Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 616
MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ -33.AYETLER
18.06.2011
2397 Okunma, 0 Yorum

MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 24

 

(EinNaMAv)

“Sadece”

Bundan önceki âyetlerde İsrail oğullarına yazdıklarını anlatmıştı. Orada tüm insanlığın eşit olduğuna işaret edilmişti; diyet ve kısasta eşitlik, cezada eşitlik. Kamu hukuku olduğu belirtilmişti. Bunu Tevrat’ta yazdım demiş olması, onların seçilmiş kavim olup, kişilikte farklılık olmadığı hususunun Tevrat hükmü olduğunu bildirerek kişiler arasında fark olmadığı, farklılığın görevden doğduğu anlatılmıştı.

Şimdi “Ve” harfi getirilmeden doğrudan Kur’an hükmü ortaya konmaktadır. “Ve” veya “Fe” gelmemesi bu ifadenin Tevrat ifadesi olmadığını anlatır.

İnnema” sadece anlamına gelir. Hasrı ifade eder. Bundan başka ceza verilemez demektir. Devletin güvenliğine karşı işlenmiş suçlarda katledilmesi, salb edilmesi, el ve ayağın çapraz kesilmesi ve sürülmesi. Bunun ortasındaki suçlar bunlara indirgenir. Bundan başka ceza verilemez. Hapis cezası, işkence cezası yoktur. Paraya çevrilemez. Affedilemez. Oysa kısaslarda af caizdir.

“İslâmiyet’te hapis cezası yoktur” dediğimiz zaman bize itiraz etmektedirler. Sünnette yoktur, Kur’an’da da yoktur. Buradaki “innema” bunu gösterir. Terörün cezasıdır. Bu kişi eğer birini öldürmemişse sürersiniz. Birilerini cerh etmişse ve işkenceler etmişse, kör veya sakat bırakmışsa el ve ayak kesilmesi gerekir; teslim olmuşsa asılma, kaçmışsa öldürülme.

(CaZAv)

“Ceza”

Ceza” cüz ile akrabadır. İki şey birbirine denkse bir varlık oluşur. Semen (para), mebi' (satılan) ile birlikte bir bütün olur. Değeri olmayan bir mebi'in anlamı yoktur. Kişilerin yaptıkları iyilikler de böyle bir para ile ölçülmekte ve “sevap” denmektedir. Günah da “ism” olarak zikredilmektedir. Ceza denk olan ve kendi cinsinden olmayan bedeldir.

Ekonomide para ortak değer ölçüsüdür. Bugün kâğıt para bir şeyi temsil etmediği halde ekonomik değerleri ölçmektedir. Henüz sosyal değeri ölçen bir değer oluşmamıştır. Sevap ve günahları ölçen bir birim olacaktır. Her hasenin karşılığı yine hasendir. Seyyienin karşılığı da seyyiedir. Demek bunların lira gibi bir birimi vardır. Sonra hasene seyyieyi giderir denmektedir. Aynı birimle ölçüleceği ifade edilmektedir. İyilikler ve kötülükler bir para birimi ile okunacaktır.

Adam öldürme en büyük günahtır. Müebbet hapis olarak tarif edilmektedir. Yüz senelik ömür üçe bölünürse bunun üçte biri gençlik ve yaşlılıkta geçer, üçte ikisi ise çalışabilir ömürdür. 66 senedir. Bir insanın diyeti 66 senelik ücrettir. Yıllık olarak 20 000 TL alırsak, 66 sene bir milyon üçyüz yirmi bin TL etmektedir.

Bir gözün kör edilmesi bunun yarısı kadardır, iki göz tamı kadardır. Bir kol yarım diyet, dirseklere kadar çeyrek diyet, bileklere kadar olursa 1/8 diyet, parmakların tamamı 1/16 diyet, her bir parmak 1/80 diyettir. Bir sopa bir günlük işçiliktir. Hapis tazminatı da böyledir. Hasene ile seyyie böylece karşılaştırılmaktadır.

Ceza” kelimesi iyilik ve kötülük için kullanılır. Türkçede kötülüğün karşılığına "ceza" iyiliğin karşılığına "mükafat" denmektedir. Kur’an’da ise ceza hem iyilik hem kötülük için zikredilmiştir. Kifayet kelimesi Kuran'da mükafat manasında kullanılmamaktadır. Çünkü Kur’an sevapla günah arasında birim açısından fark görmemektedir. Günah sevabın negatifidir. Ama her ikisi de aynı birimle ölçülecektir.

Bugün insanlık her şeyi para ile değerlendirmektedir. Kur’an da bunu böyle yapmakta, her şeyi bir birimle ölçmektedir; âhirette bile muhasebe defteri gelecek, onunla cennete veya cehenneme gidilecektir.

Bir film olayları tesbit eder ama değerleri göstermez. Oysa muhasebeye değerler geçerse bir anlamı olur. Allah her insana üç melek görevlendirmiştir. Biri sevapları, biri günahları yazar. Az yazarsa öbürü itiraz eder. Baş hakem olan melek ise ihtilafları halleder. Âhirete bu defterle gelinir. Muhasebede kişiye savunma hakkı verilir. Bu dünyada da herkesin muhasibi var, alacağını ona yazdırır. Borçları başkası yazar. Bir de yevmiye muhasibi vardır yahut ihtilafları onlar çözer.

Burada anlatılan örgütlü suçlardır. Bir kimsenin tek başına işlediği cinayetlerde kısas hükümleri uygulanır. Burada anlatılan örgütlü suç oluşursa onlara verilen cezalardır.

(elLaÜIyNa YuXAvRıBUvNa)

“Harb eden kimseler”

“Ceza” kelimesi bu ismi mevsule izafe edilmiştir.

Ellezîne” kurallı erkek çoğulu ifade eder. Yani bu cezanın verilebilmesi için örgütlü suçun oluşması gerekir. Münferiden yapılan veya müştereken yapılan suçlar adi suçlar olup orada kısas ve af hükümleri geçerlidir. Oysa burada örgütlü suç söz konusudur.

PKK böyle bir örgütlü suç kuruluşudur.

“Ellezîne”de hem fiil bellidir hem fail bellidir. Öyleyse örgütlü suçun belirlenmesi için suçların tanımlanması gerekir. Yargı tarafından suç olduğu tesbit edilmiş ve faillerinin belirlenmesi gerekmektedir. Örgütün tesbiti için örgütün faaliyet gösterdiği sahaların belirli olması, örgüt başının bulunması gerekmektedir. Örgütün yaptığı fiillerin de belirlenmiş olması gerekmektedir. Bunun için baştan o fiillerin ilan edilmesi gerekir. Bu da ceza kanunumuzda suçun tanımlanmış ve cezasının da belirlenmiş olması şartını içerir.

Terör olayları için ortaya konan bu hüküm diğer suçlara kıyasen uygulanabilir.

Kurallı erkek çoğullarda bir kişinin o cemaate mensup olması yeterlidir. Onun ismen belirlenmesi gerekmez. Ne var ki muhakeme edilirken önce kişinin o örgüte mensubiyeti kanıtlanmış olmalıdır.

Mensup olmanın anlamı nedir?

Görev alma ve itaat etmedir. Bunların da dereceleri vardır. a) Faaliyetlerine karışmamakla beraber onların faaliyetlerinden haberdardır ve faaliyetlerini fiilen değil de kalben desteklemektedir, faaliyetlerden çevreyi bilgilendirmemektedir. b) Faaliyetlerine mâlen katılmaktadır. Bu iki şekilde tesbit edilebilir. Evine gelene yemek yedirme benzeri katılmadır. Arabasına alıp bir yere götürme anlamındadır. Yahut doğrudan aidat ödeme veya arabayı verme şeklinde olabilir. c) Bedenen katılmadır. Suç fiillerinde değil ama diğer işlerde onların işlerini yapmadır. Posta işleri yapma, ikmalini yapma. d) Bizzat suçları yapma şeklindedir.

Örgütün önce faaliyet merkezleri ve yöneticileri belirlenmelidir. Bunlar ismen bilinmese bile varlıkları bilinmektedir.

Faili meçhul cinayetler bunlardan farklıdır. Faili meçhul cinayetlerde kasame uygulanır. Kasame şöyle uygulanır. O fiili işlemesi muhtemel olan kişilerin adları mağdur olanlardan istenir. Fıkıhçılar bunları elli kişi kabul etmişlerdir. Bu ya on kişi olmalıdır, ya da yüz kişi olmalıdır. Yüzün yarısı olarak elli alınabilir. Bunlar soruşturmacı tarafından sorguya çekilirler. Faillerin kim oldukları onlara sorulur. Bilemeyeceklerini kanıtlayanlar beraat ederler. Bilgi verenler varsa faili ortaya çıkarırlar. Fail ortaya iki soruşturmacının şehadeti ile çıkarsa, diyet onların âkilesine ödettirilir. Dört soruşturmacının şehadeti ile çıkarsa, ona kısas hükümleri uygulanır. Çıkmazsa kasameye katılanlar tarafından diyetleri ödenir. Bu terör olayı değildir. Bu faili meçhul cinayettir.

Terör olayında faili meçhul değildir. Sadece fail kaçmakta ve yakalanmamaktadır. Bunlar için vur müsadesi çıkar, hakemler kararı ile çıkar. Öldüren, teröristin mallarına mâlik olur. Tehlikeli terör yapanın malları müsadere edilir, katledene verilir. Yine de katleden olmazsa ödül konur. Terör olaylarına askeri harekat yapılmaz. Yalnız teröristi öldüren asker veya jandarma olsa, polis olsa bile yine ödülünü alır, kurumu ile paylaşır. Muhasara altına alınmış ve teslim olan teröristlere yapılacak muameleler burada anlatılmaktadır.

Orgeneral Başbuğ terörle ilgili ilmî bir kitap yazmıştır. Askeri mantık içinde ilmî usullere de riayet edilmiştir. Temelde birkaç hata vardır. Onları burada zikrederek kitabı okumanızı tavsiye ederim.

  1. Başbuğ, ulusu tarif ederken; devlet kişilerin hukukunu korur, topluluklar devletin muhatabı değildir, devlet kişilerin ırk ve dinlerine bakmaz diyor. Ulusun ırk ve dine dayanmadığını söylemektedir. Buna “liberal demokrasi” demektedir. Bu anlayış hatalıdır.
  1. Devletin oluşması için partiler olacak mıdır? Olmayacaksa, yönetici kadro nasıl oluşacaktır? Oluşacaksa, o zaman devlet kuruluşlara muhataptır.
  2. Kişi bir topluluğa katılmadan bir iş yapamaz ve yaşayamaz. Kişiyi topluluktan nasıl tecrit edeceksiniz?
  3. Yöneticiler nasıl tarafsız kalacaklar? Onlar da insan değil midir?
  4. Kişilerin hukukunu korurken onların ortaklık içindeki paylarını da korumak durumundasınız. O halde ortaklıkla ilgilenmek zorundasınız.

Bize göre; kişilerin kişisel hukuku kadar, kişilerin oluşturdukları toplulukların topluluk hukukunu korumak da devlete aittir. Irklar yerinden yönetimle dengelenir. İsteyen merkez bucaklarda yaşar, ırkî hak ve görevlerden feragat eder; isteyen de taşraya gider, merkezî hak ve görevlerden feragat eder. Dinî farklarda dayanışma ortaklıkları oluşturulur. Herkes kendi dinini, okulunu, meslek odasını ve kışlasını seçer. Aynı inançta olanlar bir araya gelmiş olurlar. Ulus demek, farklılıklarını koruyarak bir arada yaşamada anlaşmış halk demektir. Devlet faklılıklar arasında ve kişiler arasında çıkan nizaları çözer.

  1. Emekli Orgeneral Başbuğ’un ikinci hatası, Atatürk milliyetçiliğini laikliğe ve üniter devlete dayandırmasıdır.
    1. İstiklâl Savaşı’nda halk ikiye ayrıldı; Müslimler ve zimmiler. Müslimler bir cephede, zimmiler de karşı cephede yer aldılar. Zimmiler mağlup oldular.
    2. Lozan’da Türk ve Türk olmayanlar değil, Müslimler ve gayrimüslimler karşı karşıya oturdular. Türkiye Türkleri değil tüm İslâm âlemini temsil etti. İstanbul hükümeti de katılmak istedi, Türkiye kabul etmedi.
    3. Lozan’dan sonra Türkiye’de karşılıklı muhaceret başladı. Gidenler zimmilerdi, gelenler Müslimlerdi. Sadık zimmi vatandaşlar bile zorla tehcir edildi. Her gelen Müslim “Türk” diye vatandaş yapıldı.
    4. Hilafet lağvedilmedi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne devredildi. Diyanet İşleri Başkanlığı devlete bağlı kurum olarak devam etti. Devletin resmi mezhebi Sünni Hanefi kabul edildi, Diyanet İşleri böyle örgütlendi.

Türkiye devletinde laiklik devlet yönetiminde şer’i fetvalara yer verilmemesinden ibarettir. Anayasaya da ancak 1937’de Mustafa Kemal’in hastalığı döneminde ve ondan habersiz olmak üzere Celal Bayar tarafından sokulmuştur.

O halde Türk ulusunun ana unsurlarından biri dindir, diğeri Türkçedir, diğeri Anadolu ve Trakya’dır, dördüncüsü ise ben Türküm diyenlerdir. Geçmişi ile ırka dayanmaz ama geleceği ile ırka dayanır. Çünkü bu devlet bizim çocuklarımızın olacaktır.

3- Emekli Orgeneral Başbuğ tezkerenin geçmemesini de (1 Mart 2003 Irak Tezkeresi) hatalı sayıyor. Oysa tezkerenin hedefi ABD’nin Türkiye’yi işgal etmesi, bizi İranlılarla savaştırması ve Ortadoğu’yu ele geçirmesi idi. Sonra tezkere geçti ama ordu Irak’a girmedi. Çünkü Bağdat’a gönderiyor, geri çıkış yolunu da kapatıyordular. Girmeyen de kendisiydi. Doğrusu bugün bunu neden söylediğini/yazdığını anlamış değilim.

4- Emekli Orgeneral Başbuğ’un dördüncü hatası ise sınır ötesi harekatla ilgilidir. Her devlet kendi sınırları içinde güvenliği sağlar, savunmayı sağlar; sınır ötesinde harekat yapmaz. O devlet sorunu çözemiyorsa orası işgal edilir ve bir daha da Kıbrıs’ta olduğu gibi geri gelinmez. Savaş oyuncak değildir. Sömürü sermayesi masa başından savaşları kendine göre kullanmak istiyor ama bu mümkün değildir.

Burada “muharebe”den bahsedilmektedir. “Mihrab” silahların saklandığı yerdir. Tüfeği temizlemeye yarayan çubuğun adı “harb”dir. “Mihrab” oda demektir. “Harb hali” demek, silahların odalarından çıkarılması demektir, sefer hâline gelmesi demektir.

Karşı devletle siyasi ilişkileri keser, “ben sana her zaman saldırırım dediğiniz” durumda karşılıklı harb hâline girilmiş olur. Yurt içinde bir örgütün devleti tanımaması bu anlama gelir, onunla harb hâline geçilmiş olunur. Biz şimdi PKK ile harb hâlindeyiz.

Harb hâlinin tesbiti de önemlidir. Bir tarafın diğer tarafa “sen harb hâlindesin” deme yetkisine sahip değildir. Hattâ “ben seninle harb hâlindeyim” derse, harb hâlinde olması gerekir. Yani fiili hareketin oluşmasıdır. Bu âyet bu durumu tesbit etmektedir.

(elLAHa Va RaSUvLaHUv)

“Allah ve resulü ile harb eden kimseler.”

Kur’an konuşma dili ile inmiştir. Onu hukuk dili ile yorumlamak rasihlerin yetkisindedir. Rasihler kendi çağları için Kur’an’a hukuki manâlar verirler. Birinci dönem fukahası böyle manâlar vermişlerdir. Örnek olarak “Allah’ın hakkı” dendiği zaman, bunu “topluluğun hakkı” kabul etmişlerdir. “Resul” deyince “başkan”ı anlamışlardır.

Biz de III. bin yıl medeniyeti için Kur’an’daki kelimeleri tanımlıyoruz ve ona göre bir hukuk oluşturuyoruz. Elde edilen sistem bir işe yarıyorsa doğru tanımladık demektir. Sonuç kabul edilemez olursa tanımlarımız yanlıştır demektir. Sizler de ayrı tanımlar yapabilir, Kur’an’ı ona göre değerlendirirsiniz. Bu tanımlar varsayım mahiyetindedir. Doğrulukları sonuçlarla bilinir.

“Allah” dediğimiz zaman biz topluluğu anlıyoruz. Ocak, bucak, il, ülke ve insanlık Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Kâinatın Rabbi olan Allah’ın halifeleri olarak haklara ve görevlere sahip olma demektir. “Allah” dendiğinde topluluğun tamamı anlaşıldığı gibi, bunları temsil eden meclis de anlaşılır.

“Resul” başkan demektir. Ocak, bucak, il, ülke ve insanlık başkanları resuldür. Kâinatın Rabbi Allah Hz. Peygamberi gönderdi, onun halifesi olan topluluk da başkanları atar. Başkanın kendisi resul olduğu gibi, emir sahipleri de resulün resulleridir.

“Allah ve Resul” derseniz ikisinin birliği anlaşılır, sadece “Allah” veya “resul” derseniz ikisi ayrı ayrı anlaşılır. Kur’an; Allah ve resulden birlikte bahsetmektedir. Başkanın iki görevi vardır. Biri topluluğun işlerini yapmaktır. Bu resul ile ifade edilmiştir. Diğeri ise topluluk içinde çıkan nizaları gidermedir. İki kişi arasında niza çıkarsa başkanlarına baş vururlar ve başkan burada bir karar alır, taraflar ona uyarlar. Başkan bu kararı zaman kaybetmemek için araştırmadan alır. Kararda adalet olamayabilir. Dolayısıyla taraflar başkanın kararına karşı hakemlere gidebilir ve hakem kararı ile varsa mağduriyetlerini giderirler. İşte böyle başkanın kesin olmayan hakemlik görevi ifade edildiği için “Allah ve resul” olarak geçmektedir. Karar kesin değildir ama Allah adına alınmıştır. Allah’ın o andaki müsadesi ile alınmıştır. Şimdi karar ver, sonra ben onu tahkik ederim diyor.

Allah ve resulü”: Resul burada harfi tarifle değil de, “resulü” denilerek ikisi bir kurum hâline dönüştürülmüştür. Bu sebepledir ki bunlara giden zamir ikili değil de müfret olarak gider. İşte bu da “yargı”dır. Taraflar birer hakem seçerler. Hakemler de baş hakemi seçerler. Ayrıca soruşturmacılar vardır, olayları tesbit ederler. Duruşmada soruşturmacılar aynı şehadetle şehadette bulunurlar. Baş hakem kararını alır. Karar başkan tarafından uygulanır. Bu “yargı”dır. İşte “Allah ve resulü” dendiğinde bu “yargı” kastedilmektedir.

Burada harb Allah ve resulüne karşı ilan edilmiştir. Yani yargı kararlarını dinlemeyenler Allah ve resulü ile harb hâlindedirler. Barış hakemlerin kararı ile sağlanır. Aramızda çıkan nizaları silah zoru ile değil de hakemler kararı ile çözersek biz “müslim” yani “barışçı” oluruz.

Hakem kararına uymamak nasıl olur?

  1. Mâli mükellefiyeti yerine getirmeme. Bu takdirde o kişinin borçlanma ehliyeti kaldırılır. Mallarına ve emeklerine el konmaz. Borçlarını ödeyip zamanla itibarı iade edilir. Cebrî icra yoktur, yani mallarına el konmaz. Öldüğü zaman taksim edilirken borçlar ödenir.
  2. Bedenî mükellefiyetler. Bilhassa cezaların infazı. Tutuklama, yalanlama, hapsetme İslâmiyet’te yoktur. Kişi hakem kararlarına kendisi uymuş olur. İdam sehpasına kendi ayağı ile çıkar. Böyle yapmaz da kaçarsa, firar ederse, o zaman hukuk kuralı dışına çıkmış olur. Yani dinin dışına çıkmış olur. Hukuk onu korumaz.

Burada harb edenlerden maksat hakem kararlarına uymamak demek olur. Yani hakem kararlarını tanımayanlar Allah ve resulü ile harb etmiş olurlar. Bunlardan mâlî borçlulardan borçlanma ehliyeti alınır, diğerlerine ise bu âyette gösterilen cezalar uygulanır.

(Va YaGaVNa Fi eLEaRWı FaSaADan)

“Arzda fesaden sa’yederler.”

Fesad burada hal olduğu takdirde fesad içinde işlerini yaparlar, yani hukuk kurallarına uygun olmadan yaparlar.

“Amel” bir defa yapmadır. “Sa’y” ise bir yere varmak için sürekli çalışmadır, çabalamadır. Burada “Ve” harfi ile atfedilmiştir. Tek başına muharebe etme veya tek başına fesad yapma bu âyetteki cezaları istihkak etmez, ikisinin birden olması gerekmektedir. Yani hem hakem kararlarını dinlemeyecekler hem de fesad çıkaracaklar.

Trafik kurallarını aksatıp trafiği tıkamak fesattır. Hukuk kanunlarının işlemesini önlemek de fesattır. Hakkari’deki ve diğer yerlerdeki kepenk kapatma eylemi fesattır. Kapattıranlar BDP milletvekilleri ve yöneticileridir, fesat çıkarmışlardır. Ne var ki bunlar hukuk kurallarına ve mahkeme kararlarına uymaktadırlar. Dolayısıyla bunlara bu âyetin hükümleri uygulanmaz. Dağdaki PKK harb hâlindedir. Ne var ki kente inip fesat çıkarmadıkça o zaman bu âyetteki hükümler uygulanmaz.

Hakkari halkı Müslim ise cizye verdiği için onu baskıdan koruma görevi mü’minlere aittir. Dolayısıyla bir gün kepenklerini kapatanın zararlarını devlet öder. Emniyet mâni olmalı idi. Sonra da kapatanlar rücu eder. Eğer bunlar mü’minse yani silah taşıma ve kendilerini savunma hak ve görevine sahipse onlara bir şey ödenmez. Korktuklarının cezasını çekerler.

Fesad” burada hâl olabilir, mef’ul olabilir. Mesela rüşvet verirler demektir. Mef’ul ise fesad çıkarırlar anlamındadır. Kepenkleri kapatma fesat çıkarma demektir.

Fesad” düzenin bozulmasıdır. Araba yürürken durursa fesad çıkmış olur. Halk işini yapamıyorsa, mahkemeler çalışamıyorsa, orada fesat vardır demektir. Burada “sa’y” kelimesi ile önce süreklilik şartı vardır. Hakkari’de bir defa kepenkleri kapatma fesat değildir. Tazminat dışında cezaya müstahak olmazlar. Ama bu kapatma olayı sürekliyse, artık orada esnafı çalıştırmıyorlarsa bu fesattır. Eğer hakem kararlarını da kabul etmiyorlarsa fesadı işlemiş olurlar. Bu madde hükümleri uygulanır.

Görülüyor ki Kur’an’ın muhkem olabilmesi yani onunla hükmedilebilmesi için kelimelerin tanımı yapılmalıdır. “Sa’y” tanımlanmalıdır. “Fesad” tanımlanmalıdır. “Harb” tanımlanmalıdır. Eskiler tanımlamışlar diyebiliriz. Olabilir ama onların tanımlarını kabul etmiş olmak gerekir. Yeni uygarlıkta yeniden tanımlamak gerekir. Radyoda ve diğer medya organlarında yalan haberleri yayıp halkı şartlandırmak fesad mıdır, değil midir? Ona şimdi karar vermek gerekir. Bin sene evvel radyo, telefon, internet, televizyon vs yoktu. İlâhiyat tahsili yapmış -veya yapmamış- bazı arkadaşlar bize yardımcı olup doğru tanımlara gitmemizi sağlayacaklarına; biz yapmıyoruz, siz de yapmayın diyorlar!

Buradaki “ard/arz” kelimesi üzerinde de durulmalıdır. Kastedilen ülke toprakları mı, yoksa yeryüzü müdür? Yani terörü ülke topraklarında mı cezalandıracağız, yoksa dışarıda mı? “Fi’l”Erdi”ye ona göre manâ verilir. Ya yeryüzüdür ya da bizim bucağımız, bizim ilimiz, bizim ülkemizdir. Cezada suçun işlendiği yerin mevzuatı uygulanır. Dolayısıyla biz bizim bucağımızda, ilimizde veya ülkemizde işlenmiş suçlardan sorumluyuz. Dışarıda işlenmiş suçlarda biz davacı olabiliriz ama cezalandırıcı olamayız. O halde “el-Erd”in elif lamı bucağımızı tarif etmektedir.

“Fesad” kelimesi nekredir. Dolayısıyla baştan tarif edilmesi gerekmez. Hakemler fesadın oluştuğuna kendileri karar verirler. Şimdi burada muhakeme sisteminde hakemlere iki şey düşer. Biri tarafların sözleşmelere ve mevzuata uyup uymadıklarını tesbit etmektir. Hakemler ancak sözleşmelerin mevzuata uygun olup olmadığını yorumlayarak karar alırlar. Mevzuata uygun karar almamışlarsa veya aykırı almışlarsa hakemler bu kararlarından dolayı mahkum olabilirler. Hakem kararlarında mevzuata uymadıkları için mahkum olurlar.

Hakemlerin bir mevzuat söz konusu olmayan durumlarda doğal hukuk kurallarına göre karar  almaları gerekir. Bu durumda hakemler vazıi kanun imiş gibi hareket ederler.

  1. Herkes hürdür. Kendisi de dahil kimse onun kişiliğini elinden alamaz. Kölelerin elinden de kişilikleri alınamaz. Ancak mallarına el konabilir. Tasarrufa el konabilir. Kendi malını alıp satar. Sadece sonuç sahibine ait olur. Bu doğal haktır. Kısas doğal haktır. Meşru müdafa doğal haktır. Bunları kimse sınırlayamaz.
  2. İkinci haklar ise sözleşmelerden doğar. Sözleşme yapma temel haktır ama yapılan sözleşmenin içeriği sözleşme hakkıdır. Burada baştan tanımlanmış olması gerekir. Beraatı zimmet asıldır. Doğal hakları ise hakemler tanımlar.

Fesad doğal hukuka girer, hakemler neyin fesad olduğuna neyin fesad olmadığına kendileri karar verirler. Hakem kararlarında; a) icmaa aykırıysa, b) kararlarda çelişki varsa, c) teknik bakımından uygulanamazsa, d) hikmete muvafık değilse, zarar doğuyor veya abesle iştigalse, ona göre karar verebilirler.

(EaN YuQatTaLUv)

“Katl olunmalarıdır.”

“Ceza” mübtedadır. “En Yukattelû” haberdir. Mef’ulün fiile takdimi caiz olduğu halde, failin takdimi caiz değildir. Fail takdim edilirse mübteda haber olur. Bunun ispatı şöyle yapılabilir. “Zehebe Zeydün ve Amrün” dediğimizde fiili müfret yaparsınız. “Zeydün ve Amrün zehebâ” dersiniz. Eğer mef’uller takdim edilmeseydi “zehebe” dememiz gerekirdi. Burada fiil “En” ile gelmiş, fiil olmaktan çıkıp masdar olmuştur. Dolayısıyla haberdir. Haber nekre olur, bu da nekredir. Marife mübtedaya nekre haber gelmiştir. Sade cümledir demektir.

Katl olunmaları” diyor da kimin katledeceği belirtilmiyor. O zaman katlin serbest olduğu hükmü ortaya çıkar. Hakem kararı ile katline karar verildikten sonra kim katlederse katledebilir, suç oluşturmaz. Bugün infaz uygulaması sadece yetkililere verilmiştir. Oysa İslâmiyet’te infaz bütün vatandaşlara tanınmış bir haktır, mü’minler ise görevlidir.

Ana kural şudur. Hakemler hakkı tesbit edip ilan ederler, onun icrasına karışmazlar. Onların icra yetkileri yoktur. Onların görevi sadece hüküm vermedir. Bugün yargı infaz müessesesi getirilmiştir. Savcılar görevlendirilmiş, savcılara da imtiyazlar tanınmıştır. Oysa böyle bir olay daima istismar edilir. Mahkum rapor alır ve hastahanede yatar. Oradan da ayrılıp dolaşabilir. İslâmiyet’te ev hapsi vardır. Ne var ki kimse hapsedilen kişinin kapısında beklemez. O mahkum hukuk düzenine uyar, evinden dışarı çıkmaz. Çıkarsa ne olur? Dışarıda ölü bulunsa öldüren suçlanamaz. Kimsenin evine mahkum da olsa girilemez. Gireni içerdeki öldürür, sadece diyet verir, kısas yapılmaz.

Bir bucaktan sürülmüş kişi için de hüküm aynıdır. O kişi o bucağa gelemez. Gelirse, kanı hederdir, hukuk onu korumaz. Çünkü o kimse harb durumuna düşmüş olur.

Kur’an farklı durumları ortaya koymaktadır. Durumların tesbiti uygulayanlara ve hakemlere aittir. Katl kılıçla veya mermi ile olur. Silah atarsınız, kişi ölür. Kişi kendi iradesi ile ölüme gelmişse yani teslim olmuşsa bu katldır. Katlin amden mi yoksa hataen mi yapıldığı hususunun tesbiti soruşturmacılara bırakılmıştır. Soruşturmacılar kuru kanaatle sonuca varamazlar, kanaate varış sebeplerini ortaya koyarlar, böylece sonucu bildirirler. Hakemler dosyayı inceleyip soruşturmacıların kanaatlerinde haklı olduklarına kanaat getirirlerse, tanıklığı kabul ederler veya reddederler. Soruşturmacılar ancak yalan kayıtlar ve sahte belgelerden dolayı sorumludurlar, yoksa kanaatlerinden sorumlu değildirler.

İşte, katlin amden mi yoksa hataen mi olduğunu soruşturmacılar tesbit ederler. Hakemler tesbitin yerinde olduğuna kanaat getirirler ve ona göre hüküm verirler.

(Ev YuÖalLaBUvy)

“Yahut salb edilirler.”

Salb” asmak demektir. Boğazına ip geçirip sıkmak ve böylece adam öldürmedir.

Suçlu asılır ve teşhir edilir, suçu da belirtilir. Asma olayı suçun işlendiği bucağın merkezinde gerçekleştirilir, caminin önünde veya toplantı salonunun önünde asılır. Suçu ve cezası yazılır. Asıldıktan sonra en az bir gün bekletilir.

Kur’an’da aynı anlama gelen iki kelime kullanılmaz. Öldürülmede idam cezasıdır, asıl maksat idam cezasıdır. Öldüren kimseyi bulunduğu yerde silahla veya kılıçla öldürürsünüz. Asılma ise darağacında ve toplantı salonunun önünde olur. Farklı ölüm şeklinden bahsettiğine göre farklı hükme tâbidir demektir. Siz bu farklılığı başka türlü, ben başka türlü yorumlarım. İşte böylece farklı mezhepler doğar. Farklı yorumları yapanlar kendileri tartışmazlar. Sonra gelenler yani ulema konuları tartışır ve mezheplerini tercih ederler.  Biz de tartışabiliriz.

  1. Birincisi, bulunduğu yerde mermi veya kılıçla öldürülür. İdam ise merkezde darağacı üzerinde yapılır.
  2. Katl hakem kararlarına uymayanlara uygulanır. Salb ise hakem kararlarına uyanlara uygulanır.
  3. Katledilenin cenaze namazı kılınmaz ve mezarlığa gömülmez. Çukura atılır ve kabri tescil edilmez. Katl edilenin mezarlıkta kaydı yoktur. Salb edilenin mezarlıkta kaydı vardır ve yeri korunur.
  4. Katledilen mürted sayılır. Dinden yani düzenden çıkmış sayılır. Malları müsadere edilir, devlete veya katledene kalır. Salb edilenin ise malları vârislerine kalır.

İşte bu farklı hükümleri biz koyarken hikmete dayanarak koyduk. Farklılık Kur’an’da sabittir. Fark ise hikmetlerle ve kıyasla bulunur. Siz bu maddelerden bazılarını kabul etmeyebilirsiniz, yeni maddeler ekleyebilirsiniz. Böylece farklı mezhepler ortaya çıkar.

(EaV TuQaoOaGa EaYdiYHiM Va EaRCuLuHuM MiN PiLaFın)

“Yahut ellerinin ve ayaklarının hilafına kesilmesidir.”

Burada “Ev/veya” gelmiştir. Ya katl ya salb ya da kat’ cezaları verilecektir.

"Ev"de yani "veya"da ikisinin tatbiki mümkündür. Katlettiğimiz kimseyi de asarak teşhir edebiliriz.

Bir eşkıya adamın elini kolunu kesip sonra katletse; biz de bunu yapan eşkıyanın önce elini kolunu keseriz, sonra asarız veya öldürürüz. “Ev” harfinden anlıyoruz ki her ikisinin yapılması caizdir.

Kat’” kelimesi kesmek veya kırmak anlamına gelmektedir Koparılıp atılacaktır. Sadece yaralamak caiz değildir. Koparılan el veya ayağa tekrar dikiş yapılmaz. O el veya ayak ancak mağdura nakledilebilir, başkasına nakledilemez. Yahut “mağdurun satması caizdir” deriz. Gözünü çıkaranın gözü alınıp çıkarılana takılabilir. O halde kısas hükümlerini bugün daha çok zararı giderme şekline de dönüştürebiliriz. Hırsızın kolu kendisine takılamaz, malı çalınana da verilemez. Devlet onu başkalarına kullandırabilir mi?

Aklınızla değil de Kur’an’da delil bularak hükme varmalısınız.

Eydîhüm ve ercülühüm” çoğuldur, ikisi de çoğuldur. İki eli ve iki ayağı da kesilir anlamı verilebilir. Ne var ki burada “hilafen” dendiğine göre bir el ile bir ayak kesilecektir. Kıyasla hırsızlıkta da böyle yaparız.

Ve” harfi getirildiğine göre yalnız el, yalnız ayak değil, bir el ve bir ayak kesilecektir. Hırsızlıkta yalnız el, eşkıyalıkta ise her ikisi kesilecektir. Hırsızlığın gasp değil de sirkat olması için gizli yapılması ve birkaç defa yapılması gerekmektedir, yahut belli miktardan fazlası yapılmalıdır. Zinada da gizlilik şarttır. Evlenebileceklerin açık ilişkileri zina değil, şahitsiz evlenme hükmüne girer ve zina suçu oluşturmaz.

Burada suçun oluşması için fiilin örgüt tarafından ve gizli yapılması gerekir. Yoksa bu madde hükmü değil kısas hükmü uygulanır.

Başka bir sorun da nerden kesilecektir. Omuzdan, dirsekten veya bilekten olabilir. Bilekten sonrakiler çoğalmakta, parmak olmaktadır. Parmakları kesmek el kesmek olmaz. O halde bilekten kesmek en hafiftir. Hükümde de yarıdan fazladır. Dolayısıyla el kesme bilekten yapılacaktır. Hırsızlıkta sağ el mi sol el mi sorulabilir. Kol kesme Kur’an’da tenkil olarak (caydırma) zikredilmiştir. Yani bir daha hırsızlık yapmasın diye kesiyoruz. Hırsızlığı sağ elle yapmıştır, ilerde de bu elle yapacaktır; o halde onu keseriz. Solakların ise sol ellerinin kesilmesi gerekir. Çünkü Kur’an “eydiyehuma” demiş, “eymanehuma” dememiştir.

Muhariplerin sağ el ve sol ayakları mı, yoksa sol el ve sağ ayakları mı kesilir?

Hırsızlığa kıyasen sağ el kesilir, sonra sol ayak kesilir. Yine kıyasen ayak da topuktan kesilir. Ayağı kesilen ayak takıp gezebilir. Buna mâni olunmaz. Başkasının ayağını taktırsa ona da müdahale edilmez.

Siz de içtihadınızı yapın ve Kur’an’dan delil bularak hükme varın.

Hırsız ikinci defa tekrar hırsızlık yaparsa ikinci el kesilir mi kesilmez mi?

“Men” veya "Ellezi" ile getirilseydi ceza fiile verilecekti. O zaman kıyasla keserdik. İsmi faille getirdiği için artık sol kolu kesemeyiz.

Kıyas yoluyla ve âyetlerin delaleti ile fahiş zaninin uzvunu kesiyoruz. Tekrar kesmemiz zaten mümkün olamayacağı için hırsızlıkta da aynı hükmü uyguluyoruz.

Fıkha, fıkıh çalışmalarına genç yaşta başlayıp ömrümüzün sonuna kadar sorunları çözmeliyiz. İçtihat melekemiz ancak böyle gelişir.

(EaV YuNFaV MiNa eLEaRWı)

“Yahut arzdan nefy edilmesidir.”

Diğer cezalarla nefy cezası da verilebilir. Çünkü burada “Ev/yahut” getirilmiştir. Nefy etmek, var olan bir şeyi oradan uzaklaştırmaktır.

“Men” oluşmasını önlemektir.

“Nefy” ise olanı yok etmektir.

İslâm dininin/düzeninin temel yapısı insanların birleşmeleri ve ayrılmalarıdır. İnsanlar kendi istekleri ile birleşir ve topluluk kurarlar. İsteyen bunlara katılır, isteyen de istediği zaman ayrılır. Kimse zorla topluluğa alınamaz, kimsenin çıkması önlenemez. Buna karşılık topluluk da kişiyi kabul etmek veya etmemekte serbesttir.

Topluluğu başkan temsil eder. Başkanın tek taraflı olarak kişinin topluluğundan ayrılmasını istemesi nefydir. Mahkeme kararı ile ayrılma bundan farklıdır. Kendisi nefyetmişse istediği zaman geri alabilir. Yerine gelen başkan geri alabilir. Mervan’ı Ebubekir bir mil nefyetti, Ömer Medine’den iki mil nefyetti; Osman ise geri getirdi ve kendisine katip yaptı. Mahkeme kararı ile nefy edilmişse, o ancak yeni mahkeme kararıyla geri gelebilir. Buradaki nefy ceza olarak nefydir. Geri gelmesi yine mahkeme kararı ile olabilir.

“Nerden nefy, nereye nefy?” soruları ortaya çıkar. Bucaktan nefy edilir. Ne var ki o ilçenin bucaklarına gidemez. Ancak o ilin de olsa başka ilçelerin bucaklarına yerleşebilir.

Genel kural şudur. Her bucağın başkanı kendi bucağından nefy edebilir yahut girmesine mâni olabilir. Nefy etme kararı ile ülkeden de nefy edilebilir. Buradaki “arz”dan murat nefy edilen yerdir; bucaktan, ilden, ülkeden veya yeryüzünden nefy söz konusudur.

“Yeryüzünden nefy” anlamına geldiğinde nefy bucakları oluşturulur. Oraya girer. Orada kalır, oradan çıkamaz. Her bölgede böyle menfalar (nefy yerleri) kurulur. İnsanlar orada çalışıp yaşarlar. Buralarda hukuk düzeni değil askeri düzen geçerlidir. Mahkumun görevlisini değiştirme hakkı vardır ama mutlak surette itaat etme durumundadır. Bu yerlere dışarıdan başkalarının girip çıkmaları, orada yerleşmeleri, orada çalışmaları serbesttir. Ne var ki onlar da askeri düzene tabidir. Mahkumlar ise çıkamazlar. Çıkarlarsa kanları heder olur.

“Buradaki bu hükümlere nerden varıyorsun?” diyebilirsiniz.

“Arzdan sürülür”e “yeryüzünden sürülür” dendiğine ve idamdan farklı olduğuna göre, gidecek yer bulmanız gerekir. Burası hukuk düzenine tabi ise arzdan ne farkı kalır? O halde başka alternatif olmadığına göre burası askeri düzendir. Başkalarının girip çıkmaları ise mâni hüküm olmadığına göre normaldir. Orasının askeri alan olması hükmü diğer insanların da aynı askeri düzene tabi oldukları sonucuna varılır. Fıkıh kitaplarında hukuk düzeninin olduğu yere “Dar-ı İslâm”, askeri düzenin olduğu yere “Dar-ı Harb” denmektedir.

(ÜAvLiKa)

“Bu”

Bir cümleden sonra eğer işaret zamiri gelirse manaya işaret etmektedir. Bu sebeple müzekkerdir. Eğer fiile işaret ediyorsa, o zaman “Haza” denir, yani işareti gösterir. “Zalike” deniyorsa o zaman manâsına işaret ediyor demektir. Yani burada işaret edilen yukarıdaki hükümlerdir; asılmak, öldürülmek, kesilmek veya sürülmek.

(LaHuM)  

“Onlar için”

Buradaki “Lam” izafet lamı olabilir. Yani “onlar için hizydir” manâsı verilebilir. Haberin bundan sonrası da haberdir. Bunlar içindir, başkası için değildir denmiş olur. Yahut da “bu onlara ait hizydir” demek olur. Her iki manânın birbirinden fazla farkı yoktur. “Lehüm”ün takdimi tahsis olabilir, baştaki “inne”nin tekidi olmuş olur.

(PiÜYun)

“Utanç”

Utanma diye bir olay vardır. Arapçada “ar” olarak geçmekte ise de, Kur’an’da o manâda değildir. “Hizy” utanç manâsındadır. Aslında o fiilleri herkes yapmakta, kimse onu suç saymamaktadır. Ama onun aşikare toplulukta yapılması kabul edilmemektedir.

Tuvalete giderken veya cinsi ilişkilerin alenen yapılması ayıp sayılmaktadır. Toplulukta böyle hareketler vardır. Onu yaptığınızda sizin beyninizde bir sıkıntı doğar. Öyle görünmesini istemezsiniz.

Utanma insanların birbirlerine verecekleri bir ceza değildir, bir biçimde fertlerin iradesi dışında ortaya çıkan bir olaydır. Topluğun gözü önünde yapılmalıdır. Bir kimseyi nâsın tahkir etmesi utanılacak bir iştir. Utanılacak şeylerin çoğu yararlıdır ama bazen utanılması gerekmeyen olayları değerlendirerek halk sosyal baskı yapar.

Buradaki “Zalike” ölümü de içeri alıyorsa, onun için utanma değil, başkaları için utanma olur. Ölümü içermiyorsa sadece sürgünü içerebilir.

Ölümü içermesi hâlinde utanma kime ait olur?

Onun dayanışma ortaklığına ait olur.

Biz dayanışma ortaklıklarına dereceler verirken bir de ortaklıkta olanların az suç işlemesini de esas alıyoruz. Suçları derecelendiriyoruz, ölçümlendiriyoruz. Sonra topluyoruz. Böylece dayanışma ortaklığının suç derecesi ortaya çıkıyor. Buna göre sıralama yapıyoruz. Sıranın tersi o dayanışma ortaklığının derecesini verir.

“Adil Düzen Anayasası”nda bu yazılıdır. Ne var ki istihsanla yapılmıştır. İşte bu âyet istihsanı tansîs etmiştir (nass haline getirmiştir). Kur’an okunup kullanılan kelimeler üzerinde durularak manâ verildiğinde aradığınız her soruya cevap verebiliriz.

Kolu kesilmiş insan devamlı olarak utanç içindedir. Sürülmüş insan için de durum böyledir. Sürgün sitelerinde bunlar yerleştirilirken burada özel elbise giydirilir, herkes onların cezalı olduğunu bilir. Diğerleri ise normal elbise ile dolaşırlar.

Bir beldeden sürülen kimse için bu nasıl belirlenecektir?

Elbisede herkesin bir kodu olacaktır. Muhasebede bunu yapıyoruz. Yani kişiler hangi kabilelere mensup olduklarını o elbiselerde belirtmiş olacaklardır. O kabilenin hangi kavme mensup olduğu da bilinecektir. İşte böyle sitelere sürülenlerin kollarında sürgün sitelerinin adları olacak, bu onlar için utanç olacaktır.

(Fı elDüNYAv)

“Dünyada”

Kur’an’ın temel felsefesi şudur. Kâinat insanlar için yaratıldı, insanların yetişmeleri için yaratıldı. İnsanlar, sonunda imtihanı kazanırlarsa cennete götürülmek için yaratıldılar. Ne var ki bu imtihan dünya işlerinde olmaktadır. Yani bir okul var, uygulama yapılıyor. Başaranlar imtihanı kazanmış oluyorlar. Sonunda dünyada yapılanlar üretim için değil yetiştirmek için bir tatbikat yeri olarak hazırlanıyor. Bu dünyada verilen cezalar bu dünyada caydırıcılık olması ve diğerlerinin imtihanlarına mâni olmaması için veriliyor. Asıl sonuçlar ise âhirette değerlendirilecektir.

Bu dünyadaki cezalar da âhiret cezalarından mahsup edilecektir. Ne var ki kesin borç-alacak hesapları orada görülecektir. Bunlar dünyanın hükümleridir.

“Hizy/utanç” diyor.

Şunu unutmamak gerekir, insanın duyduğu azap bedene ait değildir. Asıl azap duyan ruhtur. İnsan hiçbir şey yapmasa da mesut olabilir. Yine hiçbir şey olmadan ıstırap duyabilir. İnsanın bedeni vardır. Sinir sistemi ile beyne bağlanmıştır. İnsanın acıyı beyinde duyduğu, bedendeki olayların insan için açlık misali olduğu bugün çok iyi bilinmektedir. Zevkler de böyledir. Bilgisayar tekniği ile 01’lerden oluşan sinyaller beynimizde devreler oluşturmaktadır. Ruhumuz ondan aldıkları ile acı veya sevinç duymaktadır. Benzer sinyaller beyne gelirse, dışarıda bir şey olmasa da aynı şeyleri hisseder. Bugün bunlar ilmen sabittir.

Bugün bilmediğimiz bir şey vardır. Ruh beyinden aldığı uyarılarla ruhsal olayları yaşamaktadır. Acı duymakta ve zevklenmektedir. Bilgi edinmede zekâsını çalıştırmaktadır. Yapmak istediklerine karar vermektedir. Başka insanlarla görüşmektedir. Ancak bütün bunları beyin aracılığı ile yapmaktadır. Beyin dışında bu duyguları yaşama kabiliyeti var mıdır? İşte orasını bilemiyoruz.

Şimdi âhirete gidelim.

Âhirette eğer bir iş yapacaksak bedene ihtiyacımız var demektir. Ama iş yapmayacak da sadece kendimizi eğlendireceksek bedene ihtiyacımız yok, beynimiz yeterlidir. Eğer beyinsiz de haz ve acı duyabiliyorsak, o zaman beyne de ihtiyacımız kalmayacaktır. Sadece zevk alan veya acı çeken bir varlık olacağız. Kur’an’da, “sonra Allah’a rücu edeceksiniz” hâli bunu gösteriyor.

Bana göre âhirette de görevlerimiz var, dolayısıyla bedenimiz vardır. Ruh beyinsiz zaten bir şey yapamaz.

(Va LaHuM Fıy eLEAvPıRaTi)

“Ve onların âhirette”

Evet, bu dünya âhiret içindir. Burası çok kısa zamandır. Esas âhiretteki hayatımız düzenlenecektir. Âhiret hayatı öte hayat anlamına gelir. Son hayat, ölümsüz hayat anlamına da gelir. Kur’an için o hayat asıldır.

Benim için de o hayat asıldır. Ne var ki o hayatın iki vasfını biliyorum; iyi hayat ve kötü hayat. İyi hayat cennet, kötü hayat cehennem.

Ben cennet ve cehennemin vasıflarından çok, cehenneme gitmeden cennete nasıl gideceğimi düşünürüm. Bu sebepledir ki bu âyete benim ihtiyacım çok ama manâsından ziyade haberi beni ilgilendiriyor.

(GaÜAvBun GaJIyMun)

“Büyük azap”

Azab” nekredir. “Şedit azap” yerine “azim azap” denmektedir. “Kebir” yaşta büyük, “azim” mekânda büyük, “âli” derecede büyük, “şedit” ise etkide büyük demektir.

“Azb” acı tatlı hepsi uzbedir. Buradan âhiret azabını tasvir etmek kolay değildir. Yapacağımız şey azap varmış ama mekânda büyük bir azap olarak tasavvur etmektir.

Azim” kelimesinin kullanılması azabın bedenî azap olduğunu ifade etmektedir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org (0532) 246 68 92

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3488 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2677 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2651 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2166 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2542 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2565 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2300 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2204 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2617 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2496 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 2005 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2362 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2311 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2459 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2455 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2416 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3066 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2689 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2684 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2765 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2972 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3048 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3448 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5509 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3570 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3096 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3885 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3736 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3443 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3896 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3853 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4134 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4667 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3986 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3869 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2882 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2969 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3975 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7762 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5643 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4197 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3599 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3740 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4760 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4477 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4770 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4690 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4846 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4571 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3420 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4494 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3646 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5198 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3874 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5185 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5047 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4958 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3565 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3496 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3707 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5194 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4224 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5456 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4104 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5292 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4489 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4444 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4597 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4790 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5345 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4134 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5283 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4548 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3864 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4413 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4615 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4147 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4121 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4105 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4560 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5672 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9865 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4675 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3726 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3876 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3369 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3404 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3762 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5727 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4265 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3462 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler