1967...1968...1969....AKEVLER 45 YILDIR ÇALIŞIYOR....2009...2010...2011
BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
ADİL DÜNYA DÜZENİ 602
“ADİL DÜNYA DÜZENİ” III. BİN YIL MEDENİYETİ PROJESİDİR.
“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)
Haftalık Seminer Dergisi; 602. Hafta 12 Mart 2011 Fiyatı: www.akevler.biz’e tıklamak!
BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR.. ÇOĞALTABİLİR.. DAĞITABİLİRSİNİZ...
“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 602. SEMİNER
“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)
“İ L İ M TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
Tefsir Seminer Notları Yenibosna’da Cumartesi akşamları okunup tartışılmaktadır.
GAYEMİZ: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada “OKUNMASI, ANLAŞILMASI VE UYGULANMASI”DIR. Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL
***
*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;
ERBAKAN - I
Ordumuza helal olsun! Emin Çölaşan
ERBAKAN - II
ERBAKAN DÖNEMİNDE TÜRKİYE’DE VE DÜNYADA NELER OLDU?
***
*ÜSKÜDAR SEMİNERLERİ; 152. SEMİNER
Her Hafta ÇARŞAMBA akşamı; Adres: EMİNEVİM, Kısıklı Cad. No: 36 Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL Tel: (0216) 444 36 46
SOHBET… SEMİNER… SORULAR-CEVAPLAR…
***
ERBAKAN…
Alim ERBAKAN Hoca/mız…
Alim Erbakan Üniversite ve Kitaplığı-1
Erbakan gönüllerde; 28 Şubatçılar nerelerde?!.
Erbakan Kitaplığı-2-3
Erbakan’dan önce… Erbakan’dan sonra…
Reşat Nuri EROL
***
MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 10
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَوْفُوا بِالْعُقُودِ أُحِلَّتْ لَكُمْ بَهِيمَةُ الْأَنْعَامِ إِلَّا مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَأَنْتُمْ حُرُمٌ إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ مَا يُرِيدُ (1) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَائِرَ اللَّهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَائِدَ وَلَا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَانًا وَإِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُوا وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَنْ صَدُّوكُمْ عَنْ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَنْ تَعْتَدُوا وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ(2) حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللَّهِ بِهِ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّطِيحَةُ وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ إِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَأَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْأَزْلَامِ ذَلِكُمْ فِسْقٌ الْيَوْمَ يَئِسَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ دِينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِي الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمْ الْإِسْلَامَ دِينًا فَمَنْ اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِإِثْمٍ فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (3) يَسْأَلُونَكَ مَاذَا أُحِلَّ لَهُمْ قُلْ أُحِلَّ لَكُمْ الطَّيِّبَاتُ وَمَا عَلَّمْتُمْ مِنْ الْجَوَارِحِ مُكَلِّبِينَ تُعَلِّمُونَهُنَّ مِمَّا عَلَّمَكُمْ اللَّهُ فَكُلُوا مِمَّا أَمْسَكْنَ عَلَيْكُمْ وَاذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَيْهِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ (4) الْيَوْمَ أُحِلَّ لَكُمْ الطَّيِّبَاتُ وَطَعَامُ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنْ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنْ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ إِذَا آتَيْتُمُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ مُحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَ وَلَا مُتَّخِذِي أَخْدَانٍ وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْإِيمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ وَهُوَ فِي الْآخِرَةِ مِنْ الْخَاسِرِينَ (5) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلَاةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُءُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَيْنِ وَإِنْ كُنْتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُوا وَإِنْ كُنْتُمْ مَرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاءَ أَحَدٌ مِنْكُمْ مِنْ الْغَائِطِ أَوْ لَامَسْتُمْ النِّسَاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَاءً فَتَيَمَّمُوا صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُمْ مِنْهُ مَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ حَرَجٍ وَلَكِنْ يُرِيدُ لِيُطَهِّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ(6) وَاذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَمِيثَاقَهُ الَّذِي وَاثَقَكُمْ بِهِ إِذْ قُلْتُمْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ (7)
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُونُوا قَوَّامِينَ لِلَّهِ شُهَدَاءَ بِالْقِسْطِ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَى أَلَّا تَعْدِلُوا اعْدِلُوا هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ (8) وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ عَظِيمٌ (9) وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ (10)
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا
(YAv EayYuHa elLaÜIyNa EAvMaNUv)
“Ey iman etmiş olan kimseler.”
“Ey iman etmiş olan kimseler” ifadesi tekrar edilerek, bugün yeryüzünün güvenliğini devralan mü’minlere görevleri hatırlatılmakta, iman etmenin mânâsı anlatılmaktadır. Bakara Sûresi’nde İsrail oğullarına verilen vazifenin artık mü’minlere verildiğini hatırlatmaktadır.
1) Akitlerin yargı yoluyla korunması,
2) Helal ve haramların tesbiti,
3) Toplantıların yapılması,
4) Yargılama usulü anlatılmaktadır.
İnsanlığın güvenliğini sağlamakla görevli olan kimseler herkesi değil de sadece Müslim olanları yani cizye veren veya askerlik yapan kimseleri koruyacak. Hukuku her kavmî devlet kendisi koruyacak. Yargı hakemlerden oluşacak. Hakemler uluslararası bir örgüttür. Onların kararlarını her devlet kendisi uygular. Kişilere karşı korunacak kararlar illerce uygulanır. Topluluklara ait savaşları ise devlet uygular. Hukuku dinlemeyen devletin tenkiline mahkeme karar verir. O devleti yola getirme işi komşu devletlere aittir. Her devlet kendi sınırlarından saldırabilir, kendi alanına giren bölgeleri onlar işgal eder.
Diyelim ki Türkiye hukuka uymuyor.
Hakemler karar aldı ve savaşılabilir ülke oldu.
Kimler saldırabilir?
a) Karadeniz’e Ruslar ve Ukraynalılar.
b) Trakya’ya Bulgarlar ve Romanyalılar.
c) Erzurum’a Gürcüler ve Ermeniler.
d) Doğuya İran.
e) Güneydoğu’ya Irak ve Suriye.
f) Akdeniz bölgesine Akdeniz ülkeleri.
g) Ege Bölgesi’ne Ege ülkeleri saldırma hakkına sahiptir.
h) Hava saldırıları yapıp iç bölgelere indirme yapmak her devletin hakkıdır. Hiçbir devlet hava alanını bunlara kapatamaz.
Kendisine saldırılma hakkı olan her devlete hakem kararı varsa saldırma yetkisi vardır.
Böylece artık gönüllü mü’minler bu güvenliği sağlayacaklardır. Bu devletlerin icmalara uyan devletlerden olması şarttır. Her kitap ehli, bütün peygamberlerin ve kitapların hak olduğunu kabul etmeleri şartı ile herkes “mü’min” olur.
Her bucağın koruması vardır.
Her ilin zaptiyesi vardır, jandarması vardır.
Her ülkenin ordusu vardır.
Buradaki “ey iman edenler” dendiği zaman bu silahlı güçler kastedilmektedir.
Hakemlik yapma yetkisi de mü’minlere verilmiştir.
İslâmiyet’te tek devlet yoktur ama tek yargı vardır. Uluslararası hakemleri mü’min devletler atarlar, onların ilmî ve siyasî dayanışma ortaklıkları seçerler. Adayları ilmî dayanışma ortaklıkları gösterir, siyasî dayanışma ortaklıkları sıralama usulü ile onları seçerler. İllerde oluşacak hakemler uluslararası hakemlere bağlıdırlar. Bu hakemler kıta merkezlerinde bulunur. Ülke hakemleri ise bölgelerde bulunur. Bölge hakemleri aleyhinde ancak insanlık hakemleri nezdinde dava açılabilir.
كُونُوا
(QUvNUv)
“Siz olunuz.”
“Adaletle hükmedin” emri başka yerde vardır.
Burada bize emredilen ise “olmamız”dır.
Yani herkes hakemlik yapamayacak, ancak ehliyetli ve dayanışma güvencesine dahil olan hakemler hükmedebilir. Başka yerde “sizden marufu emreden, münkeri nehy eden teşkilat olsun” denmektedir. Burada da hakemler teşkilatının olması emredilmektedir. İman edenlere “siz olunuz” demekle, hakemlerin mü’minlerden olacağı açıkça ifade edilmiştir. Hakemlik kamu görevidir. Her davada hakemleri taraflar seçerler.
Bu hakemlerin dışında herkesin hukuk danışmanı vardır; o genel hizmettir.
Davayı yürütüp karar verme ve silahlı güç tarafından infaz edilecekler kamu görevidir.
Bunların “mü’min” olması şarttır.
Tarafların hakemlerini bunlardan seçmesi gerekir, yoksa kazai hüküm değildir.
“Siz olunuz” dendiğine göre bütün mü’minler görevlidir. Âyetin sonunda “ittika ediniz” dendiğine göre bu içtihat konusudur, içtihat ihtisası gerektirir. Dolayısıyla bu farzı kifayedir. Mü’min olması gerekir ama yeterli değildir, ayrıca bilgili olması gerekir. Hakemler ilçelerde bulunurlar. Bucaklarda dava açılınca hakemler bucağa gider ve orada muhakeme edip karar verirler. Bucak yönetimi icra eder. Kararlara uymayanları ilçe kolluk kuvvetlerine havale ederler.
قَوَّامِينَ
(QavVAvMIyNa)
“Kavvamlar olunuz.”
“Kavvam” mübalağa ile ismi faildir, “kaim”in mübalağasıdır. “Kıyam etmek” ayakta durmak mânâsındadır. Istılah mânâsı, başında durmak, onun takipçisi olmaktır, korunması demektir. “Hadim” hizmet ettiği kimsenin emrindedir. “Hakim” ise hizmet edilen kimsedir, hizmet eden onun emrindedir. “Kayyum” ise eşit durumdadır. Hizmet eden ile hizmet edilen eşit seviyededir. Çıkan ihtilafları hakemler halleder. Yargı üstünlüğü budur. Batılılar bunları İslâmiyet’ten almışlar ama ya anlamamışlar ya da anlamak istememektedirler.
Bize emredilen ne hadim olma ne de hakim olma; bize emredilen “kayyum” olmadır.
Mübalağa sigasını getirmekte, bu hususta hatanın kabul edilmeyeceği bildirilmektedir. Biz hakemlerin kararları kesindir diyoruz. Bu kesinlik âyetin gereğidir. Karara kayıtsız şartsız uyulacaktır. Hakemlerin kararı topluluğun kararıdır. Hakemlerin kararı takdiri ilâhidir. İdam sehpasına gönderirlerse, haklı da olsak gideceğiz ve âhirette şehitlerden olacağız. Kararı hakemlerin değil bizim verdiğimizi hatırlamamız gerekir; çünkü onları yani hakemleri baştan biz kendimiz seçtik.
Evet, hakemlerin kararlarını temyiz etmek yoktur. Yerli hakemler doğru karar vermez, merkezde oturanlar doğru kararlar verir mantığı saçmadır. Olaydan yıllarca sonra ve olay yerinden binlerce kilometre ötedekiler doğru karar vereceklerdir mantığı kadar saçma bir mantık yoktur.
İnsanlar üzerinde sosyal baskı vardır. Göz göre göre ve herkesin gözleri önünde insanın zulmetmesi az muhtemeldir. Kapalı kapılar arkasında verilen kararlar asla tecviz edilemez. Olayı yaşayanların olmadığı sözde açık muhakemenin bir anlamı yoktur.
İnfaz da olayın üzerine ve olay günlerinde olmalıdır ki caydırıcı olsun. Yargılama adaletin tesisi için değildir, caydırıcılık içindir. İslâmiyet adaleti âhirete bırakmıştır. Biz adil olacağız ama adaleti yeryüzünde ikame etmek bizim görevimiz değildir. Çünkü bu dünyada adalet sağlanamaz. Bu dünya adalet dünyası değil adil olma dünyasıdır.
“Kavvamîn” kelimesi erkek kurallı çoğul getirilmiştir; bu görev mü’minlere verilmiştir, topluluğa verilmiştir.
لِلَّهِ
(LilLAHi)
“Allah için kavvamlar olunuz.”
Yani topluluğunuz için onlar görevi yerine getireceklerdir.
Bugün de mahkemeler ulus adına hükmettiklerini ifade ederler.
Hakemleri taraflar seçerler ama hakemler artık tarafların hukukunu koruma durumunda değildir. Topluluk daima adil hükmedecektir. Adaletle hükmetmezlerse, sonra kendileri sorumlu olacaklardır. Buradaki “Lillahi” kelimesi hakemleri mahkum eder.
“Allah için” ifadesi sebebiyle; hakemim, beni hakem yapanın hakkını korudum, onun için öyle konuştum diyemez. Halbuki bugün avukatların müvekkili aleyhine beyanlarda bulunması suçtur. Onlarda çatışma düzeni vardır. Biz ise adil hükümle hükmetmekle mükellefiz.
Hakemler teşekkül ettikten sonra artık onların kişiliği oluşmuş olur. Onların bağımsızlığı buradan gelmektedir. Diğer taraftan hükmü topluluk adına verdiklerinden, mağduriyeti giderme de topluluğa aittir. Dava hakemler aleyhine açılacaktır. Mahkum olmaları hâlinde kısas yapılmayacak, tazminatı karşılamada hakemler değil topluluk sorumlu olacaktır. Buradaki “Lillahi” bunu ifade etmektedir.
Kur’an’ın başka yerinde “katip ve şahit zarara sokulmaz” denmektedir.
Demek ki hakemlere rücu ancak kasdın kati olduğunun belirlenmesidir.
شُهَدَاءَ
(ŞuHaDAEa)
“Şehittirler.”
“Şüheda” şehidin çoğuludur. İsmi failler fiil gibidir, bir defa bir işi yapmış olsa bile onun failidir. “Sarikin elini kesin” dendiği zaman, bir defa hırsızlık yapanın elini kesin anlamındadır. “Şahit” de bir defa gören, müşahede eden demektir. “Şehid” ise sıfatı müşebbehedir. Mesleği gözetme olan demek olur. Bugünkü polislere tekabül eden kimselerdir şehidler. Şehid var, hakem var. Bunlar arasındaki farkı belirtmemiz için bir davanın nasıl görüşüleceğini kısaca anlatmaya çalışalım.
Dava, geçmişte olan bir olaydan mağdur olan kimselerin mağduriyetinin giderilmesi için kamuya baş vurulması demektir. Davanın şartları vardır.
1- Davanın açılabilmesi için olay geçmişte cereyan eden olay olacaktır. Gelecekte olacak olaylara karşı dava açılamaz. Hukuk düzeninde önlem yoktur. Olay olacak, ondan sonra mağdur olanların hakları verilecektir.
2- Bir olay hakkında dava açacaksınız, benzer olaylar için bir davada karar verilemez. Hiçbir olay başka bir olayın aynısı değildir. Diyelim ki biri birine ‘eşek’ dedi. Muhakeme edildiler, hakim 100 lira hakaret tazminatına mahkum etti. Başka zamanda yine aynı kişi aynı kişiye ‘eşek’ dedi. Aynı hakime dava geldi. Hakem bu sefer 50 lira ceza verdi. Siz ‘bu hakem neden böyle karar verdi’ diyemezsiniz. Her olay ayrı dava konusudur. Emsal teşkil etme meşru değildir. Hakem başka bir davada verdiği kararı emsal göstererek karar vermez, her olayı ayrıca değerlendirmesi gerekir.
3- Dava açılması için “davalı” ve “davacı” olmalıdır. Hiçbir hakem davacısı olmayan ve davalısı olmayan davaya bakmaz. Hakem bilgisiyle hükmedemez. Soruşturmacılar bilgisini aktarır ama o şahitlerin şehadeti ile hükmeder.
4- Karar davada taraf olmayanlara teşmil edilemez. Sadece taraf olanlar hakkında karar verilebilir.
Bu özelliklerinden sonra davanın iki yanı vardır.
1- Birincisi soruşturmadır, olayın nasıl cereyan ettiğini tesbittir. Bu başka bir ihtisas işidir. Buna “şehadet” denmektedir. İslâm’da “kamu davaları” ile “hukuk davaları” ayırımı yoktur. Soruşturmayı aynı kimseler yapar. Bunlara “şehid” denmektedir. Taraflar dava ikame etmeden önce soruşturmacı bulurlar. Soruşturmacılar ayrı ayrı soruştururlar. Hattâ bunlar ayrı dayanışmalar içindedirler. Bağımsız araştırma sonunda aynı sonuca varmışlarsa, hasımsız davalarda bir tek şahidin şehadetiyle, hukuk davalarında iki şahidin şehadetiyle, ceza davalarında dört şahidin şehadetiyle karar verilir. Batı’da iki uygulama vardır. Mahkeme soruşturma yapmaz, sadece soruşturmacıların şehadetiyle karar verir. Başka uygulamada ise hakim soruşturmayı da kendisi yürütür. Türkiye’deki uygulama da böyledir. İslâmiyet’te hakim soruşturma yapmaz. Soruşturmacının şehadetini kabul eder veya reddeder. Reddederse başka tanıkların bulunması gerekir. Kendisi belgeleri inceleyemez, görgü tanıklarını dinleyemez.
2- Olay tebeyyün ettikten sonra fıkha göre karar verilmesi gerekir. Batı’da hakimler karar vermektedirler. İşte Kur’an bunu da kabul etmemektedir. Soruşturma kısmını şehidler yapar, karar verme kısmı da hakemlere aittir. Hakim yani kadı sadece davaları yürütür. Kararları infaz eder. Eskiden kadılar müftülerden fetva alarak hüküm verirlerdi.
Kur’an’a göre kadı bucak başkanıdır. Ayrıca kadılık müessesesi yoktur. Kadılığı icad eden Hazreti Ömer’dir. Merkezi sistem kadılığı zaruri kılar. Bucak sisteminde ise kadıya gerek yoktur. Hazreti Ömer’in İslâmiyet’e aykırı olarak icat ettiği bu uygulama bugün yargı bağımsızlığı şeklinde uygulanmaktadır. Ebu Hanife halifelerin uygulamasını delil kabul etmez, ancak sünneti delil kabul eder. Gerçekten de İslâmiyet Hazreti Ebubekir’le bozulmaya başlamıştır. Hazreti Ebubekir Hazreti Ömer’i seçtirmiştir. Bu uygulama sünnete ve Kur’an’a uygun değildir. Kadılığı da Hazreti Ömer icat etmiş, yönetimde birliği bozmuştur.
Onlar günah işlemiş değildir. O gün için ondan başka yapılacak bir şey yoktu. Allah onun için onlara o hatayı yaptırmıştır. Biz bugün aynı hatayı yaparsak veya o hata üzeride devam edersek günah işlemiş oluruz.
Demek ki soruşturmacılar ayrı olacak, karar verenler ayrı olacak, icra edenler ayrı olacaktır. İcrayı kim/ler yapacaktır? İcrayı dayanışma ortaklıkları yapacaktır.
Hangi dayanışma ortaklıkları?
Siyasi dayanışma ortaklıkları yapacaktır.
Hakemler karar verdikten sonra, mesela kişinin kolu kesilecek; kim kesecektir?
a) Önce mahkumun kendi dayanışma ortaklığının sorumlusu bunu icra eder; böylece intikam hissi kalkar.
b) Sonra başkan bir dayanışma ortaklığına havale eder, o sadece başkanın emridir diye görevi yerine getirir.
c) Kabul eden olmazsa, mağdurun dayanışmasına izin verilir; icrayı yerine getirmesi istenir.
d) O da yerine getirmezse serbest bırakılır, kim isterse icra eder; icra eden suçlu olmaz.
Burada emredilen bütün bunların bir arada cereyanıdır. Sadece hakemlerin kararı değildir. “Kavvam” kelimesi bunun için kullanılmıştır.
بِالْقِسْطِ
(Bi eLQıSOı)
“Kıst ile.”
“KS” harfleri kesmek, koparmak, ayırmak anlamındadır. “Makas” kelimesi buradan geldiği gibi Türkçedeki “kesmek” ve “kısmak” da buradan gelir.
Hazreti Nuh’un üç oğlu vardı; Ham, Sam, Yafes. Bu üç oğuldan biri (Ham) batıya gitti, Hint Avrupalıları oluşturdu; biri (Yafes) doğuya gitti Türkleri ve Çinlileri oluşturdu; biri (Sam) de yerinde kaldı, Arapları ve zencileri oluşturdu. Bu üç grubun uygarlık dilleri arasında büyük benzerlik vardır. Dillerin birliği insanların atasının da bir olduğunu gösterir.
“Kıst” eşit parçalara ayırmak demektir “Taksit” kelimesi de buradan gelir. “Kıst ile kaim olmak” kıst ile yönetmek anlamındadır. Hakemlerin olması, soruşturmacıların olması, dayanışma ortaklıklarının olması, başkanın olması hep bu kıstın teminidir, temini içindir.
Kur’an’da “adaletle hükmedin” deniyor; burada da “kıst ile kaim olun” deniyor.
“Adalet” ile “kıst” arasında ne fark vardır?
“Kıst” doğrudan eşitliktir. Teraziye “kıstas” denir. İki kefe denk yapılır. Asıl olan insanlar arsında eşitlikdir. İnsanlar eşit kişiliğe sahiptir. Bir yaşındaki zavallı bir bebek ile Karun kadar zengin olan kişi eşit muameleye girer, eşit diyet ödenir. Hukukun karşısında kişi olarak herkes eşittir.
Bugün bu eşitlik kurallara, anayasalara, yasalara geçmiştir.
Batı’da hukuk kuvvetliyi daha kuvvetli yapmak içindir. Paralı olan zenginler parası olmayan fakirleri ezebilsin diye avukatlık müessesesi doğmuştur. Asilzadeleri savunmak ve onları halka hakim kılmak için avukatlık müessesesi tesis edilmiştir. Hâlâ o sakat düşünce devam etmektedir.
Peygamberler sisteminde devlet zayıfı kuvvetli yapmak içindir. Peygamberler sisteminde zayıfın hukukunu koruyan devlettir.
“Kıst”ta eşitlik vardır. “Adl”da ise eşitlik yoktur. Eşitlik yapacağız diye uzun boylu ile kısa boyluya aynı boyda elbise giydiremeyiz, çalışkan ile tembeli aynı tutamayız.
İşte, adalette herkese hakkını vermek esastır. Hak bir katkıya göre verilir. Bir de ihtiyaca göre bölüşülür. İşte, başka yerde zikredilen adalette bu farklılığın gözetilmesi gerekir.
Bir sebep yoksa eşitlik ilkesine uyulur, ihtiyaç ve katkıya göre de farklılıklar gözetilir.
Mü’minlerin görevi kıst ve adli sağlamadır.
Şöyle bir şey sorulabilir: Sovyetler de aynı amaçla çıkmadı mı; ABD aynı amaçla savaşlar yapmıyor mu; dünyanın düzenini ve güvenini sağlamak için çaba göstermiyorlar mı? Bunların arkasında olan sermayenin gayesi de dünya devletini kurmak ve yeryüzünü adaletle yönetmek değil mi?
Evet, iddiaları budur!
Sorun hakem kararlarının var olması ve uygulanmasıdır; hakemlik sisteminin oluşturulmasıdır; zorunlu askerlikle değil de gönüllü mü’minlikle sorunları çözmedir.
Onlar diyorlar ki; biz güçlüyüz, bizim borumuz öter, kuvvetli olan haklıdır!
Biz de diyoruz ki; biz haklıyız. Kimsenin yenemeyeceği güç yanımızdadır. Siz sonunda mağlup olacaksınız. Adaleti biz tesis edeceğiz.
Savaş Allah’a inananlarla inanmayanlar arasındadır.
Bakalım en sonunda Allah inananları mı galip getirecek, yoksa inanmayanları mı?
وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ
(Va LAy YaCRıManNaKuM)
“Size cürm ettirmesin”
Zenb, ism, cürüm, cunah, ısyan, udvan, bağy, zulüm.
a) “Zenb” kuyruk demektir. Saklanacak, gizlenecek günah işlemektir.
b) “İsm” içki demektir. Kötülüğe götüren alışkanlık gibidir.
c) “Cunah” kanat demektir. Koltuk altına alınıp saklanacak fiildir. Zenbin hafifidir.
d) “Isyan” “asa”dan gelir, karşı gelmek anlamındadır.
e) “Udv” vadinin yakasıdır. Cephe kurmak demektir.
f) “Bağy” boğa anlamındadır. Saldırmak demektir.
g) “Zulüm” bulut, karanlık demektir. Ortalığı karıştırmak, düzeni bozmak demektir.
h) “Cürüm” olgunlaşmadan önce yere düşen hurmadır. “Cürmetmek” meyve toplamak anlamındadır. “Cürüm” suç işlemedir. Başkalarının hakkına tecavüz etme, onların hakkını yemedir. Burada nehyedilen kıstı bırakıp haksızlık yapmak, taraf tutmaktır.
Allah’ın indinde din İslâm’dır. Barışın başı da sonu da yargıdır.
Hukukumuz çatışınca iki yoldan birisiyle hallederiz.
1. Savaşırız, yenersek biz haklı oluruz, yenilirsek o haklı olur.
2. Peygamberler ve kitaplar ise ikinci yolu insanlara öğretmiştir. Hakemlere gideceksin, onlar idama karar verseler bile onu kabul edeceksin. İşte, peygamberlerin sistemi budur. Bunun için yargının adil olması gerekir. Bunun gerçekleşmesi için dört şart gerekiyor.
Yargı…
a) Tarafsız olacaktır; taraflardan birini tutmayacaktır.
b) Bağımsız olacaktır; ona etki yapılmayacaktır, baskı altında karar vermeyecektir.
c) Etkin olacaktır; yani karardan herkes çekinecek, karar verdi mi artık kurtuluş olmadığını herkes bilecek ve kabul edecek.
d) Saygın olacaktır; saygın demek halk ve taraflar yargının “adil” karar verdiğine inanacaklar; yani yargının yalnız “adil” olması yetmez, yargının “adil” olduğunu herkes kabullenmelidir.
Ben idama gidiyorsam hak ettim diye kani olacaktır. İşte bunu sağlayan tek sistem hakemler sistemidir, yani “Adil Düzen”dir; hakimler, savcılar, avukatlar sistemi değil.
شَنَآنُ قَوْمٍ
(ŞaNaEaNu QaVMin)
“Bir kavmin şenaati”
“Şenee” kökü Kur’an’da üç yerde geçmektedir. İkisi burada aynı tabirle geçmektedir. Bir de Asır Sûresi’nde geçmektedir. Kavmin yaptıkları kötülükler anlamındadır. “Şene” “şeye” akrabadır. Biri kavmin istedikleri, biri de kavmin yaptıkları anlamına gelir. “Şen’ân” fa’lân vezni üzere masdardır; hezeyân, cereyân, cevelân bu vezin üzeredirler.
Bundan önceki وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَنْ صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَنْ تَعْتَدُوا
Bir kavmin şen’ânı Mescid-i Haram’dan sudud etmenize i’tida etmenize cürüm ettirmesin. Orada bir kavmin yaptığı iyilik yapmanıza mâni olmasın. Birine kefil oldunuz, istismar etti; bu durum başkasına kefil olmanıza mâni olmasın. Yahut size kötülük yapıyor diye kuralların dışına çıkmayın.
Burada da; siz adaleti sağlarken onların durumuna bakıp karar vermeyin diyor.
Yani, ceza kişiye verilmez, ceza fiile verilir, her fiilin bir cezası vardır. O fiile ancak o ceza verilebilir. Başka ceza verilemez. İslâmiyet’te cezanın sabıkası yoktur. Fiile ne ceza verilmişse o verilir. Sonra senin sabıkan var mı diye sorulmaz. Hakim kişilere değil fiillerin faillerine ceza verir. Batı henüz bunu tam olarak kavrayamamıştır.
Burada ifade edilen başka bir husus daha vardır. Kavme ceza verilemez. Ceza ancak kişiye verilir. Bir şeyi yapıyorlar diye herkes cezalandırılamaz. Hukuk sisteminde bu durum böyledir. Savaş sisteminde ise sorumluluk kollektiftir. Bizim görevimiz adaleti sağlamadır. Adalet için savaş meşrudur.
عَلَى أَلَّا تَعْدِلُوا
(GaLAy EaN Lav TaGDiLUv)
“Adalet etmemenize cürm ettirmesin.”
Kıst ile kavvam olmayı, yani eşitlik içinde yönetici olmayı emrettikten sonra, şimdi de adil olmamızı emretmektedir. Adalet edecek olursak iki cümle “ve” harfi ile bağlanmıştır. Yani kıst ile kavvam olma ile adil olma “ve” ile atfedilmiştir. O halde ikisi ayrı ayrıdır. Yukarıda açıkladığımız gibi eşit davranmadır, muamelede taraf tutmamadır. Adalet ise herkesin hakkını vermedir. Burada icra ile yargı birbirinden ayrılmaktadır. Hazreti Ömer’in kadıları yöneticilerden ayırması merkezi sistemde doğrudur. Yerinden yönetim sisteminde ise ne kadı ne de başkan merkezden atanamaz.
Yukarıda yöneticiliği anlatmamız gerekirken yargıyı anlattık, çünkü yönetim yargıya dayanacaktır, yönetim yargının emrinde olacaktır.
Şimdi hakemlere adil olunması emredilmektedir.
Burada başka bir şey de önemlidir. Yargı ile yönetim ayrıdır ama başka başka değildir. Hepsi birden imanın rüknü olmaktadır. Yargı yargılayıp karar verecek, yönetim de onu uygulayacaktır. Ne var ki yargılama uzun sürecektir. Her zaman yargı beklenmez; uygulama yapılır, yargı sonradan devreye girer. Yönetici yanlış uygulamalarda bulunduysa yargı onları düzeltir. Yoksa yargı kişilerin davranışlarına karışmaz. Bu sebeple önce “Kavvam”dan bahsetmiştir. Şimdi ise “adalet”ten bahsetmektedir.
Burada şunu da açıkça görmüş oluyoruz. Bir iş yaptığımızda işin hakkını veririz, orada adaleti gözetmeyiz. Çünkü işin ertelenmemesi için o iş için ne gerekiyorsa o yapılır. Herkes üzerine ne düşüyorsa yapar. Sonra iş ortaya çıkar. Herkes katkıları nisbetinde payını alır. İşte “adalet” bu paylaşmada gerekmektedir. Katkıda adalet olmaz. Ben beş lira verdim, sen de beş lira verdin denmez. Ben bir gün çalıştım, sen de bir gün çalıştın denmez. Herkes gereğini yapar. Herkes ne katacaksa katar. Bölüşme de o katkılara göre olur.
Bu açıklamadan sonra “kıst” kelimesini tekrar ele almamız gerekir.
Terazi ne yapar?
Kim ne mal getirmişse onu tartar. Terazinin görevi iyi mal getirme değildir, getirilen malların ağırlığını ortaya koymadır. O halde “kıst” dediğimiz zaman herkese katkıları nisbetinde pay vermek, adil ücret paylaştırmaktır. Sonra elde edilen malların adil şekilde fiyatlanmasıdır. Demek ki eğer burada ekonomi mânâsını vereceksek böyle veririz.
Adil ücret demek adil fiyat demek değildir. Biri katkıya göre değerlendirilir, diğeri ise ihtiyaca ve yarara göre belirlenir. Bununla beraber toplu bakıldığı zaman ücretlerin toplamı fiyatların toplamına eşittir.
اعْدِلُوا
(iGDiLUv)
“Adalet yapın.”
“Adl” denklik demektir. Denklik kurulacak, sağ kefeye ne konursa onu tartan şey de sol kefeye konur. Üç kilo patates üç kilo başka patatese eşittir. Oysa çoğu zaman üç kilo patatesin değeri başka üç kilo patatese eşit değildir.
İşte, değerler söz konusu olunca adalet, kendileri söz konusu olunca kıst anlamı hakimdir. Tartarken doğru terazi ile tartmak kısttır. Değerini tazmin ederken uygun değeri vermek adldır.
Reel ekonomi vardır, buralarda “kıst” gerekir.
Bir de finans ekonomisi vardır, buralarda “adl” gerekir.
Kur’an’da emirler vardır, nehiyler vardır. Emre uymak sevabı gerektirir, uymamak ikabı gerektirir. Sonra, emir bir defa yapılır, biter. Öğle namazını kılarsınız, ikindiye kadar başka namaz kılmazsınız. Nehyi yaptığınızda cezası vardır, yapmazsanız sevabı yoktur. Nehy devamlılık ifade eder.
Kur’an’da bazı emirler nehiylerle beraber gelir. Yazı yazmaktan üşenmeyin! Bu ifade emir ve nehiydir. Bunun hükmü hem devamlılığı sağlamak hem de sevabı içermesidir. Adaletle hükmetmek hem emirdir, hem de adaletten uzaklaşmak da nehiydir. Adil olmamız gerekmektedir. Adil olursak sevap alırız. Adaletten hiçbir zaman ayrılmamamız gerekir.
هُوَ
(HuVa)
“O”
Buradaki “hüve” zamiri “adl”a gitmektedir. Adl kelimesi geçmemektedir ama fiilden o çıkmaktadır. Bunu şöyle açıklayabiliriz.
Arapçada Türkçede olduğu gibi kökten değişik masdarlar üretemiyorsunuz. O sebeple aynı fiili değişik masdar kullanarak değişik fiiller yapmış olursunuz. Mesela “ya’dilu adlen” demek, adalet etmek demektir; “udlen” uzak kalmak, ayrılmak demektir. Bunun için genel olarak Türkçeden farklı olarak fiilden sonra masdar söylenir. “Cae Cieten” dersiniz, beliğ olur. Ama ben “gelerek geldim” derseniz beliğ olmaz. Bu sebepledir ki Türkçede fiildeki masdara zamir göndermek beliğ değildir.
“Ben geldim, o iyidir” denmez. Ama Arapçada “ben geldim, gelmem iyidir” mânâsında “o iyidir” dersiniz. Çünkü cümlede masdar hazf olmuştur.
“İ’dilu adlen” demiş olmaktayız. “Adl” kelimesi hazf olmuştur. Yoksa “udulen” de olabilirdi. İşte bu sebepledir ki mahzuf olan kelimeye zamir gönderildiğinden burada da mahzuf olan masdara da zamir gönderilmiştir.
أَقْرَبُ
(EaQRaBu)
“Ekrabdır.”
Yani daha yakındır, yahut en yakındır. Arapçada ism-i tafdil karşılaştırma amacıyla söylenirse “Min” kelimesi ile getirilmektedir. “Li” kelimesi ile kullanıldığında en yakınıdır anlamına gelmektedir. Yani takvaya adaletten daha yakını yoktur; en yakın olanı odur demektir. Bütün haramlar ve emirler adalete dayanmaktadır.
İnsan kendi çıkarını emir ve yasaklar olmadan da az çok korur. Mesela içki onu rahatsız ettiği için çoğu insan içmez. Zararı da yalnız kendisinedir. Oysa adl ile hareket etme topluluğun temelidir. Eğer bir topluluk adaletle yönetilmiyorsa, orada adalet tesis edilmemişse, o topluluk yoktur veya yaşamıyor demektir. “Ekrab” kelimesi ile bu ifade edilmiştir.
“Kurba” insanın yanında taşınan su kabıdır, mataradır. İnsan adaleti daima yanında taşımalıdır. Her davranışta önce ben adil davranıyor muyum diye onu hesaba katmalıdır. Birisini tenkit ederken veya methederken adil davranıyor muyum diye ilk düşüneceğin şeydir. Mü’min demek her harekette adil olan kimsedir demektir. Bir kavmin yaptıkları oradakilere zulüm etmemizi gerektirmez.
لِلتَّقْوَى
(Li etTaQVAv)
“Takvaya en yakın olandır.”
“Takva” “vikaye” kelimesinden gelir. Bundan elli sene önce bu kelimeyi korkma şeklinde tercüme ederlerdi, oysa takvanın korku ile ilgisi yoktur.
“İttika” kendi kendisini koruma demektir, kendi kendisini çirkinliklerden ve kötülüklerden korumak demektir. O halde ittika adil olan herkes için gerekli bir şeydir. Nasıl aynı gemide olan insanlar batırdıkları gemide kendileri de batarlarsa, adaleti batıranlar kendilerini de batırırlar. Yargı üstünlüğü ve saygınlığı herkese her zaman lazım olan bir şeydir. İşte bunu sağlamak için yargıdan biraz söz etmemiz gerekmektedir.
Yargının dört rüknü vardır; savunma, soruşturma, bilirkişilik ve hakemler.
1.Savunma: Herkesin dayanışma ortaklığı vardır. Haksızlığa uğrayan kendi dayanışma ortaklığına baş vurur, dayanışma sorumlusu mağdur davacıyı haklı bulursa o zaman dava açılır. Bulmazsa ya kendi dayanışma sorumlusundan razı olur, davadan vazgeçer, ya da dayanışma ortaklığını değiştirir. Hiçbir dayanışma ortaklığı onu haklı bulmazsa bucağından ayrılır, davayı gittiği yerden açar. Savunma bugünkü savcılar gibidir, avukatlar gibidir. Bizde ise dayanışma sorumlusu siyasi parti başkanıdır. Savcı yoktur. Kamu davalarını da siyasi dayanışma sorumluları açarlar.
2.Soruşturma: Dayanışma sorumluları davanın açılmasını kabul ettikten sonra dava açılmadan önce sorumlular soruşturmacıları bulurlar, anlaşırlar ve onlardan soruşturma yapmalarını isterler. Dayanışma sorumlularının elinde bunun için verilmiş tahsisat vardır, ondan harcarlar. Soruşturma ayrı ayrı soruşturmacı tarafından yapılır. Böylece iki veya dört soruşturmacı tarafından olay tesbit edildikten sonra davacının da muvafakatini alarak hakem seçerler. Hakem davalının dayanışmasına baş vurarak ona da hakem seçilmesini ister. Davalı hakemlerin ücretini de davacı sorumlusu öder.
3.Bilirkişi: Soruşturma belge ve bilgilere dayanır. İhtisas isteyen hususlarda bilirkişilere başvurulur. Bilirkişileri soruşturmacılar atarlar. Bilirkişilerin hatalı tespitlerinden soruşturmacılar da sorumludurlar. Bilirkişi masrafları soruşturmacılar tarafından karşılanır, kendi paylarından verilir. Bilirkişilerin hata yapmış olmalarından dolayı davalı ve davacıya ödenecek tazminatı bilirkişilerin dayanışması öder. Aldıkları ücretler onlarda kalır.
4.Hakemler: Davacının hakemi ve davalının hakemi belirlendikten sonra, hakemler baş hakemi seçerler. Böylece yargı oluşmuş olur. Davalının soruşturmacısı yoktur, hakemi vardır. Hakemlere verilen miktar da soruşturmacılara verilen miktar kadardır. Soruşturmacıların payı üçe ayrılır, baş hakem de eşit pay alır. Hakemler şahitlerin soruşturma dosyalarını incelerler. Soruşturmanın tam yapıldığına kani olurlarsa, daha doğrusu baş hakem kani olursa son duruşma yapılır.
Karar: Karar hakemlerce alınır. Karar baş hakemin kararıdır. Muhalefet şerhi konmaz. Tartışmalar dışarıya aksettirilmez. Karar bucak başkanınca infaz edilir. Bucak başkanı infaz etmezse mağdur bucağını değiştirir ve oradan bucak başkanına dava açılır. Mahkum olursa bucak başkanının âkilesi tazmin eder yahut bucak tazmin eder. Karar hakemlere aittir.
Karar infaz edilir. Karar bir daha hiçbir suretle bozulmaz. Mağdur olan dava açabilir. Dava bilirkişilere, dayanışma sorumlularına, soruşturmacılara ve hakemlere karşı açılır. Herkes kendi ihmalinden sorumludur. Bilirkişinin hatasından soruşturmacı, soruşturmacının hatasından hakemler sorumlu değildirler. Bunlara açılan dava kazanılırsa bunların dayanışma ortaklıkları tazmin ederler.
وَاتَّقُوا اللَّهَ
(Va itTaQUv elLAHa)
“Allah’a ittika ediniz.”
Yani Allah’ın korumasına giriniz.
Buradaki “Allah” hakemlerin rabbi de olabilir, onun halifesi olan topluluk da olabilir. Kişiler topluluğun ferdi olarak kendilerini korumuş olurlar. Topluluklar da sıratı müstakimin içine girerek kendilerini korurlar. Böylece adil bir düzen insanları ve insanlığı korumuş olur.
Adil olunması için ne gibi tedbirler alınmalıdır?
1) Dava olayın geçtiği bucakta görülmelidir. Topluluk adalete şahit olmalı, hem etkilenmeli hem de etkilemelidir.
2) Dava olayın olduğu zamanda sıcağı sıcağına olmalıdır. Yıllar sonra alınan kararlar hem isabetli olmaz hem de etkin olmaz. Olayı yaşayanlar akıbetini de görmelidirler.
3) Karar sonunda tarafların seçtiği iki hakem ile onların seçtiği baş hakeme dayanmalıdır. Kimse kendisinin seçmediği kimsenin kararına uymak zorunda olmamalıdır.
4) Karar kesin olmalıdır. Temyizi olmamalıdır. Mağduriyetler hakemlere açılan davalarla giderilmelidir.
İşte, böyle bir yargı oluşturulduğu zaman artık insanlar kendilerini korumuş olurlar.
Allah inanmış insanlara bunu emretmektedir. Allah Hazreti İsa’ya; ben sana tâbi olanları kıyamete kadar üstün getireceğim demektedir. Demek ki Hıristiyanlar da devlet kuracaklardır, Hıristiyanların da mü’mini ve müslimi olacaktır.
إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ
(EnNA elLAHa PaBIyRun)
“Allah haberdardır.”
“Allah” lafzı burada tekrar edilmiştir. Zamir gönderilmemiştir. İttika edilen “Allah” âlemlerin rabbi ise bu O’nun halefi olan topluluktur; ittika edilen Allah halefi olan topluluksa bu âlemlerin rabbi Allah’tır. “Habir”in nekre olması tümünü yalnız Allah bilir ama başka bilenler de vardır cüz'i olarak vardır demektir.
Toplulukta gerek kıyam gerekse adaletle ilgili konular kaydedilip yazılacak, az olsun çok olsun ihmal edilmeyecektir. Gelecekteki kararlar hep bu kayıtlara dayanmaktadır. Bu kayıtların yapılması için her şey muhasebede yer almalı ve istenildiği zaman istenen bilgiye ulaşılmalıdır. Kaydetme ne kadar sorun ise kayıtlara ulaşma da o kadar sorundur. Kayıtlara ulaşma sorunu tasnif sorunudur. Bunun için takip edeceğimiz yol şudur.
1) Kur’an’daki kelimeler kullanılacak, başka kelimeler kullanılmayacaktır. Kendimizi, kavramlarımızı daima o kelimelerle ifade etmeliyiz. Eğer biz Kur’an’ın dışında kelimeler kullanırsak, o kadar çok kelime ortaya çıkar ki, o zaman diğer insanlarla anlaşmamız mümkün olmaz. Ayrıca geçmiştekiler de gelecektekilerle haberleşemezler.
2) Kur’an’daki kelimeler şekil yazısına dönüşmeli, dünyadaki bütün insanlar o kelimeleri şekil olarak tanımalıdırlar. Kur’an diliyle yazılan hem ses dili olmalı hem de şekil dili olmalıdır. Bir örnek verecek olursak; mesela, ateş Kur’an’da “Nâr” olarak geçmektedir. Arapça
نار şeklinde yazılıdır. Şekil ateşe benzetilmiş ama harf yazısına da benziyor.
İşte, böylece dünyadaki bütün kavramlar Kur’an’daki kelimelerle ifade edilecektir.
3) Kelimelere değişik mânâların verilmesi için sayfanın başına hangi konunun terminolojisiyle ilgili olduğu notu konulacaktır.
4) Tercümeler bilgisayardan yapılacak. Dilden dile tercüme zordur ama şekil diline tercüme kolay yapılabilir. Şekil dilinden başka dile de kolayca tercüme edilir.
Bundan sonradır ki tüm ilim standart şekilde oluşmuş olur.
بِمَا تَعْمَلُونَ
(Bi MAv TaaGMaLUvNa)
“Amel ettiklerinizi”
Biz amelden sorumluyuz. Kelamcılar, küfrün insanı cehenneme götürdüğünü söylüyorlar. Tartışmada sadece iman cennete gitmek için yeterli midir; sadece amel de cennete gitmesi için yeterli midir? Bu âyet sadece amelin yeterli olduğuna işaret eder.
وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا
(VaGaDa elLAHu elLaÜIyNa EAvMaNUv)
“Allah iman etmiş olanlara vadediyor.”
İnsanlar iki gruba ayrılmaktadır; iman etmiş olanlar, kâfir olanlar.
“İman etmiş olanlar” güven altına alanlar anlamını taşır. Cizye verenler de mâlen güven altına alanlar oldukları için onlar da mü’min sayılırlar.
O halde imanın karşısında küfür vardır, İslâm’ın karşısında ise şirk vardır. Geniş mânâda iman içinde müslimler de vardır. Geniş mânâda küfür içinde şirk de vardır. Burada geniş mânâda imandan bahsedilmektedir. Bunlara yapılan vaatlerden bahsetmektedir.
“Vaad” iki yer için yapılmaktadır; dünyada ve âhirette. Topluluklara vaad dünyalıktır. Kişilere vaad ise daha çok âhirettedir. İman etmiş olan topluluklar bu dünyada muzaffer olacaklardır. İman eden topluluk içinde olanlar âhirette mükafatlandırılacaklardır.
وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ
(Va GaMiLVu eLÖaLiXaTi)
“Ve salihatı amel edenler.”
Artık buradaki kural dışı çoğulun mânâsını ve “salih” mastarının ifade ettiklerini biliyoruz. Birbirine uyumlu iş yapmak, işbölümü içinde iş yapmak. Bu sorunun çözülmesi ancak işletme sorunlarının çözülmesi ile mümkündür. Kişiler hür olacak, kendi iradeleri ile hareket edecek ama aynı zamanda salih amel işlenecek.
İşte bu sorunun çözülmesi “Adil (Ekonomik) Düzen”dir.
Bu sorunun çözülmesi demek fiyat ve ücret konularının çözülmesi demektir.
Burada iman ameli salihe “ve” harfi ile bağlıdır, ikisi birden olacaktır. Tek başına amel veya tek başına iman bir mânâ ifade etmemektedir.
لَهُمْ مَغْفِرَةٌ
(LaHuM MaĞFiRaTün)
“Onlar için mağfiret vardır.”
“Adil (Ekonomik) Düzen” geldiği zaman, gelmeden evvel işlenen suçlar affedilecektir. O suçlar zalim düzenin zorla işlettiği suçlardır. Dolayısıyla bizim onları yargılamamız bu sebeple meşru değildir.
“Mağfiret” burada nekredir ve faili belirtilmemiştir, yani yargılamada zulüm döneminin suçları takip edilemez. Bunun bir istisnası vardır. Kendilerine hatırlatıldığı halde ısrarla devam ederlerse o zaman onun cezası verilebilir.
وَأَجْرٌ عَظِيمٌ
(Va EaCRun GaJIyMun)
“Büyük ücret vardır. Azim bir ecir vardır.”
“Ecir/ücret” nekre gelmiştir ama “azim” olarak belirtilmiştir.
Kötülükler ortadan kalkacak, iyilikler her tarafı kaplayacaktır.
Bir insan doğar, gelişir, erginlik çağına geldikten sonra gelişme tamamlanır, ondan sonra büyüme olacaktır. Uygarlaşmalar devam edecektir. Ne var ki bu arada asıl sorunlar da çözülmüş olacaktır. “Adil Düzene Göre İNSANLIK ANAYASASI” çalışmamızın açıklanır ve uygulanır hâle gelmiş olması gerekmektedir.
وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا
(Va elLaZIyNa KaFaRUv Ve KaüÜaBu Bi EavYAvTINAv)
“Ve âyetlerimize küfretmiş ve tekzib etmiş olanlar.”
Burada ameli salih işleyenlerin karşılığında “âyetleri tekzib edenler” zikredilmiştir.
Buradaki âyetlerden maksat şeriat kanunlarıdır; “Adil Düzen”dir, “Adil Ekonomik Düzen”dir. “Âyet” denmiş olmasının sebebi söylenenlerin açık ve müsbet olmalarıdır. Söylenenlere akılları ermediği için değil, işlerine gelmediği için reddetmiş olmalarıdır.
Adil Düzen Çalışanlarına düşen iki görev vardır.
-Biri, çalışıp Kur’an’ı öğrenmektir.
-Diğeri de uygulayıp insanlara göstermektir.
Bunun için muhasebemizi kuracağız, bakkalımızdan alış-veriş yapanlar aynı zamanda tebliğimizi de almış olacaklardır. Yani “Adil (Ekonomik) Düzen” âyet hâline gelmelidir. Herkes görmelidir. İstanbul sokaklarındaki her bakkal “Adil (Ekonomik) Düzen”in âyeti olmalıdır.
أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ (10)
(EuLAEiKa EaÖXAvBu eLCaXIyMı)
“Cehim ashabı/halkı onlardır.”
Mü’minlerden bahsederken mağfiret ve ecirden bahsettiği halde, burada marife olarak “cehim halkıdırlar” deniyor. Ecir geniştir, başkalarına da vardır. Halbuki “cehim” yalnız kâfirlere mahsustur. Buradan anlıyoruz ki, cehennemde başkaları da olur ama “cehim”de yalnız küfretmiş olanlar vardır.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.biz (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-602/ADİL DÜZEN DERSLERİ-432 12 Şubat 2010
ERBAKAN - I
Firma Ankara’ya gidecek araba ayarlar. Şoförüne talimat verir; şu saatte kalkacaksın, şu saatte varacaksın. Araba Ankara’ya varmıştır. Arabayı şoför götürmüştür.
Sizi şoför mü götürmüştür, firma mı götürmüştür?
Şoför bir şey yapmamıştır. Çıkış saati, gidiş şekli, gaza basması bile kendisine ait değildir. Kur’an diyor ki; sen attığında sen atmazsın, biz attık.
Bununla beraber şoför arabayı Ankara’ya götürdüğü için ücretini alır.
Tarihî gelişme ilâhi kaderin takdiri ile olmuştur.
Her şey hazırlanmış, tarih de kendi kaderi içinde oluşmuştur.
Erbakan’ın yaptığı şoförlüktür, kaptanlıktır. Bu arabanın şoförü olmak elbette şerefli vazifedir. Ücretini alacaktır. Bundan sonra anlatacaklarımı böyle okuyacaksınız. Erbakan yaptı değil, Allah Erbakan’a yaptırdı, şerefli vazifeyi ona verdi, ecr-i azime de o nâil oldu.
Erbakan’ın şahsi özelliklerini şöyle sıralayabiliriz.
Şahsi özelikleri:
a) Erbakan cesur bir kimsedir.
b) Erbakan azimli bir kimsedir
c) Erbakan zeki bir kimsedir.
d) Erbakan mü’min bir kimsedir.
Bu özellikler sırf onu övmek için söylenmemiştir. Erbakan’ın hayatını incelediğimiz zaman bunları bariz şekilde görürüz.
Erbakan’ın özel başarıları vardır.
a) Yaptığı işler büyük maddî imkanlarla sağlanmıştır. Herhangi bir resmi güç kullanarak bunları yapmamıştır. Sömürü sermayesi de onu desteklememiştir. Ama o halka baş vurmuş ve halk da onu hiçbir zaman sıkıntıda bırakmamıştır. Ben yıllar önceki bir değerlendirmemde bunu Erbakan parayı çok sever şeklinde değerlendirmiştim.
b) Bu çağda paraya ihtiyaç kadar reye de ihtiyaç vardır. Türkiye’de siyasiler oylarını CHP’ye alternatif olduğu için DP’ye (ve AP’ye) vermiş ve o iktidar olmuştur. Erbakan halkın oyunu almıştır. MNP ve MSP çalışmaları döneminde iki sene içinde % 13 oy, 48 milletvekili ve 3 senatörle meclise girmiştir. Halk onu tanımıyordu. Söylemleri ile halkın onu keşfetmesi sayesinde halk ona oy vermiştir. Bugün Erbakan’ın oyları %60’ı geçmiştir. Ben bunu Erbakan oyu çok sever diye ifade etmiştim.
c) Türkiye’deki siyasetçiler karşı tarafta olanların beceriksiz, bilgisiz, kötü niyetli olduğunu söyler; o ise fikirlerini söyler ve savunurdu, günlük siyaset yapmazdı. D-8’leri kurarken bu projesinin onun siyasi hayatına mâl olacağını düşünmemiştir. O inandığı şeyi ilmî zekası ile götürürdü. Ben yıllar önceki değerlendirmemde siyasi zekası yoktur demiştim; o politikayı ve çok yüzlülüğü bilmezdi.
d) Erbakan herkesi dikkatlice dinler, sonra ona görüşlerini anlatırdı. İnsanlarla tartışmalara girmezdi. Böylece herkese sözünü geçirir hale gelmiştir, herkesin sevgisini kazanmıştır. Ben bu özelliğine dedikodulara kulak verir demiştim.
Aslında birer meziyet olan bu özellikleri onun eksikliği gibi göstermiştim. Gayem Erbakan’ın hata etmeyen kusursuz biri olduğunu söylemeyip yazımı okumaktan kaçınmamalarını sağlamaktı.
Beni ilgilendiren Erbakan’ın şahsi özellikleri değildir. Siz yukarıda saydıklarımı ister aşırı övgü olarak kabul edin, ister yanlış kabul edin; ben bunları sizinle tartışmayacağım. Asıl bilinmesi gereken şey, Allah’ın ilâhi kaderiyle çizilmiş gidişe onun görevli olmasıdır. Bizi Ankara’ya götüren şoför iyi adammış veya kötü adammış, bizi fazlaca ilgilendirmez. Bizim için önemli olan bizi Ankara’ya sağlam götürüp götürmemesidir.
Gidilen yol çift yolsa, güvenlik tamsa, şoför o kadar önemli değildir. Ama gidilen yol toprak yolsa, çürük köprülerden geçiliyorsa, eşkıyalar ve soyguncular hep arabamızı tehdit ediyorsa, Ankara’ya bizi ulaştıran şoförümüzü çok severiz.
İşte, Erbakan kırk yıllık yolculukta çok tehlikeli günleri atlata atlata bizi Ankara’ya götürmüştür. İşte, 1 Mart 2011 Salı günü O’nun cenazesinde gösterilen yüksek tezahür ve muhteşem ilgi bunun için önemlidir. Bu durum selamete erdiğimizin müjdesini taşımaktadır.
Kırk senelik mücadele ve mücahedede bize karşı alınmış olan mukavemet bizi sevmedikleri için değil, bize karşı oldukları için değil; bizim başarısız olacağımızı sandıkları için bize karşı olmak zorunda kalmışlardır. Bugün ise artık selamete erdiğimizi düşündükleri için coşmuşlardır.
Emin Çölaşan şaşırmış!
Asker değişmiş midir?
Hayır, asker hiçbir zaman değişmedi, ordu hep bizimle beraber olmuştur.
a) 1960’larda çoklu anayasa getirerek bizim de parti kurmamıza imkan vermiştir.
b) 1970’lerde çoklu partilerin faaliyetine imkan vermiş, biz bu sayede iktidara ortak olduk.
c) 1980’lerde Halk Partisi (CHP) de kapatılarak iktidar olmamız sağlamıştır. İzmir adayımız Turgut Özal’ı ordu hep korumuş ve desteklemiştir.
d) 1990’larda biz başbakanlığa kadar yükseldik, bu ordu sayesinde olmuştur.
e) 2000’li yıların başında anayasa ekseriyetiyle bizi iktidar yapan ordudur.
Emin Çölaşan gibi zeki bir yazarın 50 senedir bu olanları görmemiş olmasına gerçekten şaşırıyorum.
Erbakan’ın ölümü dönüm tarihi olacaktır.
Mareşal Fevzi Çakmak’ın cenazesi Türkiye’ye demokrasiyi getirdi.
Benzer şekilde geçen Erbakan’ın cenazesi de “Adil Düzen”i getirecektir.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.biz (0532) 246 68 92
Ordumuza helal olsun!
Sözcü gazetesi baş yazarı Emin Çölaşan, bugünkü köşesinde "Ordumuza helal olsun" başlığıyla kaleme aldığı yazısında, TSK'nın cenazeye üst düzey katılmasını eleştirdi ilginç ifadeler kullandı. Çölaşan, Necmettin Erbakan'ın cenazesine çelenk gönderen Türk Silahlı Kuvvetleri'ni ve cenazeye katılan komutanları eleştirdi ve şaşkınlığını şu sözlerle ifade etti: 'Genelkurmay'ın üzüntü bildirisi yayınlayacağını, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin cenaze töreninde 1. Ordu Komutanı düzeyinde temsil edileceğini, bazı general ve üst rütbeli subaylar tarafından uğurlanacağını, kırk yıl düşünsem aklıma getiremezdim.'
İŞTE ÇÖLAŞAN'IN O YAZISI
Necmettin Erbakan'ın cenazesi Ankara ve İstanbul'da düzenlenen törenlerle kaldırıldı. Benim gözüm İstanbul'daki törende yer alan görkemli çelenge takıldı: "Türk Silahlı Kuvvetleri"
Erbakan da her fani gibi bir gün ölecekti. Ama onun ölümü sonrasında Genelkurmay'ın üzüntü bildirisi yayınlayacağını, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin cenaze töreninde 1. Ordu Komutanı düzeyinde temsil edileceğini, bazı general ve üst rütbeli subaylar tarafından uğurlanacağını, kırk yıl düşünsem aklıma getiremezdim.
ÇOK SAFMIŞIM
Demek ki ben çok safmışım! Türkiye'de benim gibi düşünen milyonlarca insanımız da çok safmış!
Demek artık devir değişmiş. Türk Silahlı Kuvvetleri, bu ülkede ömrünü şeriat düzeni kurmak için çalışmaya adayan bir siyasetçinin ardından saygı gösterileri yapabiliyormuş.
Bir düşünün... Erbakan vefat ediyor ve hemen o gün Genelkurmay Başkanı üzüntülerini dile getiren bir mesaj yayınlıyor.
Cenaze töreninde Türk ordusunun çelengi!..
DEMEK Kİ DEVİR DEĞİŞMİŞ
Ve aynı 1. Ordu Komutanı düzeyinde temsil edilen Türk Silahlı Kuvvetleri! ( 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan Paşa'nın Silivri cezaevinde kulakları çınlasın) Devlet töreni olsa, diyecek bir şeyim olmaz.
Demek ki devir değişmiş! Devirle birlikte Türk Ordusu da değişmiş!
GÜVENDİĞİMİZ DAĞLARA KAR YAĞIYOR
O güvendiğimiz Türk ordusunun başındakiler, Erbakan'ın kişiliğinde şeriat düzeni isteyenlere arka çıkıyor, üzüntülerini bildirilerle dile getirip cenazeye çelenkler gönderiyor!
Yoksa güvendiğimiz dağlara kar mı yağıyor? Galiba öyle! Ya da bu yapılanlar bir siyaset gereği mi?
Sevgili okuyucularım, ben bunları anlatmaktan vallahi billahi acizim. Belki ben aklımı yitirdim! Ya da Türkiye'de bazı şeyler öylesine hızlı değişti, bazı kişi ve kurumlar da öylesine devşirildi ki, ben anlamakta aciz kalıyorum! Eğer içinizde bu olanları anlayan varsa lütfen bana mesaj atıp uyarın ki aymazlığımın farkına varayım!
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-602/ADİL DÜZEN DERSLERİ-432 12 Şubat 2010
ERBAKAN - II
Erbakan Türkiye’yi ve dünyayı değiştirmiştir.
Takdiri ilâhi ile değiştirmiştir.
Değiştiren Allah’tır.
Bundan önceki yorumda anlattık; arabanın şoförlüğünü Erbakan yapmıştır.
1 Mart 2011 günü elli yıllık faaliyetlerin noktalanması günüdür;
Aynı zamanda yeni bir oluşumun başlangıcı olacaktır.
ERBAKAN DÖNEMİNDE TÜRKİYE’DE VE DÜNYADA NELER OLDU?
Erbakan Türkiye’de dört büyük inkılap yapmıştır.
a) Erbakan Türk halkına sanayiyi öğretmiştir. Menderes devlet girişimi olarak sanayileşmeyi başlatmış, Erbakan ise Türk halkına girişimciliği ve sanayileşmeyi öğretmiştir. Ülkemizdeki Anadolu holdingleri ve sanayi siteleri böyle oluştu.
b) Erbakan kurduğu Millî Görüş Partileri ile (Millî Nizam, Millî Selâmet, Refah, Fazilet, Saadet) ve yaptığı siyasi faaliyetlerle Türk halkına siyaseti öğretmiştir. Bugün ülkemizde eğer 60 partiden fazla parti varsa, bunlar Erbakan sayesinde vardır.
c) Erbakan ülkemizdeki sanayiyi İstanbul’dan Anadolu’ya taşımıştır. Devlet girişimi şeklinde de olsa bir gelişme olmamış, Anadolu sanayileşme bakımından geri kalmıştı. Erbakan “Her ilde fabrika kuracağız” dediği için Ecevit hükümeti bozmuştur ama bugün fabrikası olmayan ilçe değil belde bile yoktur.
d) Erbakan genel çalışmaları ve özellikle D8 projesiyle Türkiye’yi yeniden İslâm âleminin merkezi hâline getirdi. Türkiye Erbakan sayesinde İslâm âleminin odağı olmuştur. Türk halkı aşağılık duygusundan ancak Erbakan sayesinde kurtulmuştur. Türk ordusundaki Erbakan sevgisi oradan gelmektedir.
Elli sene içinde Türkiye her bakımdan değişmiştir. Ekonomide, siyasette, sanayileşmede ve milliyetçilikte büyük inkılaplar yapılmıştır; bütün bunlar özellikle Erbakan’ın çalışmaları sayesinde gerçekleşmiştir. Cenaze merasimindeki muhteşem kalabalıktan anlaşıldığı üzere, bütün bu yaptıklarını milletimiz kabul etmiş ve benimsemiştir.
Erbakan Türkiye’yi değiştirdiği gibi dünyayı da değiştirmiştir.
Erbakan dünyada dört büyük inkılap yapmıştır.
1- Önce insanlığı dinsizlikten kurtarmıştır. Din düşmanı sermayenin beşyüz yıllık faaliyetleri sonunda 1950’lerde dünya tam bir ümitsizlik içine girmiş, müsbet ilmin dinleri bitirdiği, onların yanlış olduğu görüşü hakim idi. Erbakan, 1960’lı yılların ortalarında, İzmir’deki en büyük kapalı spor salonunda “İlim ve İslâm” konferansı verdi. Erbakan o zaman Batı dünyasında da tanınmış bir makina profesörü idi. Onun âlimliğine kimse söz söyleyemezdi. O konuştu ve dünya ikna oldu. Bugün Marksistler bile Tanrı’yı inkâr edemiyor, peygamberleri yalanlayamıyor.
2- Sermaye Müslümanlarla solcuları çatıştırır, kendisine hizmet eden renksizleri iktidar ederdi. Sermaye dünyayı sömürmeye bu yolla devam ediyordu. Erbakan CHP’lilerle koalisyon yapınca dünyadaki bu sağ-sol çatışması sona erdi. O zaman Humeyni Bursa’da sürgündeydi; bunu gördü, CHP-MSP koalisyonunu dikkatle izledi ve o da İran’da solcularla anlaşarak devrim yaptı, Şah rejimini devirdi. Gorbaçov da din düşmanlığını Türkiye ve İran’ı örnek alarak bıraktı, Sovyet sistemi bu sayede sona erdi. Bu gelişmelerden sonra dünyadaki sağ-sol çatışması tamamen sona erdi. Yani sermayenin beşyüz yıllık planı buz gibi eriyip yok oldu. Daha sonra Papa İstanbul’a gelip Sultan Ahmet Camii’nde dua etti. Putin Rusya’yı İslam Konferansı’na üye yaptı. ABD halkı Obama’yı başkan seçti. Çin, dolar dışında Türkiye ile özel para anlaşması yaptı. Bu gelişmelerin ilk kıvılcımını hep Erbakan çakmıştır.
3- Erbakan halk sanayii kurulabileceğini dünyaya öğretmiştir. “Gümüş Motor” (hâlen “Pancar Motor” olarak varlığını ve üretimini devam ettirmektedir, şimdiye kadar 600 bin motor üretilmiştir) ilk defa dünyada halk sermayesi ile kurulan fabrikadır. Bu fabrika, Avrupa veya sömürü sermayesi dışında dünyada kurulan ilk fabrikadır. Bugün eski Sovyet ülkeleri halk sermayesi ile iş yapmakta, başrolü Türkler oynuyor. Almanya’da önbinlerce Türk müteşebbis var. Türk halkına bu müteşebbisliği kim öğretti, kim öncülük yaptı? Türkiye’nin ilk en büyük sanayi sitelerinden olan İstanbul Ümraniye’deki “İMES”in kurucuları hala yönetimde ve onlar bu siteyi kendi aralarında “Erbakan Sitesi” olarak anıyorlar; bunu bizzat kendilerinden kendim duydum. Türkler Böylece sermayenim siyasi oyunlarını bozdukları gibi; sömürü düzenini bozan girişimler de Erbakan sayesinde gerçekleşmiştir. KOBİ’ler (Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler) bu sayede dünyada yaygınlaşmıştır.
4- Erbakan insanlığa “Adil (Ekonomik) Düzen”i, Kur’an düzenini tebliğ etmiştir. Erbakan’dan önce insanlar düzen olarak sadece kapitalizm, sosyalizm, liberalizm ve karma ekonomiyi biliyorlardı. Oysa Erbakan “Adil Ekonomik Düzen”le insanlığa halk ekonomisini anlattı. İnsanlık kendisine geldi. Hıristiyanlık âlemi bizimle çok yakından ilgilendi. Henüz ülkemize ve dünyaya “Adil (Ekonomik) Düzen” gelmemiştir ama Erbakan sayesinde insanlık artık bu düzen için hazır bulunmaktadır.
İşte, Erbakan insanlıkta da inkılap yapmıştır.
Bütün bunları Allah kendi kaderinde yaptırdı. Plan O’nun, güç O’nun. Ne var ki Allah bunun şoförlüğünü ona verdi. Türk halkı da onu benimsemiş ve takdir etmiştir.
Şimdi, bundan sonra ne olacaktır?
Fatih Erbakan’ın konuşmalarına bakıldığında, gelecekte aktif rol oynayacağı düşünülmektedir. Erbakan ailesinin sorunları vardır. Erbakan’a halkın verdiği para gücü bundan sonra nasıl değerlendirilecektir? O konuda ben bir şey söyleyemeyeceğim. Erbakan’a verilen destek Fatih Erbakan’a da verilecekse, Fatih Erbakan’ın net olarak hesap vermesi gerekir. Babasına verilenler sadece şahsi güvene dayanmaktaydı.
Asıl sorun şudur.
Erbakan babasından öğrendiği “cihad” kelimesini tekrar etti ama acaba cihadın “Adil Düzen” olduğunu Fatih bey biliyor mu?
Bizim babası Erbakan’a “Adil Düzen”i oluşturmada desteğimiz olmuştur.
Kendisi acaba Akevler’siz bir yere gidilemeyeceğini bilecek midir?
Bilemiyoruz...
Biz onun da babasının yaptığı gibi olmasını isteriz.
Ama o da Numan bey gibi yapar, “Adil Düzen”e sırt çevirirse, Erbakan’ın oğlu da olsa akıbeti değişmez.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.biz (0532) 246 68 92
Fehmi Koru, 1969’da kendisiyle yaptığı bir mülâkatta Erbakan’ın bu konuda şunları söylediğini yazdı: "Bunu önce salt ilim yoluyla yapmak istedim; engel çıkardılar... Ben de işadamlığına soyundum, yine engel çıkardılar... İş dünyasında etkin hale gelirsem belki durum değişir düşüncesiyle Odalar Birliği'ne genel sekreter oldum, engel çıkardılar; başkan seçildim, engeller büyüdü. Anladım ki, amacımı gerçekleştirebilmem için tek yol, siyaset yapmak..." (Fehmi Koru, Zaman, 28.02. 2011)
ERBAKAN…
Reşat Nuri EROL
[Bu yazı 27 Şubat vefat günü yazıldı; daha niceleri ömür boyu yazılacak inşaallah…]
Dün 27 Şubat… Ve bugün 28 Şubat; O’nsuz ilk gün!..
“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn…”
“Birkaç kelime, kavram ve bir âyet” başlıklı dünkü yazım (27.02.2011) şu kelimelerle başlıyordu:
İslâm…
İslâm düzeni…
İslâm “devlet düzeni” ve MÜSLÜMANLAR…
İslâm âlemi, mevcut “zalim düzenler” (“izm”ler) ve İNSANLIK…
Ve şöyle bitiyordu:
ERBAKAN…
Millî Görüş Hareketi…
Adil (Ekonomik) Düzen Projesi…
D-8, D-20, D-60, D-160 ve Yeni Bir Dünya…
Ve “Yeni Bir Dünya Düzeni”; “ADİL DÜZEN MEDENİYETİ”…
Bu birkaç kelime pek çok şeyi veya her şeyi özetliyor.
Erbakan…
Millî Görüş…
Millî Görüş Hareketi…
Adil Düzen, Adil Ekonomik Düzen…
Ve…
Yeni Bir Dünya… Yeni Dünya Düzeni... Adil Düzen Medeniyeti…
Hikmet-i İlâhi, dün böyle bir özet yapma duygusuyla doluydum… Son zamanlarda, son günlerde, son 24 saat, dün gece ve yazıyı yazdığım bu sabah; bildiklerimden çok duygularımla, “hislerimle” hareket ediyordum; “hiss-i kable’l-vuku” fehvasınca, hislerimle hareket ediyordum; dünkü ve bugünkü bu yazıyı da o hislerle dolu olarak yazıyordum… Nitekim bugün de yazmakta olduğum başka bir yazıda, son gelişmeleri değerlendirip yorumladıktan sonra, tam da “ERBAKAN HOCAMIZ”IN ömrü boyunca bize öğrettiği değerlendirme ve hedefleriyle tamamlıyordum ki…
“ERBAKAN” HOCAMIZIN VEFAT HABERİ GELDİ!!!
Kırk kusur yıllık mücadele ve mücahede hayatımızın ilmî, dinî, iktisadî, siyasî ve sosyal yönleri başta olmak üzere, her alanda HOCAmız, rehberimiz, önderimiz, çalışma arkadaşımız, Millî Görüş Liderimiz ve Saadet Partisi Genel Başkanımız ERBAKAN…
“Mısır(1): Doğu, Batı, ERBAKAN ve GELECEK…” Bu başlık Mısır, Tunus, Libya merkezli gelişmelerle ilgili yazılarımın (16 Şubat 2011) birincisinin başlığıydı. Emperyalizme, Siyonizme, sömürü sermayesine karşı Kuzey Afrika ve diğer Arap ülkelerinde başlayan halk hareketlerinin ilk başlatıcısı “Millî Görüş Hareketi Lider ERBAKAN”dır.
Mezkur yazımda dediğim şuydu:
İLK KIVILCIMI ERBAKAN ÇAKMIŞTIR… Dünyada sömürü sermayesine karşı ilk cephe alan Necmeddin ERBAKAN’dır... İlk mumu ERBAKAN yakmış, ilk kıvılcımı o çakmıştır... Bundan sonra bize düşen O’nun izinden yürümek; O’nun gösterdiği, öğrettiği, bize hocalık yaptığı hoca/âlim Erbakan’ın yolunda daha çok çalışmak, çalışmak, son nefesimize kadar “cihad” etmek; aynen O’nun gibi…
“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn…”
Dün 27 Şubat… Bugün 28 Şubat; O’nsuz, Erbakan’sız ilk gün!..
Hayat ve cihat devam ediyor; kıyamete kadar devam edecek… Bundan sonra bize düşen daha çok çalışmak… “Yeni Bir Dünya Düzeni”, “Adil (Ekonomik) Düzen” ve “Adil Düzen Medeniyeti” için; “ERBAKAN VE ADİL DÜZEN MEDENİYETİ”…
Alim ERBAKAN Hoca/mız…
Reşat Nuri EROL
“O” mücahede ve mücadele hayatına 1948 yılında üniversiteden mezun olur olmaz “bir ilim adamı, bir alim, bir hoca” olarak başladı. 2011 yılına kadar tam 63 yıl birkaç nesle her şeyden önce pek çok alanda hocalık yaptı. O’na bundan dolayı “Erbakan Hoca” dendi.
“Erbakan Hoca” 1960’lı yılların ortalarında İzmir’e geldi, Atatürk Kapalı Spor Salonu’nda büyük bir kalabalığa “İLİM VE İSLAM” konferansını verdi… Çocuk veya ilk gençlik çağındaki bir genç olarak oradaydım, O’nu dinledim… Anlatılanları henüz tam olarak anlayacak ve kavrayacak çağda değildim ama o gün “O”nu dinledim ve talebesi oldum!..
“O gün “O”nu dinledim ve talebesi oldum” diyorum; çünkü 1970’li yılların başından itibaren birlikte çalışmaya başladığımız ilk günden son zamanlardaki, son bir-iki yıl, son birkaç aydaki çalışmalarımıza, son görüşmemize kadar, benim için “O” her şeyden önce “Alim ERBAKAN Hoca” oldu; “Üstadım Süleyman Karagülle Hocam” ile birlikte.
İkisiyle de aynı anda ve yirmili yaşlarımın hemen başında yoğun bir şekilde çalışmaya başlamıştım: MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan, MSP İzmir İl Başkanı Süleyman Karagülle ve MSP İzmir Gençlik Kolları Başkanı bendeniz…
Başlangıç o başlangıç; kırk yıl durmadan çalıştık, çalıştık, çalıştık; yine çalıştık…
Önceki yazımda da yazdım: Bundan sonra bize düşen daha çok çalışmak…
Hayatı, hayatın gerçeklerini, ilmî çalışmaların nasıl yapılacağını, siyaseti, ekonomiyi, Türkiye’nin meselelerini ve çözümlerini, daha başka şeyleri bu iki alimden öğreniyordum… Sadece klasik parti faaliyetleri yapmıyorduk. Aynı zamanda günlük ve haftalık ilmî çalışmalar ve seminerler (o yıllarda “Millî Görüş Açısından Anayasa Seminerleri”) yapıyor, seminer notları ve makaleler yazıyorduk. Erbakan Hocamız’ın konferans ve konuşmalarını çözümleyerek yayınlanacak hâle getiriyor, yazı dizisi veya kitap olarak yayınlıyorduk.
“İzmir Millî Görüş ve Adil Düzen Çalışanları” olarak bir taraftan o dönemde gerçekten de Türkiye’de tek olan 15 günlük “TEK YOL” dergisinde Erbakan Hocamızın çalışmalarını değerlendirirken, diğer taraftan da O’na talebelik yapıyorduk. O yıllarda Millî Gazete’nin ikinci sayfasında bir de “Tek Yol” köşemiz vardı, makalelerimizi orada da değerlendiriyorduk. Alim Erbakan Hocamız ile ilk “kitap” çalışmamız “ORTAK PAZAR” kitabı oldu; “TEŞHİS”, “TEDAVİ”, “ADİL DÜZEN”, “ADİL EKONOMİK DÜZEN” kitaplarından sonra, son çalışmamız geçen yıl ESAM tarafından yayınlanan “YENİ BİR DÜNYA VE ADİL DÜZEN” kitabı oldu. Elbette diğer bütün çalışma ve kitaplarla birlikte, özellikle bu son kitabı ESAM’dan tedarik edip okumanızı tavsiye ederim…
Daha önceki yazılarımda da hatırlattım ama bu sefer vurgu yapmam ve altını çizmem gerekiyordu; nitekim öyle yapıyorum: “O” her şeyden önce bizim “ALİM ERBAKAN HOCAMIZ”dı; kıyamete kadar “O”nun bu yönünden yararlanacaklar için de öyle olmaya devam edecektir... Kırk kusur yıllık mücadele ve mücahede hayatımızın ilmî, dinî, iktisadî, siyasî ve sosyal yönleri başta olmak üzere, her alanda HOCAMIZ, rehberimiz, önderimiz, çalışma arkadaşımız, Millî Görüş Hareketi Liderimiz, Millî Görüş Partileri (Millî Nizam, Millî Selâmet, Refah, Fazilet, Saadet) Genel Başkanımız ve son olarak da Saadet Partisi Genel Başkanımız ERBAKAN…
“Alim ERBAKAN Hoca” olarak “O” herkesten önce halkımıza, Müslümanlara (Türkiye’deki ve bütün dünyadaki Müslümanlara), doğu ve batıdaki bütün insanlığa; ayrıca ülkemizdeki siyasilere, bürokratlara, iş adamlarına, üniversite çalışanlarına ve özellikle de askerlerimize ilmî, dinî, iktisadî, siyasî ve sosyal yönleriyle pek çok dersler verdi; alimlerin etkileri ölümlerinden sonra da devam ettiğinden bundan sonra da “O”ndan yararlanmasını bilen ve isteyen herkese dersler vermeye devam edecektir…
Vefatından sonra “O”nun pek çok yönü yazılıyor, yazılmaya devam edecek… Dikkat ediyorum, her nedense “O”nun bu yönünü yazan ve anlatan pek yok! Oysa “O”nun asıl kalıcı olan ve yüzlerce, hattâ binlerce yıl etkili olacak yönü budur: ALİM ERBAKAN HOCA...
Alim Erbakan Üniversite ve Kitaplığı
Reşat Nuri EROL
Alim Erbakan Hocamız, -önceki yazımda hatırlattığım üzere,- üniversiteden mezun olduğu 1948 yılında başladığı 63 yıllık mücadele ve mücahede hayatında, ‘63 kitap yazmıştır’ desem, inanır mısınız? İnanmayacağınızı biliyorum; çünkü Erbakan Hocamızın bu yönü hiç bilinmiyor ama bundan sonra bilinecek, inşaallah... 63 rakamını sembolik olarak yazıyorum; aslında yaptığı konuşmalar, verdiği konferanslar, aldığı notlar, başkalarının tuttuğu notlar ve daha başka çalışmaları değerlendirildiğinde, daha nice 63 kitaplar çıkacaktır. Yüzlerce kitap, binlerce çalışma ve daha başka değerlendirmeler; enstitüler, akademiler, araştırma merkezleri ve üniversiteler, “uygulamalı” üniversiteler…
Artık bunun organizasyon ve çalışmalarını her kim/ler yapacaksa; bendeniz, yapılması gereken bu çalışmaların bir numaralı hizmetkarıyım. Aslında birkaç yıl önce Kemalettin Erbakan büyüğümüzün önderliğinde “beş kişilik çalışma heyeti” olarak, böyle bir çalışma başlatmıştık; haftada iki gün bir araya geliyor ve çalışıyorduk... Hedefimiz; Erbakan Hocamızın her türlü çalışmalarını değerlendirerek “Erbakan Kitaplığı”, “Erbakan Külliyatı”, “Millî Görüş Külliyatı”, “Adil Düzen Külliyatı” oluşturmaktı. Mesela, o beş kişiden biri olan çalışma arkadaşımız Ali Haydar Haksal “Erbakan’ın Meclis Konuşmaları”nı kitaplaştırmaya başlamıştı… Bazı maddi ve manevi sebeplerle çalışmamız yarım kaldı. Yetkililere, ilgililere ve bu konudaki kurumsal çalışmalara teklifim şudur; o çalışmaları yeniden başlatalım ve kaldığımız yerden devam edelim…
Aslında biz kendi çapımızda, kırk yıl önce İzmir’deki çalışmalarımızla oluşturmaya başladığımız “Erbakan Kitaplığı” çalışmalarımızı, son yıllardaki çalışmalarla birlikte, son aylara kadar sürdürdük. (Erbakan Hocamızın ilk birkaç kitabı İzmir’de hazırlanıp basılmıştır.)
ESAM’ın en son -ESAM Genel Sekreteri Prof. Dr. Arif Ersoy’un özel gayretleriyle- yayımladığı bence çok değerli “YENİ BİR DÜNYA VE ADİL DÜZEN” kitabı, bu son çalışmaların eseridir. Üstadım ve Hocam Süleyman Karagülle’nin önerisiyle, iki yıl kadar önce, Erbakan Hocamıza bin sayfalık “ADİL DÜZEN” kitabını birlikte yazma önerisini götürdüğümde; Erbakan Hocamızın “Aaah, bir vakit bulabilsek!” deyişini ömrümün sonuna kadar unutamayacağım... Unutmayacak ve o alandaki eksik bir şeyler kaldıysa, kalan ömrümde onları tamamlamayı ve tamamlananları gelecek nesillere aktarmayı en önemli vazife ve misyon olarak benimseyeceğim; ilgililerin ve ilgilenenlerin bilgisi olsun…
Alim Erbakan Hocamız, yapılması gereken çalışmaların, yazılması veya derlenmesi gereken yeni kitapların farkındaydı… Aynen ilk yıllarda Ankara veya Altınoluk’ta saatlerce, bazen günlerce yaptığımız “Adil (Ekonomik) Düzen Çalışmaları” gibi.. Seksen yaşını geçtikten sonra bile, telefon açar, “Reşat, çalışmamız lazım, Süleyman Beyi (Karagülle) al da gel, çalışalım!..” der; Ankara’ya gider, o hasta hâliyle bile bir celsede en az 5-6 saat çalışırdık… Bunları özellikle gençlere ve gelecek nesillere örnek alınması, istifade edilmesi ve benzeri çalışmaların yapılması dua ve dileklerimle yazıyorum; inşaallah örnek alınır…
“Erbakan Araştırmaları Enstitüsü/ Akademisi/ Merkezi…” ESAM (Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi) bu misyonu başlatmalıdır. Erbakan ve Millî Görüş Üniversiteleri; “uygulamalı” üniversite ve fakülteler… Erbakan ve Adil (Ekonomik) Düzen “uygulamalı” üniversite ve fakülteleri… Buralarda oluşturulacak “Erbakan Kitaplığı”, “Erbakan Külliyatı”, “Millî Görüş Külliyatı”, “Adil Düzen Külliyatı” ve bunlara istinaden kurulacak her türlü ilim ve amel, teori ve pratik, sanayi ve sosyal, yeni bir dünya ve yeni bir “medeniyet” yönü ağır basan siteler, şehirler, bölgeler ve bütün dünyaya örnek/model yepyeni bir ülke… Erbakan Hocamızın ülküsü de bu değil miydi… Nazif Gürdoğan, Hocamızın yetiştiği dergahı “Görünmeyen Üniversite” olarak kitaplaştırmıştı; biz “O”nun izinde “O”nun çalışmalarını “Görünen Üniversite”ye dönüştürelim; inşaallah...
Hocam! Senin gösterdiğin yolda yürüyoruz; hedefe varacağız inşaallah…
Kırk yıl önce demiştin… Zafer inananlarındır… Ve zafer yakındır…
Erbakan gönüllerde; 28 Şubatçılar nerelerde?!.
Reşat Nuri EROL
1897… 1997… 2011… Ayrıca 1854… 1954… Gün gelecek, tarih yeniden yazılacak, bu yıllar daha bir anlamlı anlatılacak ve Erbakan’ın tarihi nasıl değiştirdiği ortaya çıkacaktır. 28 Şubat tarihinden fazla uzaklaşmadan, elbette Erbakan’la irtibatlı olarak farklı bir 28 Şubat değerlendirmesi yapmam gerekiyor.
28 ŞUBAT neden oldu?
1. Önce biraz geriye gidelim ve meseleyi baştan ele alalım. 1897’de İsviçre’nin Basel kentinde yapılan I. Yahudi Kongresi’nde kararlar alınıyor; Osmanlı İmparatorluğu, Rus Çarlığı yıkılıyor, Avusturya İmparatorluğu parçalanıyor ve Avrupa devletleri içine katılıyor. Rusya’da “Sovyetler Birliği” yani “komünizm rejimi” kuruluyor ve “kapitalizm”e karşı denge oluşturuluyor. Osmanlı İmparatorluğu parçalanıyor ve dinsiz veya diktatör devletler oluşturuluyor. Türkiye de bu gruptandır, proje olarak dinsiz bir Türkiye oluşturulacaktır. Türkiye’ye biçilen rol şudur: İmparatorluk yıkılacak, yerine dinsiz bir Türkiye devleti kurulacak, Hıristiyanlar Türkiye’den tehcir edilecek; böylece ileride kurulduğunda buraların İsrail imparatorluğu tarafından işgali kolaylaşacak, Hıristiyanlar Türkiye işgaline karşı çıkmayacak. O plana/projeye göre Türkiye 1997’de yani 1897’den 100 sene sonra yıkılacak, II. Sevr uygulanacak, İsrail imparatorluğu kurulacaktı! İşte, 28 ŞUBAT (1997) tam da Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkma uygulamasına geçme denemesidir ama başarılamamıştır.
2. 1854 yılında başlayan ilk borçlanmadan itibaren koca Osmanlı Devleti nasıl yıkıldıysa, 1954 yılında Osmanlı’dan devraldığı son Osmanlı borç taksidini ödeyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti; yine o dönemdeki DP iktidarı (1950-1960) tarafından yeniden borç batağına sürükleniyordu! 1950’lerden beri Türkiye borçlandırılıyor, ekonomisi batırılıyor, darbelerle (1960, 1971, 1980 ve 28 Şubat 1997) geri bırakılıyordu. 54. Erbakan Hükümeti işbaşına gelince bu çöküşe ‘DUR’ denmeye başlandı. 28 ŞUBAT’ın asıl sebebi işte bu başarılı gelişmedir. Onlar bunu hep yapmaktadırlar. Menderes’i Türkiye’yi kalkındırdı diye astılar; Demirel’i defalarca indirdiler; Özal’ı kurşunladılar, yetmedi zehirlediler! 28 ŞUBAT ile Türkiye’deki ekonomik gelişmeyi ve kalkınmayı durdurdular. Türkiye ondan sonraki beş sene zarfında ekonomik ve sosyal yönden kan ağlamıştır. AKP, sekiz seneden beri hâlâ o yaraları tedavi edip ülkemizi 54. Erbakan Hükümeti dönemine ulaştıramamış, aksine bazı alanlarda daha da gerilere götürmüş ve maalesef ülkemizi borçlandırmaya devam etmiştir. Demek ki, 28 ŞUBAT asgari olarak Türkiye’yi on sene geri bırakmıştır.
3. 28 ŞUBAT’ın önemli bir de dış sebebi vardır. Sömürü sermayesi dünyadaki bütün güçleri oluşturur, sonra kontrolü altına alır. Kendi dışında bir sosyal oluş gerçekleşmişse, önce onu kontrolü altına almaya çalışır; alamazsa yıkar. Mesela, Erbakan D-8’leri kurdu. Amerika D-8’lerin kurulmasını Avrupa Birliği’ne karşı bir güç oluşturulması amacıyla istiyordu. Bunu kendisi kuramadığı için başlangıçta kurulmasına göz yumdu. Sonra baktı ki Erbakan D-8’leri onlara yar etmeyecek, onu uzaklaştırmanın yolunu aradı ve 28 ŞUBAT’ı gerçekleştirdi.
4. 28 ŞUBAT’ın önemli bir sebebi daha vardır. Tansu Çiller, ‘Adil (Ekonomik) Düzeni bırakmanız şartıyla koalisyon yaparım!’ demiş; daha sonra da ‘Adil (Ekonomik) Düzeni ben engelledim, ben vazgeçirdim!’ diyerek gazetelerde manşet olan beyanatlar vermiştir. İç ve dış istihbarat örgütlerinin de özel baskıları olmuştur. “Adil Ekonomik Düzen” oluşturulup “faizsiz” olarak ülkenin sorunları çözüleceğine, “faizli zalim düzen”de sorunların üstesinden gelinmeye çalışılmış ve çok değil, 28 Şubat 1997’den sadece dört yıl sonra meşhur “21 Şubat Krizi” patlamıştır. Bugünkü Millî Gazete’de (06.03.2011) hem birinci sayfada, hem de yedinci sayfada, hemen benim köşe yazımın kenarında geniş bir haber var; başlığı şöyle: 28 Şubat’ın (sadece) “FAİZ” faturası 330 MİLYAR LİRA!
Hak ve halk adına soruyoruz…
-O sözde başarılarıyla övünen Tansu Çiller şimdi nerelerde?!.
-S Demirel, Mesut Yılmaz, Çevik Bir ve diğerleri nerelerde?!.
Erbakan Kitaplığı-2
Reşat Nuri EROL
Erbakan Hocamızın önemli ve farklı yönleriyle ilgili olarak yazdıklarıma, çeşitli şekillerde takdir ve teşekkürlerini iletenlere, buradan topluca teşekkür ederim. Hepimizin gayesi O’nu daha iyi anlayıp kavramak, mücadele ve mücahede hayatında neler yaptığını iyi anlamak; hepsinden daha önemlisi bu bilgileri yaşayanlara ve gelecek nesillere aktarmak.
Neden?
Elbette “O” önderden, “O” Millî Görüş Liderinden örnek almak, “O”nun gösterdiği yolda yürümeye devam etmek ve en sonunda hedefe varmak için; inşaallah…
“KİTAP” veya “ERBAKAN KİTAPLIĞI” bunun için önemli bir araç ve vesiledir.
***
M. Mustafa Uzun, bir araştırma yapmış ve “Erbakan 60’ın üzerinde kitap yazdı” sonucuna varmış. Erbakan Hoca’nın Türkçe veya yabancı dilde yazdığı kitaplar kadar, yaptığı çeviri kitaplar da oldukça fazla. “Erbakan Kitaplığı”ndan bahsediyorsak, bunu; 1) Türkçe yazdığı kitaplar, 2) Yabancı dilde yazdığı kitaplar, 3) Türkçeye çevirdiği kitaplar olmak üzere üç bölüme ayırabiliriz. 4) Buna bir de birbirinden değerli konferanslarının metinlerinden oluşturulan kitapları da eklediğimiz zaman, tahminimizin çok ötesinde bir “Erbakan Kitaplığı” ile karşı karşıya kalırız. Ayrıca kendisi için yazılan pek çok kitaplar var. Erbakan Hoca özellikle ilk dönemlerde hem kendi ihtisas alanı ile alakalı yeni kitaplar yazarken, hem de çeşitli alanlarda birçok kitabı Türkçeye kazandırmıştır. “Mukaddesatçı Türk’e Beyanname” gibi gerçekten ilgi çekici kitaplarının yanı sıra, teknik alanda da birçok eseri bulunan Erbakan Hoca, toplamda altmış kadar esere kendi imzasını atmıştır. 1957 yılında yazdığı, tez konusu olan “Diesel Motorlarında Tutuşma Gecikmesi Hakkında Yeni Araştırmalar” kitabı, Erbakan Hoca’nın Teknik Üniversite Matbaası’nda bastırdığı ilk kitaptır. Yine bu yıl içerisinde birçok çeviri kitabına da imzasını atmıştır. 1959 yılında “Motorlarda Tutuşma” isimli yeni kitabını Yenilik Basımevi basmış. 1962-64 yıllarında mesleği ile ilgili Türkçe ve Almanca yazdığı kitaplara bakıldığında, bu dönemlerin Erbakan Hoca için hayli verimli geçtiği görülür. 1964 yılında “Isı Yayılımı” kitabı yayımlanmış.
***
“İLİM VE İSLÂM” KİTAPLARI… Mücadele ve mücahede hayatının ilk yıllarında genelde teknik alanda eserler veren Erbakan, 1969 yılından itibaren sosyal ve siyasi meselelere yönelmiş, “Mukaddesatçı Türk’e Beyanname” kitabını o yıl çıkartmıştır. Bu arada konferanslar vererek Türkiye’yi dolaşmaya başlayan Erbakan Hoca, 1970 yılında Konya’da “Müsbet İlim ve İslâm” adı ile kapsamlı bir kitap çıkartır. Aynı yıl yayımlanan MNP İzmir Gençlik Teşkilatı’nın “İslâm ve İlim” isimli kitabını da mutlaka belirtmek gerekmekte. Bu kitap ilerleyen yıllarda farklı yayınevleri tarafından onlarca defa basılmıştır. 1971 yılında farklı konferansları derlenmiş ve ayrı ayrı kitaplar halinde yayınlanmıştır. Bunlar; “Mecliste Ortak Pazar”, “Türkiye ve Ortak Pazar” ve “Erbakan 1. Kongre’de” kitaplarıdır. Bu kitaplar İstanbul Fatih ve İzmir İstiklâl matbaalarında basılmıştır.
***
“MİLLÎ GÖRÜŞ TEMEL GÖRÜŞ” Erbakan Hoca, 1973 yılında hazırladığı “Millî Görüş ve Anayasa Değişikliği” kitabı ile “Meclis’te Millî Görüş Açısından Üçüncü Beş Yıllık Planın Tenkidi” kitapları farklı iki yayınevi tarafından bastırılmıştır. Erbakan Hoca yine 1973 yılı içerisinde Maxime Rodinson’un “Muhammed’in İzinde” adlı kitabını Türkçe’ye çevirip Özdemir Basımevi’ne bastırtmıştır. 1974 yılında Erbakan Hoca’nın vermiş olduğu çok önemli konferanslar derlenmiş ve kitaplaştırılmıştır: “Doğu’da Batı’da ve İslâm’da Kadın”, “Sanayi Davamız” ve “İslâm ve İlim” isimleri ile yayınlanan bu konferanslar, Fetih Yayınevi tarafından bastırılmıştır. 1975 yılında Abdullah Lelik ile beraber hazırladığı “Millî Görüş Temel Görüş” kitabının hemen akabinde bu defa Dergah Yayınları’ndan “Millî Görüş” adı ile de bir kitap yayınlatmıştır. (Devamı Var)
Erbakan Kitaplığı-3
Reşat Nuri EROL
Dört gün önce yazdıklarımda hatırlattığım üzere; Türkiye’de ve İslâm ülkelerinde “Erbakan Araştırmaları” yapacak enstitüler, akademiler, merkezler açılmalı… Bilahare bunlar “uygulamalı” üniversite ve fakülteler seviyesine yükseltilmeli; “Millî Görüş” üniversiteleri, “Adil (Ekonomik) Düzen” üniversiteleri, “D-8 Sanayileşme, Kalkınma ve İşbirliği” üniversiteleri… Buralarda oluşturulacak “Erbakan Kitaplığı”, “Erbakan Araştırmaları Külliyatı”, “Millî Görüş Külliyatı”, “Adil Düzen Külliyatı” ve bunlara istinaden kurulacak her türlü ilim ve amel, teori ve pratik, sanayi ve sosyal, “Yeni Bir Dünya ve Yeni Bir Medeniyet” yönü ağır basan siteler, şehirler, bölgeler ve dünyaya “örnek/model” bir ülke/Türkiye… Erbakan Hocamızın ülküsü de bu değil miydi…
Erbakan Hoca/mız, yaptıkları ve bıraktıkları ile bunun yolunu bize gösterdi…
Bundan sonra bize düşen sadece o yolda ve “O”nun izinde yürümek; inşaallah…
***
TÜRKİYE’NİN SANAYİLEŞMESİ SEVDASI VE ÇÖZÜMLER… Erbakan Hoca/mızın yazdıkları, yaptıkları ve bize miras olarak bıraktıkları üzerinde durmaya devam ediyoruz; 1976 yılına gelmiştik. 1970’li yıllarda Başbakan Yardımcısı olan Erbakan Hoca, bir taraftan Meclis’te yaptığı konuşmalarla kalıcı olan görüşlerini ortaya koyuyor, diğer taraftan bunları kitaplaştırıp yayımlatıyordu. Neydi o kitaplar? “Materyalizm ve Maneviyatçılık”, “Türkiye’nin Sanayileşmesi”, “Erbakan diyor ki”, “Ağır Sanayi” ve “Başbakanlık Bütçesi Üzerindeki Tenkitlere Cevaplar”... 1979 yılında “4. Beş Yıllık Plan” hakkında Meclis’te yaptığı konuşması da kitaplaştırılan Erbakan Hoca; 1980 darbesi ve cezaevi yıllarında uzun bir süre yeni eser yazamamıştır. 1991 yılında “Körfez Krizi, Emperyalizm ve Petrol” ile “Türkiye’nin Meseleleri ve Çözümleri” adlı kitaplarını Rehber ve Semih Ofset yayınevlerine yayımlattı. Daha sonra bu kitapların birçok yayınevi tarafından farklı baskıları yapılmıştır. “Erbakan Hoca’nın Basın Toplantıları” da bu yıllarda birçok defa basılmıştır. Bu arada Kenan Evren’e cevaben “Kenan Evren’in Anılarındaki Yanılgılar” adıyla bir kitabı da yazmış ve yayınlatmıştır. “Ekonomik Durumumuz” gibi kapsamlı kitaplar ve onlarca konferanstan derlenmiş kitapları da yayınlanmıştır. 1993 yılında “Refah Partisi 4. Büyük Kongresi Açılış Konuşması” kitaplaştırılmış ve büyük ilgi görmüştür.
***
“YENİ BİR DÜNYA VE ADİL DÜZEN”… Refah Partisi’nin kurulması ve o dönemde başlattığı “Adil (Ekonomik) Düzen Çalışmaları” sayesinde Millî Görüş Hareketi yepyeni bir hamle yapmış, ikinci şahlanışını gerçekleştirmiş, RP birinci parti olmuş, 54. Başbakan Erbakan Hükümeti cumhuriyet tarihimizin en başarılı hükümeti olmuştur… Bu dönemde Erbakan Hocamızın önderliğinde yapılan “Adil Düzen Çalışmaları” esnasında önce “TEŞHİS” sonra “TEDAVİ” kitapları ortaya çıktı; zamanla bunlar “ADİL DÜZEN” ve “ADİL EKONOMİK DÜZEN” çalışmalarına, konferanslarına ve kitaplarına dönüştü. Bu kitaplar Arapça, İngilizce, Rusça başta olmak üzere önemli dünya dillerine tercüme edilip basıldı. Son olarak bu çalışmalar geçtiğimiz yıl (2010) ESAM tarafından “YENİ BİR DÜNYA VE ADİL DÜZEN” kitabı olarak yayımlandı.
***
“TÜRKİYE’NİN KURTULUŞ YOLU”, “MİLLÎ ÇÖZÜM VE 40 PROJE”… 28 Şubat’ın hemen sonrasında Erbakan Hoca’nın yazdığı “Refah Partisi Savunması” kitabı yayınlanmıştır. 2002 yılında bu defa “Türkiye ve Ekonomi” ismiyle yeni bir kitap daha çıkartmıştır. Bu arada Bilkent Sakarya Salonu’nda veya ATV’de yapmış olduğu “Türkiye’nin Kurtuluş Yolu” gibi birçok konuşması da 2002-2005 yılları arasında çeşitli yayınevleri tarafından yayınlanmıştır. Tabi “Millî Çözüm ve 40 Proje” gibi kitapları da atlamamak gerekiyor. Bundan sonra yapılması gereken “Erbakan Araştırmaları ve Uygulamaları” ile Erbakan Hocamızın mirasına ve misyonuna sahip çıkmak olmalıdır.
Erbakan’dan önce… Erbakan’dan sonra…
Reşat Nuri EROL
Tam iki yıl önce (10-11 Mart 2009), bu köşede iki yazı yazdım: “Erbakan’dan önce…” - “Erbakan’dan sonra…” İki yıl önce yazdıklarımı özetle hatırlayalım...
ERBAKAN’DAN ÖNCE… Erbakan’dan önce neler olduğuna kısaca bakalım… Sevr ilan edilmiş… Osmanlı İmparatorluğu parçalanmış... 1920’den itibaren Cumhuriyet kurulmaya başlanmış, Lozan ile Türkiye istiklâlini kazanmış... Cumhuriyet hükümetleri Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığını elde etmesi için atılımlar yapmış... 1. İlk iş olarak Türkiye’yi dış borçlardan kurtarmak gerekiyordu. Lozan’da Türkiye’nin Osmanlı’dan devraldığı borçlar belirlenmiş, taksitlere bağlanmıştır. Hükümetler bu borçları muntazaman ödemiş, 1954’de en son borç taksiti ödenmiş, böylece Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığı için önemli bir adım atılmıştır. 2. Türkiye’nin ikinci ekonomik esareti sanayi alanındaydı, tüm sanayi tesisleri yabancıların elindeydi; şehirlerin su ve elektrik tesisleri ile demiryolları da dış sermayenindi. Hükümet yabancı sermayeye dayanan tesisleri millileştirdi ve ekonomik bağımsızlığa giden ikinci adımını da attı. 3. Türkiye’nin bağımsızlaşması için modern ekonomik tesislere gerek vardı. Bunun için İktisadi Devlet Teşekkülleri yani KİT’ler kurulup sanayi ve teknoloji transferi ve eğitimi gerçekleştirmiştir. 4. Cumhuriyet hükümetleri mübadele ile Müslüman nüfusu çoğaltma siyasetini gütmüş, Müslüman halkın ülkeye göçünü kabul etmiş ve Türkiye’yi yeterli seviyede ekonomik nüfusa ulaşmasını sağlamıştır. (Nitekim ben/biz de o tehcir politikalarına istinaden 1957’de üç aile Kosova ve Bosna’dan Türkiye’ye hicret ettik.) 1950’den itibaren iktidar olan DP Türkiye’nin ekonomik ve idari siyasetini tamamen değiştirmiştir: 1. Devlet borçlanarak altyapı yatırımları yapmış, böylece günümüzde ülkemizi çökertecek seviyeye ulaşmış olan bir borç yüküne sokmaya başlamıştır. 2. Devlet ülkeyi yabancı sermayeye açmış, onların Türkiye’de yatırım yapmalarına imkan vermiştir; ancak onlar Türkiye’yi yıkmayı düşündükleri için yabancı sermaye sadece “borç” olarak gelmiş, ülkeyi kalkındıracak yatırımlara girişilmemiştir. 3. Ülkeyi sanayileştirmeye başlayan KİT’ler zarar ediyor diye satılmaya başlanmış, ‘özelleştirme’ adı altında bu furya AKP hükümetleri döneminde de devam etmiştir. 4. 1950’den sonraki Cumhuriyet hükümetleri, doğum kontrolü ve ülkeye gelen göçü durdurma siyasetiyle birlikte, ayrıca dışarıya işçi gönderme uygulamalarıyla Türkiye nüfusunu durdurma çabası içine girmişlerdir... Erbakan işte böyle bir Türkiye’de faaliyetlere başlamıştır…
ERBAKAN’DAN SONRA… 1948 yılında başladığı 63 yıllık mücadele ve mücahede hayatında; İTÜ’de profesör, Gümüş Motor kurucusu, Odalar Birliği genel sekreteri ve başkanı, “Millî Görüş Lideri” ve beş parti (MNP, MSP, RP, FP, SP) Genel Başkanı, “Adil (Ekonomik) Düzen” projesinin mimarı olarak, Prof. Dr. Necmettin Erbakan gelmiş ve; “O” geldiği andan itibaren Türkiye siyasetinde, ekonomisinde ve halkımızın makus talihinde -hattâ insanlığın geleceğinde- yeni bir tarih ve yeni bir dönem yaşanmaya başlanmıştır… ERBAKAN TÜRKİYE’DE NELER YAPMIŞTIR? 1. Gümüş Motor’u kurmuş, sömürü sermayesi dışında dünyadaki ilk motor üretimini yapmış, Türkiye’de çok ortaklı halk işletmelerinin kurulmasına örnek-öncü olmuştur. Bu ilk öncülük sayesinde, O’nun başlattığı sanayileşme hareketi/hamlesi gerçekleşmiş, ülkemizin her yerinde fabrikalar ve sanayi siteleri kurulmuştur. 2. Millî Görüş Hareketi sayesinde, Türkiye’deki anlaşmalı/muvazaalı iki parti sisteminden (DP-CHP), “çok partili gerçek demokrasi sistemi”ne geçilmiştir. 3. Erbakan Türkiye’deki sanayileşmeyi İstanbul’dan Anadolu’ya taşımış, “halk ekonomisi ve sanayileşmesi” Türkiye’nin her tarafına yayılmış, ülkemiz fabrikalarla donatılmıştır. 4. “Önce Ahlâk ve Maneviyat” parolasıyla yola çıkmış, anayasaya bile Din Kültürü ve Ahlâk Dersleri konulmuştur. İslâm Konferansı Örgütü’ne (İKÖ) üye ve İSEDAK Başkanı olmanın ardından, D-8 Projesi sayesinde en büyük İslâm ülkeleri ile çok yönlü işbirliğine gitme adımları atılmıştır... 5. “O”nun isim babası ve mimarı olduğu “Adil (Ekonomik) Düzen” çalışmalarımız ise ‘uygulandıkça’ daha iyi anlaşılacaktır; inşaallah…