Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 607
MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ -16.AYETLER
16.04.2011
1742 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 45 YILDIR ÇALIŞIYOR....2009...2010...2011

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜNYA DÜZENİ 607

“ADİL DÜNYA DÜZENİ” III. BİN YIL MEDENİYETİ PROJESİDİR.

“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 607. Hafta         16 Nisan 2011        Fiyatı: www.akevler.biz’e tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR.. ÇOĞALTABİLİR.. DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 607. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?”    (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.”     (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ,  Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Tefsir Seminer Notları Yenibosna’da Cumartesi akşamları okunup tartışılmaktadır.

GAYEMİZ: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada “OKUNMASI, ANLAŞILMASI VE UYGULANMASI”DIR.   Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

***

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;

İNSAN, “ADİL DÜZEN” VE

YAPILMASI GEREKENLER

İTTİFAK SORUNU ÇÖZÜLDÜ!

***

*ÜSKÜDAR SEMİNERLERİ; 157. SEMİNER

Her Hafta ÇARŞAMBA akşamı; Adres: EMİNEVİMKısıklı Cad. No: 36  Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL  Tel: (0216) 444 36 46

SOHBET…    SEMİNER…    SORULAR-CEVAPLAR…

***

İşsizlik sorununu nasıl çözelim?

Japonya ve maddi-manevi sorunlar

‘Japonya nükleer krizden inanç krizine girebilir!’

Japonya, çözüm bilen alimlerimizi bekliyor…

Sadece Japonya değil, dünya bizi bekliyor…

Reşat Nuri EROL

***

MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 15

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَوْفُوا بِالْعُقُودِ أُحِلَّتْ لَكُمْ بَهِيمَةُ الْأَنْعَامِ إِلَّا مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَأَنْتُمْ حُرُمٌ إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ مَا يُرِيدُ (1) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَائِرَ اللَّهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَائِدَ وَلَا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَانًا وَإِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُوا وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَنْ صَدُّوكُمْ عَنْ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَنْ تَعْتَدُوا وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ(2) حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللَّهِ بِهِ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّطِيحَةُ وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ إِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَأَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْأَزْلَامِ ذَلِكُمْ فِسْقٌ الْيَوْمَ يَئِسَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ دِينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِي الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمْ الْإِسْلَامَ دِينًا فَمَنْ اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِإِثْمٍ فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (3) يَسْأَلُونَكَ مَاذَا أُحِلَّ لَهُمْ قُلْ أُحِلَّ لَكُمْ الطَّيِّبَاتُ وَمَا عَلَّمْتُمْ مِنْ الْجَوَارِحِ مُكَلِّبِينَ تُعَلِّمُونَهُنَّ مِمَّا عَلَّمَكُمْ اللَّهُ فَكُلُوا مِمَّا أَمْسَكْنَ عَلَيْكُمْ وَاذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَيْهِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ (4) الْيَوْمَ أُحِلَّ لَكُمْ الطَّيِّبَاتُ وَطَعَامُ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنْ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنْ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ إِذَا آتَيْتُمُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ مُحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَ وَلَا مُتَّخِذِي أَخْدَانٍ وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْإِيمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ وَهُوَ فِي الْآخِرَةِ مِنْ الْخَاسِرِينَ (5) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلَاةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُءُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَيْنِ وَإِنْ كُنْتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُوا وَإِنْ كُنْتُمْ مَرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاءَ أَحَدٌ مِنْكُمْ مِنْ الْغَائِطِ أَوْ لَامَسْتُمْ النِّسَاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَاءً فَتَيَمَّمُوا صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُمْ مِنْهُ مَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ حَرَجٍ وَلَكِنْ يُرِيدُ لِيُطَهِّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ(6) وَاذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَمِيثَاقَهُ الَّذِي وَاثَقَكُمْ بِهِ إِذْ قُلْتُمْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ (7) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُونُوا قَوَّامِينَ لِلَّهِ شُهَدَاءَ بِالْقِسْطِ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَى أَلَّا تَعْدِلُوا اعْدِلُوا هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ (8) وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ عَظِيمٌ (9) وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ (10) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ هَمَّ قَوْمٌ أَنْ يَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ فَكَفَّ أَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلْ الْمُؤْمِنُونَ (11) وَلَقَدْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَبَعَثْنَا مِنْهُمْ اثْنَيْ عَشَرَ نَقِيبًا وَقَالَ اللَّهُ إِنِّي مَعَكُمْ لَئِنْ أَقَمْتُمْ الصَّلَاةَ وَآتَيْتُمْ الزَّكَاةَ وَآمَنْتُمْ بِرُسُلِي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَأَقْرَضْتُمْ اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا لَأُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَلَأُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ فَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبِيلِ (12) فَبِمَا نَقْضِهِمْ مِيثَاقَهُمْ لَعَنَّاهُمْ وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةً يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِهِ وَنَسُوا حَظًّا مِمَّا ذُكِّرُوا بِهِ وَلَا تَزَالُ تَطَّلِعُ عَلَى خَائِنَةٍ مِنْهُمْ إِلَّا قَلِيلًا مِنْهُمْ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاصْفَحْ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ(13) وَمِنْ الَّذِينَ قَالُوا إِنَّا نَصَارَى أَخَذْنَا مِيثَاقَهُمْ فَنَسُوا حَظًّا مِمَّا ذُكِّرُوا بِهِ فَأَغْرَيْنَا بَيْنَهُمْ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاءَ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَسَوْفَ يُنَبِّئُهُمْ اللَّهُ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ(14) يَاأَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَثِيرًا مِمَّا كُنْتُمْ تُخْفُونَ مِنْ الْكِتَابِ وَيَعْفُو عَنْ كَثِيرٍ قَدْ جَاءَكُمْ مِنْ اللَّهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُبِينٌ(15)

 

يَهْدِي بِهِ اللَّهُ مَنْ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنْ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِهِ وَيَهْدِيهِمْ إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ (16)

يَهْدِي بِهِ اللَّهُ

(YaHDi BiHi elLAHu)

“Allah onunla hidayet eder.”

 “Ey ehli kitap” diye başladığı hitapta “size resulümüz geldi” demektedir. Sonra da harfi atıf yapmadan “Allah’tan nur ve mübin kitap geldi” deniyor. Oradaki "biz"den buradaki Allah lafzına geçiliyor. Oradaki Allah “biz” zamiri ile işaret edilen Allah’tır. Ben size söylüyorum. “Süleyman Karagülle size yeni haberler getirdi” dersem, burada “Ben Süleyman’ım” demiş olurum. İşte Allah da Kur’an’da “Size Allah’tan resulümüz geldi” dedikten sonra, “Allah’tan nur ve mübin kitap geldi” dediğinde; “Ben gönderdim, ben Allah’ım” demiş oluyor.

Kur’an bu yolla devamlı olarak bu sözlerin Allah sözü olduğunu ve Hazreti Muhammed’in de tanrı olmadığını ifade etmiş olmaktadır.

Şimdi “Allah” kelimesi izhar edilmiştir. Bundan önceki “Allah” âlemlerin rabbi Allah’tır, buradaki “Allah” rabbin yeryüzündeki halifesi olan topluluktur. Yani buradaki hidayet içtihat ve icmalarla oluşan şeriattır, “Adil Düzen”dir. İçtihatlarda hata olabilir ama icmalarda hata olmaz. İçtihatlarda hata olsa bile Allah o hataların yapılmasına izin vermiştir. Demek ki Allah öyle hataların yapılmasını murad etmiştir.

İçtihatlardaki hataların affedilmesi ve icmaların hatasız olması için içtihatların bazı şartları vardır.

a)      Bir konuda içtihada başladığınız zaman o konuda mevcut olan kanaatlerinize dayanak aramalısınız. Eski bilgilerinizin etkisi altında kalmamalısınız. Tamamen yeniden başlamalısınız.

b)      Bu hususta söylenecek sözlerin hepsine kulak vereceksiniz. Bütün görüşleri önce göreceksiniz.

c)      Sonra siz çözüm önerilerinizi oluşturacak ve varsayımlarınızı ortaya koyacaksınız. Bu varsayımları başkaları ile tartışacaksınız.

d)     Tartışmadan sonra içinizde doğan kanaat sizin içtihadınızdır. Artık siz onunla amel edeceksiniz. Eğer diğerleri de aynı sonuca varmışlarsa, muhalif yoksa, o zaman o “icma”dır.

İcma hâsıl olmayan hususlarda eğer sizin kanaatiniz kesinse içtihadı dondurursunuz. Yeni delil ortaya çıkmazsa artık onun üzerinde içtihada devam etmeniz gerekmez. Kanaatiniz kesin değilse, icma da yoksa, o zaman bir taraftan amel ederken diğer taraftan içtihada devam edeceksiniz.

Burada “hidayet eden” kitab-ı mübin olacaktır. Buradaki “Hu” zamiri ona gitmektedir. Kitab-ı mübin, bugünkü müsbet ilimlerin ışığında Kur’an’ı yorumlayarak çağımızın sorunlarını çözmedir, yani bu şekilde oluşmuş içtihat ve icmalardır.

“Kitab”ın müfret ve nekre ifade edilmiş olması şunu göstermektedir. Parça parça içtihatlar ve icmalar değil, sistem hâline konmuş bir açıklama olmalıdır. Deliller Kur’an’a dayanmalıdır. Ama sistem birden ortaya konmalıdır. Örnek olarak miras âyetlerini ele alalım.

Yaptığımız içtihatla annenin mirasının birli ikili değil de eşit olarak bölüşülmesi gerektiğini ortaya koyduk. Sadece bu şekildeki münferit çözüm değil, miras âyetleri birden ele alınıp ortaya konmalıdır. Orada bu içtihadımız yerleşmelidir. Yalnız “miras” değil, tüm “hukuk sistemi” birden ele alınmalıdır ve bu sistem “bir tek kitap” hâline getirilmelidir.

İçtihat ve icma sistemi bir kitap hâlinde zikredilmeli, yüzlerce veya binlerce kanunlar şeklinde değil, tek kanun olmalıdır, tek yasa olmalıdır. Bu yasa Kur’an büyüklüğünde yani 600 sahife olmalıdır. Herhangi bir madde ilave edilince yerine başka madde çıkarılmalıdır. Böylece topluluk bir kanun etrafında toplanır.

Sayı ve sayfaları yüz binlere varan kanunlarla bir memleket idare edilemez, bunlar bilinip uygulanamayacağından kanunsuzlukla idare edilir.

Bu kadar çok şey kanunda nasıl sığdırılacaktır?

Kur’an’da nasıl sığmış, işte öyle sığdırılacaktır. Bir defa veciz bir şekilde ifade edilecek. Onun dışında “kıyas” yani benzer olaylara kıyasla uygulanan sistem getirilmektedir. Her suça ayrı ceza konmaz. Ölüm cezası en ağır cezadır. Ondan sonra yarısı, çeyreği, sekizde biri ceza olur. Ölüm diyete dönüşür. Diyet oruca veya sopaya dönüşür. Bunlar kanunda yazılmaz, bunlara kıyas yoluyla uygulamada varılır, içtihatlarla varılır.

Hidayet etmek” iki anlama gelir. Yol gösterirsiniz, o gider veya gitmez. Bu hidayettir. Yola gidenler ihtida etmiş, gitmeyenler dalalet etmiş olur.

Hidayet”in ikinci mânâsı ise tâbi olanları alıp bir yere götürmektir. Kılavuzluk yaparsınız. Bundan sonraki ifadelerden anlaşılmaktadır ki bu yolu gösterme değil, yola götürmedir.

“Adil Düzen” projesi bir sistemdir, parça parça çözüm değildir. Bu sistemin sorunlarını Batı ortaya koymuştur, hattâ parça parça çözümlerini de yapmaya çalışmıştır. Biz bunlardan elbette yararlanmışızdır. Tarihten yani Birinci Kur’an Medeniyeti’nden örnek alarak yeni medeniyeti ortaya koymaya çalıştık. İzmir Akevler denemeleri üzerinden “Adil Düzen”i inşa ettik.

Sonunda gözlerimizle gördük ki bizim de Batılılardan farkımız yok; “demokrasi” deriz ama demokrat değiliz, “laiklik” deriz ama laik değiliz.

Her seferinde yeniden ele alıyor, “Adil Düzen”e daha çok yaklaşıyoruz. Henüz burada bahsedilen kitap oluşmamıştır. İnsanlığa; alın, şu 600 sahifelik kitaba göre hareket edin, hidayete erersiniz diyecek durumumuz henüz yoktur.

Bunu oluşturacağız.

Bunu başarabilmemiz için yapacağımız hareket ve çalışma şudur.

1-      Yüz hanelik bir semti “Adil Düzen”e göre oluşturmalıyız. Bu da bir bakkalı işletmekle ve orada bir işyeri çalıştırılarak başarılacaktır. Burada, bu çalışmalarda göstereceğimiz sabır bizim ilk adımımız olmalıdır.

2-      Bunları uygulamada yürütürken asıl sorunumuz “Adil Düzen” üzerinde çalışacak bir grubun oluşması gerekir. Bu hususta da ümit verici çalışmalarımız vardır.

3-      Yukarıda anlattığımız bu örnek çalışmalar sonunda 600 sahifelik bir “fıkıh kitabı” ortaya koymalıyız.

4-      Önce klasik fıkıhtaki ihtilaflı konuları çağımızın ilimleri ile açıklayacağımız Kur’an ile çözmeliyiz. Mirasla ilgili olanları ele almış bulunuyoruz. (Örnek çözüm olacaktır.)

Fıkhın ele aldığı sorunları soralım:

1-      Mirasçı olmanın kaç sebebi vardır. (Asaba, rahm, nikah, vela)

2-      Mirastan mahrum eden sebepler nelerdir? ( Katl, yabancılık, kölelik ve başkanlık)

3-      Erkek mirasçılar kimlerdir? (Baba ve onların babaları, oğullar ve onların oğulları, babaların oğulları ve koca ve azatlı)

4-      Kadın mirasçılar kimlerdir? (Anne, kız, annenin annesi, kızın kızı, annenin kızları, usulün kardeşleri, kardeşlerin füruu, karı ve azatlısı)

5-      Paylar nelerdir? (1/2, 1/4, 1/8, 2/3, 1/3, 1/6)

6-      Değişik göbekten gelenler mirasçı olurlar mı? (Ananın babası, kızın oğlu, teyze, amca kızı)

7-      Kızlar da bakiyeci olurlar mı? (Yarısını alan kız amcası yoksa yarısını alır mı?)

8-      Müslim zimmiye vâris olur mu? (Bedelliler nöbetlilere mirasçı olurlar mı?)

9-      Hataen katleden de mirastan mahrum olur mu?

10-  Değişik dinde olanlar birbirlerine vâris olurlar mı?

Bundan sonra Kur’an’a dayanarak bugünkü sorunlarımızı çözmemiz gerekir. Vasiyet âyeti var. Nesh olduğunu söylüyorlar. Biz ise kıyam mülkiyetinin vasiyetler olacağını istidlal ediyoruz. Bugün ehliyetiniz yoksa araba kullanamazsınız. Bu doğru mudur? Şeriata aykırı değil midir? Mülkiyete taaddi, değil midir?

İşte, “Adil Düzen” kitabında bunların hepsi çözülmüş olacaktır.

Ebu Hanife ve Malik böyle kitap yazdılar. Bin seneden fazla onların kitapları yorumlandı, ilk büyük uygarlık böyle doğdu.

Biz de Hanefilerin veya Malikilerin kurduğu ekoller gibi ekol kurmalıyız. Varsayımları biz koyacağız. Çalışmalarımız üçyüz-dörtyüz sene içinde olgunlaşacak ve “üçüncü bin yıl medeniyeti” oluşacaktır.

“Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası” hazırlanmıştır. Tartışılması gerekir.

Fıkıh yeniden ele alınıp yüz sahife içinde özetlenmelidir.

مَنْ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ

(MaN itTaBaGa RıDVAvNaHUv)

“Onun rızasına tâbi olan kimseye.”

Hu” zamiri Allah’a gitmektedir, yani topluluğa gitmektedir, İslâm cemaatine gitmektedir. Onların rızası alınmalıdır. “Men” tekil veya çoğul olabilir. Yani onun rızası yahut onların rızası mânâsına gelir. Zamir tekil olsa da çoğul kastedilmiş olabilir. Herkesin ayrı ayrı rızası mânâsına gelir. Bununla beraber topluluğun ortak rızası mânâsını da içerir.

Bugün Batıda savunulan ve seçimle ortaya çıkan rıza budur. Yani seçim demek halkın hangi hükümetten razı olduğunu ortaya koyması demektir.

Bu âyet bizi demokrasiye zorlamaktadır. Biz halkın rızasına tâbi olacağız. Halkın rızası da ancak seçimle ortaya çıkar.

Bize göre ise bu seçimin gerçek anlamda topluluğun rızasını aksettirmesi için:

a)      Ekseriyet yerine uzlaşmalı sistem olmalıdır. Herkesin temsilcisi mecliste bulunmalıdır. Oylar birbirine aktarılabilmelidir.

b)     En az her sene seçim yenilenebilmelidir.

c)      Kararlar ya ittifakla alınmalı ya da ortak vekil karar almalıdır.

d)     Hicret demokrasisi olmalıdır. Hoşlanmayan yer değiştirmelidir.

Böyle bir seçimle oluşmuş meclisin oluşturduğu kitap ve yöneticiler hidayetin kaynağıdır.

Üçüncü bin yılın tek ayırımcı özelliği “demokratik düzen” olacak olmasıdır. Artık silah zoru ile ülkeleri yönetmek mümkün olmayacaktır. Eskiden iktidarların hiçbir üstün silahı yoktu. Daha çok halka hakim idiler. Oysa şimdi halkın elinde hiçbir silah yoktur. Ama halka hakim olunamamaktadır. Gelecekte halkın rızasına dayanan iktidarlar aynı zamanda zorla yönetilen halklara da yardımcı olacaklardır. Hicret bu sorunları çözecektir.

سُبُلَ السَّلَامِ

(SuBuLa esSaLaMı)

“Selamın yollarını.”

Evet, barışın yollarını “Adil Düzen Anayasası” gösterecektir. Kur’an’a dayanarak çağımızın ilimleri ile oluşturduğumuz “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” ve geliştireceğimiz çağımızın fıkhı insanları selamete ve barışa götürecektir.

Sübül” dikkat edilirse burada çoğuldur ama marifedir. Yani şeriat belli olacak ama farklı farklı olacaktır. İçtihat da böyledir. İçtihatlar farklı olacaktır ama bunları bilmemiz gerekir. Biz bunun için diyoruz ki, içtihadını değiştiren başkana bildirecek, başkan da yayınlayacaktır. İçtihat o zaman değişmiş olacaktır. Devletler değişik kanunlar yapabilirler ama bunları yayınlamalı ve mâlum hâle getirmelidirler. Ondan sonra vatandaşlar kanunlara uymak zorunda olurlar.

Batı’nın benimsediği demokrasinin karşılığı “şeriat”, sosyalliğin karşılığı “hak”, liberalliğin karşılığı “adil”, laikliğin karşılığı ise “İslâm”dır, “selâm”dır.

Laikliğin temeli hakemliktir. Hakemlerden oluşan yargı barışın temel dayanağıdır. Bunun anlamı laikliktir. Yani başkasına zarar vermemek şartı ile kişinin istediği gibi yaşamasıdır. Kendi çöplüğünde horozun istediği gibi ötmesidir. Kişi bir toplulukta yaşamak istemezse topluluğunu değiştirmesidir. Topluluğunu değiştirenin taşınmazlarını devletin değeri ile satın almasıdır.

Devletler şimdiye kadar hep savaşlarla oluştu, bundan sonra barış yoluyla da oluşacaktır. “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda bu mesele şöyle anlatılır:

Eğer birileri devlet kurmak isterlerse; 1) En az on kurucu ortaya çıkar ve kendilerine bir başkan seçerler. 2) Sonra anayasalarını hazırlarlar. 3) Bir de devlet merkezlerini seçerler. 4) Ondan sonra o kıtadaki halka sorulur:

a)      Kurulacak bu devlet dışında kalırsanız o devlete göç eder misiniz?

b)      Kurulacak devletin içinde kalırsanız oradan hicret eder misiniz?

Cevaplar geldikten sonra kuruculara devletinizin sınırlarını çiziniz denir. Çizilen bu sınır içinde 50 milyondan fazla insan kalmamalıdır. Gideceklerin sayısı çıkarılır, geleceklerin sayısı eklenir. O sınır içinde kalan nüfus en az 30 milyon olursa devletlerini kurmuş olurlar.

Bunun dışında komşulara hicret serbesttir. Karşılıklı hicretten sonra bir taraftan öbür tarafa yüzde on kadar hicret eden olursa onlara toprakları verilmelidir.

Ayrıca nüfusu seyrek olan ülke kalabalık olan ülkeden muhacir kabul etmek veya toprak vermek zorundadır.

İşte bunlar “selamet yolları”dır, savaşsız yaşama halleridir.

Bu değişimleri kabul etmezseniz, o zaman düzen savaşla sağlanır.

Demek ki “rıdvanlı selamet yolu”nu çağımızın kitabı Kur’an gösterecektir.

İzmir Akevler Kooperatifi’nin ilk sözleşmesinde gaye maddesi olarak; “Çalışmada ve yaşamada birbirleriyle anlaşabilecek kimseleri bir araya getirerek aralarında iktisadi ve içtimai dayanışma ve yardımlaşmayı sağlamaktır.” denmişti. Akevler Sitesi’nde, apartman bloklarındaki daire sahiplerine tapu vermiyorduk. Ortaklar hangi blokta uyumlu yaşarlarsa dairelerini oraya kolayca taşıyabilecektik. O günkü yönetimin değişmesi ve derin güçlerin itmesiyle ortaklarımız daha sonra tapularını aldılar. Ana Sözleşme’de yazılı olan “gaye” maddesini maalesef uygulayamadık, zamanla tapuları vermek zorunda kaldık.

وَيُخْرِجُهُمْ مِنْ الظُّلُمَاتِ

VaYuPRiCuHuM MıNa elJuLuMAvTı)

“Ve onları zulumattan ihraç eder.”

Zulumat” burada  marifedir ve kurallı çoğuldur. “Zulüm” karanlık demek olduğu gibi, “zulmetmek” haksızlık etmek mânâsına da gelir.

Kur’an bugünkü durumu “zulumat” olarak göstermektedir.

a)      Kur’an çağımıza karanlık demektedir. Karanlık ne demektir? Çevreyi görememe demektir, ileriyi görememe demektir. Birincisi fiyatların ve ücretlerin belirsizliğidir, paranın karşılıksız olmasıdır. Evet, fiyatlar ve ücretler enflasyon nedeniyle belirsizdir. Bu fiyatlarla ve ücretlerle sağlam ve sağlıklı bir anlaşma yapamazsınız. Çünkü yarın para değerinin ne olacağını bilemezsiniz. Bu karanlık düzende önünüzü göremezsiniz. Faizli karşılıksız para üzerinden kurulan hayatımızdaki tüm ekonomik düzen karanlıktır. Demek ki “Adil Düzen Anayasası” insanlığı fiyat ve ücret anarşisinden kurtaracaktır. Acaba bunu nasıl yapacaktır? Batı bugün parayı faiz karşılığı çıkarmaktadır. Dolayısıyla paranın reel ekonomi ile irtibatı yoktur. Fiyat ve ücretler gelişigüzel oluşmaktadır. Bütün bunlar yetmemiş gibi, Merkez Bankaları keyfi olarak para çıkarmaktadır. Oysa “Adil Düzen”de para ancak üretimdeki emek karşılığı çıkarılmaktadır. Paranın karşılığı ambarlarda mal olarak mevcuttur. Böylece karanlıklardan çıkılmaktadır. Herkes kendisi üreticidir. Ürettiği malın fiyatını üretmeden önce bilecektir. Çünkü daha önce anlaşmış olacaktır, “Adil Düzen”deki “selem sistemi” budur. Üreticiye mal teslim edilecek. Sistemdeki “selem kredisi” ve “çalışana kredi”, ücretin belirsizliğini çözecektir. Diğer taraftan stoklara göre fiyatların hesaplanması da fiyatlardaki keyfi fiyat oynamalarına son verecektir.

b)      Çağımızın ikinci karanlık noktası; yüz binlerce sayfaya varan kanunları kimse bilememektedir; hakimler ve avukatlar da bilememektedir. Kararlar raslantı olarak verilmektedir. Bu durum yani “adaletsizlik” de tüm sosyal hayatımızı karanlıklar içine koymaktadır. Nitekim ittifakla alınan yargı kararları çok azdır. Üç hakimin anlayamadığı bir hukuk mevzuatını ve verilen hükümleri, nasıl olup vatandaş da bilecek ve kanunlara uygun hareket edecek?!. İşte, bu da ekonomideki karanlıklardan daha karanlık bir husustur. Bunlardan çıkma yolları aranmalıdır.

c)      Çağımızın üçüncü karanlık noktası da “bilgi eksikliği karanlığı”dır. Vatandaşların resmi olarak danıştıkları bir yer yoktur. Dolayısıyla tarih öncesi, hukuk öncesi döneme göre yani insiyaki (içgüdüsel) olarak gelişigüzel kurallara uyarak, daha doğrusu kuralsız olarak yaşanmaktadır. Bu durum da çağımız karanlıklarının başında gelmektedir. Okullarda hukuk ve fıkıh öğretileceğine, dansları ve bir türlü öğretemedikleri yabancı dilleri güya öğretmektedirler.

d)     Çağımızdaki insanlar “şeriata/hukuka” göre değil de, “menfaate/çıkara” göre hareket etmektedirler. Şeriat/hukuk olmayınca, biz kendi hareketlerimizi belirleyemediğimiz gibi karşımızdakilerin hareket ve davranışlarını da hiç bilememekteyiz.

O halde içinde bulunduğumuz karanlık çağı aydınlatmak üzere “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” bu sorunları çözecek ve selamet yolunu göstermiş olacaktır.

Bugün yani bu çağda yaşayan bütün insanlar hep zulüm ve karanlık içindedirler. İnsanlara haksızlık yapılmaktadır. Kapitalizme dayalı bugünkü “işçilik düzeni”nin bizzat kendisi “çağdaş kölelik ve zulüm düzeni”dir. Bugün karşılıksız para basılmaktadır. Sadece zenginlere kredi verilmektedir. Onlar da işçileri karın tokluğuna veya açlık sınırının da altında çalıştırmaktadır. Çağımız dünyasında/düzeninde insanların tümü köle yapılmıştır. Çağımızdaki bu dünya “karanlıklar ve her türlü sosyal hastalıklar dünyası”dır.

İşçi, çiftçi ve her türlü emekçi bir yere sattığı bir şeyi sonra dört misli pahalıya alıyor. Bu da başka bir zulümdür, başka bir haksızlıktır.

İşte, “Adil Düzen” bu haksızlığı da ortadan kaldıracaktır.

Mahkemeler 30-40 sene süren davalara usulden karar vermektedirler. Yargıçlar da uzaktan hükümler biçmektedirler. Bu da insanlar için diğer bir zulüm olmaktadır.

Başka…

Bugünkü keyfi yönetim, sözde demokrasi yani ekseriyetin sömürüsü hep haksızlıktır.

Demek ki hem “karanlık” hem de “haksızlık” içine gömülmüş bulunuyoruz.

Kur’an bize bu olumsuzluklardan nasıl kurtulacağımızı göstermektedir.

Demek ki kitab-ı mübinden sonra zulumattan çıkarma bahsi de tamamen zamanımızdaki hâlimizi tarif etmektedir.

إِلَى النُّورِ

(EiLa elNUvRı)

“Nura…”

“Kitab” ve “nur” yukarıda nekre olduğu halde, “el-Zulumat” ve “el-Nur” burada marife olarak getirilmiştir. Demek ki “Adil Düzen” belli olacaktır. Bizim ortaya koyduğumuz “Adil Düzene Göre İNSANLIK ANAYASASI” bir nurdur ve marifedir.

Burada bu nuru özetlemek durumundayız.

Marife olan “el-Nur” nedir?

“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” nedir, nasıl nur olmaktadır?

Önce insanlık uygun bir şekilde teşkilatlanmaktadır.

a)      Her şeyden önce insanlık yüze yakın ülkeye, ülkeler yüzer illere, iller yüzer bucaklara, bucaklar da yüze yakın ocaklara ayrılmaktadır. “Ocak” birlikte yaşama ortaklığıdır. “Bucak” birlikte çalışma ortaklığıdır. “İl” iç güvenliği sağlama ortaklığıdır. “Ülke” dış güvenliği sağlama ortaklığıdır. “İnsanlık” ise uygarlaşma ortaklığıdır.

b)     “On”a yakın “bucak” birleşip bir “semt” oluştururlar. Her semtte ortak bir “ambar” vardır, üretilenler buraya konur. Kendilerine “belge” verilir. Halk bu belgeyi alıp satar. Bucaklar birleşip bir “ilçe” kurarlar. İlçelerde de kontrol merkezleri olur. Kontrol edilip vasıfları tesbit edilen mallar “ilçe ambarları”na konur ve halka bu malların “belge”leri verilir. İlçelerde “perakende mağazaları” vardır. Bakkallara mallar buradan satılır. Bölgelerde mallar tasnif edilir, ambalajlanır, etiketlenir. Dünyadaki “toptan mağazalar”a gönderilir. Kıta merkezlerinde “elektronik marketler” bulunur. Bunlar merkezden yönetileceklerdir.

İnsan iki şeyin peşine koşar; refah ve hürriyet.

Bir taraftan geliri çok olsun, imkanı çok olsun, istediği gibi yaşasın, istediği gibi bol bol harcayıp keyfince hareket etsin ister.

Diğer taraftan hürriyetini ister; yani hareketleri kısıtlanmasın, herkes onun dediğini yapsın, herkes ona uysun, kimse onun hürriyetine engel olmasın ister.

Hürriyet ile refah birbiri ile çelişir.

Herkes hür olarak yaşarsa birlik olmaz.

Birlik olmayınca da refah olmaz; sefalet olur, açlık olur.

Hürriyetler feda edilir de herkes şeriatın/hukukun kuralları içinde ve yöneticilerin emrine girerse bu sefer de hürriyet kalmaz, herkes köle olur.

İşte, kitab-ı mübin, Allah’ın nuru bunun dengesini yukarıdaki kurallarda vermiştir. Taşra bucak ve ocaklar var, merkez bucak ve ocaklar vardır. Merkezlerde hürriyet yok refah var, taşralarda da refah yok hürriyet var. Halk istediği zaman taşra bucak ve ocaklarına gider, hürriyetini yaşar; istediği zaman da merkez bucaklara gelir ve refahını elde eder. Şöyle diyelim; gündüz çalışırken hürriyetinden fedakarlık eder ve bol kazanç temin eder, akşamdan itibaren geceleyin de ailesi ile hürriyetini yaşar.

Her kademe kendi işini, dolayısıyla yetkisini bilmekte, halk da kendi istekleri ile istediği yerde ve şartlarda yaşamaktadır.

Öyle insanlar vardır ki; hür olsun da soğan ekmek yesin! Onlar taşra bucak ve ocaklarında yaşayacaklardır.

Öyle insanlar vardır ki; başkalarıyla uzlaşıp birlikte yaşamak onlara zevk verir. Onlar da merkez bucaklara gider ve hem kendilerine hem de tüm halka refah sağlarlar.

بِإِذْنِهِ

(BiEiÜNıHIy)

“İzni ile…”

Buradaki zamir âlemlerin rabbi olan Allah’ın halifesi topluluğu temsil eden Allah’a gitmektedir. Demek ki yönetimde halkın rızası olmalıdır. Onun dışında halkın izni de olmalıdır. Halkın rızası biat yoluyla yani seçim yoluyla elde edilmektedir.

Halk dayanışma ortaklıkları kuruyor. Bunlar siyasi partilerdir. Ayrıca ilmî, meslekî ve dinî partiler yani dayanışma toplulukları oluşturuluyor. Bunlar meclislerinde şuralar oluşturuyorlar. Şuraların kararları halkın rızası demektir. Ancak burada tekrar hidayete ulaşmada halkın rızası alınmalıdır, doğrudan halkın kararlarına baş vurulmalıdır.

Bu nasıl gerçekleşecektir?

Örnek olarak “Adil Düzene Göre Anayasa”yı nasıl yapacağız?

Yirmi kişilik ilim adamlarından oluşmuş anayasa komisyonu kuracağız. Siyasi partiler buraya ilim adamlarını gönderecekler. Bunlar tartışacak ve sonunda değişik sistemlerde anayasalar hazırlanacaktır. Her ilim adamı ayrı anayasa hazırlayacaktır.

Siyasi partiler bunlardan birini seçip halka anlatacaklardır. Böylece siyasi partilerin benimsediği anayasalar halka anlatılmış olacaktır. Halk bu anayasaları sıralayacaktır. Her parti mensubu başta kendi partisinin anayasasını yazacak, ondan sonra diğer partilerin anayasalarını sıralayacaktır.

Bir anayasanın aldığı sıraların tersleri toplanır ve o anayasanın derecesi bulunmuş olur. Halk, bana göre birinci anayasa budur, ikinci budur, üçüncü budur diyecektir. Böylece halka sunulan anayasaların hepsine halk derece derece izin vermiş olur.

Anayasalar bundan sonra birleştirilmelidir. Anayasası birinci gelenin “ilim adamı” ile ikinci gelenin “ilim adamı” kendilerine “baş ilim adamı” seçerler. Tüm halka sunulan anayasalar teklif edilerek “ortak bir anayasa” oluşturulur. Ortak anayasa teklifi meclise gelir. Meclis üyeleri hakemlere gidip bazı maddelerin iptalini isteyebilirler. Sonunda hakemlerin onayı ile de anayasa kesinleşir.

Bu yolla halktan izin alınmış olur.

Şimdi bu anlattığımız bizim önerimizidir.

Buradaki “iznihi” kelimesini  uygulanır hâle getirmemiz gerekmektedir.

Bunu nasıl yapabiliriz?

Bunun içtihadını yapmak bize düşer.

Benimkine ‘yanlış’ diyorsanız, buyurun siz de bir öneri getiriniz.

İki müesseseye ihtiyacımız vardır. Rızasına ve iznine. İnsanlığın denemelerinden de yararlanarak Kur’an’ın ilkelerine uyularak çözümler üretmeliyiz. Metot budur.

وَيَهْدِيهِمْ  

(VaYaHDIyHiM)

“Ve onları hidayete götürür.”

Bu âyet “Yehdî” ile başlamıştı. Şimdi de bir daha bu kelime tekrar edilmiştir. Demek ki orada söylenen “hidayet” başka, burada söylenen “hidayet” başkadır.

Orada selamet yollarına hidayet etmiştir.

Burada bir tek yola hidayet etmekten bahsetmektedir.

Yukarıda hürriyet ve refahtan bahsetmiştik, merkezi ve taşra yönetimlerinden bahsetmiştik. Merkezilik birliktir, taşralık da hürriyettir. Biz birlik içinde bağımsız olmalıyız. Çokluk içinde birlik.

