ADİL DÜNYA DÜZENİ489
“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)
“ADİL DÜNYA DÜZENİ YENİ BİR MEDENİYET PROJESİDİR.”
Haftalık Seminer Dergisi 20 Aralık 2008 Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!
BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 489. SEMİNER
“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)
“İ L İ M TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00-21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
Gayemiz ve Hedefimiz; Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır. Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL
***
*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ / YORUMLARI;
YİNE İŞSİZLİK MESELESİ VE ÇÖZÜMÜ
YİNE KURBAN MESELESİ VE KURBAN-2008
EHLİ SÜNNET VE SÜNNİ-Şİİ MESELESİ
***
FECR SÛRESİ TEFSİRİ - 1
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَالْفَجْرِ(1) وَلَيَالٍ عَشْرٍ(2) وَالشَّفْعِ وَالْوَتْرِ(3) وَاللَّيْلِ إِذَا يَسْرِ(4)
هَلْ فِي ذَلِكَ قَسَمٌ لِذِي حِجْرٍ(5)
وَالْفَجْر (Va eLFaCR) “Fecre bakın”
Allah insanları kâinatı yönetmek, onu öğrenmelerini sağlamak ve sonra da onları şahit tutarak söyleyeceklerini söylemek şeklinde ifadelerde bulunur.
Bize düşen “FECR”i incelemektir. Ficare, ficac gibi patika yoldur. İnsan veya hayvanların kendilerine açtığı yoldur. Çöllerde, ovalarda, ormanlarda, karalarda insanlar veya hayvanlar bir yerden gelip geçince orada yol oluşur, buna “ficar” denir. Yerin altındaki sular da kendilerine yol açarak dışarıya çıkar ve pınar oluştururlar. Buna “su inficar etti, kendi kendine yol açtı” denir. Bir kimse şeriatı delmek isterse, yani bir yolunu bulup dışarı çıkarsa buna “facir” denir. Yurtlarda ve kışlalarda geceleyin kapılar kapanır, dışarıya çıkmak yasaklanır. Ama sonra duvardan veya pencereden kendileri ficar bulup dışarı çıkarlar. Buna “facir” denir. Çoğulu “fuccar”dır.
Güneş ısısı kendisi gelmeden önce ışığını atmosfere gönderir. Atmosferde uzunlamasına veya yanlamasına adete kendisine yol açar, buna “fecr” denir.
Fecr, sabah, seher kelimeleri vardır.
Subh, gün doğmadan önceki aydınlıktır.
Fecr, güneş ışığının karanlıklar içinde görünmesidir.
Seher ise göğün tam aydınlanmasıdır. Yeryüzü ise henüz karanlıktır.
Sihir yapma da göz boyama anlamında olup yarı karanlıklarda değişik şekilde görünümdür.
Kainatta parçacıklar vardır. Bunlardan elektron ve pozitronun kütleleri
mo= 9.1096 x 10^-28. gramdır.
Bunlardan 1867 (17*6*6*3+1) si bir araya gelir ve hidrojen atomunu oluşturur.
Bunlar maddenin parçacıklarıdır. Kâinat ilk yaratıldığı günden beri sayıları bellidir ve sabittir. Bir de bu cisimlerin hareketleri vardır. Hiçbir zaman durmazlar, durmadan hareket ederler. Bunların en büyük hızları ışık hızıdır.
Işık hızı 299.792 kilometre/saniye (2,99792 10^10 Cm/sn) dir. Bu da sabittir. Bundan yukarı hıza ulaşılamaz. Işık hızından daha aşağı durumlarda parçacıklar çarpışınca hızlarını birbirine aktarırlar. Kudret (enerji) parça hızının karesi ile kütlesinin çarpımından oluşur. Kainatta bu da sabittir. Işığın hızı boşlukta en büyüktür. Havaya veya suya girdiği zaman düşer. “Fecr” ışının yavaşladığı alan demektir.
Fecre yemin etme demek, ışığın maddeden geçerken yavaşlaması demektir. Bu olayın önemi şuradadır ki, bugün eğer biz cisimleri görebiliyorsak, işte ışının madde içinde yavaşlamasından dolayı görüyoruz. Yansıma ve kırılma buradan doğmaktadır. Işık elektron ve pozitron çiftinden oluşur. Maddeden uzak olduğu zaman düz giderler. Ama maddeye yaklaşınca elektrik alanı içine girer ve saparlar. Bu da yansımayı ve kırılmayı oluşturur. Allah fecr ile buna işaret ederek yemin etmektedir.
Ayrıca zamanın ve mekanın en küçük parçacığı vardır.
Mekan için 10^-36 cm bulunmalıdır.
değerindedir.
Hâsılı, FECR sayesinde ışık maddede yansımakta ve biz görebilmekte, cisimler ışık enerjisini saklayabilmektedirler.
Kainat zaman ve mekan çifti ile madde ve enerji çiftinin çifti ile oluşmaktadır. Bunlar cansız alemin dörtlüsünü oluştururlar. “Her şeyi iki çift yarattık” âyetinin anlamı burada da kendisini ortaya koymaktadır. Mekan statik boyutlardır. Zaman ise bu boyut içinde harekettir. Madde mekanda yer işgal eden ve başka benzerini kabul etmeyen demektir. Bir yerde iki parçacık bulunmaz. Enerji ise madde parçacığının zamanla yer değiştirmesidir. Hızdır. Bir parçacık değişik hızlarda olabilir. Hızlar birbirine aktarılabilir.
Işık maddeden geçerken atomların çevresinde dolana dolana gider. Böylece yolu uzamış olur. Bunun sonsuz hızı düşmüş olur. Bu sayede kırılma ve yansıma olayları meydana gelmiş olur.
وَلَيَالٍ (Va LaYALın) “Ve leyller.”
Önce yemin etmiştir. Fecr, ışıkla maddenin birleştiği yerdir. Güneşten gelen ışık atmosfere gelince dağılır, aydınlık hâline gelir. Gökten yere inmeye başlar. Cisimlere çarpar ve biz onları görürüz. Gözümüze girerken kırılarak retinaya düşer ve cisimleri idrak ederiz.
Fecr, madde ile enerjinin uyumlu davranışlarını ifade etmelidir. Bundan sonra maddeye yemin etmektedir. Nehar enerji, leyl maddedir. Gece-gündüz de bunun için denmiştir. Geceleri madde hakimdir. Gündüzleri ise aydınlık hakimdir.
Nehir akan sudur. Nehar da akana ışıktır. Suların dalgaları olduğu gibi ışığın da dalgaları vardır. Nehir ve Nehar kelimesi böylece sıvılarla ışığın akışkanlığını birleştirmektedir. Burada “NHR” kökünün de incelenmesi gerekir. N ve R titret harflerdendir. H ise boğaz harflerinden yumuşak süreksiz harftir. Titrek harfler dalgayı remzederler. H harfi ise başlangıcı, temeli, yaratıcıyı, Allah’ı remzeder.
Allah atomu yarattı, atoma hareket verdi. Böylece kâinat oluştu. Maddenin iki ucunda titreme vardır, dalga vardır. Eksi 273 derecelik sıcaklıkta madde en küçük hıza sahiptir. Işık hızında da en büyük hıza sahiptir. Atom bu iki hız arasında hareket etmektedir. Bu iki hız arasında dolaşmaktadır. NHR kökü bunu ifade eder.
Şimdilik Kur’an’da geçen kelimelerin taşıdıkları harflerin neleri ifade ettiklerini henüz bilmiyoruz. Belki bin sene sonra bu harflerin sırları çözülecektir. Şüphesiz bu hurufilik değildir. Harflerin matematikteki manâları biçimindedir.
“Leyl” kelimesi de “Nehar” kelimesi gibi ortası arka kameriye harfidir. Diğer iki harf ise titrek harftir. Bugün bilinen tek şey maddenin diğer maddeyi çekmesidir. Bu çekim kuvveti elektrik şekim kuvvetinden çok zayıftır. Henüz ölçülerek bulunmuş olmamakla beraber bu çekim kuvvetinin de ışık hızıyla yayıldığı kabul edilmektedir. Bu çekim kuvvetinin ışık üstü hızlarla yayıldığı da kabul edilebilir. Çift yarık deneyinde iki yarıktan geçen ışık başka yolları takip eder. Kompleks sayılar olduğu iddia edilmektedir.
“Leyal” çoğul gelmiştir, nekre gelmiştir. Önce merkezde bir tane elektron veya pozitron bulunur. Bunun sekiz yüzlüsünde birer çift elektron ve pozitron bulunurlar. Bunlar kendi çevrelerinde dolanarak dengede olurlar. Ancak merkezdeki elektron bunları çeker ve iter.
Çekirdeğin çevresine bir elektron dönerse elektrikî denge kurulur. Ama manyetik denge kurulmaz. Dönen elektrik bir mıknatıstır. Eğer iki elektron dönerse iki mıknatıs çiftleşir ve denge oluşur. Böylece helyum asıl bir madde olur.
Onun çevresinde üç çemberde 6 elektron dolaşır. Bunlar elektrik bakımından dengede olur. Ama mıknatıs bakımından denge bir çift olarak dengelenir Böylece ikinci kürede sekiz elektron yeri vardır.
Üçüncü semada ise 4 çiftten başka bir de 5 çift var. Sonra 7 çift gelmiştir.
| 1 | 2 | 3 | 4 | 1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | |
1 | 1/2 | | | | 2 | | | | | | | |
2 | 1/2 | 3/6 | | | 1 | 2/4 | 6/10 | | | | | |
3 | 1/2 | 3/6 | 5/10 | | | 3 | 2/12 | 6/18 | 10/30 | | | |
4 | 1/2 | 3/6 | 5/10 | 7/14 | | | 19 | 2/20 | 6/36 | 10/48 | 14/70 | |
5 | 1/2 | 3/6 | 5/10 | 7/14 | | | | 37 | 2/38 | 6/54 | 10/8ğ | 14/102 |
6 | 1/2 | 3/6 | 5/10 | | | | | | 55 | 2/56 | 6/86 | 10/112 |
7 | 1/2 | 3/6 | | | | | | | | 87 | 2/88 | 6/118 |
| 1/2 | 3/6 | | | 2 | 2 | 8 | 8 | 18 | 18 | 32 | 30 |
Allah merkeze bir elektron veya pozitron koymuştur. Sekiz yüzlünün yüzeylerinin ortalarına bir çift parçacık yerleştirmiş ve temel parçacık yapmıştır. Bunlar üç eksen etrafında ikişer dönerek 102 parçacıklı ara parça üretmiş, ondan da üç eksen etrafında döndürerek 612 parçacıklı atomun temel parçalarını oluşturmuştur. Bunları bir pozitronun etrafında yerleştirerek atom çekirdeğini yapmıştır. 1837 parçacık oluşur. Etrafındaki dönen elektron ile hidrojen atomu oluşur.
Birinci semada bir felek vardır, bir Tarık vardır, bir veya iki elektron dolaşır.
İkinci semada iki felek vardır. Birici felekte bir, ikinci felekte üç tarık vardır. Burada da 1 den 8 e kadar elektron dolaşır.
Üçüncü semada üç felek vardır. Birinci felekte bir, ikinci felekte üç, üçüncü felekte beş tarık vardır.
Dördüncü semada ise dört felek vardır. Birinci felekte 1, ikinci felekte 3, üçüncü felekte 5, dördüncü felekte 7 tarık vardır. Bundan sonra fekleler azalır 5, 3, 1 tarıklı semaya varılır.
Bu cetvel Batılılar tarafından teker teker denemelerle bulunmuştur. Kur’an’da “HaDiD” kelimesi geçmektedir. 26’ıncı elementtir. Dördüncü semanın sekizinci tarıkında yer alır. Ebced hesabında H sekiz, D dört değer taşır. Böylece bu cetvel tarif edilmiş olmaktadır.
Dünya üzerinde bilinen elementlerin belirli bir şekilde yerleştirildiği sistem “periyodik tablo” olarak adlandırılıyor.
Elementlerin, soldan sağa ve yukarıdan aşağıya doğru artan atom numaralarına göre diziliminden oluşan bu tabloda, yatay sıralara "periyot", dikey sütunlaraysa "grup" adı veriliyor.Biz bu cetveli yukarıdaki bizim sisteme göre tasnif edip aşağıda cetvel yapmış bulunuyoruz.
“Leyl” kelimesi atom demektir. Bunların tamamı 118 olmalıdır. Ancak bunların bazıları bulunamamış, bazıları ise çok kısa ömürlü olmuşlardır.
“Aşere” kelimesi birleşme, bir araya gelerek bir yapıyı oluşturmadır. İnsanların oluşturduğu en küçük topluluğa “aşiret” denmektedir. “Aşir” ise birlik demektir. On sayısı temel birlik oluşturduğu için aşere on sayıya amel eder olmuştur. Erkeklerin çoğulu “aşeret” olarak gelir. Dişilerin çoğulu ise “aşr” olarak gelir.
“Leyali aşr” on element anlamına gelebilir. Ne var ki o zaman “leyal” “leyle”nin çoğulu olması gerekir. Leyl ve leyle kullanılmaktadır.
“Leyl” ve “leyle” kelimeleri vardır. “Leyali” ve “leyaliye” kelimeleri eyyam karşılığında kullanılmaktadır. Burada yevm nehar anlamına gelmiş olmaktadır. Oysa yevm geceyi içeri almaktadır. (Semane leyalin)
| 1A | 2A | 3A | 4A | 5A | 6A | 7A | 8A | | | | | | |
| 1B | 2B | 3B | 4B | 5B | 6B | 7B | 8B | 9B | 10B | | | | |
| 1L | 2L | 3L | 4L | 5L | 6L | 7L | 8L | 9L | 10L | 11L | 12L | 13L | 14L |
1 | ماء | | | | | | | باء | | | | | | |
2 | اب | باب | جاب | داب | هاب | واب | زاب | حاب | | | | | | |
3 | ازج | بزج | جزج | دزج | هزج | وزج | مزج | حزج | | | | | | |
4 | اديد | بديد | جديد | ديدد | هديد | وديد | ا زديد | حديد | طديد | يديد | | | | |
5 | ا كة | بكة | جكة | دكة | هكة | وكة | زكة | حكة | | | | | | |
6 | الز | بلز | جلز | دلز | هلز | ولز | زلز | حلز | طلز | يلز | | | | |
7 | الطح | | | | | | | | | | | | | |
8 | ا مهط | | | | | | | | | | | | | |
9 | احمط | | | | | | | | | | | | | |
10 | اسحى | بسحى | جسحى | دسحى | هسحى | وسحى | زسحى | حسحى | | | | | | |
11 | اعزاء | اعزاء | اعزاء | اعزاء | اعزاء | اعزاء | اعزاء | اعزاء | اعزاء | اعزاء | اعزاء | اعزاء | اعزاء | اعزاء |
12 | اصحبى | | | | | | | | | | | | | |
13 | اجائ | | | | | | 117 | 118 | | | | | | |
عَشْرٍ (GaŞR) “
“Aşr” kelimesi birleşik demektir. İnsanlar için muaşeret kelimesi kullanılır. On parmağımız bir aşrdır. Sıfatı müşebbehedir. Aşere kelimesi on sayısı için kullanılmıştır. Müennesi “aşer” değil de “aşr”dır. Sayı sıfatları aşere leyali şeklinde gelir. Bu sıfat olarak gelmiştir. Sayı manâsında değil de birleşik anlamındadır. Lugatlarda “aşr”ın, “aşere”nin müennesi olarak zikredilmekte ise de ayrıca “aşret” kelimesi vardır. Müennes kelimenin müennes “t”si olması gerekir. Kur’an’da “aşre” kelimesi dünyada birkaç gün kaldık anlamında getirilmiştir. “Gün” ise müennes değildir. “Aşr” masdardır. Masdarların müzekker müennesi olmaz. Dolayısıyla bu kelime te’nis veya tezkir olarak kullanılır. Burada sıfat olarak gelmiştir. “Leyalin aşrin” denmiştir. On gece “aşrin leyalin” olurdu. Maanide buna kalb denir. Yeni manâlar bu sayede verilmektedir. Yukarıda bahsedilen elementler ayrıca birleşikleri oluştururlar.
Hidrojen basit ilk elementtir. Oksijen ise diğer tüm elementlerle birleşen ana elementtir. Oksijen sekizinci elementtir. İlk birleşiği hidrojenle oksijen yapar. Suyu oluşturur. Su ise hayatın temelidir. Susuz hayat olamayacağı hususunda tüm biyologlar ittifak hâlindedir.
Bu bileşiklerin adlandırılması nasıl yapılacaktır?
Canlılar âleminin merkezinde kömür yani karbon vardır. Cansızlar âleminin merkezinde ise silisyum vardır. Bunlar dörtlü elementlerdir. Diğer gruplar bunların çevresinde toplanırlar.
Yukarıdaki cetvel tetkik edildiği zaman;
1) Bakır grubu
2) Gümüş grubu
3) Altın grubu
4) Karbon grubu da on tanedir. Kısa ömürlüleri saymıyoruz.
5) Alüminyum grubu da on tanedir.
Asıl bizim onlu gruplamada karşılaştığımız gruplar on çeşit olabilir.
1) Tuzlar
2) Bazlar
3) Karbonhidratlar
4) Aminoasitler
5) Fosfatlar
6) Silikatlar
7) Oksitler
8) Klorat ve benzerleri
9) …
10) …
Üstünde araştırma yapıp bunları tesbit etmek gerekmektedir.
وَالشَّفْعِ وَالْوَتْرِ (Va elŞaFGı Va eLVaTRi) “Çift ve tekler.”
“Vetr” kelimesi önce gelmeli, “Şef’” sonra gelmeli idi. Ancak esas olan ikili sistem olduğu için çifttir. Burada “Şef’” ve “Vetr” marife gelmiştir. Tamamen standart sayıları içermektedir. Bu sûreyi daha önce açıklamıştım. Orada anlattığım için burada üzerinde fazla durmayacağım. Ama size standart sayıları da vereceğim. 1 bu sayılar içinde yer almaktadır. Çünkü o bazdır. 1, 3, 5 ve 7 onun altında 2’nin dışında asal sayıdır. 2’den başka hiçbir çift asal sayı yoktur. Standart sayılar bu tabakalara oturur.
1, 2, 4, 8, 16, 32, 64, 128, 256, 512, 1024
Böylece onlu sistem ile ikili sistem de binde birleşir. Aralarında % 2,5 kadar yani kırkta bir fark vardır. Bunlar çift sayılardır. Üstünde yemin edilen sayılar bunlardır. 3, 5 ve 7’nin katları da böyledir. 3, 5, 12 olarak veya 7, 14, 28 olarak gider.
Tek sayılar ise bunların üst üste toplananıdır. 1+2=3 3+4=7 7+8=15 Bunlar da çift dizinin bir eksikleridir. İşte yemin edilen tekler bunlardır. Bunun dışında 10’dan bir eksik 9, 20’den 1 eksik 19, 100’den 1 eksik 99 sayıları vardır. 1000’den 50 eksik de yüzde beş eksiktir. Demek ki bunlar oran olarak böyle devam edecektir. 10’dan 1 fazla 11 sayısı ile 300’den 9 fazla yani % 3 de standart sayıdır.
Allah kâinatı standart sayılar içinde yaratmıştır. Ayrıca Kur’an’ı da o standart içinde indirmiştir. Şeriatın hükümlerini de bu sayılar içine koymuştur. İlk âyetlerde madde ve enerjiden bahsetmiş, burada da onların onlu sistemini getirmiştir.
Zaman da standartlara ayrılmıştır. Sene 12 aya bölünmüştür. 1 2 3’ün 4 katıdır. Her ay 30 gün yapılmıştır. 30 3’ün 10 katıdır. Yıl 360 gün eder. Rezonans olmasın diye ay ile yılı irrasyonel sayılardan seçmiştir. Senede on gün fark vardır. Ayrıca bir ay yılı 50 haftadır. Bu da yüzün yarısı eder. Ayda dört hafta vardır. Sonra tarihteki olaylar bin yıla göre düzenlenmiştir. Doğa olayları da onar bin yıl olarak düzenlenmiştir.
وَاللَّيْلِ (Va elLaYLi) “Leyle”
Yukarıda “leyal” nekire geçmiştir. Burada “leyl” marife geçmiştir.
“Leyl” “temr” gibi nev ismidir. “Leylet” ise onun müfredidir. “Leyal” “leyle”nin de “leyal”in de çoğuludur. Bir nekreden sonra marife gelirse o nekre ahdi zihni olarak kastedilir. Nekre cemden sonra marife gelirse o marife o nekreden biri olamaz. Çünkü zihnen de tarif edilmemiştir. O halde bu leyl o leylden biri değildir, başka leyldir.
O leyli madde olarak aldık, bu leyli de zaman olarak alabiliriz.
Madde ve enerjiden bahsettikten sonra, madde ve enerjinin yapısını anlatmıştır. Tek ve çifti belirtmiştir. Şimdi de zamandan bahseder. Yevm zamanı çağları ifade eder. Nehar çağı ifade etmez. Bin yıllık bir dönem bir yevmdir. Onun karşılığı olan leyl de o bin yılın gece yani karanlık kısmıdır. Nasıl yaz ve kış olursa, uygarlıklarda da böyle yaz ve kış olmaktadır.
Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Kur’an uygarlıkları gündüz uygarlıklarıdır. Yani bunlar yevmdir. Buna karşılık Mısır, Yunan, Roma ve Bizans uygarlıkları gece uygarlıklarıdır. Bunlara “leyle” denmektedir. Marife olan leyle çağımızın Batı uygarlığını anlatmaktadır. Batı uygarlıkları Doğu uygarlıklarından beş yüz sene sonra doğarlar. Doğu uygarlıklarının geliştirdiği hukuk ve yönetim uygarlıklarını kuvvet uygarlıklarına dönüştürüp teknik ve ekonomi uygarlıklarını geliştirdiler.
Birinci Kur’an Uygarlığı bundan bin sene önce doğdu. İlk dört yüz yıl hazırlık dönemi idi. Beş yüz sene evvel Birinci Kur’an Uygarlığı zirveye ulaştı. Bu esnada İslâm uygarlığının uzantısı olarak bugünkü Batı uygarlığı doğdu. Şimdi o da zirvededir.
Bugün İkinci Kur’an Uygarlığı doğmaktadır.
Bizim anlattıklarımız Kur’an’ın öğrettiği beşinci İslâm uygarlığıdır. Şimdi Batı Uygarlığı için yüsr olma zamanıdır. Yüsr demek kolay demektir, yumuşak demektir.
إِذَا يَسْرِ (EiÜAv YaSRi) yüsr ettiğinde
“Yesr, Yasr” kelimesi “Yüsr”den gelebilir, “Sereye”den gelebilir. “Yesr”den gelmişse Baştaki “Y” düşmüş, “Yeysir” “Yesr” olmuştur. Eğer “Sereye”den gelmişse, o zaman sondaki “Y” düşmüştür.
“Yesr” yumuşaklık, kolaylıktır. “Sery” de akmak, gitmek demektir. Leyl sirayet ettiğinde demek olur. Yumuşak manâsında alırsak, zifiri karanlık çöktükten sonra fecr ve seherde henüz gece bitmemiştir. Yeryüzü yine karanlıktır. Ama gecenin sertliği gitmiş ve yumuşamıştır.
Batı’nın zulüm uygarlığı 20. yüzyılın birinci yarısında tarihin en karanlık dönemi olmalıdır. Sosyalizm dünyayı sarmış, her taraf kan gölüne dönmüştür. İkinci yarısında ise bu zulüm yumuşamış, aydınlık semada belirmiştir. Henüz insanlık Adil Düzene kavuşmamıştır ama Adil Düzene doğru adımlar atılmaktadır. Gök aydınlanmaya başlamıştır.
İşte Kur’an şimdi tam bu günlere yemin etmektedir.
21. yüzyıl aydınlık yılı olacaktır, sabah olacaktır. Adil Düzen dünyaya hakim olacaktır. İnsanlığı kıskıvrak bağlayan zulüm sona ermektedir.
Sona ermekte olan bu zulümler nelerdir?
1) Birincisi çevre kirliliğidir. Kapitalizmin acımasız faizli maksimum kâr üretimi çevreyi kirletmektedir. Bunun çaresi nedir? Maksimum kâr ekonomisinin yerini maksimum üretim alacaktır. Atıklar değerlendirilecektir. Bu asrın sonunda faiz Birleşmiş Milletler tarafından yasaklanmış olacaktır, sanırım. Bu olacaktır ama belki daha sonra olur, belki daha önce olur. Böylece çevre kirliliği sona erecektir. Geri dönüşümlü sanayi oluşacaktır. Atıklar ekonomiye kazandırılacaktır.
2) İnsanlık kirlenmektedir. Bunun kaynağı da zinanın serbestliğidir, tek evliliktir. Çok evlilik getirilerek yeryüzünde kocasız kadın kalmayacaktır. Zina amansız bir şekilde yasaklanarak neslin sağlığı korunacaktır. İlaç sanayii kontrol altına alınacaktır. Sağlık sektörü sermayenin çıkarına hizmet etmeyecektir.
3) Yeryüzündeki savaşlar, kitle imha savaşları olmaktan çıkarılacaktır. Silah sanayii de insanlığın denetimine alınacaktır. Biyolojik, kimyasal, atom ve tahribat silahlarıyla savaş yerine, mertçe savaşma sistemi hakim olacaktır.
4) Mafyalar sona erecektir. Senet mafyası, iş mafyası, silahlı mafya, rüşvet mafyası artık faaliyetlerini sürdüremeyecektir.
İşte yüz veya ikiyüz yıl sonra insanlık böyle bir dünyaya ulaşırsa bu yorumlarımız doğru olacaktır. Biz Kur’an’ı doğru anlamış olacağız.
Burada bu âyet geçişin kolay olacağını bildirmektedir. Batı uygarlığından II. Kur’an uygarlığına kolay geçilecektir. Bu geçiş aynı zamanda Kur’an’ın bir mucizesi olacaktır.
Gelecek dünya nasıl kurulacaktır?
1- Önce din ile ilim arasındaki çatışma son bulacaktır. İlim kâinatın ve insanın ne olduğunu ortaya koyar. İlim kâinatın nasıl yapıldığını ve kimin yaptığını ortaya koyamaz, açıklayamaz. Bunu dinler yapar. Kâinatın kim tarafından ortaya konduğunu açıklar. İlimle din dayanışırlar, çatışmazlar.
2- İlim yapacağımız işlerin nasıl yapılacağını ortaya koyar. İlim ne yapılması gerektiğini ortaya koyamaz. İnsan kesmek suçtur. Hayvan kesmek ise ibadettir. Bu hususta karar verme ve bunu tesbit etme ilmin işi değildir. İlim varsayımları ortaya koyamaz, varsayımlar üzerinden sorunları çözer. Din ise ne yapılması gerektiğini ortaya koyar. O halde din ile ilim arasında çatışma değil, tam bir dayanışma söz konusudur.
3- Din önce ortaya çıkmış ve insanlığı onlarca bin yıl içinde hakka götürmüştür. Hak din var, bâtıl din vardır. Bozulmuş dinler vardır. Bu dinlerin kendi asliyetlerini bulmaları için ilimden yararlanmaları gerekir. Kâinat tek Tanrı’nın eseridir. İnsanın beyni de O’nun eseridir. O beyni kâinatı anlayacak şekilde var etmiştir. Buna ilim diyoruz. O peygamberleri göndermiş ve onlar da ilmin tesbit etmediği kısımları onlar vasıtasıyla öğretmiştir. Aralarında çelişki olamaz. Kitaplar ya tahrif edilmiş olduğu için veya biz anlayamadığımız için ilme aykırı görünür. Yahut ilmî olmayan şeyler ilimmiş diye insanlığı kandırmaktadırlar. İnsanların kendiliğinden evrimleşerek olduğu safsatası böyledir. O halde yapacağımız iş, önce müsbet ilimleri kesin olarak doğru öğrenmeliyiz. Müsbet ilmin safsatalarını Kitaplara göre tahlil edeceğiz. Diğer taraftan da müsbet ilmin kesin sonuçları ile Kitapları anlayacağız. İşte gelecek bin yıl insanlık bunu yaşayacaktır. Bu benim temennim değil, İlâhi takdirdir. Bunu yapan dinler hayat bulacak, bunu yapmayan dinler ortadan kalkacaktır.
4- Başka bir şey daha yapmak durumundayız. Bugün yeryüzünde dört büyük din vardır. Milyarlarca insanlar bunlarla müntesiptir. Bu dinler uygarlaşmada birbirlerine dayanışmalıdırlar, birbirleri ile diyalogda olmalıdırlar. Müsbet ilim onlar arasında hakemlik yapmalıdır.
Bu diyalog bugünden başlamıştır.
Bu toplantılara bugün bizleri çağırmıyorlar. Bunun iki sebebi vardır.
Birincisi, bizi çağırmıyorlar, çünkü biz henüz tam hazırlıklı değiliz. İnsanlığa yanlış şeyler sunarsak sonra onları düzeltemeyiz. O halde bizim elimizi kolumuzu bağlayan şey bilgi noksanımızdır, henüz hazır olmamamızdır. Çalışmalıyız, öğrenmeliyiz, anlamalıyız. Ondan sonra herkes bizden bahsedecektir.
Diğeri de, insanlık henüz bizi bilmiyor. Bizi desteklemeleri için bizim bir şeyler yapmamız gerekir. Hazreti İsa, “Allah’a giden yolda bana yardım edecek yok mu?” demiş; Havariler de “Biz Allah’ın ensarıyız” demişlerdir. Şimdi biz de Adil Düzen çalışmalarında ensarullahı bekliyoruz. Bunun için belki bazı şeyler yapmamız gerekmektedir.
Bunun için yapacaklarımız nelerdir?
1) Önce davete yakınlardan başlamalıyız. İstanbul’daki dostlarımız ve ahbaplarımız arasında bu işi yürütmeliyiz...
2) Sonra küçükten başlamalıyız. Herkese yaygın ve kitleleri çağıran bir çalışma yerine, küçük ama sağlam bir oluşmayı meydana getirmeliyiz...
3) Sonra yaparak ve göstererek insanlara gitmeliyiz. Küçük de olsa yapmalıyız. İzmir Akevler’de bu işi tam başaramadık. Birden büyüdük. Bundan dolayı İstanbul Akevler’e yeniden başlamak zorunda kaldık.
4) Mü’minler önce öğrenecekler, sonra yapacaklar, sonra anlatacaklar, sonra birleşip iktidar olacaklar... Öğrenmeden, yapmadan, anlatmadan iktidar olunursa, bugün olanlar olur. O gün öyle gerekiyordu. Şimdi ise işe baştan başlayacağız...
هَلْ (HaL) “Yok mu?”
Dört çeşit cümle vardır.
a) Haber cümlesi, karşı tarafa bir şeyi bildirmek için söylenir. Mesela, ‘at tek tırnaklı hayvandır’ dediğiniz zaman, bunu karşı tarafa anlatmak için söylenir. Bazen kendisinin bunu bildiğini bildirmek için de söylenir.
b) İnşa cümlesi ise karşı taraftan bir şeyi yapmasını istemek için kullanılır. Emir veya reca şeklinde olur.
c) İstifham cümlesi, karşı taraftan bir şeyi söylemesini, bildirmesini istemektir.
d) Bir de takdir veya tevbih cümleleri vardır. Sadece bildirmiyorsun. Onu iyi karşılamadığını da bildiriyorsun yahut sevildiğini bildiriyorsun. Fiili taaccup bu cümledendir.
‘Ne iyi ettin de geldin’ dediğiniz zaman, bu cümle ihbar cümlesi değildir. İnşa cümlesi değildir. İstifham da değildir. O halde bu cümle ne cümlesidir? Bu cümle takdir cümlesidir.
“E” soru edatı olduğu gibi takdir edatı da olur. İnkar veya tevbih için gelir.
“HeL” de soru edatıdır ama ikrar veya tazim için gelir.
Burada, bunda hıcr sahibi olanlara kasem yok mu denmiş olur
Araştırın, bunlar üzerinde düşünün, sonunda kasem bulacaksınız.
Allah fecir olaylarını inceleyin diyor. Madde ve enerjiyi inceleyin. Yeryüzünde kurulan dengeyi inceleyin, evrimi inceleyin. Buralarda âyetler bulacaksınız. Onları size bildiren aynı zamanda âhireti de bildirmiştir, gerçekleşecektir diyor.
فِي ذَلِكَ (FIy ÜAvLiKa) “Burada”
“FıY” kullanılmıştır. Zarftır. Bu anlatılanın içinde kasem vardır deniyor.
“ZâLiKe” tekildir. Bundan önce bahsedilen yemine işaret etmektedir.
Demek ki ikinci ve üçüncü “vav”lar kasem vavı olsaydı “fî tilke kasametün” diyecekti. O halde birinci “vav”dan sonra gelen vavlar kasem değil atıf vavıdır. Yani bütün kasem tek kasemdir, tek oluşa işaret etmektedir. Madde ve enerji tek ve çift ve yesr eden gece bir tek olayı anlatıyor.
Allah oluşa yemin ediyor. O da kâinatın oluşması ve sonunda onun gereği olarak uygarlıkların doğuşu. Biz olayları hep sebep-sonuç ilişkisi ile düşünürüz. Yani insan evrim sonunda oluştu deriz. Oysa evrim insan için yapılmıştır. Kâinat insan için yaratılmıştır. Bu sebepledir ki hepsi sonunda gecenin yesr olması, aydınlanması, daha doğrusu yumuşama olayı üzerinde yemin edilmiştir.
“Zâlike” manâya işaret eder. Lafza işaret etseydi “zâke” den
miş olurdu.
Görüyorsunuz ki, biz istediğimiz manâ çıksın diye manâ vermiyoruz. Kur’an’ın kendi ifadesini kurallara göre açıklıyoruz. “Zâlike” neden denmiş, onun üzerinde duruyoruz.
“Zâlike Kasemun” denmemiş de, “Fî Zâlike Kasemun” denmiş. Çünkü kasem lafız olarak zarftır. Kelimeler zarftır. Yemin edilen ise içindeki manâdır. Manâ da kelimelerin içindedir. Sadece yemin manâsı yoktur. İçinde çok manâlar vardır, onların içinde kasem de yer alır. Bunun için “Fî” harfi gelmiştir.
“Fî Zâlike” nedir? Haber olamaz. O zaman kasemin müpteda olması gerekir. Oysa nekre müpteda olmaz. Biz bu sebeple diyoruz ki, takdim edilmiş haber yerine harfi cerli marife gelirse mübteda olur diyoruz. “Fi’d-Dâri Raculün” dediğimizde, “Fi’d-Dâr” müptedadır, “Raculün” haberdir. Bu sebeple diyoruz ki, “Fi’d-Dâri Raculün” ifadesini beliğ bulmuyoruz.
قَسَمٌ (QaSaMun) “Yemin”
“Kasem” “kısmet”ten gelen kelimedir. Kısmet bölüşmedir.
Bölüşmenin kısmetle alâkası nedir?
Şöyle izah edelim. Bir kimsede emanet bin lira olsa, bu para bu işte çalışanlara aittir dense ve kimlerin çalıştığı bilinmese, ben çalıştım diyenlere yemin verilir, aralarında bölüştürülür.
Neye yemin edeceklerdir?
Çalıştıklarına yemin edeceklerdir. Şayet sonradan çalışmadıkları ispat edilirse, onlara yemin keffareti ödetilir. O da bir köle azadı ile başlar. Kasem bunun için söylenmiştir.
Half etmek, yemin etmek ve kasem etmek vardır.
Half, bir şeyi yapacağına yemin etmektir.
Yemin, geçmişte olanın doğruluğuna yemin etmektir.
Kasem ise her ikisini içerir.
Geçmişte olan olaya yemin edilecek, gelecekte istihkak sahibi olacaktır.
Allah burada kasem ediyor. Geçmişten bahsediyor ve “izâ” ile geleceğini vaat ediyor. Bu zulüm bitecektir. Kolayca gelip gidecektir.
لِذِي حِجْرٍ(5) (Li ÜIy XıCRin) “Hıcırlı olanlar için.”
“Hacer” taş demektir. “Hıcr” ise taş duvar demektir.
Kur’an’da “Hıcr” kelimesi duvar olarak kullanılmaktadır. Filtre anlamında kullanılmaktadır. Sular geçiyor ama maddeler geçmiyor.
Burada duvar manâsında değil de akıl manâsında kullanılıyor, mantık manâsında kullanılıyor. Mantıkta iki şey yapılır. Ya yeni doğrular bulunur, ya da başkalarının yanlışları ayıklanır. Doğru cümlelerle hatalı cümleler ayıklanır. Bu da denemelerle sağlanır. İddia edilen husus denenir. Eğer uygunsa doğrulanır. Müsbet ilim bu demektir.
“İnsan iki yaşında konuşur” dendiği zaman, sağlıklı herkes iki yaşında konuşmuş olur. Bununla beraber yüzde yüz doğru olmaz. Yüzde yüz doğru olsaydı o doğanın değişmez kanunu gibi olurdu. Allah insanlara bunları kendisinin yaptığını göstermek için kimini kör yapar ki insanlar şükretsin. Kimini akılsız yapar ki insanlar şükretsin. Âhirette ise bunun karşılığını fazlasıyla verecektir. Biz buna şükrediyoruz, yarın hamd edilecektir.
Burada sıfatı müşebbehe getirilmemiştir. “Zî” ile yapılanlar geçici sıfatlardır. Kesbidir. Sıfatı müşebbeheler ise sürekli vasıflardır. “Zî ilm” dediğimiz zaman, onu bilen kimsedir. Biraz sonra unutup gider. Âlim dediğin zaman ilimle yüklü olan kimselerdir. Âlim dediğinizde o anda onu bilen demektir.
Kur’an burada “Zî Hıcrı” getirmiştir. Çünkü doğuştan olan vasıf değildir. Herkesin aklı vardır ama o aklı kullanmaz. Ancak bu sadece alelade akıl değildir, araştırıcı akıldır, ilmî akıldır. İlmî akıl demek, deneylerle bilgisini kanıtlayan, yanlış bildiklerini doğru bildiklerinden ayıran demektir.
İslâmiyet’ten önce doğru veya yanlış vardı. Bu da tekti. Oysa İslâmiyet çoklu sistem getirdi. Usulde dört çeşit marifet vardır.
a) Muhkem olanlar, kesin bilgilerdir. Asla değişmezler. Zaman onları değiştiremez. Matematikle ilgili bilgiler, mantıkla ilgili bilgiler böyledir. Ateşin yakıcı olduğu bilgiler de böyledir. Bunlar sünnetullahtır. Zamanla değişmezler.
b) Müfesser olanlar. Bunlar şimdi doğrudur. Mesela, ‘suda hayat yoktur’ sözü doğrudur. Ama zamanla değişebilir. İleride ayda hayat olabilir. Nitekim bundan 3 milyar yıl önce yerde de hayat yoktu. Bu tür bilgileri kişilerin aklı idrak edemez. Ancak icmalarla elde edilir. Muhkem, tüm asırların icmaı ile sabit olanlardır. Müfesser ise çağın âlimlerinin icmaı ile sağlanmaktadır.
c) Bir kişi için kesin olan bilgilerdir. Yeni delil zuhur etmedikçe kişi onu değiştirmez. İşte İslâmiyet’in getirdiği yenilik budur. Kişilere göre değişen ama biri için doğru olan bilgiler vardır. Einstein’ın izafiyet nazariyesi bunu fizikte ispatlamaktadır. Doğrular kişilere göre değişebilir.
d) Kişiler için ikinci derecede olan bilgi daha vardır. Sabahleyin gökyüzüne bakar ve hava yağacaktır diye şemsiye alır veya almaz. Yahut birinci köprü açıktır der, oradan gider. Bu tür bilgilerin doğruluğu kişi için de şüphelidir. Ama yaşamak için ona uymak zorundayız. O halde hıcr sahibi demek, amel eden ve amel ettikçe sonuçları kontrol eden, sonra ona göre amelini değiştiren demektir.
Hıcr sahibi ne yapar?
a) Sorunu geçici değil kuralla çözer. Artık o sorunla karşılaştığı zaman sorunu öyle çözer.
b) Başkalarının çözümlerinden yararlanır. Onların elde ettiklerini tecrübe eder ve kendi bilgisi hâline getirir. Başkalarının söylediklerini ne reddeder ne de kabul eder. Onu değerlendirir. Kendi akıl süzgecinden geçirir, ona göre yani kendisine göre yanlışları doğrulardan ayırır.
c) Sorunları kendisi için çözer ama başkalarının da yararlanmasını düşünür. Çıkar paralelliği içinde ortak çözüm arar, dayanışmalı çözüm üretir. Elde ettiklerini başkaları ile paylaşır. Kendisi de başkalarının elde ettiklerinden yararlanır.
d) Hıcr sahibinin dördüncü silahı ise ilminin olmasıdır. Yani amel ettikten sonra baştan planladığı sonuçlara ulaşamamışsa ona göre planında değişiklik yapar. Bu ilmî metodu İslâmiyet ve Kur’an insanlara öğretmiş, İslâm medeniyeti bunun üzerinde kurulmuştur. Bu demektir ki insan sürekli olarak içtihat içindedir, icma içindedir. Bin sene evvel yapılan içtihatların bugünkü sorunları çözemeyeceklerini bilir. Bize ilmihal yeter demez. İşte Adil Düzen Çalışanları “LiZî HıCR” olanlardır.
Bu âyetlerin manâsını anlamak için müsbet ilimleri benimsemiş olmak ve müsbet düşünmeye uymak gerekir. Çok sevdiğim Merhum Sabahattin Zaim ve Hayrettin Karaman bile bize yönelttikleri tenkitte, bizim Osmanlılar ve Selçuklular zamanında oluşmuş olaylarla ilgilenmediğimizi söylerler. Evet, biz Kur’an’la ilgileniyoruz. Kur’an’ı anlamamız için de elimizde eski kitaplar vardır; yararlanıyoruz. Hazreti Peygamber’in uygulaması var, sünneti var; yararlanıyoruz. Fukahanın usulü fıkhından yaralanıyoruz. Çağımızın ulaştığı müsbet ilimden yararlanıyoruz. Delilimiz dört tanedir. Edille-i Erbaa dışında naklî delil tanımıyoruz. Tarihî olaylar ibret için gereklidir, Sünnetullahı tesbit için gereklidir. Ama asla biz onları delil kabul etmeyiz.
İşte, zî hıcr olmak budur. Bu zî akl olmaktan farklıdır. Akıl tümdengelim ise, hıcr de tümevarımdır diyebiliriz. Akılda cümleler arasındaki bağlar aranır. Bilinen cümlelerden bilinmeyenler çıkarılır. Hıcrde ise elde edilen sonuç amel ile doğrulanır.
Kur’an’ı okuduğunuz zaman bildiklerini teyit etmesi için bir usul öğretir. Sonra siz o usulü kullanır ve bilmediklerinizi öğrenirsiniz. Demek ki usulü fıkhı biz Kur’an’dan öğreneceğiz. Sonra o usule göre Kur’an’dan yeni manâlar çıkaracağız. Bu benim eski söylediklerime aykırı gibidir. Demek ki o zaman eksik anlamışım.
Müçtehitler Kur’an’ı sünnetle yorumladılar. Sünnete uygun olacak şekilde fıkıh usulünü tedvin ettiler. Çünkü sünnet Kur’an’ın o çağdaki yorumudur. Yaptıkları son derece doğrudur. Bu sebepledir ki onların usulünü biz kullanıyoruz Biz ise şimdi icmalara göre Kur’an’ı yorumlayacağız. Yani fıkıh usulünü öyle tedvin etmeliyiz ki, icmalarla sabit olanlara uysun. Yani icmalarla sabit olanlara Kur’an’ı tevil edeceğiz. Böylece ortaya çıkan usulü fıkha göre biz kendimiz içtihat edip sünnetleri çözeceğiz.
İcma olarak da:
1) Sahabelerin icmaı âyet gibidir. Tevilsiz reddetmek küfürdür.
2) Tabiinlerin icmaı meşhur hadis gibidir, muhalefet günahtır ama küfür değildir.
3) Tebe-i Tabiine ittiba caizdir. Muhalefette bir günah yoktur.
4) Sonunda asrımızın icmalarına uymak zorundayız. İçtihada muhalefet ederiz. Aksi icma ile değişir. Bizden sonraki asırları bağlamaz. Bizim icmalarımız bin sene sonra oluşacak üçüncü Kur’an uygarlığını bağlamaz.
İnsanlar itikatlarına göre değil, niyet ettikleri amellere göre cennete veya cehenneme gideceklerdir. Bize muhalif olanları asla tekfir etmeyiz. Onlara saygılı oluruz. İçtihatları hatalı olsa da cennete gider, her zaman ileride olabilirler. Sonra bilin ki sizler de onlar kadar hata edebilirsiniz. Onlar size yukarıdan baksalar da siz daima yerinizde durunuz. Onlar sizi sevmeseler de siz onları seviniz. Bu benim sözüm değil, Kur’an’ın emridir.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-489/ADİL DÜZEN DERSLERİ-319 İstanbul, 20 Aralık 2008
YİNE İŞSİZLİK MESELESİ VE ÇÖZÜMÜ
Herkes karnını bir şekilde doyurmaktadır. Bunun için ortalama 2000 ile 4000 kalori almaktadır. Karın doyurmak için alınan ucuz besinler daha sağlıklıdır. Mesela baklava yerine domates daha sağlıklıdır ve çok ucuzdur. Dolayısıyla burada zenginlerle fakirler arasında bir adaletsizlik söz konusu değildir. Yoksullar ise karınlarını zor doyururlar ama onlarda şeker hastalığı yoktur.
İnsanların yaptığı ikinci iş de çalışmadır, üretmedir, üretimdir. İnsanlar ya yapıcı olurlar, ya da yıkıcı olurlar. Mesela tütün eken insanlığı zehirlemektedir, patates eken ise insanlığı beslemektedir. O halde bizim yapacağımız iş önce insanları zararlı işler yapmaktan uzak tutmaktır. Bir başka konu da işsiz bırakmamadır. Çünkü insan boş kaldıkça yalnız kendisine değil, aynı zamanda insanlığa da zararlı olmaktadır. Çünkü çalışmayan da yemektedir, yani üretmemekte ama tüketmektedir. Çalışıp üretmediğine göre, o zaman başkalarının hakkını yemektedir demektir.
Bu durumda demek ki bir devletin yapacağı iki işi vardır:
Birincisi, vatandaşlarının zararlı işler yapmalarını önlemek,
İkincisi ve diğeri de kimseyi işsiz bırakmamaktır.
Ondan sonra diyelim ki Yahudilerin dediği oldu, tüm dünya tek devlet oldu ve dünyayı onlar idare ediyor. Eğer insanlar zararlı iş yapmıyorsa, boşta kalmıyor üretime herkes katılıyorsa, Amerika’daki iki yüz Yahudi iki yüz kişilik yer ve de durumları bizimkinden farklı olmaz.
O halde biz ekonomide sorunlar çözülmüş müdür, değil midir, ona bakarız. İşsizlik var mıdır, yok mudur, ona bakarız. Herkesin karnı doyuyor mu, doymuyor mu, ona bakarız.
Bugün yalnız Türkiye’de değil, bütün dünyada zararlı işler yapılıyor.
Terör olayları zarardır... Anarşi zarardır... Haksız savaşlar zarardır...
Bütün bunların yanında ve hepsinden daha önemlisi, her yerde işsizlik olmaktadır. Sermaye bu işi başaramıyor. Biz onun için onlara muhalifiz, yoksa biz kendi işimize bakarız. Neden onlarla uğraşalım. Ne halleri varsa görsünler der geçeriz.
1969 yılında bağımsız adaylığımızı koyduğumuzda anlattığımız tek şey vardı:
FAİZ EKONOMİYİ ÇÖKERTMEKTEDİR…
Çare ve çözüm de:
ÜRETİMDİR, FAİZSİZ KREDİLEŞMEDİR...
Bunlar Mehmed Şevket Eygi’nin o zamanki Bugün gazetesinde yayımlandı.
Sonra Tek Yol dergisini çıkardık, orada da daha geniş detaylarıyla yer aldı.
Necmettin Erbakan “Adil Düzen’de, Adil Ekonomik Düzen’de anlattı.
Süleyman Karagülle ve çalışma arkadaşları Faizsizlik kitabını yazdı.
Bir devlet işsizliği çok kolay ve hemen önleyebilir.
Bunları kırk yıldır anlatıyoruz.
Tekrar edelim.
Bir patron hizmetçisinden şikayet ediyor, ‘Hizmetçim her gün benden para istiyor’ diyormuş. Arkadaşı sormuş; ‘Hizmetçi verdiğin parayı ne yapıyor?’ demiş. ‘Hiç vermiyorum ki ne yaptığını bileyim!’ diye cevap vermiş.
Biz kırk senedir aynı şeyleri söylüyoruz ama hiç duyan oldu mu?
Her şeye rağmen söylemeye devam edeceğiz.
a) İşçilere faizsiz kredi verilecek. Ama bu faizsiz kredi onların eline verilmeyecek. ‘Git önce bir işverenin yanında çalış, sonra gel parayı al.’ İşletme borçlu olsun.
b) İşletme ham madde satın alacak, parasını devlet ödeyecek. Sonra mal satılınca devlet alacağını tahsil edecektir.
c) Faiz fiyatları durmadan artırmaktadır. Faizsiz sistemde ise fiyatlar zamanla artmaz. Dolayısıyla ürün üretilecek, böylece mallar stok edilecek, pahalılık olmayacaktır. İşletmeler işçi arayacaklar, sermaye aramayacaklar.
d) Krediler icrasız olacaktır. Sadece ürün ortak ambarlara konacak ve satıldıkça bedeli bölüşülecektir. Kamu kredisini itfa edecektir.
Bu sistemde neler olur?
a) Bu sistemde tam istihdam sağlanır.
b) Üretim serbest piyasa üzerinden işler.
c) Sermaye sömürüsü ortadan kalkar, sermaye hizmeti ortaya çıkar.
d) Diğer bütün sorunlar çözülmüş olur. Enflasyon olmaz, açık bütçe olmaz, dış borç olmaz, işsizlik olmaz, açlık olmaz.
Bize itiraz ediliyor...
Yakında belediye seçimi var. Bir belediyeyi Akevler Adil Düzen Ekibi’ne versinler. Sorunların nasıl çözüldüğünü görsünler.
Şunu da hatırlatmak isterim ki, sizden para istemeyeceğiz. Biz bunu belediye imkanları ile çözeceğiz. Hattâ belediye bütçesine de dokunmayacağız. Halkımız bu sorunları birlikte çözecektir.
Nasıl çözecektir?
Tüm halka bize günde saat çalışmasını ve parasını şimdilik istememesini önereceğiz. İşletmelere gidecekler, çalışacaklar, bedellerini dört ay sonra alacaklar. Üreticilerden de ham madde vermelerini isteyeceğiz, onlar da paralarını dört ay sonra alacaklar. Böylece dört aylık üretim olacaktır.
İstanbul’da 6 milyon işçi var. Günde iki saat, ayda 60*6=360 milyon saat eder. Dört ayda bir buçuk milyon saat eder. 2 milyar kadar bir malımız olmuş olur. İşte bu para ile işletmelerde çalışan işçilere kredi açmış oluruz. Kredi almak isteyen bu parayı şimdi çekmekten vazgeçer. Böylece sistemi kurmuş oluruz.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-489/ADİL DÜZEN DERSLERİ-319 İstanbul, 20 Aralık 2008
YİNE KURBAN MESELESİ VE KURBAN-‘08
Kurban hakkında geçen yıl yazmıştık: İbadetler insanların eğitilmesi içindir...
Kurbanlar sokaklarda kesilecek... Kanlar ve pislikler sokakları dolduracak...
Neden?
Çünkü savaşlar, zelzeleler, sel, kar gibi âfetler insanları bu durumlarda bırakır. Çocuklar da bunları görerek büyüyecekler. Kandan korkmamalıdırlar. Çocuk ilk yıllarda algıladıklarıyla muafiyet kazanır. Sonra bir türlü alışamaz. Her şey vaktinde yapılmalıdır.
İşte Kurban bunun için farzdır.
Kurban doğal veya sosyal âfetlere karşı ne kadar hazırlıklı olduğumuzu gösterir. Belediye temizlik yapmakla yükümlüdür. Bakalım akşam üstü sokaklar temizlenmiş midir? Sokaklar kirlenmeyecekse neyin ceremesini ödüyoruz?
Tabii bizim söylediklerimizi Kur’an’a inanmayan, Tevrat’a inanmayan insanlar dinlemezler ve anlamazlar. Ne yazık ki Kur’an’la haldeş olduklarını sanan eşek misali taşıyıcılar, inatlarında ısrarcı olmuşlar, Batı modası saldırılara devam etmişlerdir. Batılılara bizim kurban kestiklerimizi rapor ediyorlarmış. Haydi, siz de enamdan edal olanlar. İstediğiniz kadar rapor edin. Tevrat ve İncil yasakladığı halde, zinayı mukaddes hâle getiren siz değil misiniz? Domuz etini haramlığına rağmen yiyen siz değil misiniz? Siz kimsiniz de bize emrediyorsunuz? Gaflet ve dalalette olanlar, hattâ hıyanet içinde olanlar size söz verebilir, belki yeni Sevr’i imzalayabilirler. Biz sizinle Sakarya’larda, Dumlupınar’larda hesaplaşırız.
Onlara bir şey diyemeyiz ama içimizdeki gafillere millet artık “dur” demelidir. Tayyip’in kanalı imiş; haberlere Kurbana saldırmakla başladı ve terbiyesizce saldırıya devam etti. Tertipledikleri senaryoları ekrana getirdi. Kör bıçakla kurban kesiliyormuş! Kamera da hemen yetişmiş! O olay öyle olsa bile, milyonda bir olayı tümüyle öyle imiş gibi göstermeye ne gerek var. Ehli tarikat kıssaları hep iyilik üzerinden anlatır, “Yaratılanı hoş gör, Yaratan’dan ötürü” der. Bayramlarımızı zehir etmeye bu medya parçalarının ne hakları vardır. Sayın Tayyip bey, sen kendine özel kanal edineceğine, devlet kanallarını bu tür terbiyesizlere cevap verecek hâle getir. Bir kanalı Akevler’e ver de tarafsız millî bir kanalın, satılmayan kanalın, gaflet ve dalâlette olmayan kanalın nasıl olacağını gör. İbret al. Eskiden bizden olmayan insanlar iktidar olurlar, onlara kin besler avunurduk. Şimdi şaşkına döndük. Bizden daha muttaki ve mü’min kardeşlerimiz geldiler ve iktidar oldular. Kimden kime şekva edelim diye şaşırdık. Adeta millet ümitsiz hâle gelmiştir. Kırk sene uğraşırsınız, Anayasa ekseriyeti ile iktidar olursunuz. Yakın arkadaşlarınız en yüksek makamları işgal ederler. Ama yıllarca muhalefet ettiğiniz CHP’yi ararsınız. Onların iktidarında millî kanal bu kadar aşağılık bir biçimde millete ve onun inançlarına saldırmaz, aldıramaz.
Adil Düzen Çalışanları, siz hiç ümitsiz olmayınız. Artık gün ağarmaya başlamıştır. Bunlar Adil Düzen içinde kendiliğinden susacaklardır. Çünkü onların karşısına çıkacak TRT onlara öyle cevaplar verecektir. Utançlarından yerin dibine geçeceklerdir.
Kurbanlar bizim, sokaklar bizim, pislikler bizim, çocuklar bizim…
O halde size ne oluyor?!.
Beğenmiyorsanız kurban kesmeyenlerin sokaklarına taşının. Onlar kurbanı kurumlara havale edip yasak savıyorlar. Siz onlara eklenin. Hiç kesmeyin. Söz veriyoruz, sizin sokağa gelip kurban vaciptir demeyeceğiz. Çünkü kurban mü’minlere vaciptir, sizlere değil.
Savaşı biz kazanırız; siz başımıza musallat olursunuz. Seçimi biz kazanırız; siz başımıza musallat olursunuz. Bu böyle gitmeyecektir. Sonunda acınız büyük olacaktır. Biz acımızı çekiyoruz. Ama cenneti ümit ederek sabrediyoruz. Ama siz hem dünyada rüsvay olacaksınız hem de âhirette cehennem sizi bekliyor.
Sokaklarda kurban kesiliyormuş, kan akıyormuş, çocuklara kötü örnek olunuyormuş. Size ne, o çocukları siz mi doğurdunuz? İslâmiyet’te kitle imha silahları yoktur. Mertçe askerler savaşır, galip gelene iktidarı teslim eder. Halk savaşa katılmaz. Bir düello gibidir. Siz ise oluk oluk sokaklarda savunmasız insanların kanlarını akıtıyorsunuz. Birinci Cihan Savaşı’nı, İkinci Cihan Savaşı’nı biz mi çıkardık? Tüm Amerika kıtasında soykırımı biz mi yaptık? Bu kadar yüzsüzlük olmaz ki. Onların tellallığını yapan gafil vatandaşlarımız; bilin ki size gerçekten acıyor ve akıbetinize cidden üzülüyoruz. Bu kadar büyük gaflet nasıl oluyor? Televizyona haber lazımsa senaryosunu iyi insanlara yazdırabilirsiniz.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-489/ADİL DÜZEN DERSLERİ-319 İstanbul, 20 Aralık 2008
EHLİ SÜNNET VE SÜNNİ-Şİİ FARKI
Laikler laikliği tarif etmez; işlerine geldiği zaman işlerine geldiği gibi anlasınlar diye.
Bizimkiler de Ehli Sünneti tarif etmez; Ehli Sünneti ilmihal Müslümanlığına irca ederler. Önce kendilerine saygı ve sevgi duyduğum bu kardeşlerime şunu bildirmek isterim ki, ilmihal diye bir ilim sözkonusu değildir. İslâmiyet’te böyle bir ilim yoktur.
İslâmiyet’te fıkıh vardır. Fıkıh İslâmiyet’in üçüncü asrında ortaya çıkmıştır. Resul hayatta iken sorunları o çözüyordu. Bunun için ya içtihat yapıyordu, ya da vahiy alıyordu. İçtihatta hata yaparsa Allah Cebrail’i gönderiyor ve hatasını düzeltiyordu. Resulün vefatından sonra raşid halifeler de içtihat yaptılar. Vahyin yerini istişare almıştı. İçtihatta hata affedildiği için dört halifenin içtihatları da isabet kabul ediliyordu. Ancak sahabelerden biri muhalefet ederse o yalnız ona delil sayılıyordu. Sükuti icma delildi ama kesin delil değildi. Yani ona muhalefet caizdi.
Dört halifeden sonra halifelere güven kalmadığı için halk kendisine müçtehit aradı. Değişik fıkıhçıların fetvaları çevresinde birleşti. Böylece mezhepler doğdu. 200 kadar mezhep ortaya çıktı. Onların görüşleri günümüze kadar gelmiştir. Çok derin araştırmalar sonucu yavaş yavaş isabet eden mezhepler ortada kaldı. Diğerleri elendi.
Bunlar iki gruba ayrıldı.
Sahabelerin icmasını delil kabul etmeyerek, Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer’in halifeliğini meşru kabul etmeyen mezheplere “Şii” dendi.
Sahabelerin kavlî ve fiilî icmalarını kesin delil kabul ederek onlara muhalefeti şirk, isyan, âyeti inkâr gibi görerek dört halifenin halifeliğini tasdik etmeyenler ehli dalâlet kabul edildi. Çünkü onlar sahabelerin icmasını reddediyorlardı. Bunlar da “Sünni” dendi.
Sünnilerle Şiiler arasında dört noktada temel ayrılık vardır.
1- Sünniler sahabelerin kavlî veya fiilî icmaı âyet gibi kabul ederek inkâr edeni ehli dalâletten saymaktadırlar. Şiiler ise sadece ehli beytin icmalarını icma kabul etmektedirler.
2- Sünniler ile Şiiler arasındaki ikinci ayrılık; Ehli Sünnete göre Kur’an’dan sonra masum insan yoktur. İçtihat eden Hazreti Ebubekir de olsa, Hazreti Ömer de olsa, Hazreti Ali de olsa hata eder. Dolayısıyla onların kavilleri bize delil olmaz. Ancak icmalar kesin hükümlere götürür ve katiyeti ifade eder. Şiiler ise; Hazreti Ali’nin soyundan gelen halifeler de masundurlar, hata etmezler diyorlar. Onların içtihatlarına uymak gerekir. Uymayanlar resule uymamış gibi olurlar. Çünkü onlar da resuldürler. Nebi değildirler ama resuldürler.
3- Sünniler ile Şiiler arasındaki üçüncü ayrılık takiyye konusundadır. Fitne çıkmasın diye bir hükümdara itaat edildiğinde, ondan sonra onun hükmettiği yerden çıkılmadığı takdirde ona itaat farzdır. Ehli Sünnete göre takiyye yoktur. Biat da talak ve nikah gibidir. İkrah bu akitleri iptal etmez. Sadece günah işlenmiş olur.
4- Ehli Sünnet ile Şiiler arasında uygulamada da bazı ayrılıklar kendisini gösterir.
a) Şiiler ayaklarını yıkamazlar, çıplak ayağa meshederler. Sünniler çıplak ayaklarının yıkanmasını şart koşarlar, mestlerin üzerinde meshleri caiz görürler.
b) Şiiler muta nikahını kabul etmekle beraber, Sünniler muta nikahını da normal nikah gibi görürler. Bunlar mihir ve miras konularında hüküm ifade eder.
c) Şiiler Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin sülalesinden gelenleri seyyid kabul ederek onlara özel statü tanırlar. Yönetimin onların hakkı olduğunu söylerler. Sünniler ise ehli beyt olarak Hazreti Muhammed’in hayatında aynı çatı altında yaşayanları kabul ederler. Onların vefatı ile zilkurba müessesesini de sona erdirirler.
d) Sünniler ölmüş müçtehitlerin mezhepleri ile de amel edilebileceğini kabul ettikleri halde, Şiiler hayatta olan ayetullahın fetvaları ile amel edilebileceğine inanırlar.
Görülüyor ki Sünni ve Şii mezhepleri tamamen sonradan ortaya çıkmış mezheplerdir.
Buradaki asıl konu bugünkü hayatımızı nasıl düzenleyeceğimizdir. En büyük sorun içtihat ve icma sorunudur. Günümüzde ortaya çıkan sorunları nasıl çözeceğiz? Bugün Türkiye’de kendilerine Ehli Sünnet diyen M. Şevket Eygi gibi kardeşlerimiz vardır. Bunlar laikliğe düşmandırlar ama kendileri laik hayat yaşarlar. İslâmiyet’i ibadetlerin görüntüsünde hapsetmişlerdir. İlmihal kitapları İslâmiyet’i laikleştiren kitaplardır. Birkaç asırdır adı geçmektedir. İslâmiyet’te fıkıh vardır, delilleri dörttür: Kitap, sünnet, icma ve kıyas. Kelamda yani iman kısımlarında yalnız icma ile yorumlanan kitap ve sünnet delildir. Kıyas kelami konularda delil değildir. İhtilaflı kısımlar da imanın konusu olmaz. Amelde ise içtihatla amel yalnız caiz değil, aynı zamanda farzdır. Herkes kendi içtihadıyla amel edecektir. İçtihat yapamayanlara bir müçtehide tabi olma ruhsatı verilmiştir.
Ameli hükümler de dört tanedir.
a) İbadetler: Bunlar kamuya karşı görevlerdir. Kamu hakları Allah’ın hakları sayılmıştır. Cemaat olma, ortak bütçe oluşturma, yasaklara uyma ve toplantılar yapma.
b) Evlilik: Aileye karşı, insanlığa karşı haklardır. Böylece neslin devamı sağlanır. Biyolojik haklardır.
c) Alışveriş: Ekonomik hukuktur. İnsanların nasıl çalışacaklarını ve malları nasıl alıp satacaklarını tanzim eden bölümdür.
d) Bir de cezalar vardır. Kısas temel ilkedir.
Laik olmayanlar bunların hepsine hükümler üretirler. Her karşılaştıklarında soruları dört delile sorarlar. Mesela hangi partiye oy vereceklerini dört delille belirlerler. Müslümanlar 600 sene böyle yaşadılar.
Zaman ilerledikçe fıkıh uygulanmaz oldu, eski içtihatlar sorunları çözmediler. İnsanlar dört delil yerine akıllarını kullanmaya başladılar. Zamanla içtihadı yasakladılar. Keyfi yönetimi getirdiler. Fıkhın diğer üç bölümüne ihtiyaç kalmadı. Onları çıkardılar. İbadet kısmında değişiklikler yaptılar. Mesela Cuma namazını mülki amirin kıldırması gerekirken bir görevliye verdiler. Zekatı kamu bütçesinden çıkarıp fakire verilen atiyyeye çevirdiler.
Böylece fıkhın ancak sekiz veya onda biri kaldı. Kur’an ve sünnet rafa kaldırıldı ve laik bir din uygulaması için ilmihal kitaplarını telif ettiler. İşte bugün elinizde bulunan ilmihal kitapları şeriattan ayıklanmış, sadece Hıristiyanlık benzeri bir dinin ayinler kitabıdır. İslâmiyet’in ancak onda birini içermektedir.
Gerçekten Ehli Sünnet olanlar ilmihallere değil, Kitap, sünnet, icma ve kıyasa uyarlar. Yalnız ibadetlerde değil, nikahta, muamelatta ve ukubatta da dört delil ile hareket ederler. Ben böyle bir Ehli Sünnet müntesibiyim.
İlmihalleri Kur’an’ın üstüne çıkaran kardeşlerimi severim. Çünkü onlar bunu Allah rızası için yapmaktadırlar. Ama onların yolunun dalâlet olduğunu söylemek de bana verilen İlâhi emirdir.
Kendilerini çok takdir ettiğim ve sevdiğim Hayrettin Karaman ile M. Şevket Eygi’yi tartışmaya davet ediyorum. Ben her zaman değişmeye, delillendirdikleri takdirde kendilerinin yanında sevine sevine yer almaya hazırım. Çünkü böylece sevap almış olacağım. Ben onları yenmek için tartışmıyorum. Hakkın ortaya çıkması için tartışıyorum. Mağlubiyetten üzülme değil, doğruyu buldurdukları için onlara dua ederim; Allah’ıma da hamd ederim.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92