Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 601
MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ -6-7.AYETLER
5.03.2011
1478 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 44 YILDIR ÇALIŞIYOR....2009...2010...2011

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜNYA DÜZENİ 601

“ADİL DÜNYA DÜZENİ” III. BİN YIL MEDENİYETİ PROJESİDİR.

“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 601. Hafta         05 Mart 2011        Fiyatı: www.akevler.biz’e tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR.. ÇOĞALTABİLİR.. DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 601. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?”    (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.”     (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ,  Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Tefsir Seminer Notları Yenibosna’da Cumartesi akşamları okunup tartışılmaktadır.

GAYEMİZ: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada “OKUNMASI, ANLAŞILMASI VE UYGULANMASI”DIR.   Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

***

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;

AKEVLER FIRINLARI VE SİTELER;

DENETİMLİ, UCUZ, GÜVENCELİ EKMEK

TÜRKİYE

***

*ÜSKÜDAR SEMİNERLERİ;   151. SEMİNER

Her Hafta ÇARŞAMBA akşamı; Adres: EMİNEVİMKısıklı Cad. No: 36  Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL  Tel: (0216) 444 36 46

SOHBET…    SEMİNER…    SORULAR-CEVAPLAR…

***

HELAL KAZANÇ

Haramlardan nasıl kurtulacağız?

Helal kazanç için çare ve çözüm

Helal kazanç için çare ve çözüm-2

Helal-haram, emir-yasak, yönetim ve düzen

Daha ne bekliyorsunuz?!.

Yeni ekonomi düzeni gerekli

Reşat Nuri EROL

***

MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 9

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَوْفُوا بِالْعُقُودِ أُحِلَّتْ لَكُمْ بَهِيمَةُ الْأَنْعَامِ إِلَّا مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَأَنْتُمْ حُرُمٌ إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ مَا يُرِيدُ (1) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَائِرَ اللَّهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَائِدَ وَلَا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَانًا وَإِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُوا وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَنْ صَدُّوكُمْ عَنْ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَنْ تَعْتَدُوا وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ(2) حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللَّهِ بِهِ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّطِيحَةُ وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ إِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَأَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْأَزْلَامِ ذَلِكُمْ فِسْقٌ الْيَوْمَ يَئِسَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ دِينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِي الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمْ الْإِسْلَامَ دِينًا فَمَنْ اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِإِثْمٍ فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (3) يَسْأَلُونَكَ مَاذَا أُحِلَّ لَهُمْ قُلْ أُحِلَّ لَكُمْ الطَّيِّبَاتُ وَمَا عَلَّمْتُمْ مِنْ الْجَوَارِحِ مُكَلِّبِينَ تُعَلِّمُونَهُنَّ مِمَّا عَلَّمَكُمْ اللَّهُ فَكُلُوا مِمَّا أَمْسَكْنَ عَلَيْكُمْ وَاذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَيْهِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ (4) الْيَوْمَ أُحِلَّ لَكُمْ الطَّيِّبَاتُ وَطَعَامُ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنْ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنْ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ إِذَا آتَيْتُمُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ مُحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَ وَلَا مُتَّخِذِي أَخْدَانٍ وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْإِيمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ وَهُوَ فِي الْآخِرَةِ مِنْ الْخَاسِرِينَ (5) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلَاةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُءُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَيْنِ وَإِنْ كُنْتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُوا وَإِنْ كُنْتُمْ مَرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاءَ أَحَدٌ مِنْكُمْ مِنْ الْغَائِطِ أَوْ لَامَسْتُمْ النِّسَاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَاءً فَتَيَمَّمُوا صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُمْ مِنْهُ مَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ حَرَجٍ وَلَكِنْ يُرِيدُ لِيُطَهِّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ(6)

 

... ... مَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ حَرَجٍ وَلَكِنْ يُرِيدُ لِيُطَهِّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (6) وَاذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَمِيثَاقَهُ الَّذِي وَاثَقَكُمْ بِهِ إِذْ قُلْتُمْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ (7)

 

مَا يُرِيدُ اللَّهُ

(MAv YuRIyDu elLAHu)

“Allah murad etmez.”

Ravada” kendi kendine istemek demektir. “Muravede” ise karşılıklı olarak birbirini istemek anlamındadır. “İrade” ise bir şeyi yapmayı istemektir. “Şae” de yapmayı istemek demektir. “Şae” ileride böyle yapayım demektir. Plan yapmak demektir. “İrade” ise onu yerine getirmek demektir. Şimdi bunu yapayım demektir.

Gerek meşiet gerekse irade hissî bir istek değildir; fikrî bir karardır, tercihli karardır. Hayvanlarda meşiet hiç yoktur; iradede hissî irade vardır, yeşil otu görür o tarafa meyleder.

Biz bir robota hissî iradeyi öğretebiliriz ama fiilî iradeyi öğretemeyiz. Satranç oynayan bir makine hissî iradesini kullanmaktadır. Onda fikrî irade yoktur. Hayvanlar satrançtan daha ileri seviyede hissî iradelerini kullanırlar. Bunlara talep denir.

Allah mutlak müriddir. O’nun için meşiet ile irade aynıdır. Zaman dışıdır. Biz Allah’ı ancak zaman ve mekân içinde düşünebiliriz. Bundan dolayı çoğu zaman düşüncelerimizdeki çelişkileri beynimizde gideremeyiz. Biz bizi ilgilendiren kısımlarını öyle kabul edecek, ona göre amel edeceğiz.

” geçmişin menfisidir. “La” geleceğin menfisidir. Mâzi geçmişi, muzari geleceği bildirir. “Mâ” ile muzari yan yana gelince ya hâli ifade eder ya da geniş zamanı ifade eder.

“Lem Yurid” hâli, “Mâ Yurid” geniş zamanı içerir. Yani murad etmez. Burada da size verilen emirde murad etmiyor deniyor.

Yıkanmadan sonra bu âyetin gelmesi, ibadetlerin hikmetini bildirmektedir.

Allah bize emirler vermektedir. Bu emirleri niye vermektedir? Kendisine bir faydası var da ondan dolayı mı emretmektedir, yoksa bize eziyet olsun diye mi emretmektedir? Emir ve nehiylerin hikmeti nedir? Burada işte bunlar açıklanmaktadır.

Burada çok önemli açıklama bulunmaktadır. Kâinatta abes bir şey yoktur. Mutlaka her şeyin genel düzende bir işi vardır. İlim bunların hikmetlerini arayıp bulacaktır. Başka bir konu olarak biz de helal ve haramları tesbit ederken, emir ve yasakları ortaya koyarken, Allah’ın sünnetine uymak zorundayız; ona göre şeriat oluşturmalıyız.

Demek ki içtihatta uymamız gereken kurallar da Kur’an’ca belirtilmiş olmaktadır.

Bir kural ortaya koyarken, başta denge olması gerekmektedir; “Vezni ikame edin” âyetine uymalıyız. Diğer taraftan da o işin yapılması harec olmamalıdır. Ayak yıkama sıkıntılı olduğu için harec/zorluk olmasın diye mesh edilmesi de tecviz edilmiştir. Paradan vergi almak harecdir. Çünkü kişi para üretmemektedir. Mükelleften yapabildiği işi istemek gerekir. Siz nakitten vergi alırsanız birilerini başkalarına sömürtmüş olursunuz.

Allah insanları yaratmış; onlara eziyet etmek için değil, onlara rahmet olsun diye yaratmış. Allah isteseydi bize hiç acı çektirmeden, hiç sıkıntı vermeden, bizi zevk ve sefa içinde bırakabilirdi. Bugün biz makine yapıyoruz; bu makine üzerine koyduğumuz sensörlerle (duyargaçlarla) çevresini algılıyor ve gerekli cevabı veriyor. Dileseydi, bizim bedenimizi de öyle var ederdi ki biz hiç acı duymadan o işler olurdu. Nitekim bitkilerde durum böyledir.

O halde biz acaba niçin böyle yaratıldık?

Allah böyle takdir etmiş ve böyle bir hayat vermiştir. Bunun rahmet olduğunu ifade etmektedir. O halde bu zorluğun sonunda elde edeceğimiz rahmet çok büyümüş olmalıdır.

O takdir-i ilâhidir. Öyle istemiş, öyle yapmış. O’na neden böyle yaptın demek bize düşmez. Asıl bizi ilgilendiren mesele “Allah”ı yani “Allah” kelimesini “topluluk” anlamında anlayıp, topluluğun ne yapması gerektiğini ortaya koymadır.

İslâm düzeninde kararlar içtihat ve icmalarla alınır. İcmanın dereceleri vardır. Bunlardan biri istişaredir. Başkan ortak vekil olarak istişare eder, sonra o mecliste başkalarına danışmadan kararını almış olur. Herkesin vekili sıfatıyla karar aldığı için karar ittifakla alınmış olur. Başkanın kararına karşı şura üyelerinin hakemlere gitme hakları vardır. Hakemlere gidilip kararın iptali istenebilir.

İşte, hakemlerin kararı iptal edebilmeleri için dayanaklardan biri dengenin olmasıdır, diğeri harec/zorluk teşkil etmesidir.

Bugün yapılan nedir?

Ağır hükümler konuyor, ondan sonra da uygulanamayınca takip edilemiyor. KDV var ama ödeyen yok! Vazi-i kanun harec olan bir hükmü içeren yasa çıkarmamalıdır.

İşte, hakemler bu kararın dengesizliği veya hareci/zorluğu içerip içermediğini inceleyecekler ve sonunda kararı iptal edecekler veya reddedeceklerdir.

Anayasada bu kurallar yazılacaktır. Bugün Anayasa Mahkemesi, kanunları iptal etmektedir. Mahkeme anayasayı da iptal etmeye kalkışmaktadır. İslâm şeriatında içtihat ve icmalar hakemlerin denetimindedir. Harec olan maddeler iptal edilir.

لِيَجْعَلَ عَلَيْكُمْ  

(LiYaCĞaLa ĞaLayKüM)

“Size ca’letmeyi murad etmiyor.”

“Geceyi sakin ca’letti” dediğimizde, gecenin sakin kılındığı ifade edilmiştir. “Leküm” derse sizin için geceyi sakin kıldı anlamı çıkar. Bu emirlerle size harec ca’letmek istememektedir deniyor.

Aleyhimize olsun diye şeriatın hükümleri gelmemiştir. Yıkanmak, temizlenmek bizim rahmetimizedir. Her şeriat emri bizim içindir, bizim lehimizedir.

Bol yağmurlu ormanların altında da, sık alçak boylu ağaççıklar altında da dikenli çalılar bulunur, içeriye girilmesi zor olur. Hayvanlar otlamak için içine girmeye çalışırlar, sonra da çıkamazlar. Bu sebeple boğulanlar olur. Harec işte böyle sıkıntıyı ifade eder.

Zorluk vardır, ağır zorluk vardır.

İkrah vardır, ağır ikrah vardır.

Abdest almak, namaz kılmak harec değildir. Yıkanmak harec değildir. Çoğu zaman böyle hareketler insana zor gelir ama onlar harec değildir. Bir arabayı sürmeye başladığınız zaman size harec olur ama alıştıktan sonra artık o harec olmaz.

İşte bu kadar zorluk harec değildir.

Alışmakla, ekzersizle giderilemeyen zorluklar harec sayılır. İnsan gündüzleri yemek yemezse, belli zaman sonra alışır, yemek aklına bile gelmez. İnsan 12 saatten sonra açlığa dayanamaz, alışamaz. Bu durum onun sağlığına etki etmeye başlar. İşte o harecdir, zorluktur. 18 saatten fazla gündüz sürüyorsa artık bu kadar saat oruç tutulmayacaktır, çünkü o harecdir.

Bu durumda çözüm değişik şekilde olabilir.

Mart ve Eylül aylarını bekleyip o mevsimlerde oruç tutmak, yahut 12 saatlik oruç tutmak. Başka bir çözüm de Ramazan ayında yer değiştirmektir.

Görülüyor ki, harec olduğu zaman emirler kolaylığa götürür.

Demek ki harec aynı zamanda mazeretin de sınırını belirlemektedir.

Hareci “MiN” ile teb’iz etmiştir. Bunun anlamı şudur ki harec iki çeşittir. Biri şiddetli harec, diğeri de hafif harec. Allah hafif hareci murad eder, ağır hareci murad etmez. Yahut cinsin beyanıdır. Bu mânâyı verirken hafif zorluğu da harec olarak sayarsak, o zaman teb’iz içindir. Hafif hareci harec saymazsak o zaman tebyin içindir.

Ama aklen de tahsis edilir. Bunun delili budur. Bütün emirler normal şartlarda geçerlidir. Arazlar olduğu zaman hükümler değişmektedir.

“Namaz kıl” emri tüm insanlaradır ama çocuklara emir değildir diyoruz.

Delilimiz nedir?

İşte bu âyettir. Kanunlar ve kurallar geneldir. Daima özel haller vardır ve özel hallerde özel hükümler uygulanır. Kanunlar katı ve çıplak yorumları ile uygulanamaz. Eğer yapılan bir işte maksat hâsıl olmuyorsa, abesle meşgul olunuyorsa veya bir yasak aksi sonuçlar doğuruyorsa o tatil edilir.

Bu sebepledir ki rüşvet haramdır ama yasak değildir. Rüşvet alan da veren de suçlanıp cezalanmaz. Devlet görevlisinin hatalı iş yapmasına sebep olur. O hatalı iş kasten kabul edilir ama ceza verilmez. Neden verilmez? Rüşvet alana ceza verecek olursak verene de ceza vermiş oluruz. Bu takdirde veren rüşvet verdiğini gizlemek zorunda kalır. Öyle olunca da rüşvet alıp yürür. Verene ceza vermeyince alana da ceza vermeyiz.

Rüşveti nasıl önleyeceğiz?

Görevli görevini geciktirirse tazmin ettiririz. Gecikme zararını tazmin eder. Bir tapu memuru kaydı geciktirdi. Satış tamamlanmadığı için parayı alması gereken parayı alamamıştır. Para alamadığı için borcunu ödeyememiştir. Kişi hacredilmiştir. İşte bir günlük hacre sebep verdiği için gerekli tazminatı öder.

Başka bir örnek verelim. Esrar, tütün, rakı yasaklanmaz, bunların alınması ve satılması serbesttir; kullanılması suçtur. Çünkü yasaklarsak kaçakçılığı teşvik etmiş oluruz. Boşanmayı yasaklamak evlenmeyi yasaklamaktır.

وَلَكِنْ

(Va LAvKiN)

“Velâkin”

“Kin” “kâne” anlamındadır. Öyle değil böyledir denmiş olur. Birinci menfi cümle teyit ediliyor, müsbet cümle yerine getiriliyor. Böyle yorumladığımızda buradaki “La” tekit “lam”ı olmuş olur. “Ve” gelmiş olması ikinci ismin ayrı cümle olduğunu, yeni şey ifade ettiğini anlatır. Zorluk irade etmiyor ama hiçbir şey de irade etmiyor anlamında değildir. Onun yerine başka şey murad ediyor.

Kâinatta olan her şeyin hikmeti vardır. Biz bilemeyebiliriz ama mutlaka vardır. Geçmişte olan her olay hikmete tâbidir. Onları öyle değerlendirmemiz gerekir. Geçmişte olan olayları kişilerin yaptığını iddia etmek yanlıştır.

Viyana muhasarasında Kırım Hanlığı ihanet etmiş, Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilmesine sebep olmuştur. Bu ilk bakışta kötü bir olaydır. Oysa bu takdir-i ilâhidir. Viyana mağlubiyetimiz olmasaydı, bugünkü Avrupa uygarlığı olmazdı ve biz bugün “Adil Düzen” kuracak seviyeye gelemezdik. O halde o mağlubiyet bizim için büyük rahmet olmuştur.

Türkiye, III. bin yıl medeniyeti kuruluşunu Viyana mağlubiyeti ile başaracaktır.

يُرِيدُ لِيُطَهِّرَكُمْ

(YuRiDu LiYuOahHiRaKuM)

“Sizi tathir etmek istiyor.”

“Yüridu”nun mef’ulü mahzuftur. Yıkanma emrini murad ediyor.

Ne için veriyor?

Sizi tathir etmek için veriyor. Abdest alacağız, yıkanacağız, temiz olacağız.

Siz temiz olasınız değil, sizi Allah tathir edecektir, bunun için emrediyor.

Abdest alırken belli uzuvlarımızı yıkamaktayız.

a)      Yüzümüzü tathir ediyoruz. Yüzün kendisi beyni taşıyan bir yerin görüntüsüdür. İnsanın kişiliği yüzüne akseder. Sevinen, üzülen, kızan, seven yüz belli olduğu gibi; içki içenlerin, namaz kılanların, iyilik sevenlerin, haset olanların, hilebazların yüzleri belli olmaktadır. Yüzümüzü yıkarken aynı zamanda beynimizi yıkamaya çalışırız. “Rabbim, yüzlerin ağaracağı gün yüzümü ağart, yüzlerin kararacağı gün yüzümü karartma.” Bu dua yüzümüzü yıkarken okumamız öğretilen duadır.

b)      Ağzımıza su alırken; “Rabbim, bana temiz su içir, Rabbim kaynar su içirme.”

c)      “Rabbim, cennet kokusunu koklat, semum kokusunu koklatma.”

d)     “Rabbim, beni her söze kulak veren ve en iyisine uyanlardan yap.”

e)      “Rabbim, beni kitabı sağdan verilenlerden kıl,”

f)       “Kitabı, kitabı soldan ve arkadan verilenlerden yapma.”

g)      “Rabbim, rahmetini bana ğaşyet.”

h)      “Rabbim, ayaklarımı tesbit et.”

Bu hadisler âyetin yani “sizi tathir etmek istiyor”daki tathirin mânâsını açıklamış oluyor. Yani biz yüzümüzü yıkarken beynimizdeki pislikleri temizlemek istediğimizi ifade etmiş oluyoruz. Haram yemeyeceğimizi, pis havayı koklamayacağımızı, her söze kulak verip en iyisine uyacağımızı, ellerimizle günahlar işlemeyeceğimizi, ayaklarımızla kötü yollara gitmeyeceğimizi ifade etmiş oluruz.

Şimdi namazın ne olduğunu daha kolay anlamış oluyoruz. Beş vakit namazda bir araya gelerek nefsimizin muhasebesini yaparız. İki namaz arasında yaptıklarımızı gözden geçiririz, gelecek namaza kadar ne yapacağımızı kararlaştırırız. Herkes ne yapacağına kendisi karar verir. Ne var ki her söze kulak verip emrine uyarak istişare etme durumundadır.

Namazın bütün şartları bize bunları hatırlatmaktadır. Kişi kıbleye dönerken sıratı müstakimde olduğunu, saf yaparken topluluğa katıldığını, imama uymakla topluluğun yöneticilerine uyduğunu ifade eder.

Namaz bütün şart ve rükünleri ile bir taraftan fiillerimizi düzenlemekte, diğer taraftan fiillerin gösterdiği ruhi uzuvlarımızı da eğitmektedir. Biz yüzümüzü yıkarken Allah da beynimizi yıkar. Biz namazımızın şartlarına uydukça Allah da beynimizi temizler. Çünkü insandaki kıskançlığı giderir. Onu sadece iradesi ile baş başa bırakmaz. Namazını kılanın kalbini Allah tedavi eder. Nasıl bir yerimizdeki yaraya baktığımızda, temizlediğimizde, merhem sürdüğümüzde o kendisini tedavi ederse, namaz ve diğer ibadetler de böyle yapar. Zamanla insanın içinde bulunan nefsî hastalıklar da terk edilmiş olurlar. Tarikat ehli namaza benzer başka ibadetlerle de sonuç aldıklarını ifade etmektedirler. Gerçekten de bunları yapanların yüzlerinin nurlandığı görülmektedir.

Bu konuyu anlayabilmemiz için bilgisayar hakkında bilgi vermeye çalışalım. Bilgisayar virüslenmektedir. Virüslere karşı özel program yapılmakta ve o virüsler temizlenmektedir. Virüs temizleme dosyasına bastığımızda çalışır ve temizler. Bunun için parmakla basabildiğiniz gibi ışıkla ya da sesle de bunu yapabilirsiniz. Şimdi siz bazı sesleri çıkardığınız, bazı hareketler yaptığınız zaman, bunlar beyninize etki eder, beyninizdeki virüs temizleme programları harekete geçerek kötü duygulardan arınmış olursunuz.

İşte, Allah bu âyette bize diyor ki; ben sizin beyninize virüs temizleme programları koydum, benim emrimi yerine getirip namazlarınızı öğrettiğim gibi kılarsanız, diğer ibadetleri emrettiğim gibi yaparsanız, o virüs programlarını çalıştırmış ve içinizi, bedeninizi, ruhunuzu arındırmış olursunuz.

وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ

(Va LiYuTimMa NiGMaTaHUv GaLaYKuM)

“Ve sizin üzerinize nimeti tamamlamak için”

Evet, yıkanın, çünkü siz yalnız bedeninizi değil ruhunuzu da temizlemiş olacaksınız. Sadece iyi insan olarak kalmayacaksınız, onun da ötesine geçeceksiniz. İyi insanlardan oluşan topluluklar öyle hareket ederler ki herkes birbirini düşünmeye başlar, herkes başkasının hakkı bana geçmesin diye uğraşır. Halbuki abdest alıp yıkanmayanlar, bunun tam tersine benim hakkım başkasında kalmasın derler ve onlar hak almak yani haksızlık yapmak için yarışırlar. Oysa yıkananlar hak vermek için yarışırlar.

Böyle bir topluluğun nasıl gelişeceği çok açıktır.

İşte bu da O’nun nimeti olur. İnsanların beyinleri düzelince amelleri de düzelir. Böylece gökten bereket yağmaya başlar. Dualar bereketiyle, dua esnasında çıkan sesler bereketiyle hayvanlar da etkilenir, onların beyinlerindeki virüsler de temizlenebilir.

Beyninizdeki bilgisayar devrelerine benzeyen DNA devreleri vardır. Sistemi aynıdır. Orada elektrik, burada maddeler hareket eder. Onların DNA’larında virüs temizleme hücreleri vardır. Aldıkları etki ile onların virüs dosyaları harekete geçebilir. Bereketli mahsul alırız.

Demek ki Allah’ın emirlerine uyma sayesinde bizim daha bilemediğimiz nice maddî manevî bereketler vardır. Bugünkü ilmimizle bunları kısmen izah edebiliyoruz.

İnsanlar bin sene evvel bu âyetin bu mânâsını anlamayı tasavvur edebilir miydi?

O halde biz Allah’ın emirlerine teslim olup O’nun dediklerini yaparsak, bizim bilmediğimiz daha nice nimetlere ulaşacağız.

İnsanlar Kur’an’ın emirlerindeki hikmetleri bilmiyoruz diye Kur’an’a uymasaydılar bugünkü uygarlık doğar mıydı?

“Ve sizin üzerinize nimeti tamamlamak için” dendiği zaman bunu kastetmiş olur.

Biz doğup büyümekle zaten O’nun nimetine ermiş oluyoruz ama Allah nimeti iki türe bölmüştür. Rahman sıfatı ile in’amdır ki bütün insanlara o nimeti vermektedir. Bir de amel-i salih işleyenlere nimet vermektedir. Bu da rahim sıfatı ile olan in’amdır. İşte bunların nimetleri bu şekilde tamamlanmış olmaktadır.

Namaz kılmayanların nimeti eksiktir. Evet, namazı yukarıda anlattığımız gibi şuurlu bir şekilde kıldığımızda Allah nimetini bize tamamlayacaktır.

Şimdi sizin namazın hikmetlerini anlatan eser yazmaya başlamanız gerekir. Farz-ı kifayedir. 10 sene, 20 sene, 30 sene sonra bu eserinizi insanlığa takdim edecek ve insanların hidayete gelmesine vesile olacaksınız.

لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (6)

(LaGalLaKuM TaŞKuRUvNa)

“Şükredesiniz diye.”

Lealle”yi umulur diye tercüme etmektedirler. Bu tercüme eksiktir. “Le” tekit lamıdır. “Alle” ise “enne”den dönüşmüştür. Elbette şükredersiniz demektir. Buradaki gerçekten tahakkuku değil, tahakkuk etmesi gerektiğini ifade etmektedir. Onun için harflerde dönüşme olmuştur.

“Bu nimetlere şükredersiniz.”

Şükretmek” teşekkür ederim demek değildir. “Hamd” dille ve beyinle yapılır. “Şükür” ise amelle yapılır. Deveye yem verseniz, o da semirse, iyi süt verse, şükretmiş olur. Biz de Allah’ın nimetlerine uğrayınca bu nimetlerden yararlanır, ona göre daha iyi, daha salih insan oluruz.

Demek ki abdest almak ve yıkanmakla başlıyoruz, içimizin de temizlenmesini istiyoruz. Allah beynimizdeki virüsleri temizliyor. Ruhumuz arınıyor. Sonra amel-i salih işliyoruz. Rabbin nimetleri yağmaya başlıyor. O nimetlerden yararlanarak daha sağlam vücuda, daha sağlam topluluğa ulaşıyoruz. Böylece “Adil Düzen”i kurmuş oluyoruz.

Burada şu soru sorulabilir: Camilerimiz dolup taşıyor ama sefalet içindeyiz; neden?

Bunun anlamı şudur.

Biz camilerimizi dolduruyoruz ama namazdan sehv ediyoruz, namaz kılıyoruz zannediyoruz ama aslında kılınması gerektiği şekilde namaz kılmıyoruz. Namazı gerçek anlamda kılmamız için Kur’an’ı bugünkü sorunları çözecek şekilde okumamız gerekmektedir.

Dikkat edilirse burada bir kişi için söylemiyor, cemaat için söylüyor. Sabikun olanlar, evvelun olanlar, böyle cemaati oluşturmaya çalışırlar. Bu cemaat oluşuncaya kadar cemaati oluşturanlar sıkıntı çekerler. Allah bunların çektiği sıkıntıların karşılığını onları seçkin insan yaparak gerçekleştirecektir.

İşimizin zorluğu namazımızı, zekatımızı, orucumuzu ve haccımızı eda edemeyişimizdir. Bunları ediyoruz zannettiğimiz halde eda edemiyoruz.

Henüz cemaatle namaz kılmaya başlamadık.

Henüz gerektiği gibi cemaatle zekat vermeye başlamadık.

Kişi kırkta birini ayırıyor, ona buna veriyor, bunu zekat zannediyor.

Oysa Allah zekatları verin demiyor, zekat verin diyor.

İşte bu sebeplerden dolayı nimetine henüz ulaşmamış bulunuyoruz.

***

وَاذْكُرُوا

(VaÜKuRUv)

“Ve zikredin, anlatın, anın.”

“Zeker” çelik demir demektir. Eğildiği zaman tekrar bırakınca eski yerine gelirse, buna “zeker” denir. İnsanın unuttuğunu hatırlaması “zikir”dir. Müteaddi olarak da başkasına anlatmak demektir. “Hasan’ın yanında Ahmet’i andı” dediğimizde, “zikretti” deriz.

Burada bize bir emir verilmektedir, “anın, zikredin, anlatın” denmektedir. Emir vücubu ifade eder. Yani Allah bize bazı şeyleri anlatmamızı istemektedir.

Kimin yanında neyi anlatacağız?

Bunu tesbit etmez gerekir.

Allah’ın nimetlerini anlatın denmektedir.

Bunu ne zaman kaç defa yapacağız?

Emir zamanla mukayyet midir, yoksa bir defa yapmamız yeterli midir?

Bunu anlayabilmemiz için “Ve” harfinin nereye atıf yaptığını bilmemiz gerekmektedir. Emir sigası olduğuna göre, bundan önceki emirlere atfedilmiştir.

Su bulamazsanız teyemmüm edin, ondan önce cünüp olursanız yıkanın, ondan önce abdest alın emri vardır. Arada başka şey anlatmasaydı, aynı âyet devam etseydi, teyemmümü de zikredin mânâsı çıkardı. Bu şekildeki ifade yüzünüzü yıkayın emrine atfedilmiştir. Bunun önemi şuradadır ki, emir sadece bir defaya mahsus değildir, her namaza kalkıldığında zikredilmesi gerekmektedir.

Kur’an başka yerlerde namazda da zikretmeyi emretmektedir. Oralarda namazdan evvel mi sonra mı olduğu açıkça anlaşılmamaktadır. Burada ise bu çok açık bir şekilde ifade edilmiştir. Çünkü abdest alınmaya atfedilmiştir. Yani her namaza kalkmadan önce, abdest aldıktan sonra, namaza durmadan evvel Allah’ın nimetleri zikredilmelidir; birlikte topluca zikredilmelidir.

Nasıl zikredilecektir sorusuna geçmeden önce, acaba abdest gibi bozulduğu zaman mı zikredilecektir? Her namazda gerek yok, abdestimizi bozduğumuz zaman mı zikredilecektir?

Önce “heladan geldiği” ifadesi vardır ki, birlikte heladan gelinmediğine göre o şartlar buraya teşmil edilemez. Diğer taraftan abdesti bozan şey bildiriliyor ama zikri bozan şey bildirilmiyor. Zikir abdest gibi namazın şartıdır ama aynı zamanda rüknüdür. Çünkü namazdan zikir olarak bahsedilmektedir. Zaten, namaza kalktığınızda abdest alın, ayrıca yani namazdan ayrı da Allah’ın nimetini zikredin şeklinde de anlayabiliriz. Bu takdirde zikri namazdan sonraya da bırakacağız.

Namazda kıraatin farz olduğunda icma vardır. Yani mânâsını anlamasak da namazda Kur’an’ı okuyacağız. Ayrıca zikir de farzdır. Ama bunun içinde olacağı tesbit edilmemiştir. Kur’an okuyun, mânâsını anlayın, mânâsını da verip yetinmeyiz. Çünkü Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini anlatın diyor. Kur’an okuduğunuzda bizim üzerimizdeki nimeti değil de, tüm insanlara, tüm mahlukata olan rahmetini öğreniriz. O halde buradaki “zikredin” emrine göre namazdan evvel veya sonra zikredilmesi gerekir.

Bunun çözümü şudur.

Toplantıya başladığımızda bir açış namazı kılarız. Bu takdirde zikir namazdan sonra başlar. Sonra dağılırken de namaz kılarız, o da namazdan evvelki zikirdir.

Şimdi namazları tekrar edelim, hatırlayalım.

Günde üç defa toplantı yapılacaktır.

a)      Sabah toplantısı. Vitir kılınacak, kahvaltı yapılacak, mescide gelinecek. Vitir cemaatle farz değil. Sabah sohbeti yapılacak. Sabah namazı kılınarak dağılınacak.

b)      Öğle toplantısı. Öğle ezanı okunduktan sonra yemek yenecek ve sonra mescide gelinecek, öğle namazı kılınacak. Müzakere yapılacak. İkindi kılınarak dağılınacak. Eğer günler çok kısa ise müzakere kısa kesilir ve cem yapılır.

c)      Akşam toplantısı. Akşam ezanı okunacak. Herkes yemeğini yiyecek. Mescide gelinecek, akşam namazı kılınacak ve sohbete başlanacak. Yatsı kılınarak dağılınacak.

Böylece toplantı başlarken namaz kılınacak, bir de toplantı biterken namaz kılınacak. Bunun istisnası sadece vitirdir. Vitir evde kılınacak.

Şimdiye kadarki içtihadım iş tatilinde namaz kılma şeklinde idi.

Bu âyete göre içtihadımı değiştiriyorum. Toplantı yapılmadan önce namaz kılınacak ve toplantı sona erince de namaz kılınacak.

Emri böyle anladığımız zaman, sabah namazı hariç diğer namazlarda toplantı başlamadan önce herkes gelecek, toplantı bitmeden önce kimse gitmeyecek.

Allah aşiretimizi bir apartmanda birleştirerek namaz kılmamızı nasip ettiği zaman, iş yerimiz de apartmanımızın altında ise bu mesaiyi uygulayacağız. Bizim bu hususta yüz dairelik apartman projemiz vardır. Bu projede her aşiret bir katta oturur ve özel meclisleri yani mescitleri vardır. Burada bu çok kolay gerçekleşir.

نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ

(NiGMaTa elLAHı GaLaYKuM)

“Allah’ın sizin üzerindeki nimetini zikredin.”

“Allah’ın rahmeti” var, “Allah’ın nimeti” vardır. Allah’ın nimeti ekonomik rahmetidir, rahmeti de sosyal nimetidir. “Rahmet” annenin çocuklara yaptıklarıdır. “Nimet” ise davarların bize verdiği süt ve ettir. Yani “nimet” çalışmamızla ilgilidir, ekonomiktir; oysa “rahmet” sosyaldir, birbirimize karşı yaptığımız iyiliklerdir.

Allah’ın nimeti” deyince topluluğun nimeti olarak anlayabiliriz.

Günde üç defa bir araya geleceğiz, topluluğun işlerini görüşeceğiz.

Kapitalistler gayenin insan olduğunu, toplulukların insana hizmet için var olduğunu söylemektedirler. Sosyalistler ise gayenin topluluk olduğunu, kişilerin ise topluluğu yaşatmak için var olduğunu söylemektedirler. Tavuk-yumurta hikayesidir bu. Topluluksuz fert olmaz, fertsiz de topluluk olmaz. Burası tamam, ancak bu uzlaşmayı nasıl yapacağız?

Kişi kendi başına kaldığı zaman kendi çıkarını düşünecektir. Ne var ki bu çıkarını meşru yoldan yani kurallara uyarak sağlayacaktır. Kişiler bir araya gelip müzakereye geçtikleri zaman ise ortak çıkar düşünülecektir. İster toplu görüşmelerde, ister kendi içtihatlarında unutulmaması gereken şey çıkar paralelliğidir.

Kişi kendi sorunlarını çözerken topluluğun da sorunlarını çözmektedir. Topluluk da topluluk çıkarlarını sağlarken kişilerin çıkarlarını gözetmektedir. Misal olarak yolu ele alalım; yol topluluğun çıkarıdır, kişilerin de çıkarıdır. Ben yol yapımına 10 lira kattığım zaman bana sonra 100 lira getirecektir. Ama eğer ben bu katkımla bütün servetimi versem, sonra hiçbir iş yapamadığım için bana bir kârı olmayacaktır. O halde öyle bir miktar vardır ki ben o kadarını, mesela gelirimin beşte birini versem, yapılan yol bana/bize en çok kârla döner. Bu azami verim noktasıdır. Ondan az versem ortak işler yürümez, çok versem benim işlerim bozulur. İşte bu miktarı bulup vergilendirmeyi ona göre yapmak gerekir.

Toplantılarda sizin üzerinizdeki nimetleri müzakere ediniz. Yani uzaktakilerin, başkalarının, merkezdeki kimselerin işlerini değil; sizinle beş vakit namaz kılanların işlerini müzakere edin. Cuma  günü de sizin bucak liderinizin sonuçlarını dinleyiniz.

Bu durumda çalışma nasıl olacaktır?

On hane/aile bir araya gelecek ve bir aşiret/ocak/apartman kuracaklar, bunlar beş vakit namazı beraber kılacaklardır. Namazlar arasında aşiretin işlerini müzakere edeceklerdir. Bu şekilde aşiretlerinin/ocaklarının/apartmanlarının işlerini müzakere etmiş olurlar.

Sonra merkez aşiretleri vardır. Bucak merkezinde ve semt merkezlerindeki bu aşiretler ise topluluğun işlerini yapmakla görevlendirilmiş kimselerdir. Bunlar günde iki defa toplanarak semt işlerini müzakere ederler. Akşam-yatsı toplantılarında bucak başkanının toplantısına katılırlar. Başkan istişare sonunda haftalık olayları tesbit eder. Cuma günü hutbede haftalık bucak işlerini zikreder. Halk burada müzakereye katılmaz.

Halkla ise dayanışma temsilcileri hafta içinde müzakere ederler.

Bunun için gerekli yapılar yapılmalıdır.

a)Her ocakta bir mescit bulunulacak, günde üç defa toplantı burada yapılacaktır.

b)      Her semtte bir mescit olacak, semt işleri günde iki defa yapılan toplantılarda burada müzakere edilecektir.

c)Bucak merkezinde dayanışma sorumlularının toplantı yapacakları yerleri olacaktır. Akşam-yatsı toplantılarını buralarda ayrı ayrı yapacaklar, namazı topluca kılacaklardır.

d)     Cuma namazını eda edecek bin kişilik merkez mescitleri olacaktır. Burada beş vakit namaz orada olanlar tarafından kılınacak, Cuma günü ise bütün bucak erkekleri katılmak zorundadırlar. Kadınlar katılabilirler, katılmakla mükellef değildirler.

İşte, Allah’ın nimetlerini namazlar arası zikredin emri böyle yerine getirilecektir.

Demek ki gelecek yapılaşma da buna göre olacaktır.

Bir bucak on semtten oluşacak. Biri merkez semt olacaktır. Ortalama yüz dairelik her apartman bir semt olacaktır. Her kat bir aşiret/ocak olacaktır. Yaşama ve çalışma saatleri buradaki zikrediniz emrine göre düzenlenecektir.

“Müzakere ediniz” denmiyor da “zikrediniz” deniyor. 

1)      Oturum açılmadan önce namaz kılınır, namazda Arapça Kur’an okunur.

2)      Oturumdan sonra Kur’an’dan sûreler okunur, meallerle tefsirleri de okunur. Tefsirler artık kitaplardan değil internetten takip edilir.

a)      İnsanlık günlük tefsirleri yapar, o günkü gidiş hakkında Kur’an’ın ne dediğini Mekke’de bulunan İslâm âlimleri yaparlar.

b)      Sonra bu yorumlar ülkede yapılır, ülke rasihleri yaparlar.

c)      Sonra da illerde o günkü sorunları çözecek şekilde il fakihleri yapar.

d)     Sonunda bucak zakirleri (ehli zikr) o bucağın sorunlarını müzakere ederler.

3)      Sabah toplantılarında herkes o gün ne yapacağını beyan eder. Böylece o gün kimin ne yapacağını diğerleri bilirler.

4)      Öğle ve ikindi toplantılarında işlerin hangi seyri takip ettiğini birbirlerine bildirirler. Akşamleyin ise o gün elde edilen sonuçları rapor halinde verirler. Bunlar muhasebeye geçer. Böylece tüm hayat kayıt altına alınmış olur.

Namaz insanın kalbidir. Günde üç defa toplanılmaktadır. Sabahleyin toplar damarlardan halk mescide gelir, toplantıda kan temizlenir ve tekrar vücuda gönderilir. Öğleyin ve akşamleyin aynı şeyler yapılır.

İslâmiyet’te işçilik yoktur. Biri başlayıp diğerleri onun emrinde iş yapıp üretim yapmaz, herkes kendi ürettiğini tüketir. Ne var ki insanlar devamlı alışverişte bulunarak birlikte üretim sağlanır. İşte buraya ulaşma ancak herkesin yaptığını ve yapacağını topluluğa bildirmesi ile mümkündür.

وَمِيثَاقَهُ  

(Va MiSAvQaHUv)

“Ve misakını”

Vesk” bağ demektir. Denklerin iplerle bağlanması vesktir. İnsanlar topluluk oluştururlar. O topluluğa imza koyarak bağlanırlar.

Misak” burada marifedir, zamir de marifedir. Zamirle Allah’a işaret ettiğine göre “Allah’ı zikrediniz”deki Allah aynı Allah’tır. Biz onu “topluluk” olarak anladığımızda bu da topluluk demektir.

Herkes bir aşiretin ve bir kabilenin yani bir ocak ve bucağın ferdidir. Onlarla sözleşme yapmak zorundadır. İnsan bucağı dışına çıkmadan da yaşayabilir. Dolayısıyla il merkez bucağıyla, ülke merkez bucağıyla, insanlık merkez bucağıyla ayrıca sözleşme yapma zorunluluğu yoktur.

İnsan hangi ocak ve bucak içinde doğarsa o bucak ve ocağın ferdidir. 7 yaşına kadar anasının, 7 ile 10 yaş arasında kendisi anasından veya babasından kimi isterse onun, 10 yaşında ise babasının ocak ve bucak mensubudur. 15 yaşına geldiğinde ocağını ve bucağını kendisi seçer. İşte bu yaştan itibaren sözleşmeyi kendisi yapmış olur. Yukarıdaki “zikredin” emri yalnız 15 yaşını dolduranlara verilmiş olduğu için buradaki misak 15 yaşına geldiği zaman çocuğun ocak veya bucak başkanları ile yaptığı sözleşmedir.

Her ocak ve bucağın kendi şir’ası vardır, yani kendi kanunları vardır. 15 yaşına gelen kimse o ocakta kalacaksa veya o bucakta kalacaksa o kanunları kabul etmek zorundadır. 15 yaşına gelen kız ve erkeğe bu merhale bir merasimle tevcih edilir; toplantı yapılır, aşiret ona berat verir. Bu onun aynı zamanda bucak başkanına da biat ettiğini ifade eder. Bucağın bağlantısı ile ayrıca ülkeye ve insanlığa da bağlanmış olur.

الَّذِي وَاثَقَكُمْ بِهِ

(elLaÜIy VaÇaQaKuM BiHIy)

“Sizinle misak yapmış olan kimsenin misakı.”

Buradaki “ellezi” “hi” zamirinin bedelidir. Muzafun ileyhin sıfatı da olabilir. Misakı yapan topluluktur. Evet, bizimle sözleşme yapmıştır ama sözleşmeyle onu biz kabul durumundayız. Değiştirme durumunda değildir. Bu sebeple imtiyazlı vatandaşlık yoktur. Topluluk içinde herkes eşittir. Hanedanlık olmadığı gibi ayrıcalık da yoktur.

Bir partiye girerken hiçbir taviz isteyemezsiniz. Bu hata MSP zamanında yapılmıştır. Bazı genel müdürler bakanlık vaat edilerek transfer edilmişti. Sonra onları bakan yaptık ama onlar sonuna kadar problem olmuşlardı. Partiyi kuranlar kenara itilmiş, transfer edilenler iktidar edilmiştir. Bugün Saadet Partisi’nde var olan hastalık oradan başlamıştır. T. Çiller’le Erbakan’ın koalisyonu da böyledir. İktidar kimsenin malı değildir. Alınamaz ve satılamaz. İki yıl sen, iki yıl o anlaşması yanlıştı. Bu anlaşma daha sonra iktidarlarını bitirmişti.

Yapılan hatalar içtihat hatasıdır. Herkes mecurdur (ücretlidir). Onun öyle olması takdir-i ilâhidir. Geçmişte olanları eleştirme söz konusu değildir. Ancak hangi hataların hangi sonuçları getirdiğini görmemiz bir daha öyle hataları yapmamamız demektir. Bir topluluğa imtiyazlı üye alınmaz.

Topluluk üyeye sözleşmesini sunacaktır. Üye olmak isteyen üye olacak, üye olmak istemeyen ayrılıp gidecektir. “Hıttatun” kelimesi bunu ifade eder. Kabul anlamındadır. Yani sizin şeriatınızı yaşama kurallarını kabul ediyorum demektir. 15 yaşına gelen kız ve erkekten böylece biat alınır. Baş örtme de budur; Türklerde buna “baş bağlama” denmektedir. Bunu merasimle yaparlar, herkes artık onunla görüşürken ergin insan olarak görüşür.

Vâsekaküm” mufaale bâbından gelmiştir ama teklif eden topluluktur. Karşı taraf kabul etmiştir.

إِذْ قُلْتُمْ

(EiÜ QuLTuM)

Dediğinizde sizinle misaklaşan”

Buradaki “iz” geçmiş zaman zarfıdır. Yani siz böyle dediğiniz zaman sizinle misaklaşmıştı. Burada eğer Allah kelimesini âlemlerin rabbi olarak anlarsanız, bunların şansı olmaz, hepsi hayal olur. Ama topluluk olarak anlarsanız her şey çok açık ve sade şekliyle anlaşılır hâl almış olur.

İnsan anne karnına düştüğü ve yumurtalar döllendikten sonra kişilik başlar. İnsan yaratılış itibariyle topluluğun ferdi hâline gelir. İnsanlar arasındaki sevgi, insanlar arasındaki sözleşmeye uyma melekesi, utanma, çekinme hep insanın doğuştan genetik olarak var olan bir bağdır. İnsan bunu kendi iradesi ile elde etmiş değildir. Allah onu öyle yaratmıştır. Oysa 15 yaşına geldiği zaman insanın bir de topluluğu seçme hürriyeti vardır.

İşte, burada anlatılan o hürriyettir.

Kultum” dediniz deniyor. Topluca dediğimizde bu da sözleşmelerin kollektif hâlinde oluşacağını ifade eder. Allah’ın nimetleri zikredilecek, bir de sözleşmeler zikredilecek. Anlaşmalar zikredilecek. Şimdi zikrin mânâsını daha iyi anlamış oluyoruz.

Toplantılarda neler anlatılacaktır?

İki şey anlatılacaktır.

Doğa kanunları ve kanunlardan yararlanma şekilleri anlatılacaktır.

Yani fen ilimleri okunacaktır, bir de sosyal ilimler okunacaktır.

Sözleşmeler ve kanunlar okunacaktır.

Şimdi biz seminer günümüzde haftada bir bir araya geliyoruz. Yarım sahifelik kitabı on sahife olarak okuyoruz. Bunun yerine günde üç sefer bir araya gelmeliyiz. Her seferinde iki sahifelik Kur’an’dan yerler okunacak ve yorumu yapılacak; güncelleşmiş yorumu yapılacak. Bu 10 sahife eder, senede 300 sahife biter.

Kur’an okunurken iki tür yoruma dikkat edilecektir.

Biri doğa kanunları ve onların bize sağladığı imkanlar ve teknik.

Diğeri sosyal olayları anlatmak; o da hukuk.

Demek ki, okullarda okutulması gereken iki ana ders olmalıdır; hukuk ve teknik. Bugün ikisi de okutulmaz. Bizim günlük toplantılarda bu dersler okunacak; doğuştan mezara kadar. İstanbul, Bahçelievler, Yenibosna’da bunun temelini atıyoruz. Muhasebe ve hukuk okunacaktır. Her gün bir defa bir araya geliyoruz. Bir gün gelsin, Allah üç defa bir araya gelmeyi nasip eylesin, inşaallah...

Hukukun temeli fıkıhtır.

Fıkhın temeli Kur’an’dır.

Kur’an da Arapça ile bilinir.

Ona çalışıyoruz.

Teknik de yapılan işlerin kaydedilmesidir, muhasebedir.

Allah bizlere her ikisinin üzerinde çalışmayı nasip etmiştir.

Bu çalışmalarımızı internet sitemizde takip edeceksiniz, inşaallah...

سَمِعْنَا  

(SaMiGNAv)

“İşittik”

Evet, sözleşme yaparken ne demiştiniz, “işittik” demiştiniz. Yani teklif topluluktan gelmişti. Kuralları o koymuştu. Siz herkes gibi onu kabul ettiniz. İşittik ve anladık dediniz. Yukarıda “vâsekaküm” dediğinde biz bir mânâ verdik. Demek ki misakı yapan topluluktur, bizi kabul ediniz. Burada anlamamızı Allah teyit etti, işari mânâsını ibari hâline getirdi. 

Evet, biz sadece işittik, yoksa biz müzakere etmedik.

İşte bu sözleşmeyi de hatırlayın denmiş oluyor.

Türkçede işittik aynı zamanda anladık, kabul ettik anlamına gelmez ama Arapçada kabul ettik anlamına da gelir. “Sözü dinledi” dediğimizde o mânâda kullanırız. Arapçada işitme ve dinleme aynı anlama gelir, işittik ve dinledik anlamındadır.

Öylece sözleşmede söz verildiği için söz yerine getirilecektir.

Bu sûrede baştan akitleri yerine getirin denmiştir. Yani topluluk demek helal-haram demek, emir-nehiy demektir. Sözleşmelere uymadan ibarettir.

Jan Jak Russo "içtimai mukavele" diye bir sözleşme ile bu esası açıklamaktadır.

Evet, topluluk demek sözleşmeleri yerine getirenler demektir.

a)      Kendin içtihat yap ama ona uy.

b)      Sözleşmeyi serbestçe yap ama ona uy.

Semi’nâ”nın mânâsı budur.

وَأَطَعْنَا  

(Va EaOaGNAv)

“Ve itaat ettik.”

Topluluk iki şeyle oluşur; sözleşmeler ve yöneticiler.

Yöneticiler sözleşmeyi uygularken birlik sağlarlar. Beraber hareket imkanını sağlarlar. Aramızdaki ihtilafları çözerler. İnsanlar yöneticileri kendileri seçeceklerdir. Ama sonra onlara itaat edeceklerdir. İtaat etmeyeceklerse ayrılıp gideceklerdir. O topluluk içinde kalıp da itaat etmemek olmaz. Bir ocakta ocak başkanına itaat edilecektir. Bir bucakta bucak başkanına itaat edilecektir. Bucak dışına çıktığında il başkanına, il dışına çıkıldığında ülke başkanına, başka ülke dışına çıkıldığında insanlık başkanına itaat edilecektir. Ayrıca herkes kendi dayanışma ortaklıklarını seçecektir, onların koyacağı kurallara itaat edecektir.

Demek ki kişi “semi’nâ” kelimesi ile kurallara uyacağını taahhüt ediyor, “eta’nâ” kelimesi ile emir sahiplerine itaati taahhüt ediyor. Topluluk sözleşmelerle oluşuyor ama topluluğun sağlanması itaatle sağlanıyor. O halde:

c)      Başkanını kendin seç, istediğin zaman o topluluktan ayrıl ama orada kaldığın  müddetçe oranın başkanına veya onun yetkili kıldığı kimselere itaat et. İşte bundan başka çıkar yol yoktur.

d)     Aranızda çıkan nizalarda hakemleri taraflar seçsin, onlar da baş hakemi seçsin ama sonra onların kararlarına itaat edin; idamlıksanız idam sehpasına kadar bile itaat edin.

وَاتَّقُوا اللَّهَ

(Va itTaQuv elLaHa)

“Allah’a ittika ediniz.”

Topluluğu oluşturan kurallar koyarken, yöneticileri seçerken, alemlerin rabbi olan Allah’ın tabii ve içtimai kanunlarına uyun, Allah’ın halifesi olarak bunları yaptığınızı unutmayın. İttika ederek hakkaniyetle kararlar verin, oylarınızı kullanın.

Şimdi yakınlarda seçim vardır. Seçimde kendi iş ortağımızı seçmiyoruz, devletimizi yönetecek partileri seçiyoruz. Keyfi oy kullanmak hatalıdır. Emaneti ehline vermelisiniz. Düşüneceksiniz, bu memleketi kim daha iyi yönetir? Düşünecek ve kararınızı vereceksiniz, ondan sonra da o partiye oy vereceksiniz.

Evet, benim gibi hiçbir partiyi beğenmeyebilirsiniz. ‘O zaman gelin kendi partimizi kuralım’ derim. Ama kendi partimizi kurmuyorsak o zaman mevcutlardan birine oy vermek zorundayız ve bu parti mevcutlardan ülkemizi en iyi temsil edecek parti olmalıdır. 

Evet, insan hürdür ama Allah’a hesap verecektir.

إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ

(EinNA elLAHa ĞaLIyMun

“Allah alimdir.”

İttika edenin bir yorumu mahiyetindedir. İttika edin çünkü Allah sadırlarda olanı bilir. İttika etmediğiniz takdirde, oyunuzu Allah’ın emrettiği şekilde kullanmadığınız takdirde, yalnız yaptıklarınızı değil düşündüklerinizi de bilen Allah vardır.  

Alimün” kelimesi burada nekre olarak kullanılmıştır. Demek ki Allah’tan başka da bilen varmış. Yani Allah takip etmektedir. Ama Allah’tan başka takip edenler de vardır.

Neden?

Çünkü uygulamayı onlar yapacaktır. Cennet ve cehenneme onlar gönderecektir. Kıyamet günü mahkemeler kurulacaktır. Defterler gelecek, tanıklar gelecektir. Bilirkişiler olacaktır. Adil yargılama sonunda cennet veya cehenneme sevk edilecektir. Allah yargıtay gibi sonunda ya tasdik edecek veya reddedecektir.

İşte bundan dolayıdır ki nekre gelmiştir. Bilen yalnız Allah değil, insanın yaptıklarını ve düşündüklerini kayda alan, muhasebesini tutan melekler de bilmektedir.

بِذَاتِ الصُّدُورِ (7)

(Bİ ÜaTi elÖuDUvRi)

“Sudurun kendisini bilir.”

Sadr” beyin demektir, baş demektir. Başta beyin vardır. Beyin bir bilgisayardır. Birtakım elektrik devreleri var, sinyaller gider gelirler. Biz o akımları bilememekteyiz. Ama görevli melekler var, bilgisayarlardaki işlemleri takip etmektedirler.

İşte onlar olayların filmini almış oluyorlar. Onlar yapılanlara niyetlere göre puan veriyorlar. Bu sebepledir ki Allah bildiği gibi onlar da biliyorlar.

Allah’ın kendisinin tâbi olduğu kuralları yoktur. O anda karar verir ve onu yapar. Ama Allah kulları için kurallar koymuştur. Şuurlu varlıklar o kuralları kullanırlar. Allah’ın bilmesi başka, kulların bilmesi başkadır. Çünkü kulları bilecekler ki onları uygulasınlar. Allah kendi koyduğu kuralları değiştirmez.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-601/ADİL DÜZEN DERSLERİ-431    05 Şubat 2010

 

AKEVLER FIRINLARI VE SİTELER;

DENETİMLİ, UCUZ, GÜVENCELİ EKMEK

Bir belediyenin temel görevlerinden biri de halka ucuz, sağlıklı, güvence içinde ekmek temin etmektir. Nitekim bunun bilincinde olan belediyelerce “Halk Ekmek Fabrikaları” ekmekleri çıkarılmaktadır. Belediyenin böyle ekmekle ilgilenmesi doğru ise de bu şekilde işletme olması çok yanlıştır.

Deveye ‘sırtın eğri’ demişler.

O da ‘nerem doğru ki’ demiş.

Belediyenin hangi yaptığı iş doğru ki o işi doğru olsun.

Ancak bu zihniyetle ve bu düzende bundan başkasını yapamaz.

İstanbul’da kırk belediye var.

Kendilerine Akevler olarak baş vuruyoruz ve onlara diyoruz ki; halkımıza sağlıklı, ucuz ve güvenceli ekmek temin etmek istiyoruz. Siz bizi destekleyin. Bedavadan bir şey istemiyoruz. Kooperatifimize ortak olun, bize her mahallede bir fırın açacak yeri ortak olarak koyun. Sonunda ekmek başına ne istiyorsanız onu kira olarak alın.

Biz beş bin metrenin en alt bodrum katını garaj yapacağız. İkinci katını depo olarak kullanacağız. En üst bodruma da bir mahalleye yetecek kadar fırıncılar yerleştireceğiz. Bu fırıncıların sayısı 20 kadar olacaktır.

Bu 5 bin metrekarenin en üstü park olacaktır. Sadece 1000 metrekaresinde inşaat yapacağız. Zemin katta yazıhaneler olacaktır. Ondan sonra gelen on katta daireler olacaktır. Her katta on iki daire olacak, iki dairesi ortak kullanım yerleri olacaktır. En üst çatı katı ise tüm yüz dairenin sosyal alanı olacaktır.

Bu apartman bir sitedir, yani Anadolu’nun bir köyü kadardır. 200’e yakın işçisi vardır. Bu fırında bu iki yüz kişi çalışacaktır. 50 bin nüfuslu mahalleye ekmek pişireceklerdir. Bu kadar işçi ancak bunu yapabilir ve bu kadarı da yeter.

Fırınlar ekmekleri ağırlıklarına göre standart olarak çıkaracaklardır. 25, 50, 100, 200, 400, 800 ve 1600 gramlık ekmekler çıkarabilirler. Ekmeklerinin vasfına yani nasıl ekmek çıkaracaklarına kendileri karar verirler. Semt yönetimine yani kooperatife verirler. Kooperatifin güvenceli kontrolörleri vardır, çıkan ekmeklerin fırınların kendi talimatlarına uyup uymadığını kontrol ederler.

Fırıncılar fiyatları kendileri koyarlar. Kooperatif sadece taahhüt ettikleri ekmeği sunup sunmadıklarını denetler. Dağıtım kooperatifçe yapılır.

Dağıtım için bakkalların bulunduğu yerde bir ortak bulunur, kendi aracıyla belirlenen saatte alıp ekmeği bakkala getirir. Her gün saat 6’da, 12’de ve 18’de ekmek gelir. Dağıtım ücreti kooperatifçe verilir. Mahallenin her yerinde ekmeğin fiyatı aynı olur.

Taze ekmekler daha pahalı satılır. Bayat ekmekler de satılır, daha ucuz satılır. Bayat ekmekleri kooperatif alır, bayat ekmeklerin satıldığı senetlerle satılır.

Bakkallar sadece satarlar. Sermayeleri kendilerine ait olmadığı gibi satılmayan ekmeklerden de sorumlu değildirler. Bakkallara çok az fark verilir.

Taşıma farkını kooperatif bütün ekmeklere yükler. Semtler arası fiyat farkı oluşturulmaz.

Kooperatif yüz dairelik apartmanı ortakların sermayesi ile yapar. Apartmanda oturanlar oturdukları dairenin kirasını çalışarak öderler. Kira ekmek başına konan bir zam olacaktır.

Ev kirasını bile sabit kira olarak ödemeyeceklerdir.

Kooperatif başka bir şey yapacaktır. Bakkallara sipariş çekleri verecektir. Bakkallar bununla istedikleri fırına her gün teslim edilmek üzere ekmek siparişi verecektir. Fırınlar bu çekleri tüccarlara vererek yıllık un ihtiyaçlarını sipariş vereceklerdir. Tüccarlar bu çekle un fabrikalarına sipariş verecektir. Un fabrikaları bu çeklerle çiftçiye buğdayı sipariş verecektir.

Çiftçi hafta hafta kullanarak bu çeklerle gereçlerini alacaktır.

Çekler her hafta ekmek teslim edildikten sonra ödenecektir. Çekler bir yıla yaygın olduğu halde sadece bir haftalık imiş gibi olacaktır. Çünkü malı teslim edince bir hafta içinde çek ödenmiş olacak veya çek ödenince bir hafta içinde mal teslim edilecektir.

Kooperatifin burada yaptığı sadece faizsiz kredileşmeyi sağlamaktan ibarettir. Mahalle halkı ise denetimli, ucuz, güvenceli ekmek elde edeceklerdir. Üretim planlanacak, ne kadar buğday gerekiyorsa o kadar buğday üretilecek, ekmek üretilecek.

Günü gelince isteyen çeki ödemez, ekmeğini de almaz. Cebri icra yoktur.

Şimdi her okuyucu bu işin müteşebbisi olabilir.

Bunun gerçekleştirilmesi için belediyenin beş dönümlük yer tahsisinden başka hiçbir engeli kalmayacaktır. Ondan sonra Akevler ile işbirliği yapma yeterlidir.

İstanbul’da kırk belediye var. 10’ar mahalleden düşünsek, 400 fırına ihtiyacımız vardır. Yani 400 adet 100 dairelik fırın sitesi oluşacaktır. Bunları fırıncılar yapacaktır.

Bir televizyon veya bir gazete bizimle işbirliği yaparsa onları organize edebiliriz...

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-601/ADİL DÜZEN DERSLERİ-431    05 Şubat 2010

 

TÜRKİYE

İslâm alemi tarihte büyük imparatorluklar kurarak buraya geldi.

Emeviler, Abbasiler, Karahanlılar, Gazneliler, İlhanlılar, Selçuklular, Osmanlılar.

Sonra acı günler yaşadılar, Avrupa’nın müstemlekeleri hâline geldiler. Daha sonra daha acı günler yaşandı. Sömürü sermayesi dinsiz diktatörleri başlarına musallat etti. Tarihin en acı günlerini yaşadılar. Sömürü sermayesi şimdi diktatörleri de uzaklaştırıp daha büyük fitne için hazırlamaktadır.

Ne var ki onun fitneleri hep bize yaramaktadır. Zamanla biz onların fitnesi sayesinde daha ileri ve güçlü ülke oluyoruz. İran ve Türkiye bunun açık örneğidir.

İslâm âlemi de böyle olacaktır. Gelecekte bu fitneler rahmete dönüşecektir.

Deneyimleri olan Türkiye ve İran’a büyük görevler düşmektedir.

1- Sermaye şimdi Müslümanlar arasında mezhep kavgaları fitnesini sokacaktır. Başsız kalan halkların bölünmesi kolaydır. Bu fitneyi Türkiye ve İran önleyebilir. Sıkı dostluk yapılır ve mezhepler uzlaşmasına gidilirse, mezhep kavgaları fitnesi sokulamaz.

2- İran ve Türkiye, içinde bulundukları bu dikta rejimlerinden kurtulmaları için İslâm âlemine destek vermeli, yol göstermelidir. İran ve Türkiye’nin İslâm âlemine hakim olması yerine, onlara hadim olmayı hedef yapacaklardır.

3- İran ve Türkiye’nin yapacağı bir diğer iş ise mübadelede gidecekleri yeri kalmayan kimseleri ülkelerine mülteci olarak kabul etmeleridir. Onların eskisine yakın hayat seviyesinde yaşamlarını sağlamalıdırlar. Bu sadece onlara iyilik değildir, bu aynı zamanda o ülkelere iyiliktir. Geçişi kolay sağlarlar. Sonra bunlar yürümekte olan geminin kaptanlığını yapmamışlardır. Onlar yapmasalardı başkaları yapacaklardı. Belki de yapabileceklerinin en az kötüsünü yaptılar. Hesaplarını âhirette Allah’a verecekler.

4- İran ve Türkiye’nin yapacağı diğer iş ise tüm dünyanın ilim adamlarını toplayıp o ülkelerde yapılması gereken yeni düzeni tesis etmeleri için proje hazırlamaktır. Bu arada Akevler’i de unutmamaları gerekir. Bunlar dünyada en üst seviyede bu işleri kendilerinin bildiklerini iddia ediyorlar. Buna Adil Düzen muhalifleri Sabahattin Zaim ile Hayrettin Karaman da şehadet etmişlerdir.

5- Mısır gibi yerlerde yeni düzen oluşuncaya, anayasa yapılıncaya kadar ordunun yönetimde kalması desteklenmelidir. Türkiye’de bu husus denenmiş ve hep başarılı sonuç vermiştir. Türkiye’de yapılan yanlış, askerlerin hazırlattıkları anayasalarda Müslüman âlimlerine yer vermemeleridir. Bu sebeple yapılan anayasalar daima eksik olmuştur. Anayasayı askerler değil âlimler hazırlamalıdır. Bu âlimler yalnız bir ülkenin âlimleri olmamalı, tüm insanlığın âlimleri olmalıdır.

6- Avrupa Birliği bir Hıristiyanlık birliğidir. Bu kötü değildir. Dinin hakim olduğu düzen daima nurla dolar. Avrupa’nın insanlığa zulmettiği tarihler Hıristiyanlıktan ayrılma tarihleridir. Sermaye Hıristiyan yönetimi çok kötü göstermekte, karanlık çağ demektedir. Oysa huzurlu çağ demektir. Bugünkü uygarlık o uygarlığa dayanmıyor mu? İran ve Türkiye bir İslâm birliğini oluşturmalıdır. Budistler de Hindular da kendi birliklerini oluşturmalıdırlar. Yeryüzüne barışı ve uygarlığı bunlar getireceklerdir.

7) Yeni düzene geçmekte olan devletler geçiş dönemlerini siyasi bakımdan askerlerin yönetiminde geçireceklerdir. Ekonomik sıkıntıların kalkması için tüm İslâm ülkeleri gümrükleri ve vizeleri geçici de olsa kaldırmalıdır. Mallar ve emekler hareket edecek, böylece o ülkeler sefaletten kurtulmuş olacaktır.

8) Şimdiye kadar insanlığı fitnesiyle kana bulayan sermaye artık tevbe etmeli ve bu huyundan vazgeçmelidir. Dünya pazarlarında onlara yer verilmelidir. Onlara da gerçekler anlatılmalıdır; bu gidişatın kendileri için de iyi olmadığı anlatılmalıdır.

9) Obama ve Putin dünya için bir şanstır. Türkiye aracı olarak ABD’nin ve Rusya’nın da bu geçişte Türkiye’nin yanında yer almaları sağlanmalıdır. Böylece Ortadoğu huzurlu dünya olacaktır. Tarafsızlığı ile tüm dünyanın barışında denge unsuru olacaktır.

10) Türkiye Avrupa ile olan gümrük anlaşmalarını durdurmalı, Türkiye ve İran kendi aralarında gümrükleri sıfırlamalıdır. Sonra bunlar dünyadaki bütün ülkelerle gümrükleri sıfırlamalıdırlar. İslâm ülkeleri bundan yararlanacaktır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

HELAL KAZANÇ

Reşat Nuri EROL

Millî Gazete’nin ilan sayfasında birkaç gündür görüyorsunuz: Helal Kazanç! Ümraniye Anadolu Gençlik’te bu akşam vereceğim seminerin konusu “Helal Kazanç!” Mısır meselesi ile ilgili yazacaklarım bitmedi, o konuya tekrar döneceğim. Bugünkü seminer vesileyle yazdığım notların bir kısmını paylaşabiliriz. Müsaitseniz, seminere beklerim…

***

İnsanlar birlikte çalışıp üretmek, ayrı ayrı tüketerek yaşamak durumundadırlar.

İlk topluluklarda herkes ayrı ayrı üretir ve ayrı ayrı tüketirdi. Üretilen mallar satılırdı. Asıl geçinme ve tüketim kişinin kendi ürettikleriyle olurdu.

Bugün ise insanların hemen hepsi bir iş yerinde çalışıyor, birlikte üretim yapıyor, sonra aldığı ücretle üretilen malları satın alıyor ve tüketiyor. Bugün üretimin olması için çalışana bir “ücret” verilecektir. Sonra üretilen mallara da bir “fiyat” konacaktır.

Bir adamın “kazancı” demek, evine getirdiği, evin ihtiyacını karşılayan, iş yerlerinden çalışarak elde ettiği “gelir” demektir. Ben bunu kazandım demek, ben eve bunu getirdim demektir. Bunu belirleyen de işyerinde aldığı “ücret” ile bakkal, market, çarşı, mağaza ve diğer her türlü alışveriş yerlerinden satın aldığı malların “fiyatı” demektir.

***

Şimdi... Bir kimse bir gün çalışmış, 40 lira ücret almış; sonra markete gidip 2 kilo et almıştır. Bir başkası da çalışmış ve aynı işi yapmış ama 30 lira kazanmış; sonra markete gitmiş ve 18 liraya 1 kilo et alabilmiştir.

İşte, burada birinci şahıs ikincisinin hakkını yemiştir. Çünkü üretimdeki katkıları aynıdır ama aldıkları ücret ve dolayısıyla satın alabildikleri et miktarı farklıdır.

O halde… Faizli düzende kimse ben helal kazanıyorum diyemez.

Çünkü… Faizli düzende ücretler adil ve dengeli değildir.

Faizli düzende fiyatlar da adil ve dengeli değildir.

Ne var ki burada halkın bir kusuru yoktur.

Önce… Gerçekte “benim hakkım budur” deyip o kadar “ücret” talep edemez. Çünkü… Ne kadarının kendi hakkı olduğunu takdir edemez. Ondan sonra… Et örneğimizdeki eti veya herhangi bir şeyi alırken de “fiyatı” kendisi tayin etmiyor.

***

Bu durumda İslâm’da helal kazancın mânâsı nedir?

Bundan bin sene önceki “helal kazanç” ile bugünkü “helal kazanç” anlayışı tamamen farklıdır, farklı şekilde düzenlenmesi gerekir.

Acaba bugün helal kazancı nasıl temin ederiz?

Çevremiz ve işimiz, sağımız ve solumuz, içimiz ve dışımız, her şeyimiz faizli sistem!

Cebimizdeki yirmi lira da faizli paradan oluşuyor; paraların hepsi haramın temsilcisi!

O halde, ben bir yerde para ile çalışıyorsam, helal kazanca sahip değilim demektir.

Birine bir şeyi para ile satıyorsam, elde ettiğim helal kazanç değildir demektir.

Hele bugünkü parayla borçlanma ise tamamen haram hâle gelmektedir.

O halde ne yapacağız?

Anlaşmaları “para” ile değil, herhangi bir “ürün” ile yapmamız gerekir. Satın alırken de “faizli para” ile değil, yine “belirlenmiş bir mal” ile satın almamız gerekmektedir.

Bugünkü sistemde helal kazanç mümkün olmadığına göre; bu durumda ne yapacağız, kazanmayı bırakacak, aç mı kalacağız?!.

Kur’an emirleri ve yasakları koyarken, zaruret hâllerinde bu yasaklar uyulanmayabilir diyor. O halde, önce şunu bileceğiz; bugün ben helal kazanacağım diyemiyorum, bu sistemde ve bu “faizli düzende” bunu yapmak mümkün değildir. Yapacağımız iş; bugüne kadar olduğu gibi helal-haram demeyip çalışmaya, kazanmaya ve yaşamaya devam etmek... Ancak bunun da bazı sınırları vardır. Gelecek yazıda o sınırlar ve çözümler üzerinde duracağım.

 

 

Haramlardan nasıl kurtulacağız?

Reşat Nuri EROL

Ne diyorduk?.. Bugünkü faizli düzende kimse ben helal kazanıyorum diyemez... Bu faizli zalim düzende helal kazanç mümkün olmadığına göre; bu durumda ne yapacağız, kazanmayı bırakacak, aç mı kalacağız?!.

Hayır!

Bugünkü yazımızda çözümler üzerinde duralım…

Haramlarla yaşamanın sınırı nedir?

O topluluk nasıl yaşıyorsa biz de öyle yaşayacağız. Eğer onlar kendilerine bir şeyi haram ediyorlarsa biz de haram edeceğiz, helal ediyorlarsa biz de helal edeceğiz. Öylece o düzende çalışmaya devam edeceğiz. Başka türlü yaparsak yalnız kendimize zarar vermeyiz, ailemiz ve en yakın çevremiz başta olmak üzere başkalarını da zarara sokarız.

Evet, yaptıklarımız helal değildir, haramlar içinde yaşıyoruz...

Ama yaptıklarımızdan dolayı sorumlu değiliz...

Allah bize izin vermiştir. Allah bu gibi durumlarda bize mağfiret etmiştir. Öyleyse, ‘efendim, bu helaldir bu haramdır’ demeyip yaşamaya devam edeceğiz...

Ancak, bunun cevabını aklımıza ve gönlümüze yatacak şekilde daha sağlam ve daha sağlıklı kavramamız için “zaruretin fıkıhtaki hükmünü” bilmemiz gerekir. Zaruret kadarının helal olması için mümkün olduğu kadar en az haram işlenmelidir.

Burada iki şeyi hatırlayalım:

-Fetvayı/içtihadı fetva verene veya müçtehide sor ama en sonunda aklına/gönlüne sor.

-Sakın unutmayalım: İsraf haramdır ve Allah israf edenleri sevmez…

Ayrıca; komşusu açken tok yatan “bizden” değildir! Yani…

Ondan sonra da bu durumdan kurtulmak için çaba göstermemiz gerekir.

***

Bu durumda ancak şöyle hareket edersek helal kazançla yaşıyoruz demek olur.

Önce cari sistemde/düzende helal-haram demeden çalışıp kazanmalıyız...

Sonra harcarken israf etmeden asgari şartlar içinde yaşamalıyız...

Artan kısım ise helal kazanç sistemi/düzeninin getirilmesi için harcanacaktır.

Demek ki yapacağımız veya mutlaka yapmamız gereken şey çok sade ve açıktır.

Cari faizli sistemde/düzende var gücümüzle çalışacağız. Mevcut düzenin kurallarına uyulacak. Yani hırsızlık yapılmayacak, hile yapılmayacak, sahtekarlık vs yapılmayacaktır. Kazancımızı eksik etmeyeceğiz. Çünkü o zaman fakirleşiriz ve daha çok sömürülürüz. Ancak kazandıklarımızı harcarken çoook ama çok dikkatli olmamız gerekir. Haram yoldan kazandıklarımızın ancak zaruret kadarını kendimiz için kullanırız. Gerisini “helal kazaç düzeni”nin yani “Adil Düzen”in, “Adil Ekonomik Düzen”in gelmesi için harcarız…

Müslüman olmak kolay ama ya “mü’min” olmak; mü’min olmanın iki şartı neydi?

Önce malını, sonra canını Allah yolunda harcamak…

Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer gibi… Yani…

***

Acaba haramlardan nasıl kurtulacağız?

Bunun için iki görüş vardır:

1. Holding, şirket, parti, vakıf, dernek kuralım, iktidar olalım, muktedir olalım, helal kazanç temin edecek hâle gelelim... Müslümanların ve onlara yakın duranların görüşü budur.

2. Bizim yani ‘Akevler Adil Düzen Çalışanları’nın görüşü de buna benzer ama bundan biraz farklıdır. Önce bir kooperatif kurmalıyız, orada “Adil (Ekonomik) Düzen”i “teori ve ilim” olarak öğrenmeli, sonra “pratik ve amel” olarak önce kendi aramızda, kendi ocak ve apartmanımızda uygulamalıyız. Daha sonra kendi sokak ve semtimizde, kendi mahallemizde veya köyümüzde, kendi bucağımızda, kendi ilçemizde, kendi ilimizde, kendi ülkemizde uygulamalı ve en sonunda bütün dünyaya “Adil (Ekonomik) Düzen”i getirmeliyiz...

 

 

Helal kazanç için çare ve çözüm

Reşat Nuri EROL

Helal kazanç meselesinin ana mihverinden ayrılmadan, bugünkü şartlarda yapabileceklerimiz ve yapmamız gerekenler üzerinde durmaya devam edelim. Bugünkü “kapitalist faizli zalim düzen ve sistem”de helal kazanç temin etmek mümkün değildir. Faizli sistemde, sistem içinde o düzene uymak şartı ile en çok lazım olduğu kadarını temin etmek; sonra israfa, lükse, gösterişe, aşırı harcamalara vs benzer şeylere sapmadan, sadece zaruretler kadar ailemize ve çevremize harcamak gerekir. Geri kalanı “kapitalist faizli zalim düzen ve sisteme alternatif” olmak üzere çalışmalar yapan bir “kuruluş”ta (mesela bir “kooperatif”te) değerlendirmek gerekir.

Örnek olarak “kooperatif çalışması” yapıyorsak, o kooperatif “ilmî-amelî, teorik-pratik yönlerden helal kazancı temin edecek şartları” hazırlayacaktır.

İlk yapılacak iş, kooperatif üyelerinin/ortaklarının birbirleri ile yani kendi aralarında yaptıkları muameleleri helal kazanca göre yapmaları gerekir. Şöyle ki; üye/ortak kardeşine faizli borç vermeyeceksin, faizsiz vereceksin... Kardeşine ayıplı mal vermeyeceksin, hataları ve eksikleri gizleyerek mal satmayacaksın... Tüm anlaşmalar fıkha uygun yapılacak... Ona mal satarken veya ondan mal alırken; ona çalışırken veya o sana çalışırken karşılığı olmayan parayı kullanmayacaksın, değerlendirmeyi karşılığı olan bir “değer”le yapacaksın...

Bunu yapmak için kooperatifte ortak hesap açacaksınız. Ortaklar ellerindeki paraları oraya yatıracaklar ve bu biriken paraları birbirlerine faizsiz kullandıracaklar. Paranın değeri korunacak, para bir mala kote edilecek; altına, demire, buğdaya ve emeğe kote edilebilir.

Kendi aralarında sözleşmeleri yaparken fıkha uygun bir şekilde yapacaklar. Mesela, inşaat müteahhidine arsalarını verirken, herhangi geçerli bir mazeretten dolayı inşaatı zamanında yapamazsa ceza koymayacaklar, sadece mukaveleyi feshetme maddesi konacak.

Biz emeğe -sadece emeğe ve helal kazanca dayalı- üretimlerimizi birleştirip bir firma imiş gibi mallarımızı birlikte satmalıyız. Sonra ihtiyaçlarımızı ve her türlü ham maddelerimizi tek bir firma gibi almalıyız. Biz para ile satmamalıyız, para ile de almamalıyız. Bir senet çıkarıp o senetle satacağız ve o senetle alacağız. Böylece faizli paradan kurtulmuş oluruz.

Dikkat…

Biz bunları yaparken kimseye zarar vermiyoruz.

Sadece kendimizi haramlardan koruyoruz.

***

Günümüz şartlarda bir soru/sorun ortaya çıkıyor. Bugünkü muamelelerde neyin helal neyin haram olduğunu bilmiyoruz. Bunu nasıl tesbit edeceğiz?

Hocalarımız bin sene evvelki sorunları, yani tarım dönemi hukukunun/fıkhının çözümlerini çok iyi biliyorlar...

Biz bugünkü sanayi döneminin sorunlarını sorduğumuzda, halk tabiriyle kara kitapta kendince bulduklarını veya bulamadıklarını bazıları “haram” ediyor, bazıları “helal” ediyor.

Helal edenlerin fetvaları işimize yarıyor ama acaba gerçekten öyle midir?!.

Haram edenlerin fetvaları ise işimize yaramıyor; onlara uyacak olursak bu sefer de iş yapıp kazanamayacak, iş hayatını başkalarına bırakacak, kendimiz açlıktan öleceğiz!

Öyleyse çare ve çözüm nedir?

***

Yukarıda örnek olarak ele aldığımız “kuruluş” veya “kooperatif” ne yapacak?

1. Helal ve haramlar üzerinde teorik/ilmî çalışmalar yapanları destekleyecek.

2. İlim/teori çalışanları içtihat edecekler, biz de pratik olarak uygulayacağız...

3. Bunun için önce kooperatif kurmalıyız veya var olanları değerlendirmeliyiz.

4. Bu sayede ilmî-amelî, teorik-pratik araştırmalarla helal kazanç ortaya çıkar.

“Bismillah” deyip başlamak için daha ne bekliyorsunuz?..

“Helal kazanç” için “çare ve çözümler” üzerinde durmaya devam edeceğiz…

 

 

Helal kazanç için çare ve çözüm-2

Reşat Nuri EROL

Helal kazançtan evvel, “helal harcama”nın da nasıl yapılacağını öğrenmeliyiz. Evet, israf haramdır ama acaba harcama yaparken israf nedir, neler israftır? Mesela, televizyon, araba, bilgisayar, cep telefonu vs israf mıdır? Bunların tesbiti de kafamıza estiği gibi değil, yine fıkıhla yapılmalıdır. Peki, bunun/bunların tesbitini kim ya da kimler yapacak?

Bunun tesbitini de ilgili kuruluşumuzun veya bizim önerdiğimiz kooperatif yapılanmamızın desteklediği fıkhı gerçekten bilen alimler/bilginler yapacaktır.

Bunun için önce birlikte oturacağımız bir apartman, bir ocak yapmalıyız veya var olanları buna göre organize etmeliyiz, yeniden yapılandırmalıyız. Ortalama veya asgari olarak on kadar “aile” oraya taşınmalıdır.

Orada, o binada, o mekanda beş vakit namazı birlikte kılıp her gün beş defa bir araya gelmemiz, helal ve haramları öğrenmemiz gerekir. Namaz bunun için farz kılınmıştır; her gün bir araya gelmek ve ilmî-amelî, teorik-pratik çalışmalar yapmak...

İslâmiyet Mekke’de namazlarla başladı…

İslâmiyet Medine Devleti döneminde namazlarla devam etti...

Yani…

İslâmiyet Medeniyeti namazlarla başlayıp devam etti ve günümüze kadar ulaştı...

Beş vakit namazı Hz. Peygamber ve ashabı gibi her gün bir arada kılmadıkça, yani emrolunduğumuz üzere her gün toplanmadıkça; okuyup öğrenmedikçe ve orada öğrendiklerimizi uygulayıp yaşamadıkça; “helal kazanç” ve olması gereken diğer şeyleri elde edemeyiz. Beş vakit namazı birlikte kılarken, beşikteki çocuklar da katılacak, yaşlı dede ve nineler de toplantıya katılacak. Yediden yetmişe, yani beşikten mezara kadar ilim ve amel, teori ve pratik budur. İlim talep etmek kadın-erkek her müslime farzdır.

Nasıl ve nerede?

İşte, yukarıda öz olarak ve özetle anlattığım şekilde, yerde ve düzende.

***

MEKAN-İMKAN-İNSAN VE HİCRET!

Böyle bir “mekan”a sahip olmak için “imkan”ı olanlar sermayelerini birleştirip böyle bir apartman yapmalılar veya var olanları bu şekilde yeniden yapılandırmalılar… Sonra o mekanı buna inanan “insan” unsuru ile değerlendirmeliler... Oraya taşınanlar hiç çekinmeden kendi evlerini satıp oradaki daireyi satın almalılar… Kirada olanların oraya taşınmaları zaten kolaydır, sadece yerlerini değiştirecekler. İşte, çağımızda yapmamız ve gerçekleştirmemiz gereken “hicret” budur. Bu evi/daireyi/apartmanı yapmak için helal para kazanın demiyoruz. Ama kazandığınız paraları harcarken helal yere harcayın diyoruz. İşte, asıl böyle bir aşirette/ocakta/apartmanda veya köy/kasabadaki mekanda helal hayat imkanı vardır.

Ama “helal kazanç” için ise daha büyük bir yere ihtiyacımız vardır. Bunu gerçekleştirmek için beş dönümlük bir yer bulmalıyız. Burada 13-15 katlı bir apartman yapmalıyız. Her katta on daire yani on aile bulunacak.

En alttaki iki-üç kat “iş yerleri” olacak...

En üstteki çatı katı ise “sosyal hizmetlere” ayrılacak...

Burada, bu binada iki şey yapacağız; hem “yaşayacak” hem de “çalışacağız”...

Böylece artık helal kazanca ve helal harcamaya hep beraber geçmeye başlarız...

***

MÜSİAD, ASKON, TUSKON, TOKİ, KİPTAŞ, İTO ile benzerleri ve diğerleri…

Başta Konya holdingleri (mesela İttifak Holding) ile nice benzerleri ve diğerleri…

-Bunları yapmak için daha ne bekliyorsunuz; “mekan” ve “imkan”ınız mı yok?!.

Ey HALK/IM! Onlar yapmıyorsa, gelin el ele verip “biz” yapalım; “BİZ” yapalım...

İstiklâl şairimiz, Kosovalı hemşerim, Mehmet Akif ERSOY diyor ki; “Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol, / Yol varsa budur! Bilmiyorum başka çıkar yol!” Ve’s-selâm…

 

 

Helal-haram, emir-yasak, yönetim ve düzen

Reşat Nuri EROL

İnsanda dört meleke vardır; his, fikir, irade ve ünsiyet.

Dört irfan müessesesi vardır; sanat, dil, teknik ve hukuk.

Dört ümran müessesesi vardır; din, ilim, ekonomi ve siyaset.

Bunların her birinin konuları ve usulleri/metotları farklıdır.

Din sevgiye, ilim tartışmaya, ekonomi yarışmaya, siyaset ise güce dayanır.

Din “neyin” yapılmasına karar verir, ilim “nasıl” yapılacağını ortaya koyar, ekonomi “kimin” yapacağını belirler, siyaset yani yönetim ise “bölüşmeyi” sağlar.

Kur’an’a göre “emirler ve yasaklar” vardır, “helaller ve haramlar” vardır. Emirlerin hikmeti “maruf” olmasıdır, nehiylerin hikmeti “münker” olmasıdır. Haramların illeti “tayyibat”tır, haramların illeti “habisat”tır. Helal ve haramlar dinlerin konusudur. Emir ve yasaklar ise siyasiler/yöneticilerin konusudur. Emirlere uymayanlar cezalandırılır, yasaklara uymayanlar da cezalandırılır. Helal ve haramların karşılığı ise dünyada değil âhirette görülür. Haramları yapanlar cehenneme, helallerle yaşayanlar cennete giderler.

Cennet ve cehennem siyasilerin konusu değildir. Siyaset helal ve haramlarla şu bakımdan ilgilenir. Devlet haramları işleyenlere ceza vermez ama onları hukuken korumaz. Konusu haram olan bir dava açılmaz, mahkemeler onları dinlemez.

Hazreti Musa “düzen”le görevliydi, “din” onun konusu değildi. O sebeple Tevrat cennet ve cehennemden bahsetmez, helal ve haramları da sadece devletin onları koruması ve korumaması bakımından ele alır. Hazreti İsa ise sadece helal ve haramlardan bahsedip emir ve yasakları teyit eder. Yani emirler farzdır, yasaklar haramdır ama dünyevi cezası ile meşgul olmaz. Hazreti Muhammed’in bize ulaştırdığı Kur’an ise hem şeriatı hem de tarikatı bünyesinde bulundurur, Kur’an hem “düzen” kitabıdır hem de “din” kitabıdır. Siyasiler ona “düzen” gözü ile bakarlar, tarikatlar (dini kuruluşlar) ise ona “ittika” gözü ile bakarlar.

İşte, İslâm’da helal ve haram dediğimiz zaman esas olarak bu ana ayırımı yapmalıyız.

Tekrar edersek. İslâm hem “din”dir hem de “düzen”dir.

1. İslâm dini (takva tarafı) yalnız Müslümanlara hitap eder, onlara ne yapacaklarını anlatır, bunları “helal” ve “haram” olarak ortaya koyar. Bunların cezası dünyada değil ahirette verilir; yahut doğal olarak dünyada cezalandırılır, mesela sigara ve içki içen hasta olur. Helal ve haramlar mezheplere ve dinlere göre değişir. Bazı mezheplere göre haram olan diğer mezheplere göre helal olur. Herkes kendi içtihadına göre hareket edeceğinden ahirette de sorulmayacaktır. İnsan içtihat yapıp yamadığından sorumlu olacaktır, içtihadındaki hatasından sorumlu olmayacaktır. İçtihadına göre amel etmemiş olmasından sorumlu olacaktır. Bu alan tarikatların yani dini kuruluşların görev alanıdır.

2. İslâm düzeni ise yalnız Müslümanları değil, bizimle beraber yaşayan bütün insanları ilgilendirir; dinleri ve ırkları ne olursa olsun, isteyen insanlar düzenden eşit şekilde yararlanırlar. Onlar Kur’an’ın dinine göre amel etmekle yükümlü değildirler, amel etmeleri caiz de değildir. Ancak burada herkes düzene uymak zorundadır. Düzende emir ve nehiyler/yasaklar söz konusudur. Bu alan siyasilerin görev alanıdır. Siyasiler siyaset yaparken kendi tarikatlarını ve inançlarını esas almazlar, şeriata/hukuka göre hükmederler.

3. İslâmiyet’te sistem/düzen bucaklarda tesis edilir. 3 bin ile 10 bin arasında nüfusu olan topluluklar bir kabile/bucak oluştururlar ve onlar kendi şeriatlarını/hukuklarını kendileri ortaya koyarlar. Şeriatın/hukukun dört ana kaynağı vardır; 1) akrabalık, 2) komşuluk, 3) emek, 4) sözleşme. Bunlar sayesinde “hukuk” oluşmaktadır.

4. Sözleşmeler de kademelidir. 1) Bir kimsenin “içtihadı” kişinin topluluğa teklifidir. Benimle ilişki kuranlarla içtihadıma göre ilişki kurarım demektir. 2) Sonra “sözleşme”dir. Sözleşme o iki kişi için hukuktur. 3) Bir topluluktaki “icmalar” toplu sözleşmelerdir. Bunlar da hukuktur. 4) Hakemlerin onayladığı “istişareli kararlar” da şeriattır, hukuktur.

“Helal kazanç”tan yola çıktık, buralara geldik; “ilim” ve “sistem/düzen” işte budur.

 

 

Daha ne bekliyorsunuz?!.

Reşat Nuri EROL

Allah’ın rahmeti her şeyi içine almıştır, her şeyi kuşatmıştır, her şeyi kaplamıştır. Helal ve haramlar, emir ve yasaklar insanlar için rahmettir. Allah insanın yararına olan hiçbir şeyi haram etmemiştir, hiçbir şeyi yasaklamamıştır. Allah insanlar için yararsız olan hiçbir şeyi emretmemiştir. O’nun her şeyi rahmettir; azabı da rahmettir, acısı da rahmettir. Acı duyuyorsak bizi uyarmak içindir. Cehennem bile birçok yönüyle O’nun rahmetidir. Allah her şeyi insanların, meleklerin, cinlerin ve ruhların iyiliği için yapmaktadır. İşte bundan dolayı “helal veya haramlar” dediğimizde, aynı zamanda “Allah’ın rahmeti” demiş oluruz.

Madem ki Allah’ın rahmeti her şeyi kaplamıştır, her şeyi kuşatmıştır; bu rahmet mekanların yanında bütün zamanları kapsadığı gibi kıyamete kadar gelecek olan bütün zamanları ve mekanları da kapsamaktadır. Allah’ın rahmeti sayesinde helalleri ve haramları, emirleri ve yasakları insanlar her çağda anlayıp kavramakta ve hayatlarına uygulamaktadırlar.

Gerçekten, Kur’an nâzil olduktan bir asır sonra “müçtehitler” geldiler, “fıkıh ilmi”ni oluşturdular, “helaller ve haramlar” ortaya kondu, “emirler ve yasaklar” ortaya kondu, bu sayede geçmişte koca bir “Hakka dayalı medeniyet” inşa edildi, gelecekte de bu sayede “Hakka dayalı yeni bir medeniyet” inşa edilecektir.

“Tarım dönemi”nin ardından, bugün de zamanımızın yani “sanayi dönemi”nin, “bilgi çağı”nın helallerini ve haramlarını Allah’ın rahmeti sayesinde yine “fıkıh ilmi” bildiriyor. Çağımızın emirlerini ve yasaklarını biz şimdi Kur’an’dan öğreniyoruz; müçtehitlerin öğrettikleri fıkıh usulü, fıkıh metodolojisi ile öğreniyoruz.

“Adil Düzen, Adil Ekonomik Düzen” işte budur.

***

Buradan, bu pencereden, bu bakış açısıyla meselelere bakıldığında, “Adil Düzen, Adil Ekonomik Düzen” Allah’ın bize ulaştırmış olduğu rahmetin adıdır.

Hatalar bizim, doğrular O’nundur.

Biz okumalarımız, araştırmalarımız, çalışmalarımız, denemelerimiz, uygulamalarımız ve en sonunda önerilerimizle ‘böyle yapalım, böyle yapılsın, böyle yapılırsa iyi olur, çağımızın sorunları ancak bu şekilde çözüme kavuşturulabilir’ dediğimiz zaman; bütün bunları sadece insanlara rahmet olsun diye söylüyoruz… Söylemeye ve Allah’ın rahmetini hatırlatmaya hep devam edeceğiz…

Demek ki neymiş?

Adil Düzen… Adil Ekonomik Düzen…

Allah’ın zamanımıza, bize ve bütün beşeriyete sunduğu rahmetmiş.

***

Allah’ın bu rahmeti olmasaydı…

Çağımızda “Sosyal Tufan” seviyesinde zulümlere sebebiyet veren ve artık yıkılıp gitmiş olan “komünizm” veya “sosyalizm” (Sovyetler Birliği) ile hâlen yıkılmakta olan “faizci zalim kapitalizm” ile onun irili ufaklı bütün versiyonları olan nice “izm/lere” karşı nasıl ve nereden “Adil (Ekonomik) Düzen önerisini” ve “III. Bin Yıl Medeniyet projesini” sunacaktık; nasıl ve nereden “alternatif” takdim edecektik? 

İşte… Helal ve haramlar, emir ve yasaklar insanı “doğal ve sosyal” her türlü kötülüklerden koruyan “kale”dir. Bunun böyle olduğuna inanmak, iman etmek, kabul etmek ve oraya girmek “ittika”dır; bütün bunların genel sonucu da “Allah’ın bize rahmeti”dir.

Helal ve haramlar başta olmak üzere, Allah’ın hükümlerini kabul etmeyen, helal ve haramlara uymayan, emir ve yasakları dinlemeyenler, “doğal veya sosyal tufanlar” içinde helâk olacaklardır. Nitekim “komünizm ve kapitalizm” başta olmak üzere bütün “izm”ler, bütün “rejimler” ve onlara dayalı bütün “diktatörlükler” bir bir yıkılıyor…

İstisnasız herkese ve bütün beşeriyete sesleniyoruz: Allah’ın rahmetine yani “Adil (Ekonomik) Düzen”e sığınmak için daha ne bekliyorsunuz; ne bekliyorsunuz?!.

 

 

Yeni ekonomi düzeni gerekli

Reşat Nuri EROL

Anadolu Gençlik İstanbul Şubesi, Çalışan Gençlik Komisyonu, “Helal Kazanç Seminerleri” düzenledi; seminerler halen devam ediyor... Geçen hafta sonu, Ümraniye Anadolu Gençlik Şubesi’nde “Helal Kazanç” deyip konuştum ve yedi yazı yazdım... Meseleyi toparlayalım; bu yazı -şimdilik- sonuncu yazı olsun, bilahare devam ederiz…

İnsan topluca üretip ayrı ayrı tüketecek şekilde yaratılmıştır. İnsandan başka böyle özellikleri olan bir varlık yoktur. İnsan diğer canlılardan dört özelliği ile ayrılır. 1. İnsan hem topluluk içinde yaşar hem kişiliğini korur. Oysa diğer canlılar ya topluluk içinde yaşarlar kişilikleri kalmaz, ya da ayrı ayrı yaşar toplukları olmaz. Topluluk içinde yaşadığı halde kişiliğini muhafaza eden ve hür olan yalnız insandır. Bu da ancak kurallara uymakla sağlanır. Kuralların bozulduğu yerlerde yöneticilere uymakla “düzen” devam eder. 2. İnsanın diğer bir özelliği olarak, insanlar ortak çalışarak birlik oluştururlar, sonra bölüşerek ayrı ayrı tüketirler; insanların böyle bir “düzen”leri vardır. Bu da canlılar içinde yalnız insana mahsus bir özelliktir. Diğer canlılar ortak çalışırlarsa ortak tüketirler. 3. İnsanın başka bir özelliği de iç içe teşkilatlanmasıdır. Bu sayede tüm insanlar tek ümmet olmuşlardır. Başka canlılarda iç içe organizasyon yoktur. Bu “düzen” de ancak kurallara uyarak hareket etmekle gerçekleşir, yöneticileri dinlemekle sağlanır. 4. Nihayet insanlar “düzen” olarak birbirleri ile ya ayrılırlar ve ayrı yaşarlar veya savaşırlar. Oysa insan dışındaki diğer bütün canlılar ya savaşırlar yahut uyum içindedirler. Bu maddelerde işaret edilen hususlar; eğer kurallara uygun hareket edilmezse, yetkililerin kararlarına uyulmazsa, yapılan işlerde uyum olmaz, birinin yaptığı diğerine uymaz, hattâ diğerinin yaptığını da bozar ve ameller bâtıl olur; “düzen” sağlanamaz.

Avrupalılar planlı, programlı, projeli, kurallı, uyumlu ve düzenli işler yaptıkları için hakimdirler, bizden zahiren kat kat ileridedirler. Müslümanlar ise medeniyet ve düzenlerinin yaşlanması sonunda, eski kurallar uygulanamadığı için kuralsız yaşamaya başlamışlardır.

“Düzen” kurmaya çalışanların en çok karşılaştıkları zorluk; kuralsız hareket etmeye, disiplinsiz hareket etmeye alışmış insanları kurallı ve disiplinli şekle getirmektir. Basit bir üretim uygulamasında da bu böyledir. İstişare ile kurallar konmalı, kurallar ittifakla oluşmalı ama sonra herkes o kurallara uymalı, yahut herkes kendi koyduğu kurala uymalıdır. Nitekim savaşlar da disiplin ve eğitimle kazanılır. Kurallı hareket ve uyumlu hareket edilirse zafere ulaşılır. Yani Allah’a itaat etme ve yetkiliye itaat etme prensibi. Herkes kendi kurallarına başkalarının uymasını istemekte, başaramayınca da terk edip ayrılmaktadır. Kuralsız hareket ettiklerini gördüğünde çalışma arkadaşları terk etmektedir.

İlmî araştırma ve çalışmalarda ne kurallar vardır ne de itaat vardır. Herkes kendi araştırdığını, öğrendiğini ve bildiğini savunur. İlmî araştırma ve çalışmalarda kuralların içine gömülmek hatadır. Yeni delil yeni ilmî sonuca götürür. Dinde ise kurallar vardır, itaat yoktur; insanlar içtihatlarına uyuyorsa itaat ederler. Herkes kendi içtihadı ile hareket eder. İtaat askerlikte ve iş/ekonomi hayatında vardır. Askerlikte yöneticiler öndedir, sonra kurallara uyulur. Ekonomide ise kurallar öndedir, yöneticilere kurallar çerçevesinde uyulur. Ekonomide kurallara itaat hakimdir, askerlikte ise komutana itaat hakimdir.

Tekrar başa dönelim ve soralım; “Yeni Ekonomi Düzeni”ne neden ihtiyaç vardır? Tarım döneminden sanayi dönemine geçilince kimse kendi ürettiğini tüketmiyor, başkasının işinde çalışıyor; bunun sonucunda “sömürü ve işsizlik sorunu” ortaya çıkıyor… Kur’an işsizlik sorununu çözecek ve mucizesini gösterecektir. İşsizlik sorunu içinde halkın Kur’an düzenine gelmesi beklenemez. Cahiliye dönemindeki Mekke’de sahte mabutlar putlardı; her kabilenin putu vardı, kabileler bu putlara tapıyorlardı. Dünün sahte tanrıları “putlar” idi, bugünün sahte tanrısı ise “karşılıksız faiz parası”dır. Bugünün insanları paraları olursa her sorununu ve sosyal hastalığı tedavi edeceklerini sanırlar; oysa o “sahte para” tedavi etmez, sadece hastalığın ömrünü uzatır. Hz. İbrahim ve Hz. Muhammed gibi; çağımızın bu putunu ancak “alternatif sistem, ‘Adil Ekonomik Düzen’ kuruluşları” ile yıkabiliriz. Ve’s-selam…

 

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3488 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2677 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2651 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2166 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2542 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2565 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2300 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2204 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2617 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2496 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 2005 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2362 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2311 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2459 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2455 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2416 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3066 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2689 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2684 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2765 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2972 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3048 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3448 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5509 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3570 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3096 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3885 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3736 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3443 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3896 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3853 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4134 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4667 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3986 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3870 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2882 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2969 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3975 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7762 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5643 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4197 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3599 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3740 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4760 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4477 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4770 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4690 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4846 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4571 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3420 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4494 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3646 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5198 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3874 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5185 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5047 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4958 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3565 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3496 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3707 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5194 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4224 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5456 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4104 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5292 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4489 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4444 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4597 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4790 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5345 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4134 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5283 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4548 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3864 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4413 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4615 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4147 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4121 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4105 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4560 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5672 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9865 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4675 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3726 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3876 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3369 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3404 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3762 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5727 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4265 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3462 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler