Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 605
MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ -13.AYETLER
2.04.2011
1401 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 45 YILDIR ÇALIŞIYOR....2009...2010...2011

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜNYA DÜZENİ 605

“ADİL DÜNYA DÜZENİ” III. BİN YIL MEDENİYETİ PROJESİDİR.

“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 605. Hafta         02 Nisan 2011        Fiyatı: www.akevler.biz’e tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR.. ÇOĞALTABİLİR.. DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 605. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?”    (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.”     (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ,  Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Tefsir Seminer Notları Yenibosna’da Cumartesi akşamları okunup tartışılmaktadır.

GAYEMİZ: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada “OKUNMASI, ANLAŞILMASI VE UYGULANMASI”DIR.   Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

***

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;

K İ T L E R

KADDAFİ VE TÜRKİYE

Libya’ya İslam Barış Gücü! Ali Bulaç

Kaddafi'yi sırtından vuran ve Fransa ile işbirliği yapan adam kim?!.

ABD’nin tehlikeli oyunu!   “GOP”  Kenan Akın

En önemli iki devleti ise Türkiye ve İran oluşturuyor...

***

*ÜSKÜDAR SEMİNERLERİ; 155. SEMİNER

Her Hafta ÇARŞAMBA akşamı; Adres: EMİNEVİMKısıklı Cad. No: 36  Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL  Tel: (0216) 444 36 46

SOHBET…    SEMİNER…    SORULAR-CEVAPLAR…

***

Faizci zalim sömürü/soygun düzeni

“O” yani Erbakan ve çalışmak, çalışmak…

Erbakan ve beklenen “Adil Düzen Medeniyeti”

Erbakan’ın Türkiye’de yaptığı inkılaplar

Erbakan’ın dünyada yaptığı inkılaplar

Reşat Nuri EROL

***

MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 13

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَوْفُوا بِالْعُقُودِ أُحِلَّتْ لَكُمْ بَهِيمَةُ الْأَنْعَامِ إِلَّا مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَأَنْتُمْ حُرُمٌ إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ مَا يُرِيدُ (1) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَائِرَ اللَّهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَائِدَ وَلَا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَانًا وَإِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُوا وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَنْ صَدُّوكُمْ عَنْ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَنْ تَعْتَدُوا وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ(2) حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللَّهِ بِهِ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّطِيحَةُ وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ إِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَأَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْأَزْلَامِ ذَلِكُمْ فِسْقٌ الْيَوْمَ يَئِسَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ دِينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِي الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمْ الْإِسْلَامَ دِينًا فَمَنْ اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِإِثْمٍ فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (3) يَسْأَلُونَكَ مَاذَا أُحِلَّ لَهُمْ قُلْ أُحِلَّ لَكُمْ الطَّيِّبَاتُ وَمَا عَلَّمْتُمْ مِنْ الْجَوَارِحِ مُكَلِّبِينَ تُعَلِّمُونَهُنَّ مِمَّا عَلَّمَكُمْ اللَّهُ فَكُلُوا مِمَّا أَمْسَكْنَ عَلَيْكُمْ وَاذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَيْهِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ (4) الْيَوْمَ أُحِلَّ لَكُمْ الطَّيِّبَاتُ وَطَعَامُ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنْ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنْ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ إِذَا آتَيْتُمُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ مُحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَ وَلَا مُتَّخِذِي أَخْدَانٍ وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْإِيمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ وَهُوَ فِي الْآخِرَةِ مِنْ الْخَاسِرِينَ (5) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلَاةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُءُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَيْنِ وَإِنْ كُنْتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُوا وَإِنْ كُنْتُمْ مَرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاءَ أَحَدٌ مِنْكُمْ مِنْ الْغَائِطِ أَوْ لَامَسْتُمْ النِّسَاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَاءً فَتَيَمَّمُوا صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُمْ مِنْهُ مَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ حَرَجٍ وَلَكِنْ يُرِيدُ لِيُطَهِّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ(6) وَاذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَمِيثَاقَهُ الَّذِي وَاثَقَكُمْ بِهِ إِذْ قُلْتُمْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ (7) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُونُوا قَوَّامِينَ لِلَّهِ شُهَدَاءَ بِالْقِسْطِ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَى أَلَّا تَعْدِلُوا اعْدِلُوا هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ (8) وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ عَظِيمٌ (9) وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ (10) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ هَمَّ قَوْمٌ أَنْ يَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ فَكَفَّ أَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلْ الْمُؤْمِنُونَ (11) وَلَقَدْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَبَعَثْنَا مِنْهُمْ اثْنَيْ عَشَرَ نَقِيبًا وَقَالَ اللَّهُ إِنِّي مَعَكُمْ لَئِنْ أَقَمْتُمْ الصَّلَاةَ وَآتَيْتُمْ الزَّكَاةَ وَآمَنْتُمْ بِرُسُلِي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَأَقْرَضْتُمْ اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا لَأُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَلَأُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ فَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبِيلِ (12)

 

فَبِمَا نَقْضِهِمْ مِيثَاقَهُمْ لَعَنَّاهُمْ وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةً يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِهِ وَنَسُوا حَظًّا مِمَّا ذُكِّرُوا بِهِ وَلَا تَزَالُ تَطَّلِعُ عَلَى خَائِنَةٍ مِنْهُمْ إِلَّا قَلِيلًا مِنْهُمْ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاصْفَحْ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ (13)

 

فَبِمَا نَقْضِهِمْ

(Fa BiMAv NaQWıHıM)

“Nakzetmelerinden dolayı.”

Bundan önceki âyette İsrail oğullarından misak alındığından bahsetmiş, o misakta konan müeyyidelerden söz edilmişti. Her sözleşme yapıldığında sözde durulmadığı zaman ne müeyyide uygulanacağı anlatılmış, uymayanların yolun sevaını idlal ettikleri bildirilmişti.

Şimdi “Fa” harfi getirilerek yolun sevaından (ortasından) ayrıldıkları ve o sebeple onların bugünkü hallere düştükleri anlatılmaktadır. Burada isim cümlesi fiil cümlesine “Fa” harfi ile atfedilmektedir. Bundan önceki cümlede, kim bundan sonra küfrederse o yolun sevaından dalalet etmiş olur denmiştir.

Bu cümleyi iki şekilde anlarız.

1. Oradaki “Men” ismi mevsuldür, küfreden kimse demektir. O takdirde onların içinden dalalet edenler olduğu anlatılmış olur. Burada “Fa” harfinden sonra bir cümlenin takdirine gerek kalmaz.

2. Oradaki “Men” şart anlamındadır. Genel kural anlatılmaktadır. O takdirde kim küfrederse dalalet etmiştir denmiş olur. Umumi olarak dalalet edip etmediğinden bahsedilmiş olur. O zaman “Fa” harfinden önce mahzuf bir cümle takdir ederiz, “minhum men kefere” hazfedilmiş olur, yani onlardan küfredenler oldu. O zaman burada “Fa” harfi mahzuf olan cümlenin tafsili olur. Dolayısıyla dalalet ettiler, o dalaletleri de şöyledir denmiş olur. Sonuç olarak ister hazf kabul edelim ister etmeyelim, “Fa” harfi onların dalaletlerini anlatmaktadır.

Nakz” kelimesi ism-i mef’ul almış bir masdardır. Cümle fiil cümlesi kabul edilebilir. Fiil fiile atfedilmiş olur.

” harfi getirilmeden de cümle söylenebilirdi.

O halde burada neden “” harfi gelmiştir?

Alusi’ye bakalım:

 { فَبِمَا نَقْضِهِم مّيثَ??قَهُمْ } أي بسبب نقضهم ميثاقهم المؤكد لا بشيء آخر استقلالاً وانضماماً? فالباء سببية? و (ما) مزيدة لتوكيد الكلام وتمكينه في النفس? أو بمعنى شيء كما قال أبو البقاء? والجار متعلق بقوله تعالى: { لَّعَنَّ?هُم }   

(Misakları nakz ettiklerinden dolayı) yani başka bir şey olmaksızın müstakil ve munzam olarak müekked olan misaklarını nakzetmeleri sebebiyle ve () kelamın tekidi nefsinde temkini içine ziyade kılınmıştır. Yahut şey anlamınadır. Ebu’l-Beka’ böyle diyor. Câr (leannahum)a mütealliktir.

Yani burada “”nın anlamı, nakzdan doğan sonuçlar sebebiyle denmiş olur. Sadece sözlerinde durmadıkları için ceza verilmiş olmuyor, sözlerinde durmamaları nedeniyle öyle sonuçlar ortaya çıkar ki, nakzedenler lanetlenmiş olurlar.

Allah kâinatı yaratmıştır, kurallar içinde yaratmıştır. Örnek olarak ateş ısıtır ve yakar. Taş düşer. Kendiliğinden olan şeylerde oluş böyle değildir. Bazen düşer, bazen düşmez; kimi düşer kimi düşmez. Oysa kâinatta her şey kurallara tâbidir. Canlılar bu sayede varlıklarını sürdürmektedirler. Yoksa ot bazen zehir bazen besin olsaydı, canlılar var olabilirler miydi?

Doğa kanunları sayesinde tüm canlılar varlıklarını sürdürüyorlar.

İnsanlar da sosyal kanunlar içinde yaşarlarsa, o zaman kurallar içinde yaşamış olurlar ve kurallar sayesinde varlıklarını sürdürürler. Sosyal kuralların temeli sözleşmelerle ortaya çıkar. Sözleşme yaparsınız, sonra ona uyarsınız. Bunlar sosyal kanunlar olur ve insanlar o suretle yaşarlar.

Kur’an insanlardan bir şey istemektedir; insanlar verdikleri sözlerinde dursunlar.

Münafığın alametleri anlatılırken, “sözünde durmaz ve emanete ihanet eder” denmiştir.

Buradaki “” harfi bunu ifade etmiştir.

Bir toplulukta halk konuştukları zaman yalan söylerse, bizim basın/medya gibi yaparsa, söz verip yerine getirmezse, emanetlere ihanet ederse, kamu mallarını yağmalarsa; o topluluk varlığını sürdüremez. İmanın temel şartı; söylerken doğru söylersin, sözünde durursun ve emanetlere ihanet etmezsin. İşte o zaman sen mü’minsin.

مِيثَاقَهُمْ

(MıyÇaQaHuM)

“Misaklarını.”

Allah insanı yaratmış, ona kişilik vermiş, onu muhatap almış, onunla misak/sözleşme yapmış. Bu ne büyük bir makamdır. Ancak insanlara bu şerefli makamı terk etme yetkisi de vermiş. Bunu niye yapmış? Sözlerinde duranlar ile sözlerinde durmayanlar birbirlerinden ayrılsın diye yapmıştır. Bu suretle insan adeta kendi kendisini var etmiş gibi olur. Allah insanı sadece kendisine halife yapmamış, adeta kendisine benzetmek istemiştir.

Allah’la yapılan misakı âlemlerin rabbi olarak aldığımızda, fert olarak ne kadar ağır yükler yüklenmiş olduğumuzu anlarız. Bunu toplulukla yapılan misak olarak anlayabiliriz.

Ocağımızın halkı ile yaptığımız misak var; ocağımızın kurallarına uyacağız, ocak başkanlarını dinleyeceğiz. Bucak, il, ülke ve insanlık içinde de kurallara uyar ve yetkilileri dinleriz. O zaman o topluluk içinde kalma ve o topluluğun nimetlerinden yararlanma hakkımız olur. Eğer topluluğun kurallarına uymayacaksak, topluluğun başkanına itaat etmeyeceksek, o zaman o topluluğun içinde yerimiz nedir? Oralardan sürülmek!

Topluluk nasıl oluşacaktır?

a)      İki kişi yan yana gelince biri başkan olur veya geçici olarak başkanlık yaparlar. Anlaşma yaparak kararlar alırlar. Bu kararlar kural olmaya başlar. Bunlara başkaları da katılmaya başlar.

b)      On kişi olduklarında kendilerine artık devamlı olarak başkanlık yapacak olan kimseyi seçerler. Ona biat ederler. Böylece aşiret/ocak oluşur.

c)      Sonra aşiretler birleşir kabile/bucak olur, kabileler birleşir şa’b/vilayet/il olur, şa’bler birleşir kavm/ülke olur ve sonunda nâs/beşeriyet/insanlık oluşur.

d)     Bütün bunlar temel olarak sözleşmelere dayanır. Biat da bir sözleşmedir. Merkez bucaklar vardır. Orada yaşayanlar merkez bucakların başkanlarına itaat ederler. Taşra bucakları ise bağımsızdırlar, kendi şeriatlarını kendileri oluştururlar, kendi başkanlarını kendileri seçerler ve topluluğu oluştururlar. Bunların hepsi “misak”tır.

Daha evvel Allah İsrail oğullarından misak almıştı. Merkezden atamalarla başkanlar seçiliyordu. Kur’an bunu kaldırdı. Şimdi iki kişi bir araya gelince kendilerine başkan seçerler, birini başkan yaparlar. Daha önce şeriat vahiy ile tesbit ediliyordu, şimdi ise serbest sözleşmelerle tesbit ediliyor, edilecek.

Merkezi bucaklar olsun, taşra bucakları olsun, topluluğun misakı içindedirler ve misaka uyacaklardır. Misakı/sözleşmeyi nakzederlerse bırakıp gideceklerdir.

Hem misakı nakzedecek, hem de o topluluk içinde yaşayacaklar; bu mümkün değildir. Öyle olursa sonunda herkes nakzeder ve ortada topluluk diye bir şey kalmaz.

لَعَنَّاهُمْ

(LaGanNAvHuM)

“Onları lanetledik. Onları dışladık.”

İnsanlar nasıl dışlanacaklardır?

a)      Önce dışlanmış olan kimselerle kimse konuşmaz, kimse alışveriş yapmaz. Böylece dışlanmış olur. İnsan çevresi ile ilişki kurmadıkça, onlarla alışveriş yapmadıkça yaşayamaz. Hazreti Peygamber dışlamayı uygulamıştır. Bu dışlama uzun sürerse kişi topluluğu terk eder gider, böylece lanet edilmiş olur.

b)      Lanetin ikinci uygulanış şekli hukukun onu korumamasıdır. Mahkemeye gidip dava açamaz. Onun aleyhine dava açılmaz. Onun kanı heder olur.

c)      Kur’an hükümlerini kabul etmeyenlere hiçbir görev yüklenmez. Biz onlardan hiçbir talepte bulunmayız, sadece sözlerinde durmalarını isteriz. İki olay vardır. a) Biri diğerinin malını çalmak için eve hırsız olarak saldırır. Saldırıya uğrayan savunma durumunda kalır. Bu kişi muhakeme edilir ve verdiği zarar ortadan kaldırılır. b) Bir de kişi söz verir ve sözünde durmaz. Size zarar vermemiştir, sadece sözünde durmamıştır. Buna bir ceza, bir müeyyide uygulanmaz, sadece dışlanır, cezası budur. Lanet etmiş olması bu demektir. Kimse başkası ile yaşamak zorunda değildir. Sözlerinde durmayanlar ayrılıp giderler. Topraklarını bölüşebiliriz.

d)     İnsan için ideal olan kendi iradesi ile yaşamasıdır, günahı ile sevabı ile Allah’ın huzuruna çıkmasıdır. Başkalarına zarar vermemek şartı ile kimseye zor kullanılmamasıdır. Bunun için kabul edilen temel araç ayrılıktır. Eğer yönetime onlar hakimse biz oraları terk eder gideriz. Yönetime biz hakim isek, o zaman da onları dışlar ve onların gitmelerini sağlarız. Savaş, hicret etmemize izin vermezlerse veya gitmezlerse o zaman başlar. Özlük haklarını da koruruz. İsrail oğullarının sürgünden sürgüne gitmeleri, hâlâ doğru dürüst vatan ittihaz edememelerinin sebebi, verdikleri sözlerde durmamalarıdır. Verilen sözler tutulmalıdır. Mü’minler zarar da etseler mutlaka sözlerinde durmalıdırlar.

وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةً

(Va CaGaLNAv QuLUvBaHuM QaSiYaTan)

“Ve kalblerini kasiye yaptık.”

Lanet ettik ve kalblerine kasiye doyduk.

Kalb” merkez, santral demektir. İnsanda iki ana merkez vardır. Biri göğüste kan dolaşımını sağlayan merkezdir. Diğeri de insanın başında, sadrında olan sinir sisteminin merkezidir. İnsanın tüm düşünceleri buralarda oluşur. Beyin bilgisayardır.

İnsanlarda tuhaf bir olay vardır. İnsan eğer tarafsızsa, saplantı içinde değilse, devreler normal çalışmaktadır. Eğer insan kötü bir şey yapmaya karar vermişse, artık onun elektrikî devreleri kilitlenir ve bir türlü değiştiremezsin. İnsanın doğru düşünebilmesi için önce beyninde olan her şeyi silmek ve yeniden kurgulamak gerekir. Bilgisayar bazen takılır ve her seferinde yanlış yapar. Bunun tedavisi için bilgisayarı kapatmak ve yeniden açmak gerekir. Geçmişte İmamı Gazali (d. 1058 - ö. 1111) ve Dekart (Descartes; d. 31 Mart 1596 - ö. 11 Şubat 1650) aynı metodu uygulamışlardır. Her şeyi baştan denetlemiş, o sayede doğru düşünme imkanına ulaşmışlardır. Marx ve ateistlerin görevi vardır. Allah bunun için yeryüzüne Marksistleri ve ateistleri göndermiştir, ateizmle insanlığın beyinlerini temizlemişlerdir. İnsanlık şimdi ateizmden yeniden teizme geçmektedir.

“Kasv” kelimesi “kavs” kelimesi ile akrabadır. “Kavs” yay demektir. Eğersiniz, bıraktınız mı tekrar eski yerine döner, bir türlü yeni şekil almaz.

Kasvet” ise hiç eğilmez, katı kalır demektir. Yaş bir sopayı eğersiniz ama kuruduğu zaman artık eğilmez. İşte, “kasvet” demek, kurumuş, odun olmuş demektir.

İnkılabın olması için beynin yeniliğe açık olması gerekir. Eski bilgileri ve anlayışları beyinlerinden atmalıdırlar.

Hazreti Muhammed’in ölümünden sonra İslâmiyet’e hatalı anlayışlar yerleşmeye başlamış, bundan 400 sene evvel bu anlayışlar had safhaya ulaşmaya başlamıştır. İslâm âlemi bunun için gerilemeye başlamıştır. Yanız İslâmiyet değil, dünyadaki tüm insanların beyinleri katılaşmış idi. İşte sosyalizm/komünizm bu katılaşmış düşünceyi yıkma faaliyetidir. Şimdi tekrar Asrı Saadet’teki İslâmî anlayışa, Kur’an anlayışına dönülecektir.

يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِهِ

(YuXarRiFUvNa eLKaLiMa GaN MaVAWıGıHIy)

“Kelimeleri mevzilerinden tahrif ediyorlar.”

“Harf” bir şeyin bir parçası, bir yanıdır. Dağın harfi dağın bir yamacıdır. Kur’an’ın değişik kıraatlerine “harf” denmektedir. Kelimede bulunan sesleri gösteren işaretlere ve onların delalet ettiği kısımlara “harf” denir. “Kelime” cümlenin harfi değildir. Bir makinanın parçaları harf değildir. Çünkü parçalar ayrı ayrı elde edilir ve satılır. Harf ise bir varlığın ayrılmayan ve sökülmeyen kısımlarıdır.

Tahrif etmek” parçalar eklemektir.

Örnek verelim. Kur’an’da “Ey Muhammed” diye bir ifade yoktur. “Sen” vardır. Kişi ona “Ey Muhammed” diye kelime eklerse, bu tahriftir; “Habibim Muhammed” derse, bu tahriftir. Parçaların yerlerini değiştirirsen bu da tahriftir. “Harb” kelimesi  buna akrabadır. “Harb etme” mânâsındaki kelime buna akrabadır.

Kelim” “kelime”nin çoğuludur. Kelimeleri tahrif ediyorlar.

Kelime” cümledeki sözdür. Kelime de harf gibidir. Yani bir varlığı elde ettiğimizde onu istediğimiz şekilde parçalayabiliriz. Mesela arabayı alıp sökmeye başlarsınız, vidaları gevşetirsiniz. Söker dağıtırsınız, sonra onları bir araya toplarsınız. İşte bu parçaların adı “kelime”dir. Oysa bir kelimeyi alır da onun harflerini ayırırsanız kelimeyi parçalamış olursunuz, ayrı ayrı mânâları olmaz. Mesela bir tekerleği ikiye ayırırsanız tahrif etmiş olursunuz, tekerleği arabadan sökerseniz teklim etmiş olursunuz.

Onlar kelimeleri tahrif ediyorlar, yani parçaları bozuyorlar.

Mevzilerinden, konuldukları yerlerinden tahrif ediyorlar.

Bugün birçok Kur’an kelimesi tahrif edilmiştir. “İslâm, iman, şeriat, salat, zekât” kelimeleri asıl mânâlarını kaybetmiştir. Aynı şeyi Yahudiler de yapmıştır. Tevrat’ın önce İbranicedeki mânâlarını tahrif ettiler. Sonra onları tercüme ederken de yeni mânâları ile tercüme ettiler, böylece aslından farklı yeni Tevrat ortaya çıktı.

Müslümanlar olarak biz, genellikle Tevrat’ın sözlerinin tahrif edildiğini söyleriz, oysa insanlar Kur’an’ın sözlerini değil mânâlarını tahrif etmişlerdir. Sonuç olarak bu duruma geldiğimizde bizimle Yahudiler arasında bir fark kalmamış olur.

Buradaki “mevadı’” ile kullanıldığı mânâ kastedilmektedir. Sen bir cümle söylediğin zaman kelimeleri oralara yerleştirmiş olursun. Usulde buna “istimal” denir. Sen bir şey kastedersin; o ya bunu anlayamaz, ya da anlar ama değiştirir. İşte buna “tahrif” diyoruz.

Kur’an’ın tahrif edilmeden anlaşılması için İslâmi ilimler geliştirilmiştir.

1-      Kur’an’ın söylediği mânâda anlaşılması için sünnete göre anlama sistemi esas alınmıştır. Sünnetin tesbiti ise hadis ilimleri ile olmuştur. Yaklaşık iki asır sonra hadis âlimleri ortaya çıkmışlardır. Ravilerden hadisleri toplamışlar ve ona göre kitaplar oluşturulmuştur.

2-      Sonra Arapça ilimler geliştirilmiştir. Böylece Arapça olan Kur’an’ın  anlaşılması için Arap dilinin özellikleri ortaya çıkmıştır.

3-      Bundan sonra âlimlerin ittifakları ve ihtilafları incelenmiş; fıkıh, kelam, tasavvuf oluşturulmuştur.

4-      Bugüne geliyoruz. Tüm bu çalışmalar elimizde. Ama sorunlar çözülmüyor. Şimdi biz Kur’an’ı anlamak için yeniden yola koyulduk.

Basit bir misal vereceğim.

Arapçada “siz” kelimesini ifade etmek amacıyla erkekler için “hüm” ve “küm”, kadınlar için “hünne” ve “künne” kullanılır. Ayrıca “hüm” ve “küm” kadın erkek karışımı için de kullanılır. Genel kural şudur. Kur’an’da karine yoksa “hüm” ve “küm”ün içine hem kadınlar hem de erkekler girerler. Bundan miras âyetleri müstesnadır. Orada erkeklerden bahsederek “siz” demekte, kadınlardan bahsederek “onlar” demektedir. Kadın erkek mirası farklı olduğu için bu ifade tarzı ile çok kısa yoldan miras taksim edilmektedir. Buna göre yani Kur’an’a göre baba mirası çocuklar arasında erkeklere iki, kızlara bir verilerek taksim edilecektir. Ama annenin mirası ise çocuklara eşit olarak paylaştırılacaktır. Buna başka delil de, anadan kardeşlerin mirasında erkek veya kadın ölür de mirası taksim edilecekse eşit taksim edin denmektedir. Oysa babadan kardeşlerin taksiminde ise yalnız “in imriün” denmekte “imraetün” denmemektedir. O halde baba mirası taksim edilirken kızlar bir, erkekler iki alacaklardır, ama ana mirası taksim edilirken kız erkek eşit alacaktır.

Kur’an’da açıkça böyle dendiği halde, fıkıhçılar hep ana mirasını baba mirası gibi taksim etmişlerdir. Oysa yukarıdaki yorumlama usulünü o devrin âlimleri koymuşlardır.

Demek ki şimdi biz Kur’an’ı yeniden anlayacağız ama onların bize öğrettikleri usullerle anlayacağız. Böylece kelimelerin mevzilerinin tahrifinden kurtulacağız.

Biz nasıl Kur’an’ı yeniden gerçek anlamını anlama çabasına girmiş isek Yahudiler de girmelidirler. Biz Kur’an’ı anlarken Tevrat’tan yararlanıyoruz. Onlar da Tevrat’ı Kur’an’a göre anlamaya çalışmalıdırlar. Yani Tevrat’ta tahrif edilen veya edilmeyen kısımları Kur’an’la ve bugünkü müsbet ilimle karşılaştıracak ve ona göre asıl anlamlarını anlamış olacaklardır.

وَنَسُوا حَظًّا

(VaNaSUv XajJan)

“Ve hazzı unuttular.”

Kur’an’da “haz” ve “nasib” kelimeleri geçmektedir. Kur’an’ın yorumlanmasında karşılaşılan en önemli sorun Kur’an’da geçen kelimelerin tariflerini yani sınırlarını belirlemektir. Kur’an konuşma diliyle nâzil olmuştur ama bize emredilen onu mantık diliyle anlamaktır. Çünkü konuşma diliyle uygulamak mümkün değildir. Mantık dilinde de değişme ve gelişme olmaz. Dolayısıyla Kur’an konuşma diliyle indirilmiştir, her devir ve her zamana göre yorumlanır ve hayatta ona uyum sağlanır. Ama uygulayabilmemiz için de onu mantık diline çevirmemiz gerekmektedir. Onu da biz yaparız ve uyarız.

Şimdi “haz” ve “nasib” kelimeleri arasında acaba nasıl bir sınır koyacağız, “nasib” kelimesi ile “haz” kelimesi arasındaki farkı nasıl bulacağız?

Önce ikisinin Kur’an’da geçtiği kelimelere bakar, ona göre tanımlar yapmaya çalışırız.

Şimdi miras âyetlerini ele alalım. Erkekler için babalarının akrabalarının bıraktıklarında nasib vardır diyor. Kadınlar için de bir nasib vardır. Burada “nasib”den bahsetmektedir. Oysa erkeğin payı kadının iki katıdır derken, orada “haz”dan bahsediyor. Demek ki mirasta “nasib” sahipleri vardır, bir de “haz” sahipleri vardır. Nasib sahipleri ashabı faraizdir, yani terekeden belli olan payı alırlar. Mesela kadının payı 1/8’dir, erkeğin payı ¼’tür. Oysa çocukların hazzı nasib sahipleri aldıktan sonra kalanı bölüşmedir. Bunlara bakiyeci denmektedir.

Burada “paylarını unuttular” diyor. İşbölümü içinde bölüşme şöyle olmaktadır. Bir mahallede biri bakkal açarsa diğeri fırın açar, biri doktor olursa diğeri muhasip olur. Demek ki bunlar haz sahibidirler. Herkes aynı işi yapıyorsa onlar da nasib sahibidirler. Çok yapan çok alır, az yapan az alır. Erkek kadın arasındaki pay farkı aldıkları görevden dolayıdır. Erkek nafaka ile yükümlü olduğu için onun hazzı ikidir.

مِمَّا ذُكِّرُوا بِهِ

(MinMAv ÜuKiRa BiHIy)

“Kendilerine zikredilenden paylarını unuttular.”

Demek ki işbölümü dolayısıyla dinler farklı görevler yüklenmişlerdir. Yahudilerin ayrı, Hıristiyanların ayrı, Budistlerin ayrı, Hinduların ayrı hazları ve görevleri vardır. Biz mü’minlerin görevleri de ayrıdır. Ticaret Yahudilerin ise, sanayi Hıristiyanların ise, tarım bizim olabilir. Biz tarımımızı geliştirmeliyiz. Sanayide onları geçmeye çalışmamalıyız. Onlar da tarımı sömürü altına almaya çalışmamalıdırlar.

Burada “Min” harfi getirilmiştir. Yani anlatılanların bazılarını unuttular mânâsındadır.

”yı âm olarak anlarsak, bir fabrikada işbölümü yapanlar kendilerine düşen işi yapacaklar, başkalarının yapacakları işlere karışmayacaklar ama fabrika içinde kimin ne yaptıklarını da bileceklerdir. Çünkü bilmezlerse o zaman işlerini kime yaptıracaklarını bilmezler. Her doktor kendi ihtisasını bilecektir. Ancak teşhiste yalnız kendi hastalığının teşhisini değil, bütün hastalıkların teşhisini bilecektir. Hastasını muayene ederken bu hastalık bana ait değildir demeyecek, bu hastalık filan ihtisasa aittir diyecektir. Bu kural tamirci için, avukat için de geçerlidir. Yahut teşhisi başka doktorlar, tedaviyi başka doktorlar yapacaktır.

Aile hekimliği budur.

Bizim bakkalımız bu teşhis kısmını yapmaktadır. Üreticiler tedavi ile meşguldür.

Bütün bu hükümler buradaki “Mimmâ”dan çıkmaktadır.

وَلَا تَزَالُ

(Va Lav TaZavLu)

“Ve zâil olmazsın.”

Buradaki “Te” harfi muhatap tesidir. Mü’minlerden her birine hitap etmektedir. Yahut mü’minlerin başında olan resule hitab etmektedir.

Zâil olmak” zeval bulmak demektir. “Zeyl” ek demek, etek demek, son parça demek, yolun sonu demektir. Sen onların hainliklerinin son bulduğunu göremezsin, hep ihanet ederler anlamındadır.

تَطَّلِعُ  

(TaoOaLiGu)

“Muttali olursun.”

Tulu etmek” demek doğmak demektir. “İttila” iftial bâbıdır, kendi üzerinde doğmak anlamındadır. Yani kendin kendini aydınlatırsın, bilmediklerini bilir hâle gelirsin demektir. Yani her zaman onların hainliklerini kavrarsın, anlarsın. Onlar sana kötülük yapmak isterler. Biz sömürü sermayesinin hainliklerini ortaya koyarken bize komplocu derler.

Biz olanları söylüyoruz. Kur’an bize, siz onların hainlikleri ile her zaman karşılaşırsınız demektedir. Sosyal olaylar gölge gibidir. Görünürler ama elle tutulamazlar, ölçülemezler, alınıp satılamazlar. Ama gölge de vardır.

Bir topluluğun başka topluluğa ihanetleri de böyledir, küfürleri de böyledir. Elle tutup da ‘hah, işte budur, al’ diyemezsin ama onu yaşarsın. Sosyal olaylarda varılan sonuçları görürsünüz, yaşarsınız. Onu doğru görüp teşhir etmek gerekir.

İşte bunun için “tettali’u” kelimesini kullanmıştır.

عَلَى خَائِنَةٍ مِنْهُمْ

(GaLAy PAeEiNaTin MinHuM)

“Onların hainliklerine muttali olursun.”

Buradaki “Min” izafet minidir, “hainlik” nekredir, “onlar” marifedir. “Min”siz izafet olsaydı, hainlik de marife olurdu. Hainlikte sen onun iyiliğini istediğin, ona iyilik istediğin halde, onlar kötülük isterler ve kötülük yaparlar. Zor durumda iken size vurup giderler.

Müslümanlar tarih boyunca Yahudileri korumuştur.

1)      Önce Araplar Yahudileri küçümseyip onlara düşmanlık ederken, Kur’an onları seçkin kavim yapmış, onları ululamıştır. Medine devletinde onlara yer verilmiş, onlar hukukta eşit hâle getirilmiştir. Onlar ne yaptılar? Hendek Savaşı’nda, ölüm kalım savaşında karşımıza geçtiler, ihanet ettiler.

2)      Sonra da rahat durmadılar, ihanetler yaptılar, Hayber Savaşı oldu.

3)      Kudüs’e giremezlerken, onlara Kudüs’te Hıristiyanlardan daha çok imkan tanındı.

4)      Avrupa, Yahudileri kesmeyi ibadet sayarken Osmanlı Devleti zamanında İstanbul’a sığınmış ve yine varlıklarını rahatça sürdürmüşlerdir. Sonra Hıristiyanlarla bir olup Osmanlı Devleti’nin kökünü kazımışlar ve tüm Müslüman ülkeleri dinsizleştirmeye başlamışlar, Avrupalılar tüm Müslüman ülkeleri müstemleke yapmışlardır.

İhanetleri hâlâ devam etmektedir. Filistin’de kan gövdeyi götürüyor. İki tarafı silahlandırıp savaştırmaktadırlar. İşte bu da onların hainlikleridir.

Hıristiyanlarla bugün canciğer dostturlar, birlikte İslâm âlemini yok etmeye çalışıyorlar. Hattâ yalnız Hıristiyanlarla değil Çinlilerle de işbirliği hâlindedirler.

Yahudiler neler yaptılar?

a)      Haçlı Seferleri sonunda Avrupa’da zenginleşmeye başlayınca önce Avrupa’nın huzurunu bozdular. Avrupa derebeylik içinde yaşıyordu. Küçük küçük beylikler içinde beyler vardı, kilise vardı. Herkes kendi vadisinde huzur içinde yaşıyordu. Papa bunların dengesini sağlıyordu. Zenginleşince ilk iş olarak derebeylikleri birleştirerek ulus devlet yaptılar. Dinde reformu icat ederek kiliseyi parçaladılar.

b)      Ulus devletleri oluşturduktan sonra uluslararası savaşları, mezhepler arası savaşları bunlar arasına soktular. Yüz yıllarca süren savaşlar oldu. Bunlar yetmemiş gibi, önce krallıkları desteklerken, şimdi krallıkları yıkmak için demokrasiyi icat ettiler. Kralları devirip inkılaplarla oluk oluk kan akıttılar.

c)      Yetmedi; bu sefer sosyalizmi/komünizmi icat ederek, kralları yıkıp kapitalizm ve sosyalizm içinde dünyayı tek devlete götürmek istediler.

d)     En büyük hainlikleri olarak; aile düşmanlığı, din düşmanlığı, mülkiyet düşmanlığı ve devlet düşmanlığını had safhaya çıkarmışlardır.

Dinsizliği başarmak için Yahudiler neler yaptılar?  

a)      Önce mabetleri müzelere çevirttiler, ibadet etmeyi ayıp hâline getirdiler. Bir makamın var mı, namaz kılmazsın; zengin misin, namaz kılmazsın!

b)      Medreseleri kapattılar, Kur’an ilimlerini okumak hâlâ yasak. Onun yerine lâik tedrisat dedikleri dinsiz tedrisat yaptırdılar. İlkokuldan başlayarak doktora tezlerine kadar olan bütün merhalelerde hep din düşmanlığı yaptılar.

c)      Tüm neşriyatı, televizyonu, her türlü medyayı ve haberleşme araçlarını hep dinsizlik için araç yaptılar. Sahneleri, sinemaları, tiyatroları ve ilgili yerleri hep çıplak kadınlarla doldurarak insanlığın iffetini yok ettiler.

d)     Bunlar yetmemiş gibi; din adamlarını satın aldılar, ilme aykırı fetvalarla dini insanların gözlerinden düşürdüler. Hâlâ Türkiye’de bile evrim karşıtı insanlar vardır.

İşte, bunların hainlikleri saymakla bitmez. Ahlaksız bir kitap yazarsanız Nobel mükafatı alırsınız. İşte, sen bunların bu hainlikleri ile her zaman karşılaşacaksın.

إِلَّا قَلِيلًا مِنْهُمْ

(EilLAv QaLİLan MiNHuM)

“Onlardan azı müstesnadır.”

Çoğu bu hainlikler içindedir. Ama hepsi değil, içlerinde gerçek mü’min olanlar vardır, gerçeği söyleyenler vardır. Üzeyir Garih gibi insanlar vardır. Onlar bugün baskı içindedirler, seslerini çıkaramıyorlar. Sömürü sermayesinin gücü bunları sindirmiştir. Onlar bugün çok azdır ama vardırlar.

Gelecekte “Adil Düzen” geldiği zaman bu az olanlar ortaya çıkacaklar, “Adil Düzen”in yanında yer alacaklar, böylece karşı taraf yenildiği zaman bunlar İsrail oğullarına hakim olacaklardır. Gelecek dünyada İsrail oğullarını bunlar temsil edeceklerdir. Bugün azlar ama yarın çok olacaklardır.

Topluluklar iktidarın ve gücün arkasında olurlar. Bugün hainler güçlüdür, onlarla beraberdir ama yarın hainler gidince İsrail oğulları bu iyilerin arasında yer alacaklardır. Böylece iyiler çok olacaktır. İsrail devleti oluşacak ama savaşçı değil, barışçı bir topluluk olacak, III. bin yıl uygarlığında yerlerini alacaklardır.

İsrail oğulları kıyamete kadar seçkin halk olacaklardır. Hainler zaman zaman ortaya çıkacak, bu hainliklerin cezası olacak, sürülecekler, öldürülecekler ama içlerindeki iyiler sebebiyle varlıkları hep devam edecek ve insanlığa hizmet edeceklerdir.

III. bin yıl uygarlığında bunlar neler yapacaklardır?

1.      Tekel oluşturmadan rekabet içinde insanlığın uluslar arası ticareti hep bunların elinde olacaktır. Bunu onlar da biliyorlar, sadece onların büyük sermayeleri vardır.

2.      İlimde yine onlar öncü olacaklardır. Çünkü onlardan biri bir şey buldu mu onu desteklerler, böylece âlimler onlarda yerilmez, teşvik edilir, iltifat edilir. Oysa başka uluslarda, hele bizde biri bir şey buldu mu ona saldırırlar. Biz bunun bir örneğiyiz. Herkes bizim aleyhimizde! Neden aleyhimizde? Çünkü biz Kur’an ilimleri ve çağımız sorunlarının çözümleri üzerinde çalışıyoruz...

İsrail oğullarının hainlikleri bitmiş değildir. Bugün bizim sesimizi kısanlar yarın bunları bir Yahudi âliminin buluşları imiş gibi ortaya çıkarırlar ve insanlık bu bilgilerle sömürülür. Neden? Çünkü tüm insanlar zavallıdır, haindir. Yoksa Müslümanlar ve diğer insanlar Kur’an’a sahip çıksa, onların hainlikleri zarar veremeyecektir.

Evet, İsrail oğulları daha önceleri olduğu gibi 500 senedir hainlik içindedirler. Ne var ki bu ihanetleri bugünkü uygarlığı doğurmuştur. Evet, Avrupa uygarlığı İslâm uygarlığı ile Hıristiyan uygarlığının sentezinden  doğmuştur. Bu sentezi yapan İsrail oğullarıdır.

İsrail oğullarının bilgisi ve parası olmasaydı bugünkü Avrupa medeniyeti doğmazdı. Çünkü Müslümanlar Viyana’ya kadar gittiler ama adaleti götürdükleri için herhangi bir değişme ve hareket olmamıştır. Avrupa’daki kanlı çatışma bugünkü uygarlığı doğurmuştur.

Bunların hepsi takdir-i ilâhidir. Geçmişte olanların hepsi hayırdır. Barışta ölseler de, savaşta ölseler de hepsi ölecektir. Sonunda insanlığa katkımız ne olmuştur, onu düşüneceğiz.

فَاعْفُ عَنْهُمْ

(FaGFu GaNHuM)

“Onlardan affet.”

Buradaki “Fa” nereye atıftır? “İllâ kalilen minhüm”de mahzuf cümle vardır. "La yehunun" onlar ihanet etmezler. Madem ki hainlikleri yoktur, o halde onları affet anlamı çıkar. Madem ki hain değildir neden affedelim, suçları yok ki affedelim. Evet, onlar hain değildirler ama zarar vermişler, ihanet edenler içinde olmuşlar, seslerini çıkarmamışlardır. Ama fiilen onların hainliklerine katılmamışlardır.

Onları kurtarmış olacaksınız, yaptıklarını da affedin demek olur.

Kıyas yoluyla bu kuralı Ergenekonculara, Balyozulara uygulayabiliriz. Evet, onlar içinde hainler vardı, belki de hainler çoktu ama sonunda hain olmayanlar vardı. O hain olmayanların sayısı belki de azdı ama sonunda zafer onların oldu ki başaramadılar. Orduda hainlere uyanlar olmuşsa onları affetmemiz gerekir. Allah’ın emri budur.

“Adil Düzen” iktidar olunca bunlar mahkum olmuşlarsa da onlar affedilecek. Ayrıca onları haksız yere hapsettiklerinden onlara bunu yapanlar tazminat ödeyeceklerdir. Bunu yaptıran hain İsrail oğulları da affedileceklerdir. Çünkü Kur’an bize böyle emrediyor.

İbni Haldun ve onu izleyen Durkheim diyorlar ki, cinayetler sosyaldir, kişilere suçu topluluk işletir. Bugün büyük kentlerde yaşayanlar bunu bilmezler. Çünkü kentlerde sosyal baskı yoktur, insanlar bağımsızdırlar.

Ben kapalı bir toplulukta doğdum ve onbeş yaşıma kadar dışarı çıkmadım. Üniversiteyi bitirinceye kadar sadece okullara gittim. Burada töreler vardır, kurallar vardır.

Misal olarak şöyle diyelim:

1-      Birisi birine kızdığı zaman küfreder; ananı şöyle, karını böyle...

2-      Bunun karşısında olan kişi ne yapmak zorundadır? Buna vurmak zorundadır. O da ona hakaret etse geçerli değildir. Sana küfredene senin yapacağın sopayı indirmektir.

3-      Buna karşılık senin ilk yapacağın iş sopa yemeden sopayı çevirip ona vurmaktır. Yani o seni döveceğine sen onu dövmüş olursun. Ama o sana vurdu ise artık onun karşılığı senin onu dövmen değildir.

4-      Buna karşılık senin yapacağın iş onu ya vurup yaralamaktır, yahut öldürmektir. Ondan sonrasında ise “kan davası” denilen karşılıklı öldürmeler sürüp gider.

Bu töredir.

Eğer sen bunu yapmazsan o toplulukta yaşayamazsın. Herkes seni dövmeye başlar. Her yerde alay edilir olursun. Kimse sana kız vermez, kimse senin kızını almaz.

İşte, İbni Haldun ve onu izleyen Durkheim’ın anlattıkları budur.

Peki, bunları yapanlara ceza vermeyecek miyiz?

Ceza vermek de bir töre olabilir. Madem ki bu böyledir, yapılacak iş, düzen aynı kalmışsa, o düzenin töresine göre cezalar verilmelidir, affedilmemelidir. Ama eğer düzen değişmişse, suçun düzenin kötülüğünden geldiğini kabul edeceksin ve onları affedeceksin.

Buradaki “affet” emri budur.

Affet” müfret olarak gelmiştir. “Affedin” denmemektedir. Demek ki affetmek yetkisi başkana aittir, savaşan komutana aittir; mahkemelere ait değildir. Mahkemeler ancak barışta işlenen suçlara bakar, sivillerce işlenen suçlara bakar, savaşta işlenen suçlara bakmaz, kıyasla askerlikte işlenen suçlara bakamaz.

Hain sömürü sermaye sahipleri, istedikleri şekilde kurallar icat ediyor ve şimdi Türkiye’de askerleri sivillere muhakeme ettiriyorlar. Yarın “Adil Düzen” iktidar olunca bunları yapanları affetme yetkisi o günkü yönetime ait olacaktır.

Evet, bir düzen değişecekse, tüm anayasa ilga edilip yeni anayasa yapılacaksa, o anayasaya dayanan kanunlar yeniden ele alınacaksa, artık ondan önceki suçlar savaşta işlenmiş kabul edilecektir. Başkanlar tarafından affedilecektir.

Başkanların affetmediği kimselerin durumları ne olacaktır?

Savaşta başkan resen ceza verecektir. Ama düzen değişikliklerinde başkan re’sen ceza veremez. Yeniden muhakeme edilir ve adil mahkeme tarafından ceza verilir.

Demek ki Ergenekoncular askerler tarafından affedilebilir. Ama Genelkurmay affetmemişse, o zaman  muhakeme edilir ve mahkum edilebilirler. Bugün de buna benzer uygulama sözkonusudur, Genelkurmay’ın izniyle askerler muhakeme edilmektedir.

Buradaki “Fa”yı “illâ kalilen”e değil de, “lâ tezalü haineten”e atfedebiliriz. O zaman onların hepsini affet demektir. Yani genel kanun çıkar, suçlarını sil demektir. Bu takdirde düzen değişince her şey sıfırdan başlar. Ondan sonra işlenmiş suçlar cezalandırılır. Daha önceki suçlar affedilir.

Evet, “Adil Düzen” geldiğinde ne olacaktır?

1-      Tevrat’ta sınırları çizilmiş Filistin İsrail oğullarına verilecektir. Onların dış güvenliğini biz sağlayacağız. İç yönetimlerinde serbest olacaklardır. Birkaç vilayete ayrılacak ve kendi aralarında 12 sıbt olacaklardır.

2-      Dünyada gümrükler ve vizeler kalkacak, burası merkez olmak üzere dünyada ticarete devam edeceklerdir. Faizlerine ve faizciliklerine müsade etmeyeceğiz. Tekel oluşturmalarını önleyeceğiz. Ama onun dışında diğer insanların sahip oldukları hukuka sahip olacaklar, sermayeleri ve bilgileri olduğu için de yine dünya ekonomisine hakim durumda olacaklardır.

3-      İlmî çalışmalar devam edecektir. Arapça olarak eserler vereceklerdir.

4-      Dünyadaki Yahudiler Filistin’e taşınacaklar. Ancak kıta merkezlerinde ve uluslar arası yol şeritlerinde malikaneleri bulunacaktır, ticarethaneleri olacaktır.

وَاصْفَحْ

(Va iÖFaX)

“Ve safh et.”

Safha” kelimesi Kur’an’da 8 defa geçmektedir. Dördünde affet ve safh et denmektedir. “Safha safha” adım adım demektir. “Musafaha etmek” kucaklaşmak veya tokalaşmak demektir. Burada onları affet, onlardan uzak dur demektir.

Bu kelimede denge kanunu vardır. Yer güneşe yaklaştığı zaman sıcaktan yeryüzü kavrulur ve hayat olmaz. Yer güneşten uzaklaştığı zaman da yeryüzü donar yine hayat kalmaz. Bu sebepledir ki on gezegenin içinde yalnız yerde yani dünyada hayat vardır. Diğer gezegenler ya daha sıcaktırlar hayat yoktur, ya da daha soğukturlar yine hayat yoktur.

Her şey böyledir. Evler çok uzak olsa hayat zorlaşır, evler bir olsa yine hayat olmaz. O halde bizim İsrail oğulları ile ilişkilerimiz dengede olmalıdır. Onlarla kopmamalıyız ve onları dışlamamalıyız ama onlarla tamamen iç içe de olmamalıyız.

Yalnız İsrail oğulları değil, tüm insanlar birbirleri ile safha safha durumunda olmalıdır. Ocak, bucak, il ve ülke olarak gruplanmamız ve merkez bucakların oluşması buna dayanır. “Adil Düzen” yapılanmasında taşralar dışarıda olmayı, merkezler ise uzaklaşmamayı sağlar.

Uzlaşma ve barış içinde insanlar safha safha ayrı olmalıdırlar.

إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ (13)

(EinNa elLAHa YuXıbBu eLMuXSiNIyNa)

“Allah ihsan edenleri sever.”

Allah burada bizlere ihsanı da öğretmektedir. Affetmek ve dengede olmak.

Kuvveti üstün tutan felsefede iktidarda olanı indirip yerine kendin geçmeyi hedefler. Düşmanı yok edip mirasına konmak ister. Oysa hakkı üstün tutan kimseler iktidarda olanların adil olmasını sağlar, orada durmalarını ister. Düşmanlarının yola gelmesini, barış içinde olmasını ister. Gözleri ganimette değildir.

İşte “ihsan” budur. İyilik olmasını istemek “ihsan”dır.

Bir tarla vardır. İki kardeşe yetmemektedir. İki kardeş kavga edip biri diğerini yeniyor. Yenilen çekilip yok olur. Öbürü yaşamaya devam eder. Düzen böyle kurulur.

Oysa ihsanı isteyen kardeş diğerine diyor ki: “Kardeşim, bu toprak bugünkü haliyle bizi geçindirmez, bunu biliyorum ama birbirimizle kavga etmemiz gerekmez. Gel anlaşalım, birlikte bu tarlayı sera yapalım. O zaman üç-dört misli mahsul alırız. Biz geçiniriz, çocuklarımız ve torunlarımız da geçinir.”

İşte “ihsan” budur.

Ne var ki, “ihsan” tek başına veya ikili olmaz, ancak bir topluluk hâlinde olabilir. Onun için “ihsan” kelimesi “el-muhsinîn” şeklinde kurallı çoğul olarak gelmiştir. “Adil (Ekonomik) Düzen”i kurmamız bunun için gerekiyor. Bunun için kooperatifler kuracağız, bunun için vakıflar kuracağız, bunun için dernekler kuracağız ve bunun için partiler kuracağız. Gayemiz başkalarından bize aktarmak değil, başkaları ile birlikte ileri gitmektir.

Muhabbette ihsan vardır. Sevdiğiniz kimse kötülük yapsa siz onu görmez, devamlı affedersiniz, hep ona iyilik istersiniz. Biz de İsrail oğullarını seveceğiz, hep onların iyiliğini isteyeceğiz, onların kötülüklerine mâni olarak onları kurtaracağız.

Bakınız, biz şöyle diyebiliriz: Şimdiye kadar bizi sömürdünüz, şimdi de biz size hayat hakkı tanımayacağız. Sizin insanlığa yaptığınız gibi biz de sizin elinizden bütün malları ve sermayeyi alabilirdik. Ama biz öyle yapmayacağız. Sizi faizden uzaklaştıracağız, sizin tekel kurmanızı önleyeceğiz; sonra yaşamanıza imkan verecek ve ticaretinizi destekleyeceğiz.

İşte “ihsan” budur.

Biz size “ihsan” ederken Allah da bize “ihsan” edecektir.

İsrail oğulları bir kavmi temsil ederler. Onlara ait hükümler uluslara ait hükümlerdir. Kıyas yoluyla bütün diğer uluslarla mü’minlerin ilişkisi benzer şekilde olacaktır.

Dinlere örnek de Hıristiyanlıktır. Diğer Budizm ve Hinduizm dinleri mensupları ile olan ilişkilerimiz de Hıristiyanlarla olan ilişkiler gibi olacaktır.

Kur’an Yahudilerden ve Hıristiyanlardan bahsediyor, diğer uluslardan bahsetmiyor. Din olarak da Hıristiyanlıktan bahsediyor, diğer dinlerden bahsetmiyor.

‘Neden?’ diye sorulduğunda cevap açık ve kolaydır.

Kur’an örnek bir ulustan ve örnek bir dinden bahsediyor. Diğer uluslarla ve diğer din mensupları ile olan ilişkiler kıyas yoluyla tesbit edilecektir.

III. bin yıl uygarlığını kuracak olanlar Türkler değil Türkiye halkları olacaktır, Türk ulusu bu hizmeti oluşturacaktır.

Ulus, bir vatan üzerinde oluşmuş, aynı dili konuşan ve aralarında hukuk düzenini oluşturmuş topluluktur. Yani ulus dile ve hukuka dayanır, ırka dayanmaz. Yargıları ortak olacaktır ama farklı sözleşmeleri olacaktır. Herkes Türkçe bilecektir ama Türkçe bilmeleri diğer dilleri bilmeleri için bir mâni değildir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-605/ADİL DÜZEN DERSLERİ-435    02 Nisan 2010

 

K İ T L E R

Dünyada iki sistem vardır; biri kapitalizm, diğeri sosyalizmdir. Her ikisi de sermaye tekelini oluşturma çabasıdır. Sanayileşmiş ülkelerde tekel sermaye bütün işyerlerini yutacak, böylece tüm kapitalist devletler sermayenin birer eyaleti hâline getirilecektir. Sanayileşmemiş ülkelerde sermaye tekeli kurulamadığı için oralarda sosyalizmle tekelleştirme uygulamasına geçilmiştir. Önce devlet halktan nesi varsa almış, şimdi de ‘özelleştir’ diyor ve sadece kendisi talip! Şimdilik bu başarılamamıştır. Tek başına zenginler veya yönetim halkı esir edemeyince bu sefer karma ekonomiyi getirmiştir. İkisi bir olup halkı sermayenin emrine verme denemelerine girişmişlerdir.

Buna karşı ilk defa Türkiye devletçiliği uygulamaya başlamıştır.

Devletçiliğin ilkesi şudur:

-Halkın yapabileceği şeyleri halk yapar, devlet karışmaz ve yapmaz.

-Halkın yapamayacağı işleri de devlet yapar, bu defa da halk büyük sermayenin yapacağı işleri yapmaya kalkışmaz.

Türkiye’yi taklit eden Mussolini İtalya’da, onu taklit eden Hitler Almanya’da başarılı işler yaptılar. Ne var ki sermaye onlara başka hatalar yaptırarak çökertti. Bunu ben söylemiyorum. Hitler’e; ‘sen bunları nereden öğrendin’ diye sormuşlar. O da, ‘ben Mussolini’den öğrendim, o da Mustafa Kemal’den öğrendi’ demiştir.

 

KİT’ler Türkiye’de çok başarılı işler yapmıştır.

a)      KİT’ler teknoloji transferini yapmış, Türkiye’yi tarım döneminden sanayi dönemine geçirmiştir.

b)      KİT’ler halkımızı eğitmiştir. Bugün Türkiye’deki özel sektör sanayiinin personeli oradan yetişmiştir.

c)      KİT’ler Türkiye’nin kentleşmesini sağlamış, halk onlar sayesinde kentlerde yerleşmeyi öğrenmiş, 15 milyonluk dev kent bu sayede oluşmuştur.

d)     KİT’ler sayesinde Türkiye’de tekelleşme önlenmiş, yine KİT’ler sayesinde halk ekonomisi geliştirilmiştir.

 

KİT’ler neden zarar etmiştir?

a)      Önce Türkiye’deki ağır vergiler, enflasyondan alınan vergiler ve sigorta yüküyle çökertilen işletmeler ancak kayıt dışı kaçak çalışarak yaşayabilmişlerdir. Oysa KİT’ler vergi kaçıramamış ve enflasyonların altında ezilmişlerdir.

b)      KİT’ler yalnız ekonomik işleri yapmamış, yukarıda saydığım kamu hizmetlerini de yapmışlardır. Zararın devletçe kapatılması kadar olağan bir şey olamaz.

c)      Kayırma yoluyla atanmış bilgisiz ve yolsuzluğa âlet olan yöneticiler kasden KİT’leri iflas ettirmişlerdir. Biz bürokraside çalıştığımız yıllarda (14 yıl) bunun mücadelesini verirken her sende bir yer değiştirmek zorunda kalmışızdır.

d)     Bunlar yetmiyormuş gibi iş arayanlar KİT’lere gönderilmiş ve üç-dört misli fazla işçi ile çakışılmak zorunda kalınmıştır.

KİT’lere önce zarar ettiriliyor, sonra da zarar ediyor diye sattırılıyor. Ne acayip bir mantık ki, zarar edenler değil kâr edenler satılıyor, öbürünü kimse almaz deniyor. Ergenekoncuları değil asıl bunları muhakeme etmek gerekir.

 

KİT’leri şimdi daha büyük hizmetler bekliyor.

1-      KİT’ler teknoloji transferi değil teknoloji üretimi yapacaktır. Muasır medeniyetin fevkine çıkmak ancak teknoloji transferi ile mümkündür.

2-      KİT’ler teknoloji eğitimi yerine teknoloji uygulamasını gerçekleştirecek, usta-çırak sistemini organize edeceklerdir. Çırağı usta yapan ustaya bedeli ödenecektir. Çırağın işçi veya usta olduğu ortak imtihanlarla belirlenecektir. Böylece tarihimizdeki usta-çırak sistemi yeniden değiştirilerek canlandırılacaktır. Bu sayede köylere sanayi ulaşacak ve tarım sanayileşecektir.

3-      KİT’ler genel hizmet yapacaktır. Küçük firmaların ayrı ayrı yapamayacakları işleri genel hizmet kooperatifi yapacaktır. KİT’ler bu kooperatifleri organize edeceklerdir. III. bin yılın temel dayanağı bu olacaktır.

4-      KİT’ler vakıf işletmelerini işleteceklerdir. Serbest rekabetin sağlanmadığı yollar gibi hizmetler vakıf işletmelerle yürütülecektir. Bu işletmeler KİT’ler tarafından oluşturulacak ve denetlenecektir.

Evet, KİT’ler tasfiye edilmeyecek, halkın yapamayacağı işleri yapacak, tekellerin sömürüsünü önleyeceklerdir. Halkın yapabildiği işleri ise yapmayacaktır. Bunlar özerkleştirilerek halk işletmelerine devredilecektir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-605/ADİL DÜZEN DERSLERİ-435    02 Nisan 2010

 

KADDAFİ VE TÜRKİYE

Bundan 1000 sene evvel Anadolu Türkler tarafından fethe başlanmış, halkı ile bütünleşilmişti. Sadece yönetim değişmiş, Rumlar ve Ermeniler çok daha rahat yaşamaya başlamışlardı. İstanbul fethedilmeden önce Rum uleması İslâmiyet’i yakından tanımışlardı. İstanbul fethedilince İstanbul’un Rum uleması Roma’ya gitmiş ve oraya İslâmiyet’i götürmüşlerdi. Viyana’ya kadar Osmanlılar Avrupalılara astronomiyi, coğrafyayı, barutu, gemciliği öğretmişlerdi. Bugünkü Avrupa uygarlığı böyle doğdu.

Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında irtibatı sağlayan, fitne ve fesatlarıyla onları savaştıran Yahudiler, zamanla ekonomileri ile dünyaya hakim oldular. Avrupa’yı jandarma olarak kullanıp dünyayı sömürmeye başladılar. Avrupa devletlerini birbirleriyle savaştırıyor ama tün dünyayı onlara müstemleke yapıyorlardı.

İkinci Cihan Savaşı’ndan sonra sermaye merkezini Amerika’ya taşıdı. Avrupa’nın müstemlekeciliğine son verdi. Yerine dinsiz diktatörleri Müslüman ülkelerin başına getirdi. Böylece İslâmiyet’i ortadan kaldırmayı hedeflemişti. Türkiye’deki inkılaplar da bu amaçla yapılmıştı. Kuzey Afrika ülkelerindeki din düşmanı diktatörler bu amaçla ortaya çıkmıştı.

Libya’daki Kaddafi bunlardan biridir.

 

Kaddafi’nin diğer diktatörlerden farkı vardır.

a)      Kaddafi diğer diktatörler kadar dinsiz değildir. Alenen ateistlik yapmamış, oradaki Müslümanları katletmemiştir.

b)      Kaddafi Türkiye ile daima iyi geçinmeye çalışmış, Mısır ve Suriye ile birleşme teşebbüslerinde bulunmuş, bu konuda samimi bir çaba göstermiştir.

c)      Kaddafi Libya’yı iki milyondan altı milyona çıkarmış ve halkına refah sağlamıştır.

d)     Kaddafi petrolü Libya lehine kullanmıştır.

Batılılar Libya’nın bu gelişmesine izin vermişlerdir. Bunun sebeplerinin başında Libya’nın küçük devletçik olması gelmektedir. Nasılsa bir zararı olmaz demişlerdir. Ama aynı müsamahayı Mısır veya Irak’a göstermemişlerdir.

İkinci sebep de, Amerika’dan çok kara Avrupalılarını kendisine yakın bulmuş ve ABD doğrudan müdahale edememiş, Avrupa devletlerini kullanamamışlardı.

 

Bugün sermaye Hıristiyanlara karşı yenilmiş durumdadır. Müslümanları yeniden dinlerine döndürerek Avrupalılara karşı İslâmi cephe oluşturmak istemektedir. Kötü yöneticiler, kitle kıtalleri yayan diktatörlerin ülkeleri kolay devrilmiştir. Çok küçük bir devlet olmasına rağmen Kaddafi’yi gönderememiştir.

Libya üzerinde İtalyan ve Fransızların çıkar çatışmaları vardır. Sarkozy bundan istifade ederek Kaddafi’ye silahla saldırarak orasını kendi nüfuzu altına almaya heveslenmiştir. Birleşmiş Milletler’in kararı Kaddafi’nin halkı katletmeyi durdurmasıdır. Başka devletlerin Kaddafi’ye saldırması şeklinde bir karar yoktur.

Diğer taraftan sömürü sermayesi basını Kaddafi’yi halkını öldürmekle suçlamaktadır. Biz de PKK’lıları öldürüyoruz. Hangi devlet isyan eden halkını öldürmez? İsyancıları bertaraf etmezse, o zaman devlet olmaz, anarşi olur. Gazetelerin ve diğer her türlü medya organlarının yalanlarına inanmamak gerekir. Gerçekleri bilmiyoruz. Kaddafi suçsuzları mı öldürüyor, yoksa teröristler Kaddafi’nin meşru güçlerini mi öldürüyorlar, bilinmemektedir.

 

Türkiye neler yapabilir?

1-      Önce Libya’ya gözcüler göndererek kimlerin kimleri katlettikleri veya katle başlattıklarını tesbit eder ve bunu dünyaya ilan eder. Kaddafi mi öldürüyor, yahut terörist mi öldürüyor?

2-      Kaddafi teröristleri bertaraf etmek için Afrika ülkelerinden paralı askerler getirmiş midir? Bu doğru bir haber midir, bilmiyoruz. Türkiye’den barışçı askeri güç talep ederek, Libya’da gözü olanların ülkesine girmesini önlemeyebilirdi.

3-      Türkiye bu talebine müsbet cevap vermeden Birleşmiş Milletler baş vurarak barışçı askeri gücün gitmesine izin ister. Birleşmiş Milletler’in buna ‘evet’ diyeceği kesindir.  Fransa ve İngiltere veto edebilir. Türkiye bunların vetosuna aldırmaz ve askeri birliğini Libya’ya gönderir. D-8’lerden buraya asker gönderilmesini isteyebilir.

4-      Türkiye; Rusya, ABD ve Çin ile istişare ederek Fransa ve İngiltere’ye karşı sert nota vererek Kaddafi’nin gitmesini önlemelidir.

Bugün R. Tayyip Erdoğan, Muammer Kaddafi’nin gitmesi gerektiğini söylüyor. Yarın senin hakkında da aynı yalan kampanyayı açabilirler. Halk ayaklanması ile başkanın gitmesi yerine, ülkelerin demokratikleşmesi telkin edilmelidir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

Libya’ya İslam Barış Gücü!

Ali Bulaç, Zaman, 24.03 2011

Afganistan ve Irak'tan sonra Libya da işgal tehlikesiyle karşı karşıya.

Bu seferki işgalin gerekçesi Kaddafi'nin halkına karşı giriştiği katliam.

Pekiyi Kaddafi'yi durdurmanın yolu işgal mi? Irak'ı Saddam'ın zulmünden kurtarma -ve elbette Irak halkına demokrasi ve özgürlük (!) getirme- bahanesiyle Irak'a giren Batılı ülkeler -bugünkü koalisyon- 1 milyondan fazla Iraklının ölümüne yol açtı, şehirleri yerle bir etti, Irak'ın petrolünü gasbetti, tarihî eserlerini çaldı ve ülkeyi içinden çıkılamaz bir kaosun içine attı. Afganistan'da da Batı'nın katliamları sürüyor.

Kimsenin kuşkusu olmasın, Libya'da da benzer şeyler olacak. Dahası, Suriye ve İran sıraya girecek. Bu, asla gündemden kalkmamış olan BOP projesinin yere ve zamana göre uygulanması ameliyesidir. Projenin taktik yönünde çeşitli değişiklikler olabilir. Ama temel stratejik hedefi, bölgede Batı'ya meydan okuyacak potansiyel imkânları akamete uğratmak, İsrail'den daha etkin ve daha güçlü bir ülke bırakmamak. Bu çerçevede siyasi rejimler ve haritalar değiştiriliyor.

Ve yine kimsenin kuşkusu olmasın, gizli ajandada Türkiye de var. Eğer "Ne münasebet, biz diğerlerine benzemeyiz, NATO ve diğer Avrupa kurumlarına üyeyiz, AB sürecini devam ettiriyoruz" diyen varsa, önümüzdeki yüz yılın taşlarını döşemeye koyulmuş bulunan yeni sömürgeci güçlerin taslak resmini görmüyorlar demektir. Bu "üç öküz" hikâyesidir. Üçünü birden değil, tek tek yemektedirler.

Acı gerçek şudur: Türkiye dâhil, bölge ülkelerinin tamamı tam bir acziyet içindedirler. Arap Birliği çökmüş durumda. İslam Konferansı Örgütü (İKÖ), protokol bir kuruluştan öte hiçbir varlık gösteremiyor, bugüne kadar da gösteremedi.

Sekiz senedir, bölgenin liderliğine soyunan, Batı ile Doğu arasında köprü rolü oynamaya talip olan, pro-aktif dış politika takip eden, bölgede oyun kurduğunu öne süren, hatta "benim iznim olmadan yaprak kımıldamaz" diyebilen Türkiye, ABD, İngiltere ve Fransa'nın başlatıp diğerlerinin de arkasından katıldığı Libya operasyonunda kaba bir biçimde devre dışı bırakıldı. Ne Fransa'yı durdurabildi ne NATO'da herhangi bir etkisi oldu. Öne çıkardığı hususların kıymeti harbiyesi yok: "Libya Libyalılarındır, petrole göz dikmeyin, Libya'yı işgal etmeyin." Hepimiz biliyoruz ki, Libya'yı havadan ve denizden bombalayan Batılı güçler, Libya'yı kendileri için stabilize ediyorlar. "Biz Libya halkına silah doğrultan taraf olmayız." diyoruz, ama zaten bizi silah doğrultanların tarafına alan yok. ABD Dışişleri Bakanlığı, "Türkiye, Libya'da ABD'nin koruyucu gücü olmayı kabul etti." diyor. Bunun ne anlama geldiğini önümüzdeki günlerde anlayacağız. Afganistan'da NATO ve Amerikan askerleri durmaksızın sivil öldürürken, bizim askerlerimiz sokaklarda çocuklara şeker dağıtıyor, yakılıp yıkılan Afganistan'da sözüm ona sağlık ve eğitim faaliyetlerinde yol gösteriyor. Irak'a binlerce sorti İncirlik üzerinden yapıldı, milyonlarca dul kadın ve yetim çocuk açlıktan kırılıyor, mezhep ve etnik çatışma sürüyor, Irak parçalanıyor.

Bölgede taşlar yerinden oynuyor. Obama kısmen George W. Bush'un "yaratıcı kaos" doktrinine dönüyor, her şey hallaç pamuğu gibi atılıyor, ABD ve Avrupalılar bölgede belki bir yüz sene daha sürecek yeni bir düzen kuruyor.

Sahiden öncü rol oynama ideali olan bir Türkiye'nin yapması gereken şey, bölge ülkelerini harekete geçirmek olmalıdır. Bu kritik tarihî anda Türkiye, İran ve Mısır'ın öncülüğünde -diğer ülkelerden de askerlerin katılımıyla- İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) bünyesinde bir "İslam Barış Gücü" oluşturulabilir, Batılılara "Siz kenarda durun, Kaddafi'yi biz durduracağız" denebilir.

Diyeceksiniz ki, bunu ABD ve Avrupa kabul etmez. Doğru. Ama Türkiye bu öneriyle ufuk açar, bilinç uyandırır ve bölge konusunda heyecan verici bir muhayyileye sahip olduğunu göstermiş olurdu. Buna 'hayır' diyen her lider ve yönetim biraz daha meşruiyetini kaybeder, gözlerin ve umutların Türkiye'ye çevrilmesini sağlardı. Bu öneriyi Irak'ın işgalinden önce de dile getirmiştik, bugün de aynısını tekrar ediyoruz.

 

Kaddafi'yi sırtından vuran ve Fransa ile işbirliği yapan adam kim?!.

24 Mart 2011

Yıllarca Libya lideri Kaddafi’nin en güvendiği adamı olan Nuri el Mismari’nin, isyan hareketini Fransız istihbaratıyla birlikte organize ettiği ortaya çıktı. Durum böyle olunca akla “Libya isyanı Sarkozy’nin işi mi?” sorusu geldi.

Tunus ve Mısır’ın ardından Arap dünyasında hangi ülkenin sırada olduğuna yönelik tahminler sıralanırken kimse Libya’da Muammer Kaddafi’nin 42 yıllık iktidarının sarsılacağını düşünmüyordu. Ancak Bingazi’de birdenbire patlak veren isyan hareketi sonunda BM’nin aldığı kararla Kaddafi güçlerinin üzerine bomba yağdırılmasına kadar ulaştı. Yaşananların üzerindeki sis perdesini ise ‘Fransız WikiLeaks’i olarak nitelendirilen Fransa merkezli haber sitesi Maghreb kaldırdı.

Hastaneyi bahane etti

İsyan hareketinin aslında Fransa tarafından körüklenmiş bir suni ayaklanma olabileceğini, liderliğini de bir zamanlar Kaddafi’nin en güvendiği adamı olan başdanışmanı ve protokol şefi Nuri el Mismari’nin yaptığını ileri sürdü. Buna göre Mismari, 20 Ekim 2010 tarihinde Tunus’ta patlak veren ayaklamalarla ilgili olarak Başkan Zeynel Abidin Bin Ali’ye destek için bu ülkeye gitti. Ancak asıl amacı farklıydı. ‘Patronunu’ devirmek için Fransız istihbaratıyla ortak bir gizli operasyon yapma peşindeydi. Nitekim, Kaddafi’ye sağlık sorunları nedeniyle Fransa’da bir hastaneye gideceğini belirterek Tunus’tan Paris’e geçti. Ailesini de bu sırada yanına aldırdı.

Sarkozy’ye altın tepsi

Mismari, Paris’te bulunduğu ilk günden itibaren Fransız istihbaratı DGSE ile temas kurmaya başladı. Ajanlara Kaddafi’nin tüm sırlarını aktardı. Ordu içindeki bazı generallerin Bingazi merkezli bir isyana hazır olduğunu, bu isimlerin başını da general Gehen Abdullah’ın çektiğini söyledi. Sarkozy, 2012 Başkanlık seçimleri anketlerinde oldukça geriye düşerek Fransa tarihinin en az sevilen başkanı olurken önüne tüm dünyada yankı uyandıracak bir dış politika başarısı fırsatı gelmişti. Fransızlar bu fırsatı kaçırmadı. Fransız ajanlarla Mismari arasındaki temas bazen kaldığı Concorde Lafayette otelinde, bazen de Champs Elysee’deki restoranlarda devam etti.

Fransa’ya sığındı

Hatta Libyalı, hastalığı nedeniyle Fransa ziyaretinin uzadığını söylediği Kaddafi’yi, Bingazi’ye bir Fransız ticari heyetinin gönderilmesi konusunda da ikna etti. Oysa ki gelenler Fransız ajanlarıydı ve Bingazi’de isyan liderleri olacak isimlerle Kaddafi’nin nasıl devrileceğini planladılar. Hatta, isyancılara silah verilmesi bile sağlandı. Mismari’nin “hainliği” isyanın ilk günlerinde ortaya çıkınca Kaddafi kendisini vatandaşlıktan attı, Libyalı da derhal Fransa’ya sığınma başvurusunda bulundu. Geçtiğimiz hafta daha hava operasyonları başlamadan müttefik güçlerin Libya’yı bombalaması gerektiğini, aksi halde Kaddafi’nin kendi halkına karşı kimyasal silah kullanabileceğini söyleyen de oydu...

 

ABD’nin tehlikeli oyunu!   “GOP”

En önemli iki devleti ise Türkiye ve İran oluşturuyor...

Kenan Akın, Yeniçağ, 24.03 2011

”GOP“ diye kısaltılan birçok ülkenin geleceğini dizayn etmeyi amaçlayan ABD’nin sözde ”süper plan“ı aslında beraberinde birçok tehlikeyi de getiriyor. En son olarak Libya’ya yapılanlar, insanoğlunu dehşete düşürüyor. ABD çıkışlı planın, ayrıntıları safha safha açıklanıp, uygulanırken ve Irak,Tunus, Mısır, Sudan ve Libya payına düşeni almışken, kim bilir hangi ülkeler sırasını bekliyor. Aslında ”GOP“un tamamını ve püf noktalarını fazla kimse bilmiyor. Zaten ”vahamet“ burada yatıyor. Her şeyden önce, projenin ABD’nin bir ”devlet politikası“ olarak algılanıp uygulandığı açık açık görünüyor. Esas itibariyle CFR’nin ve Küresel Entellektüel Kapitalist Çekirdek Ekibi’nin planı olan ”GOP“ Kuzey Afrika’dan başlayıp Sudan, Mısır, Ürdün, İsrail, Lübnan, Suriye, Suudi Arabistan, Yemen, Birleşik Arap Emirlikleri, Irak, Afganistan, Kafkasya, Kazakistan, tüm Türk Cumhuriyetlerine kadar uzanıyor. En önemli iki devleti ise Türkiye ve İran oluşturuyor.

ABD eski Dışişleri Bakanlarından Rice, 7 Ağustos 2003’te Washington Post’a, Fas’tan Basra Körfezi’ne kadar 22 devletin rejiminin değiştirileceğini yazdığı hatırlanıyor...

Gizli amaçlar ise çeşitleniyor ve çoğu insanlara komplo teorisi gibi geliyor. Ana başlıkları şöyle sıralanıyor: 1- Petrol, doğal gaz kaynaklarının, her bakımdan denetim altına alınması. 2- Çin’in ekonomik gelişmesinin önlenmesi. 3- ABD ekonomisinin dibe tam olarak vurmasının önlenmesi. 4- Avrasya coğrafyasının ve gerekirse ülke yönetimlerinin denetim altına alınması. 5- İsrail Devleti’nin yaşatılması ve güvenliğinin garanti altına alınması. 6- İslam Devletleri’nin kapitalist sisteme geçmelerinin sağlanması. 7- Batı ittifaklarının korunması. 8- Türkiye’nin Doğuya yönelmesinin önlenmesi. 9- Ortadoğu’da bir ”Ilımlı İslam Kuşağı“nın kurulup desteklenmesi. 10- Ortadoğu’da AB dâhil herhangi bir yabancı hâkimiyetinin önlenmesi için gereken askeri önlemlerin alınıp sürekli kılınması.

Kısacası, ”Ilımlı İslâmi Rejim“lerin yönetimi altındaki bir Ortadoğu’da enerji kaynaklarının korunması, enerji yollarının denetim altına alınması gibi büyük strateji gerektiren ”GOP“un birinci safhası Irak’ta ”iflas“ etmiş bulunuyor.

Buna rağmen, ikinci safhada da, bir çırpıda Sudan, Tunus ve Mısır halledilmiş bulunuyor.

Libya’nın kaç gün veya kaç ay hatta yıl direneceği kesin olarak bilinmiyor.

İran’ın denetim altına alınması düşünülürken, Türkiye’ye de önemli bir rol biçiliyor. Nitekim Türkiye üzerinde oynanmak istenen oyunun provaları da ara sıra yapılmak isteniyor. Nereden bakılırsa bakılsın, ”GOP“un çok” tehlikeli “ izdüşümleri demokrasinin kılıcı gibi Ortadoğu ülkeleri üzerinde artık sürekli sallanıyor.

 

 

Faizci zalim sömürü/soygun düzeni 

Reşat Nuri EROL

Mart ayının tam ortasından (15 Mart) itibaren beş gün süreyle ne dedim? “Faizci zalim sömürü düzeni devam ediyor… AKP’den FAİZCİLERE var, halka yok, köylüye yok!” Yani ekonomisi çöken esnafa, işçiye, emekliye, tarım ve hayvancılığa yok!..

Altıncı gün yani altıncı yazımın başlığında (20.03.2011) ne dedim? “AKP ve Merkez Bankası, faizci bankaları tefeci yaptı” dedim; “FAİZ” uygulamalarının Hak/halk ile savaşmak olduğunuz hatırlattım ve girizgahı şu hüküm cümlesiyle noktaladım: AKP hükümetlerinin sonu hiçbir şeyden olmasa bile, “FAİZ zulmünden” olacak…

Yılda 50 milyar dolar, haftada bir milyar dolar FAİZ ödemesine hangi devlet, hangi hükümet, hangi halk dayanabilir ki?!. Faizle ilgili son yazımda dedim ki: Faizci zalim sömürü/soygun düzeninde, FAİZCİ bankalar halkımızdan mevduat olarak topladıkları paraları halka “FAİZLİ KREDİLERLE” satarak yüzde 400 kâr ediyor!!!

Halkın parasını yine halka yüzde 400 kârla/faizle satmak!!! Fahiş faiz zulmü, sömürüsü ve soygunu işte böyle bir şey!!! Sonucu ise iflaslar, icralar, intiharlar vs…

Her yıl artan dolar milyarderleri… Ve giderek fakirleşen halk… Faizli zalim sömürü/soygun düzeni! Faizli zalim soygun düzeninin tanımlarından biri de neydi? “Faizli zalim düzen, bir taraf kaybediyorken, diğer tarafın kaybetmesi düzenidir.”

Kazananlar kim/ler? Adalet(!) ve Kalkınma Partisi iktidarında sayıları her yıl artan dolar milyarderleri.

Kaybeden kim/ler? Topyekün halkımız…

Artan iç ve dış borçlarımız bir yana, sekiz yılda ‘ÖZELLEŞTİRME’ adı altında birilerine peşkeş çekilerek seksen yıllık birikimlerimiz de satıldı; bundan sonra “Satacak neyimiz kaldı, neyimiz kalacak?!.” demiştim, bu başlıkla yazdığım yazımda (14.03.2011). Bütçe açıkları, cari açıklar, günlük/haftalık/aylık/yıllık fahiş faiz ödemeleri, seksen yıllık varlıklarımız satılarak ödeniyordu; bundan sonra neyimiz satılacak, neyimiz?!.

***

AKP hükümetleri döneminde, Merkez Bankası bu soygun karşısında ne yapıyor?

Faizci bankalara, “mevduata en fazla yüzde 8 ve yüzde 9 faiz vereceksin” diyen Merkez Bankası, aynı bankalara kredi kartlarından yüzde 33 faiz alma imkanı veriyor!

“AKP ve Merkez Bankası, faizci bankaları tefeci yaptı” yazımda, tefeci faizini de aşan faizci bankaların soygunu şöyle özetleniyordu: Piyasada tefeci faizi, en yüksek mevduat faizinin iki katıdır; şu sıralarda yüzde 20 ile yüzde 25 arasında değişiyor. Buna karşılık bankaların kredi kartlarından aldıkları FAİZ yüzde 33’tür ve bu FAİZ, tefeci faizinden yüksektir!!! Bankalar yüzde 8 yüzde 9’la mevduat topluyor, tüketiciye yüzde 27 ve yüzde 33’le satıyor, yani aldıkları parayı “yüzde 400”e varan kârla satıyorlar!!! Ve hüküm cümlesi: Fakir halk üstünden spekülatif kazanç sağlamak “anayasal suç”tur.

***

Bu yazımın yazılmasına, bugünkü (25.03.2011) şu haber vesile oldu: KREDİ KARTLARI AZAMİ FAİZ ORANINDA İNDİRİM! Merkez Bankası önceki gün bankacılık sisteminde zorunlu karşılık oranlarını yükseltmesinin ardından, dün de kredi kartı işlemlerinde uygulanacak azami faiz oranlarını düşürdü! Söz konusu değişiklik, Resmi Gazete’nin dünkü sayısında yayımlandı. Değişikliğe göre, aylık azami akdi faiz oranı Türk Lirası için yüzde 2,12 (daha önce yüzde 2,26), ABD Doları için yüzde 1,70 (daha önce yüzde 2,02) ve avro için yüzde 1,64 (daha önce yüzde 1,90) olarak düzenlendi; aylık azami gecikme faizi oranı ise Türk Lirası için yüzde 2,62 (daha önce yüzde 2,76), ABD Doları için yüzde 2,20 (daha önce yüzde 2,52) ve avro için yüzde 2,14 (daha önce yüzde 2,40) olarak belirlendi. Tebliğ, 1 Nisan 2011 tarihinden itibaren yürürlüğe girecek...

Demek ki yazmak gerekiyormuş… Demek ki istenince faizler düşürülebiliyormuş…

Faizlerin tamamen kaldırıldığı “Adil Düzen” günlerini de görürüz, inşaallah…

 

“O” yani Erbakan ve çalışmak, çalışmak…

Reşat Nuri EROL

27 Şubat.. 28 Şubat.. 1 Mart 2011… Ve günler sonrasında bugün 27-28-29 Mart…“O”nsuz geçen günlerin ardından yine “O”nu yazmak… “O”nsuz geçen saatler, günler, haftalar ve her geçen gün daha da artan hüzün… “O”nun yokluğuna alışmak zor hem de çok zor ama imkansız değil; kırk yıldan beri ve son yıllarda sağlığının elverdiği oranda yaptığımız “çalışmalar” tek teselli kaynağımız… “O’nunla çalışmaya” öylesine alışmış, öylesine kendimizi adamışız ki; artık rüyalarımızda bile “O ve çalışmak” var…

“O”nun vefatının 14’üncü günü, sabaha karşı gördüğüm rüyamda, kalabalık bir toplantıda “O”nunla birlikteyiz… Bir ara toplantıya ara veriliyor, “O” hemen fırsatı değerlendirmeyi düşünüyor, “Reşat, çalışmamız lazım!..” diyor; derhal müsait bir çalışma köşesi, masa ve koltuklar hazırlamaya başlıyorum; çalışma köşesini hazırlarken, birlikte çalıştığım genç arkadaşlar da toplantımıza iştirak etseler diye düşünüyorum…

“O”nu rüyamda görüyorum ama gördüğüm nihayet bir rüya işte; uyanıyorum…

“O”nsuz bir sabaha daha uyanıyorum; hüzünleniyorum, düşünüyorum ve…

“O”nunla geçen örnek alınası “kırk yıllık çalışmalarımızı” düşlüyorum…

“O”nun eseri “Millî Görüş ve Adil (Ekonomik) Düzen” çalışmaları…

***

“O” bize Ankara’nın yani “siyasetin” yollarını öğretti; öğretmenlik yaptı, önderlik yaptı, liderlik yaptı, son nefesine kadar partimizin genel başkanlığını yaptı; yaşadıkça bize öğretmesi gereken her şeyi öğretti, yol haritamızı çizdi; sadece Ankara’ya ve Türkiye’ye değil, bütün İslâm âlemine, bütün dünyaya, bütün beşeriyete nasıl gideceğimizi ve neler götüreceğimizi öğretti ve gitti!.. “O” bize sadece “siyasetin” yollarını değil; bir bütün olarak hayatın her türlü alanlarında, yani ilmî, dinî, iktisadî ve sosyal her alanda çalışmayı öğretti; özellikle de İslâmiyet’in sadece “DİN” değil aynı zamanda “DÜZEN” yani “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN” olduğunu öğretti ve kutlu hicretine gitti!..

“O” aramızdan hicret edip gitti ya; şimdi bize düşen “O”nun bize öğrettiği yolda gitmek, “O”nun izinde yürümek; aynen “O”nun gibi malımızla ve canımızla cihad eden birer “MÜ’MİN” olmak; işte, özellikle bu son cümlede özetlenen örnek bir hayat bırakıp gitti!..

“O”nun önderliğindeki tarihî gelişme ilâhi kaderin takdiri ile olmuştur. Her şey hazırlanmış, son yarım yüzyılda yaşadığımız tarih de kendi kaderi ve Allah’ın takdiri içinde oluşmuştur. “Biz” millet olarak makus talihimizi değiştirmek üzere mukaddes Millî Görüş yürüyüşümüzü yapmaya karar vermiştik ama bir öndere, bir lidere ihtiyacımız vardı; önder ve lider olarak “O”nu bulduk; “O” bizi, biz de “O”nu bulduk ve takdir-i ilâhi olan bu buluşmanın ardından “O” bize kırk yılı aşan bir zaman diliminde -şahid olduğumuz üzere, kıyamete kadar örnek alınası- önderlik ve liderlik görevini en güzel şekilde yaptı da gitti!..

“O”nu anlatırken meselenin daha iyi anlaşılıp idrak edilmesi için takdir-i ilâhi hatırlatmasını özellikle yaptım. Elbette “O” yaptı, “biz” yaptık değil; Allah “O”na ve bize yaptırdı, bu şerefli vazifeyi ona verdi, ecr-i azime de o nâil oldu ve gitti!.. “O”nun ardından kalan bizlere düşen, aynen “O”nun gibi “O”nun çizdiği ve bizzat uygulayarak gösterdiği yolda yürümek ve çalışmak; son nefesimize kadar aynen “O”nun yaptığı gibi -bizzat yaşayarak şahit olduğum/uz üzere- çalışmak, çalışmak, çalışmak…

***

“O”nun yani Erbakan’ın örnek alınası şahsi özelliklerini şöyle sıralayabiliriz.

a) Erbakan “bilgili” bir kimsedir.

b) Erbakan “çok cesur” bir kimsedir.

c) Erbakan “çok azimli” bir kimsedir.

d) Erbakan “zeki ve çalışkan” bir kimsedir.

e) Erbakan çok imanlı “mü’min” bir kimsedir.

“O”nun daha başka örnek alınası özellikleri ve yaptıkları gelecek yazılarda…

 

Erbakan ve beklenen “Adil Düzen Medeniyeti”

Reşat Nuri EROL

Erbakan’ın örnek alınası “şahsi özellikleri”ni sıralarken ne dedik? Erbakan “çok bilgili”, “çok cesur”, “çok azimli” “çok zeki ve çalışkan” ve “çok imanlı mü’min” bir kimsedir. Bu özellikler onu övmek için söylenmemiştir. Erbakan’ın hayatını incelediğimiz zaman bunları bariz şekilde görürüz. Erbakan’ın ayrıca çok özel başarıları vardır.

1. Erbakan’ın yaptığı işler büyük maddî imkanlarla sağlanmıştır. “O” herhangi bir resmi güç kullanarak bunları yapmamış, sömürü sermayesi de onu desteklememiştir. “O” halka baş vurmuş, halk da sıkıntıda bırakmamıştır, “O” gücünü halktan almıştır.

2. Siyasi mücadelede bu çağda paraya ihtiyaç kadar oya de ihtiyaç vardır. Türkiye’de halk oylarını CHP’ye alternatif olduğu için DP’ye (ve AP’ye) vermiş ve daima onlar iktidar olmuştur. Erbakan işte bu anlayışa rağmen halkın oyunu almıştır. MNP ve MSP çalışmaları döneminde iki sene içinde yüzde 13 oy, 48 milletvekili ve 3 senatörle Meclis’e girmiştir. Başlangıçta halk “O”nu tanımıyordu. “Millî Görüş” ve “Adil (Ekonomik) Düzen” söylemleri ile halkın “O”nu keşfetmesi sayesinde halkının oyunu almış veya halk oyunu vermiştir. Günümüzde Erbakan’ın başlattığı hareketin oyları yüzde 60’ları geçmiştir.

3. Türkiye’deki siyasetçiler genel olarak karşı tarafta olanların beceriksiz, bilgisiz, kötü niyetli olduğunu söyler, “çatışmacı siyaset” anlayışını benimser; “O” ise benimsemiş ve müntesiplerine öğretmiş olduğu “müsbet ve barışçı siyaset” anlayışı ile sadece fikirlerini söyler ve savunurdu, günlük siyaset yapmazdı. “O” öylesine büyük bir idealistti ki; G-8’lerin alternatifi olan D-8’leri kurarken, bu projesinin onun siyasi hayatına mâl olacağını düşünmemiştir. “O” inandığı, iman ettiği ve iyi bildiği şeyleri ilmî zekası ile götürürdü.

4. Erbakan eşsiz sabrıyla herkesi dikkatlice dinler, sonra ona görüşlerini anlatırdı. İnsanlarla tartışmalara girmezdi. Böylece herkese sözünü geçirir hâle gelmiş, muvafık-muhalif olan herkesin sevgisini ve saygısını kazanmıştır. Cumhuriyet tarihimizin en büyük cenaze topluluğu, “O”nun milyonlarca seveni olduğunu ortaya koymuştur; sadece Türkiye’de değil, 63 ülkeden cenazesine gelenlerin de ispat ettiği üzere, bütün dünyada.

***

Erbakan’ın örnek alınası şahsi özellikleri ile güzellikleri ve ve çok özel başarıları bir yana; asıl bilinmesi gereken şey, Allah’ın ilâhi takdiri/kaderiyle çizilmiş gidişatta “O”nun görevli olmasıdır. Bizim için önemli olan bizi Ankara’ya yani “siyasi iktidara” götürmesiydi ve götürdü; “O” görevini yaptı ve gitti!.. “O” bize sadece “siyasetin ve iktidarın” yollarını değil; -dünkü yazımda da hatırlattığım üzere,- “O” bir bütün olarak hayatın “ilmî, dinî, iktisadî ve sosyal” her alanında yol haritamızı çizip de gitti!..

“O” kırk-elli yıllık bu mübarek yolculukta, çok tehlikeli günleri atlata atlata bizi Ankara’ya, İslâm âlemine ve bütün dünyaya götürmüş ve duyurmuştur. İşte, 1 Mart 2011 Salı günü “O”nun cenazesinde gösterilen Türkiye ve bütün dünya çapındaki yüksek tezahür ve muhteşem ilgi bunun için önemlidir. Bu durum ve bu muhteşem sonuç, aynı zamanda “selâmet”e ve “saadet”e erdiğimizin müjdesini de taşımaktadır.

“O”nun önderlindeki kırk senelik mücadele ve mücahedede bize karşı alınmış olan mukavemet bizi sevmedikleri ve benimsemedikleri için değil, bize karşı oldukları için değil; bizim başarısız olacağımızı sandıkları için bize karşı olmak zorunda kalmışlardır. Bugün ise artık “selâmet”e ve “saadet”e erdiğimizi düşündükleri için bütün taraflar coşmuşlardır.

***

Sonuç olarak…

“O”nun ölümü birçok açıdan “DÖNÜM TARİHİ” olacaktır...

Mareşal Fevzi Çakmak’ın cenazesi Türkiye’ye demokrasiyi getirdi...

Benzer şekilde muhteşem bir halk ve uluslar arası ilgi ile geçen “Erbakan’ın cenazesi” de Türkiye’ye ve bütün dünyaya “Adil (Ekonomik) Düzen”i getirecek; çok değil, birkaç on yıl sonra da bütün dünyaya beklenen “Adil Düzen Medeniyeti”ni…

 

Erbakan’ın Türkiye’de yaptığı inkılaplar

Reşat Nuri EROL

Erbakan, Allah’ın kendisine bahşettiği “şahsi özellikleri” ve “özel başarıları” ile neler yaptığını önceki yazılarımda anlattım.

Erbakan, Allah’ın kendisine ve beşeriyete lutfu olan bu özellikleri ve başarıları sayesinde, önce Türkiye’yi, sonra bütün dünyayı değiştirmiştir.

Takdir-i İlâhi ile değiştirmiştir.

Değiştiren Allah’tır.

Erbakan, makus talihini değiştirmeye karar veren milletimize, “Millî Görüş Hareketi” ve “Adil (Ekonomik) Düzen Medeniyet Projesi” ile önderlik, liderlik, başkanlık (genel başkanlık) ve başbakanlık; bütün bunlar için de biz öğrencilerine ve bütün dünyaya öğretmenlik, öğreticilik, örneklik, ilim adamlığı yapmıştır.

Çift yönlü bu tesbitleri çok rahatlıkla yapıyorum, çünkü bunların her ikisini de kırk yıldan beri, yani tâ başından beri “O”nunla bizzat yaşayanlardan biriyim; elhamdülillah…

1 Mart 2011 günü elli yıllık faaliyetlerin noktalanması günüdür…

Ama aynı zamanda yeni bir oluşumun, yeni bir hamlenin…

Ve yeni bir medeniyetin başlangıcı olacaktır, inşaallah...

Evet…

Erbakan döneminde Türkiye’de ve dünyada neler oldu, neler değişti…

Ve bu değişimlerin devamı olarak bundan sonra neler olacak, neler değişecek…

Bundan sonra yazacaklarımızda onlara bakalım, onlar üzerinde duralım.

***

Erbakan Türkiye’de dört büyük inkılap yapmıştır.

1.      Erbakan, “Gümüş Motor (Pancar Motor) Halk Ortaklığı Fabrikası” çalışmasından itibaren; daha sonra Odalar Birliği Genel Sekreterliği ile Başkanlığı ve bilahare katıldığı Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerindeki çalışmalarıyla Türk halkına sanayiyi ve sanayileşmeyi öğretmiştir. Adnan Menderes devlet girişimi olarak sanayileşmeyi başlatmış, Necmettin Erbakan ise Türk halkına girişimciliği, çok ortaklı halk teşebbüslerini ve sanayileşmeyi öğretmiştir. Ülkemizdeki Anadolu holdingleri ve sanayi siteleri ile gerçekleşen kalkınmalar böyle oluştu.

2.      Erbakan kurduğu Millî Görüş Partileri ile (Millî Nizam, Millî Selâmet, Refah, Fazilet, Saadet) ve yaptığı siyasi faaliyetlerle Türk halkına siyaseti öğretmiştir. Bugün ülkemizde eğer 60 partiden fazla parti varsa, bunlar Erbakan sayesinde vardır; “O” sadece Millî Görüşçülere değil, bütün halkımıza örnek önderlik yapmıştır.

3.      Erbakan ülkemizdeki sanayiyi İstanbul’dan Anadolu’ya taşımıştır. Daha önceleri devlet girişimi şeklinde de olsa bir gelişme olmamış, Anadolu sanayileşme bakımından geri kalmıştı. Erbakan “Her ilde fabrika kuracağız” dediği için Ecevit hükümeti bozmuştur ama bugün fabrikası olmayan değil il, ilçe bile yoktur.

4.      Erbakan, genel çalışmaları ve özellikle D-8 projesi ile Türkiye’yi yeniden İslâm âleminin merkezi hâline getirdi. Türkiye Erbakan sayesinde İslâm âleminin odağı olmuştur. Türk halkı aşağılık duygusundan Erbakan sayesinde kurtulmuştur. Dikkat; Türk ordusundaki Erbakan sevgisi ve saygısı işte oradan gelmektedir.

***

Erbakan sayesinde elli sene içinde Türkiye ilmî, dinî, iktisadî, siyasî ve sosyal olmak üzere her bakımdan değişmiştir. Erbakan ekonomide, siyasette, sanayileşmede ve milliyetçilikte büyük inkılaplar yapılmıştır; bütün bunlar özellikle Erbakan’ın çalışmaları sayesinde gerçekleşmiştir. Erbakan’ın cenaze merasimindeki muhteşem kalabalıktan anlaşıldığı üzere, bütün bu yaptıklarını milletimiz kabul etmiş ve benimsemiştir.

Erbakan Türkiye’yi değiştirdiği gibi dünyayı da değiştirmiştir.

“Erbakan’ın dünyada yaptığı inkılaplar” gelecek yazıda…

 

Erbakan’ın dünyada yaptığı inkılaplar

Reşat Nuri EROL

Erbakan dünyada dört büyük inkılap yapmıştır.

1. Önce insanlığı dinsizlikten kurtarmıştır. Din düşmanı sermayenin beşyüz yıllık faaliyetleri sonunda 1950’lerde dünya tam bir ümitsizlik içine girmişti. Müsbet ilimlerin dinleri bitirdiği, onların yanlış olduğu görüşü hakim idi. Prof. Dr. Necmettin Erbakan 1960’lı yılların ortalarında, İzmir’deki en büyük kapalı spor salonunda “İlim ve İslâm Konferansı” verdi. Erbakan o zaman Batı dünyasında da tanınmış bir makina profesörü idi, “O”nun âlimliğine kimse söz söyleyemezdi. “O” konuştu ve dünya ikna oldu. Dünya o hâle geldi ki, bugün Marksistler bile Tanrı’yı inkâr edemiyor, peygamberleri yalanlayamıyor.

2. Sömürü sermayesi Müslümanlarla solcuları çatıştırır, kendisine hizmet eden renksizleri iktidar ederdi. Sermaye dünyayı sömürmeye bu yolla devam ediyordu. Erbakan MSP döneminde CHP’lilerle koalisyon yapınca dünyadaki bu sağ-sol çatışması sona erdi. O dönemde Humeyni Bursa’da sürgündeydi; bunu gördü, CHP-MSP koalisyonunu dikkatle izledi ve o da İran’da solcularla anlaşarak inkılap yaptı, Şah rejimini devirdi. Gorbaçov da din düşmanlığını Türkiye ve İran’ı örnek alarak bıraktı, Sovyet sistemi bu sayede sona erdi. Bu gelişmelerden sonra dünyadaki sağ-sol çatışması tamamen sona erdi. Yani sermayenin yüz yıllık planı buz gibi eriyip yok oldu. Daha sonra Papa İstanbul’a gelip Sultan Ahmet Camii’nde dua etti. Putin Rusya’yı İslâm Konferansı’na üye yaptı. ABD halkı Müslüman bir babanın oğlu olan Obama’yı başkan seçti. Komünist Çin, dolar dışında Türkiye ile özel para anlaşması yaptı. Bu gelişmelerin ilk kıvılcımını hep Erbakan çakmıştır.

3. Erbakan halk sanayiinin kurulabileceğini dünyaya öğretmiştir. “Gümüş Motor” dünyada ilk defa halk sermayesi ile kurulan fabrikadır. (Hâlen “Pancar Motor” olarak varlığını devam ettirmektedir, şimdiye kadar 600 bin motor üretilmiştir, 150 bin adedi dünya ülkelerine ihraç edilmiştir.) Bu fabrika, Avrupa ve sömürü sermayesi dışında dünyada kurulan ilk fabrikadır. Bugün eski Sovyet ülkeleri halk sermayesi ile iş yapmakta, başrolü Türkler oynuyor. Almanya ve Avrupa’da önbinlerce Türk müteşebbis var. Türk halkına bu müteşebbisliği  kim öğretti, kim öncülük yaptı? Türkiye’nin ilk en büyük sanayi sitelerinden olan İstanbul Ümraniye’deki “İMES”in kurucuları hâlâ yönetimde ve onlar bu siteyi kendi aralarında “Erbakan Sitesi” olarak anıyorlar; bir Bosna heyetini orada gezdirdiğimde bunu bizzat o yöneticilerin kendilerinden duydum. Türkler böylece sermayenim oyunlarını bozdukları gibi; sömürü düzenini bozan girişimler de Erbakan sayesinde gerçekleşmiş, KOBİ’ler (Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler) bu sayede dünyada yaygınlaşmıştır.

4. Erbakan insanlığa “Adil (Ekonomik) Düzen”i, yani Kur’an düzenini tebliğ etmiştir. Erbakan’dan önce insanlar “düzen” olarak sadece kapitalizm, sosyalizm/komünizm ve karma ekonomiyi biliyorlardı. Erbakan “Adil Ekonomik Düzen”le insanlığa halk ekonomisini anlattı. İnsanlık bu sayede kendisine geldi. İslâm âlemi ve insanlık bu çalışmalarla yakından ilgilendi. Henüz ülkemize ve dünyaya “Adil (Ekonomik) Düzen” gelmemiştir ama Erbakan sayesinde insanlık artık bu düzen için hazır bulunmaktadır.

Erbakan bütün dünyada işte bu inkılapları yaptı, insanlık âlemi artık bunları biliyor.

Erbakan Hocamız ile 1969 yılında İzmir’de bir arkadaşımızın yaptığı görüşme, Türkiye ve dünyada inkılaplar yapan bu mücadele ve mücahedenin aslında tamamını özetliyor. O yıllardaki çalışma arkadaşımız Fehmi Koru, 1969’da kendisiyle yaptığı bir mülâkatta Erbakan’ın bu konuda neler söylediğini geçenlerde yazdı; Erbakan Hocamız’ın neler dediğini oradan okuyalım: Bunu önce salt ilim yoluyla yapmak istedim; engel çıkardılar... Ben de işadamlığına soyundum, yine engel çıkardılar... İş dünyasında etkin hale gelirsem belki durum değişir düşüncesiyle Odalar Birliği’ne genel sekreter oldum, engel çıkardılar; başkan seçildim, engeller büyüdü. Anladım ki, amacımı gerçekleştirebilmem için tek yol, siyaset yapmak...” (Fehmi Koru, Zaman, 28.02. 2011)

“O” görevlerini/inkılaplarını yaptı ve gitti; bize düşen “O”nun izinde gitmek…

 

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3488 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2677 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2651 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2166 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2542 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2565 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2300 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2204 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2617 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2496 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 2005 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2362 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2311 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2459 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2455 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2416 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3066 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2689 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2684 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2765 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2972 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3048 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3448 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5509 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3570 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3096 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3885 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3736 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3443 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3896 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3853 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4134 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4667 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3986 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3870 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2882 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2969 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3975 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7762 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5643 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4197 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3599 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3740 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4760 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4477 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4770 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4690 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4846 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4571 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3420 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4494 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3646 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5198 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3874 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5185 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5047 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4958 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3565 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3496 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3707 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5194 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4224 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5456 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4104 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5292 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4489 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4444 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4597 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4790 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5345 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4134 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5283 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4548 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3864 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4413 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4615 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4147 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4121 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4105 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4560 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5672 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9865 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4675 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3726 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3876 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3369 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3404 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3762 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5727 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4265 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3462 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler