Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 625
MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ -48.AYETLER
20.08.2011
1945 Okunma, 0 Yorum

MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 33

 

(Va EaNZaLNAv EiKaYKa)

“Ve sana inzâl ettik.”

Allah insanı yarattı. İnsanlar önce toplayıcılık, sonra avcılık, sonra çobanlık ve sonunda çiftçilik dönemlerinde yaşadılar. Bu dönemde de peygamberler gelmiştir. Hazreti Adem aleyhisselâm bir peygamberdir. Peygamberler kendi kabilelerini idare ettiler. Yazılı şeriatları yoktu. Peygamberler aldıkları vahiy ile kabilelerini idare ediyordu. Çocukları yetişiyor ve kabileler bölünüyordu. Babalarından öğrendikleri usulle kabilelerini yönetiyorlardı. O dönemin dini Şamanizm’dir. Şamanizm iyi tetkik edilirse o devrin hayat tarzı ortaya çıkar.

İlk olarak Mezopotamya’ya gelen Sümerler, yerli halkın tarım teknolojisi ile kendi çobanlık teknolojisini birleştirdiler ve su barajları yaptılar. Su barajları hem suları çok daha geniş alanlara yaydı, hem de her mevsimde su bulma imkanı kazandırdı. Verim yüzlerce defa arttı. Bunun üzerine Fırat ve Dicle kenarlarına akın başladı.

İşte o zaman Hazreti Nuh aleyhisselâm geldi ve insanlara yazılı hukuku tedvin etti. Hazreti Nuh aldığı vahyi sünnet olarak yazdırıyor ve geniş kitlelerin kurallar içinde yönetimi sağlanıyordu. Halkı artık kişiler değil kurallar yönetiyordu. Bu arada Hazreti Hud ve Hazreti Salih peygamberler gelerek Mezopotamya uygarlığını geliştirdiler. Hazreti Nuh peygamber Milattan Önce 3300 yıllarında yaşamıştır.

Bu arada uygarlıklar yayılmaya başlamıştır. Baştan Mısır da uygarlaşmaya başlamıştır. Hindistan’daki Ganj nehrinin kenarlarında da uygarlık doğmuştur. Ayrıca İran ve Anadolu’da da kara uygarlığı oluşmuştur. Bunlar yeni uygarlıklar değildir ama güney uygarlıklarının yayılmasıdır. Bir müddet sonra uygarlık Çin’e de sıçrayacaktır. Böylece yeryüzü farklı uygarlıkların oluşmasına neden olmaya başlamıştır.

Allah tüm insanlığı tek topluluk hâline getirmeyi murad etmiştir.

Demek ki uygarlıkları Hazreti Nuh başlatmış ama Hazreti İbrahim de tüm insanlığı tek millet yapma görevini almıştır. Bu işi yapma görevi de Hazreti İbrahim’in nesline verilmiştir. Çünkü başka herhangi bir müessese bunu sağlayacak durumda değildi. Bu bir ümmet yapma imkanı ancak bugün mümkün olacaktır. Hazreti Nuh’la başlayan uygarlık Hazreti İbrahim’le tek ümmet olma çabası ancak yirminci yüzyılda uygulanabilir hâl almıştır.

Hazreti İbrahim bu görevi şu şekilde başaracaktır.

  1. Mezopotamya uygarlığını devam ettirme Hazreti Lut’tan sonra Hazreti Şuayb peygambere verilmiştir.
  2. Doğuya Hazreti İbrahim’in küçük dört oğlu gönderilmiş, bunlar Brahmanizm’i geliştirmişler, onların ileri safhası Budizm olmuştur.
  3. Hazreti İbrahim İsmail’i Mekke’de yerleştirmiş ve son peygamberin gelmesi için hazırlık yapılmış, Kur’an Arapçası doğmuştur.
  4. Filistin’de uygarlığı kurma görevi de İsrail oğullarına verilmiştir.

Önce Hazreti Musa geliyor, Mısır uygarlığı ile Mezopotamya uygarlığını sentez ederek Tevrat uygarlığını kuruyor. Sonra aralarından Hazreti İsa geliyor ve Tevrat uygarlığını beşeri uygarlık hâline getiriyor. Bunların oluşturdukları uygarlıkları sentez etme görevi de Kur’an’ı getiren peygambere veriliyor.

İşte bu sûrede önce Kur’an ehlinden, sonra Tevrat ehlinden, sonra da İncil ehlinden bahsedilmiştir. Baştan Hazreti Muhammed’den bahsedilmişti.

Hazreti Muhammed Medine’ye gittiği zaman bir “Medine Sözleşmesi” yaptı. Orada kendisini baş hakem kabul ettiler. Yani kabileler arasında çıkacak ihtilafları sonunda o çözecekti. Her topluluk kendi aralarında kendi kitapları ile hükmedecekti. Hazreti Peygambere gelip baş vuruyorlardı. Kur’an bunu izah etmiş, neden sana baş vuruyorlar demişti. O zaman Fıkıh henüz Tevrat seviyesinde gelişmiş değildi. Orada Hazreti Peygambere emredilen Tevrat ve İncil’e göre hükmetmedir.

Şimdi burada artık Kur’an’dan bahsetmektedir. Yani onlara Tevrat ve İncil, sana da Kur’an inzâl edilmiştir. Bugün yeryüzünde dört büyük din vardır. Şeriat Kitabı olarak Tevrat en etkin kitap olarak mevcuttur. Müntesipleri azdır. Uygarlığa etkileri çoktur.

Buradaki “Ke” sadece Hazreti Muhammed değildir. Artık her bucak başkanı bu “Ke”ye muhataptır. Oysa bundan önceki “Ke” ise Hazreti Muhammed’i muhatap alıyordu, yani Kur’an’ı getiren kişiyi kastediyordu. Kur’an gelmiş ve uygarlaşma örneği de verilmiştir. Şimdi Kur’an’ı uygulayan herkes muhataptır. Bunun için “Ve” harfi ile atfedilmiştir.

(elKiTAvBa)

“Kitabı”

Tevrat ve İncil’i kendi özel adları ile zikrettiği halde, burada “Kur’an” olarak değil de “Kitap” olarak zikretti. Çünkü Kur’an sadece kıraatten ibaret değildir. Tüm gelmiş ve gelecek insanların hükümlerini veciz bir şekilde ortaya koymuş hükümlerden ibarettir.

“Kur’an” dendiği zaman sadece okuduğumuz Arapça sözler anlaşıldığı halde, “Kitap” dediğimiz zaman dört hattâ sekiz delili anlar, eski şeriatları da anlarız. Yani bütün olarak mevzuatı ve kuralları içerir. Çünkü “kitap” yazı değil hükümler ve kurallar anlamındadır.

(Bi eLHakKı)

“Hak ile”

Hokka” develere yem verilen kova demektir. Boş kova değil de dolu kova demektir. Bir deveye verilecek pay için kovaya bir işaret konur. O işarete kadar doldurulmuş kovanın adıdır. Daha doğrusu oraya kadar dolan yemin adıdır. “Bir hokka” dediğiniz zaman bir devenin payı anlaşılmaktadır. Bu kelime iki manâda gelişti. Boş değil de dolu manâsında “gerçek” yerine kullanıldı. İkinci manâsı ise bir kimsenin payına “hak” dendi.

“Kitabı hak ile inzâl ettik” dendiği zaman iki manâ anlaşılır.

Yani kitapta ne varsa hepsi gerçektir. Orada yalan veya yanlış yoktur. Saf yemle doldurulmuştur.

İkinci manâsı ise; içinde haklar bölüştürülmüş ve herkesin hakkı hukuku belirtilmiş anlamına gelir. Burada bu manâyı vermek daha uygundur ama her iki manâ da doğrudur.

Bu anlamda kitap fıkıh demek olur, usul-ü fıkıh demek olur.

Buna göre delilleri tekrar hatırlayalım.

  1. Kitap sözlerden oluşur. Yazılmıştır. Yalnız Kur’an’dır.
  2. Sünnet Kur’an’ın ilk uygulamasıdır. Tevrat ve İncil, diğer kitaplar, Kur’an gelmeden önceki uygulamalardır. Onlar da sünnet hükmündedir. Eski peygamberlerin yaptıkları da sünnettir.
  3. İcma Kur’an’dan kesin olarak anlaşılan hükümlerdir. Müçtehitlerin ittifakları ile sabit olur. Müsbet ilimlerle elde edilen kesin sonuçlar da icmanın içindedir.
  4. Kıyas. Kur’an’da zikredilmeyen bir olayı Kur’an’da zikredilene benzeterek çözüm getirmedir. Buna “kıyas” denmektedir. Bütün akıl yürütmeler bunun içindedir.

İşte bu dört delille sabit olan hükümler “Kitap” anlamındadır. Merkezinde “Kur’an” vardır. Çünkü diğer bütün deliller hep onu açıklamak içindir.

(MuÖadDıQan)

“Tasdik edici olarak.”

Tasdik etmek” karşı tarafın sadık olduğunu kabul etmek şeklinde olur.

‘Sen kimsin?’ dendiğinde ‘ben doktorum’ dese, karşı taraf da onun doktorluğunu kabul etse, onun sadık olduğunu kabul etmiş olur. Bunun yanında ‘ben doktorum’ diyenin sözüne karşılık bir başkasına ‘evet bu doktordur’ deseniz onu tasdik etmiş olursunuz. Bunun dışında karşı tarafın söylediklerinin bazılarını ayırıp bir kısmının doğruluğunu söylemek de tasdiktir. Birisi ‘ben 50 yaşındayım artık çalışamam’ dese; ‘sen 50 yaşındasın ama çalışırsın’ dese, onu tekzip etmiş olmaz, tasdik etmiş olur ama hatasını düzeltmiş olur.

Kur’an ve tefsir usulü musaddıktır.

Musaddık” kelimesini Kur’an ve İncil için zikretmektedir. “Elinizde bulunanı tasdik edici” diyerek hâlen şimdi ellerinde bulunan Tevrat ve İncil’i tasdik ettiğini ifade etmektedir. Başka yerlerde de tahrif ettiklerini söylemekte, teslisi şiddetle reddetmektedir. O halde bugünkü Tevrat’ı ve İncil’i tasdik etme demek, Dr. Mete Firidin’in dediği gibi tashih etme manâsını da taşımaktadır.

(LiMAv BaYNa YaDaYHi MiNa eLKiTAvBi)

“Kitaptan beyne yedeyinde olanı”

Kendisinin önünde bulunan yani geçmiş zamanda gelmiş olan kitaplardan tasdik etmek üzere...

” umum “Mâ”sıdır, geçmişte olan kitaplardan ne varsa denmiş olur. “Kitab”daki “Lam” istiğrak için gelirse geçmişteki kitaplardan ne varsa hepsini tasdik etmek üzere denmiş olur. “Mâ”nın umum manâsına bu uygun olur. O zaman tasdik etmeye ayıklama manâsından başkasını vermemiz mümkün değildir. Eğer kitaptan maksat cins kabul edilir ve “Min” de teb’iz için gelirse, o zaman o kitaplarda doğru olanları tasdik edici olmak anlamını vermiş oluruz. Her ne şekilde manâ verirsek verelim, Kur’an sadece tasdik edici değil aynı zamanda ayıklayıcıdır. Buradaki “Mâ”dan dolayı yalnız Tevrat ve İncil’i değil, elimizde ne varsa, Mezopotamya levhalarında yazılanlar, Vedalar, Avestalar, hattâ münzel olmayan kitaplar için geçerlidir.

Burada eğer “Ke” harfini Hazreti Muhammed’e hasredersek o zaman ondan sonra gelenlerin musaddıkı olmaz. Ama “Ke” harfini sen Kur’an’ı okuduğun anda sana hitap eder olarak anlarsanız -ki biz öyle anlıyoruz,- o zaman ondan önce yazılmış bütün kitapları anlamış oluruz. Bu ifade bizim usulümüzü teyit etmektedir.

Bize gelen bilgi nereden gelirse gelsin, kim söylemiş olursa olsun, ona kulak veririz. Sünnet de eski kitaplar da buna dahildir. Marks’ın veya şu düşünürün iddia ettikleri de böyledir. Birleşmiş Milletler’in kararları, kanunlar, bakanların genelgeleri böyledir. Arkadaşlarınızın söyledikleri de böyledir. Hattâ bizim daha önce düşündüklerimiz de aynı kanun ve kurallara tâbidir. Önce müsbet ilimlere baş vururuz, doğa kanunlarına aykırı ise onu ayıklarız. Sonra da Kur’an’a başvururuz. Ona aykırı ise onu da ayıklarız. Kur’an’a ve doğa kanunlarına uyanları tasdik ederiz. Doğa kanunlarına uygun ama Kur’an’a aykırı ise veya Kur’an’a uygun ama doğa kanunlarına aykırı ise, hangisi kesinse ona uyarız. İkisi de kesin olmaz. Kur’an müsbet ilme aykırı âyetleri müteşabih kabul etmiştir. Bu sebepledir ki fukaha, “akıl ile nakil tearuz ettiğinde nakil akla göre tevil edilir” demişlerdir.

Böylesine mükemmel bir dini nerde bulursunuz.

“Musaddıkan LiMa”da “Lam” harfi getirilmiştir. Bunun önemi şudur. Biz birinin sözlerini dinledikten sonra onların yanlışlarını göstermekle değil, doğrularını tasdik etmekle yükümlüyüz. Evet, senin şu şu söylediklerin doğrudur. Bunun dışındakileri bilemiyorum. Belki doğrudur belki de yanlıştır. Bir şey söylemiyorum diyeceksin.

İşte İslâmiyet’teki muhalefet budur.

Böyle bir muhalefeti ortaya koymak için Adil Düzen Partisi’ni kurmalıyız. İktidarın doğru yaptıklarını tasdik etmeliyiz, onlar yanlışlarını kendileri düşünsün. Bizim görevimiz onların yanlışlarını tekzib etmek değil, doğrularını tasdik etmektir.

İşte bunun için burada “Li” harfi getirilmiştir.

Dr Firidin bu âyeti onların reddi için yorumlamaktadır. Burada ona iştirak etmiyoruz. “Lehu” yerine “Aleyhi” olsaydı o manâyı verebilirdik.

Bir çuvalın içinde taşlar çok pirinç azsa pirinçleri ayıklarsınız, pirinç çoksa taşları ayıklarsınız. Tasdik etmek demek pirinçleri ayıklamaktır. Çünkü sözlerin çoğu yanlıştır. İçinde sağlamları seçmek çok daha kolaydır. Sonra meçhuller de içinde kalır.

(Va MuHaYMıNan GaLaYHi)

“Ve müheymin olmak üzere.”

Müheymin” Kur’an’da yalnız iki yerde geçmektedir. Biri Allah’ın sıfatları arasında mü’minun ve müheyminin olarak geçmektedir. Müheyminin sülasisi EMN'dir Dördüncü kök harfi olan Ye mülhaktır. İlhak edilen harfler üçlü köklerin ikinci harfinden önce veya sonra gelir veya son harf olarak Y eklenir.

FVGL فوعل, FYGLفيعل , FGVL فعول , FGYL فعيل, FGLL فعلل , FGLY فعلي

olmak üzere altı babdır.

Buradaki “H” “E”den dönüşmüştür, “Emn” kelimesinden getirilmiş, “Müeymin” “Müheymin” olmuştur. “Mü’min” kelimesine atfettiğine göre mü’min manâsında değildir, yani güvene alan anlamında değildir. O halde bunun manâsı nedir?  

Bir bina vardır. Onu kimsenin ateşle yakmaması için bekçiler koyar beklerseniz, bu koruma hizmeti mü’minlik yapmadır. Yani oranın güvencesini sağlarsanız. Ama bir bina yıkılmasın diye direklerini takviye ederseniz yahut yeni direk eklerseniz, o da müheyminliktir. Yani takviye etmek demek olur.

Kur’an dışındaki bütün kitaplarda yanlışlar vardır. Onları musaddık olarak ayıklar, sağlamları alırsınız. Bir de kitaplarda belirsizler vardır, tam bilemeyeceğiniz olanlar vardır. Onları da Kur’an ile temin edersiniz. Yani Kur’an onların doğruluğunu ortaya çıkarır.

Kur’an mucize bir kitaptır, ilâhi sözlerden oluşmaktadır, içine tahrifat girmemiştir. O halde gerek diğer mukaddes kitaplar, gerekse ilimler elde ettikleri sonuçlara Kur’an’dan teyid alırlarsa emin olabilirler.

(FaXKuM BaYNaHuM)

“Aralarında hükmet.”

Buradaki “aralarında” olan zamir nereye racidir?

Tüm insanların arasında hükmet anlamı çıkacaktır. “Velâtahşavunnâse”deki “nâs”a gitmektedir. “Nâstan korkma, aralarında Allah’ın inzâl ettiği ile hükmet manâsı çıkar.

Araya âyetler girmiş, oraya kadar zamiri irca etmek doğru mudur?

Gramer kaidelerine uysun diye bu ircayı yapıyoruz ama zaten orada nâs zikredilmiş olmasa da buradaki zamirin nâsa gittiği açıkça bellidir. Kur’an bu durumlarda zamiri uzağa gönderir. Bir de eğer konuşmanın konusu belliyse öyle olur. Genelkurmay başkanlığından bahsederken başka konulara girseniz de alakası olduğu için ‘başkan dün neden istifa etti’ dersiniz. Yani konu konuşulurken konunun fail veya mef’ulüne zamir gönderilebilir.

Biz insanlar arasında hükmetmekle yükümlüyüz. Yukarıda “herkes kendi kitabı ile hükmetsin” denmiş, burada ise “sen nâs arasında hükmet” diyor.

“Nâs” kelimesi herhangi bir insan topluluğudur. Bir konuşmada hazır bulunanları göstermesi gibi tüm insanları da ifade eder.

“Nâs” deyince şöyle anlayacağız.

  1. Aşiret başkanı için aşiret halkı nâstır.
  2. Kabile başkanı için  başkan olduğu bucak halkı nâstır. Bunlar arasında hükmetme zorunludur.
  3. İl merkez bucağının başkanı il merkez bucağı ile ilçe merkez bucağı halkı onun için nâstır. Bunlar arasında hükmetmek zorunludur. Taşrada bir bucak halkı arasında çıkan nizalarda hükmedip etmemekte serbestlik vardır. Geldiklerinde hükmeder veya i'raz eder. Tüm il halkları arasında hükmetme zorunludur.
  4. Devlet merkez illerinin merkez bucaklarındaki halklar arasında hükmetme zorunluluğu vardır. Taşra bucaklarda hükmedip etmemekte serbesttir. Mekke imamı kıta merkez illerinin merkez bucaklarında hükmetme zorunluluğu vardır.

Buradaki “sen” imam olduğu gibi hakemler de olabilir. Her hakeme veya baş hakeme hitap etmiş olur.

(Bi MAv EaNZaLa elLAvHu)

“Allah’ın inzâl ettiği ile”

Burada da “bihi/ onunla hükmet” demiyor, “kitapla hükmet” demiyor, “Allah’ın inzâl ettiği ile hükmet” diyor.

Bütün bu deliller ve sözleşmeler göz önüne alınacak ve insan tarafsız bir şekilde içtihat yapacak. O Allah’ın inzâli olacak onunla hükmetmek. Yani içtihadınla hükmet anlamındadır. Ancak içtihadın tüm delilleri en sonunda Kur’an’a dayanmalıdır.

Buradaki “Allah” kelimesi eğer topluluk olarak anlaşılırsa, “hükmet” kelimesi “icra et” anlamında olmuş olur. Hakemler neye karar verirlerse ona göre kararları icra et demek olmuş olur. Hakemler icmaa aykırı karar verirlerse, bilhassa kısasta infazı erteler. Hakemlerin muhakeme edilmesine kadar idamı bekletir. Hakemler mahkum oluyorlarsa kısas diyete dönüşür. Önce diyet mahkum ettikleri kimseler tarafından ödenir. Sonra da hakemlerin âkilelerine rücu ederler.

Şöyle bir mesele vardır. Bir kimse birini öldürdü. Dava edildi. Mahkum edildi. Kısas yapıldı. Sonra hakemler aleyhinde dava açıldı. Hakimler mahkum oldular. Kısas yapılanın vârislerine diyet ödendi. Asıl katil olarak başkası bulundu. Bu durumda ne olacaktır?

Kısas yapılmaz. İlk maktulün vârislerine diyet ödenir.

Yine bir mesele daha. Bir kimse öldürüldü. Hakemler kısasa karar verdi. Yetkili affetti. Diyet ödendi. Sonra başka dava açıldı ve asıl katilin başkası olduğu anlaşıldı. Diyet diyeti ödeyene ödenir.

Burada yapılan muhakeme ve icra Allah tarafından yapılmış olarak ifade edilmiştir. İçtihadımızla hükmedeceğiz ama içtihadımız icmaa aykırı olmamalıdır.

Allah” kelimesini topluluk olarak anlarsak manâsı bu olur.

(Va Lav TatTaBıG EaHVAvEaHuM)

“Ve hevalarına tâbi olma.”

Allah’ın inzâl ettiği ile hükmet, Allah’ın inzâl ettiği içtihadınla hükmet demektir. Sonra da hevalarına tâbi olma, hükmederken onların hevasına uyma.

Heva” nedir?

Çevremizi dolduran gazdır. Ne taraftan etki gelirse o tarafa gider. Rüzgar olur.

Canlılar hevalarına göre hareket ederler. Nerde yeşil çayır görürlerse oraya giderler. Nerde canavar görürlerse oradan kaçarlar. Onların başka silahları yoktur.

Oysa insan canının istediğini yapamaz. Gördüğü her elmayı alıp yiyemez. Canının istediği yere gidemez. İnsan düşünerek ve içtihat ederek hareket eder. İçtihat ile bir sonuca varır. Ondan sonra ona göre hareket etmesi gerekir.

İnsan kişiliğini koruyarak topluluk içinde yaşar, topluluğun çıkarları için çalışır ama topluluğun hevasına göre hareket etmez; hele başkan hiç etmez, hakem hiç etmez. Başkan ve hakem içtihadı ile hareket eder, ona göre hüküm verir.

(GamMAv CAEaKa MiNa eLXaqQı)

“Haktan sana ciet ettiğinden.”

Kur’an’da “sana ilim geldikten sonra” âyetleri vardır;  “ba’de mâ câeke’l-ilmü” ve “min ba’di mâ câeke’l-ilmü” denmektedir. Demek ki üç şekilde kullanma vardır:

“Ba’de mâ”, “min ba’di mâ” ve “ammâ”.

Bu üç kullanıştaki farkları ortaya koymamız gerekir.

“Ba’de” kelimesi ile daha öncekiler hariç bırakılmış olunuyor. Yani yasaklanan ondan sonrasıdır. İlim gelmeden önceki tabi olmalar cezalandırılmamaktadır.

Bakara 120'de “Ba’de ellezi cae” denmektedir. “Ba’de” “ellezi”ye izafe edildiği için “min” getirilmemiştir. “Min ba’di mâ”da izafe edilen nekre olduğu için baştan teb’iz “min”i getirilmiştir. Birinde “mâ” ile ta'mim vardır ama hepsinin gelmesi gerekmez, bir kısmının gelmesi yeterlidir. Yani ulaşıldığı kadar amel edilecektir demektir.

Burada “ammâ” gelmiştir.

Oralarda “ilim” buralarda “hak” gelmiştir.

O halde karşılaştıracağımız başka bir şey de “hak” ile “ilim” arasındaki farktır.

“Hak” nedir, “ilim” nedir?

“İlim” icma ile sabit olan kesinliklerdir.

Hak” ise içtihatla sabit olan kesinliklerdir.

Birr herkes için ilimdir. Hak ise senin için ilimdir.

Orada tâbi olanların cezalandırılmasından bahsetmektedir. Orada içtihat yeterli değildir, ilim derecesinde icmaa ihtiyaç vardır. Oysa hevalarına tâbi olunmaması için içtihatla sabit olma da yeterlidir. Onun için orada ilimden, burada ise haktan bahsedilmiştir. Sen hak olarak bildiğin şeylerin dışına çıkmayacaksın, onlardan sorumlusun. Halbuki başkalarının isteklerine tâbi olma eğer icma ile sabit değilse maslahat gereği caizdir. Yani kesin ilmimiz yoksa, muhalefet etme yerine uymada maslahat varsa, uyma gerektiği hususunda içtihadımızı yapabiliriz. Ama kesin ilim gelmişse, maslahat olsun olmasın onu değiştiremeyiz.

Bu âyet bize başka bir hususa da işaret eder. Hukukta içtihadımızla hükmederiz ama sonunda maslahat da düşünülmelidir. Verdiğimiz hüküm eğer sonunda birçok başka haksızlıklar doğuracaksa hükmümüzü ona göre veririz. Diyelim biz hakimiz. Bir orgeneral suçlu. Onu tutuklamak ordu içinde büyük depremler meydana getirir. O halde onu tutuksuz yargılarız, hattâ gizli yargılarız. Mahkumiyeti emekli oluncaya kadar uzatırız. Demek ki hükmederken onun uygulanabilirliğini de göz önüne almamız gerekir.

Bu hükme nereden varıyoruz?

Hüküm içtihatla sabit olmakta olduğu için içtihadınıza o hususlar da etki eder.

Diğer yerde “min ba’di mâ câe” denmiş olduğu halde, burada hem “ba’di” kelimesi getirilmemiş, hem de “min” yerine “an” getirilmiştir.

“An” ile “min” ikisi de aynı manâdadır. Başlangıcı çıkış yerini gösterir. “Haractu min Mekke” dersin. Çünkü oradan çıktın ama tekrar oraya döneceksin, oraya bir etki yapmış değilsin. “Hecertü an Mekke” dersin, çünkü orasını terk ettin, oradan koparıldın, orada çukur bıraktın. Hakkın gelmesi böyle ifade edilmiştir.   

Buradan şu sonuca varırız.

Hükümler iki çeşittir.

Biri kesin ilme dayanan hükümlerdir. Bunlar icma ile sabit olur.

Diğeri içtihada dayanan haklardır. Bunlar da iki şekildedir. İcma olmasa da sizin için kesin mertebesinde olmalıdır. Yani içtihadınızı tamamlamalı ve tam kanaate varmalısınız. Fıkıhçılar buna “nass” demektedirler. Birçok zamanlarda zaman kaybetmemek için içtihadı tamamlamadan da karar verirsin, buna “zâhir” deniyor. İşte hevalarını reddetmek için içtihadın zâhir derecesinde olmalıdır.

Bu kural usul ilmine eklenmelidir.

Önce ilimler tasnif edilmeli, konular belirtilmelidir. Sonra da Kur’an’da tefsir yapılırken rastlanan bu tür yenilikler oraya da kaydedilmelidir.

Yani “ammâ” kelimesini mecazi olarak zorluk içinde gelen yani içtihadı tamamlanan manâsında anlıyoruz.

(Li KulLin CaGaLNAv MiNKuM)

“Sizden herkes için ca’lettik.”

Burada “külli”nin sonundaki tenvin hazf olmuş bir kelimenin yerine getirilmiştir. “Likülli ümmetin” veya “likülli evliyain” demektir. Kelime hazf edilerek takdir yetkisini bize bırakmıştır demektir.

İnsanlar yaradılıştan beri gruplar hâlinde yaşamaktadırlar. İki çeşit grup vardır. Biri topraklarını da bölüşerek gruplar oluştururlar. Aşiret, kabile, şa’b ve kavimler böyle gruplardır. Bunlara “ümmet” diyoruz. Diğeri ise aynı topraklarda insanların sosyal grup oluşturmalarıdır. Bunlar ilmî, dinî, meslekî ve siyasî gruplar olurlar. Bunlara da “evliya” denmektedir.

Minküm” kelimesi teb’iz için gelmektedir. Hitap Cuma namazı kılanlar olduğuna göre demek ki bir bucakta değişik şir’alar ve minhaclar olacaktır. Buna göre burada kastedilen evliya yani dayanışma ortaklıklarıdır. Özel hukukta herkes kendi içtihadı ile amel edecektir. Herkes içtihat yapamayacak, onlar da seçtikleri müçtehitlerine göre amel edeceklerdir. Aynı müçtehide bağlı olanların ortak kuralları olacaktır. Böylece bizim bucağımız sosyal gruplardan oluşacaktır. Özel hukuk böyle oluşacaktır. Kamu hukukunda ise her bucağın kendi icmaları olacaktır. O zaman da “ümmetin” kelimesini takdir ederiz.

(ŞıRGaTan Va MıNHACan)

“Şir’a ve minhac vardır.”

Kur’an’da topluluk kastedilerek burada “herkes için şir’a ve minhac vardır” denmektedir. Başka yerde de “herkes için viche vardır” denmektedir Bir yerde de “biz her ümmet için bir mensek yaptık” denmektedir. Velayet müessesesi üzerinde durulmaktadır.

Biz bu kelimelere dayanarak “şir’a”yı ilim, “minhac”ı din, “viche”yi siyaset ve “mensek”i meslek olarak aldık. Bunlar üzerinde henüz tam olarak durmuş bulunmuyoruz.

Şir’a ve minhac” birlikte zikredilmiştir. Onlar arasında bir birlik olması mı gerekmektedir? “Viche” ayrı zikrediliyor. “Mensek” için her ümmet için deniyor; her bucağın tek ekonomisi olacaktır demektir. Bunu da tek parası olacaktır şeklinde anlayabiliriz.

Biz dört kavramı diğer kavramlarla birleştirsek:

ŞİR’A,    SAVAMI’, AHBAR,   ALİM

MİNHAC, SALAVAT, RUHBAN, RAŞİD

MENSEK, BİYE’,   RABBAN, ÜSVE

VİCHE,   MESACİD, KISSİS,   HADİ

Dayanışma ortaklıkları olarak tasnif ediyoruz.

Burada “şir’a ve minhac” beraber zikredilmiştir.

Bu dört kuruluştan ikisi zorunludur. Şir’a zorunludur, çünkü şir’ası olmayana ne ile hükmedeceğiz. Siyasi kuruluşlar da zorunludur. Siyasi kuruluşu olmayanların dayanışma ortaklıkları olmaz, onların hukukunu nasıl koruyacağız. Ama dini kuruluşları tercih etmeyeni zorlamayabiliriz. Mesleki kuruluşu olmayanı da zorlayamayız.

Bu âyetteki bu cem bize ikisinin tek dayanışma ortaklığı olabileceği anlamına gelir. Biz taşra bucaklarında ilmî dayanışma ortaklığı ile dinî dayanışma ortaklığının bir olarak alınmasını, meslekî dayanışma ortaklığı ile siyasî dayanışma ortaklığının bir olarak alınmasını, il merkez bucakları ülke merkez bucakları için ise dördünün de ayrı dayanışma ortaklıkları kurulmasını istihsanen kabul ediyoruz.

Şir’a” “şeriat” kelimesinden gelmektedir. “Şaraha” kelimesi ile akrabadır. “Şerh” yarık demektir. “Şeriat” suya giden yol demektir. Hayvanlar sulanma zamanlarında geniş alan içinde sulama alanına yaklaşırlar. Bu şeriattır. Şeriat içindeki yollar da “şir’a”dır. Otoban şeriattır. Otobandaki şeritler birer şir’adır.

Mantıkta iki kavram vardır. Şöyle açıklayalım. ‘Cebinizdeki paraları söyleyin’ diyeyim. Herkes parasını söylediği zaman, kimde olursa olsun, ne paralar varsa cins cins bu toplulukta vardır demektir. Diyelim ki içimizden birinin cebinde 200 TL’lik bulunsun. Demek ki bu toplulukta o vardır. Buna “toplama” diyoruz. Bir de hepimizde diyelim ki 20’lik ve 10’luk bulunsun. Buna da “çarpım” denir.

İşte, şeriat şir’aların toplamıdır, icmalar ise şir’aların çarpımıdır.

Her şir’a sahibi kendi şir’asına göre sorumludur, ortak zorunlu şir’a yoktur.

İhtilaf hâlinde ispat külfeti kime ait değilse onun şir’asının hükümleri uygulanır.

Nehice” yolculuk yapmak demektir, rahat gidilen yol demektir.

Minhac” miftah vezni üzere ism-i âlettir, rahat yolculuğun yapıldığı yer anlamındadır. Şeriat da yol minhac da yol demektir. Yan yana getirmiş ve “Ve” harfi ile atfettiğine göre birbirinden farklı yol olmalıdır. Şir’a cadde içinde, şerit ise minhacda şerittir.

Şimdi şeriat ve minhac yahut tarikat arasındaki farkları ele alalım.

Şeriat Sokrat’ın ekolüdür. Sorgulamadan hiçbir şeyi kabul etmeyeceksin. Onlar zanna uyuyorlar, oysa zan haktan hiçbir şey ifade etmez. Diğeri (minhac) ise tâbi olmadır. Önce şeyhini seçerken içtihat yapacak, ondan sonra teslim olacaksın, o ne derse onu yapacaksın.

Şeriat ehli haritaya bakarak yol alır. Sorsa bile haritayı doğru okumak için sorar. Yani şeriat ehli önce haritayı alır sonra rehber arar. Tarikat ehli önce rehberi seçer ondan sonra kayıtsız şartsız ona tâbi olur. Bu bakımdan din ile askerlik birbirine benzer. Oysa ekonomide ve ilimde ise tartışma esastır. Bu sebepledir ki askeri yargı sivil yargıdan farklıdır.

Demek ki dinde ve askerlikte minhac sistemi uygulanacaktır, ekonomide ve ilimde ise şir’a sistemi uygulanacaktır.

Halk minhac ile amel edecek, rasihler şir’a ile amel edecektir. Bu sebepledir ki ikisi birden yaşanacaktır. Onun için ayrı ayrı “liküllin” denmemiştir.

(Va LaV ŞAvEa elLAHu)

“Allah meşiet etseydi.”

Kâinatı var edip onu rebvet ettiren Allah’ın meşieti olsaydı, elbette şimdi mevcut olan kâinattan başkasını var ederdi. Önce kâinatı gözümüzün önüne getirelim. İnsanın kulacı bir metreye yakındır. 10 metre mesafede diğer insanlarla rahatlıkla görüşür, yüz hatlarını görebilir. 100 metre mesafede insanları uzaktan tanır, ses duyurabilir. 1000 metre ötedeki insanı insan olarak ayırır ama tanıyamaz. Yani bir kilometre mesafesi insanın ufkudur. Ondan sonra dağ gelir. En yüksek dağ 10 000 metreye yakındır. Yağmurun yağdığı bulutların dolaştığı tabaka burasıdır. Sonra 100 000 metrelik tabaka gelmektedir.  Hava tabakasıdır. Su yoktur, rüzgar yoktur ama teneffüs ettiğimiz hava vardır. Sonra 1 000 000 metrelik tabaka gelir, sabah bu tabakadan görünür, buna yeryüzünün örtü tabakası denir. Yeryüzünden maddelerin kaçmasını önler, gökyüzünden de taşların ve öldürücü ışıkların gelmesini önler. Koruyucu tabakadır.

Yeryüzünün altında bir o kadar da döşek tabaka vardır. Onun kalınlığı da örtü kalınlığı kadardır. Altında iki misli sıvı tabaka var. Onun altında da üç misli katı tabaka vardır. Toplam yedi tabakadır. Yerin yarıçapı 6300 km’dir. Atmosfer ile 7 350 km’dir.

Ay atmosferli yerin yarıçapının 50 katı, atmosfersiz yerin yarıçapının 60 katı uzaklıktadır. Güneş de Ay uzaklığının 400 katı uzaklıktadır. Güneş'ten bize ışık 8 dakikada gelir. Güneş’in etrafında bizim yerimiz gibi gezegenler vardır. Onlarda hayat yoktur. Bize en yakın yıldızdan ışık 4 senede gelmektedir. 200 milyar yıldız bizim galaksimizde yer alır. Diğer galaksilerden ışık bize 2 milyon senede gelmektedir. Kâinatın çapı 10^13.7 ışık yılıdır, her yıl ışık hızıyla büyümektedir.

Bizim bedenimiz hücrelerden oluşur, hücreler de organik moleküllerden oluşur. Organik moleküller atomlardan oluşur, atomlar hidrojen atomundan oluşur. Bir atomda 1837 kadar parçacık vardır. Bunlar parçalanmazlar. İnsanlar en küçük atomla en büyük Kainat arasındadır.

İşte bu kâinat böyle bir düzen içindedir.

Temel kanunlar vardır.

Kâinat büyümektedir.

Oluşan boşluklarda parçacıklar birleşip ayrılarak varlıklar oluşturmaktadır.

Varlıklar arasında denge vardır.

Kâinatta bunlardan yararlanmak için de Allah insanları, cinleri, melekleri ve ruhları var etmiştir. Görünen âlemde insanlar kâinata hakimdir. Güneş sistemi yeryüzündeki Adem oğullarına tahsis edilmiştir. Bunlar bir taraftan tek ümmettirler. Diğer taraftan uluslara, uluslar şa’blara, şa’blar kabilelere, kabileler aşiretlere ayrılmıştır. Bunlardan her biri ayrı ayrı ümmettir. Yani her birinin ayrı ayrı başkanları vardır.

Ümmet demek imamı olan kimse demektir. Arılar kovanda milyonlara varan üyelerden oluşurlar ama bir tek kraliçeleri vardır. Sonra kovanlar arası bir irtibatları yoktur. İnsanlar ise iç içe topluluklardır, onlu sisteme göre oluşmuştur.

(La CaGaLaKuM EumMaTan VaXıDaTan)

“Sizi bir ümmet yapardı.”

Yani tüm insanların bir başkanı olurdu ve hepimiz ona tâbi olurduk.

Biz bugün cep telefonlarına sahibiz.

Allah, başımızın tepesinde göze benzer bir telefon koyardı, tüm insanlarla konuşabilirdik. Böylece devletlere, illere, bucaklara, ocaklara gerek kalmazdı. Beyni var eden Allah için böyle bir telefon koymak işten değildir. Ormanlardaki ağaçlar üzerinde antenler koyarak tüm dünyayı tek alana çevirebilirdi.

Allah böyle yapmadı da bizi ayrı ayrı topluluklar yaptı, iç içe topluluklar yaptı.

Bir ümmet” demek, arılar gibi tek başkanın bulunması demektir.

İnsan vücudu hücrelerden oluşmuştur, tek ümmettir. Aralarındaki uyum için iki araç kullanır. Bunlardan biri hormonlardır. Belli hormonun yayılması ile tüm vücut gerekli buyruğu alır. Hormonlar da damarlar vasıtasıyla bütün hücrelere ulaştırılır.

Bugünkü Merkez Bankası para ile bunu yapmaktadır, piyasaya böyle müdahale etmektedir. Arılar da saldıkları koku ile bunu sağlamaktadırlar. Karıncalar ise kulağımızın alamayacağı seslerle tüm karıncalara gerekeni iletmektedirler. İnsanlar ise aracılarla bunu sağlamaktadırlar. Bu sayede tüm yeryüzü tek ümmet hâline geliyor. Ama arada başkanlar da devreye giriyor. İnsandan başka böyle aracılarla yönetilen başka canlı yoktur.

(Va LAKiN LiYaBLuVaKuM)

“Velakin sizi imtihan etmesi için.”

Buradaki “Lakin”den önce hazf edilmiş bir cümle vardır. “Ve lem yec’al ümmeten vahideten lakin cealakum ümemen” (Sizi tek ümmet kılmadı, ancak ümmetler kıldı) denmiş olmaktadır. Yani, hem her “lakin”den önce cümle hazf edilmiştir, hem de “lakin”den sonra cümle hazfedilmiştir. “Ve” harfi daha çok “lakin”den önce hazfedilmiş cümle varsa getirilir.

“Lakin” ile “velakin” arasındaki fark böylece ortaya çıkıyor. “Velakin”de hazf vardır.

İşte bu kuralın bulunması kıyas-ı şer’î ile mümkün olmaktadır.

Bir değişiklik görünce ona illet ararsın...

Kendi aklınla bir illet koyarsın...

Sonra kontrol edersin...

Şimdi “velakin” geçen âyetleri gözden geçirip bu kuralın doğru olup olmadığını tahkik etmek gerekmektedir, o da size düşer...

Kural şudur: “Ve” ile “lakin” arasında mahzuf bir cümle vardır.

Belvetmek” bilemek demektir. Bıçağın keskin olması için bilenmesi gerekir.

Bunun dışında bir varlığı olgun hâle getirmek için sıkıntıya uğratmak gerekir. Büyüyen öküz saban çekmez. Onu önce eğitirler, ondan sonra sabana koşarlar. Yorga atlar da böyledir, eğitildikten sonra üzerine binilir ve at koşar.

Kumaşı dokuduktan sonra onun yıpratılması gerekir. Yünden yaptıkları kumaşı köylerde cendere arasına koyarlar, uzun zaman üstünden götürüp getirerek yıprattıktan sonra o kumaş dayanıklı olur. Bunlar “belv” ile ifade edilir.

İşte…

Allah insanları dünyaya bunun için getirdi, onları insan yapmak için getirdi. İnsanları uluslara, boylara, bucaklara, ocaklara ayırdı. Aralarında yarışma ve çatışma kurallarını koydu, böylece onlar Allah’ın kendilerine verdiği imkanları kullanarak yetişmektedirler. Dünyada yetişemeyenler âhirette yeniden yetiştirileceklerdir. Dünyada yetişemeyenler cehenneme gönderileceklerdir. Dünyada yetişenler de cennete gideceklerdir.

(FIy MAv EAvTAyKuM)

“Size îtâ ettikleri içinde.”

Allah bize verdikleri ile bizi yetiştirmektedir.

Verdikleri bütün nimetlerdir. Bedenimiz, sağlığımız, gözümüz, kulağımız bize verdiklerindendir. Akrabalar bize verdiklerindendir. Komşular bize verdiklerindendir. İçinde yaşadığımız ocağımız, bucağımız, ilimiz ve ülkemiz bize verdiklerindendir. Yiyecekler, giyecekler, taşınmazlar, araçlar bize verdiklerindendir.

Bunların içinde bizi terbiye etmektedir.

Cevizi havana koyarsın, sonra onu döversin döversin, sonra onunla baklava yaparsın.

İşte, insanlar da kendisine verilenler içinde dövüle dövüle olgunlaşacaklardır.

Burada “Bi” harfini kullanmamış, “Fi” harfini kullanmıştır. Çünkü biz ayrı ayrı ümmet olma ve birbirimizle çatışma ve yarışma ile terbiye edileceğiz.

(Fa iSTaBiQUv eLPaYRATı)

“Hayratı istibak ediniz.”

Hayır” var, “şer” vardır. Şer, “şerare”den gelen kelimedir. Birden gelen darbeler şer kabul edilmiştir. Arabayı yavaş yavaş kaldırsanız “hayr” olur ama birden kaldırırsanız “şer” olur. Araba frenle durursa “hayr” olur, çarparak durursa “şer” olur. Hayat dalgalanmadır. Düzgün dalgalar “hayr” olur, aşırı yükselmeler “şer” olur. Evinizde bazan durup dururken aydınlatma lambanız patlar, bunun sebebi şebekede aşırı gerilimin meydana gelmesidir. Yarışırken kurallar içinde karşı tarafı yıkmadan yarışacaksınız.

“Hıyar” bir meyvenin-sebzenin adıdır. Bizim memlekette salatalığa “hıyar” derler. Aslında memleketin seçkin meyvesine hıyar denir. Sizin ülkenizde elma hıyar olabilir. Sonra meyvelerin veya diğer malların içinde olgunları ve iyileri seçilerek pazarlanır.

Onlar hıyardır. Hayırdır.

Gelir getirmeyen mirasa “tereke” denmektedir. Yani sahipsiz bıraktı demek olur. Gelir getiren servete ise “hayır” denir. Bazı mallar vardır ki onlar sadece meta mallarıdır. O malların kaimi aynı zamanda malikidir. Oysa bazı mallar vardır ki onların malikleri başka kaimleri başkadır. İşte kaimleri başka olan mallara “hayrat” denir.

Mülkiyette miras, kıyamda ise vasiyet vardır.

Sabkat etmek” geçmek demektir. “Sevk” kelimesi ile akrabadır. “Saik” elinden tutup götürendir. “Sabık” ise onu geçmeye çalışandır.

Hayrata sabkat edin” denmektedir. Hayrata ulaşmak için koşun demektir.

Bir meyve ağacına birkaç kişi çıkıyor, herkes fazla toplamaya çalışıyor.

İşte bu hayra doğru yarıştır.

Allah bizi değişik ümmetler yaptı, hayra doğru yarışacağız...

Hayrât” kelimesi kurallı dişi çoğuldur. O halde ekonomik kurallar içinde yarışacağız. Yarışta birimizin yaptığını diğeri bozmayacaktır. Diyelim ki yapılan yarış ilimde yarıştır. Ben bir şeyler getirdim, size bir şeyler getirdim. Benim getirmem sizin getirmenizi engellemez.

İşte bu hayrattır.

Bu sebepledir ki faiz haramdır.

Genel kural şudur: Çıkar çatışması varsa, biri zarar ediyorken diğeri kazanmıyorsa, o “faiz”dir. İki taraf da kazanıyorsa, o “ribh”dir.

Hayratta yarışın” dendiği zaman, birbirinize zarar vermeden kazanmaya çalışın demektir. Hayırda yarışırken dikkat edeceğimiz husus, başkasına zarar vermeden kazancımızı çoğaltmadır.

Sadece bu âyet bile “hakka dayalı düzen” ile “kuvvete dayalı düzen” arasındaki farkı bize belirtmiş olmaktadır.

(EiLay elLAHi MaRCıGuKuM)

“Merciiniz Allah’adır.”

Allah” kelimesi burada izhar edilmiştir.

Bundan önce kâinatın rabbi Allah kastedilmişti, şimdi ise O’nun halifesi olan topluluk kastedilmektedir, ümmet kastedilmektedir.

Sorunlarımızı çözmek için başvuracağımız yer topluluktur, hakemlerden oluşan yargıdır. Yarışmada eğer zarar veren varsa, o zararı gidermekle yükümlü bulunur veya yarıştan dışarı çıkarılır. Bu sebeple ilkel de olsa bir topluluğun var olması demek hakemlerin var olması demektir. İlk insandan bugüne kadar hakemlik sistemi vardır. Köylerde niza olduğunda Cuma günü komşular nizayı camiye meclise getirirler. Meclis onları uzlaştıracak iki kişi seçer. Biri birinin ehli olur, diğeri diğerinin ehli olur. Onlar sorunu çözerler. Aralarında ihtilaf olursa üçüncü kişiye danışırlar. Hakemlerin verdiği karara taraflardan uymayan olursa o kimse dışlanırdı. O zaman dışlanma demek ölme demekti.

Kur’an’ın koyduğu sistem de budur.

Sonraları polis ve asker teşkilatı oluşturulmuştur, onlar kararlara uymayanları zorla yola getirirler.

CaMİyGan

“Cemian”

Hepiniz birlikte topluluğa müracaat edeceksiniz. Bu da meclisin, tarafların hakemlerini seçmesidir. Kimlerin hakem olacaklarına meclis karar vermektedir. Taraflar onların içinden kendi hakemlerini seçmektedirler. Böylece hakemler cemian seçilmiş olmaktadır. Yargının oluşma şeklini böylece Kur’an ortaya koymaktadır.

Burada “cemian” dendiğine göre tüm topluluk için mutabakat şarttır. Biz bu mutabakatı istihsanla böyle temin ediyoruz. Siz başka usul bulursanız, o bulduğunuz usul bizimkinden daha iyiyse, elbette ona gidilir.

Meclis Başkanı Cemil Çiçek diyor ki; tüm topluluğun mutabakatı ile anayasa hazırlanmalıdır ama sonra tartışmadan herkes ona uymalıdır.

Bu yeni anayasa nasıl hazırlanacaktır?

Tüm insanlar nasıl anlaşacak, 72 milyon insan nasıl anlaşacak?

Anayasa yapımına katılmayan partilerden birine katılır. Katılmayanların anayasa hakkında söz söyleme yetkisi yoktur. Beğenmezse ülkeyi terk eder. Partiler önce ikili olarak tartıştırır. Onlar uzlaşarak bir metin getirirler. Uzlaşamazlarsa hakemlere gider, hakem kararlarını getirirler. Sonra gruplar ikili olarak tartışır. Böylece her parti hakemlerin kararları ile bir metin getirirler. Yirmi kadar metin hazırlanmış olur. Ondan sonra halk bunları sıralar. Birinci ve ikinci gelenler anayasaları teklif ederler. Anlaşamadıkları yerde hakemlere giderler. Böylece meclis bunu ittifakla kabul eder. Etmeyenin milletvekilliği düşer ve o ülkeyi terk eder. Demek ki ikili tartışma, sıralama, teklif ve hakemler sistemi ile “mutabakat anayasası” tedvin edilmiş olur.

Adalet Bakanı olduğu dönemde Cemil Çiçek bu “Adil Düzen”dir diye kabul etmiyordu. Kendisi şimdi meclis başkanıdır, müzakere usullerini geliştirme onun yetkisindedir. Daha iyisini getirsin, onun üzerinde mutabakat sağlansın.

Marş marşla maddeler gelmiyor.

Fa YUNabBiEuKuM BiMa KuNTum FiHi TaPTaLiFuNa)  

“İhtilaf ettiklerinizi size tenbi eder.”

Yani hakemler kararlarını bildirirler. Yargı kararını bildirir anlamındadır.

Yargı safahatını hatırlayalım.

İlçede topluluk tarafından yetkili kılınmış 10’a yakın  avukat var, maaşları devlet verir; 10’a yakın soruşturmacı var, maaşlarını devlet verir; 10’a yakın bilirkişi var, maaşlarını devlet verir; 10’a yakın da hakem vardır, maaşlarını devlet verir.

Herhangi bir kimse mağdur olduğunu zannederse, soruşturmacılara başvurarak olayı tesbit ettirir. Hukuk davalarında iki, ceza davalarında dört soruşturmacı bu işi yapar. Soruşturmacılar gerekli gördükleri yerde bilirkişilere baş vururlar. Ceza davalarında dört, hukuk davalarında iki soruşturmacıyı şahit olarak bulunca davacı bir hakem seçer. Hakem davalıya da bir hakem seçtirir. Onlar da kendilerine bir baş hakem seçebilirler.

Soruşturmacıların dosyaları hakemlere gelir. Hakemler dosyaları inceler ve soruşturmayı yeterli görürlerse şehadetlerini kabul ederler. Duruşma yapılır. Soruşturmacıların şehadeti ile hakemler kararlarını verirler. İşte burada ihtilaf edilen hususlarda karar bildirme tenbidir. İhtilaf edilen hususlar anayasa maddeleri olabilir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org (0532) 246 68 92

 

 

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3488 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2677 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2651 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2166 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2542 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2565 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2300 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2204 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2617 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2496 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 2005 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2362 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2311 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2459 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2455 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2416 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3066 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2689 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2684 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2765 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2972 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3048 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3448 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5509 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3570 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3096 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3885 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3736 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3443 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3896 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3853 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4134 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4667 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3986 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3869 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2882 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2969 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3975 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7762 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5643 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4197 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3599 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3740 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4760 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4477 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4770 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4690 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4846 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4571 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3420 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4494 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3646 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5198 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3874 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5185 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5047 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4958 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3565 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3496 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3707 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5194 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4224 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5456 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4104 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5292 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4489 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4444 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4597 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4790 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5345 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4134 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5283 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4548 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3864 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4413 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4615 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4147 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4121 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4105 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4560 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5672 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9865 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4675 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3726 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3876 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3369 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3404 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3762 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5727 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4265 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3462 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler