Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 603
MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ -11.AYETLER
19.03.2011
1658 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 45 YILDIR ÇALIŞIYOR....2009...2010...2011

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜNYA DÜZENİ 603

“ADİL DÜNYA DÜZENİ” III. BİN YIL MEDENİYETİ PROJESİDİR.

“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 603. Hafta         19 Mart 2011        Fiyatı: www.akevler.biz’e tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR.. ÇOĞALTABİLİR.. DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 603. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?”    (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.”     (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ,  Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Tefsir Seminer Notları Yenibosna’da Cumartesi akşamları okunup tartışılmaktadır.

GAYEMİZ: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada “OKUNMASI, ANLAŞILMASI VE UYGULANMASI”DIR.   Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

***

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;

GÜMRÜK BİRLİĞİ!

“ADİL (EKONOMİK) DÜZEN” İKTİDAR OLUR OLMAZ,

İLK YAPACAĞI İŞ GÜMRÜKLERİ KALDIRMAK OLACAKTIR

SAADET PARTİSİ

SAADET PARTİSİ YENİ MEDENİYETİ KURMAK İÇİN NELER YAPMALIDIR?

***

*ÜSKÜDAR SEMİNERLERİ; 153. SEMİNER

Her Hafta ÇARŞAMBA akşamı; Adres: EMİNEVİMKısıklı Cad. No: 36  Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL  Tel: (0216) 444 36 46

SOHBET…    SEMİNER…    SORULAR-CEVAPLAR…

***

Osmanlı gitti “adalet” bitti

Satacak neyimiz kaldı, neyimiz kalacak?!.

Faizci zalim sömürü düzeni devam ediyor…

AKP’den faizcilere var, halka yok!

AKP’den faizcilere var, köylüye yok!

‘Ya Rabbi, bu adaletsizliğin hesabını sor!’

Reşat Nuri EROL

***

MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 11

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَوْفُوا بِالْعُقُودِ أُحِلَّتْ لَكُمْ بَهِيمَةُ الْأَنْعَامِ إِلَّا مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَأَنْتُمْ حُرُمٌ إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ مَا يُرِيدُ (1) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَائِرَ اللَّهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَائِدَ وَلَا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَانًا وَإِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُوا وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَنْ صَدُّوكُمْ عَنْ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَنْ تَعْتَدُوا وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ(2) حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللَّهِ بِهِ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّطِيحَةُ وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ إِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَأَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْأَزْلَامِ ذَلِكُمْ فِسْقٌ الْيَوْمَ يَئِسَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ دِينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِي الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمْ الْإِسْلَامَ دِينًا فَمَنْ اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِإِثْمٍ فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (3) يَسْأَلُونَكَ مَاذَا أُحِلَّ لَهُمْ قُلْ أُحِلَّ لَكُمْ الطَّيِّبَاتُ وَمَا عَلَّمْتُمْ مِنْ الْجَوَارِحِ مُكَلِّبِينَ تُعَلِّمُونَهُنَّ مِمَّا عَلَّمَكُمْ اللَّهُ فَكُلُوا مِمَّا أَمْسَكْنَ عَلَيْكُمْ وَاذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَيْهِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ (4) الْيَوْمَ أُحِلَّ لَكُمْ الطَّيِّبَاتُ وَطَعَامُ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنْ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنْ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ إِذَا آتَيْتُمُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ مُحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَ وَلَا مُتَّخِذِي أَخْدَانٍ وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْإِيمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ وَهُوَ فِي الْآخِرَةِ مِنْ الْخَاسِرِينَ (5) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلَاةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُءُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَيْنِ وَإِنْ كُنْتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُوا وَإِنْ كُنْتُمْ مَرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاءَ أَحَدٌ مِنْكُمْ مِنْ الْغَائِطِ أَوْ لَامَسْتُمْ النِّسَاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَاءً فَتَيَمَّمُوا صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُمْ مِنْهُ مَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ حَرَجٍ وَلَكِنْ يُرِيدُ لِيُطَهِّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ(6) وَاذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَمِيثَاقَهُ الَّذِي وَاثَقَكُمْ بِهِ إِذْ قُلْتُمْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ (7) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُونُوا قَوَّامِينَ لِلَّهِ شُهَدَاءَ بِالْقِسْطِ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَى أَلَّا تَعْدِلُوا اعْدِلُوا هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ (8) وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ عَظِيمٌ (9) وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ (10)

 

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ هَمَّ قَوْمٌ أَنْ يَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ فَكَفَّ أَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلْ الْمُؤْمِنُونَ (11)

                                                                                             

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا

(YAv EayYuHa elLaÜIyNa EAvMaNUv)

“Ey iman etmiş olan kimseler.”

Bu sûrede bu hitap beşinci olarak geçmektedir. Bakara Sûresi’nde “Ey İsrail oğulları” diye hitap etmiş, burada ise “Ey iman etmiş olan kimseler” denmektedir. Mü’minler İsrail oğullarının yerini almışlardır.

Allah kâinatı var etmiş ve insanı kâinat içinde kendisine halife yapmıştır. İnsanın dışında yine insan gibi varlıklar vardır; bunlar melekler, cinler ve ruhlardır. Allah kâinatı bunlar için yaratmıştır. Bizim gördüğümüz ve yaşadığımız kâinatta insan başrolünü oynamaktadır. Kâinatın emaneti insana verilmiştir. Göklerde de insanlar vardır, onlar Adem oğulları değildir. Yeryüzünde Ademoğlu insan var edilmiştir.

Kâinat evrim üzerinde kurulmuştur.

Tevrat ve Kur’an’da kâinatın altı dönemde bu hâle geldiği ifade edilmiştir.

1-      Ceviz kadar büyüklükte sıvı damlası olan kâinat bundan 13.7 milyar yıl önce patlayıp büyümeye başlamış, önce duman yani gaz olmuş, sonra gaz yığınları birbirinden uzaklaşmaya ve etrafında dönmeye başlamış, yığılan gazlar birer güneş olan yıldızları oluşturmuş, onların etrafında gezegenler dönmeye başlamıştır. Bu birinci evrim merhalesidir.

2-      İkinci evrim merhalesinde ise yeryüzünün dönmesi, madde miktarları öyle ayarlanmıştır ki orada canlılar yaşasın. Milyar milyar kadar güneş olan yıldızların çevrelerinde de gezgenler vardır, yani yeryüzü vardır. Burada da bitkiler ve hayvanlar yaşamaktadır. Buralarda da hayat vardır. Burada Ademoğlu olmayan insanlar vardır.

Bundan sonra yeryüzünde canlı yaratılmış ve dört dönem geçmiştir.

3-      Birinci zamanda tek hücreli canlılar vardır.

4-      İkinci zamanda denizlerde çok hücreli canlılar vardır.

5-      Üçüncü zamanda canlılar karaya çıkıyor ve omurgalı hayvanlarla çiçekli bitkiler türüyor.

6-      Dördüncü zamanda biyolojik evrim duruyor, yeni türler ortaya çıkmıyor. Canlılık âlemi 15 yaşına geliyor. Canlılığın meyvesi olan insan yaratılıyor. İnsanda sosyal evrim başlıyor.

İnsanlar başlangıçta dört evrim merhalesi geçirmiştir.

1-      Toplayıcılıkla geçiniyorlardı, bu merhale 32 000 yıl sürmüştür.

2-      Avcılık dönemine gelmişler, bu dönem de 16 000 yıl sürmüştür.

3-      Çobanlık dönemine girmişler, bu dönem de 8 000 yıl sürmüştür.

4-      Tarım dönemine girmişler ve bu dönem de 4 000 yıl sürmüştür.

Bu dört dönemde ürettiklerini kendileri tükettiler, artan malları takas ederek değiştirdiler. Bundan sonra içinde bulunduğumuz sanayi dönemi başladı. İnsanlar ürettiklerini değiştirmeye başladılar. Bugün artık kendi ürettiklerini kimse tüketmiyor. Hattâ bugün üretim bile ayrı ayrı yapılmıyor. Birlikte üretip işçilik değişimi oluyor.

Bu duruma gelinmesi için Allah önce Hazreti Nuh aleyhisselâmı görevlendirmiş, onun zamanında yazılı hukuk ortaya çıkmıştır. Birbirini tanımayan kimselerin bir arada yaşamaları ancak yazılı hukukla mümkün olmuştur. Mezopotamya’da uygulanmaya başlanan bu oluşum, bu düzen önce Mısır’a, sonra Hindistan’a, sonra Çin’e kadar gitmiştir.

Sonra Allah Hazreti İbrahim aleyhisselâmı görevlendirmiş, dağılan ve farklılaşan uygarlıkların tekrar bir araya gelerek tek uygarlığın oluşması görevini Allah onun çocuklarına vermiştir. Hazreti İbrahim’in Sara isminden bir hanımı vardı, bir de Mısırlı Hacer adında kölesi vardı. Hacer’den İsmail doğdu, Hazreti İbrahim onu götürüp Bakka Vadisi’nde bıraktı. Sonra Sara’dan da İshak adında bir çocuğu oldu, onu bugünkü Filistin’de yerleştirdi. Ayrıca Katura adında üçüncü bir hanımı daha vardı, onun çocuklarını da doğuya gönderdi; bunlar doğuda Brahmanizm’i oluşturdular, sonra Budizm’e dönüştü. İshak’ın torunları (Hz. Yusuf ve kardeşleri) ise Mısır’a gittiler, orada deneyimli ulus oldular, Filistin’e dönüp (Hz. Musa dönemi) İbrani uygarlığını (Hz. Davut ve Hz. Süleyman dönemi) kurdular.

Mezopotamya’da kent devletleri vardı, Mısır’da ulusal merkezi devlet vardı. İbraniler ise şeriatı bir olan yani Tevrat olan ama yönetimleri bağımsız sınırlardan oluşan bağımsız yerel yönetimler oluşturdular, merkezi yönetim ile yerel yönetim arasında denge kurdular.

İsrail oğulları ikinci iş olarak laik düzeni oluşturdular, yani Tevrat’la kendi yönetimlerini kurdular, ancak hükümetleri ve ülkeleri kendi dinlerinde bıraktılar, karışmadılar. İsrail oğullarına gönderilen Tevrat sayesinde dünyada laik düzen oluştu.

Bu kitaptan yani Tevrat’tan yararlanan Yunanlılar site devletlerini oluşurdular. Helenizm (Büyük İskender) döneminde bu düzen Çin’e varıncaya kadar yayıldı. Ayrıca Romalılar Tevrat hukukuna adapte oldular, Roma Hukuku doğdu.

Yeryüzündeki tüm uygarlıklar vahye dayanarak oluştu.

Şimdi İsrail oğullarına verilen görev Kur’an’la mü’minlere de verilmektedir. Bu sebepledir ki “Ey beni İsrail” benzeri, “Ey iman etmiş olanlar” hitabı vardır, sûrede sık sık tekrar edilmektedir. Tekrar hatırlayalım:

1-      Sûre “Ey iman edenler” diye hitap etmiş ve “sözleşmeleri yerine getirin” demiştir. Bu Tevrat uygarlığı ile Kur’an uygarlığı arasındaki temel farktır. Tevrat uygarlığı resmi mukavelelere dayanıyordu. Yani devlet resmi mukavele tipleri (tip sözleşmeler) hazırlar. Halk onlardan benimsedikleri için resmi görevlinin huzuruna çıkar, bir merasimle sözleşmeler yapılırdı. Oysa Kur’an hukukunda devlet sözleşmeler yapmaz, sözleşmeleri âlimler yapar, halk onlardan istediklerini seçer, kendi aralarında imzalayarak tamamlarlar. Devlet, devlet dışında yapılan akitleri güvenceye alır.

2-      Kur’an uygarlığının ikinci özelliği ise; Tevrat’ta şeriat ilâhi kitap olarak geldiği halde, Kur’an’da şeriat değil şeriatın nasıl yapılacağı gelmiştir. İnsanlara içtihat ve icmalarla hükümler koyması öğretilmiştir. Bu sayede insanlar kendileri düşünüp uygarlıklarını geliştirmektedirler. Batılılar bu hususa “demokrasi” demektedirler; İslâmiyet’te ise “içtihat ve icma” denmektedir.

3-      Üçüncü bölüm ise; birlikte yaşamak için hastalıkların birbirlerine bulaştırılmaması gerekir. Bunun ilk şartı temizliktir. El ve yüzü yıkamayı emreden âyetler gelmiştir. Böylece birlikte yaşamanın şartları konmuştur. Bugün insanlığın en büyük sorunu çevre kirliliği olmuştur. İnsanın temiz olması farz kılındığı gibi çevre temizliğine de dikkat edilmesi gerektiği hususu anlatılmıştır. Yine bir arada yaşayabilmemiz için yargıya gerek vardır.  İbrani uygarlığında da yargı vardır ama hakemlik yoktur. Çünkü insanlar henüz hakemlik sistemine ulaşmamışlardı. Artık “hâkimlik” yok, “hakemlik” var ve “hanedanlık” yok “biat” var. Tamamen yeni uygarlıklar oluşturuyoruz. Bu yeni düzen demokratik, laik, liberal ve sosyal bir düzendir. Bunun temelinde hakemlik ve hicret demokrasisi vardır.

4-      Dördüncü bölümde iç güvenlikten söz edilmiştir. Şimdi burada da dış güvenlikten söz edilecektir, yani savunmadan bahsedilecektir. Başka bir şekilde şöyle ifade edebiliriz; bundan önce barış içinde diğer insanlarla ilişki kurmamız gerekmektedir. Barışa gelmeyenlere de nasıl hareket edeceğimiz anlatılacaktır.

اذْكُرُوا

(EuÜKüRUv)

“Zikrediniz.”

Zikretmek” anmak demektir. “Birlikte anın” anlamında kullanırsak lazım fiil olur. “Başkalarına anlat” dediği zaman müteaddi fiil olur.

Burada memur olanlar iman eden kimselerdir.

Şimdi önemli bir soruyu/sorunu çözmemiz gerekmektedir.

Mü’minler bedenen askerlik yapanlardır.

Müslimler ise bedenen katılmayıp mâlen bedel verenlerdir.

Kur’an’da “Ey iman edenler” diye hitap ettiği zaman yalnız mü’minlere yani askerliğe giden kimselere mi yoksa bütün müslimlere mi hitap etmektedir?

Eğer tüm müslimlere de hitap ediyorsa, mü’minlerin de onlardan farkı yoktur. Eğer sadece askerlik bedelini yapanlara hitap ediyorsa, Müslüman olmanın mânâsı kalmamaktadır. Bunu şöyle izah edeceğiz. Mü’minlere emirde zorlama vardır. Namaz kılmayan bir mü’min siteden sürülür, ülkeden sürülür. Müslim ise mükelleftir ama biz ona müeyyide uygulamayız, sadece nimetlerden yararlanamaz.

Peki, ne zaman zikredeceğiz ve nasıl zikredeceğiz?

Önce buradaki bu “zikir” yukarıda bahsedilen namazların zikridir. Yani biz günde üç defa (sabah, öğle, akşam) bir araya geleceğiz ve namaz aralarında zikrederken bu arada anlatılanları zikredeceğiz, birbirimize anlatacağız. Farklı konuları farklı kişiler çalışacak ve sıra ile diğerlerine anlatacaklardır. Eğer başkan anlatıp da diğerleri dinleyecek olsaydı; “sen namazı kıldır”da olduğu gibi “sen onlara anlat, dinlesinler” derdi. Oysa “siz zikrediniz” denmektedir. Bu da ancak sıra ile konuşma şeklinde ortaya çıkar veya sıra ile birbirimize anlatırız anlamı ortaya çıkar.

İnsanlar araba kullanmayı öğrendikleri gibi konuşmayı da öğrenmek zorundadırlar. Nasıl Kur’an okumak bize farz ise; aynı şekilde konuşmak ve anlatmak da böylece farzdır. İşte buradaki “anlatınız, müzakere ediniz” demektir.

Biz “www.akevler.org” sitemizde de bunu yapmak istiyoruz. Aynı yerin cemaati yazsın ve birbirlerine okusunlar istiyoruz. Kendilerine kolaylık olsun, yazarlar seçilsin ve burada anlatılsın. Bazı önemli değişikliklere ihtiyacımız vardır. Şimdi isteyen istediğini yazıyor, uzatıyor kısaltıyor. Bu hatalıdır. Biz 32 sayfalık bir dergi çıkaralım dedik. Bunu 16 kişi yazsın dedik. Herkes haftada 2 sayfa yazacaktır. 35 sayfa olsa günde 5 sayfa okunarak bir haftada bitirilir. Demek ki her namazda bir sayfa okursak bir haftada dergimiz biter. Haftalık tefsir seminerleri notlarımızı okuduğumuz gibi dergiyi de böylece okumamız gerekmektedir.

نِعْمَةَ اللَّهِ

(NiGMaTa elLAHi)

“Allah’ın nimetini zikrediniz.”

Evet, günde üç defa namazlar arası “Allah’ın nimetini zikrediniz” deniyor.

Allah yeryüzünü Âdemoğulları için var etti. Yeryüzü insanlara emanettir. Sonra İbrahim milletine bu arzın yönetimini verdi. Sonunda Kur’an mü’minlerine nimet verdi. İşte zikredilecek olan budur. Allah’ın en büyük nimeti elbette Kur’an’dır. O halde Kur’an zikredilecektir. Kur’an’ın bir anlatılan mânâsı vardır, buna “zikr” denir. Bir de ondan istihraç edilecek fıkhi mânâsı vardır. Sonra da hikmetlerinin öğrenilmesi var. Yani namazlar arası öğreneceklerimiz üç derecededir.

a)      Nasıl amel edeceğimizi öğreneceğiz. Bize ‘şunu yap, bunu yap’ diyecekler, biz de onu yapacağız. Bu kadarını öğrenmeye herkes mükelleftir. Yaptırılarak öğretilir.

b)      Fillerimizi hükümleri ile bilmek zikirdir; yani bu haramdır, bu mekruhtur, bu farzdır diye bilerek amel etmek gerekir.

c)      Hükümler delilleri ile bilinmelidir, yani dört delil üzerinde durulacaktır; âyet, hadis,  icma ve kıyas.

d)     Rusuh mertebesindeki araştırmalar namazlarda değil de başka zamanlarda yapılacaktır.

Dersler öyle verilir ki, katılanların da kolaylıkla anlayacağı şekilde anlatılır. Misal olarak abdest nasıl alınır; göstererek öğretilir. Sonra abdestin farzları, sünnetleri, müstehapları hangileridir, bunlar öğretilir. Sonra da buna dair âyetler ve hadisler anlatılır.

Çocuk beşikten mezara kadar bu cemaat içinde büyür, hayatının her döneminde kendisine nasip olduğu kadarını alır.

İnsanlar 33 yaşlarına kadar öğrenirler, 33 ile 66 yaşlarına kadar uygularlar, 66 yaşından sonra da anlatırlar.

عَلَيْكُمْ

(GaLaYKuM)

“Sizin üzerinize olan nimetini zikredin.”

Yeryüzü ülkelere bölünmüştür, ülkeler illere bölünmüştür, iller bucaklara bölünmüştür, bucaklar ocaklara bölünmüştür. Beş vakit namaz ocaklarda kılınır. Günde üç defa toplantı aşiretlerde yani ocaklarda yapılır. Burada Allah’ın nimetleri anlatılacaktır. Başka insanlar üzerindeki nimetleri değil, kendi ocakları üzerindeki nimetleri anlatılacaktır.

Bir topluluğun bilinci geçmişi ile belli olacaktır.

Şimdi biz çalışıyoruz. Yenibosna’da bir ocak oluşturuyoruz. Bunun bilincinde olmak ancak onun geçmişini bilmemizle mümkündür. O halde bize farz olan, bize sonradan katılanlara oluşumumuzu anlatmamız gerekir.

İstanbul Yenibosna aşiretinin/ocağının tarihi nedir?

a)      Önce Üsküdar’da daha evvel kurulmuş bulunan KOBA’nın (Kafkasya, Ortadoğu ve Balkan Ülkeleri Ticaret ve İhracat Ltd. Şti.) yerlerinde faaliyete başlanmıştır. Haftalık dersler yapılmakta idi. Üsküdar’daki İslâm Medeniyeti Vakfı’nın merkezinde (Vakıf Genel Sekreteri Reşat Nuri Erol’un yönetiminde, orada) faaliyet gösterilmekte idi.

b)      Kur’an tefsirlerine 1997 yılında önce aylık, kısa bir zaman sonra da haftalık olmak üzere burada (yani İslâm Medeniyeti Vakfı’nda) başlanmıştır. Ayrıca buradaki ilk çalışmalarımızda “Ahşap Evler Projesi” oluşmuş ve Etiler Camii altındaki atölyede, Sapanca’daki atölyede, Çatalca Kabakça Köyü atölyesi ve İzmir Akevler Özdemir Fabrika atölyelerinde çalışmalar yapılmıştır.

c)      Sonra Yenibosna’ya taşındık, iki mülk/dükkân satın aldık, orada market kurma ve işletme denemelerimiz oldu, halen ufak çapta mobilya (portmanto) üretim ve pazarlamamız devam ediyor. Orada Arapça seminerlere başladık, devam ediyoruz. Orada muhasebe ve bilgisayar çalışmalarımıza başladık, devam ediyoruz.

d)     Şimdi de çalışmalarımız Üsküdar, Esenler ve Yenibosna’da devam ediyor...

İşte, toplantılarda Allah’ın bu geçmişe ait nimetlerini anlatmamız gerekmektedir. Toplantılarda Allah’ın bir nimeti olarak Yenibosna ocağını anlatmamız gerekir.

Bu çalışmalara dışarıdan katılan kardeşlerimiz vardır. Bunlarla dergide karşılaşıyoruz. O çalışmalardaki gelişmeler tarihleştirilmelidir. Dergide yazılanlar tarihleştirilmelidir. Dergi bilinci camiamıza ve çalışanlarımıza yerleştirilmelidir.

Cemaat beş vakit namazlarda ocaklarını anlatırken ocaklarının, bucaklarının, illerinin, ülkelerinin ve insanlığın tarihini öğrenmelidirler. Böylece ocak mensupları tarih bilincini yaşayacak ve yaşayarak öğreneceklerdir.

Bugün yeryüzünde yedi milyar insan vardır. Bir ocağı ortalama 70 kişi kabul edersek, yeryüzünde 700 milyon ocak olacaktır. Her ocak zamanla ayrı dünya olacaktır. Böylece tüm insanlık işbölümü içinde geçmişini öğrenmiş olacaktır. “Sizin üzerinize olan nimetini zikrediniz” derken, herkes kendilerinin nimetini zikredeceklerdir demektir.

Yeni gelen arkadaşlar, yeni gelen nesil/ler neye vâris olduklarını bilecek ve bu şekilde mirası gelecek nesle nasıl devredeceklerini öğreneceklerdir. Bugün biz tarih aşamasından önceki dünyayı yaşıyoruz, bugünkü hâlimizle namazı da hakkını vererek kılamıyoruz.

Burada şunu ifade etmek gerekir. Nimetler geriden başlar ve bugüne ulaşırız. Bizim Yenibosna ocağında var olan nimetler elbette Hazreti Âdem’den başlar. Arada geçen birçok nesiller görevlerini yapmasaydılar bugün biz olmazdık, bu nimetlere de kavuşamazdık. Yakından başlayıp gerisin geriye gitmeliyiz. Yani hem önce mekânda yakın olanlar ele alınacak, aynı zamanda da zaman içinde yakından başlayıp gerisin geriye gidilecek.

Bundan önce “Ey iman edenler” hitabını yapmadan da aynı emri abdest âyetinden sonra vermişti, hattâ aynı âyet içinde vermişti. Burada aynı emri tekrar etmektedir. Orada, sizinle misakı da zikredin denmiştir; orada da “iz” kelimesi geçmiştir. Ancak oradaki “iz” misakla ilgili idi, burada ise tarihimizdeki savaşla ilgilidir.

إِذْ هَمَّ  

(EiÜ HamMa)

“Himmet ettiğinde”

Hem” terlemek anlamındadır, damlaların oluşturduğu bulut anlamındadır. “Ğamam” kelimesinin bu yönüyle akrabalığı vardır. Kanallarından sular damlayan kuyuya da bu kökten hem adı verilir. “Himmet etmek” demek, bir konuda çaba göstermek demektir. Türkçedeki “terlemek” de bunu ifade eder. Türkçede “önemli” mânâsında “ehemmiyetli, mühim” kelimesi kullanılır. Kur’an’da dokuz yerde geçer.

Hazreti Yusuf peygamberin kıssasında “himmet” meyletti, arzuladı mânâsında geçmektedir. “Himmet” kelimesi kişi için kullanıldığı gibi topluluk için de kullanılmaktadır. Burada kavmin himmetinden bahsettiği gibi diğer yerlerde de toplulukların himmetinden bahsetmektedir.

Bir topluluğun himmeti nasıl olmaktadır? Bir kişinin terlemesi bilinen bir şeydir. Çaba göstermesi mecazi olarak terleme kabul edilmektedir. Ama bir toplum nasıl çaba gösterir?

Sosyal oluşlar şöyle başlar. Toplulukta birinin aklına bir şey gelir ve onu yapar. Daha evvel karşılaşmadıkları bir olayla karşılaşınca insanlar genellikle ilgisiz kalmazlar, yani hoş görmez, reaksiyon gösterir, o hareketi takbih eder, ya da ona o da özenir, o da yapar. Bir de bakarsınız ki toplulukta birden değişik yerlerde aynı şeyleri yapmaya başlarlar. İşte bu terleme mahiyetindedir. Himmettir. Topluluk birleşir, organize olup saldırmazlar, dağınık halde kişiler benzer şeyleri istemeye başlarlar, buna “himmet” denir.

Burada anlatılan şey işte böyle bir himmettir. Diyelim ki halk bir bakarsınız ki Avrupalı olmaya başlar, herkes ona yönelir; bir bakarsınız bir topluluğa düşman olur. Bu himmet kişide olduğu gibi bir topluluğun tamamında da görülebilir yahut bir grupta oluşur. Partiler ve sosyal gruplar böyle oluşur. Aynı partiye mensup olanlar kendi başkanlarını tanrılaştırırlar, başka partilerin başkanlarına saldırırlar. Bir bakarsınız bu olay o grupta aynen görülür. Bu himmettir. İnsanlar kişi olarak belli şeylere himmet etme arzusunu duydukları gibi sosyal gruplar da bu himmetler sayesinde bir araya gelirler. Topluluklar böyle oluşur.

قَوْمٌ

(QaVMun)

“Bir kavim.”

Kavim” kelimesi burada nekre getirilmiştir. Oysa Medinelilerin düşmanları belli idi; Mekkeliler ve onlarla işbirliği hâlinde olan Yahudiler.

O halde burada “kavim” kelimesi neden nekre olarak getirilmiştir?

İki topluluk çatışırken üçüncü topluluk ortaya çıkar ve o çatışmadan yararlanır. Mekkelilerle Medineliler arasında çatışma devam ederken beklenmedik bir yerden yararlanmak isteyen çıkmış olabilir. Bu konunun aydınlanması için tarihe doğru gitmek gerekir. Biz şimdi zamanımıza gelelim. Burada kavmin nekre olması, bize himmet eden yani ülkemizi işgale kalkışıp bizi bertaraf etmek isteyen yahut 28 Şubat’ta (1997) bizi devre dışı bırakmak isteyen yahut AK Parti’yi kapatmak isteyen zahiri güçler değildir. Meçhul birileri bu himmeti gerçekleştirmektedir. “Kavim” kelimesi bunun için nekredir. Çünkü görünürde olanlar başka, arkada bulunanlar başkadır. Onları kullananlar vardır. PKK da böyledir. Görünürde Kürt sorununu ele almakta ve güya Kürtleri memleketleri için savaştırmaktadırlar; oysa asıl hedef başkadır. Bilmediğimiz bir güçtür.

Burada bir şeye daha işaret etmemiz gerekmektedir. Dünyadaki bütün habaseti ve fitneyi Amerika’daki Yahudi 200 ailelik sermayeye bağlamaktayız. Oysa bu nevi fitneleri başkaları yapar, onlara yüklenir. Dolayısıyla zannedilmesin ki her türlü fitne onlardan çıkmaktadır. Bu sebepledir ki onları bertaraf etsek bile başka günah keçisini bulur, yine fitne şeytan taifesini organize eder. “Kavim” kelimesinin nekre getirilmesi ile öğreniyoruz ki; biz fitne ile değil, kendimizle mücadele edeceğiz. Meçhul olan kavmin şerrinden Allah bizi koruyacaktır. Biz sağlamsak, Allah’ın yolunda isek, O bize ellerini uzatmak isteyenlerin ellerini tutacaktır. Kavmin nekre olmasından şunu öğreniyoruz ki, biz gizli ellerin kim olduğunu, arkalarında kimlerin bulunduğunu araştırmayacağız. Namazlar arasında başımıza gelenleri anlattığımızda ve ondan kurtulduğumuzda Allah’ın bize nasıl yardım ettiğini anlayacağız ve O’na şükredeceğiz. Derin güçlerden, arkada olanlardan söz etmeyeceğiz.

PKK’yı ele alalım. Bunun dış güçler tarafından organize edildiğine değil; Allah’ın başımıza neden bunları musallat ettiğine, neden onların elini elimizden çekmediğine bakacak ve onu müzakere edeceğiz.

28 Şubat’ın mimarları elbette ordu değildi, elbette S. Demirel değildi. 28 Şubat’ın arkasındaki meçhul kavmi maruf kavim hâline getirmek de bizim işimiz değildir.

28 Şubat neden oldu?

Onu bizim düşünmemiz gerekir. Bizim iktidar olmamız, kendimizi göstermemiz gerekirdi. Erbakan’ın teşbihiyle, iktidarımızı kokusu ile gösterdik. Ondan sonra gitmemiz gerekirdi. Çünkü biz olmadan nelerin olacağının bilinmesi için bu gerekiyordu. Nitekim beş senelik uygulama bize uzanan elleri geri çekti. 28 Şubat’ın arkasındaki güç kimmiş, bizi hiç ilgilendirmez, onların hesabını O görür. Allah bugün eğer bizi anayasa ekseriyeti ile iktidar etmişse, bunu bilmemiz gerekmektedir; Allah’ın nasıl lütfettiğini bilmemiz gerekmektedir.

Yeni bir parti kuruluyor, iki senede anayasa ekseriyeti ile iktidar oluyor. Bunun kendiliğinden olduğunu düşünmek akılsız olmak demektir. Allah üzerimize uzanan kolu tuttu ve biz bu nimetlere ulaştık. Şimdi yeni saldırı vardır. Bizimle alakası olmadığı halde sanki biz yapıyoruz diye saldırı hazırlığı yapıyorlar. Ergenekon ve Balyoz operasyonları tamamen böyle meçhul bir kavim tarafından tezgâhlanmaktadır.

Ne için yapılmaktadır?

a)Askerler hazırlık yaptılar ama müdahale yapmadılar. Şimdi onlara ceza verilmektedir. Madem yapmadınız, sizleri şimdi böyle hapishanelere gönderirim diyor o meçhul güç.

b)      AK Parti bu işleri yapıyor göstererek yarın herhangi bir hareket olduğu zaman AK Parti’yi cezalandırmış olacaktır.

c)Türk ordusu yıpranıyor. Yarın subaylar korkularından birleşip müdahale yapabilirler. Böylece ordu bölünür. Devletimiz kolay yutulur lokma olur.

d)     Bu arada Zaman gazetesi gibi gafil veya hain organlar da, oradaki görevliler de orduya saldırıyorlar. Böyle bir müdahale veya karışıklıkta o görevliler haberdar edilir, Almanya, Amerika, Kanada veya başka yerlere gönderilir. Geçmişte bunları gördük ve yaşadık. Bu arada suçsuz mü’minler de samimi Müslümanlar da yok edilir.

İşte gizli güç bu plan dâhilinde bu savaşları sürdürmektedir.

Sonuç olarak eğer Allah’ın istediği hareketleri yaparsak O bizi koruyacaktır, O’nun istediklerini yapmazsak cezamızı çekeceğiz demektir.

أَنْ يَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ

(EaN YaBSuOUv EiLaYKuM)

“Size bast etmek.”

Bir kavim, sizin bilmediğiniz bir kavim size bast etmişti.

Bast etmek” el koymak demektir; “İlâ” ile gelirse uzatmak olur. Türkçede de “el koyma” tâbirini kullanırız. El koymak, ele geçirmek, eline almak, el altında bulundurmak gibi el atmak deyimleri vardır.

Bast” sergi demektir.

Bast etmek” yaymak demektir.

Elleri size bast etmek” demek, içinizi karıştırmak demektir. Yani ellerini içimize yayıp kötülük yapmak isterler demektir. Bize zararlı, bizim istemediğimiz işleri yapmak anlamındadır. Ellerini ve dillerini bast ederler deyimi de Kur’an’da geçmektedir. Asıl perde arkasında bilmediğimiz bir kavim sizin içinize kötülük yaymak istemişlerdir.

Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak, böylece İslâm âlemini yok etmek amacıyla yola çıkan bir kavim bunu başarmış ve Sevr’i dayatmıştı.

Allah ne yaptı?

Onların bu elini çekti. İlk baktığınızda bu el Avrupa’nın galip devletleri idi; İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya. Sonra onlar çekildiler. Yunanistan karşımızda kaldı. Arkasında İngiltere’yi gördük. Demek ki başka bir kavim vardı. Meçhul bir kavim vardı. Allah’ın onun bu uzanan ellerini çektiğini görüyoruz. Türkiye’de Müslüman bırakmayacağına himmet etmişlerdi. Ama sonunda ne oldu? Türkiye’de Hıristiyanlar kalmadı.

أَيْدِيَهُمْ

(EaYDiYaHuM)

“Yedlerini”

Buradaki zamir kavme gitmektedir. Başka bir kavmin eli bize nasıl uzanır? Türkiye’de bunu sık sık görürüz, bir bakarsınız benzer olay tüm Türkiye’de yaygın olarak ortaya çıkar. İstanbul’da, Adana’da, Diyarbakır’da aynı günlerde olaylar olur. İşte bu onların elidir, yani onların kullandığı kişilerdir.

Bu nasıl sağlanmaktadır?

Bu bazı zamanlarda ırka dayalı olarak yapılmaktadır. Rusya’daki Çeçen olayı böyledir. Bazı zamanlarda bu dine dayalı olarak ortaya çıkmaktadır. Filistin’deki direniş böyledir. Çoğu zamanlarda bu olaylar para ile yapılmaktadır. Bütün bunları bilmediğimiz bir kavim yapmaktadır. Tarihte hep böyle kavimler ortaya çıkmıştır. Cengiz Han ve kavmi bilinmeyen bir kimse idi. İslâm âlemine uzandı. Tüm dünyayı kana boyadı. Ama sonra ne oldu? O güç silinip gitti, bugün bir bakiye bile yoktur.

Türkiye’de elli senedir bir gizli güç Türk hanımlarının başına musallat olmakta, devlet başkanlarını bile, hattâ Kenan Evren’i bile âlet edebilmektedir.

Bu sorun hâlâ çözülememiştir.

Bunun arkasında kim var, hangi kavim var?

Bilemiyoruz ama var. Hem de yalnız Türkiye’de değil tüm dünyada etkili bir güç vardır. Bu güç bir gün çekilip gidecektir. Bizde bir eksiklik ve noksanlık vardır. Onun için bu belayı Allah bize musallat etmektedir. Acaba bizde olan bu eksiklik nedir? Onun üzerinde düşünüp çözmemiz gerekmektedir.

Şimdi ben bunun tahlilini yapacağım. Katılmayabilirsiniz ama sizin benden daha açık bir açıklama getirmeniz gerekir. Onlara zalim dersiniz; doğrudur. Ama onların zulmüne izin veren Allah değil midir? Peki, Allah neden izin vermektedir?

Evet, bizdeki eksiklik olarak ben şunu görüyorum. Bizde örtünme sadece cinsi tahrikin olmaması için kabul edilir. Bunun için örtünme sırf iffeti göstermek için yapılmaktadır. Oysa kıyafet birçok mânâları içerir.

Önce insanın yaşını ortaya koyar. Çocuk olanlar daha çocuk oldukları mesajını vermek için kendilerine özgü kıyafet giyerler. İnsanlar 40 yaşına kadar başka kıyafet, 63 yaşına kadar başka kıyafet ve ondan daha sonrakiler başka kıyafet giyerler. 40 yaşına kadar öğrenme, 40’tan 63 yaşa kadar uygulama ve uygarlaşma, ondan sonra öğretme yaşı olarak görmemiz gerekir. Bunu kıyafetlerimizde aksettirmeliyiz.

a)Bunun dışında evli olup olmadığımızı, evli isek İslâm nikâhı ile mi yoksa muta nikâhı ile mi evli olduğumuzu gösteren bir kıyafetimize ihtiyaç vardır. Buna göre elbise giymeliyiz.

b)      Hangi kavme mensup olduğumuzu, ilimizi ve bucağımızı gösteren kıyafete ihtiyacımız vardır. Buna göre giyinmeliyiz.

c)Sonra mesleğimizi ve meslekteki derecemizi göstermeliyiz. Doktoruz, mütehassıs doktoruz veya mühendissiz; bunu ifade eden elbiseleri giymek zorundayız. Başka türlü uygarlaşmış topluluklarda yaşayamayız.

Eskiden trafik işaretleri olmadan da seyahat edebiliyorduk. Şimdi artık trafik işaretleri olmayan yollarda yol almak nerede ise imkânsızdır. Bunun gibi, eskiden böyle kıyafetlere gerek yoktu. Çünkü herkes birbirini tanıyordu. Şimdi ise kimse kimseyi tanımıyor.

İşte, başörtüsü belası bundan ileri gelmektedir.

Ne zaman bu sorunu çözersek Allah o eli çekecektir.

Dikkat edilirse başörtüsü Türkiye’nin sorunu iken, şimdi dünyada yaygınlaştı.

Neden Türkiye’nin sorunu olmuştur. Çünkü “III. Bin Yıl Medeniyeti” Türkiye’de kurulacak ve Türkiye’den yayılacak; çözüm önce Türkiye’de bulunacak.

فَكَفَّ أَيْدِيهُمْ عَنْكُمْ

(Fa KafFa EaYDiYaHuM GaNHüM)

“Yedlerini sizden keffetmiştir.”

Burada “Fa” harfi getirilmiştir. Eğer biz kendimizi düzeltirsek ertesi gün onların elleri kalkacaktır, yani arada fetret dönemi olmayacaktır. Onlar başarıya ulaşamayacaklar.

İstiklâl Savaşı’nı ne zaman kazandık?

Tarihi müessese olan hilafeti ve saltanatı terk ettiğimiz gün istiklâlimizi de kazandık. Babadan oğula intikal eden bir hilafet yoktur, saltanat da yoktur. Bunlar mütegallibe sınıfının o tarihlerde icad ettiği bir olaydır. Gerçek seçim olmayınca, biat olmayınca, yerine yanlış alternatifi geçer. Erbakan öldü, herkes oğlunu düşünmeye başladı. Oysa parti biat yoluyla oluşacaktı. Ankara’daki merkez karar organlarının her biri bir cemaate dayanmalı idi. Onlar zaten Erbakan’ın müşavirleri olacaktı. Müşavirler sıralama usulü ile başkan seçecekti, hem de cenazesi kaldırılmadan seçilecekti. Sorun olmayacaktı. Şimdi sorun var.

Önce maddi güç Erbakan ailesindedir. Onlarsız bu ekolü sürdürmek mümkün değildir. Oğuzhan Asiltürk zaten partinin dadısıdır, Erbakan’ı bile hep o yönlendirmiştir; o perde arkası güç hep onun arcılığı ile etkili olmuştur. Siz ne kadar uzaklaştırsanız da o uzaklaşmaz.

Mustafa Kamalak iyidir ama halkla ilişkisi sıcak değildir.

Arif Ersoy’un halkla ilişkisi iyidir ama arkadaşları tarafından dışlanmaktadır.

İşte şimdi sorun çözülmüyor.

“Adil Düzen”in gelmesi onların eliyle olacaksa, yapacakları ilk iş parti içinde “Adil Düzen”i tesis etmek olmalıdır. Mustafa Kamalak’a anlatmıştım; o da anlamıştı. Başkanlar teşkilatı merkezi taşraya götüren tek kanal olmalıdır. Yönetim kurulu üyeliklerine ise halkın temsilcileri gelmelidir. Yani merkezden atanmamalı, halk onları seçmelidir. İşte bu teşkilatı kurmadıkça Saadet Partisi “Adil Düzen”e sahip çıkamaz ve çıkmaz.

Bugüne kadar hep başkalarına anlattık. Oysa biz kendimiz kendimize anlatmalıyız. Onları bizden saydığımız için onlara anlattık. Akevler olarak biz yeteri kadar hazırlık içinde olmadığımız için başarılarımız görülmüyor. Bizimkilerin ilgileri sadece bizi konuşturmamaya münhasır kalmaktadır! Yukarıda bizden diye saydığımız kimseler bile bizi dışlamış, bizi konuşturmuyorlar, bizim internet dergimizi oku(t)muyorlar.

Meçhul kavim bize bunu yapmakta…

Bizden olan kardeşlerimiz de onların o havalarına uymakta...

Bir gün gelecek, biz çalışmalarımızı tamamlayacağız… İşte o gün Allah onların ellerini üzerimizden çekecek ve o zaman birden bire dünya bizden bahsetmeye başlayacak, tebliğ yerine ulaşacaktır. O zaman da başka bir fitne ile karşılaşacağız.

Burada bir şeyi daha açıklamamız gerekir.

Eydiyehüm” kelimesini tekrar etmiştir; oysa “Fa KaffaHav Ganküm” denebilirdi.

Neden?

Çünkü uzanan eller başka, sonra kalkan eller başkadır. O münker kavmin iki eli vardır. Tebbet Sûresi bu iki elden bahsetmektedir. Biri ile yapar, diğeri ile onu korur. Yapan eli orada tutmaz. Çünkü yapma başkadır, onu koruma başkadır. Diyelim ki İstiklâl Savaşı’nı yapan el başka, inkılâpları yapan el başkadır. Demokrat Parti’yi iktidara getiren el başka, sonra ona iktidarı yürüten el başka olacaktır. Yani Celal Bayar’ı kullandılar, Demokrat Parti’yi iktidar ettiler ama DP’yi Adnan Menderes idare etti. O el başka el olmuştur. Onun için sonunda Adnan Menderes’i astılar. Türkiye’ye Millî Görüş’ü getiren el başkadır, şimdi onu kullanan el başkadır. İşte, sonra eski eli değil, sonra gelen eli kaldırmış olacaktır.

Bu tarihte de böyle olmuştur. Hıristiyanlığı Hazreti İsa getirdi ama sonra Hıristiyanlığı Pavlus yönetti. Nur Cemaati’ni Bediüzzaman oluşturdu ama şimdi Gülen Cemaati yürütüyor. Bu her zaman böyledir ve böyle olacaktır. Şimdi Adil Düzen çalışmalarını sizler yapıyorsunuz, bunları okuyor ve katkılarda bulunuyorsunuz, düzeltiyor ve yayınlıyorsunuz, bakkal açıyorsunuz, dolap üretiyorsunuz. Sonra başkaları gelecek, onlar bunların uygulamasını yapacaklardır, hem de biraz bozarak, biraz çarpıtarak.

Adil Düzen çalışmalarını Akevler Ekibi yaptı. Şimdi birileri onu bozarak ve gömleğini çıkararak bozuk ve çarpık şekilde kırıntılarını uyguluyorlar. Ne var ki o kadarı bile insanlığa rahmet olmuştur. Nitekim Hıristiyanlık da şimdi bu şekliyle bile insanlık için rahmet olarak vardır. İslâmiyet hemen çarpıtılmış, yönetime saltanat yani mütegallibe sınıfı gelmiştir ama bugün İslâm medeniyeti bütün heybetiyle durmaktadır.

Demek ki bu dünyada gelişme böyle olacaktır. Gece gündüze, gündüz geceye dönüşecek ama evrim olacaktır. Mü’minlere de bu sebeple cennet yolları açılmış olacaktır. Herkes sonunda ölecektir. Yaptıkları artık ona hiçbir yarar sağlamayacaktır. Rütbeleri ve zenginlikleri etkisiz hâle gelecektir. Şöhreti, malı, zenginliği ona bir şey sağlamayacaktır. Ancak Allah’ın rızası orada kendisini bulacaktır. Acaba bunlar var mı diyebilirsiniz. Yoksa siz hiçbir şey kaybetmezsiniz. Varsa, size karşı olanlar kaybedeceklerdir.

Burada “anküm” kelimesinin de çok büyük mânâsı vardır. El herkesten kalkmaz veya tutulmaz. Akevler olarak kırk yıllık çalışmalarımızda bunları hep gördük. Bize uzanmış eller hep tutulmuştur. Türkiye ve İran dışındaki ülkeler hep istiklâllerini kaybetmiş ve çetin günler geçirmişlerdir. Türkiye ise İstiklâl Savaşı ile bağımsızlığını kazanmış ve hâlen de bağımsız bir ülke olarak varlığını sürdürmüştür. İşte bu nimeti çocuklarınıza anlatmanız gerekir. Namazlar arasında zikretmemiz gerekir.

Burada bize tarihi yorum metodu da öğretilmiştir. Tarihimizi gelecek nesillere anlatırken hep başımıza neler gelmiş ve nasıl kurtulmuşuz; bunları anlatmamız gerekir. Düşmanların bize yaptıklarını söylemeliyiz ama düşmanlarımızın kim olduklarından bahsetmemeliyiz. Kimseyi tarihi düşman kabul etmeyeceğiz. Başımıza gelen düşmanların yaptıkları değil, bizim yaptıklarımızın sonucudur diyeceğiz.

وَاتَّقُوا اللَّهَ

(Va itTaQUv elLAHa)

“Allah’a ittika ediniz.”

Evet, zikrediniz ve ittika ediniz.

Buradaki “ve” harfi zikretmeye atfetmektedir.

Anlatırken ittika ediniz. Olayları tahlil ederken genellikle hep karşı taraf zalim ve haksız, kendi tarafını zemzemle yıkanmış kabul eder. En büyük hata buradadır. Karşı taraf bizi ilgilendirmez. Bize gelen iyilikler de kötülükler de Allah’tandır. Karşı taraf gizli bir güçtür. Neden Allah bize o cezayı verecektir? Bunu ha bu kavme yaptırsın, ha başka kavme yaptırsın. Haksızlıklar yalnız dışa karşı da yapılır, biz suçumuzu birbirimize atarız. Oysa her birimiz kendimiz suçluyuz.

1960’larda biz siyaset yaparken herkes karşı çıkmıştı; İslâmiyet’te siyaset yoktur diyorlardı, biz ise vardır diyorduk. Sonunda Erbakan’ın girişimi ile siyaset yapmaya başladılar. Baştan kabul etmeyen arkadaşlarımız sonra siyasetçi oldular, ne var ki günlük siyaset yaptılar, yanlış siyaset yaptılar.

1)      Merkezi yönetim tesis ettiler.

2)      Tebliğ yapmak yerine iktidara talip oldular.

3)      Kendi görevlerini yapacaklarına başka partilerin işleri ile uğraştılar.

4)      Çözümler üreteceklerine iktidarları suçladılar.

İşte, İslâmiyet’te böyle siyaset yoktur.

Buna rağmen Allah’ın bu kadar başarıya bizi götürmesi büyük nimettir.

Bundan sonra siz böyle yapmayacaksınız, siyaseti takva içinde yapacaksınız.

1)      Başkalarına hükmetmek için değil, size hükmedilmemesi için siyaset yapacaksınız. Yoksa sizin onlardan farkınız olmaz.

2)      İktidara talip olmayacaksınız; sadece tebliğ için milletvekili olacaksınız, bakan olacaksınız.

3)      Size gelen olayların tamamı sizin yaptıklarınızın karşılığıdır. Ona göre değerlendirmelerde bulunacaksınız. Başkalarını suçlamayacaksınız. Yapılanlardan yanlış olanları göstereceksiniz.

4)      Onu indirip sizin oraya geçmeniz için değil, onun iyi işler yapması için siyaset yapacaksınız. Yanlışa yanlış, doğruya doğru diyeceksiniz.

وَعَلَى اللَّهِ  

(Va GaLay elLAHi)

“Ve Allah’a”

Buradaki harfi atıf bundan önceki fiil cümlesine atıftır. Bundan sonra “Fa” harfi ve fiil cümlesi gelmektedir. Dolayısıyla burada fiil mahzuftur. “Ve tevekkül ediniz” demektir. Yani zikrediniz, ittika ediniz ve tevekkül ediniz. Zikretmek, zikirde ittika ermek ve sonra da tevekkül etmeden bahsedilmektedir.

Yani meçhul bilinmeyen güçlerin ülkemizde veya cemaatimizde icra etmek için göstermiş oldukları himmetten endişeye düşmeyiniz, tevekkül ediniz.

Bir örnek ile açıklamaya çalışmalıyız. Sömürü sermayesi önce sosyalizmi icat etmiş, dünya devletlerinde halkın elinden servetlerini almıştır. Devletçilik uygulamasıyla serveti devlet hazinesine toplamıştır. Marx ve onların takipçileri bunu şiddetle istemişlerdir. Şimdi de Milton Friedman’ı (1912-2006) öne çıkararak devletin varlıklarını bırakması istemekte, özelleştirmede ısrar etmektedirler. AK Parti de bu baskıya dayanamayarak özelleştirme yapmaktadır. Böylece tüm üretim araçlarını eline geçirmeye çalışmaktadır.

Şimdi özelleştirme baskısı yapan meçhul kavmi biz bilmiyoruz.

Bu durumda biz ne yapacağız?

Sermaye ne yapıyor? Bu fabrikaları özelleştiriyor. Ondan sonra kapatıyor, üretimi sona erdiriyor. Bizim dışarıdan ithal etmemizi bekliyor. Ne var ki ithal etmemiz için ihracat yapmamız gerekecek yahut borçlanmamız gerekecektir.

Şimdi bizim ülkemizdeki iktidarın onların istediklerini yapmalarından dolayı biz korkmamalıyız. Bizim halk olarak tedbir almamız gerekecektir. Bunun için büyük fabrikalar kapanınca küçük işletmeleri harekete geçirmeliyiz. Kooperatifler kurup büyük işletmeleri oluşturmalıyız. Henüz halkımız bunu yapacak durumda olmadığından bunlar olmaktadır. Biz fabrikaların yağmalanmasından değil, “Adil Düzen İşletmelerini” kuramadığımız için bugünkü durumdayız.

O halde biz Allah’a tevekkül etmeliyiz.

فَلْيَتَوَكَّلْ  

(Fa eLYaTaVakKaL)

“Tevekkül etsinler.”

Buradaki “Fa” harfi bundan önceki mahzuf tevekkülü genelleştirmek için gelmektedir. Yalnız bilinmeyen kavmin ellerini uzatmak istediği zaman değil, her zaman mü’minler Allah’a tevekkül etsinler deniyor. Tevekkül emri gaiptir ve ey mü’minlerin dışında söylenmiştir “Ey iman edenler tevekkül edin” diyeceği yerde, “tevekkül etsinler denmiştir. Muhataptan gaibe geçilmiştir. Bunun anlamı, iman etmiş olanlarla mü’minlerin farklı olmasıdır. İman etmiş olanlar dayanışma ortaklığını kurup organize olanlardır. Mü’minler ise Mekke mü’minleridir, yani organize olmadan önceki dönem mü’minleridir. Yahut ey iman edenler dünyada askerliği kabul edenlerin oluşturdukları topluluktur. Mü’minler ise kalpleri ile tasdik edenlerdir. Müslimler ise kalbleri ile tasdik etmese de barışı kabul edenlerdir. Demek ki iman etmiş olanla mü’min arasında biri ittika bakımından yani bizim kullandığımız dini bakımdan anlamı vardır. Diğerinin ise düzen bakımından mânâsı vardır. Bu âyette iman etmiş olanlarla aynı âyette zikredilmesi bize bu mânâlarını anlatmaktadır. Tevekkül kalbi anlamda kelimedir.

İttikada Allah âlemlerin rabbi olan Allah anlamında ise bu da topluluk anlamında anlam olarak anlayabiliriz. Bu takdirde dışarıdan gelen müdahalelerde dışarıya karşı tedbir almak için değil, kendi topluluğumuzu güçlendirmemiz gerekir. Yani mü’minler kendi topluluklarına imanlarına tevekkül ederler. Başkalarının fitnesi bize etki etmez, bizi bozamazlar derler. Kendilerinin sağlamlığına güvenirler.

الْمُؤْمِنُونَ (11)

(eLMuEMiNUNa)

“Mü’minler.”

Buradaki “lam” istiğrak içindir. Ancak buradaki istiğrak mü’min olan kimselerin istiğrakı değil, mü’min toplulukların istiğrakıdır. Bütün mü’min cemaatler anlamındadır. Mü’minler öyle topluluk oluştururlar ki onların elleri uzatma himmetleri onlara etki etmez. O topluluklarda yabancılar anarşi çıkaramazlar, onların sözlü fitneleri de o topluluğa etki etmez.

Acaba mü’minler bunu nasıl başarabilirler?

a)      Önce namazlara devam ederler. Birbirleri ile buluşan insanlar başkalarının iğfallerine katılmazlar. Sonra her saat birbirlerinin kontrolünde oldukları için herhangi bir eylemde bulunamazlar. Namaz kılınacak.

b)      Kur’an okunacak. Kur’an bu hususları insanlara öğrettiği için bu tür sözlü veya fiili himmetler etki etmez.

Âyetteki “Allah’ı zikrediniz” daha önceki abdestten sonra gelen âyette geçen zikredinizin aynısı olduğu, arada harfi atıf getirilmeden Allah’ın nimetini zikrediniz diyerek aynı zikir olduğunu ifade etmiş olmaktadır. Burada tekrar etmiş olmasının hikmeti o zikrin Allah’a tevekkül anlamında olduğunu açıklamak içindir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-603/ADİL DÜZEN DERSLERİ-433    19 Şubat 2010

 

GÜMRÜK BİRLİĞİ!

“ADİL (EKONOMİK) DÜZEN” İKTİDAR OLUR OLMAZ,

İLK YAPACAĞI İŞ GÜMRÜKLERİ KALDIRMAK OLACAKTIR

Türkiye Avrupa Birliği’ne aday olarak girdi; birkaç yıl önce büyük heyecanla bayram havasında kutlamalar yapıldı. Sonra AB müzakerelerine başlandı!..

Elli yıldır bitmeyen müzakereler devam ediyor!!!

Ondan sonra Türkiye’de ne oldu?

Dış borçlar on misli katlanarak devletimiz yıkılacak sınırlara getirildi!

 

Yahudiler şuna inanıyorlar: Biz Allah’ın seçtiği bir kavimiz... Allah bize akıl vermiş... Diğer insanlar da hayvanlar misali bize hizmet etsinler diye yaratılmışlar... Onların akılları kıttır; biz söyleriz, onlar da koyun gibi dediklerimizi yaparlar...

Olanlara bakınca, Yahudilerin bu düşüncelerine hak vermek zorunda kalıyoruz.

Dünyaya saçma saçma şeyler söyler, dünya onu kabul eder ve yapar!

Hele Türkiye’nin yöneticileri(!) söyleneni hemen yapar!

 

Gümrük Birliği ne yapmıştır?

Bir yerde eğer karar mekanizmasında siz yoksanız, orada sizin lehinize karar alınmaz. İğne kimin  bedenine batarsa onu acıtır, öbürü ise seyreder; sadece üzülür veya sevinir.

Gümrükler niye konur?

Ülkemizde üretilmekte olan mallara gümrük konur ki yerli üretim çökmesin. AB de tarım ürünlerine gümrük koyar ki yerli tarım çökmesin diye. Bir ülke tarım ürünlerini ihraç edecekse o tarım ürünlerine gümrük koymasına gerek kalmaz. Bizim ekonomi  yapımız Avrupa ekonomi yapısına benzemez. Biz tarım ülkesiyiz, Avrupa sanayi ülkesidir. Biz Ortadoğu’da, dünyadaki karaların merkezindeyiz. Avrupa denizlerin merkezindedir. Bizim artık emeğimiz var, onun artık malı var. Biz gelişmekte olan ülkeyiz, Avrupa gelişmiş ülkelere sahip.

 

Hâsılı, bizim çıkarlarımızla Avrupalıların çıkarları aynı değildir. Dolayısıyla takip edeceğimiz gümrük politikası da farklı olmalıdır.

Birleşelim, birlikte çıkarlarımızı ayarlayalım diyebilirsiniz. Eşit şartlarda oturursunuz, karşılıklı pazarlık sonunda iki tarafın lehine kararlara varabilirsiniz. Yapılan böyle değil ki. Avrupa  tek taraflı olarak Avrupa çıkarlarına uygun gümrük politikaları uyguluyor, biz de ahmakça ona uyuyoruz! Diyelim ki Avrupa sanayi ürünlerine gümrük koymuyor, çünkü onun rakibi yoktur; Türkiye de gümrük koymuyor ve Türk sanayisi çöküyor!

Gümrük anlaşmaları bize yapılan en büyük zulümdür.

Biz kardeş İran ve Azerbaycan’a karşı gümrük tarifelerimizi ayarlayamıyoruz. İran’a ucuz mal satamıyoruz, İran’dan petrol alamıyoruz. Çünkü Avrupa gümrükleri koymuştur! Yani biz ticaretin merkezindeyiz ama müşterilerimize mal satmak yasaklanıyor.

 

Bu durumda ne yapılması gerekir?

İşte, “Adil Düzen”e, şeriat düzenine bunun için ihtiyaç vardır.

Önce Kur’an gümrükleri yasaklıyor. Yeryüzündeki bütün malların hepsi tüm insanlarındır. Devlet vergisini alır, ondan sonra malların dünyaya yayılmasına veya dünyadan gelmesine mâni olamaz. Bu Hazreti Ebubekir döneminde böyle olmuştur. Hazreti Ömer zamanında halk şikayette bulunur; biz gümrük koymuyoruz, onlar koyuyor demişler. Hazreti Ömer yüzde onu geçmemek üzere, onlar uyguluyorsa biz de uygularız demiştir.

Bu hüküm yanlıştır. Gümrüğü uygulayan devlettir, oysa ticareti yapan halktır. Devletin hatasını halka çektiremezsiniz. Ülkemize gelen herkes insandır, eşit haklara sahiptir. Ne giriş ne de çıkış gümrüğünü uygulayamazsınız.

 

“Adil (Ekonomik) Düzen” iktidar olur olmaz, ilk yapacağı işlerden biri her türlü gümrükleri kaldırmak olacaktır.

Sınıra gelen eşyanın muhteviyatı tesbit edilir. Orada belge tanzim edilir. O mal artık ülkemizde üretilmiş muamelesi görür. Ticaret malıdır.

En çok kırkta bir zekat alabilirsin.

Ülkeden çıkan mallara da yasal bir engel konamaz.

Ülkemize giren herkes serbestçe gezebilir, dolaşabilir. Sadece güvenlik tedbirleri alınabilir. Sınırda pasaport verilir, bir daha gelişinde onu kullanır. Yahut uluslararası pasaport ülkelere verilir, onlar doldururlar.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-603/ADİL DÜZEN DERSLERİ-433    19 Şubat 2010

 

SAADET PARTİSİ

SAADET PARTİSİ YENİ MEDENİYETİ KURMAK İÇİN NELER YAPMALIDIR?

Uygarlaşmada insanlık her bin senede bir sıçrama yapar.

Uygarlık doğar, yaşar, yaşlanır ve ölür. Onun yerine yeni uygarlık doğar.

Yeryüzünde iki uygarlık  silsilesi vardır.

Doğuda peygamberlerin uygarlığı, batıda filozofların uygarlığı.

Bu uygarlıklardan biri zirvede iken, diğeri yeni kurulmaya başlar.

Bugün peygamberlerin doğu uygarlıkları sona ermiş, beşinci doğu uygarlığı doğmak üzeredir. Batının dördüncü filozoflar uygarlığı da zirvededir; çökmeye başlamıştır.

 

Yeni uygarlığı bir ulus ortaya koyar, sonra yayılır.

Bugün bu uygarlığı ortaya koymakla görevlenmiş ulus ve ülke Türkiye’dir.

1-      Yeni uygarlık ancak yeni devlet düzeni ile doğar. Yeni devlet oluşmasına Osmanlıcıkla başlanmış, sonunda Türkiye Devleti’nde “cumhuriyetçilik” ile noktalanmış ve Mustafa Kemal bu hedefi “muasır medeniyetin fevkine çıkma” şeklinde göstermiş; bu hedefi gerçekleştirmek için “elimizde tuttuğumuz meş’ale müsbet ilimdir” demiştir. Bugünkü Türkiye’de bu ilkenin temsilcisi Cumhuriyet Halk Partisi’dir; CHP’nin bu anlayışı sahiplenip benimsemesi gerekmektedir.

2-      Yeni uygarlığı ancak bir ulus oluşturmaya başlar. Bu görev de  coğrafi ve tarihi konumu ile Türkiye’dir. Türkiye’deki milliyetçiliği Milliyetçi Hareket Partisi temsil etmektedir.

3-      Medeniyet (yeni medeniyet) doğu ve batı uygarlıklarının sentezi ile doğar. Bugün bunu Demokrat Parti geleneği olan partiler temsil ediyor.

4-      Peygamberlerin uygarlıları dine/düzene dayanır. Artık yeni peygamber gelmeyecektir, yeni kitap da inmeyecektir. Yeni medeniyet Kur’an’ın muasır ilimlerle yorumlanması ile oluşacaktır. Bu çalışmaya İzmir Akevler Kooperatifi’nde başlanmıştır, İstanbul Akevler Kooperatifleri’nde halen devam etmektedir. Prof. Dr. Necmettin Erbakan İzmir’deki çalışmaları değerlendirerek “Adil (Ekonomik) Düzen”i ortaya koydu. Bu görüşü temsil eden Millî Görüş Partilerdir.

 

Millî Görüş partilerinden veya o camiadan doğan AK Parti “Adil Düzen”i baştan reddetmiş ve Millî Görüş gömleğini de çıkardığını ilân etmiştir. Ne var ki ona oy verenler Millî Görüşçüdür, Adil Düzencidir diye oy verdiler ve hâlâ da vermektedirler. Halk onun bu ifadelerini takiyye olarak kabul ediyor. Gerçekten de bir kısım davranışları açık bir şekilde Millî Görüş çizgisindedir.

a)      Önce yönetici kadro inanmış kimselerdir. Namazlarını kılarlar, içki içmezler, çoğunun eşleri başörtülüdür.

b)      Kadrolarının yüzde yetmişi Millî Görüş çizgisinden gelmektedir. ANAP’tan gelenler de Akevler ortaklarıdır. Akevler ise “Adil Düzen”in kaynağıdır.

c)      AK Parti’nin takip ettiği dış siyaset Millî Görüş siyasetidir; İslâm ülkeleri ve tüm dünya ülkeleri ile iyi olmak, dost olmak, vizeleri kaldırmak...

d)     AK Parti oy alma endişesi ile meşru olmayan yollara baş vurmamaktadır. Meşruiyet çizgisini korumaktadır. Millî Görüş belediyecilik anlayışını devlet çapında da devam ettirmektedir.

Bununla beraber AK Parti düzeni değiştirmekle değil, mevcut düzende Millî Görüş çizgisinde gitmek istemektedir. Benzer uygulamayı Millî Görüş 1996’da denemiş, bir sene sonra gitmek zorunda kalınmıştır.

 

Millî Görüş Lideri Necmettin Erbakan neler yapmıştır?

1-      Birinci hamlede İslâmiyet’in bir düzen olduğunu dünyaya ilân etmiştir.

2-      İkinci hamlede İslâmiyet’in nasıl bir düzen olduğunu dünyaya anlatmıştır.

3-      Üçüncü hamlede İslâm düzeninin uygulamasını yapma hamlesine başlamıştır.

Ömrü vefa etmemiştir.Ayrıca uygulamada da başarı şansının ne olduğu belli değildir.

İşte şimdi Saadet Partisi’nde değişik görüşler vardır.

1-      Mustafa Kamalak’ın temsil ettiği çizgi Erbakan çizgisidir. Ne var ki Mustafa Kamalak’ta Erbakan’daki güç yoktur, halkla ilişkisi de çok sıcak değildir.

2-      Arif Ersoy’un temsil ettiği “Adil Düzen” çizgisidir. Halkla ilişkileri iyidir. Ne var ki tarafsız olacağım diye ne Saadetçilerin ne de Akevler’in güvenini kazanamamıştır. Dolayısıyla partide başarı şansı Mustafa Kamalak kadar bile yoktur.

3-      Fatih Erbakan ise henüz çok gençtir. Çalışması da ümit verici değildir. Onun şimdi Akevler’in oluşturduğu “Adil Düzen”i çok bilmesi gerekirdi, o ise Akevler’dekilerle hiç görüşmüyor.

4-      Oğuzhan Asiltürk, partiyi baştan beri yanlış yönlendiren kimsedir. Bugün de bu yanlış yönlendirmeye devam etmektedir. Ne var ki derin bir güç onu hâlâ desteklemektedir. “Adil Düzen”e şiddetle karşıdır.

 

O halde Saadet Partisi varlığını sürdürebilir mi; “III. Bin Yıl Medeniyeti”ni oluşturma görevini yüklenebilir mi? Saadet Partisi varlığını sürdürmek ve yeni medeniyeti kurmak için neler yapmalıdır?

1-      Parti, aynen Erbakan’ın yaptığı gibi Akevler Adil Düzen Ekibi ile sıkı bir ilişkiye girmelidir. Akevler çağımızın Cebrail görevini yüklenmiştir. Kur’an’dan öğrendiklerini peygamberlik görevini yüklenenlere aktarmaktadır.

2-      Saadet Partisi eğer uygarlaşma görevini devam ettirecekse, bunu Erbakan ailesini dışlarsa başaramaz. Fatih Erbakan’ı “Adil Düzen”e inandırmalı ve yanına almalıdır. Necmeddin Erbakan’ın mirası sorunu da Adil Düzene göre çözülmelidir; şeriata göre çözülmelidir.

3-      Mustafa Kamalak, Arif Ersoy ve Fatih Erbakan tarafından desteklenmelidir; Mustafa Kamalak bunu sağlamalıdır.

4-      Şimdiye kadar Oğuzhan Asiltürk’e ihtiyacımız vardı. Ama şimdi ona ihtiyacımız kalmamıştır. Şimdi faydalı değil zararlı olmaktadır. Saadet Partisi’nin ileri gelenleri bu işe el koymalı ve o şimdilik partiden uzak bırakılmalıdır.

Bu görev kimlere düşüyor?

a)      Süleyman Arif Emre,

b)     Hasan Aksay,

c)      Temel Karamollaoğlu,

d)     Şevket Kazan.

Bunların görevi Mustafa Kamalak’ı desteklemek, Oğuzhan Asiltürk’ü şimdilik partiden uzak tutmaktır.

Ben bunları içtihadımla söylüyorum, dört delile dayanarak söylüyorum.

Burada belki Oğuzhan’a haksızlık yapıyorum; Oğuzhan Asiltürk’ün de yeni hamlede yeri olması gerekir. Ama kırk sene Oğuzhan Asiltürk Erbakan’ın elini kolunu bağladı ve Akevler’den uzak tutmaya çalıştı. Kısasa kısas deyip benim bunu söylemeye hakkım vardır diyorum. Ama belki de nefsim bunu söyletiyor. Bu husustaki sözlerime ben de inanarak söylemiyorum.

Evet, Sadet Partisi eğer söylediklerimi yaparsa, “III. Bin Yıl Medeniyeti”ni kurma görevine devam etmiş olur. Yoksa görevi bitmiştir.  O zaman yeni bir parti ortaya çıkacaktır.

Mehdi’yi beklemiyoruz ama partiyi bekliyoruz...

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

Osmanlı gitti “adalet” bitti

Reşat Nuri EROL

Gelişmeleri, genel durumu bir yönüyle ve tek cümleyle “aş, iş, haysiyet, hürriyet, demokrasi ve en önemlisi adalet, adalet, ADALET” talepleri diye özetlemek mümkün. Geçen yüzyılın başına yani Osmanlı Devleti’nin son dönemindeki en kötü zamanlarda bile bölgede yine de “aş, iş, haysiyet, hürriyet ve adalet” vardı. Osmanlı gitti, bunlar bitti.

Birinci Cihan Savaşı sonrasında yani Osmanlı hükümranlığı ve adaleti dönemlerinin nihayetinde, Batı dünyasının her türlü emperyalist emellerine dayalı olarak çok yönlü sömürü ve yapay devletlerden oluşan dikta yönetimler dönemi başladı...

İkinci Dünya Savaşı sonunda İsrail musibeti de bölgeye hançer gibi yerleştirildikten sonra dikta rejimlerine farklı bir çehre kazandırıldı ve tam bir yüzyıl böyle geçti…

Yüz yıldır çekirge bir sıçradı, iki sıçradı; üçüncü defa yine sıçrama sevdasında…

BOP diyor… GOP diyor… GOKAP diyor ve Kuzey Afrika’yı da katıyor/du/lar…

Şimdi de YOP (Yeni Ortadoğu Projesi) diyor/muş/lar!..

Onlar ‘gak, guk, GOP, YOP’ diyor -ve konuyla ilgili son yazımda özetlediğim üzere- mekr/tuzak/plan/proje yapıyorlar ama; onlara karşı da yazımın başında belirttiğim üzere, “aş, iş, haysiyet, hürriyet, demokrasi ve en önemlisi ADALET” talepleriyle halkın şahsında “Allah”ın mekr/tuzak/plan/projesi var ve “O” proje yapanların hayırlısıdır.

***

Çekirgenin sıçramalarında söz ediyordum. Çekirgenin ikinci sıçramasından sonraki son dönemi ve sonraki gelişmeleri Prof. Deniz Ülke Arıboğan şöyle özetliyor: “1980’li yıllar temel olarak Türkiye’nin kapitalist pazara eklemlenme süreciydi. 2000’lerdeki son hamleyle süreç tamamlandı. 1990’lı yıllar ise küresel kapitalist yayılmanın yeni bir darboğazı daha aşmasını, sosyalist ülkelerin büyük pazara dahil olmasını sağladı.”

Söz eski sosyalist ülkelerden yani sosyalizm veya komünizmden yeniden kapitalizme evrilen Soğuk Savaş döneminin o muazzam bölgesinden açılmışken, Gorbaçov’u ve onun son gelişmelerle ilgili değerlendirmesini hatırlamamak olmaz! SSCB’nin son lideri Mihail Gorbaçov, Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da yaşanan son gelişmeleri Sovyetler Birliği’nin çöküşünde yaşanan gelişmelerle kıyasladı. Moskova’da bir basın toplantısında konuşan Gorbaçov, 1989 yılında Sovyetler Birliği’nin ilk çok partili seçimlerine yol açan süreci hatırlattı, “Bu değişiklikler gerekliydi, aynı şey şimdi de Ortadoğu’da oluyor” dedi.

***

“Mısır dersleri” başlıklı yazısında (13.02.2011) Hüsnü Mahalli durumu beş maddede özetlemiş. Maddelerin sadece giriş bölümlerinde ifade edilenler meseleyi anlayıp kavramamız için yeterli ipuçları veriyor. Öyleyse, gelin bu dersleri özetleyelim. 1- Bu devrim yüzde milyon yerli malı devrim ve hiçbir şekilde Soros, CIA ve benzeri dış güçlerin etki ya da yönlendirilmesiyle olmamıştır. Bu devrimin en önemli nedeni onurdur... 2- Bilinen tarihin tümünde hiçbir halk 18 günde Mübarek gibi bir diktatörü barışçıl bir devrimle devirememiştir. Bu nedenle bir zamanlar ‘Araplar bir işe yaramaz’ saplantı ve kompleksiyle palavra atanlar şimdi kendilerinden utanmalı ve önce Tunus sonra da Mısır halkından resmen özür dilemeli ve gidip onların onurlu ellerinden öpmelidirler... Sırada başka halklar da olacak. 3- Böylesi bir halk devrimi karşısında en az şimdilik yenildiğini düşünen ABD, İsrail ve yandaşları Mısır’ı asla rahat bırakmayacaklardır. ABD; Mısır’ın geleceği ile ilgili olarak mutlaka birçok senaryo hazırlamıştır... 4- ABD ve genel olarak Batı, Mısır devrimiyle ilgili olarak tarihsel bir testle karşı karşıyadır. 50 yıldır AB kapılarını Türklere açmayan Batı, başta Mısır olmak üzere bu coğrafyadaki hiçbir halk için gerçek anlamda demokrasi istemeyecektir... 5- Devrim kazasız-belasız tüm hedeflerini gerçekleştirip Mısır’da gerçek anlamda bir demokrasi yerleşirse tüm bölge değişme doğru gidecek ya da sürüklenecektir... İşte bu nedenle Türkiye, çok farklı ve kendine özgü karakterleri olan Mısır, Tunus ve diğer bölge ülkeleri tarafından yakından izlenmektedir. Yani model olan yalnızca AK Parti değil her şeyiyle TÜM TÜRKİYE’dir.

 

Satacak neyimiz kaldı, neyimiz kalacak?!.

Reşat Nuri EROL

TUİK (Türkiye İstatistik Kurumu), TÜFE, ÜFE rakamlarına ve bu rakamlara istinaden yorum yapan medyadaki veya üniversitelerimizdeki ekonomi ordinaryüslerine bakılırsa işler yolunda! Bölgemizin en zengin ülkesiymişiz! Dolar milyarderi zenginlerimizin sayısı her yıl daha da artıyor; geçen yıla göre bu yıl da artmış! Her nedense kişilerin eline geçmezse de kişi başı milli gelirimiz hep artıyormuş!

Sizi şu son iki cümlemi tekrar “okumaya” ve ardından derin derin “düşünmeye” davet ediyorum; belki o zaman kurulan ülkesel ve de küresel soygun tezgahını ve ülkemizdeki yansımalarını görürsünüz! Hani yıllık cari açığımız 50 milyar, faize de her yıl 50 milyar TL veya dolar gidiyor ya; o “meşhur” rakamlardan veya ülke bütçesinden geriye ne kalıyor?!.

Bizim “faizli zalim düzen” ile ilgili pek çok açıklamamız var; bunlardan biri ve benim de en çok sevdiğim şöyle: Faizli zalim düzende bir “taraf” kazanıyorken bir “taraf” mutlaka kaybeder. Ülkemizde kazanan ve kaybeden tarafları çok iyi biliyorsunuz.

Soru ve “acil” çözüm bekleyen “sorun” şu: Acaba siz -şimdilik- hangi taraftasınız, yarın hangi tarafta olacaksınız; ya da yakın gelecekte “çocuklarınıza” ve “torunlarınıza” böyle bir ülkeyi, böyle bir dünyayı miras olarak bırakmayı “düşünüyor” musunuz?!.

***

Hani o “kutsal” rakamlar var ya, bakalım ülkemizi ve dünyayı ne hale getirmişler?

-Son 8 yılda 1,5 milyon esnafımız kepenk kapatmış.

-Faizli kredi borçlarıyla iflaslar, icralar, intiharlar…

-Dünyamızda 2 milyar insan 2 dolarla geçiniyor.

-Dünya nüfusunun  yüzde 50’si yoksul, fakir, perişan.

-Dünyada her yıl 6 milyon çocuk açlıktan ölüyor; açlıktan!

-Dünyamızda 1 milyardan fazla insan açlık sınırında.

-Ülkemizde 4 milyon insan asgari ücretle çalışıyor.

-Ülkemizde çalışabilen yaştaki nüfus 30 milyon, bu nüfusun yarısı yani 15 milyonu işsiz. İşsizlik ülkemizin dört ana sorunundan biri ve her an sosyal patlamalara gebe...

-Ülkemizdeki gelir dağılımı AB’ye dahil 25 ülke içinde en kötü olanı. Şöyle ki; %20’lik üst kesim gelirden %50 pay alırken, %20’lik alt kesim gelirin sadece %5’ini almakta!

-Ülkemizde 13 milyon insan açlık sınırında olup, Sayın Başbakan Tayyip beyin yaptığı çay-simit hesabının bile altındadır ki; işte bu adaletsiz zalim taksimat sebebiyle son yıllarda hırsızlık arttı, gasp arttı, kap-kaç arttı, yolsuzluk ve rüşvet arttı, intiharlar arttı, cinayetler ve cinnetler arttı, fuhuş arttı, uyuşturucu kullanımı arttı; daha pek çok şey arttı da arttı ve daha da artmaya devam edecek... Böyle olunca da yine Sayın Başbakan’ın övünçle   açılışlarını yaptığı en büyük, çok büyük, ultra büyük, dünyanın en büyük “Adalet Sarayları” ve bilmem ne tipi, bilmem kaç yıldızlı lüks oteller seviyesindeki yeni yeni cezaevleri yapılmasına rağmen suçluları koyacak yer bulunamamakta… Hakimlerimiz, savcılarımız, her türlü yargı bürokratlarımız bir türlü “adalet” dağıtamamakta, hapishanelerimiz boş kalmamakta, dönem dönem genel aflar düşünülmekte ve yapılmakta!.. Peki, sonra?!.

-Faizli zalim ekonomik düzen kredi kartı borçları 45 milyarı geçmiş, bu yüzden 2 milyon kişi hakkında takibata başlanmış; iflaslar, icralar, intiharlar, dağılan ailelere vs…

-2008 yılında karşılıksız çek sayısı 900 bin iken, 2009’da 1.5 milyona ulaşmış...

-Son 3 yılda 70 milyar kar eden ve 60 milyar liraya satılan, ülkemizin can damarı, onuru, gururu ve kar eden stratejik tesisleri olan Erdemir, Telekom, Tedaş, Petkim, Tüpraş, Seka, Taksan, Sümerbank tesisleri, Etibank tesisleri, TEKEL ve Şeker fabrikalarını sattığımız yetmiyormuş gibi; son dönemlerde köprülerimiz, yollarımız, akarsularımız, hava alanlarımız, barajlarımız, limanlarımız, tren garlarımız da satılmaktadır veya satılacakmış; birkaç yıl daha bu gelişmelere sabredersek, bakalım geriye SATACAK NEYİMİZ KALACAK?!.

Satacak neyimiz kaldı, satılacak neyimiz kalacak; NEYİMİZ?!.

 

Faizci zalim sömürü düzeni devam ediyor…

Reşat Nuri EROL

Değişen bir şey yok; “faizci zalim soygun ve sömürü düzeni” aynen devam ediyor… TUİK (Türkiye İstatistik Kurumu) rakamları dahil, rakamlar vermeye ve o rakamlar üzerinden minik yorumlar yapmaya devam ediyoruz; fahiş ‘faizciler’ kazanıyor, ‘halk’ kaybediyor…

-Son 8 yılda yürütülen ülkemizdeki “faizli ve faizci ekonomi politikaları” yüzünden, son 25 yılda en fazla işyeri kapanan yıl 2008 yılı olmuş olup, toptan ve perakende satışı yapan 11 271 işyeri açılırken, aynı kategoride 16 bin işyeri kapanmıştır.

-2002 yılında “iç-dış faizli borçlarımızın toplamı” 239 milyar dolar (1997’de 110 milyar dolar) iken, 2010 yılı sonunda 820 milyar dolara yükselmiş olup, kişi başına düşen borç miktarımız 4000 TL’den 17 500 TL’ye yükselmiştir.

-Düşük kur “YÜKSEK FAİZ” uygulamasıyla yerli üretim yok olurken, ithalat cazip hâle getirilmiş, cari açığın her yıl daha da artmasına sebep olunmuş ve 2011 yılı bütçesinde öngörülen cari açık 72 milyar olarak rekor kırmıştır.

-Erbakan’ın uyguladığı “Denk Bütçe”den özellikle kaçınılarak, uluslararası “FAHİŞ FAİZCİ” kredi kuruluşlarına mesaj anlamı taşıyan “açık veren bütçe” tercih edilmiş, söz konusu kredi kuruluşlarının müşteri potansiyelinin korunması sağlanmış ve Maliye Bakanı’nın ifadesiyle, cari açık ve işsizliğe çare bulunamadığı açıkça itiraf edilmiştir.

-Ülkemizde hâlen, 2001 yılında uygulamaya konulan ve belirgin özelliği ithalat, tüketim ve faizci rant olan Fischer-Derviş Modeli (kamu ve özel bankaların görev zararları hazineden karşılanacak; kamu bankalarının personel sayısı ile şube sayıları azaltılarak; özel bankalar kârlarını sermayelerine ekleyerek vergi vermeyebilecek; bankaların birleşmesi sağlanarak faizci küresel sermeyenin bankaları satın almasının veya ortak olmasının yolu açılacak; yabancı sermayenin Türkiye’ye girişini hızlandıracak yasal düzenlemeler yapılacak; kamu, cari, yatırım ve transfer harcamalarında tasarrufa gidilecek; maaş ve ücret artışları, fazla mesai, harcırah, ikramiye ve prim ödemelerinde, tarımsal desteklerde tasarrufa gidilecek; vergiler ve vergi denetimleri artırılacak, vergi tabana yaygınlaştırılacak, uluslararası kuruluşlardan mâli destek alınacak; bankalar kanunu, ihale kanunu, Merkez Bankası kanunu, kamulaştırma kanunu, bütçe kanunu, borçlanma kanunu, Telekom kanunu, şeker, tütün, doğalgaz kanunu yeniden hazırlanacak...) uygulanıyor olup, bu durum bizzat Sayın Kemal Derviş’in Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı AKP’ye teşekkür konuşması ile netleşmiştir. Burada adı geçen önlemlerin gerekçesi de K. Derviş tarafından şöyle ifade ediliyor: Toplumun yaşam kalitesinin yükseltilmesi, gelir dağılımındaki dengesizliklerin düzeltilmesi, yoksullukla mücadele ve bölgesel gelişmişlik farkının azaltılması!?!?

-Alın teriyle çalışan esnafımız ile yerli sanayicimiz her yıl daha fazla fakirleşirken, yarısından çoğu yabancı işadamlarının eline geçmiş olan FAHİŞ FAİZCİ BANKALARIN son 3-5 yıllık kâr artış oranları %300-400 civarında seyrediyor. Para satmaktan başka hiçbir şey yapmayan bu FAİZCİ bankaların sadece 2010 yılı kârları 21 milyar dolardır. Bu kârla maliyeti 75 000 TL olan 280 000 adet konut yapılabilmekte olup, bu da 140 000 nüfuslu 7 tane ‘şehir’ demektir. Halkımız kaybediyor, faizciler kazanıyor…

-Hükümet sık sık millî gelirin arttığından bahsederken, Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) raporu Sn Başbakan’ı yalanlamaktadır. Bu rapora göre kişi başına düşen millî gelirimiz 2013 yılında 180 ülke arasında 141’nci sırada olacak ve Azerbaycan, Bulgaristan, Gürcistan Rusya, Kazakistan, Moldova, Ukrayna, Romanya ve daha pek çok küçük ülke Türkiye’yi geçecektir.

-Ülkemizdeki “ÜÇ KÂĞIT EKONOMİSİ”nin temel dayanakları olan “DÖVİZ, FAİZ VE BORSA”dan elde edilen kârlar artarak devam ederken, ülkemizdeki bazı gerçekçi Ticaret Odası araştırma raporları, son 8 yılda Türk ailesinin gelirinin 2 misli, borcunun ise 7 misli arttığını göstermektedir.

Bitmedi; “faizci zalim soygun ve sömürü düzeni” rakamlarının devamı var…

 

AKP’den faizcilere var, halka yok!

Reşat Nuri EROL

-2009, 2010 ve 2011 yıllarına ait BÜTÇE açığı 52+39+34=125 milyar; CARİ açık 52+38+72=162 milyar; FAİZ ödemeleri 55+48+48=151 milyar olup, burada 2011 yılı bütçesine konulan FAİZ miktarının bir önceki yıldan az olmaması, Sayın Başbakan’ın ‘borcumuz çok azaldı’ veya ‘borç almıyoruz’ anlamındaki sözlerini açık biçimde nakzetmektedir. Borcumuz azalıyorsa FAİZİ neden azalmıyor?! Üç yıllık tutarı 151 milyar olan FAİZ ödemeleri ile maliyeti 75 000 lira olan 2000000 (iki milyon) adet konut yapılabilmektedir. Bu da 140 000 nüfuslu 50 adet “şehir” demektir. Bir başka deyişle, saatte 6 milyon TL FAİZ ödeniyor demektir. 1500 kişinin çalıştığı Tokat Sigara Fabrikası 20.000.000 (yirmi milyon) TL’ye satıldığına göre, bu para sadece 3,5 saatlik FAİZ parasıdır.

-Hükümetin başvurduğu bir başka “üçkâğıt ekonomisi” uygulaması da şu şekilde yürütülmektedir: Hükümet kendisi dış borç yapmayıp hem hava atmak, hem de yandaşlarına faiz rantı sağlamak maksadıyla olsa gerek, özel sektörün BORÇ almasını teşvik ediyor ve bu maksatla ABD ve AB ülkelerine 100 milyar dolar teminat veriyor! Böylece özel sektör % 2 ile aldığı borç parayı ülkemize dolar olarak girişini yapıp TL’ye çevirerek hükümete % 17 ile borç veriyor!? Bu yolla son üç yılda özel sektörün “FAİZ”den elde ettiği rant 60 milyar dolardır! Aynı şeyi yabancı sermayede de yapmakta, hem devlete verdiği borçtan doğan FAİZ farkından, hem de borsadan kazandıklarıyla toplam 54 milyar dolar elde etmişlerdir! Her iki durumda da elde edilen kârlardan “vergi” dahi vermedikleri gibi; halkımızın daha da fakirleşmesine yol açan tüketim ve ithalatı hızlandıran, sabit kur, yüksek FAİZ uygulamasının başarıyla sürdürülmesine de katkıda bulunmuşlardır. Özetlersek, hükümet iç ve dış fahiş FAİZCİ sermayedarlara toplam 114 milyar dolar rant sunmuştur! Bu FAİZCİ sermayedarlar da ellerindeki kredi kuruluşları, banka, TV, gazete ve diğer kurum ve kuruluşlarıyla mevcut durumu çarpıtıp, insanımızı yanıltıp, AKP’ye vefa borçlarını da ödemek maksadıyla, hep bir ağızdan methiyeler düzmekteler. İşte bunun için HALKIMIZ, “Maden bu ülkede ekonomi iyiye gidiyor da neden ben her yıl biraz daha fakirleşiyorum?” diye feryat edip duruyor. Şunu bir kere daha ifade edelim ki; bu korkunç “üçkâğıt oyununu” “Millî Görüş” ve “Adil (Ekonomik) Düzen”den başkası bozamaz… Yerli ve yabancı FAİZCİ zalim sömürü sermayedarlarının, yukarda izah ettiğimiz FAİZ farkı ve borsadan elde ettikleri toplam rant 114 milyar dolar (175 milyar TL) olup, bu paranın ne korkunç bir miktar olduğunu ifade edebilmek için şu hususu belirtelim: Bu parayla yaklaşık 100 adet boğaz köprüsü veya 38 adet Tokat vilayeti yeniden yapılabilmektedir.

-2003-2009 yılları arasındaki 7 yılda sömürücü FAİZ ve FAİZCİLERE (rantiyeye) ödenen 532 milyardır. 2009 yılında FAİZE yapılan ödeme miktarı 88 milyar iken; sosyal yardımlar ile tarım ve hayvancılığa ödenen ise sadece 5’er milyardır!!!??? 

-ATO raporlarına göre; sıcak paranın Türkiye’de 1 yılda kazandığı FAİZİ Japonya’da 190 yılda, ABD’de 79 yılda, Fransa’da 81 yılda, Almanya’da ise 91 yılda kazanabilmekte olup, 2002’de gelen 1000 dolarlık bir sıcak FAZİ parası 2010 yılında 8000 dolar olmuştur! Ülkemize son 8 yılda giren sıcak paranın 100 milyar doları geçtiği, sadece 2010 yılında 30 milyar doları bulduğu düşünülürse, ÜLKEMİZİN/HALKIMIZIN ÖDEDİĞİ “FAİZ” MİKTARININ NE KADAR KORKUNÇ BOYUTLARDA OLDUĞU ANLAŞILIR.

-2011 bütçesinde yatırımlar/HALK için ise sadece 21 milyar TL ödenek ayrılmış! AKP’nin sık sık övündüğü Sosyal Güvenlik Kurumu, duble yollar ve tüm yatırımlar/halk için ayrılan para bu olduğuna göre; FAİZCİLERE ödenen paraların boyutunu düşünün…

-Yukarıdaki tablonun fark edilmemesi veya fark edilip de dillendirilmemesi için adeta “sus payı” kabilinden AKP’ce yapılan “çocuk yardımı, sakat yardımı, odun-kömür yardımı, yemek yardımları”nın toplamının “komik rakamlar” olduğu düşünüldüğünde; halkımızın ve varlığımızın ne kadar ucuza pazarlandığı daha iyi anlaşılacaktır.

Bitmedi; “tarım ve hayvancılıktaki faizci zalim soygun düzeni” gelecek yazıda…

 

AKP’den faizcilere var, köylüye yok!

Reşat Nuri EROL

Yukarıdaki başlık aslında şöyle olmalıydı: “AKP’den faizcilere var, köylüye yok; çöken tarım ve hayvancılığa yok!” Uzunluğu sebebiyle kısa kesildi!

Faizci zalim sömürü/soygun düzeni tablosu: 1997’de 5 krş olan gübre 2010’da 120 krş; 7 krş olan buğday 50 krş; 10 krş olan motorin 340 krş; 2,5 krş olan yem 70 krş; 5 krş olan süt 60 krş; 1,3 krş olan şeker pancarı 90 krş olmuştur. Ayrıca asgari ücret 31 TL iken 600 TL, mutfak tüpü de 1,5 TL iken 60 TL olmuştur. Bu tabloya göre:

-1997’de 10 kilo buğdayla, 14 kilo gübre veya 7 litre motorin alınabiliyorken; 2011’de 4 kilo gübre, 1,5 litre motorin alınabilmektedir. Sonuç: Fakirleşme % 500!

-1997’de 1 kilo sütle 2 kilo yem alınabiliyorken; 2010’da 1 kilo bile alınamamaktadır. Sonuç: Fakirleşme % 100!

-1997’de 10 kilo şeker pancarıyla 2,5 kilo gübre ve 1 litre motorin alınabiliyorken; 2010’da 1 kilo gübre ve ¼ motorin bile alınamıyor. Sonuç: Fakirleşme % 400!

-1997’de asgari ücretle 22 adet mutfak tüpü alınabiliyorken; 2010’da 10 adet alınıyor. Sonuç: Fakirleşme % 125!

Bu tablo, önceki yazımda yazdığım sadece genel olarak halkın değil, tarımda ve hayvancılıkta çalışanların da ne durumda olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Çok küçük ama her yıl sayısı giderek artan “faizci ve soyguncu mutlu bir azınlık” hiç terlemeden milyon/milyar dolarlar kazanıp “dolar milyoneri/milyarderi” olurken; bu “faizci ve sömürücü zalim köle düzeni”nde büyük halk kitleleri fakirleşip iflas ve intiharlar sebebiyle ahlak yani ahlaksızlık, geçim, mal ve can derdine düşmüştür.

İşte bunun için Erbakan Hocamız bu faizci sömürü sistemine/düzenine “KÖLE DÜZENİ” demiştir. İşte bunun için köyler boşalmakta; tarım ülkesi Türkiye’mizde buğday, mısır, şeker pancarı, tütün vs üretimi terk edilmektedir. Eskiden göçler kırsal kesimden aynı ilin ilçelerine çocukları okutmak için yapılırdı. Şimdilerde karın tokluğuna iş bulmak için uzak yakın büyük illere göç edildiği içindir ki 500 bin Sivaslı, 400 bin Tokatlı 660 bin Sinoplu İstanbul’dadır! İşte unun için daha 8-10 yıl önce tarım ve hayvancılıkta kendi kendine yeten dünyadaki 5-6 ülkeden biri olmamıza rağmen; şimdilerde şekeri de, tütünü de, mısırı da, buğdayı da, sütü de, hattâ kurbanlıklarımızı da ithal eder olduk!!! İşte bunun için ülkemizin en büyük et entegre tesislerinden olan Banvit bile canlı hayvan ithal etmek mecburiyetinde kalmıştır! Zira hayvan sayımız hızla düşmektedir. 15 yıl önce 3 kişiye 1 büyük baş hayvan düşerken, şimdilerde 8 kişiye 1 büyük baş hayvan düşmektedir. Küçükbaş hayvan sayımızda da aynı felaket yaşanmakta, orada da sayı kişi başına 1 iken, 2 kişiye 1 tane düşer olmuştur. Bu tablonun ortaya çıkmasındaki en önemli sebeplerden biri Süt Endüstrisi Kurumlarını, Et Balık Kurumlarını, Tarım Kredi Kooperatiflerini yok pahasına satmak olmuştur! Atalarımız bu durumu izah ederken, “biri yer biri bakar, KIYAMET ondan kopar” demişler: Bu köşede hep hatırlattığım üzere, zaten “SOSYAL TUFAN” içindeyiz; şimdi “KIYAMET” de yakın!

Daha önceki birkaç makalemde yazdım, tekrar hatırlatıyorum: Dünyanın gündemini meşgul eden Mısır, Tunus, Libya, diğer Ortadoğu ülkeleri ve insanlıktaki hareketliliğin altında da bu “faizci ve sömürücü zalim köle düzeni” uygulamaları yatmaktadır.  

Erbakan Hocamız görevini yaptı ve gitti! Erbakan Hocamızın mirasçıları olarak Millî Görüşçülerin yani gömlek çıkarmayanların görevi; “faizci ve sömürücü zalim köle düzeni”nin yegane ve tek alternatifi olan “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”i ülkemize ve dünyaya hükümran kılmaktır. Gömlek çıkaranlara ve “Adil (Ekonomik Düzen”e inanmayanlara bir hatırlatma daha: Tevbe kapısı son nefesinize kadar her an açık!..

***

Teşekkür: Millî Görüş partileri Tokat İl Başkanı ve Belediye Başkanı kardeşim Nizamettin Aydın! Kırk yıl önce MSP döneminde gençlik kollarında İzmir’de çalışıyorduk… Kırk yıl sonra derlediğin çalışmayla son dört yazının yazılmasına vesile oldun; teşekkürler…

 

‘Ya Rabbi, bu adaletsizliğin hesabını sor!’

Reşat Nuri EROL

Dört gündür yazdığım dört yazıda reel rakamlar ve reel sonuçlar verdim. Sadece başlıklar bile ülkemizdeki ekonomik durumu özetliyor ve çok şey anlatıyor: Satacak neyimiz kaldı, neyimiz kalacak?!. Faizci zalim sömürü düzeni devam ediyor… AKP’den FAİZCİLERE var, halka yok, köylüye yok; yani çöken tarım ve hayvancılığa yok!..

Özellikle dördüncü gün yazdıklarımı bir mektup aynen teyit ediyor. Mektup şöyle:

“Ankara’da okuyan bir üniversite öğrencisiyim. Geçen hafta memleketim Yozgat’a, dedemlerin yanına, köyüme gittim. Gördüm ki durum gerçekten içler acısı.

Mart ayı gelmiş tarlaya gübre atılacak, gübrenin tonu 900 liraya çıkmış. 2 ton gübre 3 sene önce toplam 800 lira iken bu yıl 1800 lira. Bahar gelmiş, tarlanın sürülmesi gerek, 100 dönüm için 700 liralık mazot lâzım. Diyelim kırdık-sardık bu meblağı karşıladık. 10 ay bekleyeceksiniz, ürün alınacak; elbette Allah bir âfet vermemiş ise. Köylü ürününü 5 yıl önceki fiyata ancak satabiliyor; kilo başına 30 ilâ 50 kuruş. Masrafı karşılamıyor. Son beş yıl içinde memura zam verildi, zengin daha da zenginleşiyor; gıda fiyatları neredeyse 5 yıl önceki seviyelerde ama esas emek sahibi çiftçi kışın aç geziyor. Geçen hafta bunlara şahit oldum ve ne acıdır ki hükümet yine de zenginlerden oy alamıyor. Fakir ahali ise hâlâ o saf düşüncesiyle desteğini esirgemiyor. Cebinde para olmasa, aç gezse de hâlâ desteğini sürdürüyor. Dediği şey şu, ‘Başka lider yok; ne yapalım!’ Fakir, hâlâ fakir. Şimdi ben Ankara’ya gidince zengini, Yozgat’a gidip emeğinin karşılığını alamayan köylüleri görünce Rabbime ancak namazlarda içimi dökebiliyorum. Eğer gelir dağılımında bir adaletsizlik varsa ‘Ya Rabbi, Tayyip Erdoğan’a bunun hesabını sor’ diye haykırıyorum. Elimden ancak bu geliyor. Çöken tarım politikalarını gazetemiz olarak elimizi vicdanımıza koyarak değerlendirmenizi istiyorum, hatta yalvarıyorum. Şunu da gördüm ki her hükümet zenginin yanında, daima onların kârıyla övünüyor ama durum şu; 7 oyumuz var yine de Erdoğan’a vereceğiz ama bizi yine hayal kırıklığına uğratırsa haram ederiz o 7 oyu...”

Yozgat’ı iyi bilirim, Kosova ve Bosna’dan Türkiye’ye hicret ettiğimizde, ilk yerleştiğimiz şehir, orada yakın akrabalarımız var; durum maalesef aynen anlatıldığı gibi.

Mektuptan daha ilginç olan şu: Bu mektup AKP politikalarını destekleyen dünkü (16.03.2011) Zaman gazetesinde, A. Turan Alkan’ın köşesinde yayımlandı. Yazar, ‘Mektup böyle’ dedikten sonra minik bir yorum yapıyor: “Bu mektubu neredeyse on yılı bulan iktidar süresine rağmen hükümeti desteklemeye kararlı kitlenin hâlet-i ruhiyesini aksettirdiğine inandığım için yayınlıyorum. Ben okudum, inşallah ilgililer de okurlar.”

Evet, okurlar; nitekim on yıldır yazılarımı okuyorlar ama bir şey yap(a)mıyorlar!

Onlar yap(a)mıyorlar ama umulur ki “seçmen” bu sefer uyanıp gereğini yapar…

Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener, başlangıçta AKP’nin dört kurucusundan biri ve kurulan ilk hükümette ekonomiden sorumlu olan bakan olarak, iktidar partisini ve yaptıklarını en iyi bilip tanıyanların başında geliyor. Geçen günkü yorumunda durumu şöyle özetliyor: “Cumhuriyet tarihinden bu yana hiç bir hükümet bu kadar başarısız olmamıştır ve bunların tek nedeni Erdoğan hükümetidir. Her siyasi iktidar bir seçimden diğer seçimlere geçen sürenin hesabını verir. Erdoğan hükümeti 2007 seçimlerinden sonra büyüme olarak en başarısız hükmettir. Bu iktidara şunu sorma hakkımız vardır; ne yaptın da bu kadar kötü hâle geldik deme hakkımız vardır. Konumu Türkiye ile benzer olan uzak Asya vb ülkelere hepsinin ekonomi rakamları Türkiye’den fazladır. Cumhuriyet tarihinin en büyük işsizlik rakamlarına sahibiz. Köylü çiftçi hiç bu kadar perişan olmamıştır. Bu 60. Erdoğan hükümetinin beceriksizliğidir. Cari açık cumhuriyet tarihinin en yüksek düzeyine ulaşmıştır. Dünyanın en pahalı eti, en pahalı mazotu, benzini Türkiye’de böyle bir yönetim olmaz ülke böyle idare edilmez bunlarının hesabını iktidar vermek zorundadır.”

‘Mektup’ ve ‘beyanat’tan anlaşıldığı üzere, durum böyle ama bu böyle gitmez!

 

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3488 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2677 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2651 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2166 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2542 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2565 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2300 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2204 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2617 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2496 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 2005 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2362 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2311 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2459 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2455 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2416 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3066 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2689 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2684 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2765 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2972 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3048 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3448 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5509 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3570 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3096 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3885 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3736 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3443 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3896 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3853 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4134 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4667 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3986 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3870 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2882 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2969 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3975 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7762 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5643 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4197 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3599 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3740 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4760 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4477 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4770 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4690 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4846 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4571 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3420 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4494 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3646 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5198 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3874 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5185 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5047 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4958 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3565 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3496 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3707 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5194 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4224 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5456 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4104 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5292 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4489 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4444 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4597 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4790 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5345 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4134 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5283 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4548 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3864 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4413 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4615 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4147 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4121 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4105 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4560 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5672 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9865 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4675 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3726 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3876 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3369 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3404 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3762 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5727 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4265 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3462 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler