Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 480
A’LÂ SÛRESİ TEFSİRİ -1..AYETLER-ALLAHIN SIFATLARI
11.10.2008
2300 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜNYA DÜZENİ480

“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

“ADİL DÜNYA DÜZENİ YENİ BİR MEDENİYET PROJESİDİR.”

Haftalık Seminer Dergisi             11 Ekim 2008                        Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 480. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00–21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

 

Gayemiz ve Hedefimiz; Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır.    Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

***

 

*İŞLETME SEMİNERLERİ;   SEMİNER

(Ramazan sebebiyle bu hafta seminer yapılmadı!)

 

***

 

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ / YORUMLARI; 

700 MİLYAR DOLARIN ETKİSİ

700 MİLYAR DOLAR SEÇİM PARASI

MİLLÎ GÖRÜŞÇÜLERE AÇIK MEKTUP

HAYRETTİN KARAMAN’A AÇIK TEKLİF

 

***

 

A’LÂ SÛRESİ TEFSİRİ - 1

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

سَبِّحْ اسْمَ رَبِّكَ الْأَعْلَى(1)

الَّذِي خَلَقَ فَسَوَّى(2) وَالَّذِي قَدَّرَ فَهَدَى(3) وَالَّذِي أَخْرَجَ الْمَرْعَى(4) فَجَعَلَهُ غُثَاءً أَحْوَى(5) سَنُقْرِئُكَ فَلَا تَنسَى(6) إِلَّا مَا شَاءَ اللَّهُ إِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ وَمَا يَخْفَى(7) وَنُيَسِّرُكَ لِلْيُسْرَى(8) فَذَكِّرْ إِنْ نَفَعَتْ الذِّكْرَى(9) سَيَذَّكَّرُ مَنْ يَخْشَى(10) وَيَتَجَنَّبُهَا الْأَشْقَى(11) الَّذِي يَصْلَى النَّارَ الْكُبْرَى(12) ثُمَّ لَا يَمُوتُ فِيهَا وَلَا يَحْيَا(13) قَدْ أَفْلَحَ مَنْ تَزَكَّى(14) وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّهِ فَصَلَّى(15) بَلْ تُؤْثِرُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا(16) وَالْآخِرَةُ خَيْرٌ وَأَبْقَى(17) إِنَّ هَذَا لَفِي الصُّحُفِ الْأُولَى(18) صُحُفِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى(19)

 

 

Yüce Yetiştiricinin adını arındır.

A’lâ Rabbinin ismini tesbih et.                      اعلى رببنن اسمنى تسبيح ات

SabBiX iSMe RabBiKa eLEaGLAy           سَبِّحْ اسْمَ رَبِّكَ الْأَعْلَى 

 

سَبِّحْ (SabBiX) “Sebbih” kelimesi SBX kökünden gelmektedir. SBX, uçmak ve yüzmek anlamına gelmektedir. Uçma ile yüzme aynı doğa kanununa tâbidir. Merkezin çekme gücünü yenmek anlamına gelir. Bilkuvve (statik) gücü bilfiil (dinamik) güce karşılamaktır.

Allah kâinatı var etmiş, her şeyi eksiksiz ve dengeli yaratmıştır. Her varlığın kâinat düzeni içinde bir görevi vardır, onu eksiksiz yerine getirir. Allah kâinatı kendi ihtiyaçlarını gidermek için yaratmamıştır. Kendisi sameddir. Bir şeye ihtiyacı yoktur. Kâinatı yine kâinatta olanlar için yaratmıştır. Rahmandır, karşılıksız nimetler vermektedir. Rahimdir, çalışanlara da daha fazla karşılığını vermektedir.

Diğer varlıkların tamamı kendilerine verilen görevleri yaparlar, diğer varlıkların ihtiyaçlarını gidermeyi eksiksiz yaparlar.

İnsan ise kâinatın emanetini yüklenmiştir. En ekrem bir varlıktır. İnsanın görevleri çok daha büyük ve geniştir. Bunun dışında insan görevlerini yapma gibi imkan sahibidir. Görevlerini kendi isteğiyle yaparsa en yüksek varlık olur. Kendisine verilen görevleri yapmazsa en alçak bir varlık olur. Böylece insan diğer varlıklar arasında seçkin varlıktır. Seçkin olması cenneti kendi alın teriyle hak etmesidir. Yani Allah’ın rahman sıfatı ile verdiklerinin yanında rahim sıfatı ile de kendi değerini yükseltmesidir.

Yine insanın diğer canlılardan bir farkı daha vardır. Diğer canlılar eksiksiz görevlerini bilmektedirler. Mesela arılar petek ve bal yapmaktadır. Ama bugün insanlar öyle bir çalışmayı yapmamaktadırlar. Oysa Allah insanlara ne yapacaklarını emretmiş ve kendi içtihatları ile görevlerini yapmalarını istemiştir. Yani insan Allah’ın halifesidir. O’nun adına karar alır ve sonra kararları O’nun kulu olarak uygular. Diğer canlılar sadece uygular.

İnsan bu içtihadını iki kaynağa dayandırır.

Bunun biri nakli kaynaktır. Yani diğer insanların kendilerine söyledikleridir.

Diğeri de akli kaynaktır. O da kendi içtihadı ile ve müşahedeleri ile o kaynakları değerlendirmektir. Yani içtihat akli kaynakla nakli kaynağın çarpımıdır; toplamı değildir.

İçtihat = Akıl * Nakil          (Yanlışı: İçtihat = Akıl + Nakil)

Akılcılar yalnız aklı esas alırlar, nakilciler yalnız nakli esas alırlar. Karmacılar akıl ile nakli toplarlar.

Ehli Sünnet ise akılla nakli çarparlar. Pratik sonucu şudur. Ehli Sünnete göre yalnız akılla bir yere varılamaz, yalnız nakille de bir yere varılamaz.

İşte burada “Rabbini tesbih et” dendiği zaman o vücubu ifade eder, naklidir. Ama bunu yorumlayıp uygulamak ise aklidir. Biz şimdi onu yapıyoruz. Aklın varsayım ve mantık kurallarını kullanarak naklen gelen bir emri yorumlayıp uyguluyoruz. Yorumlamazsak bir şey yapmamış oluruz. Sadece söyler geçeriz.

Sebbih” kelimesi tesbih masdarından gelmiştir. Tef’il babıdır. Tef’il bâbı ortadaki harfin ikileştirilmesi ile elde edilir. Burada “B” harfi iki kat olmuştur. Bu bâb iki anlam taşır. Müteaddi fiilin teskir için kullanılır. “Nasara” yardım etti demektir. “Nassara” çokça yardım etti demektir. Lazım fiili bazen yalnız müteaddi yapar, “zehhebe” denildiğinde götürdü, yeniledi veya altınla kapladı anlamına gelir. Bazen de teksir için gelir. “Kerreme” bu manâda gelebilir. Bazen da hem tadiye hem de teksir için gelir.

“Sebeha” burada  yüzmek veya uçmak demektir. “Sebbeha” ise yüzdürmek, uçurmak demektir. “Esbeha”dan farkı çokça yüzdürmektir.

Allah’ı tesbih etmek demek, Allah’ın insana yüklediği görevleri yapmak ve eksik bırakmamak demektir. Çünkü insan iradesini kötüye kullanıp o işi yapmadığı takdirde diğer varlıklara nimetini eksik bırakmış olmaktadır. Yani insanı kendi iradesiyle baş başa bıraktı derken, diğer varlıkları veya insanları eksiklik içinde bırakmış olmaktadır. Allah başka yolla onlara zulmetmeden nimetlerini tamamlayacaktır. Ama önce onu insanın yapmasını istemektedir.

Tef’il bâbından gelmekle de barındırmayı sürekli yapmasını emretmiş olmaktadır. Yani her zaman görevini eksiksiz yapmaya çalış. İçtihat etme ve içtihadınla amel etme emrini vermiş oluyor.

Burada muhatap kimdir?

Kur’an’daki “Ke/Sen” harfi gelince dört manâ taşır.

a)      Her insana, bütün okuyuculara hitap eder. Kur’an, Allah kelamı olsun olmasın tebliğ anlamında tüm insanlara hitap eder. Bunu önce ikrar etmelerini ister, yani “sübhanellah” demelerini ister. Önce ağzınla “Allah sübhandır” de, “Allah eksik ve yanlış iş yapmaz de” der.

b)      İkinci olarak Kur’an’ın Allah sözü olduğuna inanmış kimselere hitap eder. Siz de sübhanellah deyin. Peki ne zaman diyeceğiz, biz mü’minler hangi zamanlarda sübhanellah diyeceğiz? Genel kural şudur. Eğer Kur’an’da bir emir vakitlendirilmeden verilmiş ve ibadetlerden yani eğitimden ise her namazda yapmamız gerekir. “Secde et” dendiği zaman, namazda secde et demek olur. Eğer namazda ne zaman yapmamız gerektiği söz konusu ise her rekatta tesbih etmiş olur. Kıyamda kıraat vardır. Kadede salat yani dua vardır. Rüku ve sücud boştur. O halde her rekatta tesbih etmemiz gerekir. İşte bu emri biz her namazda yerine getiriyoruz. Rükuda başka âyete dayanarak “sübhane rabbiye’l-azim” diyoruz. Secdede “sübhane rabbiye’l-a’lâ” diyoruz. Demek ki sünnet ve icma ile sabit olan bir hüküm âyette de emredilmiştir. Bize âyetlerde “Rabbini hamd ile tesbih et” dediğinde, “sübhane rabbiye’l-azim ve leke’l-hamd” diyoruz. Secdede “sübhane rabbiye’l-a’lâ ve leke’l-hamd” diyoruz. “Ve”yi koymayabiliriz. Tesbih vacibedir veya sünnettir. Bize göre emredilmiş olduğu için farzdır. Ama rükün değildir. Yani tesbih etmeden namaz kılınsa geçerli olur ama eksik kalır. Namaz sahihtir.

c)      Üçüncü olarak resul veya nebi makamında olanlara hitap eder. İmamlara ve mürşitlere hitap eder, yani başkanlara hitap eder. “Kul li’l-mü’minîne” dendiği zaman, burada emredilen resulün veya nebinin halifesi olan başkanlara hitap etmiş olur. Allah insanlığı kendisine halife yapmış, meclisleri yani icmayı kendisinin halifesi kılmıştır. Allah peygamberleri göndermiş, insanlığı birleştirmiş. Peygamberin halifeleri olarak...

اسْمَ  (iSMe) İsm” kelimesi “SMV” kökündendir. “Sema” hayvanın sırt tarafıdır.

Hayvanları ayırmak için kabilenin damgasını vururlar, o da “smv”dir. “İsm” bir varlığın damgasıdır, yani onu işaret eden kelimedir. Onun cismini gösterdiği gibi onun varlığını, işini, sıfatlarını da gösterir. “Allah’ı tesbih edin” dense, kendisinin zatını tesbih etmiş oluruz. “Allah’ın ismini tesbih edin” dendiğinde, Allah’ın işlerini tesbih edin denmiş olur. Yani O’nun koyduğu düzeni tesbih edin, onda bir eksiklik olmasın denmiş oluyor. Burada emredilen ismini söylemek yani namazda, rekat ve secdelerde sübhanellah deyin manâsına geldiği gibi, hayatta da O’nun düzenini tesbih edin yani size yüklemiş olduğu görevleri yapın anlamına gelir.

Nebi ve resullerin halifelerini göndermiş, bunlar da başkanlardır.

 

a)      Kur’an’ın Cebrail tarafından kendisine indirildiği Hazreti Muhammed aleyhisselâm kastedilir. Hazreti Musa’yı anlattığı gibi onu da bir üsve/örnek olarak bize anlatır.

Bu dört manâyı verirken, birinci derecede mü’minlere hitap eder kabul ederiz. Sonra başkana hitap eder kabul ederiz. “Ey nâs” demişse ve “haliseten leke” gibi bir kayıt varsa, diğerlerine manâ veririz. Biz burada emri mü’minlere verilmiş kabul ediyoruz. Her namazda tesbih edecekler, rükuda ve secdede üçer defa “sübhanellah” diyecekler. Namazları cemaatle kıldıran imama da sen böyle kıldır emri verilmiş olmaktadır.

Bir namazı kıldıktan sonra görevi yerine getirmek amacı ile işe koyulursun. Görevi yerine getirdikten sonra namaz vakti gelirsin, Rabbinin huzuruna çıkarsın, tekmil verirsin. Senin verdiğin görevi yerine getirdim, tesbih ettim. Bundan sonra yeniden görevimi yerine getirdim diyorsun. Yapamadıklarından dolayı da istiğfar ediyorsun.

“Sebbih bi hamdi Rabbike” dendiği halde, burada doğrudan mef’ulün bih getirilmiştir. Hamd ile tesbih etmekte, hamdi istiane ederek yani hamd ederek Rabbi tesbih et anlamı vardır. Orada hamdi araç yap ve öyle tesbih et denmiş olur. Hamd de Rabbin verdiği nimetlerdir, O’nun nimetlerinin sağladığı imkânlardır, güçtür. Yani O’nun verdiği güçle tesbih et denmiş olur. Burada ise tesbih edilendir. Allah’ın zatı değil, O’nun esması olan kâinatın oluşumunu tesbihtir. Doğrudan zatının tesbihine gerek yoktur. Zaten imkânsızdır. Zatı her türlü noksanlıktan münezzehtir. Yarattıklarında eksik ve kusurlu bıraktıkları olmaktadır; bunu da insanlar yapsın da yapma şerefine ersinler diye.

Tesbih kelimesini harfi cerlerle birlikte düşünebilir, değişik manâlar verebilirsiniz.

Sebbeha ismellahi mine’l-ilmi: Allah’ı ilimden başlayarak tesbih etti.  

Sebbeha ismellahi il’l-ameli: Allah’ı amele kadar tesbih etti, sonuna kadar götürdü.

Sebbeha ellaha bi hamdihi: Allah’ı O’nun hamdi ile tesbih etti.

Sebbeha ellaha li ta’zimihi: Allah’ı O’nu tazim etmek için tesbih etti.

Sebbeha ellaha ani’l-zulmi: Allah’ı zulümden tesbih etti.

Sebbeha ellaha ala azametihi: Allah’ı azameti üzerine tesbih etti.

Sebbeha ellaha fi salatihi: Namazında Allah’ı tesbih etti.

Kur’an’da bunların hepsi yoktur. Ancak kıyas yoluyla hepsini manâlandırabilir, ona göre hükümler çıkarabiliriz. Mesela, namazda tesbih varsa oruçta da olması gerekir diyebilir, yemekten sonra hamd ile tesbih edebiliriz.

Şu sorulara cevap vermek tefsir etmek demektir.

“SBH” kelimesinin kök manâsı nedir?

“Tesbih” kelimesinin lugat manâsı nedir?

“Tesbih” kelimesinin Kur’an ıstılahında manâsı nedir?

Burada hitap eden Allah’tır, muhatap kimdir?

Kavli tesbihi nasıl, nerede, kaç defa yapacağız?

Fiili tesbihi nasıl yapacağız?

Bunları cevaplandırmak bu emrin tefsiridir.

رَبِّكَ  (RabBiKa)  “Rabbinin ismiyle.”

Rabbin” iki “b” ile getirilmekte ise de, kökü “RBV”dir. Rabve, tümsek demektir. Çölde tümsek var, bitkiler vardır. Onlar zamanla büyürler. “Rab” terbiye eden manâsında sıfatı müşebbehedir. Hizmet edip büyüten demektir. Biz yetiştiren olarak tercüme ediyoruz.

Bir ağacı dikersiniz. Yavaş yavaş büyür. Meyve vermeye başlar. Zamanla meyvesini artırır. Sonra yaşlanarak ölür. Buna “rabvet” denir. Allah’ın sıfatıdır.

Allah isteseydi kâinatı böyle bugün olduğu gibi var ederdi. Ama Allah kâinatı önce bir ışık olarak var etti. Sonra sıvı oldu. Belli mesafelerle uzaklaştıktan sonra gaz oldu, duman oldu. Sonra yıldızlar ortaya çıktı. Gezegenler çevrelerinde dönmeye başladılar. Sonra yeryüzü canlılar yaşayacak şekle sokuldu. Daha sonra canlıları yarattı. Daha sonra kara canlılarını yarattı. Canlılar evrimleşti, omurgalı ve memeli safhalarını geçirdi. Sonunda insan var oldu. İnsan da toplayıcılık, avcılık, çobanlık ve tarımcılık dönemlerini geçirdi; şimdi sanayi döneminde. Görülüyor ki Allah kâinatı tedrici olarak var etmiştir. Semavât ve arzın Rabbidir, eğiticisidir, evrimcisidir.

İnsan da beden içinde önce bir hücre olarak ortaya çıkar. Sonra bölünür, hareketli hareketsiz hücreleri oluşturacak hücreler olurlar. Hareketli hücreler üreme ve hareket hücrelerine ayrılır. Üreme hücresi cinsel hücrelere ve hormon hücrelerine ayrılır. Diğer taraftan hareketsiz hücreler iç ve dış hücrelere, dış hücreler sinir ve deri hücrelerine, iç hücreler de kan ve iskelet hücrelerine ayrılır. Sonra insan cenin olur. Doğar. Konuşmaya başlar. Yedi yaşına, on yaşına gelir. Akıllı varlık olur. Yaşlanır ve ölür. İşte bu insanın rabvetidir. İnsan kırk yaşında yaratılabilirdi. Allah tedrici yaratmayı takdir etmiştir.

Allah yalnız Rab değildir, aynı zamanda hâliktır.

Allah kâinatı adım adım geliştirirken, baştan madde parçacıkları var etti. Bunlara bazı özellikleri verdi ki bu özellikler kıyamete kadar değişmeyecektir. Kâinat özellikleri içinde o kanunların içinde gelişerek olgunlaştı. Örnek olarak ışık hızı değişmemiştir. Atomun yapısı değişmemiştir. Hattâ bunların sayısı artmış değil, azalmış değil. İşte o özellikler içinde kâinat terbiye edilmiştir. Bu özelliklere “hilkat” diyoruz. Allah bunları halk etmiştir. Dolayısıyla Allah hem rab hem de hâliktır.

Bir buğday tarlasına iyi bakarsan, on kilo ürün alacağına yüz kilo alabilirsin, ama hiçbir zaman arpadan buğday elde edemezsin. O halde canlılar bir taraftan rabvet içinde yetişmekte ise de, diğer taraftan değişmez doğal kanunlara tâbidir. Allah onları öyle yaratmıştır ki onu değiştirmek mümkün değildir. Bunları nesilden nesile intikal ettiren Kur’an’ın “hame” dediği varlığın adı Batı dilinde “gen”dir. Genleri Allah hâlik olarak var etti. O genler vasıtasıyla canlılar rabvet içindedirler.

İnsan bugün telefonu icat etmiştir. Uçakla veya füze ile uçabilmektedir. Bilgisayarla yazmaktadır. Ama bütün bunları değişmez doğal kanunlar içinde yapar, zerre kadar değişiklik yapamaz. İnsan ancak doğal kanunlardan yararlanarak, sosyal kanunlardan yararlanarak işler yapar, bunları değiştiremez.

Marks’ın yaptığı hata, doğa kanunlarını bilmediği için sistemi ütopiktir. İnsandaki aile müessesesi, mülkiyet müessesesi, devlet müessesesi, milliyet müessesesi fıtridir. Bunlar icat değildir, oluşlar değildir. O zaman gen kavramı bilinmiyordu. Lamark’ın canlılardaki intibakı doğal zannediliyordu. Oysa böyle bir kanun yoktur. Sadece genler böyle yapıyordu. Yani Marks da sosyal ve doğa kanunlarını kabul ediyordu. Bilgi eksikliği vardı. Çoklu döllenmenin yasaklığı tüm doğada vardı. Aile müessesesini tanımamız gerekir.

الْأَعْلَى (eLEaGLAy)  “A’lâ Rabbinin ismini tesbih et.”

Allah insanı ve kâinatı yaratmış, insana kâinatı anlayacak bir beyin vermiştir. İnsan kâinatı zaman ve mekân içinde kavramaktadır, zaman ve mekân dışı bir düşünmeye sahip değildir. Allah ise zaman ve mekân dışındadır, dolayısıyla Allah’ı kavramak onun için mümkün değildir. İnsan Allah’ı dünyadaki varlıklara benzeterek kavramaya çalışır, ama bilir ki Allah düşündüğü gibi değildir. Allah’ın zâtı bilinmez, dolayısıyla Allah’ın zâtını düşünmeyiz. Ama Allah’ın bize hitabı vardır, bize davranışı vardır, yani bu kâinatta Allah’ın tezahürü vardır. O zaman adeta biz O’nu bir insan gibi düşünürüz. Allah insanı muhatap almıştır. İnsanın O’nun muhatabı olabilmesi için O’nun insanlara insan gibi görünmesi gerekir. İşte burada Allah’ın sıfatları ortaya çıkar.

Allah’ın sıfatları kedisinden ayrı mıdır, gayrı mıdır diye mezhepler arası tartışma vardır. Mu’tezile ayrıdır diyor. Batıniye aynıdır diyor. Vahdeti vücuda giderler. Kâinat da O’nun sıfatıdır ve aynıdır deniyor. Ehli Sünnet ise ne aynıdır, ne gayrıdır diyor.

Biz bu mezhebi kabul ediyor ama bir açıklama getiriyoruz. Allah’ın sıfatları zâtında aynıdır. Yani sıfatları ayrı zâtı ayrı değildir. Zâtında vahdeti vücut vardır. Ama bizdeki görünüşü sıfatları ayrıdır. Yani biz Allah’ı zâtı ile değil, sıfatları ile biliriz, sıfatlarını görürüz. Biz onu bizim gibi düşünebiliriz. İşte Kur’an bu sebeple Allah’ın sıfatlarını saymaktadır; görür işitir, büyüktür yücedir gibi vasıfları ile saymaktadır. Kebir demek, mekânda büyük demektir. Allah mekândan münezzehtir. Ama mekânda büyüktür deniyor. Ekber, en büyük demektir. Azim diyor; güçte, şiddette, dayanıklılıkta büyüktür demektir, değerde büyüktür demektir. A’lâ, en yüksektir demektir.

Aşiret kabile içindedir. Kabile azimdir. Kabile şa’b içindedir, şa’b azimdir. Böylece iç içe oldukları için azim denmektedir  İsmi tafdil birbirinden ayrı olan şeyler için getirilir. Allah azimdir, çünkü her şeyi kuşatmıştır.

Hukuk düzeninde ocakta imam, bucakta da imam vardır. Onun dışında ast ve üst yoktur. Kimse üste uymak zorunda değildir. Herkes Allah’a karşı yani hakemlere karşı sorumludur. Askeri düzende böyle değildir. Ast ve üst bağlantısı vardır.  Bunlar ilmî ehliyete dayanır. Mü’min olmak yani asker olmak şartı ile ümmî erdir. sâil erbaştır, âmil çavuştur, ehli zikr subaydır (yüzbaşıya kadar), fakih üst subaydır, rasih generaldir. Böylece üst-ast rütbesi vardır. Fıkıhta imam seçilirken; a) İlmî mertebe, b) yaş, c) kıdem yani önce başlama, d) güçlü olma esaslarına göre tercih yapılır. Askerlikte de böyle rütbeler söz konusudur. Kıdem, yaş, ondan sonra tavzif yani tevcih edilen görevde yetkili kılmadır.

Üst asta rütbe tevcih edemez. Kıdem veya yaş üzerinde etki yapamaz. Ama bir görev verildiğinde biri onların üzerinde görevli yapabilir. Resul (Hz. Muhammed) son günlerinde bir birlik kurmuş ve Suriye’ye sefer etmelerini emretmişti. Askerler henüz Medine’den ayrılmadan önce Resul vefat etmişti. Hazreti Ebubekir onun yerine seçildi. Hazreti Ebubekir Hazreti Zeyd’e gitti ve Hazreti Ömer ile Hazreti Osman’ın kendisine gerektiğini beyan ederek onlara izin vermesini istedi. İşte bu ast ve üst ilişkilerini çok açık şekilde anlatan olaydır. Bir defa Hazreti Ömer ve Hazreti Osman bir azatlının emrine veriliyordu. Sonra ast azledilmedikçe tamamen serbest olduğu ve ondan izin almadan oradan bir kimseyi bile almanın mümkün olmadığını ifade eder. Bu yerinden yönetimin örneğidir.

Bugün tüm atamalar ve alınmalar sormadan merkezden yapılmaktadır.

Şimdi bu sıralamada baş komutan kimdir?

Birinci derecede baş komutan başkandır. Aşirette, kabilede, şa’bde, kavimde ve nâsta başkan en üst rütbeye ulaşmış görünmektedir.

Burada a’lânın, en üst seviyede olanın Rab olduğu ifade edilmektedir.

“Senin en yüce Rabbini tesbih et” diyor.

Burada ast üst ilişkide en üstüne itaat esastır. Yani bölük komutanı tabur komutanına karşı çıkarsa, tabur komutanına itaat edecektir. Bu bize teşkilatlanmayı da öğretmektedir. Kişiler önce kavmini seçerler, kavmin başkanına itaat ederler. Sonra kendi bölgelerinden olmayan emiri kendilerine komutan seçerler. Orduya katıldığında o ordunun tümenlerinden birini seçerler. Tümene katıldıktan sonra o tümenin alaylarından birini seçerler. Alaya katıldıktan sonra o alayın bölüklerinden birini seçerler. Bölüğe katıldıktan sonra o bölüğün mangalarından birisini seçerler. Böylece üstlerini kendileri belirlemiş olurlar.

Bunu nerden biliyoruz?

“RaBBiKe”deki “Ke”den biliyoruz. “Senin Rabbini tesbih et” demek, senin seçtiğin komutanın emrini yerine getir demektir.

A’lâ” kelimesiyle de üstün üstü üste tercih edilir. Yani eğer erbaş çavuşa karşı çıkarsa, çavuşu dinleyeceksin. Çavuş bölük komutanına karşı çıkarsa yüzbaşıyı dinleyeceksin. Yüzbaşı albaya karşı çıkarsa albayı dinleyeceksin. Albay tümgenerale karşı çıkarsa tümgenerali dinleyeceksin. Tümgeneral orgenerale karşı çıkarsa orgenerali dinleyeceksin. Orgeneral devlet başkanına karşı çıkarsa devlet başkanını dinleyeceksin. Devlet başkanı meclise karşı çıkarsa meclisi dinleyeceksin.

En yüksek terbiye edeni tesbih et demek, onun dediğini yap demektir.

Şimdi “tesbih” kelimesinin manâsını yeniden ele alabiliriz.

“Tesbih etmek” demek, kamu görevini ifa etmek demektir.

Kamu görevleri nelerdir, şimdi onları yeniden ele alalım.

a)      Kamu görevinin başında iç ve dış güvenliği sağlamak gelir. Yani saldırılara karşı kişileri ve toplulukları korumadır. Kişi bunda görev alarak Rabbini tesbih etmiş olur.

b)     Hakemler yoluyla haklıyı-haksızı ayırarak herkese hakkını teslim etmek. Hukuki güvenliğini sağlamak.

c)      Ülkeyi mamur hâle getirerek insanların birbirlerine ulaşmalarını sağlamak, ülkeyi yaşanacak hâle getirmek.

d)     Sosyal güvenliği tesis ederek herkesin çalışmasa da yaşamasını sağlamak.

İşte bu dört işi yapmak kamu görevidir. Mü’minlere emredilen işte bunları yapmaktır. Kamu güvenliğini sağlayacak, sosyal güvenliği sağlayacak, adaleti tesis edecek ve ülkeyi imar edecek. Kişi bunları yaparken hiyerarşik sistem içinde yapar.

Ocağında ocak başkanının emrinde ocak meclisi kararlarıyla, bucakta bucak başkanının emrinde bucak kararıyla, illerde il başkanının emrinde il kararlarıyla, ülkede ülke başkanının emrinde ülke kararları ile ve insanlık karları ile yapar. Askerlikte ise manga, bölük, alay, tümen, ordu komutanları aracılığı ile devlet başkanının emrinde ülke meclisinin kararları ile yapar. Kur’an’da senin Rabbin deniyor. Bunu başka âyette Allah’ın herkesin ayrı ayrı Rabbi olduğu, onlara doğrudan hitap ettiği, nasıl anne her çocuğun ayrı ayrı annesi ise ve her birine ayrı ayrı muamele ediyorsa, Allah da her insanın ayrı ayrı Rabbidir, herkese doğrudan farklı muamele etmektedir demektir.

Burada Rabbe başka bir mânâ veriyoruz, o da şudur: Toplulukta herkes kendinin üstünü seçecek ve kendi seçtiği üst yoluyla en yüce olan Rabbe ulaşacaktır. A’lâ Rab da onun Rabbidir, bizzat kendisinin Rabbidir. Herkes topluluğun doğrudan ferdi olacaktır, aracılarla topluluğa bağlanmayacaktır. Aracılar olacaktır ama aracıları kendisi seçecektir. Çünkü o Rabbine yani topluluğa doğrudan bağlıdır.

1)     Kişi ergin hâle geldikten sonra ocağını yani aşiretini kendisi seçer. İsterse her an ocağını değiştirebilir. Hattâ otuz nüfusu bulursa arsa ister veya boş bina ister ve orada kendi aşiretini kendisi kurar. Hicret ederken maddi zarara sokulmaz.

2)     Kişi ergin hâlle geldiğinde her zaman bucağını değiştirebilir. İstediği bucağa katılır. İstediği bucakta yerleşir. Hattâ yeni bucak bile kurabilir. Maddi zarara sokulmaz.

3)     Kişi ilini değiştirebilir.

4)     Kişi ülkesini değiştirebilir.

5)     Kişi uzlete çekilip insanlıkla ilişkisini kesebilir. Ona karışmayız.

6)     Kişi ilmî dayanışmasını seçer,

7)     Kişi dinî dayanışmasını seçer,

8)     Kişi meslekî dayanışmasını seçer,

9)     Kişi siyasî dayanışmasını seçer,

10) Kişi genel hizmet sorumlusunu seçer.

11) Kişi evrak kayıt hizmetlisini,

12) Zimmet kayıt hizmetlisini,

13) Envanter kayıt hizmetlisini,

14) Demirbaş kayıt hizmetlisini seçer.

15) Kişi basın hizmetlisini,

16) Yayın hizmetlisini,

17) Ulaşım hizmetlisini,

18) Haberleşme hizmetlisini seçer.

19) Kişi planlayıcısını,

20) Bakımcısını,

21) Doktorunu,

22) Güvenlikçiyi seçer.

23) Kişi ilmî danışmanını,

24) Dinî danışmanını,

25) Meslekî danışmanını,

26) Siyasî danışmanını seçer.

27) Kişi takipçisini,

28) Araştırmacısını,

29) Ambarcısını,

30) Veznesini seçer.

31) Kişi noterini,

32) Kontrolörünü,

33) Soruşturmacısını,

34) Hakemini seçer.

Görülüyor ki kişi toplulukta kendisine 32 kadar kişiyi seçerek Rabbine yani topluluğa onlarla bağlanmakta, onları her zaman değiştirebilmektedir. İşte bunları kendisi seçtiği için Rabbine doğrudan bağlanmış olmaktadır.

Şimdi, bazı kardeşlerimiz İslâmiyet’te demokrasinin, lâikliğin, liberalliğin ve sosyalliğin olmadığını söylemektedirler. Batı bunları nasıl anlıyor?

a)      Batı demokrasiyi ekseriyet kararlarına uyma şeklinde anlamaktadır. Kararlar alınırken ekseriyetin oyu uyulması gereken bir hüküm olmaktadır. Ekseriyet dediğinizde yüzde elli bir şeklinde anlamayınız. Yüz kişi isek, on parti olsak, belki on beşte bir oya sahip parti bizi idare edecektir. Böyle bir demokrasi İslâmiyet’te asla yoktur. Kur’an açıkça böyle demokrasiye karşıdır.

b)     Batı lâikliği dini yönetimden dışlama şeklinde anlamaktadır. Din serbesttir, din yönetime karışmaz. Yani insanlığı inanmış kişiler değil, yine dinsiz, ipsiz, sapsız, ahlâksız kişiler idare edecek; yani ya kâfirler idare edecek, ya da dinini imanını gizleyen münafıklar idare edecek. Kur’an küfre de nifaka da şiddetle karşıdır. Böyle bir lâiklik, lâiklik değil anti demokratikliktir ve zulümdür. Kur’an böyle bir lâikliğe şiddetle karşıdır.

c)      Batı liberalliği tekel sermayenin oluşmasında ve tekelliğinin korunmasında görür. Faiz ve gelir vergisi sistemi ile tekelleri ortaya çıkararak ülkenin onlar tarafından yönetilmesini önerir. Liberalliği sektör tekeline kadar götürür. Hattâ son zamanlarda banka tekeli oluşmuştur. Banka beş on kimseye kredi verir, onları kendi denetiminde yarıştırır. İstediğinin kredisini keser ve iflas ettirir, istediğine kredi vererek müflisin malların aldırarak zengin eder. Yani tekellerini kendisi oluşturur ve o tekelleri de banka tekeline alır. Sadece ekonomideki tekelle yetinmez; ilmi, dini ve siyaseti de kendi tekeline almak istemektedir. Böylece insanlığı tek devlete götürme çabasındadır. Kur’an tekele şiddetle karşıdır. Allah insanı iradeli varlık olarak yaratmıştır. Onun iradesini yok etme insanı sorumsuz hâle getirmedir. Bu uygulama kâinatın yaratılmasının hikmetine aykırıdır. Çünkü insan bu dünyaya imtihan olunsun yani kendi sorunlarına kendisi cevap versin diye yaratılmıştır. Demek ki tekeli önlenmemiş liberalizme İslâmiyet şiddetle karşıdır.

d)     Batı sosyalliği aidat alarak onların zor durumunda yardımlarına gelen bir kurum olarak anlamaktadır. Kamu alanlarından da para ile yararlandırmaktadır. Böylece sadece çalışanlara veya çalışabilenlere ve onların bakmakla mükellef oldukları kimselere yaşama hakkı tanımakta, çalışmayanları ve çalışamayanları açlığa ve ölüme mahkum etmektedir. İyi ki dinler vardır da onların sadakaları ile fakirleri kollamakta, bu sayede insanlıkta kitleler hâlinde ölümler olmamaktadır. Batı, Deniz Feneri davası ile bu hayrı da yok etme canavarlığını göstermektedir. Böyle bir sosyalliğe de İslâmiyet şiddetle karşıdır.

Hâsılı, İslâmiyet Batı’nın anladığı, tarif ettiği ve yaşayıp uyguladığı demokrasiye, lâikliğe, liberalliğe ve sosyalliğe şiddetle karşıdır. Onlara karşı savaş açmıştır.

Biz ise demokrasiyi, lâikliği, liberalliği ve sosyalliği farklı anlıyoruz. Kur’an’a göre tanımlıyoruz. Bizim anlayışımıza göre:

a)      Demokrasi demek şeriat/hukuk/adalet demektir, yani herkesin kendi kendisini yönetmesidir. Kelime anlamı budur. Yani insanlar kendi içtihat ve icmaları ile hareket edeceklerdir. Bir insan diğer insana hükmetmeyecek. Zarara uğrayanlar hakemlere giderler, kendi seçtikleri hakemlere giderler ve zararlarını tazmin ederler. Fail muhtardır. Yani demokrasi demek hukuk düzeni demektir. Mevzuatı, içtihatları, sözleşmeleri ortak vekil kararları ve hakem kararları oluşturur. Bunların hepsi demokrasidir. Yani halkın kendi kendisini yönetmesidir.

b)     İslâmiyet dinleri dışlamaz, bütün dinlere serbestlik tanır; zorlama yapmaz, bütün dinler kamu haklarından eşit olarak yararlandırır. Ne yapılacağına dinler karar verir, tezkiyeyi dinler yapar. Ayrıca din ne yapılacağına, ilim nasıl yapılacağına, ekonomi kimin yapacağına ve siyaset hasılanın kimlere ait olacağına karar verir. Lâiklik bu anlamda kuvvetler ayrılığıdır.

c)      İslâmiyet’te liberallik tekelden korunmuş serbestliktir. Fiyatlara ve ücretlere devlet karışmaz, kamu karışmaz. Kamu Kur’an’da belirtilmiş nisbette vergisini alır ve kamu görevlerini yapar. Hakemler karşısında halk ile görevliler eşittir. Herkes faizsiz kredi alma hakkına sahiptir. Böylece sermaye sömürüsü ortadan kalkar. Sermaye sadece rizikoyu karşılayan bir sigortadır, çalışanları sömürme aracı değildir.

d)     İslâmiyet’te sosyallik ise çalışsın çalışmasın herkesin yaşama hakkının olmasıdır. Çünkü yeryüzü bütün insanlar için yaratılmıştır, herkesin orada kira payı vardır. Kur’an bunu açıkça ifade etmiştir.

İşte, biz Batı’daki demokrasi, lâiklik, liberallik ve sosyallik kavramlarının manâlarını Kur’an’a göre böyle yapıyoruz ve İslâmiyet’te bu tür demokrasi, lâiklik, liberallik ve sosyallik vardır diyoruz. Hayrettin Karaman’ın dediği gibi; biz Kur’an’ı modaya uydurmuyoruz, günün bâtıl anlayışlarını Kur’an’la tashih ediyoruz.

Kur’an ehli tarihte hep böyle yapmıştır. Ehli Sünnet ve’l-Cemaat demek, insanlıktaki olayları Kur’an’la çözerler demektir. Kur’an’ı olaylara uydurmazlar, olayların sorunlarını Kur’an’la çözerler. Nitekim biz de bunu yapıyoruz. Bu anlamda Kur’an’da demokrasi, lâiklik, liberallik ve sosyallik vardır. Çünkü Kur’an’da olmayan bir şey yoktur, her şeyin Kur’an’a göre hükmü vardır.

Şimdi yukarıda anlattıklarımıza muhalefet edecek bir mü’min olacağını sanmıyorum. Yani Hayrettin Karaman da, Abdurrahman Ünsal da, Ankara’daki Ali Erişen ve arkadaşları grubu da, ESAM’cılar da elbette benim anladığım gibi anlıyorlar. Yani Batı anlamında bir lâiklik İslâmiyet’te yoktur, ama İslâmiyet’te dinde zorlama yoktur.

Ben ne yapıyorum?

Demokrasiyi, lâikliği, liberalliği ve sosyalliği Kur’an’a göre anlıyorum. Bunlar Kur’an’da vardır ve Kur’an’ın müesseseleridir diyorum. Böylece Türkiye Cumhuriyeti kanunları ile uzlaşıyorum. Adil Düzen Çalışanları böyle yapıyor.

Bazı kardeşlerimiz ne yapıyor?

Lâikliği Batı anlamında anlıyor, karşı çıkıyor ve partilerini kapattırıyorlar. Eskiden hapse de giriyorlardı. Kur’an bize çatışmayı mı, uzlaşmayı mı emretmektedir. Kur’an, onların diliyle Kur’an’ı tebliğ et demiyor mu? Arapça öğret demiyor ki. O halde ben Kur’an’ın onların kendi dillerindeki kelimeler hakkındaki hükümlerini anlatıyorum. Gerçekten bazı kardeşlerimin bu husustaki direnmelerini anlayamıyorum.

 

Bir sorun ortaya çıkıyor.

Acaba Türkiye Cumhuriyeti mevzuatındaki lâiklik İslâm lâikliği midir, yoksa Batı’nın anladığı lâiklik midir? Hakeza demokrasi, liberallik ve sosyallik nasıldır?

Türkiye’deki lâiklik İslâm’ın lâiklik anlayışına çok yakındır.

Anayasamız lâikliği 2’nci maddede güvenceye almış ve değişmez madde olarak tedvin etmiştir. Ancak 2’nci maddede lâikliği tanımlamamış, onun tanımlanmasını anayasanın diğer maddelerine bırakmıştır. Anayasanın 24’üncü maddesinde lâikliği tanımlamıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nı da ayrıca müessese olarak düzenlemiştir. Yani anayasa asla dini dışlamamıştır. Devlet ile din işleri ayrıdır gibi bir saçmalık anayasada yoktur. Yahut dünya ile din işleri ayrıdır gibi bir delilik anayasamızda ve kanunlarımızda yoktur.

 

Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.

Kimse,: burada “kimse” denmiştir, kişi ve kuruluşlar denmemiştir. O halde hiçbir kuruluş lâikliğe aykırıdır diye kapatılamaz. Kuruluşlar kurallara tâbidir. Kurallar 14’üncü maddeye aykırı olmamak üzere dinî de olabilir. Nitekim Diyanet İşleri Teşkilatı vardır, camiler vardır. Batı’da dinî partiler de vardır. Ancak kişi suçlanabilir. Anayasanın başka maddesi ile siyasi partilerin lâikliğe aykırı amaç güdemeyeceği belirtilmiştir. Ama lâikliğin tanımında siyasi partilerin dinî kurallarla yönetilemeyeceği hükme bağlanmıştır. O halde kurum pekala dinî olabilir.

Devletin: “Devletin” diyor, “kamunun” demiyor. Devlet dendiğinde; Türkiye Büyük Millet Meclisi, devlet başkanı, başbakan, hükümet, yüksek mahkemeler, YÖK gibi merkezi faaliyetler, millî hakimiyeti kullanan müesseselerdir. Valilik ve kaymakamlık da devlete kıyasen ifade edilir. Ama il özel idareleri, belediyeler, hizmetle ilgili genel müdürlükler, hattâ mahkemeler devlet değil kamudur. O halde bunlarda lâikliğe aykırılık iddia edilip baskı yapılamaz. Hele sivil kuruluşlar ve özel girişimler tamamen serbesttirler. Okullar da bu kapsama girmez. Dini okullar açılabilir. Çünkü kamunun demiyor.

Sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini: Burada “temel düzen” diyor, sadece “düzen” demiyor. O halde devlet halkla olan ilişkilerde dine dayanmaz ama kendi iç yapısını pekala dine dayandırabilir. Mesela Cuma gününü tatil edebilir. Nitekim dini bayramlar tatildir. Mesaiyi iftara göre ayarlayabilir. Dini kıyafetin giyilmesini zorunlu yapabilir. Mesela başörtüsü birliği bozuyorsa pekala herkesin kamu alanlarında başını örtmesini isteyebilir. Çünkü burada temel düzen bozulmuyor.

Kısmen de olsa: Temel düzenini kısmen de olsa demiştir. Yani temel düzenini kısmen de olsa değiştiremez. Bunun anlamı, mecliste veya başkanlıkta veya ordu komuta kademesinde de olsa demektir.

Din kurallarına dayandırma: Bu din böyle istiyor, o halde böyle yapmalıyız denemez. Bir şey sırf dini kural olduğu için dayatılamaz. İşin gereği budur, ben böyle istiyorum diyebilir. Bunlar karara bağlanır ve ona uyulur. Dini kural olduğu için değil, sosyal kural olduğu için, mevzuat olduğu için uyulur. Ben başımı inancımdan dolayı örttüm diyen suç işlemişse kurtulmaz, sen bunu dini inancından dolayı işledin diye de suçlanmaz. Çünkü burada yasak olan dini kuralın mevzuat hâline getirilmesi ve insanlara dayatılmasıdır. Dini zorlamadır. Bu da İslâmiyet’in ana kuralıdır.

Siyasi veya kişisel: Sosyal çıkar sağlayabilirsin. Sadece siyasi partiler ve kişiler yasaklanmıştır. Diğer şirketler, vakıflar veya dernekler yasaklanmamıştır.

Çıkar veya nüfuz:  Çıkar veya nüfuz yasaklığı oluşturur. Ama bir kimse inancı dolayısıyla, yahut ülke çıkarı veya topluluk çıkarı amacıyla pekala dini propaganda yapabilir.  

Din duygularını: Yasak olan dini duygulardır, dini düşünceler yasak değildir. Çok evlilik İslâmiyet’te vardır. ‘Bunu kabul etmeyen kâfirdir’ derseniz yasakların içine girmiş olursunuz. Ama İslâmiyet çok evliliği getirmiştir. Bu şu sebeplerden dolayıdır deyip mantıkla, ilimle savunursanız, bu yanlış da olsa yasağın kapsamına girmez.

Dince kutsal sayılan şeyleri: İslâm dininde Kur’an, mescitler, Kâbe ve ibadetler kutsal sayılmıştır. Geri kalan tüm  fıkhi hükümlerde bir kutsiyet yoktur.

İstismar edemez ve kötüye kullanamaz: İstismar, yararlanmak demektir. Kötüye kullanmak, başkasına zarar vermek demektir. Yasak kapsamına girmesi için hem kişiye yarar sağlamalı, hem başkasına zarar vermelidir. Çünkü burada “veya” değil “ve” getirilmiştir. İkisinin beraber olması gerekir. ‘Partime oy verirseniz cennete gidersiniz’ demek yasak kapsamına girmez. ‘Başka partiye oy verirseniz cehenneme gidersiniz’ demek yasak kapsamına girer.

Görülüyor ki, Türkiye Cumhuriyeti mevzuatı lâikliği ne dinsizlik olarak anlamakta, ne de dini faaliyetleri yasaklamaktadır. Sadece lâikliği ortadan kaldıracak fiilleri yasaklamaktadır.  Bu madde de anayasamızın değişmez maddelerindendir. Bütün vatandaşlar ve hakimler buna uymak zorundadır. Bu tanımı değiştirme işi de sadece ve sadece Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin nitelikli çoğunluğu ile yapılacak yasa ile değişmektedir. Anayasa hakimleri bu maddeye aykırı yorum yaparak suç işlemektedirler. Anayasa Mahkemesi’ne anayasayı kural olarak yorumlaması yetkisini verenler de anayasal suç işlemektedirler. Çünkü onlar kendi inançları doğrultusunda anayasayı değiştirmektedirler. Malum olduğu üzere her inanç bir dindir.

Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-480/ADİL DÜZEN DERSLERİ-310   İstanbul, 11 Ekim 2008

 

700 MİLYAR DOLARIN ETKİSİ

Amerika Birleşik Devletleri’nin nüfusu Türkiye’nin dört katı kadardır. 700 milyar dolar Türkiye’nin millî hasılasından fazladır. Millî hasılamıza eşit kabul edersek, eğer bu parayı ülkemize zerk etsek yüzde yüz enflasyon yapar demektir. Amerika’nın nüfusu Türkiye’nin dört misli fazla olduğu için dörtte bir enflasyon yapacaktır. Bu da yüzde 25 enflasyon demektir. Bu kaba tahlili yarılarsak yüzde 12, biraz daha yarılayalım yüzde 6 eder. Demek ki bu kadar dolar Amerika’nın iç piyasasına zerk edildiği zaman Amerika’da enflasyon yüzde 5’leri aşacak yüzde 10’ları zorlayacaktır demektir.

Şimdi ekonominin temel kurallarını hatırlayalım.

a)      Yüzde 5 faiz ve yüzde 5 enflasyon ekonomiyi kamçıladığı için yararladır. İslâmiyet’teki kırkta bir zekâta tekabül eder.

b)     Yüzde 5 ile yüzde10 arasındaki enflasyon, dolayısıyla faiz zararlı değildir ama yararlı da değildir. İstenmez ama zorunlu hallerde çıkarılabilir.

c)      Yüzde 10 ile yüzde 100 arasındaki enflasyon ülkeyi komaya sokar ama öldürmez.

d)     Yüzde 100’den çok enflasyon o devleti yıkar.

Şimdi 700 milyar dolar Amerika’nın iç piyasasına girecek, seçim harcamaları için değerlendirilecek ve bir partiyi galip getirmek için kullanılacaktır. Bu ister ABD Merkez Bankası FED tarafından finanse edilsin, ister büyük sermayenin iflasları ile karşılansın, fazla etki yapmaz. Çünkü halka sunulan para kısa zamanda tekrar aynı yerlere geri dönecek, iflas edenler kısa zamanda yine işlerini düzelteceklerdir.

Buradaki asıl tehlike ABD para politikasında olacak büyük değişikliktir.

a)      Enflasyon dolayısıyla faizler yüzde 10’dan yukarı çıkmayacaktır. Bu taktirde ABD sıkıntı çeker ama seçimin arkasından ilk dört senede tekrar eski duruma döner. Dışarıdan işçi almakla kısa zamanda tedavi olur. Ama bu da ABD’nin sosyal yapısını bozar.

b)     Enflasyon yüzde 10’dan yukarı olduğu zaman faizler yükselecektir. Dolar dünya piyasalarından ABD bankalarına akacaktır. Bu doların geçici olarak değerini yükseltecektir. Yani Amerikan halkı az dolarla çok şey alabilecektir demektir. Bu da Amerika’nın ekonomisini düzeltir, ABD piyasası dünya piyasasına dönüşür. O zaman da enflasyonun etkisi çok aşağıya düşer.

c)      Enflasyon yukarıda olunca dolar dünya piyasalarından ABD’ye akmaya başlar. ABD’de pahalılık o mertebeye çıkabilir ki iç üretim bozulur. Dolar dünyadaki geçerliliğini kaybeder. Bu da dolar alacaklılarını büyük bir sıkıntıya sokar. Dolar uluslararası para olmaktan çıkabilir. Bu tehlike her zaman mevcuttur.

d)     ABD’nin gücü dünyayı dolarla haraca bağlamasıdır. Böylece dünyadan haraç alamayınca ABD ordusu artık geri çekilir ve süper güç olmaktan çıkar. Tekel sermaye ABD’den taşınır. Nereye gider? Şimdilik gideceği yer önceki yeri Avrupa’dır. Böylece bu seçim oyunu ABD’yi bitirebilir.

Şimdi 700 milyar doların iç piyasada nasıl rol oynayacağını irdeleyelim. Parti bunu nasıl kullanacaktır? Seçimde halkın oyuna nasıl etki yapılacaktır?

Sandık ve seçmen sayısı  250 000 000 / 500 = 500 000  (Her sandıkta 200 seçmen)

Sandığa düşen dolar 750 000 000 000 / 500 000 = 1 500 000  dolar 

Oy başına 7500 dolar düşecektir. Bu paraya karşı hangi güç dayanacaktır?

Sonuç olarak oynanan oyun çok tehlikeli bir oyundur. Kesin etki yapacak oyun. Bu sebepledir ki sermayeyi bu sistem içinde yenmeniz mümkün değildir. Çünkü onda sonsuz güç vardır. Parayı basıyor ve dünyayı oynatıyor. Dolar batsa ne olur? Yedek parası vardır; Euro.

O halde insanlık bunlardan kurtulamayacak mıdır?

Kurtulacaktır, kurtulacaktır, hem de çok yakında kurtulacaktır. Çünkü karşılıksız doların yerini karşılıklı para alacaktır. Dolar bir gecede gazete kâğıdına dönecektir.

Adil Düzen dışında insanlık için bir çıkış yolu yoktur. Bu oyun sadece ABD’deki 200 kişilik tekel sermaye sahibine yaramaktadır. Kalan tüm insanlık ıstırap içindedir. Bizzat İsrail oğulları en büyük acıyı çekiyorlar.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-480/ADİL DÜZEN DERSLERİ-310   İstanbul, 11 Ekim 2008

 

700 MİLYAR DOLAR SEÇİM PARASI

500 yıldır Batı uygarlığını oluşturan Siyonizmin tekel sermayesidir. Hedefi dünyayı tek devlet hâline getirmektir. Kara Avrupa’sına soktuğu din savaşları ve sonra dinsizlikle kıtayı çökertirken, İngiltere’de ise din düşmanlığı yapmamış, kiliseyi korumuş, krallığı korumuştur, lordlar kamarasını korumuştur. Müslümanlardan aktardığı astronomi ve coğrafya bilgileri, kâğıt, barut ve pusula ile Amerika’yı keşfetmiş, bulduğu buharlı gemi ile dünyayı İngiliz imparatorluğu olarak emrine almıştır. Müstemlekecilikle de dünyanın tek hakimi olmaya başlamıştır.

İkinci Cihan Savaşı’ndan sonra dünyayı tek pazar hâline getirmek amacıyla merkezini Londra’dan New York’a taşımış, artık taşeron olarak İngiltere yerine ABD’yi kullanmaya başlamıştır. Dinler arası çatışma üzerinde kurduğu dengeyi, rejimler üzerinde çatışma şeklinde oturtmaya çalışmıştır. Dinsizleştirmeyi ise ana hedef ittihaz etmiştir.

İşte bu oyunu Profesör Necmettin Erbakan bozmuştur. Şöyle ki, Batı tarafından bile tanınmış bir profesör iken, birden ilim ve dinin birbirini tamamladığını işleri sürmüş ve bu amaçla siyasete atılmıştır. CHP ile koalisyon yaparak sağ-sol çatışmasına son vermek istemiştir. O tarihlerde Bursa’da bulunan Humeyni aynı şeyi yapmış, solcularla işbirliğine girişmiş ve İran’da şeriat devletini kurmuştur. Gorbaçov bundan ders alarak din düşmanlığını sona erdirmiştir. Sol artık dünyada din ile savaşmamaktadır.

Avrupa Birliği’nde de Papa önemli rol oynamağa başlamış ve Müslümanlarla anlaşma yolunu tutmuş, Ağca’nın kendisini yaralamasına aldırmayarak Müslümanlarla iyi geçinmiştir. Türklerin İbrahimî dinden olmaları nedeniyle AB’ye alınmaları için fetva vermiştir. Bunun etkisiyle Avrupa Parlamentosu üçte iki ekseriyetle Türkiye’nin alınması yönünde oy kullanmıştır.

Şimdiki Papa da Sultan Ahmet Camii’nde dua etmiştir.

İşte bu gelişmeler sebebiyle Siyonizme dayanan Amerika’nın sömürü tekel sermayesi zor durumdadır, Amerika’da da işi zorlaşmaktadır.

Yine ABD’nin Çekiç Gücünü Türkiye’de barındırma hususunda Ecevit Hükümeti yirmi günlük müddet tanırken, Necmettin Erbakan altı aylığı çok kolay şekliyle geçirmiştir, ama yapılan anlaşma gereği ondan sonra Çekiç Güce son verilmiştir. Bunu gören ABD Başkanı Clinton siyaset değiştirmiş, Müslümanlarla iyi geçinme kararını almış ve iftar yemeği vermiştir. Böylece sömürü sermayesinin dinleri yok etme siyaseti sona ermiş, rejimler arası çatışma da Gorbaçov tarafından bitirilmişti. Sermaye, ABD Başkanı Clinton’u cezalandırmak için bir oyuna baş vurmuş ve Monika hikâyesiyle saldırmış ama Clinton’u yenememişti.

Ondan sonra yapılan iki seçimi de Clinton’un partisi kazandı, ama mahkeme kararı ile Bush başkanlık koltuğuna oturtuldu. Bu seçim ise son derece tehlikeli olmuştur. Çünkü uyanmakta olan ABD halkı her seçimde Siyonizme karşı oy kullanmaktadır. Bu sefer mahkeme kararı ile bu sorunu çözmeyeceği korkusuyla iki yeni oyuna baş vurmuştur.

Birincisi, Demokrat Parti’de öyle adayları koydu ki, bunların kazanma şansları hemen hemen yoktur. Bayan Clinton bayan olduğu için şansı yoktu. Demokrat Parti içinde de onu devre dışı bıraktı, çünkü o Obama’dan daha şanslı idi. Sonunda Obama’yı aday yaptı ama seçilme şansı yok gibidir. Çünkü Obama zencidir ve Müslümandır. ABD halkının onu kabullenmesi hayal bile edilemez. Ne var ki evdeki pazarlık çarşıya uymadı. Bu sebeple  sermaye ikinci planı da ortaya koydu.

Dünyayı tek devlet hâline getirmek için son derece ustalıklı bir kredi rejimini uyguluyordu. Morgıç (mortgage) mesken kredisiyle inşaat sektörünü canlandırıyor, tarım ve teknik sektörünü çökertiyordu. Böylece aç ve çıplak kalan insanlık onun emrine girecekti. Bu oyun da çok iyi gidiyordu. Türkiye dahil her taraf intihar ediyordu. Birden krediler kesildi. Dünya krize sokuldu. Başarılı dünyayı aç bırakma sistemi krize dönüştürüldü.

Bu olayı şimdiye kadar çözmüş değildik. Acaba neden kendileri için başarılı olan bir uygulamaya son verildi?

İşte şimdi ortaya çıktı. 700 milyar doları Amerikan Merkez Bankası’ndan çekecek ve bu parayı seçimde Demokrat Partililer kullanacak, böylece Obama mağlup edilecektir.

Demokratlar bu oyuna gelecekler mi?

Oyuna gelseler de gelmeseler de 700 milyar doları tekel sermaye seçim için Başkan Bush’un emrine verdi. Bush şimdi o sermayeyi itfa etmek için kanun çıkarıyor. Öderse ödeyecek, ödeyemezse de o para kullanılacak. Ve Obama seçimi kaybedecek. Yeni gelen hükmet ödeyecektir. İşte tekel sermayenin büyük oyunu ortaya çıkıyor.

Merak ettiğimiz, acaba Amerikan halkı bu 700 milyar dolarlık seçim saldırısına karşı ne yapacaktır? Benzer oyunu Türkiye’de Genç Parti hikâyesinde denemişti. Ama başaramadı. Uzanlar sözlerinde durmadılar. Bakalım Amerika’da başaracak mı? Türk milleti de oyuna gelmedi. Bakalım ABD halkı oyuna gelecek mi?

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

MİLLÎ GÖRÜŞÇÜLERE AÇIK MEKTUP

Bu mektubumun muhatabı beni tanıyan Muhterem Millî Görüş Çalışanlarıdır.

Beni tanıdıkları için ayrıca kendimi tanıtmayacağım, doğrudan konuya geçeceğim.

Bu mektup başta

Muhterem Millî Görüş Adil Düzen banisi Necmettin Erbakan,

Süleyman Arif Emre,

Hasan Aksay,

Recai Kutan,

Şevket Kazan,

Cevat Ayhan,

Temel Karamollaoğlu,

Arif Ersoy ve

Numan Kurtulmuş

olmak üzere tüm “Adil Düzen”e karşı olmayan Millî Görüş mensuplarına hitaben yazılmıştır.

Saadet Partisi ikiye bölünmüştür; Adil Düzene karşı olanlar, Adil Düzene karşı olmayanlar. “Adil Düzen Çalışanları” demiyorum, çünkü Erbakan’dan başka çalışanınız yok, bundan dolayı sadece “karşı olmayanlar” diyorum.

Millî Görüş Adil Düzene karşı olanlar AK Parti olarak ayıklanmıştır. Ama bu ayıklanma yetmemiştir. İçinizde hâlâ Adil Düzene karşı olanlar vardır. Bunları da devre dışı etmezseniz, başarı şansınız yoktur. Bu seçim ikinci safrayı da atacaktır, inşaallah.

Küçülmekten korkmayın, bozulmaktan korkun.

AK Partili kardeşlerimiz en az bizim kadar samimi ve Müslümandır. Onların eksiği; Allah’tan korkup Allah’a sığınarak Adil Düzen cihadını yapacaklarına, lâikçilerden korkup Avrupa’ya ve Amerika’ya sığınmalarıdır. Bu düzende siz de olsanız onların yaptığından başka bir şey yapmazdınız.

Adil Düzene karşı olanları suçlamıyorum, içtihatlarında hata ediyorlar. Âhirette mesul olmayabilirler. Ama bu dünyada kesin olarak başaramazlar. Allah zalim düzeni payidar etmez. Saadet Partisi bu kongrede (26 Ekim 2008) mutlak surette Adil Düzene karşı olanları ayıklamalıdır. Ayıklamazsa, başka bir Adil Düzen partisi kurulacaktır. O zaman kimseyi ihanetle itham etmeyin.

26 Ekim’de Adil Düzen taraftarı bir kadroyu Saadet Partisi yönetiminin başında görmek istiyorum. Tüm Saadet Partililerden bu hususta bana yardımcı olmalarını istiyorum.

Biliyorum, iktidar olacak bu kadro da şimdilik Adil Düzeni getiremeyecektir. Çünkü onların da Adil Düzenle ilgili ne bilgileri ne de cesaretleri vardır. Ama ben bu Adil Düzen kadrosu ile çalışmak istiyorum. Allah ömür verirse bundan sonraki seçimde barajı geçmiş olacağımızı Rabbimden ümit ediyorum.

Adil Düzene karşı olmayan gelecek parti yöneticilerinden ne istiyorum?

Süleyman Karagülle olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi adayı olmak istiyorum.

Bunu niçin yapacağım, seçilemeyeceğimi bile bile bunu neden istiyorum?

a)      Allah bize Adil Düzeni tesis edin demiyor, tebliğ edin diyor. O halde Allah bize başkan olun demiyor, başkanlığa adaylığı koyun ve bu vesile ile Adil Düzeni tebliğ edin diyor. İşte bu Allah’ın emrini yerine getirmek için adaylığımı koyuyorum. Aday yapmazsanız sorumlu ben değil siz olursunuz.

b)      Halkımızın Adil Düzeni ne derece benimsediğini denemiş olacağız. İstanbul’da yüzde 10 barajını geçersek, Saadet Partisi o zaman gelecek seçimde tüm Türkiye’de “Adil Düzen” adı altında seçime girecek ve Meclis’te etkin olacaktır.

c)      CIA ajanları Adil Düzenin anayasa mahkemesince yasaklandığını söylemektedir. Ben gerekirse partinizden bağımsız olarak adaylığımı koyarım. Tüm sorumluluğu üzerime alırım. Adil Düzeni yasaklatıp zalim düzeni savunacak savcıyı cidden merak ediyorum. Kaldı ki savcı ve mahkemeler yasaklayamaz. Onlar kanunen yasaklanmış ve cezası belirtilmiş bir yasağın sadece cezasını verir. Bu hüküm de sadece geçmişte olan bir olaya ve sadece o olaya, onun davalı ve davacılarına ait olup bizi asla ilgilendirmez.

d)     Adil Düzen ekseriyetçi değil nisbicidir. Ben bu seçimde AK Parti dışındaki partilerle uzlaşma yollarını arayacak ve AK Parti’ye dur demelerine imkan sağlamağa çalışacağım. AK Parti İstanbul’u kaybederse belki  akıllanır.

Son olarak şunu hatırlatmak isterim. Necmettin Erbakan 1969 yılında Konya’da bağımsız adaylığını koyduğu zaman, İzmir Sanayi Bölge Müdürümüz Ömer Faruk Yeğin İstanbul’da aday oldu. Ben o zaman İzmir’de onun yardımcısı müdür muavini idim ve Aydın’da aday oldum. Seçilmeyeceğimizi biliyorduk, ama Erbakan’ı desteklemek için aday olduk. Seçim sonunda ikimiz de görevimizden alındık. Bu adaylık o zaman benim görevim olduğu gibi aynı zamanda hakkımdı da.

Kararlarınız beni üzmeyecek ve size karşı kırgınlık yapmayacaktır. Ben Allah için teklif ediyorum; yeter ki siz de Allah için karar verin. Sonunda hesabı O’na vereceksiniz, bana değil.

Selam ve dualarımla…

Süleyman KARAGÜLLE

 

Not: Bu Açık Mektup www.akevler.org’da yayınlanacaktır.

Ayrıca, yukarıda adları yazılı zatlara ulaştırmaları için Ankara’da Arif Ersoy, İstanbul’da Numan Kurtulmuş’a rica olunmaktadır.

 

***

 

HAYRETTİN KARAMAN’A AÇIK TEKLİF

1960’da, Demokrat Partili olmadığım halde, Demokrat Partiliyim diye beni görevimden uzaklaştırdılar. İzmir’e gittim ve orada askerlerin yanında görevimi yaparken Adnan Menderes’i astılar. Düşündüm ve şu sonuca vardım: Bunlar yalnız din düşmanı değil, aynı zamanda ülke düşmanıdırlar, çünkü Menderes’in dinle ilgisi yoktu.

O halda ne yapmalıyız?

Beni çok seven arkadaşlarım bile sosyal faaliyetlerde dışladıkları için başkaları ile işbirliği yaparak bir iş yapamayacağımı anladım. Kendim içtihat edip sadece beni ilgilendiren bir iş yapmaya karar verdim. Onların iznini almadan belli toplulukları ve kişileri kendime dinde, ilimde, meslekte ve siyasette metbu seçeceğim, onlara biat edeceğim ve sorumluluktan kurtulacağım. Biat edeceğim kimse asgari namaz kılan birisi olmalıydı. Yeter derecede ilmi olmalıydı. Benimle de görüşmeliydi. Asla dediklerimi kabul etmelerini düşünmedim.

Baştan söyleyeyim ki daha başlangıçta beni dışlayanlar oldu. Dost kaldık ama faaliyette ayrıldık. Süleyman Tunahan Cemaati ile durum böyle idi. Remzi Güres ve Dursun Aksoy grubu ile de durum böyle idi. Beni dışladılar ama kendileri de hedefe ulaşamadılar.

Son olarak şunlar üzerinde karar kıldım.

Ekonomide Ahmet Tahir Satoğlu’nu kendime başkan yaptım ve onun başkanlığında diğer arkadaşlarımızla Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi’ni kurduk. Kooperatifin gayesi şu idi: Önce kendimize çalışmada ve yaşamada bir arada yaşayacağımız arkadaşları bulmak. Örnek bir site oluşturmak. Diğer ilmî, dinî ve siyasî kuruluşlara maddî destekte bulunmak. En önemlisi Kur’an’ın günümüzdeki uygulama yollarını aramak.

Bizim gayemiz para kazanmak değildir, siyasi mevki elde etmek değildir, dinî cemaatler oluşturup şeyh olmak değildi, gayemiz ilmî idi. Kooperatifimiz deneme kuruluşu idi. Ahmet Tahir Satoğlu fahri başkan olarak kaldı. Bu kooperatife başkanlık yaptım. Şimdi de fahri başkanıyım. Başkan Süleyman Akdemir’dir. Kooperatifimizde eski başkanlar fahri başkan olurlar. Akevler ekonomi olarak gelişecek, diğer ilmî, dinî ve meslekî kuruluşları destekleyecekti. Ama ekonomi olarak gelişemedi de ilmî olarak gelişti.

Dinde ise Risale-i Nur şakirtlerini seçmiştim. Daha onlarla tanışmadan onları destekliyordum. Süleymancılar desteğimi kabul etmediler ama dost kaldılar. Risale-i Nur şakirtleri ise kabul ettiler, birkaç sene birlikte çalıştık. Mustafa Birlik İzmir temsilcisi idi, benim de çok yakın dostumdu. Sonra Yaşar Tunagür Fethullah Gülen’i İzmir’e getirdi. Onunla da iki seneden fazla beraber çalıştık. Nur evleri (Akevler) birlikte kuracaktık. Ona vakıf (Akyazılı Vakfı) vaat ettiler, o da bizden ayrıldı. Dostluğumuz devam ediyor. Onlar büyük başarı kaydettiler. Dinde Risale-i Nurlara biatım devam ediyor.

Siyasette ise Necmettin Erbakan’ı metbu yaptım. 1969 yılında bağımsız adaylıklarımızı beraber koyduk, o Konya’da ben Aydın’da aday olduk. Ege Bölgesini ben teşkilatlandırdım. Erbakan’ın seçimdeki başarısı sebebiyle parti işgale uğradı. Ben partiden ayrıldım. Erbakan’a bağlılığım devam etti. “Adil Düzen”i birlikte oluşturduk. Siyasette Erbakan’a biatım devam ediyor.

İlimde ne oldu?

İlimde Süleyman Tunahan’ın talebelerini seçmiştim, hâlâ onlara saygım vardır. Çünkü onlar klasik Arapça öğretiyorlar. Ama onlar ehli tarik oldukları için Tunahan’ı tam kavrayamamışlar gibi geliyor. Arapçayı çağın ilmî dili hâline getirme hareketleri yoktur.

Ben İzmir’de İlâhiyatçılar üzerinde durdum. Onlara Akevler’de üç blok apartmanlık arazi hazırladım. Bir bloğa gelip yerleştiler. İkinci bloğa katılıp aldılar. Bana hakaret ederek bizden ayrı oldular. Akevler’e gelenler de Avni İlhan’ın başkanlığında Akevler Kooperatifimizi; ‘Bunlar kooperatifi şeriatla idare ediyor’ diye Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne şikâyet ettiler. Biz davamızı kazandık, onların bizi hapse tıkmalarını önledik. Onlar hâlâ orada oturuyorlar. Dostluğumuz devam ediyor. Avni İlhan’ın oğlu bile oradadır.

Hayrettin Karaman onları zarara soktuğumuzu söylüyor, hatıratında yazıyor. Kooperatifin kefalet hesabında milyonlara varan fon vardır. Hakemlere gitsinler; alacakları varsa Akevler ödemeye hazırdır. Arkadaşlar ödemezlerse; ben ve Ahmet Tahir Satoğlu, fahri başkanlar olarak devreye girer, ödetiriz. Eğer Akevler bugün etkin bir holding değilse, bunun sorumluları Hayrettin Karaman’ın arkadaşlarıdır; kendilerine biat edip kendisini de mağdur eden Demirelci arkadaşlarıdır.

Hayrettin Karaman’ın yazdıklarından dolayı ona dua ediyoruz. Herkes Akevler’i yok etmek ve Süleyman Karagülle’nin adını ağzına almamak yarışında iken, o aleyhte de olsa yazdı ve kendince bazı gerçekleri ortaya döktü. Akevler’in Sebahattin Zaim ile olan ilişkisi Hayrettin Karaman’dan az değildir; o da üç ciltlik hatırat yazdı, ama Akevler’den hiç bahsetmedi. Allah onun da makamını âli etsin.

Hayrettin Karaman eğer o zaman beni dinleseydi, güce değil de hakka inansaydı; şimdi en az Fethullah Gülen kadar dünyada meşhur olur, III. Bin Yıl Üniversitelerini kurmuş olur, III. Bin Yıl Uygarlığında etkin bir Ebu Hanife olurdu.

Hayrettin Karaman’dan şimdi bir ricam vardır. Bir televizyonda (Mesela ATV’de) her gün 11 ile 12 arasında bir saati kiralasın. Bir yıllık anlaşma yapalım. Parasını biz reklamdan çıkarırız. İkimizi seven insanlar o kadar çoktur ki, bize söz söyletmeden finanse ederler. İkimiz her gün çıkıp Adil Düzeni tartışalım. Görüşler ortaya konsun.

Bizim bu yaştan sonra yapacağımız hizmet budur.

Serabın peşinde koşmaktan vazgeçin, gelin Adil Düzen pınarından kana kana su için, ona hizmet edenlerin yanlışlarını düzeltin. Susturma yerine konuşturma yolunu seçin.

Selâm ve dualar…

 

Süleyman KARAGÜLLE

 

***

 

Kardeşlerim Süleyman ve Reşad Beylere,

 

Mektubunuzu aldım. Sağlık, afiyet ve başarınız için hep duacı oldum, yine de dua etmekteyim.

Ben Süleyman Bey'i hep dost bildim, onun aleyhinde olmadım ve yazmadım.

O tenkidi seven bir kişi, o beni tenkit ediyor, ben de onu tenkit ettim. Bunu hep yapmalıyız.

Mektubundaki üç değerlendirmede tenkit değil, itham var; bunları ona yakıştıramam:

 

1. Avni İlhan'ı ve arkadaşlarını Süleyman Demirel'in adamları olarak vasıflandırıyor, bu yanlış.

2. "Akevleri Şeriata göre idare ediyor diye beni mahkemeye verdiler" diyor.  Bu arkadaşlar şeriatçıdır.  Bu değerlendirmede bir sakatlık var.

3. Beni, hakka değil, güce inanmakla itham ediyor; bunu anlamış değilim; ben nasıl "hakka" değil de "güce" inanmışım, bunun delili nedir?

 

Süleyman Bey'in teklif ettiği tartışmayı uygun ve faydalı bulmuyorum. Fikirler bellidir, her konuda söylenecek söylenmiş, yazılacak yazılmış ve tartışama da yapılmıştır.

 

Taraftar toplama tartışma ile değil, tebliğ ile ve fikrin gücü ile olur. Bu yolda çalışmaya devam edelim.

 

Benim, Hatırat'ta Süleyman Bey için yazdıklarımın bir bölümünü burada aktarıyorum: Benim değerlendirmeme bakın, onun değerlendirmesine bakın.!

Selam.

Hayrettin KARAMAN

 

"Süleyman Karagülle: Mühenedis, (hafızamda doğru kaldıysa elektrik), özel olarak başka alanlarla ve bu arada din ilimleri ile meşgul olmuş. Çok çalışkan, olağanüstü müteşebbis, devamlı düşünen ve proje üreten, ürettiği  projeyi uygulamak için örgütlenen, çevresine –gittikçe azalmış olsa da- adam toplayabilen, onları ikna eden ve maddi manevi fedâkârlığa sevk edebilen bir kişi. Milli Nizam Partisinden beri siyasetin o kanadına yakın durmuş, Erbakan ile yakın temas kurmuş, bazen anlaşmış, bazen ters düşmüş.

Ben kendisini daha çok İzmir’e gittikten sonra tanıdım. Bir ana kooperatif kurmuştu (Akevler), bu kooperatiften Aksanayi vb. birçok Ak kooperatif doğmuştu. Süleyman Bey samimi bir Müslüman ve “İslamcı” olduğu için içinde yaşadığı düzen içinde İslam’ın, fert ve topluluk olarak yaşanmasını dava edinmişti, kooperatifi de –ifade biraz abartılı olsa da- devlet içinde bir devlet gibi planlamıştı. Kooperatife girenler aynı zamanda bu devletin vatandaşları gibi oluyorlar, bütün maddi ve manevi ihtiyaçlarını bu örgüt içinde gidermeyi hedefliyorlardı (Bu hedef, üyeler için kısmen, Süleyman Bey için tamamen  böyledir.) Enstitü’den arkadaşlarımızın bir kısmı Akevler kooperatifine girmişlerdi, kooperatifin ilk işi de, faize bulaşmadan üyelerin mesken edinmelerini sağlamaktı. Kim daha fazla ödeme yaparsa eve de önce o sahip oluyordu. Para yerine birim demir çimento (DÇ), mahkeme yerine hakemlik ikame edilmeye çalışılıyordu. Orada bulunduğum sürece ben de hakem olarak görev aldım. Aksanayi kooperatifinin amacı da sanayi alanına el atmak ve İslâmî usullere riayet eden bir sanayi örneği ortaya koymaktı (Bu kooperatiften ben de birkaç hisse almıştım).

Süleyman Bey hayal ile hakikati, teori ile pratiği, ideal ile reeli birbirinden ayırmada başarılı olamadı. Kendine çok güvenir ve tartışmayı yalnızca kendi görüşünü benimsetme gayreti olarak görürdü. Bu sebeple kurduğu kooperatifler de amacına ulaşamadı, birçok insanın maddi kayıplara uğramasına, dostlukların bozulmasına sebep oldu..."

 

***

 

Muhterem Hayrettin Hocam;

Cevabınız için teşekkür ederim. Allah razı olsun.

Ben, yurt içinde ve yurt dışında bilinen belli başlı ulema, meşayih ve siyaset adamları ile birebir tanıştım, bazılarıyla belli süreliğine çalıştım; ama kırk yıldır özellikle Süleyman Karagülle Hocam ile çalışmayı -sizin de bilip takdir ettiğiniz sebeplerden dolayı- seçtim...

Elhamdülillah, Çalışma Arkadaşlarımızla birlikte son on yıldır ve şu anda da her gün -şimdilik daha çok- ilmî sahada yoğun bir şekilde çalışmaya devam ediyoruz...

Duam, niyazım, gayretim ve çabam: Allah bu ilmî çalışmalarımızı amele dönüştürmeyi de nasip eylesin, inşaallah...

 

Ben şahsen sizi çok seviyor ve takdir ediyorum ama Süleyman Hocanın sizi çok sevip takdir etmesi sebebiyle daha çok seviyorum...

Süleyman Beyin kırk yıldır Merhum Sebahattin Zaim Hoca ile sizi farklı bir şekilde sevip takdir ettiğine ve buna bağlı olarak sizlerden beklentileri olduğuna yakinen hep şahit olmuşumdur... Ayrıca bu beklentisine özellikle İstanbul Çalışmalarında karşılık göremediğini de müsadenizle hatırlatıyorum...

 

Verdiğiniz cevabınız maalesef beni tatmin etmedi.

Ayrıca, Süleyman Hoca yıllardır hep sizinle çalışmayı arzu ettiği halde, bu sefer de böyle bir cevap alınca, şahsen bir defa daha sükutu hayal yaşamış oldum...

Siz büyüklerime ne diyebilirim ki; Allah'tan hayırlısı!..

 

Ben prensip olarak geçmişe çok fazla takılmamaya dikkat ederim, daha ziyade ileriye bakarım. Ama söz konusu olan İKİ ÜSTAD olunca, insan ister istemez çok etkileniyor. Müsadenizle sadece şu kadarını söyleyeyim: Geçmişte İzmir ve İstanbul'da yaşananların bizzat içinde olduğumdan şunu rahatlıkla söyleyebilirim; yazdıklarınızda epey bilgi eksikliği olduğu anlaşılıyor, bundan dolayı da maalesef değerlendirme eksiklikleri...

 

Bundan sonra ne yaparsınız, onu bilemem; tamamen sizin takdirlerinize ve sorumluluğunuza kalmış...

Ben arada sadece elçilik yapıyorum ve elçiye de zeval olmaz!..

 

Şahsen ilmî, dinî, iktisadî, siyasî ve sosyal çalışmalarımı/zı siz değerli Üstadlarımdan istifade ve elbette istişare ile yürütmeye çalışmış biri olarak; hayatta olduğumuz sürece bundan sonra da aynı doğrultuda çalışmalarımı/çalışmalarımızı yürüteceğimi bilvesile hatırlatırım.

 

Bazı çalışmalarımızdan örnekler gönderiyor, yine de görüşmeyi ve birlikte çalışabilmeyi diliyorum.

Türkiye ve dünya çok kötü durumda. Yaşayan ve bilen mü'minler olarak elbette bizim sorumluluk ve yükümlülüklerimiz herkesten fazla.

 

Selam, sevgi, hürmet ve muhabbetlerimle...

 

Reşat Nuri EROL

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3464 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2657 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2627 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2147 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2526 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2545 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2169 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2173 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2586 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2478 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1984 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2339 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2285 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2425 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2424 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2258 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2437 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2394 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2434 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2670 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2980 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2669 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2744 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2952 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3134 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3027 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3422 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5478 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3541 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3072 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3857 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3710 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3420 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3870 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3832 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4108 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4618 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3012 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3112 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3965 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3822 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2850 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2942 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3950 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7713 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5602 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4173 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3574 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3715 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4732 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4443 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4741 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4663 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4815 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4548 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3395 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4475 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3622 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5173 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3853 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5148 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5007 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4933 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3536 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3477 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3688 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5150 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4205 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5418 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4087 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5268 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4417 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4429 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4569 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4765 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5314 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4116 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5260 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4524 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3843 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4380 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4590 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4112 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4097 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4086 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4540 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5648 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9814 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4645 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3703 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3852 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3355 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3382 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3742 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5696 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4244 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3445 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler