Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 620
MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ -41.AYETLER
16.07.2011
1815 Okunma, 0 Yorum

MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 28

 

 

(YAv EayYuHav erRaSUvLu)

“Ey resul!”

 “Ey resul” Kur’an’da iki defa geçmektedir, ikisi de bu sûrededir; diğer yerlerde “ey nebi” diye geçmektedir. “Nebi” haber getiren demektir, “Resul” ise haber ulaştıran demektir.

Tefsircilerin ittifakla kabul ettikleri bir husus vardır, her resul aynı zamanda nebidir ama her nebi resul değildir. Tarihte Allah’ın vahyini alan öyle peygamber vardır ki, bunlar nebidir, insanlara tebliğ yapmışlardır ama cemaat/örgüt kurup yönetmemişlerdir. İşte bunlar nebidir. Bunların içinde topluluk kurup cemaatlerini yönetenler olmuştur. İşte bunlar da resuldür. Hazret İsa gibi sadece bir aşiretin (12 havarinin) yöneticisi olsa bile resuldür.

Fıkıhtaki uygulamayı şöyle yapıyoruz. Bir aşiret içinde aşiret başkanı aşiretin hem nebisidir hem resulüdür. Bucakta ise halk kendi ilmî danışmanlarını seçer. Bunların sayısı beşten az olmaz, yirmiden de fazla olmaz. Bunlar nebilerdir. Nebiler bir araya gelerek kendilerine bir başkan seçerler, bu da bucağın resulüdür.

Demek ki “ey nebi” diye hitap ettiği zaman ilmî dayanışma ortaklıklarının başı kastedilmiştir; bucaklarda ehl-i zikr, illerde fakih, ülkede de rasihler.

İslâmiyet’te hitap kavmedir, aynı dili konuşanlaradır. Dolayısıyla insanlığın ortak müçtehitleri yoktur. Her kavim kendi müçtehitlerinin içtihatları ile amel eder. O topluluğu değiştirmedikçe başka ülkenin müçtehitleri ile amel etmek mü’minlere caiz değildir.

Her resul nebi olduğundan dolayı nebiye ait hükümler aynı zamanda resule ait hükümlerdir. Burada zikredilen resule has kısımlardır. Resul ile nebi arasında başka bir ayrılık vardır. Nebiler sadece kendi cemaatlerine hitap ederler, onlarla hemhaldırlar. Oysa resuller yönetimlerinde bulunan bütün halklara muhataptırlar.

Kur’an’daki “sen” zamirini ve “ey nebi” ile “ey resul” hitabını da Hazreti Muhammed’e tahsis edenler vardır. Kur’an’a eğer tarihî manâ verilecekse, geçmişte nâzil olduğu dönemde ona doğrudan hitap kabul edilebilir. Ancak o zaman Kur’an ilâhi bir kitap, tüm insanlara gönderilmiş bir kitap değil de, sadece o zamanki kavme gönderilmiş kitap anlamına gelmiş olur. O zaman Kur’an bugün bir manâ taşımaz.

Biz ise çağımızın sorunlarını çözdüğümüz için Kur’an’daki ifadeleri ona göre manâlandırıyoruz. O manânın yanlış olduğunu söylemiyoruz. Bir İslâm tarihçisi Kur’an’ı elbette öyle okuyacaktır. Biz de böyle okuyacağız. “Ey resul” dendiği zaman “ey başkan” diye anlayacağız. Tebliğ ile mükellef olanlar nebiler değil resullerdir. Nebiler bildirmekle ve tâbi olanlara emretmekle yükümlüdürler. Resuller ise cihat yaparlar.

Bu husustaki varsayımımızı tam olarak kavrayabilmemiz için Kur’an’da geçen “nebi” ve “resul” kelimelerini bir araya getirip varsayıma dayanan manâlarla manâlandırmamızın mümkün olup olmadığını kontrol etmemiz gerekir.

“Ruhu’l-Kur’an” programlarımız bu çalışmaların ana dayanağı olacaktır. Kur’an’da eğer bin ile iki bin arasında (1700’ün üzerinde) “kök” varsa, asgari olarak her kelime üzerine yani 2000 adet doktora yapılması gerekmektedir.

İlâhiyatçılar bizi kıskanacaklarına, kendilerine sunacağımız imkanlardan yararlanarak doktora çalışmalarına hemen başlamalıdırlar. Doktorayı para için değil, Allah’ın onlara verdiği ilmin şükrü olarak yapmalıdırlar.

(LAv YaXÜunKa)

“Mahzun etmesin.”

“Mahzun olma” denmemekte, “mahzun etmesin” denmektedir. Nehy ile emrolunan gaibdir, başkan değildir. Çünkü “mahzun” kalbî fiildir, insanın elinde değildir. İnsan aksini yapmaya çalışsa da mahzun olmamak elden gelmez.  

“Hazan”  Farsçada sonbahar demektir. Kafkas dillerinde “hozan” dikenli zor geçilir çalılık veya otlaklı yer demektir, dikenlerle doludur. Arapçada buna benzer anlamları vardır, sehl olmayan yani kolay gidilir olmayan yer demektir.

Kur’an’da “hüzün” ve “havf” bir arada geçmektedir. Korkmak, gelecekte başına gelecekten dolayı beyinde duyulan irkilmedir. Hüzün ise olmuş olan olaylar üzerinde sıkılma ve ümitsiz hâle gelmektir. Mahzun olma, ümitsiz olma manâlarını taşımaktadır.

“Mahzun olma” demek; onlar neden böyle yapıyorlar, onlar neden kabul etmiyorlar diye sıkılmadır, onlardan ümitlerini kesme demektir.

1960’larda başladığımız heyecanlı çalışmalara İzmir’de birçok kimse katıldı. Sonra bu çalışmalar Türkiye’de ve dünyada yayıldı. O gün beraber yola koyulduğumuz arkadaşlardan başta İzmir Akevler grubu vardır, sonra F. Gülen grubu vardır, Millî Görüşçüler vardır, onların devamı olan AK Partililer vardır...  Biz bir istediksek Allah on değil, yüz değil, bin verdi ama biz şükrünü edemedik, O’nun düzeni olan “Adil Düzen”i elde edemedik. Bizimle beraber yola çıkanlar ilâhi düzenden ümitlerini kesmiş, kendileri cari düzende rahat etmeye koyulmuşlar. İşte bu durum bizi üzmüştür. Neden böyle yapıyorlar diye ağlayacak durumlarda olduğumuz olmuştur. Sizler de bir işe giriştiğiniz zaman böyle durumlarda kalacaksınız.

Bugünkü durumumuz da budur. Bizim Akevler çalışmalarımıza katılanlar parmakla sayılacak kadar azdır. Bu bizi üzmektedir. Bir taraftan arkadaşlarımızın neden böyle yaptıklarına gerçekten manâ vermek çok zordur, diğer taraftan biz de görevimizi yapamadık ve “Adil Düzen” örneği bir işletmeyi başaramadık diye hüzün içindeyiz...

Kur’an’ın bu âyetlerini okuyarak teselli buluyor ve diyoruz ki; biz görevimizi yaptık mı? Görevimizi yaptıysak o zaman sorunumuz yoktur. Görevimizi yapmadıysak tevbe edip görevimizi yapmaya devam edeceğiz. Yaşlılarımız ölecek, yeni gelen nesiller bu görevleri sürdüreceklerdir. Bizim mahzun olmamıza gerek yoktur. O’nun takdiri ne ise o olacaktır.

Düşündüğümüz zaman tüm insanların bizim yaptığımız gibi yapmadıkları için onları dalalette görürüz. Öyle değildir. Onlar da bizim gibi mü’mindirler ama içtihatları bizden farklı olduğu için amelleri de farklıdır. Onlar kendi amelleri ile mükafat görecekler, biz de kendi amellerimizle mükafat veya mücazat göreceğiz.

(elLaÜIyNa YuSARiGUvNa Fi elKüFRi)

“Küfürde yarışıyor olanlar.”

Burada dikkat edeceğimiz husus şudur, kâfirlerden bahsetmiyor. Küfür içinde musaraat ediyorlar. Mevcut zalim düzen içinde faaliyet göstermekte, orada başarıya ulaşmak istemektedirler.

Küfür” kelimesini nankörlük olarak anlarız. Yani Allah’ın nimetlerine şükreden bir halk yok. Ne yapsanız sizden daha fazlasını isterler. Çelişki içinde tüm kötülüklerin merkezini iktidar kabul ederler, yaptığınız iyilikleri de kendilerinin doğal hakkı görürler.

Diyelim ki bağımsız milletvekillerinin sıkıntıları vardı ama mahkeme onlara izin verdi, seçime girdiler, mazbataları verildi. O halde onların düzene teşekkür etmeleri gerekmez mi? Hayır! Onlar diyorlar ki; biz bunu gücümüzle aldık, bizden korktular onun için verdiler. Bundan daha fazla korkutursak suçluları da bırakmak zorunda kalırlar.

İşte bunlar küfür içindedirler, nankördürler. Dağ başındaki eşkıyalar da öyledir.

Bizim arkadaşlar yani AK partililer de onlara iyilik etme yarışındadırlar. Yalnız AK Partililer değil; Hareket Partililer (MHP) ve Halk Partililer (CHP) de onları memnun etmeye çalışıyorlar. Biz de buna üzülüyoruz.

Biz iktidar olup nimetlerden yararlanalım diye yola çıkmadık, İslâm yani barış düzenini getirelim diye yola çıktık. Onlardan kimi sessiz sedasız gömlek çıkardılar, şimdi de o nankörlere hizmet etmek için yarıştadırlar; kimi de alenen gömlek çıkardılar, onlar da alenen onların yanında yani küfürde ve kâfirler içinde yarışmaktadırlar.

Biz de bu arkadaşlarımızın hallerine üzülüyoruz.

Allah diyor ki, onların bu hareketleri seni üzmesin. Biz de ondan sonra dönüyoruz, arkadaşlar bizi bıraktıkları için biz de bırakıyor ve kendi işimizle meşgul oluyoruz. Onlarla hesaplaşmak bizim işimiz değildir, onlarla hesaplaşmak Allah’ın işidir.

Bu yalnız AK Partililere söylenen söz değildir. Adil Düzen işletmelerini bırakıp zalim düzende para kazanma çabasını gösteren herkese söyleyeceğimiz budur. En yakın arkadaşların mevcut imkanları zalim düzen içinde değerlendirmeleri bizi üzüyor. Ama Allah üzmesin diyor. Biz de bundan sonra herkesi kendi hallerine bırakacak, kimsenin yaptıkları ile ilgilenmeyeceğiz. Ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Şimdi ne yapmam gerektiğine karar vermiş bulunuyorum. Söyleyeceğim, hatırlatacağım, ondan sonra zorlamayacağım, kendiliğinden gelen olursa ben de katılacağım. Cengiz Demirci kendi içtihadı ile bu çalışmalara mâlen katılmayı önerdi. Bizden katılan olmadığı için öyle kaldı.

Bunlara üzülmememiz gerekmektedir. Herkes kendi içtihadı ile yoluna devam ediyor, herkes kendi içtihadı ile böyle yapıyor. Hesabı biz değil Allah soracaktır. Biz çalışmalarımıza devam etmekteyiz. “Adil Düzen” içinde “Adil Düzen” için çalışacaklarına, en yakın arkadaşlarımız zalim düzen içinde makam elde etmek, zalim düzende ilim yapıp diploma almak için müsaraat ediyorlar. Ben hayretler içinde kalıyorum. Ama bu âyet bana diyor ki; sen mahzun olma.

Hz. Yusuf’un kardeşleri Hz. Yusuf’a neler yaptılar...

Hz. Musa aralarından bir müddet ayrılınca İsrail oğulları neler yaptılar...

Takdir-i ilâhi böyledir.

Herkes kendi görevini yapacak, yanındakinin işine karışmayacaktır. Buradaki “sen” hitabının manâsı budur. Ben bir iş yapacağım; Lütfi Hocaoğlu’nun aklına yatmaz. O üzülmeyecek. Hocaoğlu bir iş yapar; benim için o iş yanlış olur. Birbirimize karışmayacak, sadece yardımlaşacağız. Hakkı tavsiyeleşme, sabrı tavsiyeleşme olacaktır. Kimse kimsenin yaptığından dolayı herhangi bir üzüntü duymayacak ve arkadaşı dışlamayacak.

Burada “sizi” demeyip “seni” demiş olması gösteriyor ki, bu sapmaların hududu yoktur. Hepimizin bazı eksiklerimiz vardır. Biz kendi kusurumuzu görmeyiz de başkasının habbesini kubbe yaparız. Bunu yapmamalıyız. İyilikte yardımlaşacağız. Kötülükte yardımlaşmayacağız. Kimin iyi kimin kötü olduğu üzerinde durmayacağız.

(MiNa elLaÜIyNa QAvLUv EavMenNAv Bi EaFVAvHıHıM)

“Ağızlarıyla iman ettik diyen kimselerden”

Buradaki “iman” kelimesi diğer yerde kullanılandan farklı olarak kullanılmaktadır.

Biz genel olarak iman etmeyi güvene girme ve güvene alma şeklinde anlıyoruz. “Âmene billahi” demek, Allah ile kendi güvenini sağladı demektir. “Âhirete iman etti” demek, âhiretini güvene aldı demektir. Gayba iman etmek demek, geleceğini güvene aldı demektir. Mutlak iman etmek başkalarının güvenini sağlamak demektir. “Emine bi’l-beyti” dediğimizde, eve girdi ve emniyette oldu demek olur. “Emene el-emanete fi’l-beyti” demek, emaneti eve koyarak emniyete aldı demek olur. “Âmene bi Ahmede” demek, Ahmet’le kendisini emniyete aldı anlamına gelir. Buralardaki iman fikrîdir. Halbuki buradaki iman kalbîdir. “Âmene bi’l-kalbi” demek, tasdik ederek söylenen sözden emin oldu demektir, beyni içinde o düşünceye yer verdi demektir. Yani bu fikri, bu düşünceyi, bu ilmi beynin içine koyup yerleştirdi. Oysa ağızla iman etmek demek, beynine değil de ağzına yerleştirdi, yani ağzı söylüyor ama beyne girmiyor.

Bilgisayarda bir ifade yazarsınız. O ifade orada yazılıdır ama başına bir kesme işareti koyarsanız bilgisayar onu işlemlere sokmaz. O kesme işaretini kaldırırsanız o zaman ifade devreye girer. İşte insanın beyninde de bu şekilde bazı ifadeleri yazar, söyler ama ona bir kesme işareti koyar, ona göre hareket eder.

Biz de birçok sözler duyarız. Çoğuna aklımız yatmaz ama tartışmaya girmeyiz. Onu beynimizin bir yerinde yazıp hafızaya almış oluruz. Ne var ki ona hemen bir kesme işareti koyarız. Halka anlattıklarımızı halk dinler, bu da bunları söylüyor der ve geçer. Bunda bir mesuliyet yoktur. Gelip sizin topluluğunuza katılmışsa, o zaman artık kendisini emin hissetmektedir. İşte orada canını vermesi gerekir.  “Allah mü’minlerden mallarını ve canlarını cennet karşılığı satın almıştır”ın manâsı budur. Ben âhiretin varlığını kesme işareti koymadan beynime yazdım. Bu dünyadan hepimiz er veya geç gideceğiz. Eğer benim cennetteki yerim garantiyse, onun uğruna ölmekten daha akıllıca ne vardır? İşte kalbine imanın dahil olduğu mü’min budur. Diğerleri ise “tamam” diyorlar ama kalblerindeki ifadelere kesme koyuyorlar.

Şimdi bizi mahzun edenler Halk Partililer değildir, bizi mahzun edenler Hareket Partililer değildir, bizi mahzun edenler tarikat mensupları değildir, bizi mahzun eden ilâhiyatçılar da değildir; çünkü onlar sizin inandığınıza inandık diye bize katılmadılar. Oysa bize katılan kardeşlerimiz yollarını bizden ayırdılar. İşte biz onlardan dolayı hüzün içinde olmalıyız. Demek ki kalbleri ile katılmadılar, arayış içinde katıldılar. Sonra da çıkmaz olduğu için ayrıldılar. Bunların bu davranışları bizi mahzun etmektedir. Akevler çalışmasında da durum budur. Hepimiz kendi işimize bakmalıyız, yanımızdakinin hareketi bizi üzmemelidir.

(Va LaM TüEMiN QuLUvBuHuM)

“Ve kalpleri iman etmemiştir.”

Kalblerine aktif satır olarak yazmadılar. Kur’an bunlara “müslim” demekte, bunların da cennete gideceklerini söylemektedir. Ne var ki bunların “inandık” dememeleri gerekir, “müslim olduk” demeleri gerekir.

O halde Erbakan iman etmiş bir kişi olmuştur. İçtihatlarından, hatalarından dolayı yanlış yaptıkları olmuştur ama içtihadındaki hatadan dolayı olduğu için mecur olmuştur. O’nun dışındaki arkadaşlar mü’min olmamış müslim olmuşlardır. Bu sebeple şeytan ve şeytanla beraber olanların vesvesesi ile Hz. Musa’nın kavmi gibi kendisi gidince onlar da bırakmışlardır. Çünkü onlar “Adil Düzeni” ve “Millî Görüş”ü ağızları ile kabul etmişlerdi ama bu kabulleri kalblerine girmemişti. Erbakan “Adil Düzen”i anlatırken onlar ağız birliği yapıp tek kelime söylemediler. Mustafa Kamalak başkan olarak kendisi söylemiyordu. Parti içinde şeytan taifesi harekete geçmiş ve “Adil Düzen”i söyleyenleri susturmuşlardır. Liderler söylememişler, söyleyenleri de susturmuşlardır. Bu olaylar bizi üzmüştür. Kur’an diyor ki; üzülme, çünkü onlar “Adil Düzen”in Müslimleridir, mü’minleri değildir.

Kalblerine iman duhul etmişse onlar zaten senin üzüleceğin hareketi yapmazlar. Ne var ki içtihatları senin içtihadına uygun olmayabilir. Dolayısıyla onlarla uğraşma, kendi nefsinle uğraş. Seninle beraber olanlarla hareket et, diğerlerine bakma bile.

İnsan kendi kendisini “ben mü’minim” diye kontrol edebilir. Ölmem gereken yerde ölümü göze alabiliyorsam o zaman mü’minim demektir.

Biz imanı şöyle tarif ediyoruz: Canı dahil her şeyini onun uğruna veren kimse mü’mindir. Ölümü göze almaktan daha güçlü silah yoktur kuralı askerlikte yaygındır. İşte halkın mü’minlerden korkması bundandır. Bunlar artık korkmaz kimselerdir. Bunları durdurmak nasıl mümkün olur. O halde insanlar mü’min değil müslim olanlardır. Oysa mü’minler canlarını verirler ama bunu âhiretteki cennet için yaparlar. Yoksa neden canını versin. Tabii ki onlar âhirete inanmadıkları için mü’minleri kendileri gibi sanıyorlar.

(Va MiNa elLaÜIyNa HAvDUv)

“Ve hud eden kimselerden.”

Daha önce kalblerine iman girmediği halde, “biz iman ettik” diyen müslimlerden bahsetmiştir. Bunlara atfedip “havd edenler” demiştir.

Hevd” Kur’an’da fiil olarak da geçer. “Kâle, Yekûlu” gibi birinci babdan bir ecveftir. Hidayet kelimesi ile akrabalığı vardır. Hevd etmek, onun tarafına yönelmek demektir. Hayvanı yularından çekip götürürken hayvan hevd etmiş olur.

Allah İsrail oğullarını Mısır’dan çıkarmış, onlar da Hazreti Musa’nın öncülüğünde çıkmışlardır. Bu sebeple “Ellezîne Hâdû” denmektedir. Kırk sene çölde dolaşmaları “Hâdû” fiili ile ifade edilir. İstiklal Savaşı’nda kurulan Ankara hükümetine halkın uyması hevd etmedir. “Hûd veya nasârâ olun” diyerek “Nasârâ” karşılığı “hûd” kelimesini getirmektedir.

“Yahudi” kelimesi ile “hûd” kelimesi arasındaki fark şudur. Biri İsrail oğullarından olmasa da Yahudi dinini kabul edenler, biri de İsrail oğullarından olup Yahudiliği kabul edenlerdir. Araplar vardır, müsta’rebler vardır. Türkler vardır, Türkleşenler vardır. Diğer uluslar için ister doğuştan o ulus mensubu olsun, isterse sonradan o ulusa katılsın, farklı statü yoktur. Yani devletler ırka dayandırılmaz. Bunda İsrail oğulları için bir imtiyaz vardır. İsrail oğulları soyundan olma önemlidir.

İman etme” ve “Hûd olma” kelimelerinin karşılıklı olarak getirilmesinin hikmeti şudur; yeryüzünü yönetme yetkisi hûd olanlarla mü’minlere verilmiştir.

İslâmiyet’ten evvel mü’min olanlar Yahudilerdi. Kuran’dan sonra askerlik görevi gönüllülere verildi, yani mü’minlere verildi. Dolayısıyla onların elinden bu yetki alınarak mü’minlere verildi, onlar da müslim durumuna düştüler.

Şimdi şu soru sorulur:

-Onlar mü’min olup asker olmak isterlerse asker olacaklar mıdır?

-Bu âyet onların asker olamayacağına işaret etmektedir. Çünkü onları müslimlere atfetmektedir. Bunu şöyle ifade edebiliriz. Allah güvenliği sağlama görevini gönüllü askerlere bırakmıştır. Bunlar aynı zamanda Kur’an ehli olanlardır. Yahudilerin görevi ise ticaret ve ilimdir. Dolayısıyla artık onlar için askerlik yapmaları, yeni görevleri ve kuvvetler ayrılığı ilkesinden dolayı değişti. Ama Yahudilikten Hıristiyanlığa veya İslâmiyet’e geçerlerse, o zaman asker olabilirler. Hıristiyanlar ise mü’min de olabilir müslim de olabilir. Bu husus Hindular için de, Budistler için de aynıdır.

Burada “Min” gelmesinden hepsinin böyle yapmakta olduğu anlaşılmaz, onlardan bir kısmı böyle yapmaktadır.

Şimdi bizim öğrenmemiz gereken çevremizdeki bu insanlar kimlerdir. Bizi ilgilendiren çevremizdeki insanlar değildir. Onlar ya içtihatları için böyle yapıyorlar, yahut çıkarları için yapıyorlar. Onu biz bilemeyiz. Ama bizim kendimizin böyle bilmemiz gerekmektedir; yani biz böyle olmamalıyız, cari sistem içinde batmamalıyız.

Şimdi karşılaştığımız sorun şudur. Biz kurduğumuz işletmeleri “Adil Düzen”e göre çalıştıramadık. Bizim takip ettiğimiz sistem şudur. Herkes zaruret dolayısıyla Hayrettin Karaman’ın verdiği fetvalarla hayatını sürdürsün. Ancak herkes zekât verir gibi zamanından veya malından bir kısmını buraya ayırsın. Buradaki çalışmalarda asla taviz verilmesin. Buraya katılan kardeşlerimiz burada da bizden taviz istiyorlar, başarısızlığımızın sebebi taviz vermeyişimizdir diyorlar; o halde taviz verelim diyorlar. İşte bu görüş yanlıştır. Burada taviz yoktur. Buraya yük olma da yoktur. Siz kendi işinizi kendiniz istediğiniz gibi yapın ama bizim işimizi biz sisteme göre yapalım diyoruz.

Atölye oluşturduk. Dolap yapıyoruz. Orada çalışanları da serbest bıraktık; sizden kira istemiyoruz, dışarıya iş yapın, kazanın. Yalnız o iş için bizden bir sermaye istemeyin, sadece sizden şimdilik kira almayacağız dedik. Bunu niye yapıyoruz? Atölyeniz açık olsun diye yapıyoruz. İsteyenler artırdıkları zamanı “Adil Düzen”e göre iş yaparak değerlendirsinler, sorunları çözsünler. Böylece insanların kâfirler içinde faaliyet göstermek zorunda kalmamaları için imkan hazırlıyoruz. İzmir’de çok imkanlar hazırlandı ama çalışan olmadı, başarısızlığa uğradı. Şimdi İstanbul’da da böyledir. Kim sabır gösterirse o kazanacaktır.

(SamMAGUvNa LieLKaÜiBi)

“Kezibe kulak verenlerdir.”

Bunlar müslim ve hûd olanlardır, yani mü’min olmayanlardır. Siz delillerle onlara gerçekleri ispatlarsınız. Sizin delillerinizden tatmin olmazlar. Karşı taraf bir yalan atar, ona inanır. Hem gelir senden delil ister, hem de senin ispatınla yetinmez. Onların senin delilini kabul etmeleri gerekir. Yahudi, "idam yoktur, insanlığa aykırıdır" der. Sana gelir; ona aklî ve naklî delillerle ispatlarsınız, o sizin delillerinize inanmaz, senden onu inandırmayı ister. Oysa onun işi seni kandırmaktır. Ona inandırma ancak kesin delille yani kılıçla olur!

Meclis’teki bir oturumda Mustafa Kemal bir konuyu tartıştırıyor. Bir türlü ikna olamıyorlar. Bakıyor ki -örnek olarak- hilafet kalkmayacak. Diyor ki: “Beyler, bu böyle olacak, yoksa başlar gidebilir!” O zaman mebuslardan biri cevap veriyor: “Bu kadar kesin delilin vardı da neden şimdiye kadar ortaya koymadın?!”

İşte, onları ikna etmek mümkün değildir. Kılıç ikna eder. O da bizde yoktur. Onların kılıcı var ve ikna ediyorlar.

Yalana kulak verirler. Söylenenin yalan olduğunu çok açık olarak bilirler ama yine de yalan söylerler. Yalan olduğunu bile bile ona kulak verirler.

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın kasetinde AK Parti’nin hiçbir ilişkisinin olmadığını bilmeyen yoktur ama Deniz Baykal bile bile yalan söylemiştir. Yalan söylediğini bildikleri halde ona kulak vermişlerdir.

Bütün gazeteler yalan yazar. Bizim gazete de yalan yazar ama yalan da olsa kendi taraftarı için hoş şeyler yazar. Taraftarları da benimki daha çok yalan söyleyebiliyor diye onu alkışlar. Oysa bizim gazeteyi okuyanlar Cumhuriyet gazetesini okumaz, Cumhuriyet’i okuyanlar da bizim gazeteyi okumaz. O halde kim kime yalan söylüyor? Kendileri kendilerine yalan söylüyor ve bununla avunuyorlar.

Kur’an ilâhi söz olmayıp insan sözü olsaydı, o zamanlar Arapların gazeteleri yoktu, bunları nasıl bileceklerdi?

Biz “Adil Düzen Çalışanları” her hafta bir dergi çıkarıyoruz. Yazarları ve yorumcuları serbest bırakıyoruz. Bizim böyle bir hastalığımız var mı? Yalan söylemeyi düşünüyor muyuz? Biri yalan yazsın, ben de ona kanayım diyen var mı?

İşte, yalana kulak vermeyen bir cemaat oluşturduğumuz zaman biz mü’min cemaat oluruz. O zaman tüm insanlar ağzımıza bakar, haberleri bizden öğrenir. İnsanları kandırmak isteyenler, sömürmek isteyenler kandıramazlar, sömüremezler.

Her mü’min bu âyeti her gün aklında tutacak ve yalancılara kulak vermeyecek.

Yahudi böyle düşünün der; müslimler de öyle düşünmeye başlarlar.

Bunlar bizi üzmemelidir. İsteyen istediğine inanır.

Burada bahsedilen “hûd” olanların bugün yeryüzünde yaptıkları budur.

Paraları vardır, yalan makinaları vardır, basın ve yayınlar vardır. Birini bertaraf etmek mi istiyorlar. Kolaydır. Bir sahte belge düzenlersin, ıslak imza dersin, yahut kaset var dersin. Kamera dersin, harekete geçersin, şerrinizden herkes korkar. Hakimler korkar, savcılar korkar, bakanlar korkar, generaller korkar. Senin dediğini yaparlar. Diyeceksiniz ki; korkmasınlar! Asker düşmandan kokmaz, çünkü ya ölür ya öldürür ama gazeteye ne yapsın? Yahudi’nin şirret şikayetçisine ne yapsın?  Kimileri çıkıyor da “adalet çalışıyor” diyor!!!

Şimdi size bir bilgi vereyim. Sevmediğiniz kim varsa onun hakkında bir dilekçe yazın ve götürüp savcıya verin. Savcı bunu işleme koymak zorundadır. Karakola gidersiniz. O kişiyi çağırırlar. O savunmasını yapar. Savcıya gelir. Savcı kanaat getirirse ki iftiradır, mesele yok. Ama müfteri öyle iddia etmeye devam ederse, savcı onu da çağırır. Sonunda işin içinden çıkamaz, mahkemeye sevk eder. Yıllarca iki taraf da mahkemede sürüklenir dururlar. On sene sonra, bazen yirmi sene sonra ya sen kazanırsın o hapse gider, ya da o kazanır sen hapse gidersin. Genellikle bu tür davalar uzar da uzar ve müruru zamandan düşer.

Şimdi sermaye ne yapıyor?

Ona yani o müfteriye para veriyor, git şikayet et diyor. Hapse düşersen ben sana mal vermeye devam ederim. Sen de işsizsin, kabul edersin.

İşte, sermaye istediği zaman insanları böyle süründürür. Karşı tarafın mesleği olduğu için o para kazanır, sen şikayet edilen mahvolursun. Hele basın şikayet edeni destekliyorsa, o zaman hakimler korkar, savcılar korkar ve şikayet hakkını kullanmıştır derler.

Bu yalnız sana değil, mesela bugün askerlere yapılıyor.

Yarın savcılara yapılacak, öbür gün hakimlere yapılacak...

Böylece küresel ve yerel sömürü sermayesi bu yalan mekanizması ile devletin kurumlarını teker teker çökertiyor.

İşte Kur’an bize bunu bildiriyor ve bize diyor ki; telaşlanma, onların hesabını biz görürüz. Evet, “Adil Düzen” geldiği zaman bu oyunlar bitecektir. Çünkü hakemler yargılayacaklar. Hakemleri ve soruşturmacıları da hakemler yargılayacak. “Adil Düzen”de yargı hakemlerden oluşacak; bağımsız, tarafsız, yansız, saygın ve etkin olacak.

(SamMAGUvNa Li QaVMin EAPaRIyNa)

“Âhar kavme kulak verenler.”

Sana gelip sormazlar. Senin sözlerine kulak vermezler. Başkalarını dinlerler.

Basın benim aleyhimde hazırlandı. Bir hanımı gazeteciyi evime gönderdiler. İkinci defa evlendim diye röportaj yaptılar. Evdekiler çekindiler, ben onlar da gelsinler dedim. Görüşmede birinci eşim vardı, kızlarım vardı. Serbestçe konuştuk. Onlar da konuştular. Bizim bir yanlışlığımızın olmadığını dinleyip anlayan hanım röportajı götürdükleri zaman gazetesi yayınlamadı. Röportaj yapan hanım üzülmüş ki Ankara’da başka gazetedeki arkadaşına haber salmış, o da benimle röportaj yapmak istedi. O hanım görevli olmadığı için İzmir’e gelemedi. Ben kolaylık yaptım. İnternetten o sordu, ben cevap verdim. Ona son olarak şunu söyledim: Ben şeriata aykırı bir iş yapmadım. Eşim müsaade ettiği için evlendim, kanunlara aykırı bir şey de yapmadım. Siz neden rahatsız oluyorsunuz dedim. Onunki de yayınlanmadı.

Bu arada İzmir Akevler’i şikayet ettiler. Dört ay dört müfettiş teftiş etti. Başlarında bulunan kişi hiç gelip teftişe katılmadı. Diğerleri tüm detaylara kadar rapor tanzim ettiler ve sonunda şikayetin yersiz olduğu sonucuna bağladılar. Bir de baktık ki hazine avukatı dava açmış! Neymiş; biz çalışmalarımızda konunun dışına çıkmışız! Raporda tahribat yapmışlar, yalan söylemişler ama yalanın kuyruğu görünüyor.

İşte bunlar böyledir; basını ile yayını ile teftişi ile hep yalan üzerine oturmuşturlar. Hakimler ittifakla bizi beraat ettiler. Yargıtay bozdu! Hakimler baskı altında Yargıtay’a uydular ama öyle bir karar verdiler ki bizim mahkeme masrafları dışında bir zararımız olmadı.

Sizin hakkınızda sizden haber almazlar. Hattâ sizin yanınıza gelip de sizinle konuşanı da dinlemezler. Onların yalan haber makinaları ve mekanizmaları vardır; nasıl yalan uydurulur, nasıl iftiralar yaparlar ki tutsun.

Biz Akevler olarak Sanayi Kalkınma Bankası ile anlaşma yaptık. Cumhuriyet gazetesi o gün aleyhimizde ‘yiyorlar içiyorlar’ diye yayın yaptı. Bankaya gittiğimizde, bunların gerçek olmadığını söylediğimizde; biz biliyoruz, siz Müslümansınız diye bunları söylüyorlar dediler. Bizimle anlaşma yaptılar diye Sanayi Bakanlığı’ndaki o kadroyu değiştirdiler, terfi ettirdiler ama oradan aldılar! Basının şerrinden dolayı bunu yaptılar...

İşte, Kur’an bize diyor ki, bunlar seni üzmesin. Biz gerçekten üzülmedik. Bunlar bize zevk vermişti. Çünkü sonunda savaşı hep biz kazanıyorduk.

Bizi üzen neydi?

İzmir Akevler’de bizim şube başkanlığımızı yapan Prof. Dr. Ekrem Pakdemirli bir gün; ‘siz kanuna aykırı hareket ettikten sonra başarsanız ne olur’ demez mi?!.

İşte bu anlayış ve söylem o batağa batmadır. Oysa bizim prensibimiz şudur. Hangi devlette yaşıyorsak oranın kanunlarına uymamız şeriatımızın icabıdır. Din böyle emrediyor.

(LaM YaETUvKa)

“Sana gelmemişlerdir.”

Saadet Partisi’nin herhangi bir ilçesine gidiniz. Akevler’den bahsediniz, Süleyman Karagülle’den bahsediniz, Süleyman Akdemir’den bahsediniz... Sizin aleyhinizde birçok sözler söylerler. ‘Sen onları gördün mü, onların kooperatiflerinin ortağı mısın?’ diye sorun. ‘Efendim, ben ortak değilim ama..” der, mesela size arkadaşlarının ortak olduğunu söyler! Böylece bu âyetin işaret ettiği durumu aynen itiraf ederler.

Tarikatlara gidiniz, böyledir.

İşte, başlangıçta bunları organize eden ve siyasi parti hâline getiren Akevler’dir. Biz bir gün bile “Adil Düzen”i bırakmadık, Akevler’den kimse bırakmadı.

Allah bize diyor ki; bunların bu hareketleri seni üzmesin...

Ben onların benim aleyhimde söylediklerine üzülmüyorum, onları sevdiğim için onların bu hallerine üzülüyorum.

Bu sebepledir ki bir haber duyduğunuz zaman mutlaka onu tebeyyün edeceksiniz. Önce haber kaynağının kendisine varacaksınız, ama tek başınıza değil, o haberi size getireni alacaksınız ve o kişiye varacaksınız, ‘bu senin için böyle söylüyor’ diyeceksiniz. Onu dinleyeceksiniz. Ondan sonra dışarı çıkıp ispat edemeyen habercinin yüzüne karşı ‘yalan söylüyorsun, sokak lafıyla hıyanet ediyorsun’ diyeceksiniz. Bunun sonucu ne olur? Gelişigüzel haberlerle sokağa çıkamazsınız. Haber yapmak serbesttir. Basın haber kaynağını gösterir, falan böyle söylüyor der. Ondan sonra o kişi aleyhinde dava açılır ve mahkum olur.

Şimdi kendi yalan makinalarının çalıştırılması için “basın özgürlüğü” diyorlar. Basın özgürlüğü demek iftira özgürlüğü müdür? İnsanın canı kutsaldır, katil de olsa insan idam edilemez diyor, hapishanede eziyet edilemez diyor. Hep kendisinin tetikçilerine zemin hazırlıyor. Yalancı basını silah olarak kullanmak istiyor…

Kur’an bana/bize diyor ki; sen bunlara üzülme, mahzun olma…

AK Parti de diğer partiler de bu düzeni yaşattıkları için onlarla beraberdirler. Altmış seneye yakın zamandan beri süren mücadele hayatımızda hep bunları yaşadık. Aslında AK Partililer de, Deniz Baykal da yaşadı. Ama onlar Allah’tan değil de o yalancılardan korktukları için ses çıkaramıyorlar.

Günü geldiğinde birileri bu yazılarımızı, yorumlarımızı, değerlendirmelerimizi okuyacak ve mü’minler gerçekleri öğrenecekler. Ondan sonra gerektiğinde mallarını ve canlarını vererek “Adil Düzen”i getireceklerdir. İftiradan korkmayacaklar, terörden korkmayacaklar, çünkü bu yolda ölürlerse, şehit olur olmaz cennete gideceklerdir.

(YuXarRiFUvNa elKaLiMa)

“Kelimeleri tahrif ediyorlar.”

Kelam” kelimesi Kur’an’da yalnız Allah’a izafe edilerek gelmektedir. Üç yerde “Kelamellah” denmekte, birinde de “ve birisalati ve bikelami” denmektedir.

“Kelam” “kelime”nin cem’i değildir. “Kelam” sıfatı müşebbehedir. Lafızları değil de tüm manâyı içerir. Kelam Allah'ın dilindedir, kadimdir, lâ yetegayyerdir. “Allah’ın kavli” denmez, çünkü kavl O’nun değildir, mahlukun sözleridir. Bizim Kur’an’ımız Cebrail’in kavlidir, Allah’ın kelamıdır. Allah Cebrail’in kavlini onaylamıştır.

Kelim” ise “kelime”nin çoğuludur, kuralsız çoğuludur.

“Kelimeleri tahrif ederler.”

"Tayyib kelim ve salih amel ona suud eder" de "kelim" cümle anlamında kullanılmıştır. Kelim de müfret ve cem’ olabilir. Manası cümlede anlaşılır. Bundan önce benzer âyet geçmişti, orada “an mevadıhı” denmişti; burada “min ba’di mevadıhı” denmiştir. “An” dendiği zaman ism-i mekan olarak anlaşılır, “min ba’di” deyince ism-i zaman anlaşılır. “An mevadıhı” dediğimiz zaman kastettiğimiz konudur. Dilin vazıı onu ne için koymuşsa onu tahrif ederler deniyor. “Cibal” dağlar demektir. Biz “cibal”i dağlar değil de kaya olarak tarif etmeye kalkışırsak mevadıından tahrif etmiş oluruz.

Demek ki Kur’an’ı anlarken Kureyş’in o günkü Arapçadaki manâsını bilmemiz gerekmektedir. İslâm gramercileri bu işi fazlasıyla yapmışlardır. Biz “İslâm” deyince onların anladığı manâdan hareket etmek zorundayız. Kelimeleri istediğimiz gibi değiştirmeyeceğiz.

Burada ise “min ba’di” deyince kelimeye biz manâ verebiliriz, bu kelimenin manâsı bu olsun deriz. Artık o kelimenin manâsı o olmalıdır. Değişik yerlerde değişik manâlar vermek mevazıından tahriftir.

Hakimler bir metne bir manâ verirler, sonra aksi manâ verirler. İçtihadımız değişti diyorlar. Peki, vatandaş uygularken içtihadı değiştirse, bırakın bir vatandaşın içtihadını, değişik insanlar değişik içtihatlarda bulunurlarsa durum ne olacaktır?

Kanunları uygulayan veya hakimlerin istedikleri gibi yorumladıkları zaman bunun bir müeyyidesi olmalıdır. Bugün bunun bir müeyyidesi yoktur. İslâmiyet’te ise önce herkes kendi içtihadına göre uygular. Sonradan sorumlu olmak istemiyorsa gider müçtehidinden fetva alır. Artık sorumlu fetva alan değil fetva verendir. Sonra da kendi seçtiği hakemle onları yargılatır. Sonra hakemler de hakemlerce yargılanır.

(MiN BaGDi MaVAvWıGıHIy)

“Mevzilerinden sonra.”

Bir müçtehit, bir hakim içtihadını olaydan önce değiştirmelidir. Olay esnasında içtihat değiştirilemez. Bu sebepledir ki içtihatlar resmi gazetede veya internette yayınlanır ve bunu başkan yayınlar, Cuma günü hutbede takdim eder. Uygulayıcılar o içtihada göre uygulamalıdırlar. Hakimler de o içtihada göre uygulamalıdırlar. Davaya bakarken içtihatlarını değiştiremezler, değiştirseler bile o davaya uygulayamazlar.

İşte biz bu hükmü buradaki “an” değil “ba’di”den istidlal ediyoruz. Şimdiye kadar bu hususta tam hükme varmış değildim, bu âyet önümü aydınlattı. Onların yaptıklarında ise keyfe göre içtihat yapma vardır.

Hakimin içtihadı geçerlidir. Mükellefin neden geçerli değildir. Müçtehitler içtihatlarını değiştirebilirler, ancak bunu başkana arz edip yayınlamalıdırlar. Bugün nasıl kanun ancak yayınlandıktan sonra yürürlüğe girerse, müçtehidin içtihadı da böyledir, hakimin içtihadı da böyledir.

(YaQUvLUvNa EiN EUvTİYTuM HAvÜAv)

“Size bu verilirse derler.”

Buradaki “verme”den maksat nedir? Eşya mıdır?

“Kelimeler mevaziinden tahrif edilir” dedikten sonra “verme”den bahsetmektedir.

Burada verilen haklardır. Size şu haklar verilirse kabul ediniz.

Bugün böyle söyler yarın başka söylerler. İşlerine göre karar verseniz haklısınız derler. Bu sözleri kelimelere verdikleri değişik manâlarla sağlarlar. Önce kabul eder sonra rücu ederler, bunu da kelimeleri keyfi olarak verdikleri manâ ile yaparlar. Mahkemelerden hakları ne ise onu almayı değil, kendilerinin istediği ne ise ona karar verirlerse alırlar.

Yargıda temel kural şudur, yargı kararını değiştiremez. Her yargı kararı kesindir. Bazı kararlarda taraflara itiraz hakkı tanınmıştır, o mahkeme veya başka mahkeme o davaya yeniden bakabilir. Eski kararı iptal etmez, yeni karar alır. Yeniden muhakeme olur. Davacı varsa yeniden muhakeme edilir. Bu istisnai durumdur. Yani hukukta açıkça itiraz teşri edilmişse ikinci muhakeme olur.

Yüksek Seçim Kurulu kararları kesindir. Listeye aldığı kimseyi ilan ettikten sonra çıkaramaz, seçildiği halde mazbata vermekten kaçınamaz. Mazbata verilen kimsenin dokunulmazlığı var, bakanlık onu hapishanede tutamaz. Meclis başkanı yemin ettirmekten kaçınamaz. Ondan sonra meclis dokunulmazlığını kaldırırsa normal mahkemelerde muhakeme edilir, milletvekilliği düşürülebilir. Mevzuat müsaitse milletvekilliği iptal edilebilir. Mevzuatın buna müsait olması gerekir. Böylece bizim nefret ettiğimiz insan meclise gelecektir. Bunun için değişik yorumlar yapamayız.

Biz buna razı olmalıyız. Çünkü hukuk böyledir. Millet kendilerini seçerse kabul, seçmezse askeri hareket; işte onların tavrı budur.

Bugün AK Parti iktidarda, halk ona oy vermiş. Yarın seçimi kazanamamış ve ekseriyet onları yüce divana göndermiş olabilir. Şimdiden kimi savcılar harekete geçiyor, hakimler tehdit ediliyor ve bu kadro hapishaneye gönderiliyor. Geçmişte böyle olmadı mı? Yassıada mahkumlarını askerler asmadı, sivil hakimler astı.

Peki, bu parti neden hak ne ise onu yapmıyor?

Yapacağı işlerin başında orduyu bağımsız hâle getirmek ve günlük siyasetten uzak tutmak olmalıdır. Cumhurbaşkanı da asker kökenli olmalıdır. Yargı hakemlerden oluşmalı, kararlara herkes güvenmelidir. Yapmıyor, çünkü istediğini bu düzende elde ediyor.

(FaPuÜUvHu)

“Onu ahz ediniz.”

Daha görüşme masasına oturduğu zaman isteklerini baştan koyuyor, MHP, Türkiye ülkesiyle milletiyle bölünmesini tartışamam, lâikliği tartışamam diyor.

Ben her şeyi tartışırım, ikna ederlerse derhal değiştiririm demeli.

Kur’an ne diyor; söyle, bunlardan daha iyisini getirin ben onlara uyayım.

Biz her zaman her yerde her konuyu herkesle tartışmaya hazırız. Müsbet ilim verilerine göre bizim ortaya koyduğumuzun aksini ispat eden olursa derhal ona uyarız. Mesela, biz çok evliliği savunuyoruz. Aksini iddia eden var mı, buyursunlar, karşılıklı deliller getirelim. Bizim delillerimizi çürütecek deliller getirsinler, hakkı teslim etmeye her zaman hazırız. Onlar ise ancak kendi şirklerine uyarsak bizimle uzlaşmaya hazırdırlar.

Mesela, şimdi “yeni anayasa” hazırlığı vardır. Biz fazla bir şey istemiyoruz. Bizi dinlesinler yeter. Bizi dinledikten sonra yine bildiklerini yapsınlar. Hesabı Allah’a verirler.

Ama dinleyemezler...

Cemil Çiçek Meclis Başkanı oldu, “Adil Düzen”in önerilerine de devreye soksun, ondan başka bir şey istemiyoruz. Adalet Bakanı olduğunda, “çözümü olan getirsin” demişti. Biz de randevu alıp milletvekili arkadaşlarımızla makamında görüştüğümüzde, bize, “bu dediğiniz bu partide olmaz, siz Adil Düzen Partisini kurun” diyordu!.. AK Parti bizim partimiz değil mi, bizim kurduğumuz partinin tartışmalı vârisi değil mi?..

“Hayır!” diyor Sayın Cemil Çiçek;

Getireceğimiz şey “Adil Düzen” olmayacak, olmamalı!..

Niyet doğru olmalıdır.

Onlar yarışmayı yanlışlar içinde açtılar; 3 kere 3 dokuz olmamak şartıyla herkes yarışmaya katılabilir!.. Biz bu çözümü ("Adil Düzen") getireni istisna ediyoruz diyor/lar!..

İşte bu âyet bunu diyor, doğruyu baştan reddediyor. Yanlışlardan birisiyle gelirsen yarışmaya katarız diyor. İşte bu mantık bizi üzüyor. Ama Allah diyor ki; seni üzmesin…

(Va EiN LaM TuETaVHu FaPÜaRUv)

“Ve size o verilmediyse hazr edin.”

Biz Allah’ın varlığını rahatlıkla tartışıyoruz. Kimse tartışmaz. Onu tartışmak ilmî değildir. İlmî olmayan tartışılmaz diyorlar. Oysa ilmî olup olmadığı da tartışma sonucu ortaya çıkacaktır. Gelin, diyoruz, sizin Atatürk ilkelerini tartışalım diyoruz, tartışmayız diyorlar.

Neden?

Çünkü onlar bizim söylediğimiz tartışılmadan iyidir diyorlar.

İyi olup olmadığı tartışma sonucu ortaya çıkacaktır. Onlar da bunu biliyorlar.

Allah konusunda da tartışamazlar. Çünkü daha ilk karşılaşmada tuşla yenileceklerini biliyorlar. Sosyalistler tartıştı, şimdi adları bile tarih oldu.

Mustafa Kemal tartışılmadı. Dolayısıyla yenilmedi.

Kemalistler de tartışamazlar. Çünkü yalan söylediklerini bilirler. Mustafa Kemal ne demokrattı ne laikti. Belki de laikliğin takiyyecisi idi.

Şimdi “Adil Düzen”e gelelim, İslâm düzenine gelelim. Biz her şeyi herkesle tartışırız. Hak ne ise ona uyarız. Her sözü dinleriz ve en iyisine uyarız. Bize düşen hak ne ise onu alırız, ondan fazlasını siz verseniz bile biz kabul etmeyiz. Çünkü âhirete gittiğimiz zaman bizden niye az aldın diye hesap sormayacaklar, niye çok aldın diye hesap soracaklardır.

Şimdi mü’min olanla olmayan çok açık şekilde anlaşılmış oluyor. Mü’min olan herkesle her konuyu her yerde tartışır, doğru ne ise ona tereddütsüz uyar. Hakkının çoğundan vazgeçer. Yargıya giderse yargının kararına içinde herhangi bir sıkıntı duymadan uyar.

(Va MaN YuRiDi elLAGHu FiTNaTaHUv)

“Allah kimin fitnesini murad ederse.”

Fitne” imtihandır, madenleri paslarından temizlemedir, eritip filizlerden ayırmadır.

Herkesi imtihan ederiz. Kim kazanırsa o kalır, diğerleri gider. Önce herkes bir fakülteye gider, okur, doktor olur. Dayanışma ortaklıkları bunların tababetine kefilse doktorluğa devam eder. Bazan müessese bozulur. Cahil doktorlardan oluşmuş dayanışma ortaklığı hizmet veremez olur. Devlet tababeti yeniden düzenleyecekse, o zaman sil baştan imtihan açar. Bütün doktorlar o imtihana girerler. Başaranlar doktorluğa devam ederler, başaramayanlar elenirler. ‘Kim imtihan edecek?’ derseniz; ilmî dayanışma ortaklıkları her konuda birer sınav kurulu oluşturur, onlar bu imtihanları yaparlar.

İşte burada bu imtihan şekli anlaşılmaktadır. Buna karar verecek de yargı olacaktır.

Diyelim ki askerler bir sınıf oluşturdular. Subay okullarına kendi çocuklarını alıyorlar ve ordu bir sınıfın sömürme aracı oldu. Yeniçerilerde olduğu gibi yeniliyorlar da. O zaman ne yapılır? Birileri yargıya gider ve hakemler “tüm subaylar imtihan olacaklardır” der. İşte bu kararı başkan veto edemez, çok sevdiği komutanları da imtihan dışına tutamaz.

Kim imtihan eder?

İlmî şûra imtihan eder.

Kim imtihanı kazanırsa askerliği devam eder, imtihanı kazanamayanlar elenir.

(FaLan TaMLiKa LaHu MiNa ElLAHi ŞayEan)

“Allah’a karşı bir şeye mâlik olmazsın.”

Yani yargının böyle bir imtihan kararı kesindir. Sonunda imtihanda elde edilen sonuçlar da kesindir. Başkan müdahale edemez, sonuçları değiştiremez.

Birincisindeki “Allah”tan kasıt yargıdır. Burada imtihan kurulun ortaya koyduğu sınavdır. Bunlara karşı hakemlere gidilebilir ama başkan müdahale edemez.

(EüLAİKa elLAÜIyNa LaM YuRiDi elLAHu EaN YuOahHiRa QuLUvBaHuM)

“Onlar Allah'ın kalplerini tathir etmeyi irade etmediği kimselerdir.”

Buradaki “Allah” ise âlemlerin rabbi olan Allah’tır. Böylece yapılacak yenileme imtihanı sayesinde onların eleneceğini bildirmektedir. Bunlar baştan semmâ’ûn olanlar değildir, yani yalana kulak verenler değildir. Bunlar bu imtihanı kazanamayanlardır. Böylece baştan tereddüt içinde kaldığımız husus burada aydınlanmıştır. Fitne sonunda topluluğu temizleyecektir.

Şimdi Türkiye’nin başından geçenleri sıralayalım:

  1. Viyana bozgunu. Güçlü olduğumuz günlerde Kırım Hanlığı’nın ihaneti sonunda yenilmedir.
  2. Meşrutiyet döneminde yöneticiler devleti peşkeş çektiler.
  3. İstiklâl Savaşı’ndan  sonra inkılaplar yapıldı.
  4. 1960 yılında askeri müdahale yapıldı.
  5. 28 Şubatları herkes çok iyi biliyor.

Bütün bunlar fitne olmuş ve sonunda bugünkü hâle gelmiş bulunuyoruz.

İşte, bunlar hayırlı olmuştur, millet için hayırlı olmuştur.

Yeni anayasa çalışmalarında topluluğu yenileyen müesseseler konmalıdır.

Yenilenme Maddesi:

Madde ?) Devlet kurumu veya kuruluşlardan herhangi birisi dejenere olur da artık fonksiyonunu icra edemez hâle gelirse; ilmî, dinî, meslekî ve siyasî şura üyelerinden biri yargıya giderek kurumun yenilenmesini isteyebilir. Yargı olur kararı verirse kurum yargıya gidip bu kararın iptal edilmesini isteyebilir. O da onaylarsa üçüncü defa yargıya gider, iptal istenebilir. Dört defa üst üste yargı kararı onaylanırsa artık o kurum  yenilenir.

Bunun için meclisteki ilgili şura özel imtihan yüksek kurulunu oluşturur. Her yüzde beş oy için bir üye seçilir. Üyeler oylarını diğer üyelere kullandırabilirler.

Bunların hazırladığı test imtihanlarına cevap verenler geçer. Geçemeyenler tasfiye edilmiş olurlar. Kurum yeniden geçenlerden oluşturulur. İmtihan kurulu oluşturur.

İşte “Adil Düzen Anayasası”nda buna benzer maddeler yer alır. Bizim anayasa taslak çalışmamızda bu madde yoktur, siz yerini bulup bu maddeyi de koyacaksınız.

(LaHuM Fıy elDuNYAv PiZYun)

“Dünyada onlar için hızy vardır.”

Dünyada onlar için hızy vardır. Artık onlar o kuruluşta görev yapamazlar. Mesleklerinden olmuşlardır, mesleklerini kaybetmişlerdir.

(VaLaHum Fiy eLEAvPiRaTi GaÜABun GaJIMun)

“Âhirette de onlar içim azim azap vardır.”

Âhirette de bu kötü davranmalarından dolayı azab-ı azim vardır.

Bu bize şunu bildiriyor ki bozuk müessesede iyi niyetle çalışanlar bu imtihanı kazanacaklardır, Allah onlara kazandıracaktır. Kurumlarını yenilemiş olacaklardır.

Burada yenileme yapılırken kimseye eski çalıştığı yerde görev verilmeyecektir. Herkes yeni yerlere yerleştirilecektir. Mesela doktor aynı işte doktorluk yapamayacak, yeni ilçeye gidecek ve oradaki insanlara doktorluk yapacaktır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org (0532) 246 68 92

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3488 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2677 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2651 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2166 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2542 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2565 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2300 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2204 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2617 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2496 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 2005 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2362 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2311 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2459 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2455 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2416 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3066 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2689 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2684 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2765 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2972 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3048 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3448 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5509 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3570 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3096 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3885 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3736 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3443 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3896 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3853 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4134 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4667 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3986 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3869 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2882 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2969 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3975 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7762 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5643 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4197 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3599 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3740 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4760 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4477 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4770 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4690 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4846 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4571 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3420 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4494 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3646 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5198 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3874 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5185 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5047 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4958 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3565 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3496 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3707 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5194 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4224 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5456 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4104 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5292 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4489 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4444 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4597 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4790 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5345 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4134 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5283 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4548 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3864 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4413 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4615 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4147 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4121 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4105 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4560 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5672 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9865 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4675 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3726 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3876 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3369 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3404 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3762 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5727 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4265 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3462 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler