1967...1968...1969....AKEVLER 45 YILDIR ÇALIŞIYOR....2009...2010...2011
BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
ADİL DÜNYA DÜZENİ 604
“ADİL DÜNYA DÜZENİ” III. BİN YIL MEDENİYETİ PROJESİDİR.
“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)
Haftalık Seminer Dergisi; 604. Hafta 26 Mart 2011 Fiyatı: www.akevler.biz’e tıklamak!
BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR.. ÇOĞALTABİLİR.. DAĞITABİLİRSİNİZ...
“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 604. SEMİNER
“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)
“İ L İ M TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
Tefsir Seminer Notları Yenibosna’da Cumartesi akşamları okunup tartışılmaktadır.
GAYEMİZ: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada “OKUNMASI, ANLAŞILMASI VE UYGULANMASI”DIR. Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL
***
*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;
İŞSİZLİK SORUNUNU NASIL ÇÖZELİM?
JAPONYA
JAPONLAR NÜKLEER KRİZDEN İNANÇ KRİZİNE GİREBİLİR
***
*ÜSKÜDAR SEMİNERLERİ; 154. SEMİNER
Her Hafta ÇARŞAMBA akşamı; Adres: EMİNEVİM, Kısıklı Cad. No: 36 Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL Tel: (0216) 444 36 46
SOHBET… SEMİNER… SORULAR-CEVAPLAR…
***
Merkez Bankası faizci bankaları tefeci yaptı
Sosyal tufandan sonrası kıyamet
Ekmek, fırın, belediye ve ‘model’ olmak-1-2
Âti, Âkif ve İslâm âlemi
Âtide Türkiye ve İran’ın görevleri
Reşat Nuri EROL
***
MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 12
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَوْفُوا بِالْعُقُودِ أُحِلَّتْ لَكُمْ بَهِيمَةُ الْأَنْعَامِ إِلَّا مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَأَنْتُمْ حُرُمٌ إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ مَا يُرِيدُ (1) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَائِرَ اللَّهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَائِدَ وَلَا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَانًا وَإِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُوا وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَنْ صَدُّوكُمْ عَنْ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَنْ تَعْتَدُوا وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ(2) حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللَّهِ بِهِ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّطِيحَةُ وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ إِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَأَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْأَزْلَامِ ذَلِكُمْ فِسْقٌ الْيَوْمَ يَئِسَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ دِينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِي الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمْ الْإِسْلَامَ دِينًا فَمَنْ اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِإِثْمٍ فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (3) يَسْأَلُونَكَ مَاذَا أُحِلَّ لَهُمْ قُلْ أُحِلَّ لَكُمْ الطَّيِّبَاتُ وَمَا عَلَّمْتُمْ مِنْ الْجَوَارِحِ مُكَلِّبِينَ تُعَلِّمُونَهُنَّ مِمَّا عَلَّمَكُمْ اللَّهُ فَكُلُوا مِمَّا أَمْسَكْنَ عَلَيْكُمْ وَاذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَيْهِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ (4) الْيَوْمَ أُحِلَّ لَكُمْ الطَّيِّبَاتُ وَطَعَامُ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنْ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنْ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ إِذَا آتَيْتُمُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ مُحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَ وَلَا مُتَّخِذِي أَخْدَانٍ وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْإِيمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ وَهُوَ فِي الْآخِرَةِ مِنْ الْخَاسِرِينَ (5) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلَاةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُءُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَيْنِ وَإِنْ كُنْتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُوا وَإِنْ كُنْتُمْ مَرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاءَ أَحَدٌ مِنْكُمْ مِنْ الْغَائِطِ أَوْ لَامَسْتُمْ النِّسَاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَاءً فَتَيَمَّمُوا صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُمْ مِنْهُ مَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ حَرَجٍ وَلَكِنْ يُرِيدُ لِيُطَهِّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ(6) وَاذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَمِيثَاقَهُ الَّذِي وَاثَقَكُمْ بِهِ إِذْ قُلْتُمْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ (7) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُونُوا قَوَّامِينَ لِلَّهِ شُهَدَاءَ بِالْقِسْطِ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَى أَلَّا تَعْدِلُوا اعْدِلُوا هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ (8) وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ عَظِيمٌ (9) وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ (10) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ هَمَّ قَوْمٌ أَنْ يَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ فَكَفَّ أَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلْ الْمُؤْمِنُونَ (11)
وَلَقَدْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَبَعَثْنَا مِنْهُمْ اثْنَيْ عَشَرَ نَقِيبًا وَقَالَ اللَّهُ إِنِّي مَعَكُمْ لَئِنْ أَقَمْتُمْ الصَّلَاةَ وَآتَيْتُمْ الزَّكَاةَ وَآمَنْتُمْ بِرُسُلِي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَأَقْرَضْتُمْ اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا لَأُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَلَأُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ فَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبِيلِ (12)
وَلَقَدْ
(Va LaQaD)
Bundan önceki âyette, bir kavim ellerini üzerinize uzatmışlar, biz de onları tutmuştuk denmektedir. Bu uzatma neydi? Orda geçen “kavim” kelimesi nekre idi. Gizli bir elin bulunduğunu ifade etmiştir. Bugün bizim için bu gizli el sahipleri kimlerdir?
İşte bu âyet bunların İsrail oğulları olduğuna işaret etmektedir.
“Vav” harfi ile atfetmiş demek, burada anlatılanlarla yukarıda anlatılanlar arasında bir ilişki vardır demektir.
“Lekad” ile ayırması ve kavme zamir göndermeyip izhar etmesi, ellerini uzatanlar ile misakı alınmayanların aynı kimseler olmayıp bunların ataları olmasındandır.
“Lam” tekit için gelmiştir.
“Kad” ise eskiden alınmıştır ama misak hâlen yürürlüktedir demektir.
Kurulan İbrani devleti önce ikiye ayrılmış, sonra yıkılmıştır. Babil’e esir olarak götürülen İsrail oğulları orada kendi kültürlerini korumuşlardır. Asurlular daha sonra onların memleketlerine dönmelerine izin vermiş, ancak bunlar devlet kuramamışlardır. Sonra buraları Romalılar istila etmiş ve orada esir olarak yaşamışlardır. Mescid-i Aksa’ya ise yaklaştırılmamışlardır bile. Hazreti Ömer Kudüs’ü alınca İsrail oğullarına da oralara girme imkanı sağlanmıştır.
İsrail oğullarının yeniden canlanmaları ancak İstanbul’un fethi sonrasında Amerika’nın bulunmasından sonra olmuştur. Hıristiyanlar ile Müslümanlar arası ticaret gelişince İsrail oğulları bundan yararlanmış ve zengin olmuşlardır. İşçiliği bilmeyen Avrupalılara Müslümanlardan öğrendikleri sanayii götürmüşler ve dünyaya ekonomik olarak hakim olmuşlardır. Müslümanlarla Hıristiyanları çatıştırıyor, kendi imkanlarını geliştiriyorlardı.
Yirminci yüzyıla geldiklerinde bunlar 1897 yılında İsviçre’nin Basel kentinde yaptıkları Yahudi Kongresi toplantısında şuna karar verdiler. Müslümanlar o kadar zayıfladılar ki, artık bunların Hıristiyanlara karşı durması mümkün değildir. Hıristiyanlığı ve Müslümanlığı ortadan kaldıralım, çatışmayı başka bir şey üzerine kuralım, kapitalizm ve sosyalizm rejimleri üzerinde kuralım. Marx’a hazırlattıkları tezleri Almanları da kullanarak Rusya’da sosyalizmin merkezini kurdular ve ABD’yi de kapitalizmin merkezi yaptılar.
İslâm dünyasını da işgal ederek dine karşı şiddetli bir saldırıya geçtiler. İslâm âlemi dinsizleştirilecek ve asimile edilecektir. Arapça eğitim dili olmaktan çıkarılacaktır.
İşte, bundan önceki âyette geçen “ellerini size uzattılar, Allah da tuttu” âyeti onu bildirmekte idi. Bir asır geçmeden rejim bloklaşmaları sona erdi, İslâm devletleri bağımsızlıklar kazanmaya başladı, dinsizlik akımı da adım adım ortadan kalktı, kalkıyor.
Şimdiki soru şudur: İsrail oğulları bugünkü Avrupa medeniyetini bu hâle getirdiler. Bunu dinsizliğe ve ahlâksızlığa dayanan faizli ekonomi ile sağladılar. Büyük güç elde ettiler. Elleri üzerimizde dolaştı. Şimdi ise elleri tutulmuştur. Sovyetler yıkıldı. ABD’de Obama başkan oldu. AB Papa’nın etrafında kenetleniyor. İslâm ülkeleri çok yönlü bağımsızlıklarına kavuşuyorlar. Peki, bundan sonra İsrail oğullarının durumu ne olacaktır?
أَخَذَ اللَّهُ
(EPaÜa elLAHu)
“Allah ahz etti.”
Bundan önce geçen yedinci âyette Allah sizinle yaptığı misakı vask etmişti.
Burada ise Allah’ın ahz ettiği misaktan yani aldığı misaktan bahsetmektedir.
İki misak arasında ne fark vardır?
Mü’minlerden alınan misakta “misak” kökünden fiil getirilmiştir.
Burada ise “ahz” kökü ile “misak” yapılmıştır. Onlarda misakın Allah’ın emri ile olmasından dolayı bütün İsrail oğulları askerlik yapmakta idiler. Oysa mü’minler gönüllü askerlerden oluşmaktadırlar. Mü’minlerin misakı kendi istekleri ile olmaktadır. Onlarda ise Allah’ın o görevi vermesi, onların da görevi cemaatle kabul etmeleri ile olmaktadır. İsrail oğullarından hiçbiri askere gitmemezlik edemezdi, başkaları da askere alınmazdı.
Onbeş yaşına gelen çocuk asker olup olmayacağına karar verir. Asker olacaksa bedel vermez, askere gider. Ne kadar askerde olacağı hususu ise her yıl o yıl baliğ olanlar için tesbit edilir ve o geçerli olur. Askere gitmeyenler için de bedel tesbit edilir. O da her yıl tesbit edilir. o yıl baliğ olanlar veya o yıl ülkeye hicret edenler 63 yaşına kadar o bedeli öderler.
Bedelli olanlar her zaman nöbetli olabilirler. Nöbetli olanlar ise ülkeyi terk etmedikçe bedelli olamazlar. Bu hükümler sünnetle fıkıhlarda tesbit edilmiştir. Biz de onlara uyarak “Adil Düzen Anayasası”nda yazdık. Burada Kur’an’dan delil bulmaktayız.
Biz istihsanı Kur’an’da doğrudan delil bulamadığımız hükümler için kullanıyoruz.
مِيثَاقَ
(MiYÇaQa)
“Misakı ahz etmişti.”
“Vask” denklerin bağlandığı iptir. Yani nasıl ip denkleri birbirine bağlarsa, misak da insanları birbirine bağlar. “Misak” masdarı mimidir. “Ahz” ise fiili nakıs olmaktadır; yani Türkçede kullandığımız yardımcı fiil olmaktadır. İsrail oğullarının Allah’la yaptığı anlaşma Tevrat’tır. Bizim yaptığımız anlaşma Kur’an değildir, Kur’an’dan istinbat edeceğimiz hükümlerdir. Yani biz içtihat ve icma yapacağız, sonra da bizim içtihat ve icmalara uyacağız.
بَنِي إِسْرَائِيلَ
(BaNIy EiSRAvEIyLa)
“İsrail oğulları.”
İsmail, İsrafil, Cebrail, Mikail benzer isimlerdir, sonlarında “L” harfi gelmektedir. Arapçada “Li” ve “Le” mülkiyeti ifade eder. “İsmail” işiten kimse demek, “Cebrail” zorlayan kimse demektir. Türkçede de bu harf aidiyeti ifade eder; “dağlı, evli” gibi.
Bu kavim gece yürümüştür. Mısır’dan çıktıkları zaman geceleyin ayrılmışlardır. Onların çocukları oldukları için “İsrail” denmiştir. Bununla beraber Hazreti Yakup aleyhisselâm amcası Hazreti İsmail’i ziyaret etmiş ve gece seyahat yaparak Filistin’e dönerken Kudüs’te bir rüya görmüştür. Orası sonra insanlığın merkezlerinden biri olacaktır. Bu husus Kur’an’da da anlatılmaktadır.
İsrail oğulları Hazreti Yakup’un oğullarıdırlar. Uygarlığı bunlar kurmuşlardır. İsmail Mekke’de yerleşmiş ve Hazreti Muhammed aleyhisselâm da onun torunu olmuştur.
Allah insanlığı bir uygarlıkta toplamayı murad etmiş ve bu görevi Hazreti İbrahim’in çocuklarına vermiştir. Hazreti Yakup’un çocukları Hazreti Yusuf’un başkanlığında yeni bir ulus ortaya çıkarmışlardır. Bu ulus insanlığı bugünkü hâle getirmiştir.
Kur’an Araplara nâzil olmuş, onlar da uygarlaşmada etkili olmuşlardır. Ne var ki onlar kültür olarak Yahudilerin kültürlerine oturmuşlardır.
Hazreti Muhammed aleyhisselâm Mekke’de çok zor durumda iken, kimse onlara önem vermezken, Medineliler onu kendi şehirlerine davet etmişlerdir. Büyük bir ihtimalle Medine kentini İbraniler kurmuşlardır. Fenikeliler ve Yunanlılar yeryüzündeki sitelerini İbraniler zamanında kurmuşlardır. Mezopotamya’da ve Mısır’da kentler Hazreti İbrahim’den önce vardır. Ne var ki bunlar kendi bulundukları yerlerde kentler kurmuştur. Bir halkın dünyada yayılıp kentler kurması Hazreti Davut peygamberden sonra olmuştur. Grekler ve Fenikeliler onlar sayesinde dünyaya uygarlıkları götürmüşlerdir. Hazreti İbrahim Mekke’ye kadar gidebildiğine göre oralarda o zaman yerleşmiş halk vardı. Çobanlık döneminin en büyük özelliği, sürülerle yola çıkıp gittiğinizde her yere gidilip gelinebiliyordu. İlk kervan yolculukları çobanlık döneminde başlamıştır. İnsanların henüz kalabalıklaşmadığı dönemlerde yollarda otlak bulmak kolay olduğu için dolaşılıp durulabiliyordu. Bununla beraber Sina Dağı’nın Hicaz’daki dağlar olduğu iddiası kabul edilirse, İsrail oğulları çok evvel Medine’ye yerleşmişlerdi.
Bunun önemi nedir?
Kur’an nâzil oduğu zaman Medine Yahudileri ile karşılaşmıştı. O tarihlerde Roma İmparatorluğu Hıristiyan idi. Yahudilerin başka merkezleri yoktu. Yani Medine Yahudileri bugünkü Yahudilerin de kültür atalarıdır. Evs ve Hazrec kabileleri Yemen’den gelmişlerdi. Onlarda da Mezopotamya kültürü vardı.
Sıcak memleketlerde çobanlık gündüz yapılamaz. Gündüzleri uyunur, gece sürüler otlatılırdı. Dolayısıyla oralarda çobanlık yapan halkın gecesi gündüz, gündüzü gecedir. İşte bundan dolayı “İsrail oğulları” denmiştir. Kur’an’da Hazreti Yakup için “İsrail” kelimesi kullanılmaktadır. İsrail’in atalarından bahsederken İsrail ve Yakup’tan bahsedilmektedir.
İnsanlar önce toplayıcılık, sonra avcılık ve daha sonra da çobanlık dönemini yaşamışlardır. Develerin yaşayabildiği geniş ovalara yayılan Arapların geçimleri çobanlıktı. Mekke şehri İsmail tarafından kurulmuştu. Milattan 2000 yıl önce kurulmuştur. Medine’nin kuruluşu Miladi yıllara rastlamaktadır. Medine ziraata elverişli bir yerdi. Halkı iki uygarlığın göçmenleri olmuşlardı. Medine yavaş yavaş gelişmiş ve Mekke’ye yetişecek hâle gelmiştir.
Kur’an, Mekke ve Medine’de nâzil olurken de İsrail oğullarından bahsetmekte, “Beni İsrail’e/ İsrail oğullarına” hitap da hem Mekke hem Medine sûrelerinde geçmektedir.
“Yakup oğulları” geçmemektedir, “Yakub’un âli” geçmektedir. “İsrail”in ise “oğulları” geçmektedir. Bir yerde de “zürriyet” olarak geçmektedir. “İsrail” Hazreti Yakub’un adı mıdır, yoksa başka birisi midir? O da peygamberdir. Bu ayırım neye göre yapılmaktadır?
Bu konu üzerinde durmak gerekmektedir.
وَبَعَثْنَا
(Va BaGaÇNAv)
“Ve biz ba’settik.”
“Ba's” içtima etmiş askeri birlik demektir. Uyanmak veya göndermek anlamlarına gelmektedir.
“Bahs” eşilen yer demektir. Eşmek, araştırmak ve ortaya çıkarmak anlamlarında kullanılmıştır.
“Ba's” başlangıçta sopa ile eşilen yer iken, sonra çift sürme anlamında fiil olmuş, daha sonra görevlendirme, uyandırma anlamına gelmiştir. Öldükten sonra da ba’sdir.
Kur’an’da görevlendirme anlamında getirilmiştir. Âhirette dirilmeyi de bu kelime ile zikretmesi, orada da görevimiz olduğuna delâlet eder. Yani biz bu dünyaya bir görev görmek için geldik. Kâinatta abes olan, işe yaramayan hiçbir şey yoktur. Neyin ne için yaratıldığını bilmediğimizde birçok boş ve işe yaramayan şey var zannederiz, hattâ zararlı ve kötü zannederiz. Bizi en çok rahatsız eden örnek olarak virüsler vardır. Oysa virüs işe yaramasa bile bedenleri son olarak ortadan kaldıran canlımsı varlıktır. Ölmüş bedenleri bakteriler çürütürler. Bakterileri ise virüsler parçalarlar. Böylece canlı tekrar cansız hâle gelir ve yeni canlılara malzeme olur. Doğadaki düzen için vardır her şey.
Evet, Allah bize hastalık vermiştir ama deva da vermiştir, şifa da vermiştir.
En büyük şerefli görev insana verilmiştir.
Bu görevleri bize öğretmek için nebiler, resuller ve nakibler ba’setmiştir.
Âhirette yeniden görevlendirilmiş olarak geleceğiz. Cennete gidenlerin de cehenneme gidenlerin de görevleri olacaktır. Hiçbir varlık boşu boşuna yaratılmamıştır. Âhirette de boşu boşuna yaşayan varlık olmayacaktır.
Bu durumda dünyadaki görevimizle oradaki görevimiz ne olacaktır?
İnsan yemek yerken de iş yapmaktadır. Ne var ki iş yaparken üşene üşene yapmaktayız, oysa tatlı veya yemek yerken zevk almaktayız. Çocuk doğurma en sancılı bir durumdur, oysa çocuk yaparken en zevkli durum vardır. Allah isteseydi aksini yapabilirdi. Yani acı çektiğimiz yerde acı çekmez, acı çektiğimiz yerde zevk alabilirdik. Nitekim kaşınma zararlı olduğu halde kaşınmaktan hoşlanırız.
Demek ki âhirette görevli olacağız ve işler yapacağız ama yaptığımız iş bize zevk verecektir. Nitekim arılar bal toplarken böyle zevk almaktadırlar. Melekler iş yaparken böyle iş yapmaktadır. Cennette de biz yapacaklarımızı ve işimizi zevkle yapacağız. Cehennemlikler de belki bizim yaptığımız işleri yapacaklardır, benzer hayat yaşayacağız ama onlar acı çekerken biz yaptığımız işten zevk alacağız.
“Ba’s” kelimesi bütün bunları bize anlatmaktadır.
مِنْهُمْ
(MiNHuM)
“Kendilerinden.”
Burası çok önemlidir.
Kuvvete dayanan yönetimler görevlileri yabancılardan seçerler. Oysa hakka dayanan yönetimlerde görevliler kendi içlerinden atanırlar. İşte burada “kendilerinden görevlileri ba’settik” diyerek üstlerin kendilerinden olması gerektiği ortaya konmuştur.
Bu âyetin uygulamasını nasıl yapacağız?
Topluluklar aşiret, kabile, şa’b ve kavm olarak iç içe teşkilatlanmışlardır. Aynı dili konuşan topluluklara “kavm” denmektedir. Her ulus bağımsız olup kendi başkanlarını kendileri seçer ve genel hizmetlilerini ve kamu görevlilerini kendilerinden seçerler. Yabancılar kamu görevi, hattâ genel hizmeti bile almazlar. İllerin yani “şa’blerin” durumu da böyledir. Bucaklar yani “kabileler” de böyledir. “Aşiretler” yani ocaklar da kendi kendilerini yönetirler. İnsanlık da başkanlarını kendileri seçecektir.
Bunun dışında “karye, belde, medine ve mısr”da ise yine o topluluk içinde olanlar görevli olacaklardır. Ne var ki bir bucak halkı semtlere göre ayrı halk olmadığı için kendi semti dışında olanlar görev yapacaklardır. Yalnız bunlar da sonunda kendi seçtikleri kimsenin emrinde görevli olacaklardır.
Buradaki “MiNHüM” kelimesi bize bu kuruluşu göstermektedir.
İnsanlık, ülke, il, bucak ve ocak başkanlarını halkın temsilcileri sıralama usulü ile seçerler. Ayrıca kıta görevlilerini dayanışma ortaklıkları biat yoluyla oluştururlar. Bölge görevlilerini de ülke halkı biat yoluyla hizmetlileri ve görevlileri oluştururlar. İlçe görevlilerini il halkı, semt görevlilerini bucak halkı oluşturur.
Bu âyetle bu husus tamamen uygulanmış olur.
Biz istihsanla iki şartı ekliyoruz. Bunu da dengenin korunması ilkesiyle sağlıyoruz.
a) Halk biat ederken kendi bucağından olanlardan ama kendi semtinden olmayanlardan, kendi ilinden ama kendi ilçesinden olmayanlardan, kendi ülkesinden ama kendi bölgelerinden ve kendi kıta merkezlerinden olmayanlara biat edeceklerdir. Buna ait Kur’an’da bir delil bulunabilir.
b) İkincisi ise biat edilen kimseler merkezin ehliyetli kimselerinden olmalıdır. Bunu da emaneti ehline veriniz âyetiyle yapıyoruz. Biz buna ilaveten başkanın atadığına biat etmezlerse başkan başkasını atar, halk birleşip başkasını seçmez diyoruz. Bu da yine zaruret dolayısıyla yapılan bir istidlaldir. Teferrukun olmaması gerekmektedir.
اثْنَيْ عَشَرَ
(EiÇNAv GaŞaRa)
“On iki”
Sayma paketlemedir. Gelişigüzel paketleme yapabilirsiniz. Önce üçlü paketler, sonra yedili paketler, sonra onları 11’li paketler yapabilirsiniz. Bizim zaman ölçülerimiz böyledir. 60 saniye, 60 dakika, 24 saat, 4 hafta, 12 ay, 7 sene gibi. Bugün ise ikili ve onlu sistemler kullanılmaktadır. Kur’an 3 ve 7 tabanlı 2’li ve 10’lu sistemleri kullanmaktadır. Kâinat da bunlara göre var edilmiştir. 12 sayısı 3’ün 2’li sistemi içinde yer almaktadır. 4*3=12 eder. Yıl içinde 12 ay vardır. Gezegenlerin dizilişi de 3’ün 2’li sistemiyle oluşturulmaktadır.
(4+3+3+2*3+4*3+8*3+16*3+32*3+3*10+64*3+128*3) şeklinde dizilmişlerdir.
Buna “Body Dizisi” denmektedir.
Eskiden beri ordu onlu sisteme göre oluşturuluyor. Yüzbaşı, binbaşı buradan gelir. Onlu kuruluş üçe ayrılmıştır. Sonra beşli sistem kullanılmaya başladı. Bu âyete göre askeri birlik üçün dörtlüsü olmalıdır.
3 Kişi=1Tim | 3 Manga=1Takım | 3 Bölük=1Tabur | 3 Alay=Tugay | 3 Tümen=1 Kolordu | 3 Ordu=Kuvvet Komutanı |
4Tim=1Manga | 4 Takım=1 Bölük | 4 Tabur=1Alay | 4 Tugay=1 Tümen | 4 Kolordu=1 Ordu | 4 Kuvvet=1 Silahlı Kuvvet |
12 | 144 | 1728 | 20736 | 248843 | 2985984 |
Demek ki bir devletin 3 milyonluk ordusu vardır. 50 milyonluk bir devletin 10 milyon savaşçısı vardır. 3 milyonun üçte biri asker olacak demektir. Barış zamanında bu sayı beşte bire indirilecektir, yani insanlar askere kısa zamanda gidecektir. Bu da 600 000 eder. Bu miktar bugünkü ordularımızın miktarı demektir.
Sivil teşkilatlanmayı da buna paralel yapabiliriz. 3*5=15 eder. Demek ki 15’de bir zaman askerlikte geçecektir. Bu da yaklaşık senede bir ay eder.
“Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası” buna uygundur.
İnsanlık 12 kıtaya ayrılacak, her kıta 10 ülkeye ayrılacak, her ülke 12 bölgeye ayrılacak, her bölge 10 ile ayrılacak, her il 12 ilçeye ayrılacak, her ilçe 10 bucağa ayrılacak, her bucak 12 semte ayrılacak, her semt 10 ocağa ayrılacak, her ocak da 12 aileden oluşacak. Her aile 3 ile 10 kişi arasında olacaktır.
“Adil Düzen Anayasası”na onlu sistemi uyguladık. Bu âyetle o sistemde küçük değişmeler yaptık. Kıta, bölge, ilçe ve semtler için 10 yerine 12’yi getirmiş olmaktayız.
Yeryüzünü 12 kıtaya ayırmamız gerekmektedir.
1) Güney Amerika, 2) Kuzey Amerika, 3) Afrika, 4) Avustralya, 5) Antartika, 6) Büyük Okyanusya, 7) Avrupa, 8) Sibirya, 9) Çin, 10) Hint, 11) Ortadoğu, 12) Hindiçin.
Ayrıca ülkemizi de 12 bölgeye ayırmamız gerekmektedir.
1) Samsun, 2) Tekirdağ, 3) Bursa, 4) İzmir, 5) Adana, 6) Van, 7) Diyarbakır, 8) Erzurum, 9) Kayseri, 10) Konya, 11) Afyon, 12) Ankara.
نَقِيبًا
(NaQiYBan)
“Nakib”
“Nakib” kelimesi geçit, yarık, delik demektir. “Rakib” kelimesiyle de akrabadır. “Rakb” delik demektir, yuvarlak deliktir, bu da uzun yarıktır. “Minhüm” kelimesinden anlıyoruz ki, çevrelere atanacak emirler halkın biat ettiği kimseler olmalıdır. “Nakib” kelimesi de merkezin murakıbı olmalıdır demektir. Böylece halk seçtiği için kendilerinden olacaktır. Merkezden atandığı için de merkezin murakıbı olacaktır.
“Nakib” kelimesinin bize sağladığı bir mânâda onun tümünü değil sadece merkezini kapsaması gerekir. İl merkezinden ilçeye atanan kaymakam sadece merkez ilçesinin yöneticisidir, taşra bucaklarına karışamaz. Taşra bucaklarının kendilerinin başkanları vardır ve onlar orada mutlak hakimdirler. İlçe halkından isteyenler merkez bucağa gelirler, ilçenin nimetlerinden yararlanırlar, isterlerse kendi taşra bucağına giderler, özgürlüklerini yaşarlar.
“Biz ba’settik” diyerek bunların bucak, il, ülke ve insanlık merkezlerinden atanacağı ifade edilmektedir, orada görev görecekler de o ilin halkı olacaktır. Dolayısıyla “minküm” olmuş olur.
Demek ki bu âyet kamu örgütünün tüm ilkelerini vermiş olmaktadır.
Burada delilini bulamadığımız husus, ilçe merkezinde görev yapan kimselerin o ilçe halkından olmamasıdır. Bunun hikmeti bellidir. Ancak delil olarak neyi getireceğiz? Genel denge kurallarını uyguluyoruz. Bunu kıyas edeceğimiz bir müessese vardır, o da dıştan evlenmedir, yakın akrabaların birbirleriyle evlenmemesidir. Yakın akrabalarla evlenmemenin illetini bulursak aynı illetin de burada olacağını görmüş oluruz.
Bu dıştan evlenme ne yararlar getiriyorsa, burada da ilçe güvenlik güçlerinin ve yöneticilerin de başka ilçelerden gelmiş olmasında benzer yarar vardır.
Bu konularda biraz düşünmemiz gerekmektedir.
وَقَالَ اللَّهُ
(Va QAvLa elLAHu)
“Ve Allah kavl etti.”
Allah İsrail oğullarından misak almıştı ve 12 nakib ba’setmişti.
Allah acaba bir topluluğa nasıl hitap eder?
-Allah onlara yani halka kavl eder; kitap gönderir, kitap içinde yazar ve kavl eder.
-Peygamberlere emreder, peygamberler de tebliğ ederler ve bu yolla kavl eder.
-Halk toplantılar yapar, şura kararlarını alırlar, bu karar da Allah’ın kavlidir.
-Nihayet âlimlerin içtihatları icma hâline gelince o da Allah’ın kavlidir.
Kavl eden âlemlerin rabbi olan Allah mıdır, yoksa O’nun yeryüzündeki halifesi olan topluluk mudur? İlk iki şekli ile kavl eden âlemlerin rabbi olan Allah’tır, üçüncü ve dördüncü şekli ile kavl eden O’nun yeryüzündeki halifesi olan topluluktur.
Allah İsrail oğullarına Tevrat’ı göndermişti. Sonra onlar Hazreti Musa’ya biatla anlaşma yapmışlardır. Bugün ise Kur’an her okunuşta yeniden nâzil olmaktadır. Âlimlerin icmaı da Allah’ın doğrudan hitabıdır. Ayrıca istişare kararları ile içtihatlar ise topluluk tarafından bizimle görüşmedir. İçtihatlar hakemler denetiminde oldukları için topluluk kararı kabul edilmektedir.
إِنِّي مَعَكُمْ
(EinNIy MaGaKuM)
“Ben sizinle beraberim.”
Gelişmenin, ilerlemenin olması için çatışmanın ve rekabetin olması gerekir.
Canlılar âlemi böyledir. Türler arasında çatışma olduğu için evrim olmaktadır.
Çatışma demek ayıklanma demektir.
Kurtlar kuzuları yiyerek yaşarlar. Kuzu kaçar, kurt koşar. Kuzu zayıfsa kurt onu yakalar, yer ve kurt hayatını devam ettirir. Güçlenir ve başka kuzuları yakalayıp yer. Kuzu sağlamsa, kurt zayıfsa, bu sefer kuzu kaçar, kurtulur ve kurt aç kalır. Daha zayıf hâle gelir, başka kuzuları yakalayamaz, bu sefer kurt ölür. Kuzular onları yiyen kurt kalmadığı için çoğalırlar. Canlılarda bu çatışma türler arasında vardır.
İnsanlarda ise bu çatışma topluluklar arasındadır. Topluluklar yarışırlar. Sağlıklı topluluklar ayakta kalır, diğerleri ezilip giderler. Ne var ki iki çeşit topluluk vardır; yapıcı topluluklar ve yok edici topululuklar. Yarış için onların var olması gerekir, ama sonunda hakimiyet yapıcı topluluklara ait olmaktadır. Mikroplar yenerlerse hasta ölmekle kalmaz, hastayı öldürmek isteyen mikroplar da ölürler.
İşte, Allah sağlıklı toplulukları galip getirecek silahları da onlara vermiştir. Bu silahta da taraf tutmamıştır. Tebliğ herkese yapılmaktadır. Kabul edenler galip geleceklerdir. Kabul edenler sağlıklı topluluklar gibi, kabul etmeyenler ise mikroplar gibidir.
“Ben sizinle beraberim” derken, sonunda siz galip geleceksiniz, zafer sizin olacaktır. Sizi yok edip ortadan kaldırmak isteyenler yok olacaklardır.
Yukarıda bir soru sormuştuk.
Yeryüzünün güvenliği mü’minlere verilince İsrail oğullarının işi ne olacaktır?
Allah şimdi onlara diyor ki; ben sizden bu görevi aldım, gönüllü mü’minlere verdim. Ancak siz de mü’min olabilirsiniz. Ayrıca ben yine sizinle beraberim, yine de sizi seçkin ulus olarak bırakacağım. Ne var ki artık şartım var. Şartları yerine getirirseniz ben sizinle beraber olacağım, şartları yerine getirmeyenlerle beraber olmayacağım demektir.
Bundan sonra o şartlar sayılmaktadır.
لَئِنْ أَقَمْتُمْ الصَّلَاةَ
(LaEiN EaQaMTuMu elÖaLAvTa)
“Salatı ikame ederseniz.”
Yani toplantılar yaparsanız.
Ne yapacaksınız?
Sabah kalkacaksınız, evde vitir ve sünnet namazınızı kıldıktan sonra mescide gelecek, orada da farz namazı cemaatle kılacaksınız. İşlerinizi müzakere edecek, Allah’ın kitaplarını okuyacaksınız. Buradaki “Lam” harfi şartın kesinliği için gelmiştir, yani bu şartı yerine getirmezseniz ben sizinle beraber olmayacağım demektir. Burada hasr var ama bu mefhumu muhalefetle değil, nassın ona delaleti ile böyledir. “Lam” harfi bunu ifade eder.
“Namazları kılarsanız” denmiyor da, “namazı ikame ederseniz” diyor. Yani salatı birlikte ikame edeceklerdir. Bu “salat” da maruf/bilinen salattır, Kur’an’ın emrettiği salattır. Tevrat da bundan başka bir şey emretmez.
وَآتَيْتُمْ الزَّكَاةَ
(Va EATaYTuMu elZaKAvTa)
“Ve zekatı ita ederseniz.”
“Zekat” temizlik demektir. Kazancınızda haram vardır. Çünkü siz bütün insanların ortak şeylerini kullanarak üretiyorsunuz; onların kira payları vardır. Onları ayırıp kamuya vermezseniz sizinle beraber olmam. Bu emir bilhassa Yahudilere çok büyük emirdir.
Haramdan kurtulmak için:
a) Vergileri eksiltmeden vereceksiniz.
b) Faiz almayacaksınız, faiz vermeyeceksiniz.
c) Karşılıksız para, karşılığı olmayan para çıkarmayacaksınız.
d) Tekel oluşturmayacaksınız, serbest pazar sistemine dikkat edeceksiniz.
Çok açık bir şekilde, “Adil (Ekonomik) Düzen” geldiği zaman İsrail oğullarının durumlarının ne olacağı burada ifade edilmiştir. Şeriatın aslına dönmeleri gerekmektedir.
İki temel kurum; toplantılar/namazlar ve kamu bütçesi.
وَآمَنْتُمْ بِرُسُلِي
(Va EaManTuM Bi RuSUvLİy)
“Resullerimle kendinizi güven altına alacaksınız.”
Yani nakiblerin emrine gireceksiniz, onlara itaat edeceksiniz.
Buradaki resuller on iki nakib olabilir, böylece atanmış yöneticilerin merkezden gönderilen elçiler olduğu ifade ediliyor. İsrail oğullarına gelen resuller olabilir. Hazreti Muhammed dahil bütün peygamberler olabilir. Ancak burada başka bir mânâ vardır. İleride sizin elinizden görev alınıp da mü’minlere verildiğinde siz o zamanki başkanlara uyacaksınız, onların güvenliğini kabul edeceksiniz.
Evet, İsrail oğulları İsrail’e yerleşecekler, orası onların vatanı olacaktır, ancak İsrail’in güvenliğini tüm dünyanın mü’min devletleri garantiye alacaklar. Yani oranın hukuku da Mekke’nin hukuku gibidir.
Demek ki nakibler resul olarak ifade edilmiştir. Başkanların resulleridir. Güvenlik bakımından bucaklar merkeze bağlı olacaklardır. İç güvenliği iller sağlayacak, dış savunmayı ise devletler yapacaklar. Taşra bucakları ile hukuk düzenini kuran adil yargı sistemi ile insanlar şeriat içinde hür yaşayacaklardır.
وَعَزَّرْتُمُوهُمْ
(Va GazZaRTuMUvHuM)
“Onları tazir ederseniz.”
“Azr” hayvanları sürmek için kullanılan kamçı gibi yumuşak ağaç dalıdır. Tedip için kullanılır. Ceza, ibret olsun, bir daha başkaları benzerini yapmasın diye bir şey yapıldıktan sonra yapılan eziyettir.
“Tazir” ise hataya veya günaha düşmemesi için olaydan önce verilen eziyettir.
Kur’an’da ise bu tazir anlamında getirilmektedir. Siz çocuğunuzu tedip edersiniz onun iyiliği için yaparsınız, ona zarar vermek için yapmazsınız.
İşte, halkın başkanlarına karşı tavrı bu olacaktır. Onu kötülük yapmaktan alıkoyacaklardır, tazir edeceklerdir. Ama onu tahttan indirip başkasını geçirmek için değil, onu daha çok aziz kılmak için yapacaklardır.
Başkanlar nasıl tazir edilecekler?
Önce, başkanların kararları her zaman hakemlerin denetimindedir. Yanlış karara karşı ilgililer hakemlere giderler ve bu sayede başkan tazir edilmiş olur. Sonra başkan ancak dayanışma sorumlularına ve başbakana, genelkurmay başkanına muhatap olur. Doğrudan hiçbir iş yapamaz. Bunlar da başkanın verdiği görevi içtihatlarına uygunsa yapabilirler. Hiçbir sorumlu kabul etmediği takdirde başkan onu başkasına yaptıramaz.
Başkanın verdiği talimat veya emirlerden başkan değil, doğrudan onu yapan sorumludur. Görevliler de yaparlarsa sorumluluklarını üzerlerine almışlardır demektir. Başkan bir diyet ödeyecekse, bir tazminata mahkum edilmişse, bunun karşılığı bütçeden ödenecektir. Başkanın malları zaten kamuya aittir.
Toplantılar yapılacak, vergiler ödenecek, bir de başkanın meşru emirleri yerine getirilecektir. Bunlardan başka İsrail oğullarından alınan dördüncü söz de çok önemlidir.
حَسَنًا وَأَقْرَضْتُمْ اللَّهَ قَرْضًا
(Va EaQRiWu elLAHa QarWan XaSaNan)
“Ve Allah’a karzı hasen ikraz ederseniz.”
Malların mübadelesi sistemi yalnız insanlarda vardır. Mübadelede aracı olma da yine sadece insanda vardır. Ticaret insanlara mahsus bir meslektir. Yeryüzünün ticaret bilgisi İsrail oğullarına verilmiştir. Ticaret yapmak için:
a) Nerede ne var ve neler kimlere lazımdır? Bu bilinecek ve olandan alınıp muhtaç olana götürülecek.
b) Malları alıp satacak kadar sermayen veya kredin olacak.
c) Değişik halkların dillerini bilip onlarla ilişkiler kurabileceksin.
d) Ticaret çok kârlıdır ama çok rizikoludur. Bu sebeple ancak başka imkanları olmayanlar ticaret yaparlar. Tarımı, sanayii, inşaatı bilenler ticarete heves etmezler.
Bundan dolayı İsrail oğulları hep ticaretle meşgul olmuşlardır. Çünkü onlar ülkelerden ülkelere sürüldükleri için her yerde kendi halkları vardır. Ticaretten başka da işleri yoktur. İşte bugün dünyaya ekonomi bakımından hakim olmaları bu ayrıcalıklarından doğmaktadır.
Ticareti iyi biliyorlar, buna hakları da vardır. Ama bu arada faizli işler yapıyorlar, o zaman da ekonomik krizler doğuyor.
Önce şunu bilmemiz gerekir ki, insan demek borçlu ve alacaklı olan kimse demektir. Uygarlık ancak kredi üzerine oturur. Dolayısıyla kredi müessesesi olmayanların uygarlaşmaları, hattâ yaşamaları mümkün değildir. Bu kredi faizli olursa karzı kabihadır, faizsiz olursa karzı hasendir. İşte Allah’ın onlardan istediği şey; faizsiz iş yapacaklar, karzı hasen içinde hareket edeceklerdir.
Faizin zararları nelerdir?
a) Faiz parayı piyasadan çeker, döngüyü yavaşlatır, sonunda krize dönüşür.
b) Faiz durup dururken malları ambarda pahalılaştırır, eski mallar satılmaz, dolayısıyla yenileri de imal edilemez. Böylece kriz ortaya çıkar.
c) Faizli çalışma ancak enflasyonla olur. Enflasyon ise işsizliği doğurur. İşsizlik açlığı, açlık borcu, borç yoksulluğu, yoksulluk rüşveti, rüşvet baskıyı, baskı da isyanı ortaya çıkarır.
d) Faizci insanlar çalışarak değil de çalışmadan yaşamaya başlar ve sefaletle sefahat yan yana yaşamaya başlar.
Faiz yerine kredileşme getirilmiştir.
a) Faiz yerine “devlet vergi” alacaktır. Devlet krediyi faizsiz verecektir. Kazanan vergisini ödeyecektir.
b) Faiz yerine “selem” getirilmiştir. Faiz veresiye satıp malı pahalılaştırır, selem siparişle alma olup malları ucuzlatır.
c) Faiz yerine “kredileşme” ikame edilmiştir. Sen ne kadar parayı kullandırıyorsan o kadar da kullanma hakkın doğuyor.
d) Faiz paraya para kazandırmadır, oysa “kâr” paraya mal kazandırmadır, yani malda kâr etmedir. Faizden kazanma hırsızlık demektir. Maldan kazanma ise herkesin kâr etmesidir.
İşte, İsrail oğullarından istenen faizsiz müesseseye katılmadır.
Demek ki “Adil (Ekonomik) Düzen” geldiğinde Yahudiler faizsiz çalışmak şartı ile aynen çalışmaya devam edeceklerdir.
Bu âyet ekonomide yine başta onların rol oynayacaklarını ifade etmektir. Ne var ki artık sermayelerini kötülükler içinde kullanmayacaklardır.
a) Şimdi tekel oluşturmuş, dünyayı sömürmektedirler. Tekellerini devam ettirmek için de her türlü krizleri oluşturmakta, savaşlar çıkarmaktadırlar. Bundan sonra bunları yapmayacaklardır.
b) Paralarına dayanarak devletleri de emirlerine almakta ve onlara halklarına zulüm yaptırmaktadırlar. Artık o paralarını siyasi güç olarak kullanmayacaklardır. Çünkü siyaset para ile yapılmayacaktır.
c) Bugün o paralarla ilim müesseselerine sahiptirler ve ilme düşünceleri körelten ateizm yaptırmaktadırlar. Artık ilim müesseselerine para ile değil beyinleri ile katılacaklardır.
d) Dinsizliği moda hâline getirmişlerdir. Bundan tevbe edecekler, kefaretini de ödeyeceklerdir.
İşte, İsrail oğullarının yeni dünyadaki iyi yerleri bu olacaktır. Allah onlarla beraber olacak ve onların III. bin yıl uygarlığı içinde de insanlığa hizmet etmelerine imkan verilecektir.
لَأُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ
(La EuKafFiRanNa GanKuM SayYıEAvTiKuM)
“Sizin seyyielerinizi tekfir edeceğiz.”
Beşyüz senedir günah işlemektesiniz.
a) Önce faizi meşrulaştırdınız ve böylece gayrimeşru servetler edindiniz. Bugün de benzer şekilde sömürmektesiniz.
b) Savaş fitneleri ile önce derebeylikleri yıktınız. Sonra krallıkları yıktınız. Sonra imparatorlukları yıktınız. Şimdi de millî devletleri yıkmaya çalışıyorsunuz. Yüz milyonlarca insanın ölümüne sebep oldunuz.
c) Dini istismar ederek dinsizliği ve ahlaksızlığı dünyaya yaymaya çalıştınız.
d) Ele geçirdiğiniz para ve medyayla dünyayı kana ve fitneye bulaştırdınız.
Sizin böyle kökleşmiş kötülükleriniz vardır. Eğer tevbe eder, yukarıda anlattığımız hususlara riayet edecek olursanız, onlar tekfir edilecek, kefaret sayılacak ve yaptıklarınız iyilikle takas edilecektir. Size onların günahları sorulmayacaktır. “Adil Düzen” geldiği zaman geleceğe bakılarak davranılacak, geçmiş sadece ibret alınmak için bilinecek.
Demek ki biz insanlığın güvenliğini devralırken bizden öncekilere nasıl davranacağımız da bize öğretilmektedir. Bu husus bugün değil, İsrail oğulları görevlendirildiği zaman bu onlara bildirilmiştir. Diğer kitapların hepsi Kur’an’ın anlaşılması ve kabul görmesi için önceden gönderilmiş kitaplardır. İnsanlığı hidayete götüren ise tek kitap vardır, o da Kur’an’dır.
وَلَأُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ
(Va La EuDPıLanNaKuM CanNAvTin TaCTıy MıN TaHtıHa elEanHAvRu)
“Altlarından nehirlerin cereyan edeceği cennetlere sizleri idhal edeceğim.”
Evet, İsrail oğullarına “Adil Düzen”de neler vaat ediliyor?
a) Tevrat’ta kendilerine vaadedilen Filistin oradaki hudutları ile kendilerine verilecektir. Orada onlar bağımsız iller kurup yaşayacaklardır.
b) Oranın savunmasını mü’minler yapacaktır. Onların askerlik yapmalarına gerek kalmayacak. Çalışacaklar, zengin olacaklar ve ilim yapacaklardır.
c) Anadolu’da ve İran’da sular vakfı kurulacak ve bunlar sularını ortaklığa koyacaklar. İsrail oğullarının sermayesi ile bu sular toplanacak, tüm Arabistan Yarımadası sulanacak ve Filistin’e de sular verilecek. Yeraltı borularıyla tüm Filistin dünyanın en verimli ülkesi hâline gelecektir. Suyu ve güneşi ile cennet hayatını yaşayacaklardır.
d) Tüm dünyaya serbestçe gidip gelecekler, alışveriş yapmaya devam edeceklerdir. Bugün ulaşılan teknikle artık dünyada dağınık kalmalarına gerek kalmayacak, tekrar vaat edilen vatanda toplanacaklardır.
Onlara vaadedilen Mesih, Hazreti İsa peygamberdir; başka Mesih gelmeyecektir. Hıristiyanlara vaadedilen Mesih Hazreti Muhammed’dir; başka Mesih gelmeyecektir, Mehdi gelmeyecektir. Ancak Hazreti İsa’nın ve Hazreti Muhammed’in oluşturdukları dinler onlara Mesih’in yapacağını yapacak, onları ekonomide muzaffer olarak devam ettirecektir.
İşte bu âyetler bize İsrail oğullarının gelecekte “Adil (Ekonomik) Düzen” içindeki yerlerini belirlemektedir.
فَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ مِنْكُمْ
(Fa Man KaFaRa BaGDa ÜAvLiKa MiNKuM)
“Bundan sonra sizden kim küfrederse.”
Yukarıda “Le”nin şartı ile iyi şeyler vaat etmiştir. Bu arada ise “Men” şartı ile getirmiştir. Yukarıda bütün İsrail oğulları için konan şarttır. Burada “Men” getirerek sizden kimileri böyle yapacaklardır denmiştir. Yukarıda sayılan nimetler Üzeyir Garih gibi barışçı İsrail oğullarına vaat edilmiştir. Onların içinde Üzeyir Garih’i öldüren sermaye sahipleri de olacaktır. Onların durumu da buradaki “Men” ile ifade edilmiştir. Yani bütün İsrail oğulları değil, bu gidişe karşı çıkan İsrail oğulları için bundan sonraki cevaba bu şart yapılmıştır. Onun için “Men” kullanılmıştır. “İn”de olay şartı var, “Men”de kişi şartı var.
Demek ki gelecekte İsrail oğulları ikiye ayrılacak, bir kısmı “Adil (Ekonomik) Düzen” çalışanlarının yanında yer alacak ve “Adil (Ekonomik) Düzen” geldiği zaman, onlar da Filistin’de kendi vatanlarında bağımsız ama mü’minlerin savunması, hattâ güvenliği altında insanlığa hizmete devam edeceklerdir.
İkinci grup ise kendi tekel saltanatları yıkılmasın diye “Adil (Ekonomik) Düzen”e karşı çıkacaklar ve direneceklerdir. İşte burada anlatılan kimseler onlardır.
“Küfretmek” demek nankörlük etmek demektir.
Allah İsrail oğullarına büyük nimetler vermiştir. Bugün dünyanın bütün sermayeleri onların elindedir. Beş yüz yıldır yüksele yüksele buraya kadar gelmişlerdir. Allah’a şükür babında şimdi mü’minlere yardım edeceklerdir. Görevlerini yapmış olmanın huzuru ile yeni görevlerine döneceklerdir. Kendilerinin nüfusu insanlığı yönetmeye yetmez. Ayrıca, artık insanlar kendi kendilerini yöneteceklerdir. Gönüllüler yani mü’minler yönetecektir. Bir baba çocuklarını büyütür, evlendirir ve artık onları kendi hallerine bırakır. İsrail oğulları da insanlığa dört bin senedir hizmet ettiler ve bu hâle getirdiler. Allah onlara bu görevi verdi, onlar da başardılar. Şimdi sıra Allah’ın emrine uyarak uygarlığın güvenliğini mü’minlere devretmektir. Bu mü’minler içine elbette kendileri de katılabilirler.
Osmanlılar 600 yıl Türkiye’ye ve bölgeye hükmettiler, Avrupa’ya uygarlığı götürdüler; şimdi diğer insanlar gibi yaşıyorlar. İsrail oğulları için de durum budur. Artık diğer insanlar gibi yaşayacaklardır. Seçkinlikleri sona ermiştir. Bununla beraber, yine de ekonomide ve ilimde insanlık içinde önde olacaklardır. İşte bunun şükrünü yapmaz, nankörlük yaparlarsa, o zaman yollarını şaşırmış olurlar.
فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبِيلِ (12)
(Fa QaD DalLa SaVAyEa elSaBIyLı)
“Yolun sevaını da kaybetmiştir.”
Allah’a vermiş oldukları sözleri unutarak, ilâhi vaade karşı çıkmış olanların yolu kaybettiklerini bildirmektedir. Yolu değil de yolun ortasını kaybettiklerini bildirmektedir. Yani onlar da yine varlıklarını sürdüreceklerdir. Batı uygarlığının daha beşyüz senelik ömrü vardır. Bu beşyüz sene içinde demek ki İsrail oğullarının da yeri olacaktır.
Bugün İsrail oğullarının iki merkezi vardır.
Biri Amerika’dadır, New York Manhattan’da bir sokağa yerleşmişlerdir. Dünyanın bütün kâğıt paralarına onlar hükmetmektedir. Amerikan Merkez Bankası (FED) ABD devletinin yani halkın değil, onlarındır. Dünyadaki bütün Merkez Bankaları o bankanın şubeleri gibi çalışmaktadır.
Bu tekel sömürü sermayesi varlığını sürdürecektir. Batı’nın kuvvet medeniyeti içinde görevlerini yapacaklardır. Bunun için burada yoldan dalâlet etmişlerdir (sapmışlardır) değil de, orta yolu bırakmışlardır denmektedir.
Bugünkü İsrail oğullarının ikinci merkezi İsrail’dedir. Türkiye merkez ülke olduğu için III. bin yıl uygarlığı Ortadoğu’da gelişecek ve bütün dünyaya rahmet olacaktır. İsrail Yahudileri bunların yanında yer alacaktır. Mü’min ordular oraya yani İsrail’e girecek ve orada huzuru, saadeti, barışı tesis edeceklerdir. İsteyen Yahudiler oradan göç edip ABD’ye gidebilecekler, isteyenler de oraya geleceklerdir.
Bugün, Amerikan Yahudileri İsrail’e silah ve dolar transfer ediyor, onları savaştırıyor ve geri bırakıyor. Oysa “Adil (Ekonomik) Düzen” geldiğinde onları savaştan uzak tutarak uygarlaşmalarını sağlayacaktır. Savaşmak ve sömürmek isteyenler ABD’ye gideceklerdir.
İnsanlık iki bloğa ayrılacak; “kuvvet medeniyeti”ni sürdürmek isteyenler ve “hak medeniyeti”ni kurmak isteyenler. Yahudiler de ikiye ayrılacak; kimileri “kuvvet medeniyeti” içinde kalacaklar, Kimileri de “hak medeniyeti”nde yerlerini alacaklardır. Bundan sonraki âyet bu dalalette olanların durumlarını anlatacaktır.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.biz (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-604/ADİL DÜZEN DERSLERİ-434 26 Mart 2010
İŞSİZLİK SORUNUNU NASIL ÇÖZELİM?
Açıklama:
Türkiye’nin ve dünyanın acil yoğun bakıma alınması gereken sorunu vardır: İşsizlik.
Tarım döneminden sanayi dönemine geçmekte olan insanlık bu sorunla karşılaşmıştır.
Kapitalizm, sosyalizm, karma ekonomi bu sorunu çözememiştir.
Sorun ancak müsbet ilimle çözülebilir.
Bir yerin kalkınması demek, çalışmayanları çalışır hale getirmek, çalışanların da çalışma verimini artırmak demektir, çözüm ancak böyle mümkündür.
Bunun gerçekleşmesi için:
1-
a) İşsizlere iş bulmak.
b) Ev hanımlarını üretime katmak.
c) Çalışabilen emeklileri de çalıştırmak.
d) Öğrencilerin çalışıp okumalarına imkan sağlamak.
e) Din görevlilerinin, öğretmenlerin ve diğer bürokratların boş zamanlarını değerlendirmek. Bu en azından bucak, ilçe, il, ülke hasılasını iki misli artıracaktır.
2-
Çalışanlara kendi istedikleri işi vermek. Bunun için “iş verme sistemi” yerine “iş bulma sistemi” geliştirilecektir.
Bu hedefe ulaşmak için neler yapılacaktır?
A) Kooperatifler kurulacak, halk kooperatiflerde iş yapacaktır. Devlete karşı kooperatif muhatap olacak, vergi ve sigortayı o karşılayacak. Ortaklar ise kooperatiflere muhatap olacaklardır. Bu sayede mevcut kanunların tamamen içinde kalınacak ama kooperatifte yeni düzen uygulanacaktır.
B) Kooperatifin bunları yapabilmesi için:
1- Taşınmazların alınıp satılması için belediye “imar senedi” çıkarılacaktır. İnşaat bu senetlerle yapılacaktır. Bu bir anonim şirket senedi olabilir.
2- Malların alınıp satılması için bir “mal senedi” çıkarılacak ve taşınır mallar bu senetle alınıp satılacaktır. Bu senet faizsiz banka kartı da olabilir.
3- Devre başında siparişlerin yapılabilmesi için bir kooperatif bir “sipariş senedi” çıkaracak, halka devre başında kredi olarak verecek ve böylece üretim ve tüketim yıl başında planlanmış olacaktır. Bu senet banka çeki de olabilir.
4- Para değerini belirlemek ilçenin ithalat ve ihracatını dengelemek için bir “altın senedi” çıkarılacak ve kuyumculara, döviz bürolarına verilip TL, döviz ve diğer ilçe senetleri bununla alınıp satılacaktır.
C) Vergi ve sigorta primleri kaldırılacaktır. Sigorta bordroları, tasdikli defterler, faturalar, irsaliyeler yok edilecek, maliye görevlileri onda bire indirilecektir. Böylece piyasa birden canlanacak, herkes iş yapmaya başlayacak; hem de kendi arzuladığı işi yapacaktır. Yukarıda belirtilen işsizlik ve isteksizlik sona erecek, ilçe hasılası dört misli olacaktır.
D) Kooperatifler gelirlerini karşılıksız çıkaracakları “imar, mal, sipariş ve altın senetleri” ile sağlayacaklardır. Yüzde 20 fazla çıkaracaklar, böylece yüzde 20 enflasyon sağlayarak gelir temin edeceklerdir. İlk beş senede artan istihdam dolayısıyla bu yüzde 20 enflasyon da olmaz.
Bir belediyede yapılacak bu uygulamadan sonra Türkiye Erbakan’ın dediği gibi vergisiz ülke olacaktır.
Devletin bu duruma geçebilmesi için dış borçlarını tasfiye etmesi gerekir.
Türkiye bunu nasıl yapacaktır?
1- Dış borcu iç borca çevirecektir.
2- Faizli borcu faizsiz kredileşme borcuna çevirecektir.
3- Para borcunu mal borcuna çevirecektir.
4- Borcu iştirake çevirecektir.
Türkiye bunları başaracak imkanlara sahiptir.
1- Ülke içinde ve dışında vatandaşların dolar rezervi var, onlar değerlendirilir.
2- Ülke içinde altın stokları var, onlar değerlendirilir.
3- Ülkemizde geniş dinlenme alanları var, bunlar yabancılara rehin verilip faizsiz borç alınız.
4- Dış ülkelerle kredileşme ilkesiyle faizsiz borç temin edilir.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.biz (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-604/ADİL DÜZEN DERSLERİ-434 26 Mart 2010
JAPONYA
JAPONLAR NÜKLEER KRİZDEN İNANÇ KRİZİNE GİREBİLİR
Japonya Budist veya Şintoist bir ülkedir. Dilleri dilimize çok yakındır. Türkiye ile olan ilişkisi iyidir. Türkler gibi savaşçı bir ulustur. Bununla beraber İkinci Cihan Savaşı’nda yenilmiştir. Amerika’nın himayesindedir. Bağımsız bir devlet değildir. Ordusu yoktur. Dünyaya ancak ABD’nin izin verdiği nisbette ekonomik bakımından açılabilmektedir.
Japonya zelzele ülkesidir. Dokuz derecede bir zelzeleye dayanıklı yapıları vardır. Bu son zelzele de göstermiştir ki Japonya zelzeleye karşı hazırlıklıdır.
Ne var ki maddi hazırlık yetmemektedir, manevi hazırlıklara da ihtiyaç vardır.
Zenginleşmiş ülkeler bu hususa da önem vermelidirler.
Japonya’nın kötü duruma düşmesinin iki kaynağı vardır. Japonya denizden gelen dalgalara/tsunamiye karşı hazırlıklı değildir. Bunun çözümü ekonomik değildir, çözümü evleri yüksek yerlerde inşa etme, sonra kadere rıza göstermedir. Evet, başımıza bu geldi, yapacağımız bir şey yok diyeceğiz ama ondan önce ve sonra gerekli tedbirleri alacağız.
Japonlar teknolojileri ile Türkiye’ye geliyorlar. Karşılığında bizden de bir şeyler almalıdırlar; “Adil (Ekonomik) Düzen”i almalıdırlar, İlahi düzeni almalıdırlar. Bunun için Budizm’i veya Şintoizm’i bırakmaları gerekmez. Ne var ki bütün dinler kendilerini Kur’an’a göre yenilemek ve revize etmek durumundadırlar. Japonlar da bizden “Adil (Ekonomik) Düzen”i almalıdırlar. En başta dinlerinde ve inançlarında düzeltme yapmalıdırlar.
Hinduizm, Budizm, Hıristiyanlık ve Müslümanlık; bunların hepsi İbrahimî dindir, hepsi haktır. Birbirlerinden uygulamada farklar vardır ama temel anlayış aynıdır. Hakkı üstün tutan ve insanları eşit kabul eden anlayıştır. Bunu benimseyeceklerdir.
Binlerce yıllık yıpranma bütün dinleri asıllarından uzaklaştırmıştır. Her din müsbet ilmin verileri içinde kendisini gözden geçirmeli ve aslına ulaşmaya çalışmalıdır. Müsbet ilimler ile kutsal kitaplar aynı Tanrı’nın eseridir. Aralarında ayrılık olamaz.
a) Bütün dinler hakkı ararken birbirlerine dayanmalı, yardımlaşmalıdırlar. Kur’an son inen kitaptır, değişmeden bize gelmiştir, dili de korunmuştur. Bütün dinler Kur’an’a göre kendi kitaplarını yorumlamalıdırlar.
b) Bundan sonra bunlara dayanarak gelişmiş olan tarihi de göz önüne alarak “III. Bin Yıl Medeniyeti”ni beraber kurmalıyız, Necmettin Erbakan’ın dediği gibi “Adil (Ekonomik) Düzüne Göre Yeni Bir Dünya” oluşturmalıyız.
Türkiye’de nüfus yoğunluğu 100 kişi civarındadır. Japonya’da bunun üç-dört mislidir. Fazla sıkıntı olmadan yaşanabilir. Teknoloji yüksek olduğu ve iklimi de elverişli bulunduğu halde, halkın sıkıntı içinde yaşadığı bilinmektedir. Bunun ana sebebi Hakkı üstün tutan düzenin olmamasıdır. Kutuplarda gündüzler çok uzun olduğu için sera ziraatı yapılsa ülkemiz kadar verimli olabilir. Dünyanın nüfus yoğunluğu yaklaşık olarak kilometre kare başına 2 kişidir.
Japonya’nın Durumu
Yeryüzüne “Adil (Ekonomik) Düzen” getirdiğimiz zaman, on milyar insanı değil, yüz milyarı rahatlıkla yaşatabiliriz. Sorun bu düzeni getirmedir. Bunun için fazla bir şey gerekmez. İnsanlar “teknoloji”ye verdikleri önemi “hukuk”a da verirlerse bu sorun da çözülür. Bunu sıkıntıda olan varlıklı ülkeler yapabilir.
Japonya “müsbet ilimleri” Avrupa’dan aldığı gibi “sosyal ilimleri” de “hukuk ve yönetimi”yle bizden almalıdır. Bizimle “teknoloji/sanayi-hukuk/yönetim takası” yapabilir. O zaman Japonya bu tür sıkıntılı durumda ne yapacağını bilir ve sorunları kolayca çözer.
Örnek olarak, eğer atom santrallerini kuracaksak; deniz diplerinde veya meskun olmayan kutuplarda ve ziraata elverişli olmayan çöllerde kurmalıyız, elektrikle tüm dünyaya ulaştırmalıyız. Enerji sorunu, “uluslararası enerji vakfı” ile bütün insanlık için çözülmelidir.
Bugün Japonya’da meydan gelen afet, Japonları bu hususta harekete geçirebilir ve hem kendilerine hem de insanlığa hizmet etmiş olurlar. Japonlar dünyadan yardım değil borç istemelidirler. Böylece mesela Türkiye onların yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarının tamamını gönderebilir. Biz yemeyiz, içmeyiz, daha doğrusu israf etmeden az yiyip içeriz, onlara göndeririz, onlar da bizim borçların sıfırlanmasına destek verirler.
Ben bütün insanların iyi iseler cennete gideceklerine inanıyorum. Burada bu felaket sebebiyle ölmüş olanların iyi olanlarına Allah rahmet eylesin; sağ kalanlara da saadetli, refahlı, huzurlu, adaletli hayatı nasip eylesin.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.biz (0532) 246 68 92
JAPONLAR NÜKLEER KRİZDEN İNANÇ KRİZİNE GİREBİLİR
1985 Sovyetlerin Çernobil Nükleer krizi toplumda güven bunalımına neden olduğunu ve soğuk savaşın bitişini hızlandırdığını biliyoruz. 11 Mart 2011 Fukuşima Nükleer krizi Japonlar için aynı etkiyi yapma kapasitesine sahiptir.
Artık yıllarca içilecek sütler ve yiyecekler güvenli değildir.Japonlar varoluş krizini fazlası ile yaşayacaklar. Japonlar İmparatorlarını Tanrı gibi gördüklerinden onun sesini 1945 Hiroşima’dan beri duymamışlardı .Tanrısal statünün bozulması Japon inanç sisteminin çöküşü demektir.
Japonlar ilginç insanlar. Çok çalışkan olmalarında inanç sistemlerinin büyük rolü var. İnanç sistemleri Şintoizm her şeyin dünyada olup bittiğini vurguluyor. İradi sorumluluklarına çok anlam yükledikleri için intihar vakaları özellikle ileri yaş intiharları dünyada en yüksek Japonya da yaşanıyor. Kendilerini yetersiz hissettiklerinde yaşam sebebim ortadan kalktı algısı devreye giriyor ve kolayca harakiri yapıyorlar. Travma karşısında ortak tepkilerini iyi anlamak gerekir.
Budizm ise tersi her şeyi dış iradeye bırakıyor. Bu nedenle Budistler rahat ve tembel oluyorlar.
Japonyada Hiroşima tecrübesi nedeniyle nükleer bombalara aşırı psikolojik hassasiyetleri vardı. Son Tsunami değil nükleer tehlike Japon toplumunda uzun süreli post travma etkisi yaşatacak gibi gözüküyor.
Yıllar önce Japonya’ya gittiğimde Tokyo’da karga tapınağını ziyaret etmiştim. Havuza para atıyorlar bir yıl musibetten korunacaklarına inanıyorlardı.
İnanç sisteminin teselli etme gücü son Japon Çernobil’i olan Fukuşima’da yetersiz kaldı. İmparator inanç sistemlerini zorlayarak endişeli olduğunu dua ettiğini ve yardım istediğini duyurdu. İmparatorun Tanrısal statüden vazgeçmesi anlamlı bir harekettir.
Japonlar Türkler gibi lider tipi bir toplumdur. Liderleri inanç ve din değiştirirse bütün halk ona uyar.Tam 100 yıl önce Osmanlı’dan din arayışı içinde yardım istemişlerdi. Giden heyet ehil olmadığı hatta kötü niyetli olduğu için Japonlara sünnet, şarap, domuz eti gibi ikincil konuları hemen anlatan heyet metodolojik hata nedeniyle sonuç alamamışlardı, hatta heyeti taşıyan gemi okyanusta batmış Devleti Osmaniye’ye dönememişti. Abdülhamit’in bu konuda vasiyeti olduğu biliniyor.
Japon Prensi Osmanlıyı İslam dinini incelemek için ziyarete geliyor Sultan Abdülhamit özellikle ilgileniyor ve 1944 de 90 yaşlarında vefat eden vefat eden Kazan Türkü Abdürreşit İbrahim'in mektubu hakkında Sultan Abdülhamit Han'ın düşüncelerini gene Sultan Abdülhamit Han'ın ağzından okuyalım.
Hadiseyi Fethi Okyar naklediyor;
"Şimdi size hicran olmuş bir hatıramdan bahsetmenin sırasıdır beyefendi oğlum... Tarihini sarih olarak söyleyemeyeceğim, fakat Ruslara karşı kazandıkları zaferin arifesinde idi. Japon İmparatorluk ailesine mensup bir Prens, beni ziyarete geldi. İmparatorundan hususi bir mektup getiriyordu. Benden, İslam dininin muhtevasını, iman esaslarını, gayesini, ibadet kaidelerini izah edecek kudrette bir dini-ilmi heyet istiyordu. Bunun sebebi vardı. Orada İslamiyet'i yaymayı, mukaddes vazife sayan Abdürreşit İbrahim isimli, aslı Kazanlı olan bir Müslüman âliminden mektup almış, Japonya'daki İslami tamim hareketine yardımcı olmam istenmişti.
İslam âleminin Halifesi idim. Bir taraftan daima iftihar ettiğim ve hizmetkârı olmaya çalıştığını bu âli vazife, diğer taraftan ruhumda bu mahiyette şerefli hizmete duyduğum hasretle, mümkün olan her şeyi yaptım, fakat bu yardımım daha çok maddi sahada kaldı. Çünkü Abdürreşit İbrahim Efendi, bizim din adamlarımızdan başka hüviyet içinde idi. Türkçe, Arapça, Farsçadan başka Rusça, Japonca biliyordu. Avrupa'yı baştan aşağı dolaşmıştı; Çin'i bile görmüştü. Kırk yaşından sonra Fransızca ve Latinceyi de öğrendiğini yazmıştı. Japonya'da Şinto dininin değişen şartlar içinde Japon münevverlerini tatmin etmediğini, mantık, akıl, ilim, ruh birliği ve cihanşümul (evrensel) felsefeyi temsil edecek bir dini-manevi hareketin, Japon milletince benimseneceğini, İslamiyet'in de aslında bütün bu vasıfları ihtiva ettiğini, sadece hakikatleri izah edecek kudret ve ilmi-manevi kifayette şahsiyetlere ihtiyaç olduğunu yazmıştı. Japon imparatorundan, ailesinden bir Prensin ziyareti ile böyle bir mektup da alınca, mevcudun ehemmiyeti hadise olarak önümde idi.
Fakat bizdeki din adamlarının ilmi ve manevi seviyelerini çok iyi biliyordum; Pederim merhum Sultan Abdülmecid'in büyük ümitlerle genişlettiği Tıbbiye için Avrupa'dan getirttiği ecnebi muallimlerden ders alanların kâfir olacağını söyleyen ulema benim saltanatımda da yerindeydi. Bilhassa Anadolu'da, bu mekteplerde okumanın selabet-i diniyeyi zedelediği hala telkin ediliyor.
Düşündüm ki, Japon İmparatorunun istediği Müslüman din âlimleri kendi ülkemizde olsa ve onları ben bulabilseydim, Japonlardan evvel kendi milletimin ve Halife, yani Peygamberimizin vekili olarak İslam âleminin istifadesini temin ederdim... Şöhret yapmış ilmiye mensuplarını tanıyordum. İçlerinde şahsen hürmete şayan çok şahsiyet vardı. Ekseriyetle de şahsen faziletli idiler. Fakat ilmi kudretleri, cihanı telakki tarzları, bu kadar büyük ve İslamiyet'in mukadderatı üzerinde tesir yapacak mevzuu ele almaya, neticelendirmeye müsait değildi... Fakat Japon İmparatorunun istediği Müslüman din âlimlerini yetiştirecek feyyaz membalar da artık mevcut değildi. Medreselerimiz birer ilim-irfan kaynağı olmaktan mahrumdu..." diyor ve ekliyor Sultan Abdülhamit Han; "Bu gibi işlerin muayyen başlama devri ve zamanı var. Saltanat müddetim sırasında en çok hatırladığım hakikatlerden birisi demir tavında dövülür darb-ı meselemiz olmuştur."
Japonya varoluş bunalımı ve inanç krizine girmektedir.Japonya’ya örnek olacak ilim irfan kaynağı alimlerimiz Türk Diyanetinde fazlası ile var. Cumhurbaşkanı seviyesinde bir manevi kriz yönetimi yardımına çok ihtiyaç var diye düşünüyorum. Şefkatli Sultanın vasiyeti yerine gelmiş olur belki de.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan
Haber 7 - ntarhan@gmail.com
Merkez Bankası faizci bankaları tefeci yaptı
Reşat Nuri EROL
Beş gündür ne diyordum? “Faizci zalim sömürü düzeni devam ediyor… AKP’den FAİZCİLERE var, halka yok, köylüye yok!” Yani ekonomisi çöken esnafa, işçiye, emekliye; tarım ve hayvancılığa yok!.. Sekiz yılda ‘ÖZELLEŞTİRME’ adı altında birilerine peşkeş çekilerek seksen yıllık birikimlerimiz de satıldı; bundan sonra “Satacak neyimiz kaldı, neyimiz kalacak?!.” Son yazılarımın tamamında “FAİZ” vurgusu var, faizin de pek çok tanımı var; bunlardan biri de şöyle: Faiz uygulaması “Allah” yani O’nun yeryüzündeki halifesi “halk” ile savaşmak gibidir. Hak/halk ile savaşan faizciler ve onlara bu “sömürücü soygun düzeni” uygulamalarını sağlayan hükümetlerle bakalım nereye kadar?!.
AKP hükümetlerinin sonu hiçbir şeyden olmasa bile “FAİZ zulmünden” olacak…
***
Bundan sonra yazacaklarım, “dört yıldan beri Meclis’te milletvekili” olup, “TEFECİLİK seviyesindeki FAİZ zulmünün” kısmen hafifletilmesi için “kanun teklifleri veren” ama bu teklifleri “FAİZCİ AKP’lilerin oylarıyla daima reddedilen” birinin son yazdıkları hakkında olacak. Esfender Korkmaz aynı zamanda bir gazetede köşe yazarı, Meclis’te yaşadıklarını zaman zaman yazıyor. Son yazılarından (17.03.2011) birinin başlığı şöyle: “MERKEZ BANKASI BANKALARI TEFECİ YAPTI”.
Milletvekili Esfender Korkmaz yazısının sonunda şöyle diyor: “Bu sorunları 4 yıl boyunca Meclis’te gündeme getirdim, kredi kartları borçlarının yeniden yapılandırılması kanun teklifi verdim... Ancak bankaların kredi kartlarını sömürü düzeni olarak kullanmasını önlemek için getirdiğim FAİZ teklifim AKP oyları ile reddedildi. Bu faiz teklifimde kredi kartlarından alınacak faizlere mevduat faizi artı yüzde 50 sınırı getirilmesini önermiştim. Yani bankalar yine kâr edecekti, ancak bu defa yüzde 400 değil, yüzde 50 kâr edecekti.”
Milletvekili Korkmaz, faiz zulmünün hiç olmazsa hafifletilmesi için verdiği ve faizci AKP’lilerce reddedilen kanun tekliflerinin sebeplerini anlatmış. Bundan sonra yazacaklarım o yazılanlardan derlenmiştir. “FAİZCİ zalim-sömürü-soygun-köle düzeni”nin sona ermesi ve yerine “FAİZSİZ ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”in gelmesi dua ve dileklerimle...
***
Kredi kartları toplumda sıkıntı yaratıyor, kamu vicdanını rahatsız ediyor. Ben bu konuyu çok yazdım, çok konuştum... “Kredi kartı FAİZİ tefeci faizinden yüksektir” dedim. “Bankalar tüketiciyi istismar ediyor” dedim... Banka ve kredi kartları yasası, “kredi kartlarında azami FAİZ oranını Merkez Bankası belirler” diyor. Yani bankalar bugün kredi kartlarından dünyanın en yüksek faizini alıyorsa, buna izin veren Merkez Bankası’dır. Bankalar, Merkez Bankası’nın belirlediği faiz oranının üstünde faiz uygulaması yapamıyor. Merkez Bankası zaman zaman kredi kartları faizinde göstermelik olarak bir veya iki puan düşürüyor, ancak yine de kredi kartı faizleri can yakacak seviyede kalıyor. Kredi kartlarında iki faiz uygulanıyor. Birisi “akdi faiz”dir. İkincisi “gecikme faizi”dir... Hâlen Merkez Bankası’nın kredi kartlarında tespit ettiği azami faiz oranı akdi faiz olarak aylık yüzde 2.26 ve yıllık faiz yüzde 27.12’dir. Gecikme faizi de aylık olarak yüzde 2.76 ve yıllık faiz olarak da yüzde 33,12’dir. 21 faizci bankanın tamamı kredi kartlarına uyguladıkları faizi Merkez Bankası’nın tespit ettiği en yüksek orandan ilan ediyorlar... Eğer rekabet varsa neden tamamı en yüksek FAİZ alıyor? Aynı Merkez Bankası, mevduata verilecek azami faizi de belirliyor. Bankalara, “mevduata en fazla yüzde 8 ve yüzde 9 faiz vereceksin” diyen Merkez Bankası, aynı bankalara kredi kartlarından yüzde 33 faiz alma imkanı veriyor! Piyasada tefeci faizi, en yüksek mevduat faizinin iki katıdır; şu sıralarda yüzde 20 ile yüzde 25 arasında değişiyor. Buna karşılık bankaların kredi kartlarından aldıkları yüzde 33’tür ve bu FAİZ, tefeci faizinden yüksektir!!! Bankalar yüzde 8 yüzde 9’la mevduat topluyor, tüketiciye yüzde 27 ve yüzde 33’le satıyor, yani aldıkları parayı “yüzde 400”e varan kârla satıyorlar!!! Fakir halk üstünden spekülatif kazanç sağlamak “anayasal suç”tur.
Sosyal tufandan sonrası kıyamet
Reşat Nuri EROL
Sondan bir önceki yazım, Orta Anadolu (Yozgat) dolaylarında yaşayan köylümüzün acınası durumunu anlatan bir ‘mektup’ ile o durumun müsebbibi iktidarın yapısını tahlil eden, iktidar partisinin ilk dört kurucusundan biri olan Abdüllatif Şener’in minik bir ‘beyanat’ından ibaretti ve şu cümleyle bitiyordu: Durum böyle ama bu böyle gitmez!
Evet, ‘durum böyle’ ve bugünlere kadar halkımızın büyük fedakarlıkları, özverisi, sabrı sayesinde geldik ama böyle daha ne kadar bedel verip sabredebiliriz ki?!.
Konu ile ilgili yazılarımın ikincisinin başlığında dediğim üzere, “Faizci zalim sömürü düzeni devam ediyor”ken, halkımız, ülkemiz, dünya ve bütün insanlık çok yönlü “ekonomik ve sosyal tufan” seviyesindeki zulümlere ve “zalim düzene” daha ne kadar dayanabilir ki?!.
Kapitalizm, komünizm, sosyalizm, karma ekonomi gibi “hak ve adalete” değil “kuvvet ve zulme” dayalı sistemlerin/düzenlerin dünyayı ne hâle getirdiği apaçık ortada…
Dünyamız çok yönlü dinî, ilmî, iktisadî ve siyasî sarsıntılarla, krizlerle, depremlerle, tsunamilerle yani bizim iki kelimelik isimlendirmemizle ifade ettiğimiz üzere, aslında herkesi uyarıcı olması gereken “SOSYAL TUFANLARLA” boğuşuyor…
Uyanması gereken istisnasız herkes uyanmazsa, bundan bir adım ötesi ne ki?
“KIYAMET” yani her şeyin sonu değil mi?!.
***
“Kapitalizm” başta olmak üzere, “kuvvet ve zulme” dayalı her türlü “-izm”ler, insanlığı dünyevî ve uhrevî felaketlere doğru sürüklüyor.
Kapitalizm ne diyor, neleri emrediyor?
1- İsraf haramdır demeden ve üretmeden tüketeceksin!
2- Faizle, taksitle, ipotekle veya karşılıksız borçlanacaksın!
3- Tutumlu olmayacaksın, tersine ihtiyaçlarını artıracaksın!
4- Kapitalizme alternatif çare, çözüm ve sistem üretmeyeceksin!
5- “Gerçek demokrat” değil, sahtesi yani “demokratur” olacaksın!
6- İslâm’ım emrettiği şekilde cemaatleşmeyeceksin, bireyselleşeceksin!
7- Zamanını, malını, gücünü, gençliğini lüzumsuz boş işlere harcayacaksın!
8- Globalleşmeyi, küreselleşmeyi, modernleşmeyi, çağdaşlaşmayı savunacaksın!
9- Sermayenin, sömürünün, faizci bankaların yani kapitalizmin kölesi olacaksın!
10- Hepsinden daha önemlisi; yukarıdaki dokuz maddede kapitalizmin emirlerini uygularken “düşünmeyeceksin” ve âhirete yani hesap vereceğine inanmayacaksın!
***
Günlük okumalarımda bazı sitelerdeki en çok okunan yazarlara listesine şöyle bir bakar, konusu ilgimi çeken yazarları okurum. Geçen gün Behiç Kılıç’ın yazısındaki ilk cümleler dikkat çekiciydi: “Türkiye’mizin, bunca kifayetsiz muhteris tarafından alabildiğine yıpratılmasına karşın.. Sodom-Gomore’ye taş çıkartan dejenerasyonuna, paraya tapan Allahsızların su başlarını tutmalarına rağmen.. Ayakta kalmasının sırrı da içinde helal süt emmiş vatan evlatlarının gizli kahramanlar olarak mevcudiyeti sayesindedir.. Haris, ahlaksız, kalleş, çıkara dayalı insan ilişkilerinin siyasetten ticarete kol gezdiği bir egemen yapıda, en ahlaksız, en şirazesinden çıkmışın en itibarlı zengin olabildiği bir münfesih yapıda bilgileri, becerileri, insanlığa katkıları ve kocaman yürekleri ile gerçekten cesur kahraman ve çağdaş Türk insanları, Allah’ın bu sevgili kulları ülkemizin çimentosunun sağlaması olarak milletimizin teminatlarıdır…”
Evet, hâlâ iyi, dürüst, gayretli, çalışkan ve daha önemlisi “Millî Görüş” diye bir davası, “Adil (Ekonomik) Düzen” diye bir sevdası olan insanlarımız var, yani gömlek çıkarmayan ve imanı devam edenler var da; o sayede yıkılmadık, dimdik ayaktayız…
Başta da dediğim gibi; bu böyle gitmez, “sosyal tufan”dan sonrası “KIYAMET”!
Sosyal tufan ve tsunamileri sona erdirmek için tek çare “Adil (Ekonomik) Düzen”dir.
Ekmek, fırın, belediye ve ‘model’ olmak-1
Reşat Nuri EROL
Bir “belediye”nin temel görevlerinden biri de, halka “ucuz, sağlıklı, güvence içinde ‘EKMEK’ ve diğer gıdaları” temin etmek veya bunların temin edileceği şartları hazırlamaktır. Belediyeler gıda, giyim, barınma/ev, ulaşım, haberleşme, eğitim, sağlık ve sair hizmetlerin en iyisini sağlamada vatandaşa hizmet veremiyorlarsa, o zaman niye varlar ki?!. Bizim “Adil (Ekonomik) Düzen”e göre yerel yönetimler, yerinden yönetim yani “bucak yönetimi” ve ona bağlı olarak il ve ülke yönetimi çalışmalarımız incelenirse, “mesele” daha iyi anlaşılacaktır. Yaşı veya ruhu genç olanlar; bu çalışmalar için daha ne bekliyorsunuz?!.
Bu girizgahtan sonra, biz yine “ekmek” meselemize dönelim. Yukarıda anlattığım üzere, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere, bunun bilincinde olan belediyelerce “Halk Ekmek Fabrikaları” ekmekleri çıkarılmaktadır. Belediyenin böyle ekmekle ilgilenmesi doğru ise de bu şekilde işletme/ler olması çok yanlıştır. Deveye ‘sırtın eğri’ demişler. O da ‘nerem doğru ki’ demiş. Belediyelerin hangi yaptığı iş doğru ki o işi doğru olsun.
Ancak, bu zihniyetle ve bu “zalim düzen”de belediyelerimiz de bundan başkasını yapamazlar. Siyasetimizin, devletimizin, hükümetlerimizin, belediyelerimizin, velhasıl “yerel yönetimler” de dahil her şeyimizin düzelmesi için “Adil (Ekonomik) Düzen” şarttır; tek çözüm modeli, “zalim düzen”in tek alternatif modeli “Adil (Ekonomik) Düzen”dir.
***
İstanbul’dan örnek verelim. İstanbul’da kırk belediye var. Adil Düzen Çalışanları olarak kendilerine baş vuruyoruz ve onlara diyoruz ki; halkımıza “sağlıklı, ucuz ve güvenceli ekmek” temin etmek istiyoruz. Siz bizi destekleyin. Bedavadan yani karşılıksız bir şey istemiyoruz. Bu hizmeti gerçekleştirmek için halk olarak örgütleniyoruz, bir kooperatif kuruyoruz; belediyemize de, ‘kooperatifimize ortak olun, bize her mahallede bir fırın açacak yeri ortak olarak koyun’ diyoruz; sonunda ekmek başına ne istiyorsanız onu ‘kira’ olarak alın.
İstanbul dememe bakmayın, her nerde yaşıyorsanız, siz de bunu şehrinizde düşünün.
Belediyenin, -bugüne kadar halkımıza hep yaptığı üzere,- bu teşebbüse engel çıkarmak bir yana; çalışmalarıyla, katkılarıyla, hizmetleriyle “bu ‘halk’ yani ‘kooperatif’ teşebbüsüne” 5 bin metrekarelik bir alan/arsa/arazi oluşturuyoruz. Arazi kamudan veya özel mülkten tedarik ediliyor. Bu beş bin metrenin en alt bodrum katını garaj/otopark/sığınak yapacağız, ikinci katını depo olarak kullanacağız, en üst bodruma da bir mahalleye yetecek kadar fırın alanları ve fırıncılar yerleştireceğiz. Bu fırıncıların sayısı yeteri kadar olacaktır.
Bu 5 bin metrekarenin en üstü “yeşil alan” yani “park” olacaktır, sadece bin metrekaresinde inşaat yapacağız. Zemin katta bürolar olacaktır. Ondan sonra gelen on katta daireler olacaktır. Her katta on iki daire/ev olacak, iki dairesi de çok amaçlı ortak kullanım yani sosyal amaçlı (kütüphane, mescit, misafirhane, revir vs.) olacaktır. En üst çatı katı ise tüm yüz dairenin sosyal alanı olacak ve çatı da yeşil alan yapılacaktır.
Sonuç: 5 bin metrekarenin tamamı “yeşil alan” oldu; belediyelere, belediyecilere, halkımıza, ailelere, emeklilere, yaşlılara ve önemlisi çocuklarımıza müjdeler olsun!
***
Daha başka önemli teknik detaylar var ama burada onları yazmayacağım. Bu yüz dairelik apartman bir “site”dir, yani Anadolu’daki bir “köy” kadardır. Fırınımızın yeteri kadar çalışanı vardır. Fırın çalışanları, belli büyüklükteki mahalleye “sağlıklı, ucuz ve güvenceli ekmek” pişireceklerdir. Fırınlar ekmekleri ağırlıklarına göre standart olarak çıkaracaklardır. 25, 50, 100, 200, 400, 800 ve 1600 gramlık ekmekler çıkarabilirler. Ekmeklerinin vasfına, malzemesine, kalitesine yani nasıl ekmek çıkaracaklarına kendileri karar verirler ve semt yönetimine yani kooperatife bildirirler. Kooperatifin “güvenceli kontrolörleri” vardır, çıkan ekmeklerin fırınların kendi talimatlarına uyup uymadığını kontrol ederler. Fırıncılar fiyatları kendileri koyarlar, kooperatif yönetimi sadece taahhüt ettikleri ekmeği sunup sunmadıklarını denetler. Dağıtım kooperatifçe yapılır. (Devamı var)
Âti, Âkif ve İslâm âlemi
Reşat Nuri EROL
Yaşlı dünyamızda mâzisi olmayanın âtisi/geleceği de olmaz. Bütün insanlar ve çağımız dünyasında özellikle Müslümanlar için mâzi, tarih, tarih şuuru ve âti/gelecek idraki önemli. Dünyamızda cereyan etmekte olan pek çok dinî, ilmî, iktisadî, siyasî ve sosyal gelişmeye bakıldığında, âti/gelecek idraki önemli olduğu kadar da elzem/gerekli. Hele âtiyi karanlık görüp azmi, çalışmayı, gayreti, gerekenleri yapmayı bırakmak; olacak şey değil…
“Âti” şiiri, Mehmet Âkif Ersoy’un güzel bir şiiridir. Meramımı daha iyi ifade edebilmek amacıyla istiklâl ve istikbal şairimizin “Âti” şiirindeki mısraları ile başlıyorum:
Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak...
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle.
İmânı olan kimse gebermez bu ölümle:
Ey dipdiri meyyit, ‘İki el bir baş içindir.’
Davransana... Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.
Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın?
Esbâbı elinden atarak ye’se yapıştın!
Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan
Tek bir ışık olsun buluver... Kalma yolundan.
Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!
Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!
Hüsrâna rıza verme... Çalış... Azmi bırakma;
Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!
İslâm âlemi mâzide büyük devletler, imparatorluklar ve medeniyetler kurarak buraya geldi; Emeviler, Abbasiler, Karahanlılar, Gazneliler, İlhanlılar, Selçuklular, Osmanlılar. Bugünkü İslâm ülkeleri sonra Avrupa’nın sömürgeleri hâline geldiler. Daha sonra daha acı günler yaşandı, sömürü sermayesi dinsiz diktatörleri Müslümanların başlarına musallat etti, tarihin en acı dönemi yaşandı... Sömürü sermayesi şimdi de diktatörleri uzaklaştırıp daha büyük bir fitne ve fesat için harekete geçti... Ancak, daha önce de yazıp hatırlattığım üzere; onların mekri/planı/projesi yani “BOP”u varsa; elbette Allah’ın da projesi vardır. “O” proje yapanların hayırlısı olduğundan, sonunda onların fitneleri, fesatları, projeleri, eski veya yeni “BOP”ları hep bize yaramaktadır. Zamanla biz onların fitne ve projeleri sayesinde daha ileri ve güçlü ülke oluyoruz. Nitekim İran ve Türkiye bunun en açık örneğidir. Genelde İslâm âlemi ve özellikle bu iki ülke, yakın âtide/gelecekte önemli görevler yükleneceklerdir. Sonuç olarak düşmanların fitne ve fesatları rahmete dönüşecek, Allah onların şerlerini hayra dönüştürecektir. Genel olarak İslâm âleminde ve özel olarak Libya başta olmak üzere Kuzey Afrika ile Ortadoğu’daki diğer ülkelerdeki gelişmeleri böyle değerlendirmek gerekir. Bize düşen, istiklâl ve istikbal/“âti” şairimizin dediklerini yapmaktır…
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar...
Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var.
Feryâd ile kurtulması me’mûl ise haykır!
Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır!
‘İş bitti... Sebâtın sonu yoktur!’ deme, yılma.
Ey millet-i merhûme, sakın ye’se kapılma.
Gelecek yazı, “Âtide Türkiye ve İran’ın görevleri” üzerine olacaktır.
Yeni Haçlı Seferleri ve Türkiye-İran’ın görevleri
Reşat Nuri EROL
Afganistan ile Irak işgalleri ve Libya’ya saldırı: Yeni Haçlı Seferleri...
ABD/Bush ne demişti: “Haçlı Seferi!” Fransa/Sarkozy’nin İçişleri Bakanı Libya saldırısı için ne dedi: “Haçlı Seferi!” Rusya Lideri Putin bile, “Bu (Libya saldırısı) Ortaçağ dönemindeki Haçlı savaşlarına benziyor.” dedikten sonra; bugünkü ‘Zalim ve Vahşi Batı Düzeni’ni tanımlamak için uzun söze ne hacet!
Bu durumda, devlet deneyimleri olan Türkiye ve İran’a büyük görevler düşmekte...
1- Zalim ve Vahşi Batı Düzeni, yani sömürü sermayesi şimdi Müslümanlar arasında mezhep kavgaları fitnesi çıkarmak istemekte... Başsız kalan halkların bölünmesi kolaydır. Bu fitneyi Türkiye ve İran önleyebilir. Mâzideki tarihi birikim değerlendirilir, sıkı dostluk yapılır ve mezhepler uzlaşmasına gidilirse, mezhep kavgaları fitne ve fesadı engellenebilir.
2- İran ve Türkiye, içinde bulundukları bu dikta rejimlerinden kurtulmaları için İslâm âlemindeki ülkelere destek vermeli, yol göstermelidir. İran ve Türkiye ile D-8 ülkeleri, İslâm âlemine “hakim” olmak yerine, onlara “hadim” olmayı hedef yapacaklardır.
3- Türkiye ve İran’ın yapacağı bir diğer iş ise; mübadelede gidecekleri yeri kalmayan kimseleri ülkelerine mülteci olarak kabul etmeleri, onların eskisine yakın hayat seviyesinde yaşamalarını sağlamalarıdır. Bu sadece onlara iyilik değildir, bu aynı zamanda o ülkelere iyiliktir. Böylece yeni döneme, yeni düzene geçişi daha kolay sağlarlar.
4- İran ve Türkiye’nin yapacağı diğer iş; tüm dünyanın ilim adamlarını toplayıp o ülkelerde yapılması gereken yeni düzeni (Yeni Bir Dünya Düzeni) tesis etmeleri için proje hazırlamaktır. Bu arada “Adil (Ekonomik) Düzen Çalışanları”nı da unutmamaları gerekir. Bunlar dünyada bu işleri en üst seviyede kendilerinin bildiklerini iddia ediyorlar...
5- Mısır gibi önemli ve büyük ülkelerde “yeni demokratik düzen” oluşuncaya, “yeni anayasa” yapılıncaya kadar ordunun yönetimde kalması desteklenmelidir. Türkiye’nin bu hususta önemli deneyimleri vardır. Türkiye’de yapılan yanlış, hazırlatılan anayasalarda Müslüman âlimlere yer verilmemesidir; bu sebeple yapılan anayasalar daima eksik olmuştur. Anayasayı askerler değil âlimler hazırlamalıdır. Bu âlimler yalnız bir ülkenin âlimleri olmamalı, tüm insanlığın âlimleri olmalıdır.
6- Avrupa Birliği bir Hıristiyanlık birliğidir. Bu durum insanlık için kötü değildir, dinin hakim olduğu düzen daima nurla dolar. Avrupa’nın insanlığa zulmettiği asırlar dinden uzaklaşma ve ayrılma asırlarıdır. Sömürü sermayesi dindarlığı çok kötü göstermekte, “karanlık çağ” demektedir! Oysa Müslümanların hükümran olduğu o çağ, insanlık için “ilim, huzur, barış ve adalet çağı”dır. Bugünkü uygarlık o uygarlığa dayanmıyor mu? İran ve Türkiye, “İslâm/barış birliği”ni oluşturmalıdır. İnsanlığın muhtaç olduğu barışı, silmi, yeni medeniyeti dinler ve dindar insanlar getirecek ve muhafaza edeceklerdir.
7) Yeni düzene geçmekte olan devletler, geçiş dönemlerinde yönetimlerinde birçok yönden sıkıntılar geçireceklerdir. Krizlerin ve ekonomik sıkıntıların ortadan kalkması için tüm İslâm ülkeleri gümrükleri ve vizeleri geçici de olsa kaldırmalıdır. Bu sayede mallar ve emekler serbestçe hareket edecek, böylece o ülkeler sefaletten kurtulmuş olacaktır.
8) Şimdiye kadar insanlığı fitne ve ifsatlarıyla kana bulayan sermaye artık tevbe etmeli, bu huyundan vazgeçmelidir. Onlara gerçekler anlatılmalı, bu gidişatın kendileri için de iyi olmadığı hatırlatılmalı, dünya pazarlarında da onlara yer verileceği ifade edilmelidir.
9) Putin ve Obama dünya için bir şanstır. Türkiye aracı olmalı, ABD ve Rusya’nın da bu geçişte Türkiye’nin yanında yer almaları sağlanmalıdır. Böylece Türkiye, İran, Mısır ve diğer Ortadoğu İslâm ülkeleri, “huzurlu ve adil bir dünya düzeni”nin kurulmasında, adalet ve tarafsızlıkları ile tüm dünyanın barışında “denge unsuru” olacaklardır.
10) Türkiye, Avrupa (AB) ile olan gümrük (Gümrük Birliği) anlaşmalarını durdurmalı, Türkiye, İran ve D-8 ülkeleri gümrükleri sıfırlamalı; sonra bunlar dünyadaki bütün ülkelerle gümrükleri sıfırlamalıdırlar. İslâm/barış ülkeleri bundan yararlanacaktır.