Kur’an nasıl hidayet edecektir, Kur’an bizi nasıl aydınlığa çıkaracaktır?

a)      İçtihat yapılacaktır. İçtihadı kimler yapacaktır? Önce küçükler ve akıl hastaları dışında herkes içtihat yapacaktır. Herkes içtihat yapmakla mükelleftir. İnsan onbeş yaşına geldiği zaman artık mükellef olur, tam sorumludur, ceza ehliyetine sahiptir. Başkasının sözünü dinlediği için kendisini kurtaramaz. Mutlak surette herkes kendisi içtihat yapacaktır.

b)      İçtihatlar derece derecedir. Birinci içtihat müçtehidini seçmekle olur. ‘Ben bunu bilmiyorum, bunu bilenden öğrenmem gerekir’ diyen kimse, bir bileni araştırıp içtihadı ile onu bulacaktır. Bu seçimi yaparken hata etmiş olabilir. Sorumlu değildir. Ama müçtehidini baba dostudur diye seçerse sorumlu olur. Bunlar müçtehidin sözleri ile amel ederler. Kendileri okuyup anlayıp amel edemezler.

c)      Bundan sonra okumuşlar gelir. Bunlar kitabı okuyup anlayacak seviyededirler. Bir müçtehidin kitabını seçecek ve onunla amel edecektir. Şahsı değil kitabı seçmiş olacaktır. Bunlar kendileri içtihat etmezler, kitap seçmede içtihat yapmış olurlar.

d)     Bundan sonra gelenler artık bir kitap değil, kitapları okur, karşılaştırır ve tercih yaparlar. Böylece mesele mesele içtihat yaparlar. Bunlar içtihatlarını tamamlamış ve mezhep oluşturmamışlardır.

e)      En üst içtihatlar ise rasihlerin içtihatlarıdır. Bunlar bağımsız olarak ilgili bütün konularda içtihat yaparlar.

Herkes içtihadı ile amel etmekle mükelleftir. İçtihadındaki hatadan sorumlu değildir.

Bu sayede insanlar kendi dünyalarında özgür yaşarlar.

Evet, insan içtihat yapmakla yükümlüdür ama içtihadını kendisi yapmakta ve herkes kendi içtihadına göre hareket etmektedir.

Batı’da gelişmiş olan “demokrasi” söz olarak bunu anlatmaktadır; “demos” halk demektir, “krasi” ise yönetim demektir. Halkın kendi kendisini yönetmesidir.

Batılılar dört senede bir yapılan seçimlerle demokrasi yaptıklarını ve demokrat olacaklarını iddia ederler. Oysa bu demokrasi değil polikrasidir.

Gerçek demokrasi içtihat sistemidir. Herkes kendisinin kanununu kendisi yapacak ve ona uyacaktır. Kendisi yapamıyorsa seçtiği kimselerin kanunlarına uyacaktır.

Bu yeterli midir? Bu nasıl birlik sağlayacaktır?

Sözleşmelerin hukuk ilmine aykırı olmaması gerekir.

Hukuk ilminin istediği uyum şunlardan oluşur.

a)      Doğa kanunlarına aykırı içtihat geçersizdir.

b)      İcmalara aykırı içtihat geçersizdir.

c)      Aralarında çelişki bulunan içtihatlar geçersizdir.

d)     Gayeye ulaştırmayan içtihatlar geçersizdir.

Böylece içtihatlar zamanla elenecektir. Bir bucakta ona yakın sözleşme kalacaktır. Bu sözleşmeler halka tercih imkanını sağlayacaktır, hürriyetlerini sağlayacaktır. İçtihatlar mahkemeye geldiğinde başkasına zarar vermişsen onu tazmin edersin. Dolayısıyla herkes, ‘kendi içtihadım sebebiyle yarın hakemler nezdine geldiğim zaman mahkum olmayayım’ deyip ona göre içtihat yapacaktır.

Bunun dışında müçtehidin yaptığı içtihatları uygulayanlar aynı zamanda onun dayanışması içindedirler. Yani o içtihattan dolayı tazminat ödemek zorunda kalan kimsenin tazminatını o müçtehidin içtihadı ile hareket edenler tazmin ederler. Müçtehit de içtihatlarını yaparken ona göre cemaat bulabilmesi için gerekeni yapar. Baştan hatalı içtihat yapanlar çok ortak bulurlar ama mahkeme tazminatlarının yükü bindikçe artık ondan kaçarlar.

Bakınız, demokrasi kendi kendisini dengede tutmaktadır.

Parmak kaldırarak kanun çıkaranların sorumluluğu nedir?

Halkın rızası ve halkın sorunu meselesini çözenler yeryüzüne hakim olacaklardır. İşte âyetin başındaki hidayet bu hidayettir. İçtihattır. İnsanların özgürlüğünü ve çeşitliliğini sağlayan hidayettir. Her bucakta ona yakın mezhep olacak, halk o mezheplerden istediğine tâbi olarak hür yaşayacaktır. Bunlar “zakir” mertebesinde olan müçtehitlerdir.

İllerde ise “fakih” mertebesinde olan müçtehitler vardır; il ve ilçe merkez bucaklarında bunların içtihatları ile amel edilecektir.

Ülkede ise “rasih” mertebesinde müçtehitler vardır; bölge merkezlerinde bunların içtihatları ile amel edilecektir.

Şimdi ikinci hidayeti ele alalım. Bunlar da “icmalar”dır. Önce bucak uleması zakirleri ittifak ederek “bucak kamu hukukunu” hazırlarlar. Halk bu kamu hukukuna göre hareket eder. Yönetim bu ittifakla sabit olan kamu hukuku ile yönetir. Bunların da dereceleri vardır.

Bucak sakinlerinin ayrı ayrı mezheplerinde oluşan içtihatlar arasındaki ortak hususlar. Bunlara “kavli icmalar” diyoruz. Bucaktaki mezhepler arasında birbiriyle çelişmeyen hükümler. Aynı hüküm bütün mezheplerde yoktur ama birinde olan aykırılık başkasında bulunmamaktadır. Buna “sükuti icma” denir.

Bunun dışında “istişarî kararlar” da birliğe götüren hususlardır. Başkan istişare eder. Bucak uleması da ortak karar alır. Mezheplerinde yazılı değildir ama başkana katılmış ve karar almışlardır. Bu da “bucak kamu hukuku”nu oluşturur ve kişileri bağlar.

Başkan istişare etmektedir ama birlik sağlanamamıştır. Ortak hakem olarak birisini seçerler. Bu hakem başkan da olabilir. Onlara vekaleten hakem tercihini yapar. Bu da “istişarî karar”dır. Vekilin kararı müvekkilin kararı olduğu için yine ittifakla karar almış gibi olurlar.

Kişiler mezheplerini değiştirdikleri gibi bucaklarını da değiştirebilirler. Ayrılıp gidenin taşınmaz mallarının yönetim tarafından değer fiyatla satın alınması zorunluluğu vardır. Böylece “hicret demokrasisi” dediğimiz olayla insanların izni ve rızaları sağlanmış olur.

Taşra bucaklarda böylece yapılan ittifakla “kamu hukuku” oluşur. İl merkezlerine ise bucaklardan ilmî temsilciler gelir, onlar orada yerleşirler. Onlar istişare ederler; onların vardıkları sonuçlar il ve ilçe yönetimlerindeki kurumları bağlar.

Bugünkü temsilcilerin yaptıkları kanunlar ve aldıkları kararlar taşra bucaklarını da bağlıyor. Oysa bu âyetlerin hükümleri ile oluşan il merkez bucağı kararları taşra bucaklarını bağlamıyor, sadece merkez bucaklarını bağlıyor.

Benzer muhakemeyi millet için yapacağız, devlet için yapacağız. Ankara’daki meclisin çıkardığı kanunlar sadece devlet merkez ili ile bölge merkez illerini bağlıyor; taşra illerini bağlamıyor. Merkez illerin kanunlarını taşra temsilcileri çıkardıkları için hürriyet sağlanıyor. Merkez illerde tek kanun uygulandığı için de birlik sağlanmaktadır.

Bu takdirde birleşmiş milletlerin benzeri olmaktadır. Kıta merkezlerinde bulunan bölgelerin yönetimi insanlık teşkilatına aittir. Tüm devletler tarafından oluşturulan Mekke Meclisi’nin aldığı kararlar ve çıkardığı kanunlar kıta merkezlerindeki bölgeleri bağlamakta, devletleri bağlamamaktadır. Her devlet iç işlerinde tamamen bağımsızdır.

Temel sorun her kademede mevcuttur. İller bağımsız olurlarsa özgürlük içinde yaşarlar. İller bağımsız olurlarsa refahları düşer.

İşte, “Mübin Kitap” bu sorunu da böylece çözmektedir. Kıta merkezlerinde yaşamak isteyenler hürriyetlerinden fedakarlık etmektedirler. Kendi ülkelerine döndükleri zaman da özgürlüklerini  ve bağımsızlıklarını yaşıyorlar. Ana sorun böyle çözülüyor.

İnsanların birlikte olabilmeleri için iki şeye ihtiyaç vardır. Biri ulaşımdır, diğeri haberleşmedir. Ulaşım zorsa, haberleşme yapılamıyorsa, bu birliğin ve özgürlüğün bir yararı yoktur. Bunun için en önemli olan şey Kur’an’ın ve Hazreti Muhammed’in öğrettiği sebilullahtır. Yeryüzü kara, deniz, hava ve demir yolları ile birbirine bağlanmalıdır. Bu yollar vakıf yollar olmalıdır.

Paralı yollar İslâmiyet’te yasaklanmıştır. Rekabet sağlanamayan yerlerde  özel girişimci olunamaz. Vakıflar kurulur ve bu hizmetleri vakıflar yaparlar. Ne var ki bu vakıfların kaynakları kendi kazançlarından temin edilmez. O zaman o vakıflar sömürürler. Vakıfların gelirleri başka yerden temin edilir. Hizmetler başka kuruluşlarca yapılır.

İzmir Akevler Kooperatifi başlangıçta planlamayı böyle yapmıştır. Ekonomik faaliyetleri Akevler yapacak; siyaseti Millî Görüşçüler, dinî faaliyetleri Risale-i Nur şakirtleri, ilmi de Süleyman H. Tunahan şakirtleri yapacaklardı. Ekonomi bakımından bizim rakibimiz olmadığı için biz onlarla pazarlık yapmadan onları destekledik. Bizim başarılı faaliyetimize önce karşı çıktılar. Sonra bizi örnek alıp bizden koptular.

Cari düzende her biri büyük servetlere ulaştı.

Bu iki bakımdan hatalı idi.

Biri, “Adil Düzene göre işletmeler” yerine “cari sistemde işletmeler” oluşturdular. Büyüdüler ama “zalim düzen” değişmedi, “Adil Düzen” gelmedi, karanlık ve zulüm yine devam ediyor.

Yapılan ikinci hata da, bunların kendi gelirleri ile iş yapmalarıdır, tekelleşmeye gitmeleridir. Bu da zalim düzenin sürmesine sebep olmuştur.

“Adil Düzen”de yapılacak iş bu dört müesseseyi ayrı ayrı oluşturmadır. Ekonomik faaliyetleri ayrı kuruluş yapılacak, bu kuruluşlara buradan fonlar aktarılacak. İlmî kuruluşlar ayrı yapılacak, siyasi partiler ayrı olacak, dinî faaliyetler için de başka gruplar oluşturulacaktır.

Ben İzmir Akevler Kooperatifi’ne karışmıyorum. Aslında biz bu kooperatifi bu amaçla kurduk. Yani Akevler şimdi imkanlarını değerlendirerek siyasi parti kuracak ve onu destekleyecek, dini cemaat oluşturacak onu destekleyecek, ilmi ekol kuracak ve onu destekleyecek; kendisi de ekonomi ile meşgul olacaktır. Ne var ki İzmir’deki Akevler’de ekonomi ile meşgul olacak girişimci yoktur. O halde bu proje uygulanırlığını bulamamaktadır. Demek ki eski oluşum orada sonlanmıştır. Nasıl Saadet ve AK Parti’den bir ümidimiz yoksa, nasıl F. Gülencilerden ümidimiz yoksa, nasıl İlahiyatçılardan ümidimiz yoksa; İzmir Akevler’den de ümidimiz yoktur. Onlar görevlerini yaptılar ve ömürlerini doldurdular. Bizim artık yeni bir kooperatif kurup orada eski hataları yapmamamız gerekir.

إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ (16)

(EiLAy ÖıRaOın MüSTaQıYMın)

“Müstakim bir sırata”

Evet, âyetin başında içtihatları öğreten hidayetti, insanlara özgürlük sağlıyordu.

İkinci hidayet ise birliği ve refahı sağlayan hidayettir dedik.

Orada yollara, burada bir tek yola işaret etmiştir.

Bizim varsayımlarla Kur’an’ı yorumlamayanlar bu âyeti nasıl açıklayabilirler?

Bakınız, biz kurallardan hiçbirisini ihmal etmiyoruz. Kurallara hep uyuyoruz. Onlar ise bunları görmezlikten gelerek yorumluyorlar.

Fatiha Sûresi’nde, “mustakim sıratı bize hidayet et” denmektedir. Fatiha'da mustakim sırat marife getirilmiştir. Burada da duamıza cevap veriyor Allah. Evet, size mustakim sıratı hidayet edecektir ama bu sırat nekre olacaktır. Bu sırat sizin dua ettiğiniz mustakim sırattan farklı olacaktır.

Bunu anlayabilmemiz için bir doğru çizelim.

 

Şimdi, yukarıda bir doğru vardır. O tek doğrudur. Başka doğru yoktur. O doğru Fatiha Sûresi’nde dua ettiğimiz doğru yoldur. Sonra iki nokta arasındaki doğru parçalardır. Bunlar medeniyetleri gösterir. Bin yılda bir yenilenen bir uygarlıktır. Bunlar çoktur. Bunlardan biri bizim kurmakta olduğumuz medeniyettir. İşte bu da müstakim bir yoldur. Bu yolların hepsi büyük ana yolun içindedir ama ana yolun tamamı değildir. Oysa alttaki çizgide olan yol ise müstakim bir yol değildir.

Fatiha Sûresi’nde biz dua ederken, bizi uzun ana yola, yani Hazreti Adem’den başlayıp âhirete gidecek yola koy diyoruz. Allah duamızı kabul etmiş ve bize doğru yolu nasip etmiştir. Bu Fatiha’daki marife olan yolun içindedir. Ama hepsi değil, sadece bin yılı içermektedir. Onun için bu nekredir.

Şimdi Fatiha’daki marifeli sıratı müstakimin nasıl oluştuğuna bakalım.

1-      Cebrail geldi, Kur’an’ı Hazreti Muhammed’e ulaştırdı. Sahabeler de bunu kabul ettiler ve uyguladılar. Yazdılar. Bu başlangıç olmuştur.

2-      Sonra dört halife geldi, istişare ederek Kur’an’ın uygulamasına devam ettiler. Bu uygulamaları bize intikal etti. Kur’an bunların icmaları ile bize gelmiştir. Ayrıca Kur’an’ın uygulanmasındaki mânâlar sahabelerin uygulaması ile gelmiştir. Onların icmaları sırat-ı müstakimdir, marife olarak tanımlanmış sırat-ı müstakimdir.

3-      Sonra müçtehitler geldiler, uygulamaları yazılı hâle getirdiler. Bilhassa usul-ü fıkhı getirdiler ve bu sayede biz Kur’an’ı anlıyoruz. Bunların Kur’an’ı yorumlamadaki ittifakları Fatiha’da belirtilen müstakim sırattır. Kur’an’dan önce gelen Tevrat ve diğer kitaplar da Kur’an uygulamaları olup sırat-ı müstakimin içindedir. Böylece Birinci Kur’an Medeniyeti geldi geçti.

4-      Şimdi sıra bizde, Fatiha’da belirtilen Kur’an uygulamasını biz de yapacağız. Bu medeniyet ayrı medeniyettir. Başka bin yıldır. Birinci ve daha önceki İslâm medeniyetlerinin içinde kalacağız. Yukarıdaki şekilde görülen alttaki kopmuş ve eğrilmiş doğru parçası olmayacağız. Ama biz tarihi geri çevirip geçmişe de gitmeyeceğiz. Biz kendimiz icmalar yapacağız ve kendi bin yılımızı kurmuş olacağız.

Şimdi iki anlayış vardır.

Birinci görüşe göre; Kur’an düzeni tarih olmuştur, biz artık onları bırakıp kendi uygarlığımızı kurmalıyız, medeni dünyanın kabul ettiği düzende ilerlemeliyiz.

Bunlar müstakim sırattan sapmış olup dalalette olan kimselerdir. Alttaki ayrı ve eğri doğru parçasını isteyenlerdir.

İkinci görüş sahipleri ise; biz gerisin geriye dönelim, sahabelerin yaşadığı Birinci Kur’an Medeniyeti’ni yaşayalım diyenlerdir. Oysa bu dönüş mümkün değildir.

Biz ne yapıyoruz?

Müstakim sırat üzerinde kalalım ama biz kendi sıratı müstakimimizi yaşayalım.

İşte müstakim sıratın nekre olması buradan gelmektedir.

Bir sayı sisteminde harfler kullanılır. x, y, z bilinmeyenleri yani nekreleri; a, b, c ve d marifeleri yani bilinenleri temsil ederler.

İşte, biz bilinenlerden çağımızın bilinmeyenlerini çözmekteyiz. Allah bize bunu öğretmiş buna hidayet etmiştir.

Bizim görevimiz bunları ortaya çıkarıp ondan sonra insanlığa tebliğ etmektir. Tebliğimizi tamamladıktan sonra, bir saat gecikmeden başlarına âfetler yağar. Tebliğ yapılmadan da bir saat önce gelmez.

Müstakim sırat icmalarla sabittir. Fatiha’daki müstakim sırat sahabelerin ve bizim icmalarımızla sabittir. Evet, Fatiha’daki müstakim sırat kavlî veya fiilî icmadır. Ancak onların o hususta icma ettiklerine bizim şimdi icma etmemiz gerekir. Buradaki icma çağımızın ulemasının icmalarıdır. Bugün yapacağımız icmalar sahabelerin icmaları içinde olacaktır. Ancak biz bizim sorunlarımızı kendi icma ve içtihatlarımızla çözeceğiz.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-607/ADİL DÜZEN DERSLERİ-437    16 Nisan 2010

 

İNSAN, “ADİL DÜZEN” VE

YAPILMASI GEREKENLER

Hayvanlar yayılıma çıkar, ot otlar ve karınlarını doyurarak yaşarlar. Arılar çiçekten çiçeğe uçar, aldıkları bal özünü bal yaparak yaşarlar. Hiçbir hayvan  kendi ürettiği ile yaşamaz. Kendi ürettikleri ile yaşayanlar bitkilerdir.

İnsan da başlangıçta hayvanlar gibi toplayıcılık ve avcılıkla geçinmekteydi.

İnsanlar bugün uygarlaştılar, artık kendileri birlikte üretiyorlar. İnsan artık meyve toplamıyor; çalışıyor, para topluyor, sonra o paralarla birlikte ürettiklerini satın alıyor.

Çağımızdaki insanın çalışıp para kazandığı bu çevreye “ekonomik çevre” diyoruz.

 

İnsan topluluk içinde çalıştığında kendisine refah sağlamaktadır.

Sonra yuvasına dönüp özgürlük içinde mesut olmaktadır.

İnsanların bu refahını ve saadetini sağlayan sosyal kuruluşlar vardır; bunlar dinî, ilmî, iktisadî ve siyasî kuruluşlardır.

-Din ne yapılacağına karar verir.

-İlim nasıl yapılacağına kara verir.

-Ekonomi kimin yapacağına karar verir.

-Siyaset ise kimin olacağına karar verir.

 

Aile saadetin merkezidir, hürriyet orada vardır.

İnsanlık ise refahın merkezidir. Bugünkü refaha ancak tüm insanlığın birleşmesi ile ulaşmış oluyoruz. İnsanlık ile aile arasında kurulmuş köprüler vardır. Yani saadet ile refah arasında köprü kurulmuştur. Ocaklar, bucaklar, iller ve ülkeler iç içe kurulmuş köprülerdir.

Demokrasi, aile ile insanlık arası oluşacak köprülerin aileden başlayarak insanlığa kadar uzanmasını ister. Yani taşradan merkeze gidiş vardır.

Oysa merkezî yönetimlerde merkezden taşraya doğru örgütlenme yapılır.

Geçmiş beşyüz yılın tarihi, merkezî yönetimden yerinden yönetime gitme tarihi ve savaşıdır. Yapılması gerekenin tam tersi yapılmıştır.

“Demokrasi” demişler, en büyük merkezî devletleri oluşturmuşlardır.

“Laiklik” demişler, en büyük zulümleri yapmışlardır.

 

“Adil Düzen” ancak taşradan başlayarak merkeze doğru gidildiği takdirde oluşur. Biz buna Akevler’de böyle başladık ancak o dönemin şartları birden bire bizi tepelere, yükseklere, iktidarlara çıkardı. Bugünkü başarısızlığımızın kaynağı budur.

“Adil Düzen”in ikinci sorunu da “Adil Düzen” uygulamasına nerden başlamamız gerektiğidir; “din”den mi, “ilim”den mi, “ekonomi”den mi, “siyaset”ten mi?

Önce, yaşadığımız topluluktaki dinî, ilmî, meslekî ve siyasî kuruluşlara katılıp normal hayat sürmemiz gerekir. Bunu düzen içinde yapacağız ve yaşayacağız. Mevcut olan düzende biz “Adil Düzen”e göre yaşayacağız iddiası yanlıştır. Bu düzende kimse faizsiz iş yapamaz. Cebimizde TL’yi taşıyorsak mutlaka faizin içindeyiz demektir. TL taşımazsak, tuvalete bile gidemeyiz. Hayrettin Karaman bunlara zaruret dolayısıyla fetva vermektedir. Ben zaruret değil, normal şartlarda bunlar meşrudur diyorum. İstishab dolayısıyla meşrudur.

Bizim görevimiz mevcut düzende şeriata göre yaşamak değil, şeriat düzenini getirmek olacaktır. Gelecek olan şeriat da bin yıl önceki içtihatlardan oluşmayacaktır.

Biz şimdi içtihat yapıp günümüzün şeriatını getireceğiz.

Bin yıl önceki şeriatı bugün uygulamaya kalkışmak, İsviçre Medeni Kanunu’na tâbi olmaktan daha yanlıştır. Bu bakımdan cumhuriyetin kuruluş yıllarında hükümetin yaptıkları yanlış değildir ama eksiktir.

 

Peygamberler önce dinden başlamışlar, insanları inandırmışlardır. Sonra cemaat oluşturmuşlar ve hicret ettikten sonra siyaseti ve ilmi beraber uygulamışlar, ekonomiyi en sona bırakmışlardır. Bizim hatamız ekonomiyi baştan ele almamızdır denebilir.

Biz neden önce kooperatiften işe başladık?

Çünkü dini cemaat oluşturmak yasaktı.

Sonra, bizim bir araya gelmemiz gerekiyordu. Bir araya gelme işini başardık. Ne var ki insanlar oraya inanarak değil; ya bin senelik İslâmiyet’i yaşatmak veya ev sahibi olmak için geldiler. Sonuç bugün olduğu kadar oldu.

 

O halde şimdi ne yapmalıyız?

Önce ilmî çalışmalara başlamalıyız.

Bu çalışmalara inanarak katılan insanları beklemeliyiz.

İnanarak katılma nedir?

a) Bugün bilinen İslâmiyet gerçek İslâmiyet değildir. Yeniden araştırıp öğrenmeli ve ona göre yaşamağa başlamalıyız diyenlere gerek vardır. Bin sene önceki içtihatları kabul eden ve onu yaşamaya çalışanlar başarılı olamazlar. Onların ne dediklerini bilmeliyiz ama biz yeniden içtihat yapmalıyız. Bu şekilde düşünen ve inanan kaç kişi vardır?

b) Bu şekilde inanmış kimseler bir araya gelecek ve çalışmaya başlayacaklardır. Hiçbir programları ve projeleri olmayacaktır. Sadece her gün üç-dört saat bir araya gelerek çalışmaya başlayacaklardır. Program zamanla gelir, oradaki çalışmalarla oluşur.

c) Mutlaka uygulamaya geçilmelidir. Uygulama üzerinde ilim yapılmalıdır. Sadece teori üretmekle hayatlarını teorilerle öldürürler. Teori yapmadan uygulayanlar da yerlerinde sayarlar. Teori ve uygulama beraber gider. Herkes bize uygulama yapmamamızı önermiştir. Oysa bugün ne biliyorsak, bugüne kadar yapabildiğimiz uygulamalardan öğrenmişizdir.

d) İnsanlara tebliğ etmeliyiz. Bunun için parti kurmalıyız, bunun için şirketler oluşturmalıyız.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-607/ADİL DÜZEN DERSLERİ-437    16 Nisan 2010

 

İTTİFAK SORUNU ÇÖZÜLDÜ!

Numan Kurtulmuş İstanbul İl Başkanı iken çalışmalara ve toplantılara başladık. Kendisine öneride bulundum: “Adil Düzen”i benimse, Akevler Ekibi de katılsın, “Adil Düzen” çalışmalarını yapalım. Bunun için bir şartım vardı. Erbakan’a sadık kalmak ama bağımsız çalışmak. Çünkü parti CIA tarafından işgal edilmişti ve “Adil Düzen”den uzak tutuluyordu. Numan Kurtulmuş birlikte çalışmaları bırakmakla cevap vermiş oldu!..

Sonra genel başkanlık söz konusu olduğu zaman ben onu destekledim; birilerinin emrinde olduğunu bildiğim halde destekledim. Oraya gelince artık o tarafı dinlemez diye düşünüyordum. Arkasında olanların kimler olduğunu bilmediğim için uygulamalarına şiddetle karşı çıktım.

Bunun üzerine Erbakan’a öneride bulundum: T. Özal ayrıldı, başarılı başbakan oldu; R. T. Erdoğan ayrıldı, başarılı başbakan oldu; şimdi de Numan Kurtulmuş ayrılıyor, bırakalım cari sistemde başbakan olsun. Biz düzeni değiştirmek için “Adil Düzen Partisi”ni kuralım. Daha sonra mahkeme kararı ile Numan Kurtulmuş uzaklaştırıldı...

Numan Kurtulmuş çok kıymetli bir kardeşimizdir. Böyle saçmalıklar yapmasından dolayı üzülmüştüm. Şimdi Has Parti’nin yüzde sekizlerde oy alacağı tahmin ediliyormuş, anketler böyle söylüyormuş. Türkiye’de onu yüzde sekizlere çıkaracak bir tek güç vardır, o güç de Nurculardır. Zaten ben daha önce de bunu yazmıştım.

Fehmi Koru Yeni Şafak’tan ayrılınca; burada AK Parti’ye oyun vardır dedim, Zaman’dan teklif gelecektir dedim. Gerçekten hiçbir gazeteden teklif gelmedi, yalnız Zaman’dan geldi! Gaye nedir? Gaye AK Parti’yi yıpratmak ama Gülencileri de iktidar etmek. Bunun için bir taraftan AK Parti karşısına Numan Kurtulmuş’u çıkarırken, diğer taraftan Zaman’ı orduya saldırtıyorlar, onun iktidar olmasını önlüyorlar.

Demek oluyor ki Numan beyin arkasında Gülenciler vardır. Saadet Partisi’ni çökertip onu iktidar etmeye çalışacak, AK Parti’yi yıkacaklar ama onları da iktidar etmeyecekler.

Numan Kurtulmuş’un karanlık güçlerin oyuncağı olmadığını öğrenince sevindim.

Benim baştan beri desteklediğim iki kuruluş vardır. Biri Risale-i Nur şakirtleridir, diğeri de Millî Görüşçülerdir. Şimdi artık bu iki gruba ayrılıyor. AK Parti parçalansa bile Meclis’te ya Gülenciler ya da Saadet Partililer hakim olacaklardır. Yani Türkiye’de artık yalnız Akevler ekolünden gelenler iktidara oturmuş olacaklardır. Bunların hedefleri birdir.

1)      Bunlar samimi Müslümanlardır. Tüm hareketleri İslâmiyet’e hizmeti gütmektedir. Verdikleri tavizler takiyyedir. Bana göre hatalıdır. Ama içtihatta hata mafuvdur.

2)      Bunlar İslâmiyet’in şeriat olduğunu biliyorlar ama şeriatın nasıl gelebileceği hususunda ihtilaftadırlar. Bunlar içtihatçıdırlar ama içtihat yapamıyorlar.

3)      Bunların her ikisi de, yani içlerinde ajan olalar dışında, hep Akevler’le iyi olan kimselerdir. Akevler’e alenen cephe alan kimse yoktur.

4)      Bunlar siyasette taviz veriyorlar ama amelde taviz vermiyorlar, ferdi olarak İslâmiyet’i yaşıyorlar.

İşte bu sebeplerledir ki tüm davranışları bana ve Akevler’e karşı imiş gibi ise de, bunlar gerçekte bize karşı değildirler. Yollarımız ayrı ama hedefimiz bir. Bu bakımdan ben bunları her zaman destekledim.

Bunların askerlere karşı olmaları da takiyyedir. Bunu her halde ordu da bilmektedir. Hem Millî Görüşçülerin hem de Gülencilerin ülke içinde ve dünyada büyük güçleri vardır. Bu güç Türkiye için değerlendirilebilir.

Bana karşı oldukları halde ben nasıl onlara karşı değilsem, Türk ordusu da böyle davranmalıdır, sesini çıkarmamalıdır. Sonra onlar da ordumuzun can ciğeri olacaklardır.

Benim yazılarımı ve görüşlerimi kimse okumuyor, okuyanlar da hiç önem vermiyor. Bununla beraber ben yazmaya devam ediyorum. Allah’ın bana verdiği emirleri yerine getiriyorum. Kur’an’dan elde ettiğim bilgileri satırlara döküyorum.

Gayemiz AK Parti’nin oylarını almak değildir. AK Parti dışında kalan oyların yarısını almamız gerekir, bu oylar % 20’yi bulabilir. AK Parti % 50, CHP % 15, MHP de % 15 almalı; bizim oyumuz % 20 olmalıdır. Yani ana muhalefet ve iktidar bizde olmalıdır.

Bunun için BBP ve TP’nin yanında dört parti ittifak etmelidir.

a)      Saadet Partisi,

b)      Demokrat Parti,

c)      Barış ve Demokrasi Partisi,

d)     HAS Parti (Nurcuların partisi).

Bu ittifak sağlanırsa, o takdirde % 20 ile ana muhalefet partisi olabilirler. Bu partiler “Adil Düzen”de ve Saadet’in içinde tek parti hâline gelecekler ve bir sonraki seçimde anayasa ekseriyeti ile iktidar olacaklardır. AK Parti de şerefi ile geçiş dönemini tamamlamış olur.

Bunları yaparsanız…

Böyle yapmazsanız, sosyal (ve siyasi) tufanı bekleyin…

Bunun sonucunda akıbet çok daha kötü olacak, Cumhuriyet yıkılacak, yeni cumhuriyet kurmak zorunda kalacağız.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

İşsizlik sorununu nasıl çözelim?

Reşat Nuri EROL

Türkiye’nin ve dünyanın acil yoğun bakıma alınması gereken en önemli ekonomik ve sosyal hastalığı, en büyük sorunu nedir diye sorsanız; hiç tereddütsüz “İşsizliktir” derim. Bütün anketlerde halkımız bir numaralı sorun olarak hep “işsizliği” hatırlatmaktadır. Çağımızın mucizesi işsizlik sorununun çözüme kavuşturulması mucizesi olacaktır. Tarım dönemi”nden “sanayi dönemi”ne geçmekte olan insanlık, her an ekonomik ve sosyal patlamalara, sarsıntılara, krizlere, tufanlara sebebiyet veren bu büyük sorunla, yani “işsizlik sorunu” ile karşılaşmıştır. Sorun hâlâ çözümsüz olarak devam ediyor. Kapitalizm, sosyalizm, karma ekonomi ve diğerleri sorunu çözememiştir; bugüne kadar çözemediklerine göre, bundan sonra da çözemeyecekler demektir. O halde bu sorun da diğer bütün sorunlar gibi ancak “müsbet ilim” ve “Adil (Ekonomik) Düzen”le çözülebilir.

İşsizlik sorununun çözümüne nerden başlayalım? Bir yerin kalkınması demek, her türlü çalışmayanların veya iş bulup çalışamayanların çalışır hâle getirmek, çalışanların da çalışma verimini artırmak demektir. Çözüm ancak böyle mümkündür.

1. Bunun gerçekleşmesi için: -İşsizlere iş bulmak. -Ev hanımlarını üretime katmak. Çalışabilen emeklileri de çalıştırmak. -Öğrencilerin çalışarak okumalarına imkan sağlamak. -Din görevlileri, öğretmenler ve diğer bürokratların boş zamanlarını değerlendirmek gerekmektedir.

Bu uygulama bucak, ilçe, il, ülke hasılasını en az iki misli artıracaktır.

2. Çalışanlara kendi istedikleri işi vermek. Bunun için “iş verme sistemi” yerine “iş bulma sistemi” geliştirilecektir. Bu hedefe ulaşmak için neler yapılacaktır?

Kooperatifler kurulacak, halk kooperatiflerde iş yapacaktır. Devlete karşı kooperatif muhatap olacak, vergi ve sigortayı kooperatif karşılayacak, üye ortaklar ise sadece kooperatiflere muhatap olacaklardır. Bu sayede mevcut kanunların tamamen içinde kalınacak ama kooperatifte “yeni ekonomik düzen” uygulanacaktır. Kooperatifin bunları yapabilmesi için: a) Taşınmazların alınıp satılması için belediye “imar senedi” çıkarılacaktır. İnşaat bu senetlerle yapılacaktır. Bu bir anonim şirket senedi olabilir. b) Malların alınıp satılması için bir “mal senedi” çıkarılacak ve taşınır mallar bu senetle alınıp satılacaktır. Bu senet “faizsiz banka kartı” da olabilir. c) Devre başında siparişlerin yapılabilmesi için bir kooperatif bir “sipariş senedi” çıkaracak, halka devre başında kredi olarak verecek ve böylece üretim ve tüketim yıl başında planlanmış olacaktır. Bu senet “banka çeki” de olabilir. d) Para değerini  belirlemek ilçenin ithalat ve ihracatını dengelemek için bir “altın senedi” çıkarılacak ve kuyumculara,  döviz bürolarına verilip TL, döviz ve diğer ilçe senetleri bununla alınıp satılacaktır. Vergi ve sigorta primleri kaldırılacaktır. Sigorta bordroları, tasdikli defterler, faturalar, irsaliyeler yok edilecek; maliye görevlileri onda bire indirilecektir. Böylece piyasa birden canlanacak, herkes iş yapmaya başlayacak; hem de kendi arzuladığı işi yapacaktır. Yukarıda belirtilen işsizlik ve isteksizlik sona erecek, ilçe hasılası dört misli olacaktır. Kooperatifler gelirlerini karşılıksız çıkaracakları “imar, mal, sipariş ve altın senetleri” ile sağlayacaklardır. Yüzde 20 fazla çıkaracaklar, böylece yüzde 20 enflasyon sağlayarak gelir temin edeceklerdir. İlk  beş senede artan istihdam dolayısıyla bu yüzde 20 enflasyon da olmaz. Bir belediyede yapılacak bu uygulamadan sonra Türkiye, Erbakan’ın dediği gibi “vergisiz ülke” olacaktır.

Devletin bu duruma geçebilmesi için dış borçlarını tasfiye etmesi gerekir. Türkiye bunu nasıl yapacaktır? -Dış borcu iç borca çevirecek; -Faizli borcu faizsiz kredileşme borcuna çevirecek; -Para borcunu mal borcuna çevirecek; -Borcu iştirake çevirecektir. Türkiye bütün bunları başaracak imkanlara sahiptir. -Ülke içinde ve dışında vatandaşların dolar rezervi var, onlar değerlendirilir. -Ülke içinde altın stokları var, onlar değerlendirilir. -Ülkemizde geniş dinlenme/turizm alanları var, bunlar yabancılara rehin verilip faizsiz borç alınız. -Dış ülkelerle kredileşme ilkesiyle faizsiz borç temin edilir.

 

 

Japonya ve maddi-manevi sorunlar

Reşat Nuri EROL

“Japonya” denince geçmişte akla neler gelirdi, şimdi neler geliyor… Deprem.. Tsunami.. Nükleer.. Atom.. Ve bütün bunların sebebiyet verdiği “maddi” ve “manevi” krizler… Buraya kadar yazdıklarımda üç kelimeyi tırnak içine aldım, “Japonya-maddi-manevi” kelimelerini. Nedenine açıklık getireyim.

Çağımız dünyası tamamen “maddi” bir dünyaya dönüşmüş durumda, sadece bedene hitap ediyor. İnsanın “beden ve ruh”tan ibaret olduğu yani bir de “ruhi/manevi” yönümüz olduğu unutuluyor veya çağdaş uygarlık değerleri tarafından özellikle unutturuluyor. Unutturulunca da “maddi krizler” yanında “manevi krizler” de patlak veriyor.

Dikkatli okuyucularım iyi bilirler, biz bunların tamamını değerlendirirken orta hallilerine “sosyal krizler”, çağımızda yaşanan dünya hayatının her alanını ahtapotun kolları gibi sarmış olan asıl büyüklerine ise “sosyal tufan” diyoruz. Demekle kalmıyor, her vesileyle neler olduğunu anlatıyoruz. Elbette “tesbit ve teşhislerden” sonra, “tedavi ve çözüm reçetelerini” sunarak; “sosyal kriz” veya “sosyal tufan”ın biricik Nuh’un Gemisi olan “Adil (Ekonomik) Düzen Medeniyeti”ni hatırlatarak… Nitekim son günlerde yazdığım “Yeni Türkiye” ve “Yeni Medeniyet” yani “Adil Düzen Medeniyeti” yazıları ile “işsizlik” gibi bazı temel sorunlarımızın “çözüm” yollarını içeren diğer yazılarım da bu amaçla yazılmıştır.

İşte, “Japonya” başta olmak üzere, dünyanın dört bir tarafındaki ülkeler ve insanlar bu “maddi-manevi krizlerin veya tufanların” çare ve çözümlerini yani “III. Bin Yıl Medeniyeti”ni, ya da asıl adıyla söylersek, “Adil Düzen Medeniyeti”ni bekliyorlar…

***

Meseleyi “Japonya” özelinde ele almıştık, öyle yapmaya devam edelim. Japonya Budist ve Şintoist bir ülkedir. Dilleri dilimize çok yakındır. Türkiye ile olan ilişkisi iyidir. Japonlar da Türkler gibi savaşçı bir ulustur. Bununla beraber, bizim Birinci Cihan Savaşı’nda yenilmemiz gibi onlar da İkinci Cihan Savaşı’nda yenilmiştir. Amerika’nın (ABD) himayesindedir. Bağımsız bir devlet değildir. Ordusu yoktur. Dünyaya ancak ABD’nin izin verdiği nisbette ekonomik bakımdan açılabilmektedir. Japonya deprem ülkesidir. Dokuz derecedeki depremlere karşı bile dayanıklı yapıları vardır. Bu son büyük deprem de göstermiştir ki Japonya depremlere karşı hazırlıklıdır. Ne var ki “maddi hazırlıklar” yetmemektedir, “manevi hazırlıklara” da ihtiyaç vardır. Kalkınmış, zenginleşmiş, ilerlemiş, sanayileşmiş güçlü ülkeler, bu hususa yani “maddi kalkınma” kadar “manevi kalkınmaya” da önem vermelidirler. Bu vesileyle “Önce Ahlak ve Maneviyat” diyen Milli Görüş Lideri Erbakan ve onun kurduğu partiler ile; sadece “Adalet ve Kalkınma” diyen ama onu da pek beceremeyenleri bir kere daha hatırlayıp hatırlatmakta yarar var; akledip idrak edenlere…

***

Japonya’nın bu kötü duruma düşmesinin sebebi vardır. Japonya depreme hazırlıklıdır ama denizden gelen dalgalara/tsunamiye karşı hazırlıklı değildir. Bunun çözümü ekonomik değildir. Bunun çözümü evleri yüksek yerlerde inşa etme, sonra kadere rıza göstermedir. Evet, başımıza bu geldi, yapacağımız bir şey yok diyeceğiz ama ondan önce ve sonra gerekli tedbirleri alacağız. Japonlar teknolojileri ve sanayileri ile Türkiye’ye geliyorlar.

Karşılığında bizden de bir şeyler almalıdırlar; bize göre bütün “maddi ve manevi” yönleriyle “Adil (Ekonomik) Düzen Medeniyeti” değerlerini almalıdırlar, İlahi düzeni almalıdırlar. Bunun için dinlerini hemen bırakmaları gerekmez; ne var ki bütün dinler gibi onlar da kendilerini Kur’an’a göre yenilemek ve revize etmek durumundadırlar.

Evet, Japonlar bize teknoloji ve sanayi ürünleri getiriyorlar, onlar da bizden “Adil (Ekonomik) Düzen”i almalıdırlar ama almaları için de onlardan önce biz bu değerlerimize sahip çıkıp değerlendirmeliyiz ki; Japonlara ve başkalarına sunabilecek hale gelelim ve getirelim. 122 yıl önce 1889’da Japonya’ya gönderdiğimiz “Ertuğrul Gemisi/Fırkateyni”nin ardından, nice “Yeni Maddi ve Manevi Ertuğrul Gemileri”ne, inşaallah…

 

 

‘Japonya nükleer krizden inanç krizine girebilir!’

Reşat Nuri EROL

“Yeni Türkiye, Yeni Dünya ve Yeni Medeniyet” yani “Yeni Dünya Düzeni, Adil Dünya Düzeni, Adil Düzen Medeniyeti” kurulması gerekiyor. Erbakan Hocamız Millî Görüş Hareketi’ni başlattığı ilk günden itibaren ne diyordu: “Önce Ahlak ve Maneviyat” ve “Yeni Bir Dünya”; birkaç yıl sonra yani “Millî Görüş”ün ikinci şahlanış döneminde de “Adil (Ekonomik) Düzen” dedi… Sadece demekle kalmadı, bu düzenin ne olduğunu Türkiye’ye, İslâm alemine ve bütün dünyaya anlattı... Elbette, -yine “O”nun ifadesiyle yazayım,- 54. Hükümet Başbakanı olarak “Adil (Ekonomik) Düzen”in sadece kokusunu koklattı, sadece gölgesini gösterdi; bundan sonra “Millî Görüş”ün üçüncü şahlanış döneminde bize düşen “Adil (Ekonomik) Düzen”in aslını getirmektir…

Evet…

“Adil (Ekonomik) Düzen”in aslını getirmek; hem de sadece Türkiye’ye değil, İslâm âlemine, bütün dünyaya, bütün beşeriyete/insanlığa ve de Japonya’ya…

Yanlış okumadınız: Japonya’ya…

Çünkü Japonya’nın ve Japonların sanayileşmeye, teknoloji ithalatına vesaire maddi şeylere ihtiyacı yok ama manevi olarak yeni bir şeye, “yeni bir dünya düzeni”ne, yani -yazımın hemen başında ifade ettiğim- “Yeni Dünya Düzeni, Adil Dünya Düzeni, Adil Düzen Medeniyeti”ne çok ihtiyacı var. Japonya’nın ve Japonların bu ihtiyacı giderilmez veya giderilemezse, “Japonlar nükleer krizden inanç krizine girebilir!”

***

Bu son cümleyi sadece biz söylemiyoruz, bu tesbit ve teşhisi sadece biz yapmıyoruz; meselenin ehli olan bir ilim adamı da söylüyor. Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Japonya’da “deprem ve tsunami”nin ardından bir de “nükleer kriz” ortaya çıkınca, yazdığı yazının başlığında aynen öyle dedi: “Japonlar nükleer krizden inanç krizine girebilir!”

Japonlar inanç krizine girebilir!..

Japonlar aslında yüz yıl öncesinde, hattâ daha da öncesinde de bu krize girmişler ve o zamanki biricik süper güç Osmanlı Devleti ve onun başkanı Osmanlı Halifesi’nden yardım istemişlerdi. Bir önceki yazımın en sonunda hatırlattığım üzere; 122 yıl önce 1889’da Japonya’ya gönderdiğimiz “Ertuğrul Gemisi/Fırkateyni”ni bu amaçla gönderdik. Şimdi de “Japonlar nükleer krizden inanç krizine girebilir!” diyorsak; demek ki daha nice “Yeni Maddi ve Manevi Ertuğrul Gemileri”ni Japonya’ya ve diğer önemli dünya ülkelerine, hatta dünyanın en ücra köşelerindeki yerlere de göndermemiz gerekiyor, inşaallah…

Evet… Geçenlerde yazdığım, daha önce yazdığım ve bundan sonra da inşaallah hep yazacağım “adalete dayalı yeni dünya düzeni/sistemi ve yeni dünya medeniyeti” yazılarımda da hep bu hatırlatmaya devam edeceğim…

Allah/Kur’an ne diyor: “Sen hatırlat; hatırlatma mü’minlere fayda verir.”

Başkalarına değil; “mü’minlere” fayda verir…

“Mü’minlere”!!!

***

Ve’l-hasıl-ı kelam: Yeryüzüne “Adil (Ekonomik) Düzeni” ve “Adil Düzen Medeniyeti”ni getirdiğimiz zaman, on milyar insanı değil, yüz milyarı maddi ve manevi olarak rahatlıkla yaşatabiliriz. Bütün sorun bu düzeni ve medeniyeti getirmedir. İnsanlar “sanayiye, teknoloji maddi kalkınmaya” verdikleri önemi “düzene/medeniyete ve hukuka/fıkha” da verirlerse, bu sorun da çözülür. Japonya “sanayi/teknoloji ve ilimleri” Batı’dan aldığı gibi; “sosyal ilimleri, hukuku ve yönetimi/düzeni” de bizden almalı, bizimle “teknoloji/sanayi-hukuk/yönetim takası” yapmalıdır. O zaman Japonlar şu anda içinde bulundukları bu tür sıkıntılı durumlarda ne yapacaklarını bilir ve sorunlarını kolayca çözerler. Bugün Japonya’da meydana gelen afet, Japonları bu hususta harekete geçirebilir ve hem kendilerine hem de insanlığa hizmet etmiş olurlar.

 

 

Japonya, çözüm bilen alimlerimizi bekliyor…

Reşat Nuri EROL

İki gündür sürdürdüğüm Japonya değerlendirmelerimi, iki önemli şahsiyetin görüşleri ile noktalıyorum. Birincisi olan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, meselenin uzmanı olarak diyor ki: “1985 Sovyetlerin Çernobil Nükleer Krizi toplumda güven bunalımına neden olduğunu ve soğuk savaşın bitişini hızlandırdığını biliyoruz. 11 Mart 2011 Fukuşima Nükleer Krizi Japonlar için aynı etkiyi yapma kapasitesine sahiptir... Japonlar varoluş krizini fazlası ile yaşayacaklar. Japonlar İmparatorlarını Tanrı gibi gördüklerinden onun sesini 1945 Hiroşima’dan beri duymamışlardı. Tanrısal statünün bozulması Japon inanç sisteminin çöküşü demektir. Japonya’da Hiroşima tecrübesi nedeniyle nükleer bombalara aşırı psikolojik hassasiyetleri vardı. Son tsunami değil nükleer tehlike Japon toplumunda uzun süreli post travma etkisi yaşatacak gibi gözüküyor.../ İnanç sisteminin teselli etme gücü son Japon Çernobil’i olan Fukuşima’da yetersiz kaldı...” Prof. Tarhan’ın değerlendirmeleri böyle ama son bölümü daha da ilginç: “Japonlar... Tam 100 yıl önce Osmanlı’dan din arayışı içinde yardım istemişlerdi. Giden heyet ehil olmadığı, hatta kötü niyetli olduğu için…”

İkinci şahsiyet Sultan Abdülhamit Han. Önce minik bir bilgi. Japon Prensi Osmanlı sistemini ve İslam dinini incelemek için ziyarete geliyor, Sultan Abdülhamit özellikle ilgileniyor. 1944’de 90 yaşlarında vefat eden Kazan Türkü Abdürreşit İbrahim’in mektubu hakkında Sultan Abdülhamit Han’ın düşüncelerini yine onun ağzından okuyalım. Meseleyi Fethi Okyar naklediyor: “Şimdi size hicran olmuş bir hatıramdan bahsetmenin sırasıdır beyefendi oğlum... Japon İmparatorluk ailesine mensup bir Prens, beni ziyarete geldi. İmparatorundan hususi bir mektup getiriyordu. Benden, İslam dininin muhtevasını, iman esaslarını, gayesini, ibadet kaidelerini izah edecek kudrette bir dini-ilmi heyet istiyordu. Bunun sebebi vardı. Orada İslamiyet’i yaymayı mukaddes vazife sayan Abdürreşit İbrahim isimli, aslı Kazanlı olan bir Müslüman âliminden mektup almış, Japonya’daki İslami tamim hareketine yardımcı olmam istenmişti. İslam âleminin Halifesi idim. Bir taraftan daima iftihar ettiğim ve hizmetkârı olmaya çalıştığım bu âli vazife, diğer taraftan ruhumda bu mahiyette şerefli hizmete duyduğum hasretle, mümkün olan her şeyi yaptım, fakat bu yardımım daha çok maddi sahada kaldı. Çünkü Abdürreşit İbrahim Efendi, bizim din adamlarımızdan başka hüviyet içinde idi. Türkçe, Arapça, Farsçadan başka Rusça, Japonca biliyordu. Avrupa’yı baştan aşağı dolaşmıştı; Çin’i bile görmüştü. Kırk yaşından sonra Fransızca ve Latinceyi de öğrendiğini yazmıştı. Japonya’da Şinto dininin değişen şartlar içinde Japon münevverlerini tatmin etmediğini, mantık, akıl, ilim, ruh birliği ve cihanşümul (evrensel) felsefeyi temsil edecek bir dini-manevi hareketin, Japon milletince benimseneceğini, İslamiyet’in de aslında bütün bu vasıfları ihtiva ettiğini, sadece hakikatleri izah edecek kudret ve ilmi-manevi kifayette şahsiyetlere ihtiyaç olduğunu yazmıştı. Japon imparatorundan, ailesinden bir Prensin ziyareti ile böyle bir mektup da alınca, mevcudun ehemmiyeti hadise olarak önümde idi. Fakat bizdeki din adamlarının ilmi ve manevi seviyelerini çok iyi biliyordum; Pederim merhum Sultan Abdülmecid’in büyük ümitlerle genişlettiği Tıbbiye için Avrupa’dan getirttiği ecnebi muallimlerden ders alanların kâfir olacağını söyleyen ulema benim saltanatımda da yerindeydi... Bu mekteplerde okumanın selabet-i diniyeyi zedelediği hala telkin ediliyor. Düşündüm ki, Japon İmparatorunun istediği Müslüman din âlimleri kendi ülkemizde olsa, Japonlardan evvel kendi milletimin ve İslam âleminin istifadesini temin ederdim... Şöhret yapmış ilmiye mensuplarını tanıyordum. İçlerinde şahsen hürmete şayan çok şahsiyet vardı. Ekseriyetle de şahsen faziletli idiler. Fakat ilmi kudretleri, cihanı telakki tarzları, bu kadar büyük ve İslamiyet’in mukadderatı üzerinde tesir yapacak mevzuu ele almaya, neticelendirmeye müsait değildi... Fakat Japon İmparatorunun istediği Müslüman din âlimlerini yetiştirecek feyyaz membalar da artık mevcut değildi. Medreselerimiz birer ilim-irfan kaynağı olmaktan mahrumdu...” Böyle diyor ve ekliyor Sultan Abdülhamit Han: “Bu gibi işlerin muayyen başlama devri ve zamanı var. Saltanat müddetim sırasında en çok hatırladığım hakikatlerden birisi, demir tavında dövülür darb-ı meselemiz olmuştur.”

Sonuç: Evet, nükleer krizin ardından, Japonya varoluş bunalımı ile inanç krizine girmekte ve çözüm yolu gösterecek ilim ile sistem/düzen bilen alimlerimizi beklemekte… Türkiye ve Japonya için “Bu gibi işlerin muayyen başlama devri ve zamanı” gelmedi mi?!.

 

 

Sadece Japonya değil, dünya bizi bekliyor…

Reşat Nuri EROL

Her gün minik mesajlar alıyorum. Çoğu kısa ve özel. Nadir de olsa, mesaj niyetine yazılan ama “makale” seviyesinde yazılar da alıyorum. Bu kadar dikkatli, birikimli, ihlaslı ve hepsinden daha önemlisi, “ülkemizin ve dünyanın meselelerini” dert edinmenin ötesinde, “çare ve çözümleri düşünen”; düşünmekle yetinmeyip “bu çare ve çözümleri yazan” insanların varlığı, “dünya ve insanlığın geleceği” adına bendenize daha çok ümit veriyor.

Geriye ne kalıyor? Bu düşünen insanların bir araya gelmesi, birliktelikler oluşturması, gereğince ve yeterince kurumsallaşması. Bütün bunlar yapıldıktan sonra, söz konusu “çare ve çözümlerin” uygulanması. Merhum Erbakan Hocamızın Liderliğindeki Millî Görüş Hareketi, kırk yıldan beri işte bunu yapıyor, MİLKO kuruluş ve kurumları bunun için çalışıyor; hayatın dinî, ilmî, iktisadî, siyasî ve sosyal alanlarında ülkemizin, dünyanın, insanlığın beklentilerini karşılama mücadele ve mücahedesi veriyor…

Evet… Sadece Japonya değil, dünya bizi bekliyor…

Eğitimci ve Avukat Muhterem Nurettin Sezen, yukarıda sözünü ettiğim değerli şahsiyetlerden biri. Geçen gün bendenize gönderdiği yazısında her şeyi ne de güzel özetlemiş.

Muhterem Reşat Nuri Erol Bey; Es-selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh…

Allahu Teâlâ’nın verdiği nimet ve Resulullah’ın (s.a.s.) risâleti sayesinde yazılarınızı değerlendirme imkânına sahip oluyoruz. Geçen cuma ve bugünkü yazılarınızı dikkatle okudum, çok mutlu oldum. Aşağıdaki notları, 30 Mart 2011 günkü Millî Gazete’de çıkan “Japon Teknolojisinin Çaresizliği” başlıklı yazımı okuduğunuzu hissettiğim için yazıyorum. Altı sene hukuk müşaviri olarak çalıştığım Ankara B.Ş. Belediyesi’nden emekliye ayrılarak avukatlığa döndüm. 30 seneyi aşkın öğretmen ve 25 sene avukat olarak çalıştım. Birkaç sefer Arap memleketlerine, Almanya ve Amerika’ya gittim. Geçen sene mart, nisan ve mayıs aylarında Amerika’daydım. Köln, Bonn, Stutgart, Münih, Frankfurt; Tiflis, Bakü; Kaliforniya, Şikago, Florida, Washington, Wirginia, … inceleme imkânı bulduğum yerlerdir. Bir oğlum Sağlık-Der Başkanı Dr. Kasım Sezen, diğer oğlum Halil Sezen Ohia Devlet Üniversitesi’nde doçenttir. Halil Sezen geçen aralık, ocak ve şubat aylarında ailesiyle beraber Japonya’da inceleme ve araştırmalarda bulunduğundan, Japonya ile ilgili taze bilgileri onlardan aldım. Şu anda Taiwan’da (Çin’de) altı ay kadar devam edecek olan “depreme dayanıklı binalarla ilgili deney ve araştırmalar” yapıyor.

Bahse konu yazılarınızda, çeşitli sebeplerle benim dile getiremediğim çok önemli bir konuya girdiniz ve bunun devam edeceğini de söylüyorsunuz. “Türkiye’nin bir sürü sorunu varken, yabancı ülkelerin sorunlarını mı dert edinelim?” düşüncesini çoktan aştığınıza inanıyorum. Merhum Erbakan Hocamız’ın ideallerinin gerçekleşmesi için bu konuların dile getirilmesi zorunludur. “Ertuğrul Fırkateyni” bu bakımdan bir simgedir. Merhum Turgut Özal’ın yön verdiği “Türk Okulları” projesi mutlaka modernize edilmelidir. Şu andaki “Türk Okulları” uygulamasının alt yapısı, yani Türkiye açısından bir programı olmadığı gibi, sorunları da dağlar gibi büyüktür. II. Abdülhamit Han’ın ecnebi ülkelerde bir program çerçevesinde açtırdığı okulların, bugünkü şartlara göre yeniden devreye sokulması zaruridir.

Ohia’da (Columbus’da) Makine Mühendisi Oğuz Bey isimli bir dostum şöyle söylüyor: “Aradığını bulamayan ve ne yapması gerektiğini düşünen gençler kiliseye gitmiyor. 15-20 sene sonra kitleler hâlinde İslâm’a gelecekler. Ama, o zaman bu gençleri ister İslâmî bilgi, isterse maddi ve manevi yönden tatmin edecek nesli yetiştirmiyoruz. Bu ihtiyacı karşılayacak İslâmî kuruluşlar ise birbirinin önünü kesiyor, birleşip bir varlık oluşturamıyor. Nerede İmam-Hatipler (ilk kuruldukları zamanki çok kaliteli İmam-Hatip Liseleri), nerede İslâmî fakülteler, nerede vakıf kuruluşları?”

İşte, yazılarınızın bu konuların tartışılacağı ortamı oluşturacağına inandığım için, şu satırları sizlere sunuyorum. Sonsuz selâm ve başarı dileklerimle. 9 Nisan 2011

Nurettin Sezen (Eğitimci ve Avukat)

 

 

 

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3488 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2677 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2651 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2166 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2542 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2565 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2300 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2204 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2617 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2496 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 2005 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2362 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2311 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2459 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2455 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2416 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3066 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2689 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2684 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2765 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2972 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3048 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3448 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5509 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3570 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3096 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3885 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3736 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3443 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3896 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3853 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4134 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4667 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3986 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3869 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2882 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2969 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3975 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7762 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5643 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4197 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3599 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3740 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4760 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4477 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4770 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4690 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4846 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4571 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3420 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4494 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3646 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5198 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3874 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5185 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5047 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4958 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3565 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3496 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3707 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5194 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4224 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5456 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4104 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5292 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4489 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4444 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4597 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4790 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5345 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4134 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5283 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4548 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3864 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4413 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4615 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4147 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4121 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4105 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4560 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5672 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9865 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4675 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3726 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3876 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3369 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3404 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3762 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5727 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4265 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3462 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler