Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 623
MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ -45.AYETLER
6.08.2011
2563 Okunma, 0 Yorum

MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 31

 

 

(Va KaTaBNAv GaLaYHiM FIyHAv)

“Ve onlara orada ketbettik.”

Buradaki “Ve” bundan önceki âyette geçen “innâ enzelnâ ettevrate” ifadesindeki “enzelnâ”ya atfedilmiştir; “inzâl ettik ve orada onlara yazdık” denmektedir.

“Cana can” âyeti Hazreti Musa’nın beş kitabında yer almaktadır. O halde Tevrat Hz. Musa’nın beş kitabını da içermektedir. Esasen Tevrat’tan sonra gelen kitaplarda yeni hükümlerden ziyade o hükümlerin uygulanışı vardır. Asıl uygarlığı kuran kitap Tevrat’tır. Tevrat yalnız İsrail oğullarının değil, 12 levha kanunları ile Roma hukukunun da temelidir. Böylece bütün yeryüzünde bulunan hukuk sistemlerinin tamamının ilk kurucusu Tevrat’tır.

Kur’an, Tevrat gibi fer’î hükümleri içermez Kur’an içtihadın nasıl yapılacağını içermektedir. Fıkıhtaki bölümleri kitap hâline İmam-ı Malik getirmiştir. Konuların tasnifi de Roma hukukuna çok benzemektedir.  Medineli olan İmam-ı Malik Roma Hukukundan pek haberdar değildir, ancak bu bapların benzeyişleri Medinelilerin bu baplara vakıf olduğunu göstermektedir. Fıkıh yeniden tedvin edilmiştir. Ancak konuların tasnifinde Romalılara ve Mezopotamyalılara dayanan bir geleneği almışlar, yeni müesseseleri de yerleştirerek bugünkü hukuk düzenini ortaya çıkarmışlardır. Bu noktadan yola çıkarak şuna işaret etmek istiyoruz ki; Kur’an değişmez ilâhi metin olarak tamamen özeldir. Öyle ki, buna benzer başka bir kitap yoktur, tektir. İnsanlara Allah’ın rahmetidir. Uygulama bakımından Tevrat tek kaynaktır. Mezopotamya hukukunun devamı olarak gelmektedir.

Bu özellikleri şöyle sıralayabiliriz.

  1. Tarihte ilk hukuk düzenini tedvin eden Hazreti Nuh aleyhisselâmdır, yazılı hukuku meydana getirmiştir. Ancak burada yazılan peygamberlerin sünnetidir, Allah’ın kelamı değildir. Sonra bu hukuka dayanılarak Mezopotamya devletleri kurulmuş ve bunlar kanunları tedvin etmişlerdir. Tevrat’tan önce Mezopotamya’daki Nuh Hukuku vardı. Bu hukuk dünyaya yayılmıştır ama hiçbir yerde Mezopotamya seviyesine ulaşamamıştır.
  2. İkinci hukuk evrimi Tevrat’la olmuştur. Tevrat peygamberlerin sünneti değildir, Allah’ın indirdiği kitaptır. İbrani uygarlığı bunun üzerine kurulmuştur. Roma Hukuku da buna dayanmaktadır. Tevrat İsrail oğullarına hitap eder. Romalılar Tevrat’ı lâikleştirip tüm insanlığın hukuku hâline getirdiler. Hazreti İsa da bunu onayladı. Roma Hukukunun temeli Jüstinyanus’tur, Hıristiyan bir hükümdardır. [Justinianus (d.482-ö.565), I. Justinianos (Latince:Flavius Petrus Sabbatius Iustinianus) Jüstinyen olarak da bilinir, 527-565 döneminde Doğu Roma (Bizans) İmparatoru olarak hüküm sürdü. Roma Hukukunda yaptığı reformla anılır. Roma kanunlarını 12 ciltlik bir kitap hâlinde toplatmıştır. Bunun ardından imparatorluk medeni kanununu hazırlatmıştır.]
  3. Ondan sonra Kur’an nâzil olmuş ve “kanun sistemi” yerine “içtihat sistemi” gelmiştir. Fıkıhçılar Kur’an’a göre hükümleri ortaya çıkararak yeni üçüncü şeriatı oluşturdular. Bunlar başka bir şey daha yaptılar, “hukuku oluşturma sistemi”ni geliştirdiler; buna “Fıkıh Usulü” denmektedir. Biz şimdi onların geliştirdiği fıkıh usulüne göre III. bin yıl uygarlığının problemlerini çözüyoruz.
  4. Şimdi hukuk inkılâbının dördüncü dalgası geliyor. Birinci Kur’an Uygarlığı Hazreti Muhammed Peygamber’in öğretileri içinde oluştu. Bugün artık aramızda peygamber yoktur, bugün sadece ilim vardır. İlme dayanarak yeni uygarlığı oluşturacağız.

Bugün yeryüzünde dört büyük din vardır, müntesipleri milyarları geçmektedir. Bunların dışında olan dinler de bu dört dinden ayrılmış mezheplerden ibarettir. Şamanizm geleneğine bağlı çok az din mensupları da mevcuttur, bunların uygarlıkta bir iddiaları yoktur.

Bunların kaynağı ilâhi kitaplardır.

Farz edelim ki bunlar ilâhi kitaplar olmayıp da peygamberlerin uydurdukları şeriatlar olsun. Üç bin, dört bin yıldır yaşamaktadır, bunlardan başka da ortada kimse yoktur.

İşte düzeni kökünden değiştirmek isteyen Marx’ın ömrü sadece 70 yıl olmuş, kimse ona inanmamıştır, birkaç iktidar hırslısı istismarcılar dışında müntesibi de yoktur.

Konuyu iyi anlamak için meseleyi biraz daha açalım. Dört büyük dinin ve bunların ana dayanağı olan Tevrat ehlinin müşterek varsayımları şunlardır:

  1. Kâinatı tek Tanrı yaratmıştır, O her yerde hazır ve nâzırdır. Yarattığı gibi aynı zamanda yönetmektedir.
  2. Kâinatın içinde insan O’nun halifesidir, O’nun adına görevler yapmaktadır. Görevlerini yerine getirenler mükafatlanıp cennete gidecekler, görevlerini yapmayanlar ise cezalandırılacaklardır.
  3. Zinayı yasaklamış, yerine aile müessesesini kurmuştur.
  4. İnsanları kabilelere ve şa’blara ayırmış, onlar arasında denge kurmuştur.
  5. Yeryüzünde değişik devletler olacak ve bunlar arasında düzen oluşacaktır.
  6. Allah peygamberler göndermiş, kitaplar indirmiş ve insanlığa doğru yolu göstermiştir.
  7. İnsanların emekleri ile kazandıkları kendilerinin hakkıdır, mülkiyet ekonomisini tedvin etmiştir.

Buna “peygamberler düzeni” diyoruz.

Marx bu düzene karşı çıkmış ve bunları reddetmiştir.

  1. Tanrı yoktur. Tabiat vardır. Şuursuz olan bu varlık kendiliğinden olup gitmektedir.
  2. Öldükten sonra dirilme ve orada cennet cehennem yoktur. Kim kimi yenerse ona o kâr kalır. Hakkınızı almaya çalışın.
  3. Evlilik sömürü aracıdır. Zina diye bir yasaklık yoktur. Aile yoktur. Çocuklar kreşlerde büyümeli, akrabalarını bilmemelidir.
  4. Kabileler, kavimler/uluslar savaş kaynağıdır. İnsanlar tek ulus olmalıdır. Kreşler ulus düşmanlığını da ortadan kaldırır.
  5. Devlete gerek yoktur. İnsanları kötü yapan aile, milliyet, mülkiyet ve dindir. Bunlar kalkınca insanlar melek olur, devlete gerek kalmaz.
  6. Peygamberler yalancıdır, sermayenin sömürü araçlarıdır.
  7. İnsanlar ihtiyaçlarını giderirler, onun dışında ‘senin-benim’ diye bir şey yoktur.

İşte, tekel sermeye buna dayanarak III. bin yıl uygarlığını kurmak istiyor.

Allah da Kur’an’la peygamberlerin uygarlığını kurmayı murad ediyor.

İşte “Adil Düzen Çalışmaları” budur.

Bakara’da “size kısas yazıldı” denilmekte, zaten burada bunun hükümleri anlatılmıştır.

Burada “Tevrat’ta yazıldı” ifadesiyle kısas hükümlerinin beşerî olduğu ifade edilmiştir. Kur’an, “el hurumatu kısas” diyerek genel kuralı koymuş, bunu katlda kısasla örneklendirmiştir. Orada köle köle ile açıklaması harfi atıfsızdır. Sadece onun izahıdır. Öldürmede kısas ifadesi ile genel hüküm konmuştur. Burada ise o genel hükmün bir izahı yapılmıştır. Cana can, göze göz. Göze göz evleviyetle kısas olur. Tevrat’ta bu hükmün olduğunu göstermekle şeriat hükümlerinin aynı olduğu ifade edilmiştir.

Bizden önceki şeriat bizim için de şeriattır. Fıkıhçılar bir şart koymuşlar; bizim şeriatta da bildirilmelidir diyorlar. Biz Kur’an’da da bildirilmelidir, yahut Kur’an’ın hükümlerine aykırı olmamalıdır diyoruz. Bu takdirde Kur’an’da bildirilmese de onunla amel vacip değilse de caizdir.

Aleyhim” kelimesi burada fihadan öne alınmış. Yani “onlara böyle yazdık” deniyor.

Evet, bu âyet doğrudan bugünkü ebu leheblere yani sermaye sahiplerine hitap ediyor.

Dünyada kısas hükümlerini kaldırıyor, idamı insanlık dışı kabul ediyorsunuz. Oysa size böyle emredilmiştir. İsrail oğullarının hastalığı buradan gelmektedir. Onlara göre kendileri insanüstüdürler. Onlara emredilenler sadece kendi aralarında öyledir. İsrail’de idam kaldırılmamıştır, hattâ ABD’de de kaldırılmamıştır. Hayvan olarak gördükleri diğer insanlar da idam hükümlerini onların keyfi için kaldırmışlar, böylece onları haklı çıkarmışlardır!

Şimdi Kur’an burada onlara hitap ederek diyor ki; biz orada “cana can” yazarken Yahudi demedik, “cana can” dedik, yani herkes için bu hükümleri getirdik diyor.

III. Bin Yıl Uygarlığımızı kurarken Kur’an’ı anlamada takip edeceğimiz kurallar şunlar olacaktır.

  1. Kur’an’dan önceki kitapların kurduğu uygarlıklarda şeriatın uygulanışı.
  2. Birinci Kur’an Uygarlığı’ndaki uygulamalar.
  3. Gelişmiş bulunan tabiî ve sosyal müsbet ilimler ile tüm diğer lâik uygulamalar.
  4. En önemlisi, yeryüzünde oluşacak bir milyon bucaktaki uygulamalar ve sonuçları.

İşte, bizim III. bin yıl içtihatlarının temel kaynakları bunlar olacaktır.

Kur’an temel kaynaktır. Sünnet de Birinci Kur’an Uygarlığı uygulaması içinde mevcuttur. İcmada ise bugün icma edilecektir, yani bugünkü âlimler bir konuda ittifak ederlerse o icma olacaktır. Bunun için de şu usuller geliştirilmiştir.

  1. Her ocakta o ocakta 15 yaşını doldurmuş kadın ve erkeklerin icmaı ocak icmaı olacaktır. Bunlara “âmil” deniyor.
  2. Yedi yaşını dolduran herkes ilmî ehliyet sahibidir. İlmî ehliyeti olanlar kendilerine öğretmen seçerler. Bu aynı zamanda onların ilmî dayanışma sorumlusudur. Bir kimsenin bucak âlimi olması için oradaki ilmî ehliyeti olanların en az yirmide birinin öğretmeni olması gerekir. En çok beşte birinin öğretmeni olunabilir. İşte bucağın ilkokul hocaları bucak âlimleridir. Bunlar aynı zamanda bucaktaki din adamlarıdır. İşte bunların ittifakı bucak icmalarını ortaya koyar. Bunlara “zâkir” deniyor.
  3. Bir il içinde on bucak âliminin ilmî danışmanı il âlimi olur.  Bir kimse en az beş, en çok yirmi bucak âliminin danışmanı olabilir. Bunlar ilin merkez bucağında yerleşirler. Bunların yani il âlimlerinin ittifakı ilin icmalarıdır. Bunlara “fakih” deniyor.
  4. Bir ülkedeki il âlimlerinden on âlimin danışmanı olan ülke âlimi olur. En az beş, en çok yirmi il âliminin danışmanı olmalıdır. Bunlar ülkenin merkez bucağında yerleşirler. Ülkenin meclisini oluştururlar. Bunların ittifak ettikleri hususlar o ülkenin icmalarıdır. Bunlara “râsih” denir.

İnsanlığın icması için tüm ülkelerin ayrı ayrı kendi ülkelerinde ittifak etmeleri gerekir, bunlar insanlık icmaları olur. İnsanlık icmasına aykırı ülke icması olamaz. Yani bir defa katılmışsa ve o hususta icma hâsıl olmuşsa, artık yeni icma oluncaya kadar ondan ayrılma mümkün olmaz. Bu icmanın ana kuralıdır. İcma olmadan herkes kendi içtihadı ile hareket eder. İçtihadını değiştirebilir ama bir defa icma olduktan sonra artık içtihadını değiştirsen bile amel olarak eski icmaa uyulacaktır. Ancak yeni icma ile eski icma değişebilir.

Kıyas ise aklî bir metottur. Asıl ve hüküm içtihatlarla sabit olur. Ama asılda illetin olduğu, fer’de de o illetin olduğu hususlar müsbet ilimle tesbit edilmiş olur.

Örnek: Deve geviş getiren hayvandır. Devenin eti helaldir. O halde geviş getirme etinin helal olması için illettir. Müçtehit burada sadece geviş getirenin illeti helaldir cümlesini içtihat edebilir. Devenin geviş getiren hayvan olduğu hususu müsbet ilimce ihtilafsız sabit olmalıdır. Sonra yine müsbet ilimle zürafanın da geviş getiren bir hayvan olduğu sabit olmalıdır. Müçtehidin burada içtihat etme yetkisi yoktur. Zürafanın eti helaldir hükmü de kıyas yoluyla sabit olmuş olur.

Görülüyor ki, içtihat demek nass ile ilim arasında oluşan bir dayanışma sonunda ortaya çıkmaktadır. O halde şimdi bizim yapmamız gereken Kur’an’ı ve diğer kitapları öğrenmede göstereceğimiz gayret kadar müsbet ilimlerde de gayret göstermektir.

(EanNa elNaFSa Bi elNaFSi)

“Nefse nefs”

“Cana can” diyoruz. “Cana can” dediğimizde ne kastedilir. Kim katlederse karşılığında o katledilir. O halde ifadede hazflar vardır. Buradaki hazf “men katele amden”  hazfıdır. Böyle denmeyip de “men katele” denseydi o zaman hataen öldüren de öldürülürdü.

Öldürmeler dört çeşittir.

  1. Kasden öldürmedir. Bu da iki çeşittir.
    1. Öldürülen savunma yapmamıştır, öldüreni öldürmeye kalkışmamıştır. Bu takdirde kısas yapılır.
    2. Öldürülen de savunmaya girişmiş, biri diğerini yenerek öldürmüştür. Kısas olmaz, diyet ödenir.
  • Kasıtlı öldürme olmamakla beraber maktulün zorlama esnasında ölmesidir.
      1. Kişinin malını, canını, ırzını ve işini korurken karşı tarafı öldürmesidir. Ölümle tehdit eden kimseyi öldürmek, hırsızı öldürmek, ikrah edeni öldürmek, işine mâni olanı öldürmek benzeri öldürmelerdir. Burada ağır diyet alınır.
      2. Kişiye eziyet etmek, bir işi yapmasını önlemek anlamında hareket etmiştir. Tokat attığı halde kişi ölmüştür. Yahut bağırmış, korkutmuş, o da ölmüştür. Burada diyet gerekir, kısas olmaz. Hafif diyet gerekebilir.
  • Hataen öldürmedir.
      1. Hafif diyet gerekir, bu diyeti âkilesi öder, katil keffaret verir.
      2. Ehliyetsiz birinin hataen öldürmesidir. Diyeti kendisi öder.
  • Müsebbip olarak öldürmedir.
      1. Yolun ortasında çukur kazmak böyledir. Diyet ödenir, keffaret gerekmez. Diyeti kendisi öder.
      2. Kendi tarlasında çukur kazmadır. Diyeti âkilesi öder.

    Buradaki “cana can”dan kasıt savunmaya kalkışmayan birini amden sebepsiz yere öldürmedir. Âyette nefse nefs mutlak olduğu halde, biz bu kayıtları nasıl koyuyoruz? Çünkü cana can denmiş ve hazf yapılmıştır. Hazfedilmiş kelimeyi biz takdir ediyoruz. Bunu da “elhurumatu kısas” kelimesine uygun yapmamız gerekir. Hataen öldüreni öldüremeyiz. Çünkü genel kısas hükümlerine aykırıdır. Kısasta eşitlik olmaz. Diğer taraftan hataen öldürenin hükmü başka âyetlerde belirtilmiştir. O halde bizim burada takdir edeceğimiz mahzuf ifade hataen katli hariç tutacaktır. Kur’an başka yerlerde “müteammiden katilden” bahsetmektedir. Yine başka yerde “taammedet kulubuküm” denmektedir. O halde kasıtta eşitlik olmalıdır. Öldürme kastı yoksa biz onu öldüremeyiz.

    Böyle mahzuf bir yerde bir ifade takdir etmeye “istihsan” diyoruz. Bu takdiri başka yerdeki delillere dayanarak yapıyoruz.

    Tefsir yaparken dikkat edilecek hususlar:  

    1. Zamirler ve işaretlerin gösterdiği yerleri bulmak.
    2. Atıf harfleri ile atıf yerlerini bulmak.
    3. Harficerlerin tahakkuk ettikleri yerleri bulmak.  
    4. Bir de mahzuf olanların yerlerinde hazfedileni ikame etmek.

    Kur’an bu suretle sonuna kadar yorumlanmalıdır. Yorumlanırken bazı kurallar kullanılacaktır. Yorumlarken ona işaret edilecektir. Sonra bu kurallar toplanarak tefsir ilmi getirilecektir.

    Geçmişte rivayet tefsirleri yapılmıştır, aklî tefsirler yapılmıştır, tasavvufî tefsirler yapılmıştır; fıkhî tefsir ise yapılmamıştır. Bunun sebebi, gramercilerin buldukları kurallar Kur’an’da her yerde uygulanamamıştır. Biz şimdi fıkhî tefsir yapıyoruz. Fıkhî tefsir yaparken Kur’an kelimelerine ve kurallarına fıkhî mânâları yüklüyoruz.

    Bu yükleme varsayımdır. İstihsandır.

    İstihsanın yanlışlığı:

    1. İcmaa aykırı olacak.
    2. Müsbet ilme aykırı olacak.
    3. Sistemde çelişki bulunacak.
    4. Faydasız olacak. Hikmete aykırı olacaktır. Hikmet hükmün tesisi için bir delil değildir. Yani bu yararlıdır, o halde yapalım denemez, bu zararlıdır o halde yapmayalım denemez. Ama hüküm illetlerle sabit olduktan sonra hikmete aykırı ise o illet reddedilir.

    Burada “en-nefsu bi’n-nefsi” denmiş, “en-nefsu biha” denmemiştir. Çünkü ikinci nefis birinci nefis değildir. Bir kelimenin izharı müsemmanın farklılığına delalet eder kuralı burada çok açık görünmektedir. Bundan sonraki ifadelerde de aynı kural uygulanmıştır. “El-hurru bi’l- hurri”de de kural uygulanmış olmaktadır.

    (Va elGaYNu Bi eLGaYN)

    “Ve ayne ayn”

    “Nefse nefs” dendikten sonra “ve” harfi ile uzuvların kısasına geçilmiştir.

    İnsanı ele aldığımızda insanda beş duyu organı vardır; görme, işitme, tatma, koklama ve hâl algılama. Görme ışığı, işitme sesi, tatma sıvıları, koklama gazları algılar, deri ise katıları algılar. Derinin başka bir özelliği de ısıyı algılamasıdır. Işık düzgün akan elektromanyetik dalgalar, ısı dağınık elektromanyetik dalgalar, ses ise maddenin ilettiği dalgalardır. Burada göz, burun, kulak ve diş sayılmıştır, dilden bahsedilmemiştir. Diğer taraftan da yaralamalar kısastır diyerek diğer organların kısasından bahsedilmiştir.

    İnsanın çevresini algılamada kullandığı organlardan göz ve kulak sadece işitmek içindir. Algılama organıdır. Burun ve ağız bir taraftan algılama organlarıdır, diğer taraftan bunlar aynı zamanda nefes alma organlarıdır. Ağız ise nefes alma organıdır, yemek yeme organıdır, tat alma organıdır, en önemlisi konuşma organıdır.

    İnsanın bunların dışında yürümek için ayakları vardır, yapmak için elleri vardır, konuşmak için ağzı vardır, düşünmek için de beyni vardır. Bunlar insanın melekeleridir.

    Acaba bunları 24’e tamamlayabilir miyiz?

    Dörder dörder sıralayalım.

    1) Hacim, sertlik, sıcaklık, büyüklük.  

    2) Renk, yüzey, uzaklık, varlık.

    3) Ses, yön, ahenk, kavram.

    4) Koku, tat, konum, ağrı.

    5) Acıkma, doyma, …..., ……

    6) Yapma, yürüme, konuşma, düşünme.

    Yukarıda iki kelime bulunamamıştır. Bunu ya aklımıza gelecek ve koyacağız, yahut acıkma ile susamayı ayırabiliriz. Yahut buralara korkmayı ve sevmeyi koyabiliriz. Allah mademki kâinatı dörder dörder çift yarattı, bu altı gruba göre kısasa ait hükümleri geliştirmemiz gerekir.

    “Göze göz” dedikten sonra “buruna burun” demiştir. Sonra “kulağa kulak” deyip sadece “dişe diş” demiştir. Bunların bu sıralamasında bir hikmet vardır. Önce “cana can” dedikten sonra “göze göz” deyip en önemli uzvu zikretmesi önemlidir. Yani “cana” en yakın olan “göz”dür.

    Şimdi gözün önemini anlamamız için kâinatta mevcut varlıkların idrakini esas alalım.

    1. Mekân
    2. Zaman
    3. Madde
    4. Enerji

    Bu dört ana öğeyi kullanarak diğer varlıkları oluştururuz. Bitki maddenin özel dizilişinden başka bir şey değildir. Hayvan da bitkilerin hareketlerinin dalgalarla organize edilmesinden başka bir şey değildir.

    Mekânı uzunlukla ölçeriz. Zamanı psikolojik olarak biliriz ama ölçmeyi ancak mekâna çevirdiğimiz zaman yaparız. Saat ve güneşe bakarak belirleriz. Maddeyi ağırlıkla ölçeriz, elimiz bunu hisseder. Ama ölçmek için teraziyi veya kantarı kullanırız, yani yine uzunlukla ölçeriz. Enerjinin ölçülmesi de, maddenin kuvvetle ölçüsü de terazidir. Hesaplamalarla biliriz. Yani bizim bütün bilgilerimiz sonunda uzunluk ölçülerine dayanmaktadır. Yani diğer dört duygu hayvansal duygu gibidir. Rakamla büyüklükleri ifade edilemez. O halde görme duygumuz insan olmamız için şarttır. Bunun için önce zikretmesi bu gerçeği bize bildirmektedir.

    Görme bu kadar önemli olmakla beraber, düşünebilmek ve karar alabilmek için kelimelere ihtiyacımız vardır. Dışarıdaki varlıkları gözle algılarız. Onlara birer ad veririz. Beyinde o adlarla kaydederiz. Sonra o kelimeler üzerinde düşünerek kararımızı alırız. “Armut” sözü ile bir varlığı kaydederiz. Acıktığımızda armut kelimesini hatırlar ve onun yerini buluruz, gider onu alır ve yeriz. O halde göz algılamak için çok önemlidir ama karar vererek yapabilmemiz için de kulağa ihtiyacımız vardır. Böylece gözden sonra kulaktan bahsedilmesi de son derece önemlidir. Burun göze eklenmiş, dişler ise kulağa eklenmiştir.

    Dişler birer tat alıcı olarak değil konuşma aracı olarak zikredilmiştir. Kulakla zikredilmesi son derece önemlidir. Çünkü kulaklar işitmek içindir. Dişler de konuşmak içindir. Burun kelimesinin gözle beraber zikredilmesi koku ve manzara, sosyal mânâ taşımaz. Oysa ağızdan çıkan kelimeler sosyal mânâ taşır. Kulakta duyulan sesler önemli değil, onların taşıdığı kavramlar önemlidir.

    Göz çifttir. İki gözü birden kör etmek iki gözün kısasını gerektirir. Bir gözü kör etmek bir gözün kör edilmesini gerektirir. Kısasın kuralıdır bu. Ne derece kör edilmişse o derece kör edilir.

    Burada bazı kuralları irdelememiz gerekir.

    Bir kimse gözü kör etti ama sonra iyileşti. Biz de onu zamanla iyileşecek kadar kör edebilirsek kısas yaparız. Ama denkliği sağlayamazsak diyete dönüştürülür. Önce kısas asıldır. Affedilmediği takdirde kısas yapılır. Yani katlı istediği için kısas yapılmaz. Affedildiği için kısastan vazgeçilir. Ancak eğer kısasta denklik sağlanamıyorsa o zaman kendiliğinden diyete dönüşür. Mağdur kısas istese de kısas yapılmaz.

    Ben diyet vermek istemiyorum, hafif de olsa kısas yapılsın denemez. Mesela adam kişinin sağlam kolunu koparsa. Kendi kolu çolak olsa, diyete dönüşür. Diğer kol kesilmez. Çolak kol da denk olmadığı için kesilmez. Diyete dönüşür. Mağdur olan “hayır, ben çolak da olsa kolun kesilmesini istiyorum, diyet istemiyorum” dese, bu isteği yerine getirilemez. Çünkü kısas şeriatın emridir. Allah’ın hakkı olarak teşri edilmiştir. Kişilere kısasa dönüştürme yetkisi verilmiştir. Denklik tesis edilemediği takdirde kısas yapılmayıp diyete dönüştürülmesini de şari istemiştir. Buna kişinin hakkı yoktur, yetkisi yoktur.

    (Va eLEaNFa Bi elEaNFi)

    “Ve enf enf ile”

    Enf” koku alma organıdır, ayrıca nefes alma organıdır. Ciğerlere giden hava buradan geçer, burada temizlenir ve sıcaklığı da ayarlanır, ciğere öyle gider. Ağızdan da nefes alınır. Ama bu nefeste koku alınmaz. Tozdan topraktan temizlenmiş olmaz. Ağız tektir. Burun ise yarım tektir. Bölünme vardır ama sonra birleşmektedir. Dolayısıyla tek sayılır. Nitekim çift olan uzuvları müennes olarak zikrederler. Lisanu’l-Arab’da

    Burada “verimet” değil “verime”, “terimu” değil “yerimu” gelmiştir. Bu takdirde burun ağız gibi tek uzuvdur. Eğer koku almaya devam ediyorsa, nefes alabiliyorsa kısas yapılmaz. Diyete dönüşür. Burunun göze kıyas edilmesinin başka sebebi vardır. Dişler bugün suni olarak yapılabilmektedir. Henüz suni kulak yoksa da yazı suni kulak yerine geçmektedir. Söylenen sözler yazılabilmektedir. O halde kulak ile dişlerin bu bakımdan yakınlığı vardır.

    Bir soru ortaya çıkar: Bir kimse diğer bir kimsenin dişini kırsa ve kırılan diş yapma dişle doldurulsa, bu yapma diş normal diş kadar sağlam olabilir mi, hattâ ondan da faydalı olabilir mi? Sinirleri alınmış dişler ağrı yapmamakta ve çürümemektedir. O halde diş yerine diş yaptırma kısas yerine geçer mi?

    Bu âyette “dişe diş” dendiğine göre, kısas yapılacaktır. Affederse başka.

    Bu âyetlerin tefsirleri kırk-elli sene sonra bir daha yapılacaktır. O yıllarda hangi organların naklinin yapılabileceği hususu ortaya çıkar.

    Kişi parmağını kesse, parmak da nakledilebilse, ben parmak istiyorum dense, parmak parmağı kesilene verilecek midir?

    Eşitlik sağlanmış olmayacağı için genel kuralımız içinde bu caiz değildir. Ancak şöyle olabilir. Parmak kesenin parmağı kendisine nakledilir. Kesilene diyet ödenir. Yani parmağı kesilen parmak istiyor ama diyetini de verecek.

    (Va elEuZuNu Bi elEuZuNi)

    “Ve uzune uzun”

    “Ve kulağa kulak.”

    Burada kulak ve gözden söz edilmektedir, sem’ ve basardan bahsedilmektedir. Yani “adamın kulağı” dediğimiz zaman sağır etme değil, sadece görünen kulağı kesme şeklinde anlaşılmaktadır. Diş de böyledir. Bunlardan bahsederek görünür olanda kısas söz konusudur. Göze bir şey olmasa ama görme kabiliyetini kaybetse, kulağa bir şey olmasa ama işitmeyi kaybetse nasıl kısas yapılacaktır? Beyinde yapılan darbe sonunda kişinin konuşma kabiliyetini kaybetmesi durumunda ne olacaktır?

    Görülüyor ki, kısas hükümlerinin uzuvlara uygulanması sanıldığı kadar kolay değildir.

    Bu sebepledir ki sem’ ve basarın kısasından değil, konuşma kabiliyetinin kısasından değil de, kulak parçasının koparılmasından yahut dişlerin sökülmesinden bahsedilmektedir. Bu hükümler de doğrudan bize hitap olarak değil de, Tevrat’ta yazıldığından bahsedilmektedir.

    (Va elSinNu Bi elSinNı)

    “Ve dişe diş”

    “Ve dişe diş.” Kaç diş sökülmüşse o kadar diş anlamında getirilmiştir.

    Dört tane asıl sayılmıştır. Bu kıyas usulüne aykırı değil midir?

    Burada Tevrat’ta kıyas usulü olmadığı için bu usule aykırı değildir. Asıl olan nefistir. İllet ise caydırıcılıktır. Yani kısasta hayat vardır.

    Hayat nedir?

    Başkalarının adam öldürmemesidir. Benzer şekilde uzuvlar da bunlara kıyas edilir. Caydırıcılık illeti varsa kısas yapılır.

    (Va elCurUvXa QıÖAÖun)

    “Ve cerhler de kısastır.”

    Yaralamalar da kısasladır.

    “Nefs”den sonraki isimler mübteda olarak merfu da okunur. Tevrat’ta nefs için kısas yazdık, diğerlerinde göze göz yazdık denmiş olmaktadır. Böyle farklı ifade ile nefsin kısası ile ilgili hükümlerle uzuvların kısası ile olan hükümlerde farklılık ortaya çıkmaktadır. Nefsin affedilmesi hâlinde diyete dönüşür ve diyet pazarlık konusu değildir. Çünkü nefsin katli o nefsin sonra zararlı olup olmayacağı ile ilgilidir. Bir de nefise af ölenin varisleri tarafından yapılmamalıdır. Onun vârisi olmayan en yakını tarafından yapılmaktadır. Halbuki uzuv yaralamalarında af doğrudan mağdur tarafından yapılmaktadır. Dolayısıyla burada sadece intikam hissinin sonlandırılması söz konusudur.

    Tevrat’ta yazdık demesiyle, biz istesek uzuvlarda kısas uygulanmaz diyete dönüştürürüz, kısasta hayat vardır âyeti nefsteki kısas için geçerlidir. Uzuvlar için bu hikmet geçerli olmayabilir. Bu sebepledir ki sizin için kısasta hayat vardır âyeti sadece nefs için olan kısas hükümlerinden sonra zikredilmiştir. Yukarıda göze göz, kulağa kulak denmiş ve hükümler marifeler arasında getirilmiş olduğu halde, burada kısas vardır diyerek nekre getirilmiştir. “Ve fi’l-curuhi kısasun” denmesi gerekirken, “yaralamalar kısastır” denmiştir. “Ve’l-curhu bi’l-curhi” de denebilirdi. Yaralayanı yaralama kısastır demek, cerhu el cerhi demektir. Yani yaralayanı yaralamak kısastır diyor. Böylece kısas kelimesini de tarif ediyor. O ne yapmışsa karşı tarafa da o yapılmalıdır. Buradaki isim veya mübteda, kısas yapanların cerhidir, cerh edenin cerhi değildir.

    Bu ifade yine bize kısasta denkliği şart koşmaktadır. Bu âyette şunları yeniden öğrenmiş oluyoruz. Uzuvların kısasında hüküm zorunlu değildir. Çağımızın gelişmiş imkanları içinde eğer kişinin zararı giderilebiliyorsa kısas yapılmaz. Yani dişi kırılanın dişi yapılabiliyorsa kısas yapılmaz, yerine diş yapılır ve bu esnada diş kıranın verdiği zararlar tazmin edilir.

    Curh kısastır”ın başka bir manâsı daha vardır. Curuhda kalıcılık yoktur. Birini yaralarsınız. O yara on gün içinde iyileşirse, karşı tarafa da on günde iyileşecek cerh yaparsınız. Sonunda ikisi de iyileşmiş olur. Sadece çektikleri eziyet söz konusudur. Burada da kısas vardır denmiş olmaktadır.

    Bütün bunlar Tevrat’ın hükümleridir. Kur’an’daki emredici hüküm ise nefse nefstir. Tevrat’la olan ittifak nefis içindir. Organlar üzerindeki kısası ise bucaklar uygulayabilirler ama uygulamakla mükellef değildirler.

    Kur’an burada yine şuna işaret etmektedir. Siz idam cezalarını kaldırdınız. Oysa Tevrat size organlar için de kısası emretmektedir. Kur’an ehline ise sadece nefs için kısası emretmektedir. Organlara ait kısas ise hikmete bırakılmıştır.

    Demek nefste kısas asıl ise uzuvlarda diyet asıldır. Yani eğer kısas talep eden yoksa o zaman onun kolu kesilmez, gözü çıkarılmaz, aksine diyet ödenir.

    Burada kısas hakkında bazı açıklamaları yapmamız gerekmektedir. Nefsin diyetinde diyet pazarlığı yapılamadığı halde, uzvun kısasında diyet pazarlığı yapılabilir. Nefsin kısasında mirasçı olmayan en yakını karar vermektedir. Başka kimselerin müdahale etme yetkileri yoktur. Oysa uzuvda karar verecek olan kendisidir. Küçük ise karar verecek olan vârisi olsa da en yakın velisidir.

    Fiil müşterek yapılmışsa birisine kısas uygulanır. Diğerlerinin hepsi tam diyet öderler. Affedilirse hepsi ayrı ayrı diyet öderler. Zorlayan diyet öder. Fail ise kısasa tâbidir. Affedilirse o da diyet öder. Yani hem zorlayan hem zorlanan ayrı ayrı diyet öderler.

    Birisi para verip diğerini öldürtürse, para veren diyeti öder. Tetikçi öldürülür. Affı caiz midir? Değil midir? Bu hususta kıyas yapmak gerekir. Soygun yapanlara kıyas yapılacaksa affı caiz değildir. Bu husus bucak şeriatında belirtilir.

    (Fa MaN TaÖadDaQa BiHIy)

    “Kim onunla tasadduk ederse.”

    Fa” harfi getirilmiştir. Kural şudur. “Fe”den sonra gelen genel kural olup her yerde uygulanır. Yani tasadduk edenin kendisine keffaret olur. Bu kurallar kısasta da uygulanmış olur. Yani af müessesesi Tevrat’ta da vardır demektir. Af edilir, değişik sebeplerle affa dönüşürse ve diyet öderse, o artık ona keffaret olur. Artık kişiye ceza verilmez.

    Bu ifadenin çok derin manâsı vardır. Cinayet aslında kamuya ait sorundur, kamu tarafından cezalandırılması gerekir. Bazı yerlerde cezanın infazını kamu adına affetme yetkisi verilen kimseye bırakmıştır. Katilde asıl olan kısastır. Ama mirasçı olmayan en yakınına affetme yetkisi verilmiştir. Kısas yapılmaz. Kamu cezasının çekilmesi gerekir. Bu diyet kamu suçunun cezası olur.

    Daha önce diyette af caiz değildir görüşünde idim ama bunda delilim yoktu. Şimdi delil oraya çıktı. Verdiği diyet keffarettir. Eğer diyeti istihkak eden yoksa diyet kamu bütçesine gidecektir demektir. Mirasta kamunun payı yoktur ama diyette kamunun payı olduğu için payı vardır demektir.

    Kur’an okundukça fıkhın çetrefilli hükümleri de çözülmektedir.

    (FaHuVa KafFARaTun LaHUv)

    “O ona keffarettir.”

    Evet, katilin ödediği diyet, kamu suçuna karşı keffarettir.

    Ceza sistemleri üzerinde durursak, cezalar şu şekilde sıralanır:

    1. Ölüm cezası. İslâmiyet’te yalnız kısasta ölüm cezası vardır. Onun dışında sadece savaşta adam öldürülür.
    2. Uzvun kat’ edilmesi. Kısasta bu ceza vardır. Hırsızlıkta vardır. Fuhuşta vardır. Soygunda vardır. Batılılar bu cezaları kabul etmiyorlar.
    3. Dayak cezası. Zinada ve iftirada vardır.
    4. Para cezaları. Kısasın olmadığı yerlerde para cezaları verilir ve vârislere bölüştürülür.

    Ayrıca bazı keffaret suçlarına karşı:

    1. Oruç tutmak,
    2. Fakir doyurmak,
    3. Fakiri giydirmek,
    4. Bedelini vakfa vermek.

    Burada diyetin keffaret olduğu ifade edilmiştir, yani ayrıca keffaret gerekmemektedir. Hatalı katilde diyeti kendisi değil âkilesi ödemekte, kendisi sadece köle azat etmektedir. Halbuki amden katillerde diyeti hem kendisi ödemekte hem de galiz diyet ödemektedir. Dolayısıyla ayrıca keffaret gerekmemektedir.

    Keffaret” örtme demek, kapatma demektir. Dışarıdan görünmez hâle getirmedir.

    Burada af müessesesinden bahsedilmemiştir. Yani Tevrat’ta kısas tedvin edilmiş ama afv ve diyet hakkında bir hüküm konduğuna işaret edilmemiştir.

    Tasadduktan bahsedilmiştir. İktiza ile delaletle afv müessesesine de işaret edilmiş olmaktadır, hata müessesesine de işaret edilmektedir.

    Çağımızın fıkhını hazırlarken Yahudi, Hıristiyan, Budist ve Hindu âlimlerinin katılmaları gerekir. Bunun için Akevler bir vakıf kurmalı, fıkıh araştırmaları yapan âlimler burada toplanmalıdır.

    1. Hanefi uleması,
    2. Şafii uleması,
    3. Maliki uleması,
    4. Hambeli uleması,
    5. Şii uleması,
    6. Batı uleması,
    7. Sosyalist uleması,
    8. Hindu uleması,
    9. Budizm uleması,
    10. Tevrat uleması.

    Bu çalışmalara katılmalıdırlar. Tevrat’ta nelerin olduğunu biz onlarla müzakerede öğrenmeliyiz. Ancak bu şekilde çağımızın problemlerini çözeriz. Biz ilimle meşgul iken bu vakıfla meşgul olmamalıyız, bu işi yapmak da ilim yapmayanlara düşer.

    (Va MaN LaM YaXKuM BiMAv EaNZaLa elLAHu)

    “Ve Allah’ın inzâl ettiği ile hükmetmeyenler.”

    Bundan önce de benzer âyet geçmiş, o âyet mü’minlere hitap etmişti. Burada ise Tevrat’ta da benzer âyet olduğuna işaret etmektedir.

    Men” ismi umumi isimdir. Fail olarak nekredir. Fiil olarak marifedir. Fiil olarak deliller vardır. İnsan o delillerle içtihat yapar, bir sonuca varır, Allah’ın öyle emrettiğine karar verir. Ama sonra ona göre hükmetmez ise işte bu Allah’ın inzâl ettiği ile hükmetmemektir.

    Yahut kendisine birisi gelir, ona hatırlatır; bakınız, Allah böyle diyor denir. Ama o nazarı itibara almaz.

    Millî Görüşçülerin ve Ak Partililerin durumu budur. Kendilerine yanlış yaptıklarını hatırlatmak istiyoruz, sesimize kulak vermiyorlar. İşte bunlar Allah’ın inzâl ettiği ile hükmetmiyorlar. Millî Görüş kurulurken Erbakan’la bağımsız adaylığında ben vardım. Sonra parti kurulurken Ege Bölgesi’ni ben kurmuştum. “Adil Düzen”i beraber çalışarak oluşturduk. Onlar siyaset yaparken biz kırk senedir “Adil Düzen” ilmiyle uğraşıyoruz. Onların şimdi televizyonları var, gazeteleri var, gençlik teşkilatları var, ekonomik kuruluşları var. Biz onları arıyoruz. Onlar ise duymamazlıktan ve görmemezlikten gelmektedirler. İşte bu Allah’ın inzâl ettiği ile hükmetmemektir. Her söze kulak verecek, en iyisine uyacaklar.

    Evet, bunlar her söze kulak veriyorlar, yalnız bir söze kulak vermiyorlar; Allah’ın sözüne kulak vermiyorlar. 3 * 4 = 81 diyen olursa ona kulak veriyorlar. 16 diyen olursa ona da kulak veriyorlar. Yedi milyar insan 7 milyar çözüm getirse, onların hepsine kulak veriyorlar. Çünkü onlar “semmaune li’l-kezibi”dirler. Ama bir söze kulak vermiyorlar: 3 * 4 = 12 eder. İşte buna kulakları tıkalıdır. Onu duymuyorlar ve duymak istemiyorlar.

    Burada “kim Allah’ın inzâl ettiği ile hükmetmezse” demek, kim 3 * 4 = 12’yi kabul etmezse demektir. Onların üniversitelerinde her görüş okutuluyor ama Kur’an’ın görüşü okutulmaz. Yunanlıların tanrı efsaneleri, heykelleri, seksi okutuluyor; bunlar kültürdür ama Kur’an ilkeldir, öğrenmeye değmez!

    Diyeceksiniz ki; bakınız, İlâhiyat Fakülteleri var, oralarda okutmuyorlar mı?

    Hayır!

    Liselerde, üniversitelerde, doktoralarda Kur’an okutulmuyor, Kur’an öğretilmiyor. Bin sene önceki insanların görüşleri anlatılıyor. Ebu Hanife’nin ve Gazali’nin görüşleri aktarılıyor. Onlar profesör mü idi? Onlar Avrupa üniversitelerinden diplomalı mı idi? Onların bin sene önce söyledikleri artık tarih olmuştur, o zamanki sorunları çözseler bile, artık günümüzde uygulanacak tarafı olmayan metinleri ezberleyip anlatıyorlar. Biz de Ebu Hanife gibi, Gazali gibi bir adamız. Bizim görüşlerimiz okutulmuyor, kitaplarımız okunmuyor, üniversiteler bahsetmiyor. Erbakan bu çözümleri dünyaya duyurdu ama kapı komşusu fakülteler neden duymuyor?!! Çünkü bunlar Allah’ın indirdikleri ile hükmetmiyorlar.

    Burada “Men”den sonra “” kullanılmıştır.

    “Mâ”da da mef’ul belli değildir ama fiil bellidir.

    Fiil nedir?

    Usulü fıkıhtır, usul ilmidir. Bu değişmez, kıyamete kadar aynıdır. Gelişir ama değişmez. Matematik ilimleri gibidir. 3 * 4 = 12 eder, Hz. Adem’den beri bu tüm insanlıkta ve uygarlıkta aynıdır. Ama bugün ihtimaliyat hesapları yapılmaktadır. Fıkıh her zaman değişecektir ama usulü fıkıh değişmeyecektir. İşte buradaki “” bunu ifade eder.

    Ellezî, Men ve Mâ, Zalim ve ez-Zalim hep ism-i faildir. Yani işi yapanı ifade eder. Meçhullerde ism-i mef’ulü ifade eder.  Bunlar arasında şu fark vardır.

    “Zalim”de hem fail hem de mef’ul nekredir.

    “Ez-Zalim”de fail marife fiil nekredir.

    “Men zaleme”de fail nekre fiil marifedir.

    “Ellezî”de hem fail hem de fiil marifedir.

    Bu bizim varsayımımızdır. Gramerciler de “Mâ” ve “Men”de marifelik ve nekrelik hususunda ihtilaf etmişler, bizim gibi bu hususu belirtmemişlerdir. Siz başka şekilde farklar ortaya koyabilirsiniz ama fark yok diyemezsiniz.

    Madem ki dört şekli vardır, dört ayrı manâsı vardır. Ondan sonra Kur’an’da uygulama yaparız. Hangisi daha çok sorunları çözüyorsa o tercih edilir. Şöyle ki, eğer birinin varsayımı diğerinin varsayımını da içeriyorsa içeren kabul edilir. Farklı yerlerde farklı uygulama doğuruyorsa iki varsayım da geçerli olur ve iki mezhep olur.

    (Fa EuLAvEiKa HuMu elJAvLıMUvNa)

    “Onlar zalimdirler.”

    Yukarıda “onlar kafirdir” denmişti.

    Burada “onlar zalimdir” deniyor.

    Demek ki mefhumu muhalefet yoktur.

    Bu sûrede bu kalıp üç yerde geçmektedir. Kur’an’da başka sûrede geçmemektedir. Birinde “kafir”, birinde “zalim”, birinde de “fasık” denmektedir. Mü’minlere, Yahudilere,  Hıristiyanlara hitap etmektedir. Mü’minler için “kâfirdirler”, Yahudiler için “zalimdirler” denmekte, Hıristiyanlar için “fasıktırlar” denmektedir. “Fe” harfinden sonra geldiği için, “Ve Men” ile ifade edildiği için, önce hükümler geneldir, yani Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler hem kâfir hem zalim hem de fasıktırlar. Bununla beraber mü’minler daha çok kâfir, Yahudiler daha çok zalim, Hıristiyanlar da daha çok fasıktırlar. Kur’an’ı uygulamayanlar kâfir, Tevrat’ı uygulamayanlar zalim, İncil’i uygulamayanlar fasıktırlar.

    Kur’an’ı uygulamadaki küfür şuradan gelmektedir.

    Kur’an’ın diğer kitaplardan farkları vardır.

    1. Kur’an son kitaptır.
    2. Kur’an sözleri ve diliyle değişmeden bize ulaşmıştır.     
    3. Kur’an mucize kitaptır. Diğer dinlerde mucize peygamberlere verilmiştir, onlar bugün yaşamıyorlar. O halde bugünkü insanlara mucize değildir Kur’an ehlinde mucize ellerindedir. Kesin delillerle sabit olan ilâhi hükümleri uygulamayanlar kafirdirler.
    4. Kur’an’ın hükümleri içtihatla ve icmalarla ortaya çıktığı için her asrın sorunlarını çözmektedir. Kur’an’ın uygulanmaması için herhangi bir mazeret yoktur. Bu sebeple Kur’an’ı uygulamayan ehl-i Kur’an kâfirdir.

    “Adil Düzen”i kabul etmeyip Batı düzeni içinde hanımların başlarını örtmekle yetinenler kâfirdir. Kur’an düzenine inanmayanlar kâfirdir.

    Bunları ben söylemiyorum, Kur’an söylüyor.

    Burada “inanmayanlar” demiyor, “hükmetmeyenler” diyor.

    Bize elbette haklı olarak derler ki, sizin dedikleriniz Kur’an değildir ki, sizin heva ve heveslerinizdir. Bu doğru olabilir. Ama kendileri dünyanın bütün düzenlerini öğrenmeye çalışır da Kur’an’ı değil Karl Marks’ı hak bulurlarsa, demek ki Allah’tan onlara nâzil olan odur. O zaman biz kâfir oluruz.  Biz demiyoruz ki bizim dediklerimizi kabul edin. Gelin birlikte araştıralım diyoruz. Biz araştırıyoruz diyorlarsa, onlara bir diyeceğimiz yoktur. O zaman sadece, “neden bizimle beraber araştırmıyorsunuz” deriz.

    Tevrat ehli için “zalim” sözü kullanılmaktadır. Çünkü onlar sömürmek için, insanlara zulmetmek için Tevrat’ın hükümlerini uygulamıyorlar. Onun için Kur’an ehli kâfirdir, onlar ise zalimdirler. Hıristiyanlara “fasık” denmektedir. Onlar sadece günahkârdırlar. Dünyayı sömürmek için İncil’den uzaklaşmıyorlar. Ellerinde mucize bir kitap da yoktur. Onların yapması gereken Tevrat yerine Kur’an’ı kabul ederek bizim “Adil Düzen” çalışmalarına katılmalarıdır. Onlar sadece fasıktırlar.

    Burada yine şunu hatırlatmak isterim. Bu “kâfir” sözü CHP’lileri içermiyor, çünkü onlar kendilerini ehl-i Kur’an görmüyorlar. MHP’lileri de içermiyor, onlar da kendilerini ehl-i Kur’an sahibi görmüyorlar. Yani onlar olsa olsa Hıristiyanlar gibi fasıktırlar.

    Kim kâfirdir? Saadetçi olup şeriatçı olmayan, AK Partili olup Kur’an hükümlerini reddedenler kâfirdir.

    Bana AK Partililer ve Saadet Partililer çok kızacaklar, küsecekler ama onları uyarmam için bunları yazmam gerekiyor.

    Kâfir değiliz diyorlarsa, buyursunlar, Kur’an hükümlerini uygulayalım.

    Evet, siz ehl-i tarik de, “Adil Düzen”e yani şeriata cephe alan siz namaz kılanlar da, size söylüyorum; kâfir olmak istemiyorsanız, tevbe edin, istiğfar edin. Gelin Kur’an’ı beraber inceleyelim. Bizim hatamızı ve eksiğimizi siz düzeltin, bize de hidayet etmiş olursunuz.

    Sorumluluk İslâmiyet’le ilgilenmeyenlerde değildir. Onlar müslimdirler. Onlar “Adil Düzen” geldiği zaman ona uyarlar. Ama onlar “Adil Düzen”i getirmekle ne yükümlü ne de mezundurlar. “Adil Düzen”i getirmekle yükümlü olanlar şunlardır:

    1. Başta İstanbul Adil Düzen çalışanları Kur’an’a göre hükmetmiyorlarsa kâfirdirler; yani biz kâfir oluruz.
    2. Sonra İzmir Akevler çalışanları Kur’an’a göre hükmetmiyorlarsa kâfirdirler.
    3. Sonra Saadet Partisi mensupları Kur’an’a göre hükmetmek için çalışmıyorlarsa kâfirdirler.
    4. Sonunda da AK Partililer Kur’an’a göre hükmetmiyorlarsa kâfirdirler.

    Bunları kendi çıkarları için yapmayan tüm insanlar zalimdir.

    Gaflet içinde uygulamıyorlarsa fasıktırlar.

     

    SÜLEYMAN KARAGÜLLE

    Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

    www.akevler.org (0532) 246 68 92

     

     






    Tüm Seminerler
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1130
    En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
    21.08.2021 3488 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1129
    En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
    14.08.2021 2677 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1128
    En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
    7.08.2021 2651 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1127
    En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
    31.07.2021 2166 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1126
    En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
    24.07.2021 2542 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1125
    En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
    17.07.2021 2565 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1124
    En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
    10.07.2021 2300 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1123
    En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
    3.07.2021 2190 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1122
    En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
    26.06.2021 2204 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1121
    En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
    19.06.2021 2617 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1120
    En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
    12.06.2021 2496 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1119
    En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
    5.06.2021 2005 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1118
    En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
    29.05.2021 2362 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1117
    En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
    22.05.2021 2311 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1116
    En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
    15.05.2021 2458 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1115
    En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
    8.05.2021 2459 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1114
    Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
    1.05.2021 2278 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1113
    Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
    24.04.2021 2455 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1112
    Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
    17.04.2021 2416 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1111
    Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
    10.04.2021 2630 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1110
    Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
    3.04.2021 2458 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1109
    Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
    27.03.2021 3066 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1108
    Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
    20.03.2021 2689 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1107
    Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
    13.03.2021 3009 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1106
    Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
    6.03.2021 2684 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1105
    Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
    27.02.2021 2765 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1104
    Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
    20.02.2021 2972 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1103
    Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
    13.02.2021 3162 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1102
    Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
    6.02.2021 3048 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1101
    Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
    30.01.2021 3448 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1100
    Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
    23.01.2021 5509 Okunma
    4 Yorum 28.02.2021 11:05
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1099
    Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
    16.01.2021 3570 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1098
    Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
    9.01.2021 3096 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1097
    Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
    2.01.2021 3885 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1096
    Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
    26.12.2020 3736 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1095
    Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
    19.12.2020 3443 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1094
    Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
    12.12.2020 3896 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1093
    Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
    5.12.2020 3853 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1092
    Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
    28.11.2020 4134 Okunma
    1 Yorum 29.11.2020 17:15
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1091
    Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
    21.11.2020 4667 Okunma
    1 Yorum 26.11.2020 17:07
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1090
    Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
    14.11.2020 3037 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1089
    Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
    7.11.2020 3139 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1088
    Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
    31.10.2020 3986 Okunma
    1 Yorum 03.11.2020 17:20
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1087
    Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
    24.10.2020 3869 Okunma
    1 Yorum 24.10.2020 22:54
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1086
    Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
    17.10.2020 2882 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1085
    Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
    10.10.2020 2969 Okunma
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1084
    Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
    3.10.2020 3975 Okunma
    2 Yorum 11.10.2020 20:33
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1083
    Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
    26.09.2020 7762 Okunma
    5 Yorum 03.10.2020 19:37
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1082
    Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
    19.09.2020 5643 Okunma
    3 Yorum 03.10.2020 18:51
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1081
    Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
    12.09.2020 4197 Okunma
    2 Yorum 13.09.2020 15:00
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1080
    Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
    5.09.2020 3599 Okunma
    2 Yorum 06.09.2020 15:55
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1079
    Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
    29.08.2020 3740 Okunma
    2 Yorum 30.08.2020 20:43
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1078
    Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
    22.08.2020 4760 Okunma
    3 Yorum 23.08.2020 21:17
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1077
    Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
    15.08.2020 4477 Okunma
    4 Yorum 16.08.2020 18:26
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1076
    Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
    8.08.2020 4770 Okunma
    6 Yorum 09.08.2020 19:55
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1075
    Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
    1.08.2020 4690 Okunma
    5 Yorum 06.08.2020 19:32
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1074
    Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
    25.07.2020 4846 Okunma
    3 Yorum 26.07.2020 16:16
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1073
    Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
    18.07.2020 4571 Okunma
    3 Yorum 20.07.2020 11:09
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1072
    Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
    11.07.2020 3420 Okunma
    2 Yorum 12.07.2020 15:51
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1071
    Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
    4.07.2020 4494 Okunma
    3 Yorum 11.07.2020 03:35
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1070
    Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
    27.06.2020 3646 Okunma
    2 Yorum 28.06.2020 18:12
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1069
    Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
    20.06.2020 5198 Okunma
    4 Yorum 21.06.2020 19:07
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1068
    Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
    13.06.2020 3874 Okunma
    1 Yorum 14.06.2020 16:25
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1067
    Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
    6.06.2020 5185 Okunma
    3 Yorum 08.06.2020 14:48
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1066
    Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
    30.05.2020 5047 Okunma
    3 Yorum 31.05.2020 16:53
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1065
    Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
    23.05.2020 4958 Okunma
    3 Yorum 29.05.2020 18:08
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1064
    Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
    16.05.2020 3565 Okunma
    1 Yorum 17.05.2020 15:50
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1063
    Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
    9.05.2020 3496 Okunma
    1 Yorum 10.05.2020 08:19
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1062
    Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
    2.05.2020 3707 Okunma
    2 Yorum 13.05.2020 21:45
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1061
    Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
    25.04.2020 5194 Okunma
    2 Yorum 14.05.2020 18:52
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1060
    Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
    18.04.2020 4224 Okunma
    2 Yorum 15.05.2020 16:45
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1059
    Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
    11.04.2020 5456 Okunma
    3 Yorum 16.05.2020 16:02
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1058
    Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
    4.04.2020 4104 Okunma
    2 Yorum 18.05.2020 16:53
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1057
    Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
    28.03.2020 5292 Okunma
    5 Yorum 19.05.2020 16:27
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1056
    Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
    21.03.2020 4489 Okunma
    2 Yorum 20.05.2020 16:21
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1055
    Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
    14.03.2020 4444 Okunma
    2 Yorum 21.05.2020 16:36
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1054
    Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
    7.03.2020 4597 Okunma
    2 Yorum 22.05.2020 16:05
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1053
    Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
    29.02.2020 4790 Okunma
    2 Yorum 23.05.2020 15:57
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1052
    Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
    22.02.2020 5345 Okunma
    3 Yorum 24.05.2020 16:54
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1051
    Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
    15.02.2020 4134 Okunma
    2 Yorum 30.05.2020 17:45
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1050
    Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
    8.02.2020 5283 Okunma
    2 Yorum 09.02.2020 11:38
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1049
    Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
    1.02.2020 4548 Okunma
    1 Yorum 03.02.2020 07:09
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1048
    Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
    25.01.2020 3864 Okunma
    1 Yorum 26.01.2020 06:07
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1047
    Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
    18.01.2020 4413 Okunma
    1 Yorum 25.01.2020 07:13
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1046
    Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
    11.01.2020 4615 Okunma
    1 Yorum 13.01.2020 08:24
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1045
    Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
    4.01.2020 4147 Okunma
    1 Yorum 05.01.2020 08:14
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1044
    Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
    28.12.2019 4121 Okunma
    1 Yorum 30.12.2019 08:51
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1043
    Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
    21.12.2019 4105 Okunma
    1 Yorum 22.12.2019 23:13
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1042
    Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
    14.12.2019 4560 Okunma
    1 Yorum 17.12.2019 07:14
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1041
    Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
    7.12.2019 5672 Okunma
    2 Yorum 09.02.2020 00:42
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1040
    Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
    30.11.2019 9865 Okunma
    2 Yorum 03.12.2019 13:53
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1039
    Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
    23.11.2019 4675 Okunma
    1 Yorum 24.11.2019 08:09
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1038
    Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
    16.11.2019 3726 Okunma
    1 Yorum 19.11.2019 12:31
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1037
    Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
    9.11.2019 3876 Okunma
    1 Yorum 10.11.2019 05:24
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1036
    Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
    2.11.2019 3369 Okunma
    1 Yorum 03.11.2019 07:48
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1035
    Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
    26.10.2019 3404 Okunma
    1 Yorum 28.10.2019 13:15
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1034
    Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
    19.10.2019 3762 Okunma
    1 Yorum 20.10.2019 10:50
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1033
    Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
    12.10.2019 5727 Okunma
    2 Yorum 16.10.2019 14:52
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1032
    Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
    5.10.2019 4265 Okunma
    1 Yorum 06.10.2019 23:25
    Süleyman Karagülle
    Kuran Seminerleri 1031
    Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
    28.09.2019 3462 Okunma
    1 Yorum 30.09.2019 10:50


    © 2025 - Akevler