durumundadır. Örnek olarak, kişi bağış yapar ama isminin yazılmasını istemez. Sen ona makbuz kesmezsin. İstemez, çünkü ileride şimdi oduğu gibi ‘Vay, sen Deniz Feneri’ne şu kadar yardım etmişsin’ der ve canına okur! Makbuz almaz, çünkü o parayı defterine gider gösteremez. O zaman Deniz Feneri de onu alır ve kayıtsız şekilde dağıtır. Muhtaçlara verir ama verdim diye defterine yazmaz. Kendilerine yardım edilen kimseler için de durum böyledir. Bağış alan kimse yüzde elliye yakın vergi vermek zorunda kalmaktadır. Çünkü arızi gelirdir. Aldığı bağış ise karnını bile doyurmuyor. O halde ne yapılıyor? Bağışlar ve bağışların dağıtımı kayıt dışı yapılmakta. Geri kalmış bütün ülkelerde her şey kayıt dışı oduğu gibi, elbette bir hayır müessesesinin de kayıt dışı olması zorunludur.
b) Bu kayıt dışı düzenin oluşması zannedilmesin ki kendiliğinden olmaktadır. Tamamen sömürü sermayesi ülkelerde öyle mevzuat oluşturmaktadır ki kayıt dışında kalma zorunlu olmaktadır. Enflasyonu kazanç kabul edip vergilendiren, sonra da yüzde yüzlere varan enflasyonu uygulayan bir sistemde kim kayıtlı ekonomi içinde yaşayabilir ki?!.
Biz Akevler’de kayıt dışı bir iş yapmamaya karar verdik ve 1967’den beri buna göre faaliyet gösteriyoruz. “Adil Dünya Düzeni”ni destekliyoruz diye tekel sermayesi kapatmaya karar verdi ve o zamanki yönetim üzerimize saldırdı. Bakanlığın dört müfettişi geldi ve dört ay bizi teftiş etti. Üçü-dört ay her gün geldiler. Biri yani başları sadece bir gün uğradı, ondan sonra gelmedi. Dört ay sonra bir rapor tanzim ettiler ve bizde hiçbir kayıt dışılık veya yolsuzluğu bulamadılar. 13 000 liralık gider olamayacak bir kaydı buldular ve onun yöneticiler tarafından ödenmesini istediler. Biz bunu memnuniyetle ödedik. Çünkü kendi kooperatifimize ödüyorduk. Bunun gibi ne karşılıksız ödemeler yapmışızdır.
Müfettişler Ankara’ya gittiler ve raporu değiştirdiler; konu dışına çıktığımızı iddia ederek mahkemeye verdiler! Rapordaki değişiklikler sırıtıyordu. Çünkü her tarafı değiştirememişlerdi.
İzmir Ticaret Mahkemesi bilirkişiyi kendisi atamadı, Ankara Ticaret Mahkemesi atadı. Türkiye’de en çok tanınmış üç kişi atandı. Biz sadece izah ettik. İttifakla bizim konu dışına çıkmadığımıza dair rapor tanzim ettiler. İzmir’de altı üyelik ticaret mahkemesi de ittifakla konunun dışına çıkmadığımıza karar verdi.
Yargıtay 11’inci Dairesi bu kararı bozdu!
Sebep: ‘Bunlar Akevler’ dedi! ‘Bir kooperatif bu kadar işlerle uğraşmaz’ dedi!
İşte bu hakimler Anayasayı çiğnemişlerdir.
Kim onlara kooperatif bu kadar işlerle uğraşmaz demiş? Bunun belgesi olarak da sadece yığın yığın dosyaları yani kayıt dışı olmayan kayıtlarımızı gösterdiler!
Mahkeme de Yargıtay’ın bozma kararına uydu ve kooperatifin feshine karar verdi!
Biz gerekli tedbirleri almıştık. Sonunda kooperatif başka adla da olsa hâlâ devam ediyor. Ama yöneticiler bıktılar ve gelişmeden duruyorlar. Zaten karşı tarafın yapmak istediği de buydu. Ama biz başka şekilde geliştik. Anayasa ekseriyetiyle iktidarın yolunu açtık.
Anadolu holdinglerini de böyle batırmadılar mı?
Şimdi de Gülen Cemaati ve Ak Parti hedeftedir.
Peki, bu oyunlara karşı ne yapabiliriz?
Bunun için tekel sömürüsüne mağlup olmamak için şu tedbirleri almalısınız.
a) Kayıt dışı ekonomiyi mutlaka kayıt içine almalısınız. Akevler İzmir’de başarılı olmuştur. Hâlâ devam etmektedir. Bunu nasıl başaracaksınız? Kanunları okuyup kayıtlı ekonomi çıkarına göre yorumlamalısınız. Bu yoruma görevlileri getirmek hayli zordur. Ama imkansız değildir. Mücadele ederseniz bürokratlar ve hakimler de sizin tarafınızda yer alırlar ve sizi korurlar. Allah da yardım eder. Ortaklıkları aynı sisteme ve sermayeye dayanarak kurarsınız. Kâr-zarar hesaplarını para kazanma yerine malda kazanma şekline çevirirsiniz. Sadece yıl sonunda para ile değerlendirip vergisini öderseniz enflasyondan korunmuş olursunuz. Bu da kanunlara uygundur. O halde kanunların verdiği imkânlardan yararlanarak ekonominizi mutlaka kayıt içine almalısınız.
b) Gerçek kazancınızın vergisini mutlaka ödemelisiniz. Devletimiz vardır. Biz onsuz yaşayamayız. O halde gerçek gelirin vergisini mutlaka ödemeliyiz.
c) Halk ekonomisine dayanan çalışmalar yapmalıyız. Yanı küçük ve orta ölçekli müteşebbisleri korumalıyız. Bunu da ancak yirmi beş genel hizmetle sağlayabiliriz. Bunun kooperatifini kurmalıyız. Bu sayede kayıtlı ekonomiye geçebiliriz.
d) Ortaklık işlerinde veya hayır işlerinde yeni sistem geliştirmeliyiz. Para makbuzla toplanmamalıdır. Makbuz alabilir ama asıl deftere geçirilmelidir. Toplayanlara kooperatifçe tasdikli defter verilmeli, bu defterler sıra numaralı olmalıdır. Para toplayana bu defter verilmeli, parayı veren bu deftere kaydettirmelidir. İster kendi ismiyle, ister müstear ismiyle olsun kaydettirmelidir. Topluca toplanan para da bir rumuzla kaydedilir. Bu defterler internette yayınlanmalıdır. Herkes internete girerek kendi rumuzunun kaydedildiğini görmelidir. Sonra toplanan yardımlar nerede harcanmışsa o yer de gösterilerek deftere kaydedilmelidir. Bu kayıt da alenen yazılacaktır. Yani kendisine verilen kayda geçmelidir. Kişi kendisine verilmediği halde verilmiş gösterilmişse şikâyet edebilmelidir.
Bu hususta Akevler’in geliştirdiği çok önemli sistem vardır. İsterseniz böyle bir muhasebe sistemini kurabiliriz.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92