Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 599
MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ -5-B.AYETLER
19.02.2011
2753 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 44 YILDIR ÇALIŞIYOR....2009...2010...2011

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜNYA DÜZENİ 599

“ADİL DÜNYA DÜZENİ III. BİN YIL MEDENİYETİ PROJESİDİR.”

“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 599. Hafta         19 Şubat 2011        Fiyatı: www.akevler.biz’e tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR.. ÇOĞALTABİLİR.. DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 599. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?”    (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.”     (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ,  Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Tefsir Seminer Notları Yenibosna’da Cumartesi akşamları okunup tartışılmaktadır.

GAYEMİZ: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada “OKUNMASI, ANLAŞILMASI VE UYGULANMASI”DIR.   Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

***

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;

MISIR VE “ADİL DÜZEN”

SEÇİME  DOĞRU

TÜRK MİLLETİ NE İSTİYOR? DÜNYA NEREYE GİDİYOR?

***

*ÜSKÜDAR SEMİNERLERİ;   149. SEMİNER

Her Hafta ÇARŞAMBA akşamı; Adres: EMİNEVİMKısıklı Cad. No: 36  Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL  Tel: (0216) 444 36 46

SOHBET…    SEMİNER…    SORULAR-CEVAPLAR…

***

Faizli sistem kendi kendini öldürür!

Sorunların ana sebebi faizli sistemdir

Faiz batırır, köy sattırır! (iki yazı yazıldı)

Faiz; tarımı, bütçeyi, her şeyi batırıyor

Tarım ve hayvancılık nasıl batıyor?

Reşat Nuri EROL

***

MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 7

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَوْفُوا بِالْعُقُودِ أُحِلَّتْ لَكُمْ بَهِيمَةُ الْأَنْعَامِ إِلَّا مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَأَنْتُمْ حُرُمٌ إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ مَا يُرِيدُ (1) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَائِرَ اللَّهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَائِدَ وَلَا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَانًا وَإِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُوا وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَنْ صَدُّوكُمْ عَنْ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَنْ تَعْتَدُوا وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ(2) حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللَّهِ بِهِ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّطِيحَةُ وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ إِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَأَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْأَزْلَامِ ذَلِكُمْ فِسْقٌ الْيَوْمَ يَئِسَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ دِينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِي الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمْ الْإِسْلَامَ دِينًا فَمَنْ اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِإِثْمٍ فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (3) يَسْأَلُونَكَ مَاذَا أُحِلَّ لَهُمْ قُلْ أُحِلَّ لَكُمْ الطَّيِّبَاتُ وَمَا عَلَّمْتُمْ مِنْ الْجَوَارِحِ مُكَلِّبِينَ تُعَلِّمُونَهُنَّ مِمَّا عَلَّمَكُمْ اللَّهُ فَكُلُوا مِمَّا أَمْسَكْنَ عَلَيْكُمْ وَاذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَيْهِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ (4) الْيَوْمَ أُحِلَّ لَكُمْ الطَّيِّبَاتُ وَطَعَامُ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنْ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنْ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ إِذَا آتَيْتُمُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ مُحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَ وَلَا مُتَّخِذِي أَخْدَانٍ وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْإِيمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ وَهُوَ فِي الْآخِرَةِ مِنْ الْخَاسِرِينَ (5)

***

الْيَوْمَ أُحِلَّ لَكُمْ الطَّيِّبَاتُ وَطَعَامُ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنْ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنْ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ إِذَا آتَيْتُمُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ مُحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَ وَلَا مُتَّخِذِي أَخْدَانٍ وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْإِيمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ وَهُوَ فِي الْآخِرَةِ مِنْ الْخَاسِرِينَ (5)

 

إِذَا

(EiÜAv)

“Edince, ettiğinizde”

İza” zaman zarfıdır. Şartı da içerir. Diğer zarflardan farkı şudur. Birisine 50 TL ücret verirsiniz, ‘cuma günü bana gel, çalış’ dersiniz. Verdiğiniz para onun çalışması için sebeptir. Cuma günü sadece zarftır, vücup için illettir. Eğer baştan para vermemiş, sadece akit yapmışsanız, Cuma günü çalışırsa 50 lirayı istihkak eder. Cuma günü zarftır ama aynı zamanda şarttır. Çalışırsa onu istihkak eder. “İn” yani “ise”den farkı; “ise” yani “İn”de olup olmaması söz konusu değildir. Halbuki “İza”da olması beklenmektedir. Olması gerekmektedir. Bu durumda “İn” değil de “İza” getirilmesiyle “onlarla evleniniz ve ücretlerini veriniz” denmektedir.

Kur’an’ın başka âyetinde “sizden eyamayı evlendiriniz” denmektedir.

Oradaki “sizden”in anlamı nedir? Mü’min olması mı, yoksa aşiretinizdeki kimseler mi, kabilenizdeki olan kimseler mi kastedilmektedir?

Buradan anlıyoruz ki, oradaki “sizden” sizin dininizde olanları değil de, sizin aşiretinizde olanları, kabilenizde olanlar anlamındadır.

Burada “İza” kelimesinin gelmesi, ister mü’min olsun ister müslim olsun, sizden önce kitap verilenlerden olanları da evlendiriniz denmiş oluyor.

Burada bir şey daha anlamış oluyoruz.

Hıristiyan ve Yahudilerle evlenmemiz helal kılınmıştır.

Burada bir soru akla geliyor: Hindu ve Budistlerle de evlenebilir miyiz?

Evet, onlarla da evlenebiliriz, ancak onları evlendirmekle mükellef değiliz.

Oysa Hıristiyan bir kadın kocasız olsa, onunla evlenmek aynı zamanda vecibedir.

آتَيْتُمُوهُنَّ

(EAvTaYTuMUvHUnNa)

“Onlara ita ettiğinizde.”

Siz verdiğinizde denmektedir. Kocası verirse demiyor. Gerçi fiildeki zamir çoğul, mef’ul de çoğul olursa, her biri her birine ait olur. “Eşleriniz” dendiği zaman herkesin kendi eşi anlaşılır. Öyleyse neden çoğul getirilmiştir? “Sizden biri heladan gelirse”de olduğu gibi; “sizden biri evlenirse” şeklinde olabilirdi. Çünkü evlilik sosyal müessesedir. Önce evlenmek asıldır. Çünkü evlilik farzdır. Sonra evlilik  birtakım yasakları ve farzları içermektedir. 

Evlilik çocuk yetiştirme ortaklığıdır.  Çocuk topluluğa aittir, 15 yaşına geldiği zaman topluluğa ait olacaktır. Demek ki evlilik topluluğa ait borcun eda edilmesi için yapılan akittir. Sadece karı-koca arasındaki akit değildir. Sonra, kadındaki rahim kadına ait değildir, topluluğa aittir. O sebepledir ki zina yasaklanmaktadır. Çünkü kadın rahmini kendisi var etmemiştir, Allah ona vermiştir. Bütün canlılarda olduğu gibi insanda da korumuştur.

Burada başka bir şart getirilmiştir, evlenen erkek mutlaka kadının ücretini verecektir. Ücret vermeden evlilik caiz değildir. Evlilik demek; 1) evlendirmek farzdır, 2) evlilik dışı ilişki yasaktır, 3) evlilikte kadına mutlaka ücreti verilmelidir, 4) evlilik sıhri akrabalıkları doğurur. Boşanma bu akrabalığı bitirmez. Usul ve füru’ ile evlenmeleri caiz değildir.

Evli olanlara nafaka vermek ayrıdır, onlara mihir vermek ayrıdır.

Mihir nedir?

Mihir, topluluğa ait olan rahmi muhafaza eden kadına ödenen muhafaza ücretidir. Yani sen topluluğa ait olan rahmine sahip çıktın, onu korudun; öyleyse senin buna karşılık mihir alman gerekir demektir.

O zaman evlenmeyen kadına da mihir verilmesi gerekmez mi?

Gerekmez, çünkü muhafaza etmiş ama aynı zamanda hapsetmiştir. Topluluğun malını topluluğa teslim etmemiştir. Dolayısıyla kadın mihri ancak evlendikten sonra istihkak eder.

أُجُورَهُنَّ  

(EuCUvRaHunNa)

“Ücretlerini”

Burada çoğul çoğula izafe edilmiştir. Her kadın kendi ecrini alacaktır. Bu ecri koca ödeyecektir. Ancak koca aciz kaldığında topluluk onu ödeyecektir.

Şöyle bir sorunla karşı karşıya kalırız.

Koca mihrin ödenmesinde aciz kalırsa mihri kim ödeyecektir?

Elbette bunu onları evlendirmekle mükellef  olan kimseler ödeyecektir.

Kimdir bu evlendirmekle mükellef olan kimseler?

Burada yanlış anlama mevcuttur. Genel olarak evlendirme mükellefiyeti anne babasına verilmektedir. Bu yanlıştır. Çocuk 15 yaşına geldiği zaman baliğ olur ve artık tam ehliyete sahip olur. İster erkek ister kız olsun, artık onun işlerine karışmaya kimsenin yetkisi yoktur. Her türlü kararları alıp uygulamakta tam hürdür. Sorumluluk da kendisine aittir. Ne annesi, ne babası, ne kardeşi, ne oğlu yaptıklarından sorumlu değildir. Sorumlu olunmayan yerde yetki de yoktur, görev de yoktur. O halde evlendirme görevi başka müesseseye aittir.

1)      Bu müessese aşiret olabilir. 10’a yakın aileden oluşan ocak/aşiret sakinleri aralarındaki evli olmayanları evlendirmekle mükelleftirler. Ne var ki o zaman mihir ödemek de onlara düşer. Ev yapıp yerleştirme de onlara düşer. İş bulma da onlara düşer. Bu yükü bir aşiret/ocak taşıyamayacağına göre, bu yükü ocakta tutmak vus’unun üstünde yük tahmilidir, âyete aykırıdır.

2)      O zaman bu yük kabileye yani bucağa düşmektedir. Bunun için bucaktaki bütçede buna bir fon ayırmamız çözüm olacaktır. Bu fon hangi fasıldan olacaktır.

a)      Fakirlik faslından olabilir. Yeni baliğ olan bir genç nereden zengin olacak, zengin ise sorun yoktur. Demek ki fakirlik faslından düşen pay ile bu mihir ve nafaka ödenebilir. Ancak yetmeyeceği için gelecek yıllardan mahsup etmek üzere kendisine karz-ı hasen verilir. Mihir meselesi böyle çözülür.

b)      Nafaka ise miskinler faslından çözülür. Eğer koca miskin ise ona mesakin faslından pay verilecektir. Bu paylar nüfusa göre dağıtılır. Evli olan kadınlara verilemez, kocalarına verilir. Kadın zengin olsa da koca karısına nafaka hakkını bu fasıldan alır. Bu borç olmaz.

c)      Amilin ve müellefe-i kulub fasıllarından buraya bir şey aktarılamaz.

d)     Garimin yani borçlular faslından aktarılabilir. Çünkü mihir borçtur, ödeyememiştir. Onlara öncelikle verilebilir.

Bu ayrıcalığın tanınması başka bir sorun getirmiştir.

Borçlular faslından yardım alabilmek için borç meşru yoldan edilmelidir. Kumarda iflas edenin borcuna borçlular faslından pay ayrılmaz. O halde ödemede borçlar arasında ayrıcalık tanıyoruz. Demek ki mihir borcuna da ayrıcalık tanıyabiliriz.

Yine başka bir fıkhi sorun daha çıkmaktadır. Madem ki evlendirmek farzdır. Mihir de topluluk tarafından karşılanmalıdır. O halde mihir borcundan dolayı hacr edilemez. Fıkıhta da hüküm böyledir.

Kıyas yapılarak, kefalet borcundan dolayı hacr edilmediği gibi kefalet tarafından borcu ödenmiş biri de hacr edilemez. Kefil ödediği borçtan dolayı hacrini isteyemez.

Fıkıh ancak sistemi öğrenmekle öğrenilir.

Yoksa kanunlarla başkalarının içtihadı uygulanamaz.

Bu sebepledir ki ilçelerde zakir hakemler bulunacak; bunlar hakemlik yaparken çözülmüş meseleleri uygulayacaklardır. Çözülmemiş meseleleri bölgedeki fakih hakemlerden soracaklar, onların fetvaları ile hükmedeceklerdir. Bölgedeki hakemler de çözemiyorlarsa, kıta merkezindeki rasihlere soracaklardır.

Bugün hakimin kararı temyiz edilmektedir. Yani karardan sonra bozulmaktadır. Oysa İslâmiyet’te karar almadan önce hakemler müçtehitlerinden fetva almaktadırlar.

Ucurahunne” kelimesi Kur’an’da altı defa geçmektedir. Biri süt annelerine verirken ücretlerdir. Diğeri ise kocaların karılarına ödedikleri ücretlerdir. Bir yerde de ücretleri yerine sadukaları denmektedir. Saduka sadaka demektir. İslâmiyet’te mecburi vergi yoktur. Kişi kendi isteğiyle vergisini verir. Vermezse, başkana olan sadakatini göstermemiş olur. Sonunda ve sonuç olarak onun canı korunur ama malı korunmaz. Kadın da kocasına sadıktır. Bu sebeple kocasının da ona sadık olması gerekmektedir.

“Ücret” ile “sadukat” arasında ne fark vardır?

Ücret zamanla orantılı olarak artmaktadır. Oysa saduka bir defaya mahsus olarak verilmektedir. Ücret bütün nikahlarda geçerlidir. Oysa saduka nikah için bir defa tahakkuk etmektedir. İslâm nikahı ile evlenme hem müminlere hem de müslimlere meşrudur. Muta nikahı da böyledir. Muta nikahında ücret vardır, mihir yoktur.

Miras var mıdır?

Miras hükümleri Nisa Suresi’nde geçmektedir. “Yaeyyuhennasu” diye başlamaktadır. O halde müslimlerin de İslâm nikahı ile evlenmeleri gerekmektedir. Onlar arasında da miras vardır. Miras sadece muta nikahında yoktur.

Buradan şu sonuca varabiliriz. “Sadukat” kelimesinin geçtiği âyet mihri, diğeri ise mihirsiz de olsa ücreti içermektedir. “Nıhlaten” kelimesi geçmektedir. İki türlü mihir vardır. Biri peşin ödenen (muaccel) mihirdir. Bir de ileride ödenen (müeccel) mihirdir. Mihir dört şekildedir.

a)      Muaccel müsemma mihir. Hemen ödenecek olan belli mihir. Bunun nıhla olması gerekir, yani asgari mihirden az olmaması gerekir.

b)      Muaccel gayri müsemma mihir. Bu insan diyeti gibi midir? Yoksa herkese göre değişir mi? Kadına göre mi, yoksa erkeğin varlığına göre mi değişir? Bi’l-maruf dendiğine göre asgari mihir değildir. Madem biri nıhla diğeri maruftur, bu örf hakemlerin takdirine bırakılmamış, topluluğun belirlemesi istenmiştir. Demek ki bucaklar asgari mihri tesbit ettikleri gibi, belirlenmemesi hâlinde de bir mihir tesbit edeceklerdir. Bu kocanın mal varlığı ile alakalıdır.

c)      Müsemma olan müeccel mihirlerin de asgarisi belirlenmiş olmalıdır. Fark yapılabilir mi, fark yapılırsa faizi olmaz mı? Talep edilmeyen borçtur. Yani ancak boşanma olursa talep edilebilmekte, boşanma olmazsa ancak miras taksiminde talep edilebilir.

d)     Müsemma olmayan muaccel mihirde özel hüküm geçerli olacaktır.

Şöyle ki, mirasta eşlerin payı altıda birdir. Tereke ikiye ayrılır, yarısı vârislere kalır. Onlar çocuklardır, bire iki bölüşürler. Yarısı ise vârislerin dışında en yakın akrabalara kalır. Bu da anne baba ve eştir. Üçü eşit olarak bölüşür. Kadın erkek eşittir. Ancak ödenmiş mihrin iadesi zor olduğu için mihrin iadesi yerine payda tenzilat yapılacaktır. Biz şu hükümler üzerinde durulmasını öneriyoruz. Henüz kesinleşmiş içtihadım değildir.

a)      Müsemma muaccel mihirlerde asgarisi belirlenmelidir. Bu marufla olacaktır. Her bucak bu asgari miktarı ayrı olarak belirler. Herkes için eşittir. Zengin fakir aranmaz.

b)      Müsemma müeccel mihirde boşanma olursa müsemma mihir alınır. Asgarilik şartı mahfuzdur.

c)      Müsemma müeccel mihirde ölmesi hâlinde kadın mihrini alır ve sonra dörtte veya sekizde bir vâris olur. Erkek mihir verir, sonra dörtte bir vâris olur.

d)     Müsemma olmayan mihirde taraflar altıda bir alırlar ve mihir ödemezler.

Kadınlara verilen mihire “saduka” ve nafakaya “ücret” diyoruz. Süt anneler için de ücret denmektedir. Demek ki nafaka ile ilgili hükümler işçilikte ücretle ilgili hükümleri de içermektedir. Bazı hükümleri karşılaştırabiliriz.

1-      Ücret belirlensin belirlenmesin, çalışan ücreti istihkak eder. Kirada durum böyle değildir. Kirada kira belirlenmemişse iare olur.

2-      Ücret anlaşmalarında asgari ücret esastır. Asgari ücretten az yapılan anlaşmalar geçersiz olup asgari ücretle ödeme yapılır.

3-      Malların veresiye satışları gayrimeşru olduğu halde işçilik tecil edilebilir. Tecilden önce talep edilemez.

4-      İş anlaşmasında işçi peşin para alamadığı işi yapmayabilir. Yani işçiye peşin ödeme asıldır. Nikahın akdinde mihiri olmadan kendisini teslim etmeyebilir.

5-      Müsemma olan mihir muacceldir. Müsemma  olmayan ücret muacceldir. Yani mal satılınca ödenir. Satılmadan talep edilemez.

Şimdi başka konulara da işaret etmemiz gerekmektedir.

Nafaka bakımından eşler eşit midir?

İslâm nikahında eşittir. Koca ne yerse kadınlar da onu yerler. Muta nikahında ise her biri ile ayrı ayrı anlaşmaya göre ödenir. Mihirde eşitlik şartı yoktur.

Burada şöyle bir soru ile karşılaşılır: Erkek, muta nikahı ile evli olan bir kadına İslâm nikahı ile evli olan kadından daha az nafaka verebilir mi?

Bu sorunun cevabını şöyle verebiliriz.

Muta nikahı ile de evli olsa eşinin pişirdiği yemeği yeme hakkı vardır. Erkek malzeme temin eder, kadın yemek pişirir. O halde erkek kendi yediğini İslâm nikahı ile evli olan kimseye de yedirmekle mükellef olduğu için nafaka muta nikahındakinden az olamaz. İslâm nikahı ile evli kadın farklı talep edebilir.

مُحْصِنِينَ

(MuXÖıNIyNa)

“Muhsin olarak.”

İhsan etmek” korumaya almak demektir.

Kadın muhsandır, Erkek ise muhsındır.

Kadın muhsandır demek, artık başka erkekle evlenemez demektir. Boşanması ve iddetini doldurması gerekir demektir. Erkek muhsındır, yani onu korumaya almıştır demektir. Erkeğin muhsınlığı da, karısından gizli başka kadınla evlenemez demektir. Nikahta şahitliğin şartı aleniliktir. Bunun sebebi şudur. Yeniden evlenen erkeğin eski karıları ayrılıp gitme haklarına sahiptirler. Onların bu haklarını kesmek zulümdür. Onun dışında, doğacak çocukların nesepleri çok açık bilinmelidir. Aksi halde kardeşler evlenmiş olurlar.

Fıkıhçılar muhsından maksat evli olmak şeklinde yorumlamaktadır. Oysa burada evlenebilmenin şartı olarak değil, vasfı veya hâli anlatılmaktadır.

Muhsın olmanın başka mânâsı da evli hâle gelip artık boşanma dışında evliliğin feshi yoktur. Yani kadın iddeti beklemeden başkasıyla evlenemez. Boşanmış olsa bile karısının nafakasını ve suknasını temin etmek kocaya aittir.  Kadını korumak erkeğe ait oduğu için faili meçhul cinayetlerde diyeti kocasının âkilesi öder.

Burada “muhsanat”ta olduğu gibi “muhsının” kelimesi de kurallı erkek çoğul olarak geçmektedir. Kadını koruma görevi erkeğin asabesine aittir. Yani yalnız koca değil, akrabalar da birlikte kadınları koruyacaklardır. Din ayırımı gözetmeksizin insanların karı koca oldukları belirlendiğine göre insanların inançlarına asla baskı yapılmayacaktır demektir. İnsanlar anladıkları şekilde inanacaklar ve yaşayacaklardır. Karı koca hukuku da inançlara göre değil, şeriata göre düzenlenecektir demektir. Bugün nasıl bir fabrikada çalışırken senin inancını değil yaptığın işi nazarı itibara alıyorlarsa, evlilikte de durum budur. Bu sebepledir ki zina meşru yapılmaz. Yani hiçbir bucak zinayı meşru yapmaz. Zinanın meşru olması çevreyi de ifsad eder. Zinayı meşru kılan topluluk şirk içindedir. Oraya girmek de yasaktır. Onlar bize gelirlerse öldürürüz. Biz de onlara gidemeyiz.

Avrupa topluluğunda (AB) durum nasıldır?

Onlar Katolik nikahı ile evlidir. Birden fazlasıyla evlenemezsiniz, karınızı boşayamazsınız da. Onlar bekarların zinasını kabul etmiyorlar. Onlar resmi olmayan nikahı nikah kabul etmiyorlar. Bu sebepledir ki “Adil Düzen”in en çok uğraşacağı husus bu konudur. Ne var ki kendi düzenini kurduğu, zinayı kendi anlayışı şeklinde tarif ettiği zaman bu sorun da çözülecektir. Dünya bugün bu konuda da cahiliye dönemini yaşamaktadır.

Zina demek, bir kadının gizli veya evlenmesi yasak olan birisiyle cinsi ilişki kurması demektir. Buna zina cezası verilir. Evlenmeleri meşru olan kimselerin aleni akitle cinsi ilişki kurmaları zina değildir. Kadın için konan vecibe, iddet doldurmadan bir başkasıyla ilişkiye girmemesidir. Bu durum ihsan durumudur. Yakınlısı ile ilişkide bulunan zina yapmış olur. Bu durum erkek veya kadın için değişmez. Bir de gizli ilişki zinadır. Kadın ve erkek için değişmez. Kadın muhsandır. Erkek de muhsındır.

غَيْرَ مُسَافِحِينَ  

(GaYRa MuSaFIXIyNa)

“Müsafihîn olmaksızın”

Mesfuh” akan kan için kullanılmış bir sıfattır. Dışarıya atma demektir. İlk anda mânâsı meninizi dışarı akıtmayın mânâsında anlaşılmaktadır. Bu mânânın verilmesi kadınlar için söz konusu olamayacağı için burada “safah”ın başka mânâsı olmalıdır.

İslâmiyet’te çocuk aldırmak cinayettir. Bu fiili işleyenler onda bir diyet öderler. Azl yani çocuk yapmamak ise meşru sayılmıştır. Gerçi Kur’an’daki birçok âyetler bunu yasaklamaktadır. Bunların başında veletlerinizi imlak haşyetiyle öldürmeyiniz denmektedir. Öldürmedeki yasaklığın illeti imlak haşyetidir. O halde çocuk yaparsak nasıl geçiniriz deyip çocuk yapmamak men edilmiştir. Çünkü infak topluluğa ait bir görevdir. Başka sebeplerle; ilim yapmak, kazanıp zekat vermek gibi sebeplerle çocuk yapmamak meşrudur; bu sebeplerle evlenmemek de meşrudur.

Müsafıh olmaksızın” denmektedir ve bu kurallı çoğul yapılmaktadır.

Toplulukların çocuk yapma yasağı getirmeleri gayri meşrudur. Çin’de bir çocuktan fazlasını yapmak yasaklanmıştır. Buradaki musafih olmaksızın mânâsını verebiliriz. Kadınlar için de benzer mânâ verilebilir. Çok çocuk yapan kadınların birbirlerini kınadıkları görülmüştür, çocuk yapmayı kötü bir şey gibi kabul ettikleri görülür, çok çocuk yapan kadın, kadınlar arasından kınama vesilesi olur.

Sefahat” kelimesini eğlenme, zevk alma anlamında kullanmaktayız. Yani evlilik sadece zevk için değil de, aile müessesesini kurmak ve çocuk yetiştirmek amacıyla tesis edilmelidir. Bu sebepledir ki eşler arasında çocuk yapmamak üzere yapılan evlilikler gayri meşrudur. Şartı iptal edenlere göre şart bâtıldır, evlilik sahihtir. Akdi iptal edenlere göre akit bâtıldır. Kelime burada erkek kurallı çoğul getirildiği için topluluğun o şartı bâtıl sayacağı anlamındadır. Yoksa nikahı yasaklayacağı anlamına gelir ki bu elbette meşru değildir.

İnsanlar sosyal evrim yapacak şekilde yaratılmışlardır. Evrim demek işbölümü demektir, beraber olmak demektir; bu da kurallara uymak demektir. Kurallara uymak demek yenilik yapmamak demektir. Demek iki zıt şey arasındadır. Bir taraftan kurallara uyacak, diğer taraftan kuralların dışında kalarak evrim yapacaktır. Bunun için insan çalışmada kurallara uyacak, yaşamada kurallar dışında içtihat yaparak evrim yapacaktır. İşte bu sebepledir ki insan aile içinde yaşar, ilk yaratıldığı günden bugüne kadar aile içinde yaşamıştır.

Diğer canlılar ancak olgunlaşıncaya kadar anne babaları ile yaşadıkları halde, insan aile içinde doğar, aile içinde büyür, sonra kendisi aile kurar ve aile içinde ölür. Bu sayede sosyal evrimi gerçekleştirir. Çünkü evrim demek, eski şeyleri öğreneceksin, keşifler yapacaksın, sonra yenilikleri öğreteceksin.

İnsan ilk 33’lük yıllarında öğrenmekle vaktini geçirir. Sonraki 33’lük yıllarında keşifler yapar, evrime katkılarda bulunur. Son 33’lük yıllarında da öğrendiklerini öğretir.

İşte, beşikten mezara kadar öğrenmek ve öğretmek durumunda olduğumuz için aile dışında kalamayız. Aileler ve ailelerin oluşturduğu aşiretler bu aktarma işini başarmaktadırlar.

İnsanlar aile müessesesini yaşatmak zorunda oldukları için sürekli cinsi arzu duymaktadırlar. Oysa diğer canlılar ancak döllenecekleri zaman böyle arzu duyarlar. Yine aile müessesesini yaşatmak için zina yasağı getirilmiştir. Bu suretle insanlar evlenmeye zorlanmaktadırlar. İnsanların evlenecek şekilde yaratıldıklarına dair biyolojik delil bekaret zarıdır. Diğer canlılarda bekaret zarı yoktur.

İşte, evlenmek insanların zevklerini tatmin için değil, aile müessesesini yaşatmak içindir. Aile deyince sadece çocuk yapan müessese demek değildir.

Ailenin görevleri şunlardır.

a)      Çocuk yapıp yetiştirmek.

b)      Yaşamada işbölümü yapmak; kadın ev işlerini, erkek dışarıdaki işleri yapar.

c)      Küçüklük, yaşlılık, sakatlık veya hastalık durumlarında dayanışma içinde olmak.

d)     Eğitimi gerçekleştirerek sosyal evrimi sağlamak.

İşte bu görevlerin yerine getirilmesi için evlilik gerekmektedir.

İnsanın sırf zevk almak için evlenmesi haram edilmiştir. Zevk alma ailenin oluşması için bir illettir, hikmet değildir.

Kadının da erkeğin de evlilik müessesesinin mânâsını bilmesi ve ona göre evlilik yapması gerekmektedir. Muhsın ve muhsan olma aile içinde işbölümünü ifade eder. Dayanışma ise gayri musafıh olma anlamını getirir.

Evlilerin meşru evlilik yapabilmeleri için öncelikle evlilik anlaşması yapmalıdırlar. Eşlerinden ne isteyeceklerini baştan bildirmelidirler.

İkincisi ise çıkan nizalarda hakemlere başvurmalıdırlar. Hakemin birisini erkek, diğerini kadın tarafı seçmelidir. Baş hakemi hakemler seçmelidir. Onların kararlarına uymanın Allah ve resulünün kararına uymak olduğunu bilmelidirler. Hakemler bir taraftan sözleşmede olan hükümlere göre hükmederler, diğer taraftan sözleşmede hüküm yoksa kendileri hükümler koyup hükmederler. Kelimelerin kurallı çoğullarla getirilmiş olması sözleşme ve hakemlik müessesesinin yaşatılması gerektiğini de içerir.

وَلَا مُتَّخِذِي

(Va Lav MütTaPiÖIy)

“Ve müttehiz olmaksızın.”

Hazv” gevşemiş kulaktır. Hayvanlar yorulunca kulakları aşağı düşer. Mecazi olarak pes demek, teslim olmak demektir. Açık el de avuç da hazvdır. Avuçladığınız zaman “ehz” olur. “E” harfi tadiye için veya nefy içinde olabilir. Zamanla sondaki “vav” harfi düşmüş, “elif” yok olmuştur. Ezel zail olmaz demektir. “Ahad” hududu olmayan demektir. “Eman” mena içinde olmak demektir. Avuçlamak veya almak mânâsında olan “ehz”ın iftial bâbı “ittihaz” olur. “Hemze” burada “te”ye dönüşür.

Burada Fatiha’daki kalıp kullanılmıştır, “gayr”dan sonra “ve la” gelmiştir. “Gayr” ile “la” birlikte gelmiştir. “Gayri insanin” demek, insan olmayan her şey, ayrı ayrı her şey demektir. “La insan” insan olmayan demek, insanın dışında topluca her şey demektir. Fatihadakinde marifenin lamı vardır. İstiğrak vardır. Diğerinde ise nekrenin istiğrakı vardır. Yani müsfih olunmayacak. Yani dört amaçtan hepsine uyulması gerekmez. Birisi gerçekleşiyorsa evlik yapılır demektir. Oysa müttehiz olma “la” ile getirilmiştir.

Fatiha’da “mağdubun aleyhim” “gayr” ile “dallin” “la” ile gelmiştir. Mağdubun aleyhim olanlar kâfirlerdir, bile bile karşı çıkanlardır. Dallin olanlar ise münafıklardır, yani karşı çıkmıyorlar ama şaşırmaktadırlar, yanlış yoldadırlar.

Şimdi şöyle düşünebiliriz. Mağdub olanlar aynı zamanda dallindirler. Dalaletin karşıtı hidayettir. Her dallin mağdub değildir. Mantık olarak şu ortaya çıkar. Dallin, in’am edilenlerin  menfisidir. Mağdub olanlar ayrıdır. O halde “la” ile gelenler menfi, “gayr” ile gelenler ayrı olanlardır.

Demek ki müsafih olanlar aynı zamanda müttehizi ehdandır. Ama her müttehizi ehdan müsafih değildir. Ehdanın tarifini böyle yapacağız.

İttihaz etmek” edinmek anlamındadır. Evlilik dışı dost edinmemek şartıyla denmiş olur.

أَخْدَانٍ

(EaODANı)

“Ehdanın müttehizi olmaksızın.”

Bu sûre haram ve helalleri saymaktadır. Bir bucağın helal ve haramlarını oranın ilmi şurası icma ile veya istişare ile belirler. Ne var ki bunların kararları şeriata uygun olmalıdır.

İşte, bunlar Kur’an’ın bu sûrede yasa yapacaklara koyduğu sınırlardır. Biz kendi bucağımızda bu sınırlamalara uyarız. Başka bucaktakilerin uymaması hâlinde bizim onlara baskı yapma hakkımız yoktur.

“Hadene” kadınla olan cinsi ilişkiyi başkasına anlatma şeklinde ifade edilmiştir. Kadınların cinsi cazibelerini kazanç yapma amacıyla teşhir etmesi şeklinde anlayabiliriz. Onları kazanç aracı yapmayın anlamına gelebilir. Yorumlarda dost edinme anlamı verilmekte ise de o mânâ tamamen yakıştırma mânâsıdır.

Bu kelimeye en yakın olan kelimedir. Bu deri parçasıdır. Kadınlar için korunma bezidir. Bu takdirde kadınların cinsi ilişki kurmadan sadece meta alarak kullanılmasıdır.

Bana göre kelime “ehaze” kelimesiyle akrabadır. “Ehzan” fe'lân vezni üzeredir. Mecazi mânâsı onları temettu (flört) aracı yapmayın demektir. Zinaya kurbet etmenin mânâsı da budur. Zina cezası ancak duhul ile tahakkuk eder ama onun dışında zinaya götüren fiillerden de kaçınmak gerekir.

Zinanın tarifinde yakınlarla veya gizli yapılan ilişki şeklinde tanımladık. Sirkatte (yani hırsızlıkta) gizlilik vardır; zinada da vardır. O halde bunların illeti iki olmuş olur. İlletleri aynıdır ama hükümleri farklıdır. Biri mânâda olan gizlilik, diğeri ise fiilde olan gizliliktir. Bununla berber sırdaş edinmeyin mânâsını verenler vardır. Bu takdirde gizli ilişkide bulunmayın anlamı çıkar.

وَمَنْ

(Va MaN)

“Ve kim”

Buradaki “Ve” harfi nereye atıftır?

Kur’an’daki âyetler ormandaki ağaçlar gibidir. Birbirleriyle alakası bulunmayan  cümleler peş peşe gelir. Buradaki bu cümlenin yeri nedir, ne dersiniz?

Bu atfı bulabilmemiz için “Men/kim?” kelimesinden istimdat etmemiz gerekir. Bundan iki âyet önce ‘kim iztirar içinde kalırsa’ demiştir. Burada ‘kim küfrederse’ getirmiştir.

Şimdi  cümleleri sıralayalım:

a)      Önce helal ve haramlar anlatılmıştır.

b)      Sonra üst üste önce “el-yevme/bugün” diyerek kâfirlerin meyus olduklarını ve dinin ikmal edildiği anlatılmıştır.

c)      Bundan sonra “kim iztirar içinde kalırsa” diye bahsedilmiştir.

d)     Sonra helal ve haramın nasıl anlaşılacağı hususu anlatıldı.

e)      “El-yevm” ile bu âyet başladı ve diğer dinlerin helal ve haramları anlatıldı.

f)       Bu arada nikahtan ve zinadan bahsedildi.

g)      Son olarak iman ve küfürden bahsedildi.

Bu “vav”ın “femenizturra”ya bağlantısı bu âyetin başında da “el-yevm” kelimesinin geçmiş olmasıdır. “Men”le bağlantı belirtildiği gibi “el-yevm” kelimesi ile de hatırlatılmış oldu.

Kur’an bize fıkhı değil, usulü fıkhı öğretmektedir; yani bize kanunları değil, kanunların nasıl yapılacağını öğretmektedir Memur olan biz değil meclis olmaktadır. Biz meclisin kararlarına göre yani kanunlara göre hareket edeceğiz. Ne var ki bu meclis Büyük Millet Meclisi (TBMM) değil, “bucak meclisi”dir, bucak şurasıdır. Tekli ekseriyet kanunları değil, mezheplerin içtihatlarıdır.

Değişik mezheplerin ve değişik bucakların kanunları içinde nasıl yaşayabileceğimiz anlatılmaktadır. İşte yukarıdaki iç içe sıralamanın mânâsını böylece daha iyi kavrarız. Birincisi ıztırar kuraldır. Yani kurallar normal kurallardır. Her türlü ilişkilerde kural vardır, kurallara uyulur. Ama on milyar insanın uyacağı tek kurallar sistemi olamayacağı için önce kurallarda ihtilaf esas alınmıştır. Sonra da değişik hukukun uygulandığı dünyada birlikte yaşayabilmemiz için ıztırar istisnası getirilmiştir. Ona göre uygulama yapmamız gerektiği anlatılmıştır. Şimdi de ıztırarı istismar edeni belirtmektedir. Yani ıztırar dışında kurallara uyulacak, sadece iztırar mazeret sayılacaktır.

يَكْفُرْ بِالْإِيمَانِ

(YaKFuR Bi eELIyMANı)

“İmanda küfrederse.”

Önce buradaki “Bi” harfini ele alalım. “Bi” “Fi” mânâsında olabilir, yani iman içinde iken küfrederse, nankörlük ederse, kurallara uymazsa denmiş olur.

Demek ki küfretmeyi ikiye ayırmış olacağız.

İçimizde küfredenler vardır. Bizim şeriatımıza uymayanlar vardır.

Bir de ayrıca kendi aralarında olduğu zaman bizim şeriata uymayanlar vardır.

Burada, bizim aramızda iken kurallara uymayan demektir.

Vergi kaçıran demektir...  Cizye vermeyen demektir...

Burada küfür nasıl tesbit edilecektir?

Ağır ve ezici vergileri kaçırma böyledir.

Bir köy muhtarı şöyle yapmış. Köye yol yapacak. Başlamış, bir yere kadar götürmüş ama yol inşaatı bir türlü bitmiyor. Köyde ölen insanlar var, onların emekli maaşlarını vekaleten o almaktadır. Onları sağ gösteriyor ve onların emekli maaşlarıyla köyün yolunu bitiriyor. Ama sonra da onun muhtarlığı bitiyor. İşte bu ıztırar mıdır? Bir yönetici bunu yapma yetkisine sahip midir? Kendine hiçbir menfaat sağlamıyor. Sadece bitmemiş yolu onunla tamamlayarak devlete de halka da kolaylık sağlıyor.

Sömürücü sermaye öyle kanunlar hazırlıyor ve empoze ediyor ki, küçük ve orta ölçekli müteşebbisler ortadan kalksın, kendi tekeli mutlak olsun.

*

Bu şartlar altında 1960’larda giriştiğim işlerde hep başarısızlığa uğradım. Sonunda tek başıma bu sorunu çözemeyeceğime karar verdim. Arkadaşlarıma bir konut-yapı kooperatifi kurmayı önerdim. Ev sahibi olalım diye ortak oldular. Bu arada ortaklara İslâmi bir site oluşturmayı önerdim, şeriata göre site kurmayı önerdim. Böylece kooperatife iki amaçla katıldılar.

Kimileri ev sahibi, arsa sahibi olmak amacıyla katıldı.

Kimileri de İslâmi site olsun diye katıldı.

Benim gayem de şeriata uygun iş hayatı başlasın ve insanlar vergi kaçırmak, rüşvet vermek zorunda kalmasınlar şeklindeydi. Kırk sene sonra sekiz milyon liralık mal varlığımızın yarısı satıldı, nakit para ele geçti.

Mevcut İzmir Akevler Yönetim Kurulu ile çetin tartışmalar yaptım. Hiçbir yetkim olmadığı halde benimle tartıştılar.

a)      Ben; ortaklardan isteyenleri çıkaralım, geri kalanlara sormayalım, biz bununla eksik kalan faizsiz kredileşme müessesesini kuralım, hedefimize varalım dedim.

b)     Yönetim kurulu şöyle bir karar aldı: Kırk senedir ortakların çoğuna bir şey yapamadık. Satalım, kendi haklarını verelim, kendi istekleri ile kalan olursa onlarla devam ederiz, yoksa tasfiye edelim şeklinde olmuştur.

Zaruret nerde?

Benim dediğim olursa, kooperatif tüzel kişilik olarak gayesine ulaşmış olur ama ayrılmak isteyen ortaklar hileli yoldan onlara haber vermeyerek istemeden ortaklıkta kalırlar. Eğer yönetim kurulunun dediği olursa, ortaklar kısmen memnun olurlar ama bu sefer de kooperatif hedefe ulaşmamış olur. Benim bugünkü içtihadıma göre; bugün insanların hukukunu korumak değil, insanlığı “Adil Düzen”e götürmek gerekmektedir. Yönetim kurulunu buna ikna edemedim.

Ara yol bulduk; herkese soracağız, isteyenlerle devam edeceğiz...

*

İşte bu tür hareketlerde zaruret ortaya çıkar. İçtihatla hareket edilirse sorun yoktur. Ama çıkarı için hareket eden varsa, yani devamda çıkarı olduğu için devamı savunuyorsa veya tasfiyede çıkarı olduğu için tasfiyeyi savunuyorsa; işte bu iman içinde küfürdür. Nankörlüktür. Bunların durumu ne olacaktır?

Gerek verdiğim örnekte muhtarın yaptığı, gerekse bizim yaptıklarımız zarurettir. Ama zaruret olmadan zaruret kabul edilirse işte bu âyetin bahsettiği husustur. Şimdi bu “ve” harfinin ne kadar önemli mânâlar içerdiği her halde daha açık olarak anlaşılmış olacaktır.

Birçok ahvalde kişilerin özel hakları ile kamunun hakları böyle çatışır hâle gelir.

O zaman ne yapılmalıdır?

Şimdiki topluluğun çıkarı gelecekteki halkın çıkarıdır.

Şimdiki halkın çıkarı gelecekteki topluluğun çıkarıdır.

O halde bunlar dengede kalmalıdır.

Dört çıkar karşılaştırılacak ve karar ona göre verilecek. Bunun için fıkha ihtiyaç vardır. Bunun için Kur’an’a ihtiyaç vardır. Şeriata teslim olmayanlar, kendi akılları ile şeriattan daha iyi işler yapacaklarını sananlar bunun için çıkmazdadırlar. Nasıl tıp okunmadan doktor olunamazsa, nasıl fen okunmadan mühendis olunamazsa; fıkıh okunmadan da sorunlarımız için çıkar yol bulunamaz.

İman içinde küfür işte budur.

Kur’an’a inandıktan sonra hâlâ heva ve hevesle kararlar almak iman içinde küfürdür.

Bugünkü Türkiye iman içinde olduğu halde küfür içindedir.

Bi” harfi “Fi” mânâsında değil de âlet mânâsına da gelebilir. Yani imanı esas alarak, onu istismar ederek küfrederse, ben haklı iş yapıyorum derken haksızlık yaparsa anlamına gelir. Her halükârda imanda küfür sözkonusudur.

فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ

(FaQaD XaBiOa GaMaLuHUv)

“Ameli hubut etmiştir.”

Fa” harfi “Men”in cevap “fa”sıdır. “Kad” kelimesi yakın zamanı, şimdiki hâli ifade eder. Yani o işte başarıya ulaşamamıştır. Muhtar örneğinde muhtar başarıya ulaşmıştır, çünkü yolu yapmıştır. Demek ki başarıya ulaşmasaydı kötü niyetli olacaktır. İzmir Akevler de kötü niyetli değildir. Ümit ederim ki başarıya ulaşacaktır. Başarıya ulaşması demek, ayrılanların ayrılması, kalanların da daha samimi bir şekilde işlerine devam etmesi demektir.

Burada “Men”e zamir gönderildiği için müfrettir. “Men” ise müfredi/tekili de cemi/çoğulu da ifade eder. Bu cem nekrenin şümulü mahiyetinde değil, el-istiğrakı mahiyetindedir. Yani Türkçede onların amelleri hubut emiştir şeklinde tercüme edebiliriz.

Kur’an diyor ki; bizim için cihat edenlere yolumuzu gösteririz.

Akevler’deki tartışma Allah için olmuştur. Sonunda ittifak hâlinde karar alınmıştır. Çünkü zorla insanları savaşa götürmek olmadığı gibi, zorla da Allah yoluna sürükleme yoktur. Kırk sene sonra yeniden biat almak gerekir. Hudeybiye’de Hazreti Muhammed yeniden biat almıştı. Buna rağmen sonra Hazreti Peygamber’in anlaşmasına karşı çıkılmış, direnilmişti.

Burada asıl konu şudur. 1967’de kurduğumuz kooperatife herkes farklı amaçla ortak oldu. Yolumuz Afyon iline kadar birlikte geldi. Çetin günleri arkada bırakarak şimdi Afyon’a gelmiş bulunuyoruz. Kimi Konya’ya, kimi Antalya’ya, kim Eskişehir’e, kim de Ankara’ya gitmek üzere yola çıktı. Adil olan herkesin yoluna devam etmesidir. Ne var ki herkes kendi tarafına gidecek araba bulacak mıdır? O da belli değildir.

Anladık ki herkesin gayesi bir, o da mesela iş bulmak olabilir. O halde bunların oturup istişare etmeleri, tartışmaları ve en çok iş bulma ihtimali ne tarafta ise o tarafa gitmeleri gerekir. İşte bugün bunu yapamadık. Çünkü Akevler’e ortak olanların temsilcileri yoktur.  Aradan bu kadar sene geçmiş, kimi ölmüş, kimi uzağa gitmiş, kimi bize kızmış görüşme yapamıyoruz. O halde sorunu istişare ile çözemeyince, dağılmaktan başka bir çözüm olabilir mi?

Burada zaruretin sınırları ve yöneticilerin tercihleri üzerinde bir öğreti vardır. Meselelerin üzerinde tartışırsak, o zaman Kur’an’ı daha iyi anlarız. Müçtehitler böyle yapmışlar, onlara sorular gelmiş ve onlar da fetvalar vermişlerdir. Aynı zamanda bunları yazmış ve tasnif etmişlerdir. Bugün de mahkemeler içtihat yapmaktadır. Yargıtay kararları ile cumhuriyet mevzuatı oluşmaktadır. Ne var ki bu kararlar devletimizi kırk sene süren davalara götürmektedir. Oysa Kur’an’ın gösterdiği yolda insanlık 1400 sene uygarlaşmaya devam etti.

İslâmiyet için cihat yapan kimselere tavsiyem şudur. Durmadan Kur’an okuyarak sorunları çözsünler. Kur’an’ı okumayacaklarsa  cihada girişmesinler. Kur’an okudukça, zaman zaman insanların ne kadar dalalette olduklarını gördükçe üzülmesinler. Yarın İslâm düzeni geldiği zaman onların hepsi gerçeği görecekledir.

Muhammed Suresi’nde de, bu surede de amellerin hubut edeceği bildirilmektedir. Kur’an düzeni dışında bütün ameller hubut edecektir. Yukarıda anlattığım üzere, yola çıktık ve Afyon’a kadar geldik. Artık ayrılık zamanı gelmiştir. Biz bizim yolumuza, diğerleri de kendi yollarına devam edeceklerdir. Benim dinim bana, sizin dininiz size deniyor. Diğer dinler çoktur. Bizim dinimiz ise tektir, o da mustakim sırattır.

Buradaki “Kad” amellerin hubut edeceği hükmü bu dünyaya aittir. O halde amellerimiz hubut ediyorsa, o zaman iman içinde küfürdeyiz demektir. Bunun anlamı şudur; başarısızlığımızı  başkalarında değil kendimizde bulmalıyız. Herkes; başaramıyorum, öyleyse iman sebebiyle küfürdeyim yahut iman içinde küfürdeyim diye düşünmesi gerekir. Ne var ki başarı için acele etmemek gerek, başarısızlığa teslim olmamak gerek.

Tekrar Akevler’e dönelim. Akevler’in bugüne kadar başarılı olup olmadığı belirsiz durumda idi. İzmir Akevler bugün başarmış durumda görünüyor. Çünkü kimsenin yapamadığı bir şeyi yapmıştır. Demir çimento değerini esas almış ve hesapları onunla tutmuştur. Kırk sene sonra insanların haklarını belirlemiştir. Hesap eksiksiz çıkmıştır. Sonunda adil bölüşüm sistemini ortaya koymuştur. Kırk sene önce alınan kararlara bugün harfiyen uyulabilmiştir. Bunların hepsi başarıdır.

Şimdi yeni nesle yeni hamle ve yeni hareket gerekecektir.

وَهُوَ فِي الْآخِرَةِ

(Va HuVa Fi eLEaPıRaTi)  

“Ve o âhirette.”

Evet, bugün “Adil Düzen”e doğru ilerlerken, dünyadaki durumumuza, amellerimizin hubut edip etmediğine bakabiliriz ve nerede olduğumuzu bilebiliriz.

Ahiretteki durum ne olacaktır? İman içinde küfürde olma ahirette bizi nereye götürecektir? Ahiret hayatını yeniden hatırlayalım.

a)      Dünyada hiçbir şey yok olmaz. Değişir, başka şeye döner ama yok olmaz.  Hattâ yeni bir şey de yaratılmaz. O halde kainat yok olmayacak, varlığını değiştirse de devam edecektir. Ruhlar da birer varlık olduğuna göre onlar da yok olmayacaktır. Aksine delil getirmek ahiret yoktur diyenlere düşer. Vardır diyenler için istishab demektir. Yok olmama ilkesi vardır.

b)     Dünyada gayesi olmayan abes bir şey yoktur. Her şey kendi amacına doğru ilerlemektedir. Bu kainat ölüme doğru gitmektedir. Ölüm ise yeni hayat içindir. Sonbaharda yapraklar dökülür ki ilkbaharda daha gür olarak yenileri çıksın. Madem ki kainat ölüme gitmektedir, o halde sonra yeniden doğuş vardır.

c)      İnsan âhiretten sonra varlığı doğal olarak kabul etmektedir. Ateistler de atalarına saygı gösteriyorlar, onlara mezar yapıp kutsuyorlar. Lenin yoksa onun neyine saygı gösteriyorsunuz? Kainatta canlılar olmaz şeyi arzulamazlar. Madem ki insan var olmayı arzulamaktadır, o halde var olma gerçekten vardır.

d)     Bugün dört ve beş boyutlu uzay keşfedilmiştir. Hareketin olması için dört boyutlu uzaya ihtiyaç vardır. İradeli hareketin olması için beş boyutlu uzaya ihtiyaç vardır. Bunun anlamı şudur. Yani geçmişte olanlar yok olmamıştır, orada duruyor. Gelecekte olanlar da vardır. Biz oraya doğru gidiyoruz. İstanbul’dan İzmir’e giden yolcu Bursa’ya varmışsa, onun için Yalova tarihtir, yok olmuştur; Balıkesir de henüz yoktur. Oysa Yalova da oradadır, Balıkesir de oradadır. Hiçbir şey var olmuyor yok olmuyor, sadece biz yer değiştiriyoruz. Ölüm trenden inme gibidir; bizim dünya trenimizden inen adamı biz ölmüş kabul ediyoruz! Eşini ve akrabalarını, kitaplarını ve eşyalarını bırakıp indiği için biz onun yok olduğunu sanıyoruz, oysa yok olmuyor, sadece ahirete gidiyor.

e)      Ahireti kabul etmediğimiz taktirde kâinatı var etmiş olan gücün zalim olması gerekir. O güç bize bu sıkıntıları neden çektirsin, neden zalimleri mazlumlara musallat etsin? O’nun çok güçlü olduğunu bugün çok iyi biliyoruz. O halde bu durum O’nun beceriksizliğinden değildir. Bugün bilgisayarlarla biz bile adalet sağlıyoruz. Oysa O’nun bizden binlerce kat fazla bilgisayarı bildiğini görüyoruz.

f)       Bunların hiçbirisi olmasa bile, Allah peygamberler göndermiş ve onlar ileride bunlar olacaktır demiş ve olacakların hepsi gerçekleşmiştir. Onların hepsi âhiretten haber vermişlerdir. Öyleyse doğruluklarının sabit olması, onların şehadeti ve âhiret için yeterlidir.

g)      Son olarak Kur’an gelmiş, kendisinin İlâhi kitap olduğunu ilmi mucizelerle ispat etmekte ve âhiret hakkında çok belirleyici bilgiler vermektedir.

مِنْ الْخَاسِرِينَ (5)

(MiNa eLPaSiRıyNa)

“Hasirlerdendir.”

Bu dünyada kaybedecek, âhirette de kaybedecek. Yani müslimlerden de olamayacaktır. İmandan sonra küfrederse demiyor, “iman içinde küfrederse” diyor. Onun bu dünyada yaptığı boşa gidecek, âhirette de zarar edenlerden, hüsrana uğrayanlardan olacaktır.

Saadet Partisi ve AK Parti istişare etmiyor!

Bunun için bu dünyadaki amelleri hubut edecek, âhirette de hüsranda olacaklardır.

İzmir Akevler’dekiler istişare ettiler. Hata ederlerse belki bu dünyada başarılı olmayabilirler ama âhirette hüsranda olmayacaklardır. Çünkü istişare ettiler ve istişareden sonra verdikleri kararlarında hata etmiş olabilirler. O hatayı Allah yaptırdığı için hata etmeleri gerekiyormuş demektir. Dolayısıyla hataları dünyadaki başarıyı geciktirebilir ama onları âhirette hüsrana uğratmaz.

Hakkı tavsiye ve sabrı tavsiye insanları hüsrandan kurtarır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-599/ADİL DÜZEN DERSLERİ-429    19 Şubat 2010

 

MISIR VE “ADİL DÜZEN”

İnsanlar bir düzen kurarlar. Hayatlarını o düzene uydururlar. Başarılı olurlar.

Sonra düzen yaşlanır. İşleri bozulmaya başlar. Ama başka çare yok sanırlar.

Topluluk içinde ilim adamları ortaya çıkar, yeni düzen getirirler. Halkın direnişi devam eder. Sonunda yeni düzene uyanlar uyar, uymayanlar helâk olup giderler.

Mısır insanlık tarihinin ilk ulusal devletini kurmuş ve 2000 yıldan fazla bunu yaşatmış bir ülkedir. Mısır imparatorluğunu önce Büyük İskender ortadan kaldırmış, sonra Romalılar oraya hakim olmuştur. İslâmiyet’in ilk yıllarında fethedilmiş, bir ara Kölemenler devleti orada kurulmuş ve İslâm’ın merkezi olmuştur. Osmanlılar fethettikten sonra Mısır Osmanlılara sorun olmuştur. Batılılar ilk olarak Mısırlıları Osmanlılara karşı kışkırtmışlardır.

İsrail ile yaptığı savaşta yenilen bugünkü yönetim İsrail’e teslim olmuştur. O tarihten beri bir tür İsrail müstemlekesi olarak yaşamaktadır. Mevcut yönetin başından beri İhvan-ı Müslimine en büyük zulümlerini yapmış, dünyaca meşhur alimlerini idam etmiştir.

*

İhvan-ı Müsliminin hatası vardır, İslâmiyet’i bin sene önceki içtihatlar zannetmektedir. Batı metodu ile isyanlar çıkarmaktadır. Allah da onları uyarmaktadır.

Firavunların zulmü elbette devam etmeyecektir. Sonunda İhvan-ı Müslimin muvaffak olacaktır. Biz kendimiz olup olgunlaşmadan, İslâm düzenini yani “Adil Düzen”i öğrenip uygulamadan firavunlar gitmez. Hak gelmeden batıl zail olmaz, firavunlar gitmez.

Evet, Mısır’da Nasır vardı; gitti.

Enver Sedat geldi, Hüsnü Mübarek geldi; şimdi kimin geleceği belli değil!..

İsrail’in atayacağı bir vali olarak geliyor!..

Bu kişi de tutunamaz, halk ve ordu bir gün el ele verir, zalimler gider ama zulüm bitmez. Çünkü zulüm düzeni ancak zulümle yönetilebilir.

Zulüm düzeninde adalet olmaz.

“Adil Düzen”de de zulüm olmaz.

*

Gelecek dünya, gelecek in yıllık “Adil Düzen Medeniyeti”, Müslümanlarla Hıristiyanların anlaşıp “Adil Düzen”i dünyaya getirmekle oluşacaktır. İslâm âlemi de, Hıristiyanlar da, Hindu ve Budist âlemi de “Adil Düzen”le selâmete çıkacaktır.

Mısır’da ise Türkiye’de “Adil Düzen” kuruluncaya kadar huzursuzluk devam edecektir. Yalnız Mısırda mı?

Bütün Arap ülkelerine bakıldığında nerede huzur vardır? Suriye’de şimdi kısmen huzur vardır ama hâlâ demokrasi gelmemiştir, “Adil Düzen” yoktur.

Akıllı diktatörler gidişatı kavrarlar ve yumuşak iniş yaparlar. İsmet İnönü Türkiye’de öyle yaptı. Gorbaçov ve Yeltsin Rusya’da öyle yaptı. Ne var ki askerler bunu nasıl yapacaklarını bilememiş ve çok sıkıntılı oluşumlara sebebiyet verilmiştir.

İsmet İnönü, İkinci Cihan Savaşı’nda tarafsız kalarak Türkiye’yi korudu. İkinci Cihan Savaşı sonunda dünya bölüşülürken Türkiye Batı’da kalmıştı. İsmet İnönü bunu bildi ve Türkiye’yi demokrasiye geçirdi.

Ne var ki büyük hatalar da yaptı.

*

İsmet İnönü’nün hataları nelerdi?

a)      İsmet İnönü cumhurbaşkanlığında kalacaktı. Öyle yapsaydı geçiş dönemi daha sağlıklı olurdu. Bu hatası sebebiyle, lise tahsili bile olmayan, bir imamın oğlu dinsiz Celal Bayar’a devleti teslim etmekle bugüne kadar süren olumsuz oluşlara sebep olmuştur.

b)      Evet, İsmet İnönü daha on sene devlet başkanı olarak kalacaktı. Seçimi yapıp orada kalmalıydı. Tepki partileri yerine çözüm partileri ortaya çıkana kadar denge unsuru olmalıydı. Kenan Evren  aynı hatayı yapmadı. O sebepledir ki şimdi AK Parti anayasa ekseriyetiyle iktidardadır.

c)      İsmet İnönü’nün üçüncü hatası; çok partili sistemin anayasasını getirmeliydi ve bunu demokrasi içinde olağan meclislere yaptırmalıydı. Oysa o tek partili sistemle çok partili seçime geçti. Gömlek bedene uymadı. 6190 ihtilali oldu, onlar anayasayı yaptılar. Aynı hatayı Kenan Evren de yaptı. Anayasayı seçilmiş meclise değil, atanmış meclise yaptırdı.

d)     İsmet İnönü’nün bir hatası da sonuna kadar Halk Partisi’ni (CHP) desteklemesiydi. Oysa o tarafsız olarak demokrasi içinde bir siyaset yapmalı idi.

*

Bunları neden yazdım?

İslâm ülkelerinde bulunan dikta yöneticileri, iktidarları bırakıp gitmekle bir şey yapamazlar, ülkelerine bu şekilde iyilik edemezler. Her şeyden önce devlet başkanı dışındaki tüm alanlara demokrasiyi getirmelidirler.

A) Yerinden yönetim.

B) Dayanışma ortaklıkları.

C) Hakemlik sistemi ve en sonunda;

D) Devlet başkanı seçimi.

Yani “Adil Düzen”i getiren diktatör yumuşak iniş yapar.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-599/ADİL DÜZEN DERSLERİ-429    19 Şubat 2010

 

SEÇİME DOĞRU

1950’de Halk Partisi (CHP) demokrasiyi getirdi ve seçim yaptı. Seçimde ağır yenilgiye uğradı. Ondan sonar 1960 yılı geldi. Bizimle yaptığı koalisyon (CHP-MSP koalisyonu) dışında iktidar yüzü görmedi. Ama varlığını sürdürmektedir.

Oysa Demokrat Parti (DP) 1950’de kahir ekseriyetle iktidar oldu. On sene başarılı olarak iktidarda bulundu. Parti olarak 1960’da yok oldu. Yerine Adalet Partisi (AP) kuruldu; yine yok oldu! Doğru Yol Partisi (DYP) kuruldu; o da yok oldu; ANAP da yok oldu! Bugün ise bu hareket artık hüviyet değiştirmekte ve tamamen yok olmaktadır.

Türkiye’de dört siyasi gelenek vardır. Bunlar bir masanın dört ayağı gibidir. Bu dört gelenek de eşit şekilde güçlü olmalı ve yaşamalıdır. Çünkü bir masanın ayakları eşit olmazsa o masa dengede duramaz. Bunun için dört ayağı temsil eden partiler halka  yaklaşmalıdırlar.

*

TÜRK MİLLETİ NE İSTİYOR?

1-      Tük milleti istiklal istiyor, bağımlı ve esir ulus olmayı istemiyor. Bunun da Türk ordusu ile olduğunu biliyor, dolayısıyla orduyu göz bebeği gibi seviyor. Ordu kendisine zulmetse de, dayak atsa da, yine onu seviyor ve sayıyor.  Komutanından dayak yiyen ast bilir ki komutanı onu şahsi kinden değil de ülke çıkarı için dövmüştür. Bu sebeple sevgisi artmıştır. Dayak yiyen çocuk babasından nefret etmez. Türk ordusuna saygılı olacaksın.

2-      Tük milletinin başka bir özelliği de dine bağlılığıdır. Kendisi dindar olmayabilir, amelinde gevşeklik olabilir, binamaz ve sarhoş olabilir ama dinine saldırdın mı sağı solu belli olmaz, seni öldürebilir. Demokrat Parti, bugün AK Parti bu husustaki saygıdan dolayı iktidar olmuşlardır.

3-      Türk milleti halk olarak kendisi adildir. Ama adil olduğu kadar merhametlidir. Suçluya kızar ama ceza verileceği zaman onun tarafı olur. Onun için sıkı disiplinli adil yönetimden fazla hoşlanmaz. Vergi kaçıracak, ses çıkarmayacaksın! Rüşvet verecek ve alacak, ses çıkarmayacaksın! Trafiği allak bullak edecek, ses çıkarmayacaksın! Bunlar onu inletse de o yine de yumuşak iktidardan hoşlanır. Bunun için seçimde çoğu zaman zayıf olan tarafa oyunu kullanır ki güçlü olup beni ezmesin der. Ben bunları köyümde senelerce müşahede ettim. Bu durum elbette iyi değildir. Ama bunu baskıyla, zorla değil, yine din adamları ile gidereceksin. Din adamları haksızlıkları giderirler. Erbakan ne diyor? Eğitim gerek, ceza değil diyor. Evet, kendisi iktidarda değildir ama öğrencileri iktidarda. Karşı tarafı yenmiş değil midir?

4-      Türk Milleti savaşa girmeden önce korkaktır, savaşmamak için her türlü tavizi verir. Çünkü onun için yenilme yoktur; ya ölür ya yener. Onun içindir ki ancak ölmeyi göze almışsa savaşa girer. CHP ile savaşmadı. 27 sene sabretti. Sonra yine savaşmamak için Demokrat Parti’ye oy verdi. Oysa onun gönlünde Millet Partisi yatıyordu. AK Parti’ye oy verdi; oysa o Milli Görüş’e oy veriyordu. Adım adım kendisine getirmektedir. Mesela, şimdi DP, BDP, BBP SP ile birleşirlerse, yalnız barajı geçmezler, belki de ana muhalefet olurlar.

İşte, siyasi partilerin milletin ne istikamette oy kullanacağını tahmin edip ona göre hareket etmeleri gerekir. Kürt partisi yanlış yolda olsa bile, onu dışlamak yerine onu yanına alarak eğitmek gerekir.

*

DÜNYA NEREYE GİDİYOR?

Partilerin bunun dışında dünya nereye gidiyor, bunu bilmeleri gerekir.

İsmet İnönü bunu bildiği için Türkiye’ye demokrasiyi getirdi. Yoksa Türkiye de Rusya (Sovyetler Birliği) gibi yıkılışını beklerdi.

O halde şimdiki siyasi partiler dünyanın nereye gittiğini tahmin etmelidirler.

1-      Dünya demokrasiye gidiyor. Yanı halk yönetimi kendisi ele almaya çalışıyor. Bu nasıl sağlanacak? Yerinden yönetimle sağlanacaktır. Partiler önce partileri içinde yerinden yönetime saygılı olmalıdır. Milletvekillerini yerel yönetimler tesbit etmelidirler. Merkezden genel başkan bile aday olmamalıdır. Kendisini milletvekili yapacak bir il bile yoksa onun genel başkanlığı olamaz.

2-      Dünya laikliğe gidiyor. Artık insanlar dindarlaşıyor ama dini taassubu bırakmışlardır. Siyasileri ise dindar görmek istiyor. Namaz kılacak, oruç tutacak, içki içmeyecek, sigara içmeyecek… Dindar olana herkes güvenir ve inanır.

3-      İnsanlık liberalizme gidiyor. Halkın yapabileceği işleri artık devlet yapmıyor; yapmayacak. Tekel sermaye ben sahip olayım diye bunları yaptırıyor ama sonunda bize imkan hazırlıyor.

4-      İnsanlık  sosyal güvenliğe doğru gidiyor. İnsanlık zamanla aidatsız sigorta sistemine geçecektir.

Bunlar üzerinde projeler üretmelisiniz...

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

Faizli sistem kendi kendini öldürür!

Reşat Nuri EROL

Türkiye’nin ekonomik iki büyük sorunu var: İşsizlik/istihdam ve dış borçlar. Tam da bu günlerde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ne dese beğenirsiniz? Türkiye’de yüzde 11,2’lerde olan işsizlik oranının düşmediğini ve düşmesinin uzun zaman alacağını söyledi ve sorunun aşılması için fazla mesainin kaldırılmasını önerdi! Babacan, işsizlik sorunun fazla mesainin kaldırılması ile çözülebileceğini söyledi! Sayın Bakan, haftalık mesainin 10 saat azaltılmasını önerdi!.. İnanılması güç ama 9’uncı yılına giren AKP iktidarının işsizliğe bulduğu çözüm bu! İşsizlik sorununa getirdiğimiz çözüm önerilerimizi burada tekrar özetleyecek değilim, kör ve sağır olmayanlar için bu köşemde yeterince hatırlattım! Sayın Bakan “Türkiye’de işsizlik yüzde 11,2’lerde” diyor ama bize göre yüzde 50’lerde; çünkü 75 milyonluk ülkemizin çalışabilen nüfusu 30 milyon ve bunun sadece 15 milyonu iş bulmuş, geri kalan 15 milyon işsiz! Ekonomiden Sorumlu Bakan dahil, Başbakan ve diğer bakanlar ülkemizin bir numaralı ekonomik sorunu işsizliğe böyle “çö-züm-süz-lük” üretmeye devam ederlerse, şimdiden müjdeyi verelim(!), aslında var olan çok yönlü “sosyal tufan” yanında “sosyal patlamaları” beklesinler!..

Bu durumda ne yapmalı?

Seçim aylarındayız, birkaç ay sonra (Haziran) seçim var... Ya halkımız seçmen olarak bir an önce uyanıp bu sorunu çözecekleri iktidara getirmeli, ya da hep anlattığım “Halk Ekonomisi” organizasyonları ile yine halkımız başının çaresine bakmalı...

***

“İşsizlik sorununa teşhis ve tedavi” yazılarımın ikincisine (05.02.2011) bakılırsa, ülke ekonomilerini çökerten “işsizlik” musibetinin ana faktörünün “FAİZ” olduğu görülecektir. Öyleyse bugün de bu faiz musibetinin bir başka yönü üzerinde duralım.

1980’lerde Almanya’da ilmî toplantılar yapılmıştı... Erbakan Hocamız dünyanın en tanınmış ilim adamlarını davet etmiş ve onlara “Adil (Ekonomik) Düzen”i tebliğ etmişti... Almanya’da bulunan Ekonomi Enstitüsü yöneticisi Prof. Dr. Volker Nienhaus da davetliler arasında idi. İlk görüşmemizde şunları söylemişti: “Birinci gün konuşmalarında ben şimdiye kadarki bilgilerimle dinin bir ekonomik doktrini olacağını hiç zannetmezdim. Bugünkü konuşmanızda şöyle bir şeyi hissettim. Sosyalizmde faiz de kar da yasak, kapitalizmde ikisi de serbest. Sizin sisteminizde “faiz yasak kâr serbest” ilkesini getiriyorsunuz. Bu bir sistem olabilir.” Böylece İslâmiyet’in 1400 sene önce tarif ettiği sistemi daha ilk konuşmalarımızdan anlamış bulunuyordu. Bu zeki ve Almanların meşhur âlimi ile akşam üstü otele geldik, gece yarılarına kadar görüşmemizi sürdürdük... Onunla (Prof. Nienhaus) tartıştığımız konu şuydu. Bir ülke düşünelim; bu ülke gelişmiş, tam istihdamı sağlayan bir ülke: Fabrikaları var... Tarım alanları var... Teknolojisi var... Sağlam parası var... Ne var ki 1930’lar Almanya’sı gibidir. Dünyada başka ülkelerde yatırım imkanı yok. Çünkü ya bırakmıyorlar yahut onlar da gelişmiş ülke. Bu ülke hâlâ “faizli ekonomi” uygulamasına devam ediyor...

Zenginler, parası olanlar paralarını bankalara yatırıyor, bankalar da girişimcilere kredi veriyor. Bankada sermaye sahiplerinin parası var. Yeni faizler de durmadan geliyor. Eğer ülkede hâlâ işsiz varsa, hâlâ yeteri kadar fabrika yoksa iş kolaydır. Bu gelen faizlerle yeni yatırımlar yaparsınız. Eğer dışarıda sermaye isteyen ülkeler varsa oralarda yatırım yaparsınız. Ama ülkede herkes işe sahipse ne yapacaksınız?

Fabrika kuramazsınız, çünkü yeni fabrikaya işçi bulamazsınız. Ancak başka fabrikaların işçisine fazla para verir kendi fabrikanıza katarsınız. O fabrika kapanır. Demek ki işçiniz olmadığı için yeni yatırım yapmazsınız. O halde sonunda ne olacak? Faiz sıfır olacaktır! Demek ki faizli sistem bir gün faize ortak bulamadığı için iflas eder. Oysa sistem faiz üzerinde oturmuştu. Yani faizsiz kimse kimseye kredi vermiyordu. Bunun sonucunda yatırımlar duracak, üretim duracak, işsizlik patlayacaktır.

Faizli sistem işte bundan dolayı kendi kendisini ölüme götüren sistemdir.

 

 

Sorunların ana sebebi faizli sistemdir

Reşat Nuri EROL

Faizli sistem kendi kendisini ölüme götüren sistemdir dedik,bir önceki yazıda...

Oysa faizsiz sistemde sermaye ekonomiye hakim değildir. Faizsiz sistemde sermaye sömürünün değil ekonominin aracıdır, sadece alettir, sadece hizmetkardır; sömürü aracı değildir. Ekonominin asıl hakimi Marx’ın dediği gibi “emek”tir. Aslında bunu Marx dememiştir. Kur’an’daki bir ayette bunun böyle olduğu çok bir açık şekilde ortaya konmuştur:

“İnsan için emeğinden başka bir şey yoktur.”

-Faizsiz sistemde para/kredi emeğe verilmelidir.

-Emek varsa para da vardır ve faizsizdir.

-Emek yoksa değer/para da yoktur.

-Faizsiz sistemde zengin olan, sermaye sahibi olan, parayı kazanan parasını (faizli) bankada depolamaz; özellikle taşınmaz alır, böylece üretime katkıda bulunmuş olur.

***

Dünyadaki Merkez Bankaları ve bizim Merkez Bankamız (TCMB) ne yapıyor?

Faizli kredi açıyor!.. Faiz alıyor!.. Piyasadan para çekilmesin diye daha fazla “faizli kredi” açıyor!.. Enflasyon oluyor; bir ülkede o yıl ne kadar “faiz” varsa en az o kadar “enflasyon” oluyor ve bunu MB yapıyor!. Faiz musibeti ve enflasyonla halkın elindeki paralar eridikçe eriyor... Birkaç spekülatör zenginin ve tefecilerin ise paraları arttıkça artıyor...

Sonuç olarak, bugünkü “işsizlik musibeti” başta olmak üzere, çağımızdaki bütün ekonomik sorunların ana kaynağı, ana sebebi “FAİZ”dir, “FAİZLİ SİSTEM”dir. Batı düzeni, Batı sistemi, yani “faizli vahşi kapitalizm düzeni” çıkmazda; çöküyor…

Küresel emperyalist kapitalizm bu çıkmazlara girince yeni alanlar açmaya çalıştı...

Ne yaptı?

Önce Türkiye, İran, Pakistan gibi ülkelere sermaye kaydırdı, oralara yatırım yaptı... Bu yatırımlardan nasiplenen Japonya, Kore, Endonezya, Malezya, Singapur gibi ülkeler bu sebeple gelişti... Son yıllarda da Çin başta olmak üzere yeni bazı ülkeler gelişiyor…

Ne var ki perde arkasında “sömürü sermayesi” var…

-Ve bu faizli sistemin geleceği karanlıktır.

-Gelecek vadeden hiçbir yönü yoktur.

-Batı düzeniyle birlikte çökmektedir.

-İnsanlık alternatif aramaktadır…

***

Sömürü sermayesi aslında neler olduğunu gayet iyi anlamakta ve çökmekte olduğunu bizzat kendisi de bilmektedir. Bu durumda ömrünü uzatmak için ne yaptı, ne yapıyor?

Gelişmekte olan ülkeler bitip tükenince, sömürü sermayesi otlanacak yeni otlaklar bulmak için Sovyetler’i yani sosyalizm sistemini yıktı. Kısa bir zaman için nefes aldı gibi göründü ama sonra eski Sovyet halkı toparlandı, bugünlerde yeniden canlanmaktadır...

Sömürü sermayesi, faizli sömürü sermayesine tutunacak dal bulamamakta. Sovyet denemesi iyi sonuç vermedi. Bu sefer Çin’e başka türlü yaklaştılar, fabrikaları ve üretimi Çin’e kaydırdılar, Çin’deki ucuz işçi/emek gücünü üretim alanı olarak değerlendirdiler, “Çin Malı” olarak kendileri dünyaya pazarlamaya başladılar... Dünyanın o malları alabilmesi için “dolar”a ihtiyacı vardı. Bunu sağlamak için de sömürü sermayesi sistem olarak mortgage (morgıç) kredileri başta olmak üzere her türlü faizli kredileri vermeye başladı... Bu sömürü düzeninde dünyadaki fabrikalar kapanacak, tarlalar orman olacak, böylece sermaye tek işveren olarak dünyayı sömürmeye devam edecek ama nereye kadar?!. Türkiye’de tarım ve hayvancılık alanındaki çöküşleri bir de bu bakış açısıyla değerlendirin bakalım…

SONUÇ olarak; FAİZLİ SİSTEM kendi kendini öldüren, kendi kendisini ölüme götüren sistemdir, kendisini öldürmektedir ama kendisi ölüme giderken beşeriyete de büyük zarar vermektedir. Bu sebeple acilen “Adil (Ekonomik) Düzen”e geçilmelidir.

 

 

Faiz batırır, köy sattırır!

Reşat Nuri EROL

Günlerdir ne dedik? “Faizli sistem kendini öldürür” dedik… “Sorunların ana sebeb faizli sistemdir” dedik… “İşsizlik sorununa teşhis ve tedavi” ile ilgili dört yazımın ana temasına bakılırsa, ülke ekonomilerini çökerten “işsizlik” musibetinin ana faktörünün “FAİZ” olduğu görülecektir dedik... Demekle kalmadık; “çare ve çözümleri” de yazdık…

Kimler için yazdık?

Kör, sağır, dilsiz olmayanlar yani üç maymunları oynamayanlar için yazdık…

Sekiz yıl öncesinden minik ama ibretamiz bir hatıra… İktidar yeni oluşmuş, hükümet yeni kurulmuş, herkes heyecan ve umut içinde… O zaman olduğu gibi bugün ve şu anda bile ülkemizdeki en önemli 3-5 makamdan birini işgal eden yöneticilerimizden -ismi önemli değil, sonuç önemli- birinin en yakınlarından olan “Büyüğümüzü” ziyaret ediyor ve bir ara soruyorum: ‘Bunların başarılı olma şansı var mı?’ Cevap gayet sakin, kısa ve keskin: ‘Hak ile savaşanların, yani faizli düzenle ülke yönetenlerin başarılı olmaları mümkün mü?!.’

Saygıyla susuyorum; başka bir soru sorma veya yorum yapma cesareti bulamıyorum!

Aradan sekiz yıl geçti, sonuç ortada...

İşsizlik, istihdamsızlık, artan iç ve dış borçların yanında ‘faizli borç’ bataklıklarına saplanan işçi, memur, esnaf, emekli, köylü vatandaşlarımız ve yok olan iş yerleri, yok olan aileler… “İşçi, memur, esnaf, emekli” yanında “köylü vatandaşlarımız” dedim, yani “fahiş faizli kapitalizm sistem sebebiyle çöken tarım ve hayvancılığımız” demek istedim...

“Faizli bankalar sebebiyle batan ve satılığa çıkarılan köyleri” duydunuz mu?!.

***

Antalya’nın ilçesi Elmalı’nın 300 haneli yani ortalama 1500 nüfuslu Düdenköy’ünde tüm topraklara “faizci sömürücü vahşi kapitalizmin bankaları” ipotek koyunca köy satılığa çıkarılmış! Koca köy/ler satılık, alan yok! Alıcı çıkmayan köyde muhtar maaşına bile el konulmuş! Köyde yalnız 3 kişinin borcu olmadığı açıklanmış!!!

Demek ki sonunda bütün köy arazileri “faizci sömürücü vahşi kapitalizmin bankalarının” mülkiyetine geçecek; köylüler de bu “bankaların” yani “faiz düzeninin” kölesi olacak demektir. Antalya milletvekili durumu şöyle özetliyor: “İnsanların canına tak etti, evi ocağı dağıldı, icralar geldi, hapse girdiler, iş yerleri kapandı, tarlalarını, bahçelerini, evlerini sattılar, çiftçilerimiz rezil oldu, battılar, tükendiler, bittiler...”

İstanbul’da Bakırköy ve Kartal ilçeleri ile birlikte Şişli’deki Çağlayan Meydanı’na “Avrupa’nın En Büyük Adliye Sarayları!” yapılıyor ya; demek ki ülkede çok büyük “adaletsizlikler” var, mevcut adliye binaları yetmez olmuş, herkes mahkemelik olmuş; büyük, çok büyük, Avrupa’daki en büyük adliye saraylarında “adalet” dağıtılacakmış!!!

Antalya’daki “İcra-İflas Daireleri” sayısı 7 (yedi)den 14 (on dört)e çıkmış!!!

Benzer haberleri her gün okuyup izliyorsunuz… Çevrenizde en yakınlarınız veya komşularınızdan duyuyorsunuz; “zalim faizli düzen”den mağdur olmayan kaç kişi var?.. Daha önce bu köşede örnekleriyle birlikte yazdığım üzere; Türkiye’nin hangi bölgesinde ve yöresinde bu “kapitalist zalim faizli sömürü düzenin mağdurları” yok ki?!.

***

Faizler… İflaslar… Hacizler… İcralar… İntiharlar…

Satılan iş yerleri ve fabrikalar… Satılan köyler… Sönen ocaklar…

İntihar eden insanlar… Dağılan aileler… Perişan olan çocuklar ve yaşlılar…

Ve; “bu faizci, sömürücü, iflas ve intihar ettirici, işyeri ve köy sattırıcı, en büyük adliye sarayları yaptırıcı, sekiz yılda icra ve iflas dairelerini yüzde yüz artırıcı fahiş faizci ve vampir sömürücü zalim düzen”de iyi yönetici olduklarını zanneden zavallılar…

Muhterem Büyüğümüzün bugün hatırlandığında daha çok ibret alınası sekiz yıl önceki kısa ve keskin değerlendirmesini bir kere daha hatırlayıp hatırlatmakta yarar var: ‘Hak ile savaşanların, yani faizli düzenle ülke yönetenlerin başarılı olmaları mümkün mü?!.’

 

 

Faiz batırır, köy sattırır!-2

Reşat Nuri EROL

BU, ÜLKE BATIŞININ SESLERİDİR! Bizde hangi hareket başlar bilemem, bu ülkenin batış sinyalleridir, daha çok banka, daha çok yardım… Önce borçlandır, sonra elindeki ekmeği al!.. Daha çok kapitalist sistem; zengin daha da zengin, fakir daha fakir... Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, yakında ülkenin genelini bankalar alır… Sonra ne olur görelim bakalım?!. İhracat patlıyor; nerde, birkaç zenginin elinde! Öyle bir sistem getiriyorlar ki al asgari ücreti sesini çıkarma, asgari ücret sadece bir kişin aylık masrafına yetmez. Yakında bir yerlerden bir şeyler patlak verecek. Hakan Meriç

Sanki sadece orası (Antalya köyleri) mi? Gelin Sakarya köylerini bir gezin bakalım; orada 3 kişi borçsuz çıkmış, yine iyi, burada borcu olmayan bulamazsınız. Ahmet Hamdi

İŞTE AKP’NİN TÜRKİYE’Sİ! Her şey yolunda, her şey güllük gülistanlık, herkes memnun halinden, kimse şikayetçi değil bu durumdan, ne zengini ne fakiri, çünkü % 40 oy veriyor bugünkü hükümete. Dış borcu gelir diye gözümüzün içine bakarak söyleyen bir hükümete başka ne diyelim. Ülkenin % 90’ı kredi kartı veya (faizli) kredi borçlusu. Çözüm bulmak yerine bir de fırçalıyorlar halkı. Ne diyelim, millet uyansın da “Adil (Ekonomik) Düzen”i savunanları iktidara getirsin inşaallah. Yasin Nergis

YETEEER, BU ACI GERÇEKLERİ GÖRÜN ARTIK... Milleti bu hale tefeci zihniyetli bankalar getirmiştir, bu yalnızca görünen tarafı, ya görünmeyen tarafı… Millet borçlardan bunalmış, çıldırıyor, sesini kimselere duyuramıyor, tüm kredi kapıları yüzlerine kapanmış, çaresiz, sokaklarda para dileniyor… Gurur yapıp durumunu gizleyen ve insanı içten içe yiyip bitiren, tek çare olarak intihar ve şiddete yönelen insanları bu yetkililer nasıl göremezler? bu ne ilgisizlik? Büyüyen ekonomide kimler büyüdü, kimler mutlu Allah aşkına? Bu vebal çok ağırdır. Saygılarımla… Alaattin Üsküdar

DEVLET MUTLAKA BİRŞEYLER YAPMALI. Yabancı birine 1 m2 arsa satılsa, birileri çıkıp ülke elden gidiyor diyor. Köyün tamamına el koyan bankalar acaba yerli sermaye mi? Bankalara 1 cm2 toprağa bile el koyamama yasağının olması lazım. Arsa ve ev karşılığı dışında her şeye ipotek koyabilsin bankalar ama ülkenin 1 cm2’sine veya tek odalı ahırına bile el koyma yetkisi olmamalı, ipotek etmemeli. Trakya bölgesinin neredeyse tamamı gavur bankalarına ipotekli. Faizde zaten hayır olmadığına göre... Ellerindeki topraklar da ipotekli... Direkt İngiliz hesabına… Furkan Çelik

DURUM ÇOK KÖTÜ! Ben çiftçiyim. Üreten değil tüccar ve aracı kazanıyor. Destekler çok büyükmüş gibi! Destek vermesinler, ürünlerimizi hakkıyla gerçek değerinden satalım yeter. Mazot yetmiyor, çok para, 1000 metrekare bir yeri işleyim ekmek için 10 litrenin üzerinde mazot yakıyoruz. Gübre almış başını gidiyor. Tüccar bizden 350-450 TL’ye buğday aldı.. Ekmeğe zam.. Stokları dolu.. TMO kota uyguluyor... Çok sorunlarımız var, çoook.. Batan batana.. Özel bankalara yem oluyoruz, çare yok! Ahmet

AYNISI HER YERDE! Eminim ki tüm Türkiye, özellikle kırsal kesim aynı sorunla boğuşuyor. Borç, borç, borç... Siz toplumu üretmeden tüketmeye yönlendirirseniz olacağı bu olur. Bizim köy de 200 hanelik. Borcu olmayan ya 3’tür ya 4 kişi. Daha fazlası çıkmaz. BORCA DAYALI (KEMAL) DERVİŞ MODELİ’nin en alası ile AKP döneminde uygulandığı ne kadar gizlense de er veya geç ortaya çıkacak. İnşaallah milletimiz için çok geç olmaz. Efsane

ARTISIYLA EKSİSİYLE AKP Bir ülkede bankalar karlarıyla zirve yapmışsa, ülke banka cenneti haline gelmişse, bu ülkede işsizlik almış başını gitmişse, tüketim malları pahalılıkta birinciyse ve bu anketlerde bu parti hala birinciyse; insanın kendi kendini sorgulaması ve öz eleştiri yapması gerekmez mi? Serdar Han

Faizci bankalar sebebiyle batan ve satılığa çıkarılan köylerle (Antalya’nın ilçesi Elmalı’nın köyleriyle) ilgili haberi bir haber sitesinden aldım. Haberin altına pek çok yorum yapılmış. O yorumların birkaçını, ayrıca yorum yapmaya gerek görmeksizin sunmuş oldum. 

 

 

Faiz; tarımı, bütçeyi, her şeyi batırıyor

Reşat Nuri EROL

FAİZ musibeti merkezli son dört yazımdan önce de, bu konuda yani fahiş faizler ve ona bağımlı olarak tarım ve hayvancılığımızdaki çöküş ile ilgili önemli yazılar yazdım. Bazı okuyucularım onları kısaca hatırlatmamı istediler. Önce başlıklarını hatırlayalım:

- Toprak, tarım ve ‘tarım stratejisi’ (18.04.2010)

- Tarım stratejisi ve Adil (Ekonomik) Düzen (20.04.2010)

- Tarımdaki strateji ve planlamaya devam… (22.04.2010)

- TARIMDA FAİZ, İCRA VE İFLASLAR… (23.04.2010)

- Tarım, ‘ET’ ithalatı ve TEHLİKE (05.05.2010

- Tarımdaki çöküş nedir? (08.05.2010)

- Tarımı canlandırmak ve hep canlı tutmak (11.05.2010)

“TARIMDA FAİZ, İCRA VE İFLASLAR” yazım, Ege Bölgesi’ndeki Gediz Ovası sınırlarında, Manisa’nın Saruhanlı ilçesi tarım arazilerindeki faiz, iflas ve icralar ile ilgiliydi… Aynen Antalya Elmalı ilçesi köylerindeki fahiş tarım faizleri ve ipotekler sebebiyle satılığa çıkarılan köyler gibi... Özetle şöyle: Ege Bölgemizin bu münbit ovasındaki (Gediz Ovası) Saruhanlı’dan bir değil tam 16 bin çığlık, 16 bin feryat yükseliyor!.. Manisa Saruhanlı’da kayıtlı 17 bin ÇİFTÇİMİZ ve bunların tam 16 BİN İCRA DOSYASI var!.. Faizli krediler, borç batağı, icralar, iflaslar ve intiharlar!..

Peki, bu çiftçilerin “faizli/icralı/ipotekli kredi borcu” ne kadar?

Saruhanlı’daki çiftçilerin toplam borcu ise 350 milyon TL’yi buluyor!!!

***

Bu yazıyı yazmakta olduğum bugün (11.02.2011 Cuma), Milli Gazete’deki bir haber ile bir makale, bu konu ile irtibatlı olarak özellikle dikkatimi çekti. Önceki yazılarımda ülkemizdeki sadece belli bölgelerde değil; Trakya ve Sakarya’dan Doğu Anadolu’ya kadar bütün bölgelerimizde tarım ve hayvancılığın çökmekte olduğunu hatırlattım.

Milli Gazete’deki söz konusu haberde de, Sakarya Saadet Partisi İl Başkanı İsmet Aksoy, Sakarya bölgesinde tarım üretiminin yok olmak, hayvancılığın da bitmek üzere olduğunu duyuruyor, sebep olarak da ‘yüksek faizli tarım kredilerini’ gösteriyor...

Milli Gazete yazarı Abdülkadir Özkan ise bugünkü yazısının başlığında, “Bütçeden tarıma 10, faize 84 milyar pay!” diyor, devam ediyor: “Ancak bütçede ayrılan diğer harcama kalemlerine bakıldığında ortaya üzüntü verici bir manzara çıkıyor. 2011 bütçe harcamaları 312 milyar lira olarak belirlenmiş durumda. Bu rakamdan çalışan personele 84 milyar lira ödenecekken faize de 84 milyar lira ayrılmış. Buna karşılık kamu yatırımları 21 milyar, çiftçinin üretiminin desteklenmesi için de 9.8 milyar lira öngörülüyor... / Vahşi kapitalizmin ülkemize yansıması olan uygulanan ekonomik politikaların ülkeyi getirip borç bataklığına sapladığını, 73 milyonun sadece devlete borç verenlerin faizleri için yırtınırcasına çalışmak zorunda kaldığını söylersek haksızlık mı etmiş olacağız?.. / Yaptıkları iş kılıfına uydurulmuş tefeciliktir. 2011 yılı bütçesindeki harcama kalemleri bunu gösteriyor...” Milli Gazete görevini yapmaya devam ediyor…

- “2011 bütçesi de FAİZ ve RANTİYEye!” (16.12.2010) başlıklı yazımda, aynen Abdülkadir Özkan’ın yazdıklarını hatırlatmış, ülkemizin fahiş faizlerle nasıl sömürülmekte olduğunu yazmıştım... Mezkur o yazımdaki iki ara başlık şöyle:

- BÜTÇENİN ÇOĞU FAHİŞ FAİZLERE!

- HASILANIN YÜZDE 92’si RANTİYEYE!

***

- “Faizli zalim soygun düzeni” (07.04.2010) başlıklı yazımda, aslında dünyadaki faizli sömürü çarkının nasıl işlemekte olduğunu yazmıştım; ilgilenenler tekrar bakabilir: Dünyanın, bütün insanlığın bir yılda ödediği “FAİZ” 80 trilyon dolar!!! Vahşi vampir kan emici kapitalizm, “FAİZLER” sayesinde ülkemizi ve dünyayı böyle sömürüyor… 

 

 

Tarım ve hayvancılık nasıl batıyor?

Reşat Nuri EROL

Türkiye kısa zamanda tarım ve hayvancılıkta kendine “yeten”, hatta bunları “ihraç” eden bir ülkeden, “tarım ve hayvancılıkta kendine yetmeyen”, bu ürünlerle birlikte pek çok gıdaları “ithal” eden bir ülkeye dönüştürüldü. Bu süreç “Kemal Derviş Kanunları” ile iyice hızlandırıldı ve kanuni alt yapısı oluşturuldu. Dokuzuncu yılına giren AK Parti iktidarı bu sömürgeci uygulamayı aynen devam ettiriyor…

Tesbit olarak meselenin özü ve özeti bu kadar!

Türkiye kısa zamanda bu hale getirildi… AK Parti iktidarı devam ediyor… Onlara bakılırsa kendilerince “hizmete devam” diyorlar ama kime?!.

Tarım ve hayvancılığımızdaki çöküş ve batışın bazı detaylar aşağıda…

***

Tarım ve hayvancılık üreticilerinin sorunları hep ana gündemlerin dışında bırakılıyor. Halbuki sadece tarım ülkesi olduğumuz geçmiş dönemlerdeki gibi günümüzde de tarım kesimi çok önemli bir iş alanı, istihdamın yüzde 26’sını oluşturuyor. Tarım ve hayvancılık sektöründeki üreticilerin meseleleri iktidarla birlikte her nedense gerek yandaş medyada gerekse çıkar paralelliği içindeki candaş medyada yer bulamıyor bir türlü. Acaba neden?!. Varsa yoksa borsa çıktı, döviz düştü, ihracat patladı, kalkınma yüzdesi ve milli gelirimiz şu kadar arttı vs teraneleri ile faizci kumarhane vahşi kapitalizminin kurnazlık, fırsatçılık, kap-kaççılık, al-satçılık, üçkağıtçılık yani “üçkağıt ekonomisi” aldatmacaları, balonları ve pembe haberleri!.. İthalattaki patlamaları, cari açıkları, bütçe dengesizliklerini, her türlü faizli kredi ve yine faizli kredi kartı borçlarının sebebiyet verdiği ipotek, iflas, icra, haciz ve intiharlarıyla dağılan aile ve iş yerlerini gören yok!!!

Halbuki yoksulluğun da, işsizliğin de, istihdamın da, yeterli ve sağlıklı gıdaya ulaşabilmemizin de, tarımda yeniden kendi kendimize yetebilmenin de yolu tarım ve hayvancılık sektörünün sağlıklı ve istikrarlı gelişmesinden geçiyor...

Geçmesine geçiyor ama…

***

2002-2010 yılları arasındaki tabloyu ayrıca aşağıda vereceğim. Tabloda gübre, mazot, sulama vs tarım üretimindeki girdi rakamları var. Bu rakamlar Türkiye Ziraatçılar Derneği (TZD) tarafından tespit edilmiş. TZD de, TÜİK ve bayi verileri ile DSİ’nin her yıl ürün bazında sulama ücret tarifelerinin resmi gazetede yayınlanan rakamlarını kullanılarak bu tabloyu hazırlamış. AKP iktidarı döneminde Buğday fiyatı %111 düzeyinde artarken, gübre, mazot, sulama gibi temel girdilerin maliyet artışı ortalama %200 civarında gerçekleşmiş!.. AKP iktidara geldiğinde 2002 yılında 1 kg buğday ile 1.09 kg Üre gübresi alınabilirken, bugün 1 kg buğday ile sadece 0.66 Üre gübresi alınabiliyor. 2002 yılında 45.58 kg buğday karşılığı ile 1 dekar alan sulanabilirken, 2009 yılında 70.18 kg buğday ile 1 dekar alan ancak sulanabiliyor. Buğday fiyatlarında 2002–2010 yılları arasındaki artıştan, %50 daha fazla artan girdi maliyetleri, tarım ve hayvancılığımızdaki fakirleşmeyi, çöküntüyü ve batmayı açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Son olarak “FAİZ BATIRIR, KÖY SATTIRIR!” yazılarımda yazdığım üzere; faizci vahşi kapitalizm uygulamalarıyla iyice yoksullaşmış, çiftine-çubuğuna icra gelmiş, faizci bankalara tarlasını, arazisini, nerdeyse bütün köyünü ipotek etmiş tarım ve hayvancılık sektöründeki üreticilerimiz tamamen sahipsiz ve çaresiz bir durumda; bekliyor...

Ne/yi bekliyor? Tarım ve hayvancılık sektörlerindeki üreticilerin meselelerini kim, ne zaman, nasıl dile getirip sahip çıkacak diye sabırla ve tevekkülle bekliyorlar... Yani “Adil (Ekonomik) Düzen”i getirip uygulayacak olanları bekliyor… Ve’s-selâm…

 

 

2002

2010

Artış Oranı

Buğday (TL/kg)

0.26

0.55

%111

Üre (TL/kg)

0.176

0.66

%275

DAP (TL/kg)

0.354

1.00

%182

Kompoze 20/20 (TL/kg)

0.254

0.72

%183

Mazot (TL/lt)

1.25

3.15

%152

Sulama ücreti (TL/ dekar)

11.85

38.60

%226

 

 

 

 

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3488 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2677 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2651 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2166 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2542 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2565 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2300 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2204 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2617 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2496 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 2005 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2362 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2311 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2459 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2455 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2416 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3066 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2689 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2684 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2765 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2972 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3048 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3448 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5509 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3570 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3096 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3885 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3736 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3443 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3896 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3853 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4134 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4667 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3986 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3869 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2882 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2969 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3975 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7762 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5643 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4197 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3599 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3740 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4760 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4477 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4770 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4690 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4846 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4571 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3420 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4494 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3646 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5198 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3874 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5185 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5047 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4958 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3565 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3496 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3707 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5194 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4224 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5456 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4104 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5292 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4489 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4444 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4597 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4790 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5345 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4134 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5283 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4548 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3864 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4413 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4615 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4147 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4121 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4105 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4560 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5672 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9865 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4675 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3726 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3876 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3369 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3404 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3762 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5727 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4265 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3462 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler