Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 598
MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ -5-A.AYETLER
12.02.2011
1693 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 44 YILDIR ÇALIŞIYOR....2009...2010...2011

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜNYA DÜZENİ 598

“ADİL DÜNYA DÜZENİ III. BİN YIL MEDENİYETİ PROJESİDİR.”

“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 598. Hafta         12 Şubat 2011        Fiyatı: www.akevler.biz’e tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR.. ÇOĞALTABİLİR.. DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 598. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?”    (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.”     (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ,  Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Tefsir Seminer Notları Yenibosna’da Cumartesi akşamları okunup tartışılmaktadır.

GAYEMİZ: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada “OKUNMASI, ANLAŞILMASI VE UYGULANMASI”DIR.   Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

***

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;

AKEVLER

AKEVLER 1967’de İzmir’de kurulmuştur; 44 seneden beri faaliyettedir...

M I S I R …

TÜRKİYE “ADİL DÜZEN” İHRAÇ ETMELİDİR

***

*ÜSKÜDAR SEMİNERLERİ;   148. SEMİNER

Her Hafta ÇARŞAMBA akşamı; Adres: EMİNEVİMKısıklı Cad. No: 36  Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL  Tel: (0216) 444 36 46

SOHBET…    SEMİNER…    SORULAR-CEVAPLAR…

***

Pendik Siyaset Okulu ve Adil (Ekonomik) Düzen

Adil Düzen’de kredi ve ithalat-ihracat dengesi

“ADİL DÜZEN MEDENİYETİ” doğuyor…

İşsizlik sorununa teşhis ve tedavi-1-2-3-4

Faizli sistem kendi kendini öldürür!

Reşat Nuri EROL

***

MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 6

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَوْفُوا بِالْعُقُودِ أُحِلَّتْ لَكُمْ بَهِيمَةُ الْأَنْعَامِ إِلَّا مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَأَنْتُمْ حُرُمٌ إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ مَا يُرِيدُ (1) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَائِرَ اللَّهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَائِدَ وَلَا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَانًا وَإِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُوا وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَنْ صَدُّوكُمْ عَنْ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَنْ تَعْتَدُوا وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ(2) حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللَّهِ بِهِ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّطِيحَةُ وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ إِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَأَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْأَزْلَامِ ذَلِكُمْ فِسْقٌ الْيَوْمَ يَئِسَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ دِينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِي الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمْ الْإِسْلَامَ دِينًا فَمَنْ اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِإِثْمٍ فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (3) يَسْأَلُونَكَ مَاذَا أُحِلَّ لَهُمْ قُلْ أُحِلَّ لَكُمْ الطَّيِّبَاتُ وَمَا عَلَّمْتُمْ مِنْ الْجَوَارِحِ مُكَلِّبِينَ تُعَلِّمُونَهُنَّ مِمَّا عَلَّمَكُمْ اللَّهُ فَكُلُوا مِمَّا أَمْسَكْنَ عَلَيْكُمْ وَاذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَيْهِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ (4)

 

الْيَوْمَ أُحِلَّ لَكُمْ الطَّيِّبَاتُ وَطَعَامُ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنْ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنْ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ إِذَا آتَيْتُمُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ مُحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَ وَلَا مُتَّخِذِي أَخْدَانٍ وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْإِيمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ وَهُوَ فِي الْآخِرَةِ مِنْ الْخَاسِرِينَ (5)

 

الْيَوْمَ

(eLYaVMa)

“Bugün”

El-Yevm” kelimesi Maide Suresi’nde üç yerde geçmektedir. Bundan önceki iki ayette iki defa geçmişti. Birinde, bugün kâfirler artık ümitlerini kesmişlerdir. Diğerinde de, bugün dininiz tamam olmuştur denmiştir.

Şimdi de yine “el-yevm/bugün” tekrar ediliyor ve tayyibâtın helal olduğunu söylüyor.

Üçünde de başka cihetle “el-yevm” denmiş, o sebeple kelime tekrar edilmiştir.

Daha önceki şeriatlar peygamberlerin şeriatı idi. Haram olanları peygamberler veya kitaplar bildiriyordu. Onların zararlı ve yararlı olduğu üzerinde durulmuyordu. Çünkü o günkü insanların bilgileri neyin zararlı neyin yararlı olduğunu tesbit etme seviyesinde değildi.

20’inci yüzyılda ulaşılan teknolojiler sayesinde insanlar artık neyin yararlı neyin zararlı olduğunu tesbit edecek duruma gelmişlerdir. Kur’an bu sebeple artık teker teker yararlı ve zararlı olanları saymıyor. Hayvanlardan “domuz”u, nebati kaynaklardan “üzüm şarabı”nı örnek olarak vermiş, “kan” ve “ölü etini” de haram olarak bildirmiş, ondan sonrasını ise istihsana bırakmıştır.

Kur’an nâzil olduğu zaman henüz Kur’an’ı ilme göre yorumlayacak seviyeye gelinmemişti. İnsanlık daha 1400 yıl peygambere (Hazreti Muhammed aleyhisselâma) muhtaç olarak yaşayacaktı. Nitekim böyle olmuştur. Geçen bin yılın sorunları sünnetle çözülmüştür.

Demek ki sünnetin iki görevi olmuştur.

Biri, Kur’an’ı anlayabilmemiz için sünnetle örnek bir uygulama yapılmıştır. 

Diğeri de, 1400 yıl daha insanlık bazı yönlerden cahiliye döneminde yaşayacaktı. Bu bin yılda da peygamberlik görevi bilfiil devam etti. Hazreti Muhammed’in Kur’an’ı yorumlamadaki irşadı kıyamete kadar devam edecektir. Çağının sorunlarını çözme meselesi ise geçen bin yıl için geçerli olacaktır.

O halde Hazreti Muhammed aleyhisselâmı şöyle tanımlayabiliriz.

a) Kur’an’ı insanlığa ulaştıran nebi Muhammed aleyhisselâm.

b) Medine Devleti’nin Başkanı olan resul Muhammed aleyhisselâm.

c) Bin yılın uygulamasını öğreten elçi Muhammed aleyhisselâm.

d) Kur’an’ın ilk uygulamasını yaparak Kur’an’ı göstererek anlatan son nebi Muhammed aleyhisselâm.

Bunları anlattıktan sonra tekrar kelimemize dönelim. Buradaki “el-yevm” kelimesi tam da 2000’li yılları göstermektedir. Geçmişteki 1400 seneye bu “el-yevm” kelimesi uygun değildir. Bu “el-yevm” ancak günümüzü, üçüncü bin yılın başını içermektedir.

Bediüzzaman ciheti imaniye bakımından görevli benim diyor. Söylediğini tasdik etmemek için bir sebep yoktur. İslâmiyet birinci dönemde sünnete dayalı olarak bir hamle yaptı. İkinci dönemde Yunan felsefesinin etkisi ile insanlar reybe düştüler. Gazali ve Razi gibi âlimler Yunan felsefesini Kur’an’ileştirdiler ve ona “Kelam” dediler.

İslâmiyet ikinci sarsıntıyı yirminci yüzyılda geçirmiştir. Kelam felsefeyi ortadan kaldırmış ve bugünkü müsbet ilmi onun yerine getirmiştir. Ne var ki müsbet ilmi inanmışlar değil de münkirler oluşturdu. Dinler bu dönemde büyük zafiyete uğradılar. Yunan felsefesinin alternatifi olan Kelam ilmi artık bugünün ihtiyaçlarına cevap verememektedir.

İşte, Bediüzzaman’ın yaptığı bugünkü müsbet ilimlerle insanlığı zehirlemekte olan fesadı Gazali’nin yaptığı gibi müsbet ilimlerle giderme işidir.

Bediüzzaman bu başarılı çalışmalarıyla bugün tüm dünyada adını duyurmuştur. Müntesiplerinin açtığı okullarda müsbet ilimler tedris edilmektedir. Görev olarak, Batı’nın müsbet ilimleri istismar ederek yaptığı dinsizlik zehirlemelerine karşı, Bediüzzaman çağın müsbet ilimleri ile cevap vermiştir. F. Gülen’in okulları dünyada başarılı ve kaliteli okullar olarak faaliyettedir. Papa F. Gülen’i kabul etmiş ve onu İslâmiyet’in temsilcisi olarak görmüştür. ABD’deki Teksas Senatosu da onu bu hüviyeti ile takdir etmiştir.

Bediüzzaman, ciheti imaniye bakımından Risale-i Nurlar görevlidir diyor. Böyle diyerek bir gerçeği ifade etmiştir. Risaleler elbette Kur’an gibi bir kitap değildir ama bugünkü bazı önemli sorunları çözen kitaplardandır. Yanlışları veya eksikleri var ama bizim işimiz yanlışlarla değil doğrularladır. Bediüzzaman’ın usulü tamamen doğru usuldür ama elbette ki çağımızın Kelam ilmi tamamlanmamıştır.

F. Gülen cemaati Batı tipi okullar açıyor. Bu devre birinci devredir. Önce Batı tipi okullarda onları geçeceğiz. Sonra Doğu tipi medreseler açılacak; hem de doğuda Saidi Nursi’nin memleketinde açılacak ve işte onlar çağımızın Kelam ilmini ortaya koyacaklardır.

YENİ KELAM İLMİNİN ESASLARI:

1)      Önce Kur’an’ın Allah kelamı olduğu müsbet ilimlerle ispatlanacak. Kâfir olmayanlar kabul edecek. (Bu hususta A4 250 sahifelik bir kitabı (Kur’an’da 250 Mucize) yazmış bulunuyoruz.)

2)      Kur’an’ın onayı ile diğer İlahi kaynaklı Tevrat ve İncil ile Budistlerin ve Hinduların kitaplarının hak oldukları gösterilecek.

3)      Bundan sonra müsbet ilim ile Kur’an’ın anlattıkları arasındaki paralelliklerle insan hayatı değerlendirilecek.

4)      Ondan sonra Kur’an’a dayanılarak âhiret hayatı ve âlemlerin rabbi tanıtılacak.

Şimdi sıra çağımızın sorunlarını çözecek “Yeni Fıkıh”a gelmiştir. Bu husustaki çalışmaları Akevler yapmıştır; halen de yapmaya devam etmektedir...

Biz bu seminerleri o fıkhın yapılabilmesi için hazırlık olarak yapıyoruz.

“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” çalışmalarında bu adım atılmıştır.

Tüm kanunlar yeniden ele alınıp Kur’an’a göre yazılmalıdır.

Bir medrese kurmalıyız. Orada bütün ilimler Arapça okunmalıdır; Kur’an Arapçası ile okunmalıdır.

Ümit ederim ki Fethullah Gülenciler artık bunu yapmaları gerekeceğine kani olacaklar ve Akevler ile işbirliği yapacaklardır.

Bunları niye söyledim, niye yazdım?

Ciheti imaniye ile “Risale-i Nur şakirtleri” görevli ise; ciheti ilmiye bakımından da “Akevler Çalışanları” görevlidir.

Biz başlangıçta buna talip olmayıp ciheti iktisadiyede bunun yapmak istedik ama Allah bize bunu yani ciheti ilmiyeyi verdi.

Keşke bizden daha iyi birileri olsa, biz onlara katılsak, bu farz bizden farzı ayn olmaktan çıksa da, farzı kifaye içinde ilmi çalışmalarımıza devam etsek.

أُحِلَّ لَكُمْ الطَّيِّبَاتُ

(EuXılLa LaKuMu elOayYıBATu)

“Tayyibât size helal kılındı.”

Bu surenin başında, size hayvanların behimesi helal kılındı denmiştir. Burada da “tayyibât size helal kılındı” deniyor. Behimenin helalliği Tevrat’ta vardır. Burada da helal kılındı deniyor ve “vav”sız getiriliyor. Yani o helal bu helaldir. Behimenin tayyibât olduğuna işarettir. Behime tayyibât olmakla beraber kural genişletilmiştir. Tüm tayyibeler helal kılınmıştır. Dikkat edilirse “nâsa helal kılındı” denmiyor da “size helal kılındı” deniyor. Yani helal ve haram her mezhep için kendine göredir ve kavmidir, kazai değildir. Onun için “Leküm” kelimesi takdim edilmiştir.

Şimdi “uhille/helal” kelimesine tekrar dönmeliyiz. Canlılar için besinin temel maddeleri aynıdır. C (kömür) H, O (su) N (hava) P (güherçile) Fe, Mg ve diğerleri. Canlı yaratılmadan önce bunların hepsi vardı. Canlı sonraları bunlara uygun şekilde birleştirildi ve dolayısıyla uzvi cisimler oldu. Bugün yer küresinin yüzeyinde iki türlü maddeler vardır. Bir canlı yaratılmadan önce de var olan cisimler, bir de canlı yaratıldıktan sonra ortaya çıkan cisimler. Bunlar moleküller hâlinde vardırlar. Bunlar bir binanın tuğlası, fayansı, harcı gibidirler. Her canlı bunları dışarıdan alır, kendine göre dizer ve benzer canlı olur ve yaşar.

Şimdi, nasıl iktisatta her şeyi bir atölye yapamıyor, birinin yaptığını öbürü satın alıyor, bugünkü uygarlık böyle oluşuyorsa; bunun gibi canlıların da bedenlerinde farklı fabrikaları vardır. Ancak o fabrikalarda işlenebilecek maddeler gereklidir. Her canlı türünün kullandığı malzeme farklıdır. İpek böceği dut yaprağını yer. Arı çiçeklerden bal özü alır. Kurt et yiyebilir. İnsanın da kendisine özgü besinleri vardır, yani kendi bedenindeki fabrikaları ancak onları kullanabilir. İnsan için tayyib olanlar bunlardır. Bedene zararlı veya beden tarafından sindirilemeyen ve kullanılamayanlar tayyib değildir.

İnsanın bir özelliği de besin yelpazesinin geniş olmasıdır. İnsanın besini meyvedir. Elma armut gibi sulu meyveler, fındık buğday gibi kuru meyveler. Bunların yanında insan soğan, sarmısak, lahana, enginar gibi sebzeleri de yemektedir. Oysa bunlar aslında otturlar. İnsan diğer taraftan balık, geviş getiren hayvan ve tavuk etleri gibi etleri de yemektedir. Mantarın zararlısı var, yararlısı var. Şimdi böylece besin çeşidini çoğaltınca onları seçmek de zor olmakta, neyin habis neyin tayyib oduğu kolayca tesbit edilememektedir. Ayrıca birçok yeni hayvan ve yeni meyve türü ortaya çıkmaktadır.

Bugün gelişmiş olan biyoloji ve kimya ilimleri, beslenme ilimleri tayyibât ile habisatı birbirinden ayıracak durumdadır. Halbuki bundan iki asır önce bunları ayırma imkanı yoktu. Onun için Kur’an “bugün” ve özelikle “size” diyor. Yani eski şeriattakilere değil, sadece Kur’an şeriatında olanlara söylemektedir.

Böylece ilmi araştırmalarla amel edileceğine dair bir hüküm ortaya çıkmıştır. Asrımızın gelişmiş ilimlerinden yararlanarak tayyibât olanları tesbit etmemiz ve onları yememiz gerekir. Yine de asıl ve fer’ ayırımı varlığını devamlı olarak sürdürecektir. Örnek olarak burada yalnız yiyeceklere işaret edilmiştir. Giyecekler, barınacak yerler ve diğer eşya için kıyasla hareket edilecektir.

Bir hususa daha işaret etmemiz gerekir. Surenin başında, “size hayvanların behimesi helal kılınmıştır” diyerek helal kelimesi müennes getirilmiştir. Buradaki fail “tayyibât”tır. “Tayyibât” “tayyibe”nin çoğuludur. Burada “uhillet” denmemiş, müennes olarak getirilmemiştir. Kural şudur. Erkeklerin çoğulu dişi tekiller, dişilerin çoğulu ise erkek tekiller gelir. Kur’an’daki pek çok yerde bu örnek mevcuttur.

Bir fabrika nasıl belli oranda ve belli tür hammadde kullanırsa, insan bedeni de böyledir, belli ham maddeleri alır, onları işler, kullanır, sonra atar. Bunlar gelişigüzel maddeler değil, uygun maddelerdir. Nitekim biz yemek pişirirken de her şeyi ölçülü yaparız. İşte bundan dolayıdır ki kurallı dişi çoğul kullanılmıştır. Bazı maddeler vardır ki yan yana gelirse zehir olur, bazı maddeler vardır ki ayrı ayrı alınırsa zehir olur, birlikte ise tayyibat olur. Bunun için bunların yan etkilerini önlemek için ek ilaçlar verilir.

Bu “tayyibât” kelimesi işte bunları açıklamaktadır.

Şimdi bize şunlar sorulabilir: Tayyibi habisten ayıran ilimler gelişmiştir ama bizde yoktur. Batılılar ne söylüyorlarsa biz onu kabul etmek zorunda kalıyoruz.

Buna şu cevap verilir. Yalnız Batılıları değil, herkesi taklit etmek tamamen haramdır. Her bucakta o bucağın âlimleri olacak, onlar içtihat edecek, halk onlara tâbi olacak. İlde fakihler vardır, onlar içtihat edecek, bucak âlimleri onlara uyacak. Ülkede rasih âlimler vardır, onlar içtihat edecek, halk onlara uyacak. Her ülkenin farklı helalleri ve haramları oluşacak. Dünyadaki ilmi araştırmalardan yararlanırız. Halk başka ülkenin müçtehitlerine uyamaz. O ülkenin müçtehitleri başka ülkenin müçtehitlerinin görüşlerinden yararlanabilirler.

Bu sorunun cevabını bundan sonraki âyet vermektedir.

وَطَعَامُ

(Va TaGAvMu)

“Ve taamları”

Canlıların besinleri farklı olduğu gibi toplulukların besinleri de farklıdır. Her topluluğun kendi yaptıkları besinleri vardır. Bununla beraber yeryüzü tüm insanlığındır. Kahve Brezilya’da yetişir, onlardan çok biz kullanırız. Şimdi bugün geliştirilen sistem vardır. Etiket sistemi. Laboratuarlar maddeleri tahlil eder, içinde ne varsa hepsinin yüzdeleri yazılır. Ölçülemiyorsa eser miktarı ile gösterilir. Üretim semtlerde yapılır. Çuvallara konur. İlçeye gönderilir. İlçede çuvallardakiler tahlil edilir, tahlil etiketleri yapıştırılır. Sahiplerine belge verilir, sahipleri belgeleri tüccarlara satarlar. Tüccarlar da fabrikalara satar. Böylece üretilenler standart gıda mamulü hâline getirilir.

İşte, bir yerde üretilen besin dünyanın her tarafına ulaştırılır, insanlar onu yerler. Üretilen ürünün üzerinde adı olduğu gibi üretenin de adı vardır. Kişinin mezhebi de yazılıdır. Böylece biz ehli kitab mezheplerinin yiyeceğini de yiyebiliriz.

İşte, hayvanın üzerinde Allah’ın isminin anılması da, hangi firmanın ürettiği ve kimin kontrol ettiği de yazılı olacaktır demektir.

الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ

(elLaÜIyNa EUvTuv eLKiTABa)

“Kendilerine kitap ita edilenler.”

Kitab” burada marifedir. Kitap yazılı yasa demektir.

Kur’an gibi ilâhi kitaplar Hazreti Nuh peygamberden sonra inzâl olunmaktadır. Kur’an’dan önce kitap verilenler. Bugün yeryüzünde dört büyük din vardır. Bunlar kendilerine kitap verilenlerdir, yani Allah bunlara kitap göndermiştir. Bunlar Hıristiyanlar, Müslümanlar, Hindular ve Budistlerdir. Uzun yılların etkisiyle bunlar yani bu kitaplar değişmiş ve bozulmuştur. Ne var ki Kur’an kitap olarak bugün bütün gücüyle yerindedir. Ayrıca müsbet ilimler o kadar çok gelişmiştir ki artık bâtıl inançlara yer yoktur.

Dünyadaki bütün dinlerde bir de gevşeme olmuştur, yani hiçbir din mensubu taassupla kendi dinine bağlanmamaktadır. Bunun sonucu olarak gelecekte ortaya çıkan yeni yorumlarla tüm dünya dinleri Hak dine doğru adımlar atacaklardır.

“Ehli kitap” ile “kendilerine kitap verilenler” farklıdır.

Ehli kitap; kanunları olan her topluluk ehli kitaptır.

Bugün ehli kitap olmayan topluluk kalmamıştır.

Kendilerine kitap verilenler ise ilâhi kitapları olan topluluklardır.

Bugün yer altında kazılar yapılmakta, orada bulunan taş parçalarına mânâ aranmaktadır. Oysa bugün yeryüzünde ilâhi dinlere ait pek çok yazılı eserler vardır. Bir ilâhiyat enstitüsü kurulmalıdır; kurulacaktır. Bu enstitüde işbölümü yapılacak ve bu kitaplar ayrı ayrı incelenecektir. Sonra hepsi Kur’an’la ve müsbet ilimle karşılaştırılacak ve ona göre ilişkiler bulunacaktır.

Dünyadaki bütün diller benzerdirler. Her dilde isim var fiil var, fail var mef’ul var, izafet var, tekil var, çoğul var. Bunun dışında birçok kelimeler birbirine benzer. Bunun gibi dinlerde de benzerlik vardır. Her dinde namaz vardır. Her dinde oruç vardır. Her dinde hac vardır. Dinlerde oluşan bu beraberlik raslantı mıdır, yoksa belli bir amaç mı vardır?

“Kendilerine kitap verilenlerin tamamı” deyince, değişik dinler değişik şeyleri helal yapmışlar, haram yapmışlar. Ama insanlık olarak sonunda sağlık bakımından birleşme durumuna gelecektir. Bu âyetlerden şu anlaşılmaktadır. Bazı şeyler vardır ki insanların yiyeceğidir. Mesela tahıl böyledir. Dolayısıyla bunlar insanlık piyasasına ve bütün mezheplere göre helal olacaktır. Bazı yiyecekler ise kavimlerden kavimlere göre değişecektir. Mesela biz salyangoz yemeyiz ama yiyenler için zararlı olduğu sabit olmamışsa haram olmayacaktır. Bazı yiyecekler ise mezheplerden mezheplere göre değişecektir. Etiketlerde mezheplerin damgaları olacaktır. Türkiye’deki yiyecekler var, Hanefilerin yiyecekleri vardır. Yahut Avrupa uygarlığının yiyecekleri var, bir de insanlığın yiyecekleri vardır. Burada “taam/yiyecek” dediğimiz zaman mesela bisküviler, çikolatalar onların taamıdır. Arı kovanından sağılan bal da onların taamıdır. İnekten sağılan süt de onların taamıdır. Onların kestiği hayvanlar da onların taamıdır.

Yukarıda işleme göre helal ve haram anlatılmıştır, burada ise işlemi yapana göre anlatılmıştır. Yani yiyecekte iki şey aranmaktadır. Birincisi, işletmede yemek yapanın yaptığı yemek üzerinde durulmakta, diğeri ise yemek yapma şekli üzerinde durulmaktadır. Bunlar standart hâle getirilecek ve o standartlara göre piyasaya sürülecektir. Mesela bir sucuk fabrikasında müşrik çalıştırılamaz. Bir sucuk fabrikasında kesilmemiş hayvanın eti katılmaz. Piyasaya etiketsiz, kontrolsüz sucuklar ve pastırmalar sürülemez.

Bugün sağlık bakanlıkları gıdaları denetlemektedir. İşlem olarak doğrudur ama usul bakımımdan yanlıştır. Dayanışma ortaklıklarının atadıkları kontrolörlerin denetiminde gıda kontrolü yapılacaktır. İçtihatlara göre sabit olanlar o mezhepte olanlar için helal veya haram olur. İnsanların nasıl dilleri farklı ise yiyecekleri de farklı olacaktır.

Burada başka bir husus ortaya çıkar. Biz mü’minler veya müslimler sokakta etiketsiz sayılan yemekleri yemiyoruz ama yasaklamıyoruz. İsteyen istediğini yiyebilir. Etiketli bir yiyecek zarar verse kontrolörler tazmin ederler. Etiketsiz olanları yiyenler davacı olamazlar.

حِلٌّ لَكُمْ

(XılLün LaKuM)

“Size helaldir.”

Yani onların yiyecekleri bizim yiyeceklerimizdir, bize helaldir demektir.

وَطَعَامُكُمْ  

(Va OaGaNukuM)

“Ve sizin taamınız.”

Demek ki bizim taamımız var belli, onların taamları var belli. “Taamün Leküm” denmemiş, “Taam” da marife yapılmıştır. O halde ayrı ayrı etikette yiyecekler olacaktır. Her yemeğe onun dayanışma ortaklığının tarifesi ile ulaşılacaktır. O dayanışma ortaklığının atadığı kontrolörler tarafından kontrol edilecektir. Halk istediği dayanışmanın mamulünü kullanacaktır. Bugün birçok şeyleri insanlar akılları ile oluşturmuştur. Pratikte bunlar yapılmaktadır. Bugün dünyanın her yerinden gelen çayı içiyoruz, bisküviyi yiyoruz.

Kur’an bunlara izin veriyor mu vermiyor mu?

Kimse sormuyor.

Bu âyetler bize büyük kolaylık göstermiştir. Eğer siz onların yemeğini yiyemezsiniz denseydi bugünkü düzene uymuyor, o günkü şartlarda oluşmuş diye Kuran'a eksik derdik. Diğer taraftan serbest olun, istediğinizi yapın demiyor. Diğer taraftan tanınma olayı da vardır. Yani inanç mezhepleri olacak. Firmalar bunların denettikleri mamulleri üretecekler. Halk kendi ahlaki dayanışma ortaklığının kontrol ettiği eşyayı kullanacaktır. Bir de dayanışma ortaklıkları birbirlerini tanıyacaklar; kişinin dayanışması ‘şu dayanışma ortaklığının yiyecekleri size helaldir’ diyecek. Bu suretle her firma sosyal kontrole tâbi tutulduğu gibi her dayanışma da halk tarafından kontrol edilmiş olur. Yalnız kendi mezhebi değil, diğer mezhep mensupları tarafından da kontrol edilmiş olur.

Bugün devletler bu işi yapmakta, Türk firmalarının mallarını ithal etmemektedirler. Bu yanlıştır. Siyasiler bu işlere karışmazlar. Sadece dayanışma ortaklık başkanları beyan ederler. Halk da ister uyar ister uymaz. Silahlar ve gümrükler değil, ortaklıklar konuşmuş olur.

Demek ki Kur’an olayları tanzim etmekte, çözümler üretmekte ama diğer taraftan da uygarlaşma ne kadar ileri gitmiş olursa olsun kolaylıklar getirmektedir.

حِلٌّ لَهُمْ

(XılLün LaHuM)

“Onlara helaldir.”

Burada başka bir şey ortaya çıkmaktadır. Değişik dinde olanlar icmaa aykırı bir anlayışa sahip olmamalıdır. Olursa onlar diğer dayanışma tarafından tanınmaz, yani onların yemeklerini cemaatlerine helal kılmazlar. Dayanışma ortaklıkları bu şekilde birbirlerini kontrol etmiş olurlar. Örnek olarak bir firma içeceğin içine alışkanlık yapan madde katıyor. Örnek olarak kolaya böyle bir madde katıyor ki içenlerde bağımlılık meydana gelsin, çok satayım, çok kazanayım. İşte, kendilerine kitap verilen mezhepler bunların yiyeceklerini kendi cemaatlerine haram ederler. Dolayısıyla onlar kontrol edilmiş olur. İcma ile sabit olan yasakları yapanlar ortak dolaşımdan kaldırılır.

Bunu şöyle izah edelim. Bir semtte üretilen mallar çuvallara konur, sahiplerinin adları yazılır. İlçeye ortak nakliye götürür. Orada kontrol edilir. Belge üreticiye verilir. İşte bu işleme girebilmek için o bucakta bir dayanışma ortaklığının izni gerekir. Hiçbir dayanışma ortaklığının mallarını kabul etmediği kimse o semtte malını üretir ama onun malını ortak nakliye taşımaz. İlçe kontrollerinden çıkan mallar içeriği etiketlerler. Bölgeye gider. Ortak nakliye karşılıksız taşınır. Bölgedeki fabrikalarda üretilince ülkenin diğer bölgelerine gider. İl dayanışma ortaklıkları, ülke dayanışma ortaklıkları izin verir. Eğer ülkeler arasında gidilecekse insanlık dayanışma ortaklıkları izin verir. Böylece bir semtte üretilen mallar dünyaya dağıtılmış olur. Bu bir vakıf tarafından yapılır. Özel nakliye işletmeleri yoktur.

Yollar kişilerin değildir. Yolları topluluk yapmıştır. Topluluk yapınca onu kullanmak da topluluğa ait olur. Topluluk da dayanışma ortaklıklarıdır. Onların izni olmadan kimse bu yollardan ve araçlardan yararlanamaz. Herkesin bir kimliği olacaktır. Kimliği devlet değil dayanışma ortaklığı verecektir. Her bucakta, her ilde, her ülkede ve insanlıkta dayanışma ortaklıkları olacaktır. Bucakta serbest dolaşmak için bucak dayanışma ortaklığı eğer il dayanışma ortaklığından birisine ortaksa, o ilde her yerde dolaşabilir. Eğer il dayanışma ortaklığı ülke dayanışma ortaklığına bağlı ise o da ülkede her yerde dolaşabilir. Dayanışma ortaklığı insanlık dayanışma ortaklığına bağlı ise o zaman insanlıkta dolaşabilir.

Her bucağın, her ilin, her ülkenin kapıları olacaktır. Giriş kartları olacak, o kartlarla herkes kapılardan geçebilecektir. Kimse para ödemeyecek ama kart çalışacak veya çalışmayacak. Bugün otobüse binerken akbille yapılan geçiş kontrolleri sadece bucağa girerken yapılacaktır. Otobüse girerken de aynı kartla giriyorsun. Ondan sonra otobüsün geçiş izni yeterli oluyor. Böylece insanlar dayanışma ortaklıklarının güvencesinde dünyanın her yerinde hiçbir kontrole tabi olmadan gidip gelebiliyorlar.

Eşya için de aynı esas vardır. Dayanışma ortaklıklarının kontrolünden geçen ve onların barkodunu taşıyan mal bedelsiz istenen adrese ulaşacaktır. Hiçbir dayanışma ortaklığının barkodunu taşımayan mal taşınmayacaktır. Arabalara çıkış iznini de dayanışma ortaklıkları verecektir.

Görülüyor ki her şey tam denetim içindedir. Ama çoklu dayanışma sistemi içinde de tam hürriyet vardır. Oysa şimdi bir memurun kararına kalıyor. O da yapamıyor. Sadece engel teşkil ediyor.

Şimdi soruyoruz; bu âyetin istediği “helallik dayanışma ortaklıklarının sistemi” bundan yüz sene evvel uygulanabilir miydi?

İşte bunu için diyoruz ki, Kur’an’ın getirdiği sistem ancak üçüncü bin yılda uygulanabilir. Onun için diyoruz ki, Kur’an’ın “bugün” dediği günümüzdür, 2000 yılından itibaren başlayan yıllardır.

وَالْمُحْصَنَاتُ

(Va eLMuXÖaNAvTu)

“Ve muhsin olanlar.”

Kur’an’da “kilit” kelimesi geçmektedir, Kur’an’da bu kelime anahtar anlamında geçmektedir. Türkçede “kilit” diyoruz. Birbirine uyumlu demektir. Ancak özel şekilde açılır anlamındadır. “Taklit” kelimesi de buradan gelir.

Husn” Yusuf Suresi’nde mahsulün yedi sene içinde saklanması, Enbiya Suresi’nde zırhın koruması, Haşr Suresi’nde kale şeklinde bahsedilmektedir. Bunun dışında iffetli olma anlamında geçmektedir. İki defa erkeklerin muhsinleri, diğerlerinde kadınlar için muhsineler şeklinde geçmektedir.

Bu ifadelerden anlaşılan “muhsen” korunmuş, kilitlenmiş, parolalı manalarına gelir. “Muhsin” ise parola sahibi demek olur.

Muhsan” kelimesini anlayabilmemiz için doğa kanunlarına dönmemiz gerekmektedir. Doğada canlılar ancak eşleşerek yaşarlar. İki kişinin aynı model arabası olduğunu farz ediniz. Birisinin tekerleği patlak, diğerinin ise freni yok. İki araba da yürümez. Bunlar birinden aldıkları tekerleği diğeri ile değiştirseler bir araba sağlam olur. Diğer araba ise hurdalığa atılır. Ondan sonra da tornacılara götürüp bunun gibi yeni araba yapın dense, onlar da ona baka baka yapsa, ikisinin de arabası olur.

İşte, kainatta canlılar eşleşirler, sakatları atarlar, sağlamlarla yeni hücre oluştururlar. Hücre kendi kendine çoğalır, sağlam nesil meydana gelir. Bu sebepledir ki kromozomlar dahil eşleşirler ve sağlam nesil üretirler.

Doğanın ikinci kanunu ise yabancıların eşleşmesidir. Anaç arılar kendi kovanlarındaki erkek arılarla çiftleşmezler, anaç arı dışarı çıkar ve uçmaya başlar. Kokusunu alan diğer kovanların arıları onun peşine takılır. Koşar koşar, biri yakalar ve onunla döllenme olur. Çiçeklerde erkek organlarla dişi organlar vardır ama onlar aynı zamanda olgunlaşmazlar, dolayısıyla aynı çiçeğin tozları dişi çekirdekleri dölleyemez. Rüzgar veya böceklerle gelen başka bitkinin tozları döller. Buna dıştan eşleşme diyoruz.

Eşleşmede ikinci kaideye göre dişi pasiftir. Genellikle tektir. Erkekler çoktur. Erkekler yarışırlar, kim güçlü ise o dişiye ulaşır ve döller. Diğerleri elenip giderler. Arılarda aynı olay meydana gelir, kim önce ulaşırsa o onu döller, diğerleri yarışı terk ederler. Dişi arı çok kötü koku neşrederek öbürlerini uzaklaştırır. Dişinin rahmine milyonlara varan erkek hücreler yarışla girerler. Birçok engelleri aşarlar. Dişi yumurtasının etrafını çevirir, içeri girmeye çalışırlar. Kim önce girerse hemen yumurta sert bir kabuk bağlar, artık başka spermler giremezler. Bunun anlamı şudur. Dişi ancak bir erkekle eşleşebilir. İki erkek hücre bir dişi hücreyi döllerse hayat olmaz. Döllenen de yarışı kazanan erkeğe ait olur.

Erkeklerdeki yarışın kazandırdığı şey türde daima spermlerin başarıya ulaşmasıdır.

Deminki araba misalini ele alalım. Arabalardan biri seçilir,  o araba yerinde durur. Diğer ikinci arabadan en sağlam olan bulunur. Onunla tamamlanır. Canlılarda bu erkekler arasındaki yarışla sağlanmaktadır. Dişinin bütün parçalarından en sağlam olanlar değiştirilmektedir. İlk bölünmedeki hücre atılır. Sonraki bölünmelerden biri gelir.

Şimdi insanlara gelelim.

İnsan sosyal evrim yapan bir canlıdır. Sosyal evrimin temel dayanağı eğitimdir. Anne baba çocuklarına bildiklerini öğretir. Sonra çocuklar büyürler, anne babalarından öğrendiklerine katkılarda bulunarak sosyal evrim gerçekleştirirler. Sonra o katkılarını yaşlı iken olgun nesillere öğretirler. Böylece sosyal evrim gerçekleşir. Bunun olabilmesi için diğer canlılardan farklı olarak insanlar aile içinde doğar, aile içinde yaşar ve aile içinde ölürler. İnsanların tüm hayatları aile içinde geçer.

Aile müessesesinin korunması için insanlara sürekli cinsi ilişki arzusu verilmiştir. Diğer canlılar ancak dönem başlarında dölledikleri halde insanlar sürekli ilişki içindedirler. Bu sayede aile hayatı korunmuştur.

Aile hayatının korunması için insanlar arasında zina yasağı konmuştur. Bir kadın iki erkekle eşleşemediği gibi erkek de gizli eşleşme yapamaz. Çünkü bu yasağa uyulmazsa ileride yakın akrabaların evlenmesi söz konusu olabilir.

Aile müessesesinin korunması için aile ortaklığı yani evlilik müessesesi tesis edilmiştir. Çocuk doğurup büyütme görevi kadına, nafaka temin edip savunma yapma erkeğe verilmiştir. Erkeklere mali külfet yüklenmiş, erkeklere mihir verme zorunluluğu getirilmiştir.

Sonuç olarak zina yasaklanmıştır.

Şimdi zina nedir, onun tarifi gerekir.

a)      Usul veya füru kardeşler, kardeşinin çocukları veya usulün kardeşleri ile ilişki kurmak haram edilmiştir; kuranlar zina yapmış olur. Bunlara süt akrabalar, eşin akrabaları eklenmiştir. Ayrıca kölelere de yasaklık vardır. Kadın kendi kölesiyle evlenemez.

b)      Zinanın ikinci sebebi ise bir kadının aynı zamanda iki erkekle ilişki kurmasıdır. Rahim topluluğun kadına olan emanetidir, onu yalnız bir erkekle ortak edebilir. Birisi ile ilişki kurduktan sonra iddet geçmeden, en az üç ay geçmeden başkası ile ilişki kurmak da zinadır. Böyle yapan bir kadın zina yapmış olur. Buna katılan erkek de zina yapmış olur.

c)      Zinanın üçüncü çeşidi ise gizli yapılan ilişkilerdir. Cinsi ilişkiler kapalı yapılır ama gizli yapılmaz. Gizli yapılırsa, doğan çocukların kimlerle kardeş olacağı bilinemeyeceği için birinci zinaya götürmüş olur.

d)     Kadının mihr almadan, erkeğin mihr vermeden kuracakları ilişki de haram edilmiştir. Bunun belki zina cezası yoktur ama haramdır. Bu haramlığa ilaveten zani ile evlenme de haramdır.

Mihrin hikmetini anlayabilmek için yukarıda hayvanları anlatırken erkeklerin yarıştıkları belirtilmiştir. O halde erkekler yarışacaklar, kadınlar pasif olacaklardır. Hangi erkek güçlü ise kadın o erkekle evlenecektir.

Malezyalı bir başbakan ülkemize gelmiş, birinci karısıyla gelmişti. ‘Kocanız ikinci hanım almış, bu durum sizi rahatsız etmiyor mu?’ diye sormuşlardı. ‘Neden rahatsız olayım, erkeğimin güçlü olduğu anlamındadır’ demişti.

Çok kadınla evlenebilmek için önce güçlü olmak, sonra da zengin olmak gerekir. Zenginlik onun iş yapma kabiliyetini ortaya koyar. Dinde ve ilimde ileri gidenlerin de çevresi oluşmakta, o alanda kabiliyetli olduklarını göstermektedir. Yine de Kur’an mihri esas almıştır. Mihirsiz evlenen kadın, kocasından maddi değerler istemeyen kadın, doğadaki erkekleri ayrıştırma kanunundan uzak olmuş olur. Çok evlenmek isteyen erkekler önce zengin olmak zorundadırlar. Kadınlar da tek eşli koca yerine zengin koca aramalıdırlar.

İşte “muhsan” olan kadın bu kadındır. Yani tek eş dışında bir erkek aramayan kadındır. İddet dolduktan sonra evlilik dışında cinsi ilişki kurmayan kadındır.

Muhsenat” “tayyibat”a atfedilmiştir. “Muhsenat”ta dişi kurallı çoğul kullanılmıştır. Zina yapan erkek cezalandırılmaktadır, kadın gibi cezalandırılmaktadır. Çünkü kadın muhsendir. Ama erkek de muhsindir. Yani kadınların iffetlerini korumak erkeğe aittir. Kadının rahatsız edilmesinden erkekler sorumludur. Kadınlar da zaniyeleri aralarında barındırmazlar. Kendilerini o tür kadınlardan da ayrı tutarak korurlar. Çünkü bu tür kadınların getireceği pislikler tüm aile müessesesini yıkar, hastalıkların yayılmasına sebep olur.

Kadınlar kocalarının başkaları ile evlenmelerine değil, başkaları ile zina yapmalarına karşı çıkmalıdırlar. Böyle bir erkeği derhal boşamalıdırlar, çünkü onlara haramdır.

Bugün ise kadınların çoğu zani kocalarının kendileri ile beraber kalmalarına karşı çıkmamakta, onu erkek için meşru görmekte, kocasının başkası ile evlenmesine ise hemen hemen bütün kadınlar karşı çıkmaktadırlar. Biz bunları söylüyoruz diye bizden ayrılıp gidenler olmaktadır ama biz bunları kendimiz için söylemiyoruz; Türkiye’nin geleceği için, sizin geleceğiniz için söylüyoruz. Allah’ın söylediklerine herkes kulak vermek zorundadır.

مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ

(MiNa elMüEMiNATı)

“Mü’minlerden muhsen olan kadınlardan.”

Mü’min olan kadınlardan muhsen olanlar size helal kılınmıştır.

Buradaki “siz” kimlerdir?

“Ey iman etmiş olanlar”dır. Yani mü’min topluluklardır.

Evlilik müessesesi sosyal müessesedir. Her ne kadar fıkıhçılar basit akitten saysalar bile, topluluklar evliliği basit saymazlar. Evlilikle ilgili birçok resmi merasimler icat edilmiştir. Türkiye’de evlilik yapacakların, eş bulma dışında resmi muameleleri tamamlamaları, dini vecibeleri yerine getirmeleri, ayrıca bir de kademeli örfi adetleri yapmaları gerekir. Sözlü olma, nişanlı olma, nikahlı olma, düğün yapma. Her biri ayrı ayrı merasimlere tabi tutulmaktadır. Bir taraftan evlenmeler zorlaştırılırken, diğer taraftan evlilik dışı ilişkiler yasak olmaktan çıkarılmakta, hatta kutsallaştırılmakta, zinayı serbestleştiren kanunlar çıkarılmaktadır.

Evlilik topluluğa ait bir müessesedir. Onun için dişi kurallı çoğul kullanılmıştır. Evlenmeleri basitleştirmek, boşanmaları da çok zorlaştırmamak gerekir. Ama bu kadının kendisini ucuza harcaması anlamında değildir. Kur’an’da “evli olmayanları evlendirin” denmektedir. Evlendirme demek maddi imkanları sağlama demektir. Bu durum kadının mihirsiz gitmesi anlamına gelmemelidir. Evlenecek yaşa gelen kimseye önce ev temin edilmelidir, sonra da ailesini geçindirecek iş temin edilmelidir. Bugün bu anne baba tarafından yapılmaktadır, oysa topluluk düzeni tarafından yapılmalıdır.

Her şeyden önce, evleneceklere uygun eş bulma aşiretlere düşen bir görevdir. Gelin aşirete gelecektir. Aşiretler zorlama manasında değil ama yardımlaşma manasında evli olmayan erkeklere evlenecek eşleri seçmeleri gerekir. Biz bunu “www.akevler.org” internet sitemizde yapmayı teklif ediyoruz. İnternet sitemizde bir alan açıyoruz.

a) Buraya evlenecek erkek veya kadın arkadaşı olan, veya aşiretinden böyle biri bulunan kimseler için ismini vermeden böyle bir eş aramaktayım diye ilan vermelidir.

b) Erkek aracı ile kadın aracılar bu sayfaları takip ettikten sonra, telefon numaraları ile birbirleriyle görüşmelidirler. İki tarafın durumunu iyice anladıktan sonra, evlendirecek kimselere konularını açmağa karar verdikten sonra her biri konuşmaya karar vermelidir.

c) Konuşma önce anne baba veya kardeşlere intikal ettirilmeli, uygunluğu üzerinde onlardan görüş almalıdırlar. Eğer başkası varsa, yani bir başka aracı çıkmış görüşmeler yapıyorsa beklemelidirler. Onunla görüşmeler bittikten sonra adayları anlatmalıdırlar.

d) Son olarak adaylara anlatılmalı, karşı adaylar iyice tanıtılmalıdır. Sonra bir araya gelip onlar konuşmalıdır. Görülecek açık bir yerde ama seslerinin duyulamayacağı şekilde konuşmalı ve görüşmelidirler.

Biz şimdi internet alanı hazırlıyoruz, sitemizi yeniliyoruz. Bana göre bu konudaki böyle bir alanı da ilave etmemiz gerekir görüşündeyim.

Bundan sonra ne yapmalıyız?

Bundan sonraki iş ise; mâli bakımdan kadın şunları istemelidir.

a)      Onlara oturacakları bir ev alınmalıdır. Onlar faizsiz olarak borçlandırılır,  imkan buldukça öderler. Ödemeyi yaparlarsa ev sonra onların olur, bulamazlarsa öldükleri zaman ev vakfa kalır. Bunun  için bir vakıf kurmalıyız. Çocuk doğduğu andan itibaren kendileri adına ayda kırk-elli-yüz her ne uygun ise anne babası tarafından, yahut akrabaları tarafından hesabına yatırılmalıdır. Evlenecek çağa geldiklerinde evlenenlere bu evlerden verilmeli ve kendilerinden ödemeleri istenmelidir. Ölünceye kadar, hatta kocası öldükten sonra bir sene geçmeden kadın bu evden çıkarılmamalıdır.

b)      İkinci yükümlülük ise mihir yükümlülüğüdür. Asgari mihirden az olmamak üzere kadın mihir istemelidir. Mihirsiz evlenmektense evlenmeden oturmayı tercih etmelidir. Mihirle ilgili kısmı ise onun erkekten olan akrabaları toplanıp taahhüt etmelidirler. Koca kadını boşarsa bu mihri taahhüt eden akrabalar ödemelidir. Kocası öldüğü zaman da diğer alacaklar gibi kadın öncelikle mirastan mihrini almalıdır.

İşte, Kur’an’daki “evlendirin” emri böylece yerine gelmiş olur.

Burada da “muhsanat ve muhsinin” ifadeleri bunları ifade eder, yani böyle müesseselerin oluşturulmasını bize emreder.

وَالْمُحْصَنَاتُ  

(Va el MuXÖaNAvTu)

“Ve muhsan kadınlar.”

Burada bu kelime tekrar edilmezdi, “vemine’l-lezine” denebilir, devam edilirdi. O zaman mü’min muhsinelerle kitab verilen muhsinelerden olurlardı. Oysa bunlar ayrı ayrı topluluktur. Yani muhsen olmak şartı ile dışarıdan evlenmek de helal kılınmıştır.

Muhsenat” mutlaktır. İlk bakışta akraba muhsenler de helal olmuş olur. Ancak muhsen olmak için zina etmemek gerekir. Yakın akraba olanlarla evlenmek zina yapmak demek olduğu için onlar istisna edilmiş olmaktadır.

Vav”la iki muhsenat atfedildiğine göre bunlar farklıdırlar.

Hangi seviyedeki kadınlar birbirlerinin muhsenidirler?

Genel olarak bir kabile içindeki kadınlar bir dayanışma içindedirler, bunlar birbirlerini tanırlar. Her kadın çevresi tarafından bilinir. Dolayısıyla bunlar muhsendirler. Bununla beraber, bir kabile içinde değişik din mensupları bulunabileceğine göre muhsen olarak kabul edilen aşiret kadınlarıdır.

Şimdi başka bir sorun ortaya çıkıyor. Kadın Hıristiyan, mü’minle evleniyor. Ne yapılacak, mü’minlerin aşiretine mi gidecek?

İşte burada geleneğin dışında bir içtihat yapıyoruz, o da şöyledir: Evlenen kadın kendi aşiretinde kalacaktır, erkek kadının aşiretine gidecek, orada ev sahibi olacaktır. Yani aşiretin mâlikleri erkekleri olacaktır ama aşiret anaerkillerden oluşacaktır. Böylece evlenen kadın kendi muhsenatı içinde kalır. Hayatımızda kadın akrabalar daha dayanışma içindedirler. Değişik aşiretlerden gelen erkekler aşirette devamlı sosyal evrim yapacaklardır. Bunun böyle olduğunu biz kadınların pasif olmasından anlıyoruz. Buradaki “muhsenat” kelimesinin atıfla gelmesi bunları anlatıyor.

مِنْ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ

(MiNa elLaÜIyNa EUvTu el KiTAvBa)

“Kendilerine kitab ita edilenlerden.”

Mü’minler var, kitab verilenler var.

Önce bunlar ayrılmıştır.

İslâm devletinde mü’min olanlar Kur’an düzenini kabul eden kimselerdir, asker olan kimselerdir. Dolayısıyla bu âyet bize Kur’an düzenini kabul etmeyenlerin asker olamayacaklarını ifade etmektedir. Bunlar cizye vererek yaşarlar. Ne var ki kendi devletlerinde kendileri asker olur, mü’min olur, Kur’an ehli kitab verilenler olur. Devletimizde ise ehli Kur’an mü’min olur, onlar kitap verilenler olurlar. Kur’an düzenini kabul edenler ibadetlerini kendi dinlerine göre yapsalar, biz onları mü’min kabul ederiz.

Namaz sadece ibadet değildir, toplanmadır. Zekat sadece ibadet değildir, vergidir. Oruç sadece ibadet değildir, yasaklardan uzak durma eğitimidir. Hac sadece ibadet değildir, büyük kongredir.

Başka türlü söylersek; ibadette iyi bir şey söz konusu değildir. İslâmiyet’te ibadet demek topluluğa uymadır. O halde ibadetleri yönetimden ayırmak mümkün değildir.

Nedir ibadet?

Kur’an okuyacağına İncil okur. Dua ederken Arapça dua edeceğine Latince dua eder.

Şimdi burada “minhüm” der ve kendilerine kitap verilenleri kolayca anlatıyor olabilirdi. Oysa burada kendilerine kitap verilenler ile yukarıda kitap verilenler farklı olduğu için izhar edilmiştir. Yukarıda ekonomik ilişkilerde bulunduğunuz kendilerine kitap verilenlerdir. Burada ise sosyal ilişkilerde bulunduğunuz kitap verilenlerdir.

Ekonomik ilişkilerde bizim malımız ne kadar uzağa giderse o kadar farklılık vardır, o kadar evrimleşmiş oluruz.

Oysa sosyal ilişkilerde ilişkiler önce en yakında olanlar arasında çözülmelidir.

Diyelim ki aşirette uygun eş bulabiliyorsa, aşiret içinde evlenme yapmak daha uygundur. Aşirette varlığını daha uyumlu sürdürür. Aşiret içinde evlenmede uygunluk yoksa, o zaman kabile içinde evlenme daha uygundur. Kabilede yoksa şa’b (il) içinde, orada yoksa kavm (ülke) içinde, orada da yoksa insanlık içinde evlilik gerçekleştirilir. Bununla beraber tamamen serbestlik vardır.

İşte, ayrı cihetten ele alındığı için “ütü’l-kitabe” kelimesi tekrar edilmiştir.

Siz daha başka bir yorum getirebilirsiniz ama mutlaka getirmek zorundasınız; başka yorum getirmeden ‘hayır burada kastedilen bu mânâda değildir’ diyemezsiniz.

مِنْ قَبْلِكُمْ

(MiN QaBLiKüM)

“Sizden önce”

Yukarıda “sizden önce” kaydı yoktu. Burada bu kaydı yapmakla ayrı kitap verilenlerin olduğu açıkça ifade edilmiştir. Eğer daha önce bu kayıt gelseydi, aşağıda da aynı vasıfta olanlar diyebilirdik. Sonra geldiği için gerisin geriye bu vasfı göremeyiz. Birincisi mutlak, ikincisi mukayyettir.

Kimdir bu ikinci kitap verilenler?  

Sizden önce denmek suretiyle bize yakın olanlar kastedilmiştir.

İnsanın iki türlü akrabası vardır. Birincisi, amca çocukları ve yeğenlerdir. Onlar önce gelen ve sonra gelen değildir. Oysa anne babalar, onların anne babaları önce gelenlerdir. Çocuklar ve ondan sonra gelenler ile onların çocuklarıdır. Yeğenler, amcalar sonra veya önce doğmuş olabilirler. Mesela, benim ablamın çocukları vardır, benden büyüktürler.

Buradan hemen sorunumuzu çözmüş oluyoruz.

Hazreti Nuh’tan evvel gelen Şamanistler kitap verilenler değildi ama kıyasla onları da kitap verilenlere idhal edebiliriz. Sonra Hazreti Nuh ile Hazreti İbrahim arasında gelenler kendilerine kitap verilenlerdir. Ama onların içinde bizim min kablimiz olmayanlar vardır. Sonra Hazreti İbrahim’in iki çocuğu Hazreti İshak ve Hazreti İsmail batıda kalmışlar, Katura’dan olan dört oğlu ise doğuya gitmiş, onlar da uygarlık oluşturmuşlardır. Ne var ki o uygarlık bizden önce gelenler değildir. Bizden önce gelenler Hıristiyanlardır. Onlardan önce gelenler de Yahudilerdir. Bunlar bizim min kablimizdir.

Burada nikahta yakın olanlar tercih edilecek, ekonomide ise uzak yakın eşit tutulacak anlamı ortaya çıkmaktadır. Böylece yukarıda koyduğumuz kural burada min kabliküm ile teyit edilmiştir. Ekonomideki uzaklık engelini kaldırmamız için ulaşım ve haberleşme masraflarının sıfıra indirilmesi gerekir. Bu da sebilullah ile yani vakıflarla sağlanmaktadır.

İnternetle evlendirmede aracıların dikkat edecekleri husus bu yakınlıktır. Münasip uzaktan yakını bulundukça sorun orada çözülecektir. İnternete de gerek kalmayacaktır.

Burada işaret edilen başka husus daha vardır. Yeryüzünde iki büyük uygarlık vardır. Biri doğu uygarlığıdır. Bunlar Çin ve Hint uygarlıklarıdır. İkincisi batı uygarlıklarıdır. Bunlar da İslâm ve Hıristiyan uygarlıklarıdır. Kur’an bunlara İsa’ya tâbi olanlar diyor.

İnsanlık dört uygarlık içinde yarışacaktır.

Sermaye uygarlıkları çatıştırıp dengesini kurmaya çalışır.

İslâmiyet ise İbrahimi dinde bunları birleştirip barış içinde aralarında hayırda yarışı önerir, onun kurallarını koyar.

Geçmişte Hint etkin uygarlığa sahipti, bugün kenardadır. Ama bunlar Çin ile yarışmaktadırlar. Biz de Hıristiyanlarla yarışmaktayız. Sonra batı doğu ile yarışmaktadır.

Bu yarışın sağlanması için ocak, bucak, il ve ülkeler şeklinde örgütlenmeliyiz. Diyelim ki 25 devlet Müslümanlardan, 25 devlet Hıristiyanlardan, 25 devlet Hindulardan, 25 devlet de Budistlerden oluştu. Sekiz kıtaya ayrıldık.

Dördü batıda; Güney Amerika, Kuzey Amerika, Afrika ve Avrupa.

Dördü de doğuda; Orta Asya ve Sibirya, Çin, Hint ve Avustralya ile Adalar.

Bunların her biri ayrı uygarlık oluşturacaklardır. Bunlar arasında yarış olacaktır. Devletler farklı dinlerde olabilir. Kur’an’ın nasıl üçüncü bin yıl uygarlığını emrettiğini tesbit edeceğiz, ondan sonra ona göre siyasetimizi belirlemeliyiz.

 

Kalan kısma gelecek hafta devam edeceğiz...

 

إِذَا آتَيْتُمُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ مُحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَ وَلَا مُتَّخِذِي أَخْدَانٍ وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْإِيمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ وَهُوَ فِي الْآخِرَةِ مِنْ الْخَاسِرِينَ (5)

 

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-598/ADİL DÜZEN DERSLERİ-428    12 Şubat 2010

 

AKEVLER

Akevler 1967’de İzmir’de kurulmuştur; 44 seneden beri faaliyettedir...

Akevler’e geçmişte hiç beklenmedik saldırılar olmuş; “kooperatifi şeriatla idare ediyorsunuz” diye yöneticiler Devlet Güvenlik Mahkemelerinde muhakeme edilmişlerdir...

İzmir Akevler bugün eski canlılığı ve azmiyle yine harekete geçmiştir...

İstanbul’da 2000 yılı başında kurulan İstanbul Akevler Kooperatifleri ilmi araştırmalarına ve çalışmalarına devam etmektedirler...

İzmir’de de yeni hareket başlamıştır...

Bir kooperatif kırk yıl varlığını sürdürür ve yeniden canlanırsa, o kooperatifin geleceği açıktır demektir. Akevler büyük iddia ile değil, küçük bir istekle ve “gaye” ile başlamıştır:

“Gaye: Çalışmada ve yaşamada birbirleri ile anlaşacak kimseleri bir araya getirerek aralarında iktisadi ve içtimai dayanışma ve yardımlaşmayı sağlamaktır.”

İzmir’in tanınmış bir iş adamı vardı; Mehmet Ali Yolgörmez… Güven Partisi’nin kurucularından idi... Bir gün Haydar Zengin ile Akevler’e geldiler. O zaman yeni kurulmuştuk. Akevler Sitesi’nde sadece bir blok vardı. ‘Siz namaz kılmayanları da kooperatife alıyor musunuz?’ diye sormuştu. ‘Biz herkesi kooperatife alıyoruz ama aynı blokta değil, içkicileri kendi bloklarına, tarikatçıları da kendi bloklarına!’ demiştim.

İşte Akevler’in kırk yıldan fazla zamandan beri varlığını sürdürmesinin hikmeti budur.

Biz Müslümanız, Kur’an düzenini kurmak istiyoruz; kendimize ve isteyenlere...

Diğerlerinin de kendi düzenlerini kurmalarını istiyoruz...

Nokta Dergisi (Ruşen Çakır) o zaman bizimle röportaj yapmış, Ruşen Çakır yayınlamıştı: Herkes kendi komününü kursun...

Bu demokratik anlayış sömürü sermayesinin işine gelmediği içindir ki, kırk yıldır yönetimleri bize saldırtmış, basın/medya da yokluğa mahkum etmiştir!..

*

Akevler’in bir diğer temel anlayışı da şudur:

Biz Türkiye’de yaşıyoruz, o halde Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına uymalıyız.

Devletimizin nimetlerinden yararlanıyoruz, o halde ona sadık olmalıyız.

Diğer taraftan bizi kainatın rabbi var etmiştir, O’nun da şeriatına uymalıyız.

Peki, şeriat ile kanunlar arasında çelişki olursa ne yapmalıyız?

1970’lerde çıkardığımız “Tek Yol” Dergisi’nde çok açık olarak yazdık:

Evet, ya ülkeyi terk ederiz, ya da şeriatı terk eder kanunlara uyarız.

Allah buna izin verdiği için o da şeriattır.

Biz 1960’larda bu felsefe ile İzmir’de yola koyulduk. Risale-i Nur şakirtlerinden Mustafa Birlik bizi destekledi. Sonra Fethullah Gülen geldi ve o da bu yolu benimsedi. Devlete karşı değil, devletimiz içinde İslam’ı yaşamak. Necmettin Erbakan da siyaseti bunun üzerine oturttu; meşru siyasi partilerle devletimizi yanlış yoldan çevirmek.

*

Devletimizin yanlış yolu neydi?

Din düşmanlığı, dine düşman görünmek.

Aslında devletimiz din düşmanı değildi ama o günkü basın bunu böyle gösteriyordu. Orduyu da din düşmanı gösteriyordu. Biz ise onların içinde idik, devletimizin öyle olmadığını biliyorduk. Devletimizin yanında yer aldık ama  İslamiyet’ten taviz vermedik.

İşte; Akevler, Gülenciler ve Milli Görüşçüler bu yolda işbirliği yapmış ve birbirlerine dayanmışlardır.

Bugün Milli Görüş anayasa ekseriyeti ile iktidardır. Gülenciler dünyaya barış öncülüğünü yapıyor. Bizi Akevler de “Adil Düzen”in siteler seviyesinde ilmi çalışmaların ve uygulamalarını yapmaktayız. Yeni hamlelerin arefesindeyiz.

Kooperatifimiz bugün sekiz milyon TL’lik mal varlığına sahiptir. 44 senedir faaliyetlerdeyiz ve herhangi bir yerden kuruş bir bile kredi almamışızdır. Hiçbir zengin para sahibi sermayesi ile katkıda bulunmamıştır. Ortaklar kendi küçük imkanlarını bir araya getirmiş ve siteler kurmuşlardır, fabrikalar almışlardır, saldırılara karşı da direnmişlerdir.

*

Bundan sonra ne beklenmektedir?

Diğer ortaklıklar sermaye ortaklıklarıdır. Paralarını ortaya koyar, sermayelerini artırmayı hedeflerler. Oysa kooperatifler sermaye ortaklıkları değildir. Ortaklığa katılanlar oradan kar beklemezler, oradan iş beklerler.

Şimdi yeni hamlemizi yapma hazırlığındayız…

“Adil Düzene Göre Küçük İşletmeleri Kurmak Nasıl Olur?”

Ortaklarımıza ve üyelerimize bunu öğretmektedir...

Bunun için neler yapılacaktır?

Bir ortak hesap açılacak, milli bankada ortak hesap açılacak…

Ortaklarımız paralarını o hesabımıza yatırıp o hesaptan çekeceklerdir...

Böylece kendi aralarında faizsiz ve icrasız kredileşme imkanlarına ulaşacaklar…

Bunu yapmaya niyetimiz, azmimiz ve kararlılığımız vardır.

Yöneticilerimiz böyle kararlar alıyorlar...

Onlar yaptıkça biz de mutluluk duyuyoruz...

Allah bu yolda da yar ve yardımcıları olsun…

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-598/ADİL DÜZEN DERSLERİ-428    12 Şubat 2010

 

M I S I R …

TÜRKİYE “ADİL DÜZEN” İHRAÇ ETMELİDİR

*

İLK KIVICIMI ERBAKAN ÇAKMIŞTIR

İnsanlık tarihi evreleri geçirerek bugün bu hale gelmiştir. Dinlerden (din adamlarından) sonra insanları hanedanlar yönetmeye başladı. Hanedanlardan (krallık, sultanlık, imparatorluk vs) sonra sermaye yönetiyor. Bundan sonra sıra ilmin yönetmesidir.

Tekel sermeye bugünkü kuvvet uygarlığının kurucusudur. Müslümanlardan aldıklarını batıya götürmüş, dünyayı sonunda kendi çiftliği yapmıştır. Önce derebeylerini bertaraf etmiş, sonra kralların canına okumuş, sonra diktatörleri üretmiş ve şimdi de ne yapacağını bilememektedir. Oluşturduğu mafya ve CIA organizasyonu ile dünya diktatörlerini desteklemiştir. Sonunda dünya uyanmış ve sömürü sermayesine karşı cephe almıştır.

Sömür sermayesine karşı ilk cephe alan Necmeddin Erbakan’dır.

-İlk kibriti Erbakan yakmış, ilk kıvılcımı o çakmıştır.

-Ondan sonra Görbaçov sosyalizm baskısına son vermiştir.

-Avrupa yeniden Papa’nın etrafında toplanmaya başlamıştır.

-Amerika’da Obama başkan seçilmiştir, sembolik değeri vardır.

Bütün bu değişimler ve gelişmeler dünya diktatörlerini desteksiz bırakmıştır.

*

BUNDAN SONRA NE OLACAKTIR?

İşte, dün Sovyetlerde yani sosyalizmde/komünizmde olan bugün kapitalistlerde olmaktadır. Dikta rejimleri ve diktatörler yıkılıp gitmektedir. Bu ayaklananlar dışarıdan değildir; dış desteği kesilen diktatörlere karşı halkın ayaklanmasıdır. Bu gelişmeler hep zannedildiği gibi dışarıdan destekli olaylar değildir.

Türkiye’de ise zaten demokrasi vardır. Halk seçimlerle diktatörlüğü bertaraf etmiştir.

Türkiye diktatörlük dönemini yumuşak inişle geçirmiştir. Önce saltanat ve hilafet kansız ortadan kalkmıştır. Hanedana dokunulmamış, sadece tehcir edilmiştir. Sermayenin baskısı ile inkılaplar sabırla sonuçlandırılmıştır. İsmet İnönü, Mareşal Fevzi Çakmak ve Kazım Karabekir’in başarılı uygulamaları ile demokrasiye geçilmiştir.

Artık dünya/insanlık bir daha diktatörlüklere zor dönecektir. Bazı geri dönmeler olabilir ama sonu başarısız olacağı için vazgeçilir.

Asıl sorun şudur; bundan sonra ne olacaktır?

Bu son olaylar da başıbozukluktur. Düzen tehlikededir. Bu böyle giderse devletler içinde iç savaşlar başlar, ekonomi çöker, insanlar yağmacılığa girişir... Diktatörleri bile mumla ararız ama artık bulamayız...

*

TÜRKİYE “ADİL DÜZEN” İHRAÇ ETMELİDİR

Peki, insanlığın çözümü nedir?

İnsanlık 3 bin ile 10 bin arasında nüfusa sahip bucaklar oluşturacaktır.

Bunu bucak kooperatifleri kurarak sağlayacaktır.

Her bucak kendi düzenini kendisi sağlayacaktır.

Bucaklar illeri kuracaklardır.

İller ülkeleri kuracaklardır.

Ülkeler de insanlığı oluşturacaktır.

Yani, ters olay olmayacaktır.

Türkiye örnek alınıyor ve Türkiye’de yapılanlar yapılıyor. Demek ki Türkiye birçok bakımdan sorumludur. Türkiye önce İslâm ülkelerine örnektir. Tarihi önderliğini henüz başkalarına kaptırmış değildir. Avrupa’nın dünyaya açılan penceresidir. Türkiye barış ülkesidir ama Türkiye (özellikle yöneticiler) bu yerini maalesef bilmiyor.

Türkiye dünyaya “Adil Düzen”i ihraç etmelidir.

*

DÜNYA “TAYYİB!” DİYOR, O KAÇIYOR!

Irak ağır bir şekilde diktatörlüğü bertaraf etmiş, kendine gelememiştir...

Afganistan perişan halde; Pakistan da öyle...

Bugün İslam ülkeleri içinde kendine güvenen iki ülke vardır: Türkiye ve İran.

Büyük görev bunlara düşmektedir.

Ne yazık ki dünya “Tayyib!” diye haykırıyor, R. Tayyip Erdoğan ise bir daha milletvekili olmayacağım diye şimdiden kaçma yollarını ayarlıyor!..

Sen gitmeyi/kaçmayı değil kalmayı/yapmayı deneyeceksin.

Hani “Yeni Anayasa” sözü vermiştin?!.

Hani bizimle istişare edecektin?!.

Nerdesin?!.

Sözlerini unuttun mu?!.

Rahatladın; ondan sonra uyumaya başladın!..

*

ŞİMDİ GERÇEKTEN HALK AYAKLANDI

Şimdiye kadar, ayaklanmaları, darbeleri sermaye hazırlıyordu. Dediğini dayatınca ertesi gün son buluyordu. Şimdi ayaklanmalar gerçekten başlamış, halk başlatmıştır.

Bu ayaklanmalar nasıl durdurulacaktır?

Mısır’da Hüsnü Mübarek gitsin, güzel…

Peki, kim gelsin?..

Aday'ı sermaye hazırladı ki dursun.

İşte;

Türkiye’ye yine iş düşmektedir…

Türkiye çözüm götürmelidir...

Çözüm...

“Adil Düzen” dışında bir çözüm yoktur.

Adil Düzen…

Yerinden yönetim…

Adalette hakemler sistemi...

Ekonomide faizsiz kredileşme sistemi...

Başka yol var mı?

Artık dünya uyanmalı ve Kur’an’ın dediklerini yapmaya başlamalıdır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

Batı'nın dünya egemenliği sona erdi

Haaretz gazetesi, İSRAİL

İsrail'in önde gelen gazetelerinden Haaretz, Mısır'daki isyanın getireceği sonuçları yorumlayan oldukça çarpıcı bir analiz yayımladı. Ari Şavit'in kaleminden yayımlanan makalede, artık 'Batı'nın gücünü kaybettiği' ilan edildi. Şavit, ABD ve müttefiklerinin eriyen gücünün ardından, yeni güç odaklarından birinin Türkiye olacağını belirtti.

Gözlerimizin önünde iki büyük süreç yaşanıyor. Bir tanesi, Arap dünyasındaki özgürlük devrimi. Tiranların Arap dünyasını kontrol ettikleri yarım asrın ardından, iktidarları giderek zayıflıyor. 40 yıldan beri istikrarı giderek bozulan Ortadoğu’da ortaya çıkan çürük, bugün istikrara dönüşüyor. Arap halkları, eskiden kabul ettikleri şeyleri artık kabul etmeyecek. Arap elitler daha fazla sessiz kalmayacak.

On yıldan beri yer altında gelişmekte olan süreçler bir özgürlük intifadası olarak aniden ortaya çıkıyor. Modernleşme, küreselleşme, telekomünikasyon ve İslamlaşma, durdurulamayan bir kitle hareketi yarattı. Demokratik Irak modeli diğer Ortadoğu ülkelerini uyandırıyor, El Cezire’nin sarsıcı yayınları ateşi körüklüyor. Tunus’un “Bastille hapishanesi”nin düşmesinden sonra, Kahire’nin Bastille’i de çöküyor. Zamanla diğer Arap Bastille'leri de çökecek.

Mısır’da yaşanan olaylar, Filistin’de 1987’de yaşanan intifadaya benziyor. Ancak hükümetin çatırdaması, 1989 yılında Sovyetlerin Doğu Avrupa’daki çöküşünü hatırlatıyor. İntifadanın nereye gideceğini; demokrasi mi, teokrasi mi yoksa yeni bir tür demokrasi mi getireceğini kimse bilmiyor. Ancak hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Ortadoğu’daki eski düzen çatırdıyor. 1950’lerde generallerin, sömürge güçlerine dayanan Arap monarşisini yıktıkları devrim gibi, 2011’de de meydanlarda yaşanan devrim, ABD’ye sırtını dayamış olan Arap tiranlarının sırtını yere getiriyor.

 

BATI DÜNYASI GERİLİYOR

Tanık olduğumuz ikinci süreç, Batı dünyasının yaşadığı gerilemenin hızlanması. Yaklaşık 60 yıl boyunca, Batı, dünya genelinde, mükemmel olmaktan uzak bir istikrar kurdu. Bu istikrar, refah ve maksimum barış içeren bir tür imparatorluğa dönüştü. ABD’deki ekonomik kriz yaşandığı dönemde, Çin, Hindistan, Brezilya ve Rusya’nın yükselmesi, bu imparatorluğun zayıfladığının kanıtı oldu.

Yine de, Batı uluslararası alandaki egemenliğini bir şekilde sürdürmeyi başardı. ABD dolarının yerine geçecek bir para birimi bulunamazken, Kuzey Atlantik'in yeni liderinin kim olacağı hala belli değil. Batı ülkelerinin Ortadoğu’yla baş edememesi, onların artık lider olmadığını gösteriyor. Dünyanın süper güçleri, gözlerimizin önünde “palavra güçler”e dönüşüyor.

Yaşanan çelişkilerin bir bahanesi yok. Eski Başkan George Bush’un ABD’si Arap dünyasındaki baskıyı anlarken, Obama yönetimi geçtiğimiz hafta boyunca bunu nasıl görmezden gelebildi?

Nasıl oluyor da Mayıs 2009’da Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek, ABD Başkanı Barack Obama’nın saygı gösterdiği bir liderken, Ocak 2011’de Obama’nın araya mesafe koymasıyla diktatör oluyor?

Nasıl oluyor da Haziran 2009’da Obama, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’a karşı ayaklanan İranlıları desteklemiyor da ama şimdi Mübarek’e karşı duran kalabalığa destek çıkıyor?

 

BATI’NIN İHANETİ GÜCÜNÜN SONU OLACAK

Bunun cevabı şu: Batı’nın sergilediği duruş, insan haklarına gerçekten bağlılık gösteren bir ahlaki bir duruş değil. Batı’nın konumu, eski başkanlardan Jimmy Carter’ın dünya görüşünü hatırlatıyor: Güçlü tiranlar, ılımlı, zayıf olanları görmezden gelirken, cahillere yaltaklanıyor.

Carter’ın Şah’a ihaneti başımıza Ayetullahları getirdi. Kısa zamanda bu Ayetullahlar nükleer silah sahibi olacak. Batı’nın Mübarek’e ihaneti daha olumlu bir sonuç getirmeyecek. Bu sadece, istikrar sağlayan, modernleşmeyi destekleyen, Batı’ya sadık olan bir lidere ihanet etmek değil. Bu, Batı’nın Ortadoğu’daki tüm müttefiklerine ve gelişmekte olan dünyaya ihaneti.

Mesaj açık ve net: “Batı” kelimesi artık bir kelime bile değil; Batı’yla yapılan ittifak artık ittifak değil. Batı, artık kaybetti. Batı, artık dünyada öncü olan ve istikrar sağlayan bir güç değil.

Arap özgürlük devrimi, Ortadoğu’yu tamamen değiştirecek. Batı dünyasının içinde olduğu gerilemenin hızlanması dünyayı değiştirecek. Elde edilecek sonuç, Çin, Rusya ve Brezilya, Türkiye ve İran gibi bölgesel güçlere doğru bir yönelim başlayacak.

Diğer sonuçlar ise Batı’nın caydırıcılığını yitirmesiyle ortaya çıkan uluslararası gerginlikler olacak. Ancak genel çıktı, Kuzey Atlantik’in politik egemenliğinin on yıllarda değil, birkaç yıl içinde yıkılması olacak. ABD ve Avrupa Mübarek’i şimdi gömerse, aynı zamanda bir zamanlar sahip oldukları gücü de gömecekler.

Kahire’nin Tahrir Meydanı’nda, Batı’nın egemenlik çağı sönüyor.

 

Mısır isyanı ve İhvan (Müslüman Kardeşler)

Hayrettin Karaman

 04 Şubat 2011 Cuma

Tunus'ta başlayan ve şimdilik Mısır'a sıçramış bulunan halk isyanının gerekçeleri ile İhvan'ın (Müslüman Kardeşler) bu isyandaki rolünü bilmek bakımından liderleri Muhammed Bedii'nin yaptığı aşağıdaki açıklamayı (Gülşen Topçu'nun tercümesinden özetledim) okumakta fayda var. Sonra bir yazıda bu açıklamayı tahlil edelim:

"İhvan, vatanın yüksek menfaati için bütün taraflarla eşit ve hür diyalog kurulması ilkesine inanmakla birlikte rejimin halkın isteklerini reddetmede inat etmesi halkı, ayaklanmasına son vermek ve isteklerine cevap vermek istemeyen kişiyle müzakereye gitmemeye sevk ediyor. Rejimin bu tavrı böyle bir diyalogu ciddiyetsiz ve sonuçsuz kılmaktadır. Bu nedenle onunla müzakere etmeyi reddediyoruz. Rejim başkanı, parlamentosu, partisi ve hükümetiyle birlikte meşruiyetini kaybetmiştir. Özellikle de bugün yüzlerce güvenlik görevlisini Özgürlük Meydanı'nda ve vilayetlerde barışçı bir şekilde gösteri yapanların üzerine salması ve diyalog istediğini iddia etmesine rağmen kan dökülmesi ve insanların ölmesinde ısrar etmesinden sonra hiçbir meşruiyeti kalmamıştır."

Bir başka açıklamasında ise istediklerini sıralıyor:

1. 30 yıldır Mısırlılara dayatılan olağanüstü halin kaldırılması.

2. Sözde halk meclisinin cumhurbaşkanının vereceği cumhurbaşkanlığı kararıyla fesh edilmesi ve halkın iradesini temsil eden ve Mısırlıların umutlarını, arzularını yasal denetim altında gerçekleştiren yeni bir meclisin kurulması için şeffaf ve özgür seçimlerin yapılması.

3. Tam yasal denetim altında gelecek başkanlık seçimlerinde seçim demokrasisi ve aday olma özgürlüğünün garanti edilmesi, bu ülkenin medeniyeti, kültürü ve değerleriyle uyumun sağlanması ve anayasal çatışmanın sona erdirilmesi.

4. Zorunlu ticaret mallarının ve ilacın tedarik edilmesiyle toplumsal adaleti gerçekleştirecek gerçek ekonomik bir reformun başlangıcı olarak vatandaşların kritik sorunlarının çözülmesi için etkin ve hızlı bir şekilde çalışılması. Özellikle de eğitim sistemi ve gerekli bütçenin sağlanmasıyla sağlık alanında reforma gidilmesi. Bunun için "devlet yöneticilerine tahsis edilen ve1200 milyar cüneyhi aşan oradan kesilip bu maksatla harcanması.

5. Siyonistlere ihraç edilen petrol ve gaz pompalanmasının durdurulması ve fiyatının yeniden gözden geçirilip başka ülkelere ihraç edilmesi.

6. Bazı iş adamları, bozguncular ve rejimin bekçilerine tahsis edilen toprakların fiyatlarının yeniden gözden geçirilmesi, bunların kullanılmayanlarının halkın yararı için açık artırmayla satılması.

7. Filistin cihadının bunun başında da Arap ve İslam toprağı olan Filistin topraklarının özrgürleşmesi için mücadele veren cesur direnişin desteklenmesi ve başkenti Kudüs olan Filistin devletinin kurulmasına katkı sağlanması.

8. Siyasi tutukluların tamamının ve askeri mahkemeler ya da devlet güvenlik mahkemeleri gibi sivil mahkemelerde uzman olmayan olağanüstü mahkemelerden çıkan hapis kararıyla mahkûm edilmiş kişilerin affedilmesi ve serbest bırakılması.

9. Siyasi parti kurma özgürlüğünün verilmesi, gazete çıkarma ve bütün basın organlarının önündeki engellerin kaldırılması.

10. Geçen senelerde anormal bir şekilde servetleri büyüyen bozguncuların yargılanması.

11. Mısır sivil toplumuna canlılık getirilmesi, güvenlik kurumlarının; üniversite, okul, sendika, vakıf, sivil dernek ve insan hakları örgütlerinin işlerine müdahale etmesinin engellenmesi.

 

İhvan niçin istenmiyor?

Hayrettin Karaman

 06 Şubat 2011 Pazar

Ortadoğu ve özellikle Siyonist emeller bakımından Mısır, başka ülkelere benzemiyor; Mısır'a, ABD-İsrail yanlısı, elde edeceği menfaat karşılığında Filistin mücadelesini engelleyen bir yönetimin hakim olması bu iki ülke bakımından hayati derecede önemlidir.

İslam ülkeleri arasında işbirliğinin güçlendirilmesi ve adım adım bir İslam ülkeleri birliğine doğru yol alınması amacını güdenler için de Mısır'ın konumu ve tutumu belirleyicidir.

Müslüman Kardeşler yönetime gelir veya yönetimde etkin olurlarsa bundan hem Filistin davası kazançlı çıkacak, hem de İslam ülkeleri arası ilişkilerde liderlik yarışının yerini kardeşlik, birlik ve dayanışma alacaktır.

ABD İhvan'ı, teröristler listesine almıştı. Bütün dünyada "siyasi veya radikal İslam" denince ilk akla gelen (daha doğrusu yoğun çabalar sonu getirilen) cemaat İhvan olmuştur. Halbuki bu bilgi ve imaj kirliliğinin etkisinden kurtulanlar bilirler ki, İhvan hem terörist değildir, hem de siyasi sistem olarak bir çeşit "İslami demokrasi"yi savunmaktadır. Şu halde onların etrafında koparılan sun'i fırtınanın asıl sebebi ABD-İsrail menfaatlerinin riske girmesinden ibarettir.

Ayrıca İhvan'ın, dünkü yazıda özetlediğim taleplerine bakılırsa istediği, tek başına iktidara gelmek de değildir; onun meselesi ülkenin, zalim ve ehliyetsiz bir yönetimden kurtulması, serbest ve adil seçimlerle halkın iradesinin tecelli etmesi, ülkenin servetinden herkesin adil bir şekilde yararlanması, yıllardır zindanlarda işkence gören ve haksız olarak tutulan mazlumların serbest bırakılması, israfın önlenmesi ve eğitime ayrılan payın arttırılması, insan hakları, basın hürriyeti, sivil toplumun güçlendirilmesi, İsrail'den desteğin çekilmesi ve Filistin davasının gerçekleşmesine katkıda bulunulmasıdır.

Bunun neresinde terör var, radikallik var?

Benim görebildiğim kadarıyla adı anılmadan İslam'a yapılan atıf şu cümleden ibaret:

"Bu ülkenin medeniyeti, kültürü ve değerleriyle uyumun sağlanması ve anayasal çatışmanın sona erdirilmesi".

Bu cümleyi biz "İslamî çağdaşlaşma, İslam medeniyetinin ihyası, bir milleti zorla, dayatmalarla değiştirmekten vazgeçilmesi ve kendisi olarak kalması, bütün dünyaya "Din, medeniyet, kültür" olarak ben de varım deme imkanına kavuşturulması talebi olarak da okuyabiliriz.

Dokuz gündür meydanlarda olan Mısırlı kardeşlerimiz yalnız İhvan'dan ibaret de değildir. Partili partisiz, başka bakımlardan taraflı tarafsız büyük kitleler bir araya geldiler ve artık Mısır'da zulmün, baskının, yolsuzluğun, İsrail zulmüne destek verme alçalışının... sona ermesini canları pahasına istiyorlar.

Allah yardımcıları olsun!

 

Ekmek de çarpar!

Ekmekleriyle birlikte özgürlükleri de elinden alınan insanlar niçin ve ne için bu dünyada yaşadıklarını sorgulamaya başlamışlardır. Ekmek böyledir; varlığıyla şükre, yokluğuyla kıyama hazırlar.

Devrimci dervişlerin atası Ebu Zerril Gifari yoksul halkların isyan ateşini ilk tutuşturanlardan. Bugün hâlâ misyonerliklerini sürdürerek zalim sultana itaat etmenin farz olduğunu söyleyenlere inat şöyle diyordu: “Yiyecek bir lokma kuru ekmeği olmadığı halde yalın kılıç sokağa çıkmayana şaşarım!”

Bu sözü mülkiyetle arasına sürekli bir sütre koyan, mal ve servet biriktirip, debdebeli hayat yaşayanlara her fırsatta “"Altın ve gümüş depo edip Allah yolunda sarf etmeyenlere elim azabı müjdele..." Tevbe-34) ayetini hatırlatan münzevi bir sahabinin söylediğini düşünürsek daha bir anlam kazanır.

Bir taraftan mülkiyet kirlerinden arınmak, diğer taraftan bir kuru ekmeğe sahip olamamaya rıza göstermemek; dervişlikle devrimciliği birleştiren de bu olsa gerek.

Bir insandan bir dilim ekmeği esirgeyen her kimse o bir zulüm ağının içerisine dâhil olmuş demektir.

Bu adaletsiz paylaşımı yapan zalim bir sultan olabildiği gibi, işçinin hakkını sömüren bir patron ya da komşusunun açlığına seyirci kalan bir kişi de olabilir.

Emeksizlik ve ekmeksizlik insanı bedeninin dışına doğru fırlatır.

İnsan bedeninin tanımlanmamış dışı sokaktır.

Yangın çıkan evde nasıl insanlar kendilerini can havliyle dışarıya atarlarsa, çaresizliklerinin ete kemiğe bürünmüş şekli olan bedenlerine hapsolmuş kişiler de ilk fırsatta kendilerini sokağa atarlar.

Sokağa çıkmak bir anlamda bedenin dışına çıkmaktır.

Emeksizlik ekmeksizlikten de beter. Helal rızık kazanma yollarının birer birer tıkanması direk ifade edilmese de insanların işe yaramazlıklarının tescillenmesi anlamı taşıyor.

İşsizliğin vebalinin iş arayan kişiye yüklenmesi ise ayrıca bir zulümdür.

İşsiz ve ekmeksiz insanlar mevcut durumlarını ancak sokağa taşan bir refleksle dile getirip duyurabilirler.

Bugün Tunus’ta başlayıp despotik rejimlerle yönetilen değişik İslam coğrafyalarında dalga dalga yayılan ve Mısır’da had safhaya ulaşan isyanın temel sebep ve saiki de budur.  Yöneticilerin emek ve ekmeğe karşı vurdumduymazlığı, yani kelimenin tam anlamıyla nankörlük (ekmek körlüğü).

Tunus’ta münferit bir olay gibi görülen eğitimli bir gencin (Muhammed Elbu Azizi’nin) işsizlik ve yoksulluk yüzünden kendini yakmasından neşet eden alev bir anda bütün İslam coğrafyasına yayıldı.

Kukla yönetimler ve liderler insanların günlük ekmeği ile oynamanın inanç ve ibadet özgürlükleri ile oynamak kadar kolay olmadığını, hatta ekmeğiyle oynanan halkların nasıl birden bire gasb edilen inanç ve ibadet haklarını da aramaya koyulduklarını gördüler.

Örneğin Zeynelabidin bin Ali’nin Tunus’tan apar topar kaçıp gitmesinden sonra camilerde vakit ezanları okunmaya ve insanlar sokaklarda, meydanlarda daha önce hiç görülmediği şekilde namaz kılmaya başlamıştır.

Aynı durum halkının %50’sine yakını yoksulluk ve daha beter şartlarda yaşayan Mısır için de geçerli.

Ben bu satırları yazdığım saatlerde Mübarek halkın arasına saldığı özel silahlı güçlerle Tahrir meydanındaki muhalif kalabalığı dağıtmaya çalışıyordu.

Mısır’ın yarın nasıl bir sabaha uyanacağı hakkında kimse bir öngörü sahibi değil. Her an her şey olabilir.

Otuz yıllık saltanatı boyunca halkını her ne olursa olsun kendi usulünce terbiye ettiğini zanneden, halktan itaat ve birçoğu Ezher Şeyhlerinin fetvasıyla perçinlenip tescillenen boyun eğmenin dışında bir şey beklemeyen Hüsnü Mübarek belli ki ekmeğin ve emeğin gücünü hesaba katmamıştı.

Ekmekleriyle birlikte özgürlükleri de elinden alınan insanlar niçin ve ne için bu dünyada yaşadıklarını sorgulamaya başlamışlardır.

Ekmek böyledir; varlığıyla şükre, yokluğuyla kıyama hazırlar.

Ona sırt dönüp göz kapayan iktidarları ve sultanları ise Tunus’ta ve Mısır’da olduğu gibi çarpar!

Hüseyin Akın - Haber 7

 

Mısır'daki başkaldırının 'gıdası'

UĞUR GÜRSES

Radikal, 04/02/2011

'Yoksul ülkeleri 'tam kalbinden' vuracak bir olasılık gıda fiyat artışları idi.'

Mısır, ortalama kişi başı 2 bin dolarlık geliri olan, bunun da yüzde 40’ını gıdaya harcayan bir ülke. Bugün ülkedeki başkaldırının kaynakları arasında, artan gıda fiyatları ve enflasyon da var.
Mısır halkının harcadığı gelirin yüzde 40’ı gıdaya, bunun da önemli bir bölümü hububata gidiyor. Mısır, buğdayda dünyanın en fazla ithalat yapan (6.3 milyon ton) ülkesi. Bu miktar, tükettiğinin yarısına karşılık geliyor. Mısır tüketimi ve ithalatında da benzer bir tablo var.
Biraz geriye gidelim; krize çözüm olarak gelişmiş ülke merkez bankaları bolca para basarken bazı iktisatçılar tarafından iki kaygı dile getirilmişti. Bunlardan biri, parayı ucuzlatan ve bolca basan gelişmiş ülkelerden gelişen ekonomilere doğru fon akımı artışıyla bu ülkelerin rekabetçiliklerinin azalması olasılığı idi. Bu gerçekleşti. İkincisi ise faiz oranlarının sıfıra yakın olduğu bir ortamda miktarsal genişlemenin finansal varlık fiyatlarını daha da yükseltmesi idi. Ama kaygı duyulan temel unsurlar arasında emtia, gıda ve enerji kontratları geliyordu. Gelişen ülkelerden de ötede yoksul ülkeleri ‘tam kalbinden’ vuracak bir olasılık gıda fiyat artışları idi. Maalesef bu da gerçekleşiyor.

Gıdada rekor artış

 

Dünya Gıda Örgütü’nün (FAO) oluşturduğu gıda fiyat endeksine (2002-2004=100) bakılırsa 2008’deki emtia ve enerji fiyat artışları sırasında endeks değerinin 224.1 olduğu görülüyor. Daha sonra malum, küresel kriz nedeniyle bir gerileme oldu. Krizden çıkış ve toparlanmayı izleyen bugünkü süreçte de endeks değerinde yeniden yükseliş başladı ve ocak ayında 230.7 değerine erişti. Bunun anlamı, 2006 sonuna göre yüzde 72, 2005 ortasına göre de yüzde 97 artış demek.
İşte gelişme yolunda olan, yoksul olan ülkelerde kitleleri maddi olarak ezen, kimi yerde sokaklara döken başkaldırının ana nedenleri arasında, gıda fiyatlarındaki bu gelişme de var.
Yoksulun enflasyonu yüksek
Peki, gıda fiyatlarındaki artış, gelişmekte olan ülkelerde, yoksul ülkelerde neden daha etkili oluyor? Çok basit; düşük gelir grubunda harcama sepetinin büyük bir bölümü gıda harcamalarına gidiyor. Kişi başı yıllık ulusal geliri 10 bin doların altında olan ülkelerde, gıda harcamalarının hane halkı harcamaları içindeki payı yüzde 25’in üzerinde. Credit Swiss’in ocak ayında yayımladığı rapora göre, Mısır’da bu oran yüzde 40. Gelişmiş ülkelerde ise bu oranın yüzde 10-15 arasında olduğu görülüyor. Bizde ise yüzde 26.7.
Mısır’da son bir yılda tüketici fiyatlarındaki artış yüzde 10 olmuş. Gıda fiyatlarındaki artış ise yüzde 16. Kentlerde bu oran yüzde
17.2 olmuş. Daha alt kalemlerdeki artış, örneğin hububat ve ekmekte yüzde 21.5, et ve tavukta yüzde 28.7 olmuş.
1994-2003 arasında ortalama yıllık enflasyonu yüzde 4.5 olan Mısır, 2004’te yüzde 16.5’lik şok enflasyonla tanıştıktan sonra 2007-2010 arasında da yıllık ortalama yüzde 12.4’lük bir enflasyon yaşadı. Tabii gıda fiyatlarındaki artışın, manşet enflasyonun 6-7 puan daha üstünde olduğunu, ortalamada yüzde 40’lık bir gıda harcaması olan yoksul kesime büyük darbe vurduğunu hesaba katmak gerekiyor. Mısır’daki başkaldırının ‘gıdası’ arasında gıdanın da yeri var.

 

Nil'in kızı, Kahire

Ali Bulaç, Zaman, 5.2.2011

"El Kahire", Nil'in kızıdır. İsm-i fail müennes. Dişi özne, kahreden kadın, ayağa kalkıp "Yeter!" diyebilen ve üstün gelebilen kız.

İlk çağ Mısır krallığından Roma imparatorluğuna, Bizans'tan İslami döneme ve bugüne kadar binlerce yıldır ayakta duran güzel şehir.

Milyonlar kendilerini arındırmak, sömürgecilik ve sonrasında bedenlerini ve ruhlarını kirleten günahlardan kurtulmak için Kahire'de meydanlara iniyorlar. Tarihe yeniden ve varoluşsal olarak yaptıkları bu giriş, tabii ki bir devrim!

Devrimler, küçük insanların isyanıdır, sokakların çocuğudur ve meydanlarda sarmaşık gibi yeşerir, aniden büyürler. Devrim, sadece "ekmek için yapıldığında" eksik kalır. Arap çöllerinin safkan atlarının dört nala koşusunu şiir diline döken şairlerin etkilediği İspanyol edebiyatından mülhem devrim şarkıları yazan Che Guevara, Farazdak'ın mısralarının aynısını tekrarlayan o müthiş hitabetiyle "Devrimler ahlaki arınmadır, manen yeniden dirilmedir" diyordu. Türk solcuları, hiçbir zaman Farazdak ile Che Guevara arasındaki o irtibatı anlayamadılar, çünkü onlar dinleriyle ve halklarıyla kavgalıdırlar.

1789 Fransız Burjuva Devrimi'ni veya 1917 Bolşevik Devrimi'ni küçümsemek işimiz değil. Bu doğru olmaz, hakşinaslık da olmaz. Ama zaten tarihe geçen isimlendirmeler yeterince açık! Ruslar, 'proletarya', Fransızlar 'burjuva' devrimleri yaptıklarını söylüyorlar. Her ikisi de bir "sınıf"ın devrimi. Her iki sınıfın ayrı ve birbirine karşıt ideolojileri oldu. Biri kapitalizm, diğeri sosyalizm-komünizm olarak kendini tescil ettirdi.

Her iki devrimin eksiği sadece "ekmek" için yapılmasıydı. Ve sadece sınıfsaldı! Herkesi ayağa kaldıracak devrimi dinler yapar! Ve sadece İslam herkese şemsiye açar.

Başarılmış her sınıfsal devrim karşıt-devrime gebe olarak sahneye giriş yapar.

Mısır bütün sınıflarıyla ve bilumum siyasi yelpazedeki gruplarıyla "Tahrir Meydanı"nda. Beşeriyetin ismini heyecanla telaffuz ettiği "Tahrir", yaralanmış vicdanlarının seslerini göğe yükseltiyor. Milyonları hem özgürleştirecek hem kurtuluşun yolunu açacak.

Bir gün Müslüman ülkelerin ezik çocukları, devrimle arınmak için abdest alacaklar, sonra eğitimle küçük görmeyi öğrendikleri halklarının safında mescitlerde, meydanlarda namaza duracaklar. Ve Batı onlara neyi "tehlike" olarak işaret ediyorsa, kurtuluşun orada olduğunu düşünmeye başlayacaklar. İşte o zaman gerçek devrim, belli bir sınıfın sosyal hareketi ve belli bir ideolojinin basit rejim değişikliği olmaktan çıkıp siyasetten idareye, ekonomiden sosyal hayata kadar hayatımızı değiştirecek. Çünkü "Mukallibu'l kulub olan Allah" kalplerimizi değiştirmedikçe kendimizi ve ülkelerimizi değiştiremeyiz, devrim/inkılap da yapamayız.

Bugünün devrimleri ulusal bir çeteye, zorba idarelere karşı da yapılsa eksik kalır. Devrimler yeryüzünü temellük edenlere karşı yapılır. Musa aleyhisselam, "İsrailoğullarını özgür bırak!" diye Firavun'un karşısına dikilince, o kibirle 'Mısır'ın mülk ve saltanatı ve bu nehirler' benim değil mi?" diye sordu. (43/Zuhruf, 51) Firavun, kendini Mısır'ın tanrısı bilirdi, mutlak iktidara sahipti ve sular altında kalıp son nefesini verinceye kadar hastalanmamış, dişi bile ağrımamıştı.

Hz. Musa "Hayır! Mülk, servet ve iktidar Allah'ındır" dedi ve kölelerle birlikte nehirleri özgürleştirdi.

Bugün de Nil'in kızı "develerin devrimi"yle ayakta. Mısır'a, Nil'e ve yeryüzüne el koyanlara karşı kahredici sesini yükseltiyor. Sabırlı, uysal, tahammülkâr, yüzü yumuşak ve çok namaz kılan Mısırlılar ayakta.

Develerin devrimi kimin olacak?

Bu sorunun cevabını Nil'in kızı verecek! Eğer Medine'ye ilk girişinde Hz. Peygamber (sas)'in devesi Kasva'nın yaptığı gibi ayağa kalkmış develer, münafıkların reisi Abdullah Ubeyy bin Selul'un değil de, imanından ve sadakatinden başka hiçbir şeyi olmayan Eba Eyyub el Ensari'nin evinin önünde durursa, bilin ki Kahire, Allah'ın 'kahhar' isminin tecellisiyle zorbaları, katilleri, hırsızları ve yeryüzünün kibrini kahredecektir.

Nil'in kızı! Deveni İbn Selul'un evinden uzak tut, Eba Eyyub'un evine doğru sür!

 

 

 

Adil Düzen’de kredi ve ithalat-ihracat dengesi

Reşat Nuri EROL

Dikkatimi çekti… Genel olarak Ortadoğu ve özel olarak Kuzey Afrika ülkelerindeki (Mısır, Tunus, Sudan’daki) gelişmeler bir yana… Orta Asya ülkesi Kırgızistan Başbakanı Almazbek Atambayev, bugünkü bir gazetede (01.02.2011) diyor ki: “Türkiye bizim kutup yıldızımızdır, o ne kadar büyür ve gelişirse bize örnek olur, kardeşlerinin de önünü açar...”

22 yıldır sürgünde yaşayan ve dün ülkesine dönen Tunus En Nahda Hareketi Lideri Raşid Gannuşi, bir röportajda açıkça Türkiye’yi model aldıklarını söyledi: “Türkiye örneği, tüm Arap dünyası tarafından örnek alınıyor... Türkiye’nin bizim nezdimizde büyük bir değeri vardır, Osmanlı’nın bizim için değeri çok büyüktür. Türkiye olmasaydı ben belki şimdi Hıristiyan olmuştum. Bu yüzden bizim için Allah’tan sonra Türkiye geliyor...”

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı Devleti yıkıldı, Ortadoğu’da suni/yapay devletçikler oluşturuldu ve bugünlere gelindi... Ortadoğu ve bütün dünyada oluşturulan “dünya düzeni” yüz yılda çöktü; komünizm ve sosyalizmiyle mevta, Fatiha’sı okundu, geriye can çekişen faizci ve sömürücü küresel kapitalizm kaldı, onun da sonu yakındır…

Türkiye bugünkü hâliyle bile “kutup yıldızı” oluyor ve “model” oluşturuyorsa; “Adil (Ekonomik) Düzen”i uygulayıp gerçekleştirdiğinde neler olacaktır neler...

***

Neler olacağını görebilmemiz için çok yönlü olarak “Adil (Ekonomik) Düzen”i var gücümüzle uygulamamız gerekiyor… Dünkü yazımda (başlığında) “Pendik Siyaset Okulu ve Adil (Ekonomik) Düzen” dedim; okuldaki derslerde, üzerinde durduğumuz konuları hatırlattım… İki soruya iki kısa cevap yazdım… Bugün iki sorunun daha cevabına bakalım...

Soru: “Adil Düzen”de devletin üreticiye kredi ve imkan sağlama sistemi nedir?

Devlet iki şekilde kredi açar. Çalışana “Çalışma/Emek Kredisi” verir. Herkese meslek derecesi nisbetinde verir. Çalışan bunu ancak üretimde kullanabilir, genel hizmette kullanamaz. İsterse tarıma gider ve orada çalışır, isterse sanayiye gider ve orada çalışır, isterse inşaata gider ve orada çalışır. Ticarette çalışma kredisi verilmez. İşçiye yalnız emek kredisi verilmez; işverenlere de çalıştırdıkları işçiler için gerekli “Ham Madde Kredisi” verilir. Böylece işletmeler sermayesizlikten değil, işçi bulamayışından dolayı tam çalışamazlar.

Bir de halka yani her aileye nüfusu başına “Sipariş Kredisi” verilir. Bunlar mağazalara sipariş verirler, paraları peşin öderler; onlar da tüccarlara kredi verirler, parayı peşin öderler; onlar da işletmelere sipariş verirler, paralarını peşin öderler. Dolayısıyla halka verilen kredi herkese verilmiş olur. Üretim/tüketim halk tarafından planlanmış olur. İhracat ve ithalat halk tarafından planlanmış olur. Krediler “faizsiz” ve “hacizsiz/icrasız”dır.

***

Soru: “Adil (Ekonomik) Düzen”de ithalat ve ihracat dengesi nasıldır?

“Adil (Ekonomik) Düzen”de halk mağazalara sipariş verir...

Onlar da tüccarlara sipariş verirler...

İşçiler üretimde çalışırlar...

Malzemeleri için mağazalara sipariş verirler...

Böylece ülkenin tüm çalışanları için siparişler verilmiş olur.

Tüccarlar aldıkları bu siparişleri işletmelere yani üreticilere sipariş verirler...

Ne var ki insanların tükettikleri bütün mallar o ülkede üretilmez. Ülkede üretilen malları tüccarlarımız aldıkları sipariş paralarıyla alırlar. Götürüp satarlar. Sipariş aldıkları malları da getirirler. Her tüccar sattığı kadar alacağından “dış ticaret dengesi” sağlanmış olur. Ülkeler arasında borçlanmalar da yapılabilir. Biz İran’a TL veririz. İran da bize riyal verir. Karşılıklı kredileşme içinde dış ticaret dengesi devam eder. Eğer borçlanmak istiyorsak kur farkı oluştururuz. Onların bankasında bizim paramız toplanır. Onlara borç vermiş oluruz. Yahut tersini yaparız, borç alırız. Bu şekilde faizsiz ve istismarsız kredileşme doğar.

Devamı var; gelecek yazı: İç ve dış borçların ödenmesi ve diğer konular…

 

 

Adil Düzen Medeniyeti doğuyor…

Reşat Nuri EROL

Sadece Mısır’daki firavun Hüsnü Mübarek değil, Ortadoğu’daki küçük-büyük bütün firavunlar gidici; “Firavunlar Düzeni” sona eriyor… Bu “zalim düzen” I. Dünya Savaşı’ndan yani Osmanlı Devleti yık/tır/ıldıktan sonra kuruldu, II. Dünya Savaşı ile perçinlendi ama; sömürü sermayesinin “doğu-batı dengesi” yani “komünizm-kapitalizm” olarak kurduğu yapı sırayla yıkılıyor… Ve “Yeni Bir Dünya Düzeni” kuruluyor…

Önce komünizm yıkıldı… Şimdi de kapitalizm yıkılıyor… Tabiat boşluk kabul etmediğine göre, yıkılanların yerine yenisi yapılmalı, kurulmalı, gelmeli… Ve geliyor…

Kapitalizmin en büyük sömürü alanı Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri değil mi, halkı Müslüman ülkeler değil mi? İnsanlık âleminin “orta ümmet”i olarak geçmişte var olup bugün yeniden doğmakta olan “İslâm, Silm, Barış Düzeni”nin temsilcileri “Müslümanlar” düştükleri yerden yeniden kalkıyor, yeniden yapılanıyor, yeniden tarihteki misyonlarına dönüyorken; küresel sermaye yani vahşi kapitalizmin ana sömürü kaynağı sona ermiyor mu? Sömürü ve “zulme” dayalı Batı dünyasının sömürü güneşi batıyorken; doğunun ve bütün dünyanın “adalete” dayalı yeni “Barış Medeniyeti” doğmuyor mu?

Evet, evet… “Adil (Ekonomik) Düzen Medeniyeti” doğuyor…

Dünyadaki gelişmeler bir yana; biz kendi işimize bakalım, Pendik Siyaset Okulu’nda sözünü ettiğim meselelerimizi düzenleyelim, ülkemizde “Adil (Ekonomik) Düzen”i kuralım... Dışa bağımlı en önemli sorunumuz neydi? Dış borçlar! Öncelikle bu sorunu çözelim.

***

“Adil (Ekonomik) Düzen”e geçilirse, mevcut iç ve dış borçlar nasıl ödenecek?

“Adil (Ekonomik) Düzen”de iç borçlar para/TL olarak ödenir. (Dikkat, burası ilk geçiş dönemine ait uygulamadır.) Onlar parayı tekrar bankamıza yatırırlar, böylece biz borç ve faizden kurtulmuş oluruz. Halkımız bu sayede değeri düşmeyen bir paraya sahip olur. Harcarlarsa harcarlar, bir zararımız olmaz. Ellerinde tutarlarsa da zararımız olmaz. Sadece faizi sıfırlamak ve parayı altına veya diğer ana mallara kote etmek yetecektir. Bunlar bu paraları ile döviz alıp dışarıya aktarırlarsa bu da bizim lehimize olur, çünkü dövizin faizinden kurtulmuş oluruz. Dövizin azalması dışında bir zararımız olmaz. Döviz satanlar gelip paralarını yine bize yatırırlar. Döviz satan ülkeden mal alırlar. Bu da yararımızadır. Görüldüğü üzere iç borç sorun değildir, faizi sıfırlamak dışında yapacağımız bir şey yoktur.

Ülkemiz için asıl sorun “dış borçlar”dır; dış borçlarımızı nasıl tasfiye edeceğiz?

***

Dış borçları dört şekilde tasfiye edebiliriz. 1. Dış borcu iç borca çevireceğiz. Vatandaştan doları alıp borcumuzu kapatacağız. ‘Vadesi gelmedi!’ deyip almak istemeyen olursa, ‘biz artık faiz ödemeyeceğiz’ diyeceğiz. Savaş açabilirler ama canlarına okuruz ve o borçları savaş tazminatı olarak sıfırlarız. 2. FAİZLİ borç FAİZSİZ borca çevrilecek. Bunun için paramızı altına kote edince dünyanın en kıymetli parası hâline gelecektir. Dış ülkeler de paramızı alıp saklayacaklardır. O sayede dolar gelecek ve borcumuz ödenecektir. 3. Para borcumuzu mal borcuna çevireceğiz. Yani onlara mal ödeyeceğiz. Yıl yıl borcumuzu üretimle kapatacağız. 4. Borcu iştirake/ortaklığa çevireceğiz. Borca karşılık ülkemizdeki fabrikaların hisse senetlerini vereceğiz, faiz yerine kira payından yararlanacaklardır.

Türkiye’miz şimdilik bu borçları bir-iki sene içinde tasfiye etme gücüne sahiptir.

Ayrıca; 1. Türkiye’de bugün 15 milyon işsiz vardır. İş bulup bunları çalıştırdığımızda, her biri millî hâsılaya yılda 20 bin liralık gelir getirse, yıllık 300 milyar gelirimiz olur. İki yılda dış borcumuzu buradan kapatabiliriz... 2. Ülkemiz dünyanın merkezindedir. Orman ve dağlarımızda yüzer dairelik blok yapılar yapabiliriz veya birer dönümlük arazilere ahşap villalar yapabiliriz... Bunları kiracılara, arsaları vatandaşlarımıza temlik eder, onlar da turistleri barındırırlar; buraların kiraları karşılığında borçlarımızı kısa zamanda öderiz...

Geriye kaldı işsizlik; gelecek yazı/lar/da işsizlik sorununu çözeceğiz… Ve’s-selâm…

 

 

İşsizlik sorununa teşhis ve tedavi-1

Reşat Nuri EROL

İşsizlik sorunu, sosyo-ekonomik sorunlarımızın en başta geleni olarak çözümsüz varlığını sürdürüyor... Son yazımın sonlarında ne dedim? Ayrıca, Türkiye’de bugün 15 milyon işsiz vardır. İş bulup bunları çalıştırdığımızda, her çalışan millî hâsılaya 20 bin liralık yıllık gelir getirse, yıllık 300 milyar gelirimiz olur, iki sene içinde dış borcumuzu kapatırız...

AKP’nin medet beklediği IMF ne diyor? İşsiz gençler saatli bomba gibi! Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Dominique Strauss-Kahn, yüksek işsizlik ve artan fiyatlar gibi sorunlar, özellikle genç işsizler için “tıklayan bir saatli bomba” benzetmesi yaptı. Gelecek 10 yılda 400 milyon genç insan istihdam piyasasına dahil olacak. Bu hükümetler için ürkütücü bir sorun. İşsizlik ve kötü sosyal koşullar içinde hayatlarını sürdürecek genç kayıp kuşak manzarasıyla karşı karşıyayız... Toplumda eşitlik sağlamadan, başarılı bir ekonomik büyüme bekleyemezsiniz... IMF Başkanı böyle diyor!!! Yani; IMF’de sadece “tesbit ve teşhis” var, “tedavi ve çözüm” yok! AKP anlayıp uyana!

IMF/AKP’de çözüm yok, iş yine başa kaldı, çözüm “Adil (Ekonomik) Düzen”de…

Pendik Siyaset Okulu’nda bu “sorun”un cevabını “teşhis ve tedavi”yle verdik.

***

“ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”DE İŞSİZLİĞE ÇÖZÜM nasıl gerçekleşir?

İşsizliğin bize göre 25 (yirmibeş) sebebi vardır. İşsizliğin çözümü için öncelikle işsizliğin sebeplerini ortadan kaldırmak gerekir. Teşhis ve tedavilerimizi sıralayalım.

1) İŞÇİLİK SİSTEMİ İŞSİZLİĞİN KAYNAĞIDIR. İşverenler istediklerine iş verir, istediklerine vermez. İşverenler sadece kendi çıkarlarını düşünürler.

-Bunun çözümü “Ortaklık Sistemi”dir. Ortaklık sisteminde kredi işçiye verilir. İşçi istediği firmaya ortak olur; hem sermaye ile katılır hem de emekle katılır. İşsizlik sorunu çözülmüş olur.

2) İŞSİZLİĞİN KAYNAĞI FAİZDİR. Ambardaki mallar her gün pahalanmakta. Eski mallar satılmamakta. Yeni mallar üretilmemekte. İşsizlik böyle oluşmakta.

-Bunun çözümü “faizsiz kredi” vermek ve faiz yerine “kredileşme sistemi”ni getirmektir. Herkes mevduatı kadar faizsiz kredi kullanır.

3) İŞSİZLİĞİN BİR SEBEBİ DE PARADAN KÂR SİSTEMİDİR. Paradan kâr ederseniz parayı piyasadan çekersiniz. Ekonomik döngü durur. Mallar üreticiden tüketiciye gitmez. Bir taraftan kriz, öbür taraftan kesatlık olur.

-Çözüm paradan değil maldan kâr sistemidir. Para aynı kalır, mal artar.

4) İŞSİZLİĞİN DİĞER BİR SEBEBİ DE TEKELDİR. Tekel oluşunca, tekel kendi çıkarını sağlamak için üretimi yarıya indirip fahiş fiyatlarla kâr etmek ister. Bu da üretimi yarıya düşürür, dolayısıyla çalışacakların yarısı işsiz kalır.

-Bu sorunun çözümü için tekeli ortadan kaldırmak, faizsiz sermaye oluşturmak ve sermaye vergisini koymak gerekir.

5) İŞSİZLİĞİN BİR SEBEBİ DE KARŞILIKSIZ PARADIR. Karşılığı bulunmayan para varlığın ana kaynağı olan emeğe ortak olmakta ve onu sömürmektedir. Emeğe para verilmediği gibi haksız yere de paralar verilmektedir. İşçilerin eline para geçmeyince üretilen mallar satılamamakta, satılamayınca da fabrikalar durmaktadır.

-Para faiz karşılığı değil, çalışan işçinin emeğin karşılığında çıkarılmalıdır.

6) SABİT KİRA İŞSİZLİĞİN KAYNAĞIDIR. Kirayı ödeyemeyen işletme iflas etmekte ve orada çalışanlar işsiz kalmaktadır.

-Çare ve çözümü, kiranın cirodan ve üretimden verilmesidir.

7) SABİT ÜCRET İŞSİZLİĞİN KAYNAĞIDIR. Üretim olsun olmasın, işçi maaşını almaktadır. Bu uygulama da işletmeleri batırmaktadır.

-Çare ve çözümü, işçinin cirodan ve üretimden pay almasıdır.

Tesbit ve teşhislerimiz ile tedavi ve çözümlerimiz devam edecek…

 

 

İşsizlik sorununa teşhis ve tedavi-2

Reşat Nuri EROL

“ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”DE İŞSİZLİĞE ÇÖZÜM nasıl gerçekleşir?

Saadet Partisi’nin düzenlediği Pendik Siyaset Okulu’nda “işsizlik sorunu” ve sorusunun cevabını “teşhis ve tedavi”yle birlikte verdik... Bize göre işsizliğin tam 25 (yirmibeş) sebebi vardır; işsizlik sorununun çözümü için öncelikle işsizliğin sebeplerini ortadan kaldırmak gerekir dedik... “TEŞHİS ve TEDAVİ”lerimizi sıralamaya devam...

***

8) SABİT KÂR İŞSİZLİĞİN KAYNAĞIDIR. İşletmeciler sabit faizleri ödemek zorunda olduklarından sabit kârlar elde etmek zorunda kalmaktadırlar. Bu da küçük işletmeleri zora sıkmakta, sermayesi belli nisbetten az olan işletmeler iflas etmektedirler. İyi biline ve iyi anlaşıla; bu faizli zalim düzende sonunda büyük sermaye de iflas edecektir.

-Çare cirodan paydır, yahut ham madde ile mamul maddenin değişmesidir.

9) İŞSİZLİĞİN SEBEBİ DEVLETİN ALDIĞI GELİR VERGİSİDİR. Sermaye faizden kazanır, devlet vergi alır. Devlet alır ve vergiyi kamuya harcar. Oysa sermaye alır ve yığar, tekel oluşturur ve sadece sömürür. Bu uygulama da üretimi yarıya düşürür.

-Bunun çözümü “gelir vergisi” yerine “sermaye vergisi”dir.

10) İŞSİZLİĞİN BİR NUMARALI SEBEBİ FAİZ PARASIDIR. Faiz ödemeleri için o kadar paranın her yıl fazladan çıkarılması gerekir. Bu da o kadar “enflasyon” yapar. Ne kadar (yüzde kaç) “faiz” varsa o kadar “enflasyon” olur. Enflasyon fiyat ve ücretleri belirsiz hâle getirir. Sonunda sağlıklı iş anlaşmaları olmaz/olamaz, işler de yürümez, işsizlik olur.

-Bunun sorunun tedavisi, mal karşılığı para çıkarmadır. Ambarda satılık malı olana karşılık devlet para basar ve verir. Bu uygulama enflasyon yapmaz, çünkü piyasada artan para kadar satılan mal da artmış olur.

11) ELİMİZDEKİ PARANIN HER GÜN FAİZİNİ ÖDÜYORUZ! ÇÜNKÜ BU PARAYI BULUNDURAN ONUN FAİZİNİ DE ÖDEMEKTEDİR. O halde para  burada  çalışmadan yaşama yollarını sağlamakta, herkes çalışmaktan kaçmaktadır. Bu sefer de işveren işçi bulamamaktadır. Bu uygulama da işsizliğin başka bir kaynağıdır.

-Bu sorunun çözümü şöyledir: Devlet topraklarını ve gayrimenkullerini isteyenlere satacaktır, satmak isteyenlerden de alacaktır. Para taşınmaz karşılığı çıkacak, ne kadar gerekiyorsa o kadar çıkacaktır.

12) İŞSİZLİĞİN BAŞKA BİR KAYNAĞI DA BONO SENEDİ GİBİ PARAYA KARŞILIK ÇIKARILAN SENETLERDİR. Böylece para üretim olmadan reel ekonomiden kopuk olarak çoğalıp durmaktadır! Bu uygulama da işsizliğin kaynağı olmaktadır.

-Çare ve çözüm olarak bu uygulamanın yerine “mal senedi” çıkarılacaktır. Önerdiğimiz uygulamada sen kişi olarak şu kadar lira yani “para” borçlu olmayacaksın, şu kadar kilo yani “mal” borçlu olacaksın; “para” yerine “mal” borçlu olacaksın.

13) VERESİYE SATIŞ KARŞILIKSIZ PARA ÜRETMEDİR. Yani mevcut olan mal parasız olan kimseye satılmakta, mevcut para sahipleri alışverişe gidince mal bulamamaktadır. Eline zaten az para geçen işçi bu sefer o para ile hiç mal bulamamaktadır.

-Bunun çaresi altın karşılığı para çıkarmaktır. Veresiye satışlar durdurulmalıdır.

14) İŞSİZLİĞİN BİR KAYNAĞI DA CEBRİ İCRADIR. Borçlu borcunu ödeyemeyince mallarına ve üretim araçlarına haciz konup yok pahasına satılmakta, icralarla işletmeler ortadan kalkmakta, orada çalışanlar işsiz kalmakta, aileler yok olmaktadır.

-Çaresi; borcunu ödeyemeyen işletme yöneticisinin işletme ehliyeti iptal edilir. İşletmenin başına başkası gelir. Ona faizsiz krediler verilir, işletme devam eder. İşletme ancak işçi yani “emek kredisi” bulamazsa durmalı veya yavaşlamalıdır.

***

Dikkat: Bugünkü ilk madde teşhislerinde hep “FAİZLER” var; faiz, faiz, faiz!!!

Bitmedi; tesbit ve teşhislerimiz ile tedavi ve çözümlerimiz devam edecek…

 

 

İşsizlik sorununa teşhis ve tedavi-3

Reşat Nuri EROL

İşsizliğin 25 sebebi vardır, işsizlik sorununun çözümü için öncelikle işsizliğin sebeplerini ortadan kaldırmak gerekir diyorduk; “TEŞHİS” ve “TEDAVİ” devam ediyor...

“ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”DE İŞSİZLİĞE ÇÖZÜM nasıl gerçekleşir?

15) İŞSİZLİĞİN BİR KAYNAĞI DA SİGORTA SİSTEMİDİR. Çalışana zorluklar çıkararak niye çalıştın diye ceza veriyoruz! İşverene de niye işçi çalıştırdın diye ceza kesiyoruz! Tüccar böyle bir cezaya maruz değil, çalışmayana ve üretmeyene bir ceza yok! Bu uygulama da işletmeleri üretime değil, havadan para kazanmaya götürmekte, çalışanları ve üretim yapanları da çalışmaktan ve üretim yapmaktan caydırmaktadır.

-Bu önemli sorunun çare ve çözümü “genel sigorta”dır. Herkese yeryüzündeki kira payından bir pay verilir. Bugün çalışanlardan kesilir, çalışmayanlara verilir, yarın kendisi de çalışamaz olunca o günkü çalışanlardan pay alır. “Zorunlu Primli Sigorta Sistemi” yani bugünkü uygulama işçinin ve işverenin elini kolunu bağlamaktadır.

16) İŞSİZLİĞİN BİR KAYNAĞI DA GÜMRÜKLER VE VİZELERDİR. Bu ülkede satılamayan mal gümrükler sebebiyle dışarı çıkıp satılamama, dolayısıyla işçiler işsiz kalmakta, yahut işletmeler gümrüksüz ham madde bulamadıklarından iş yapamamaktadır.

-Bu gümrük musibetinin çaresi ve çözümü vizeleri ve gümrükleri kaldırmaktır. Halkın kolay seyahat etmesi ve yüklerini yani mallarını taşıyabilmeleri için kervansaray tipi uluslar arası bedava ulaşım ve mal nakliyesi imkanlarını sağlamaktır.

17) İŞSİZLİĞİN BİR KAYNAĞI DA KİŞİLERDEN ALINAN VERGİDİR. Kişi alınteri ile kazanmaktadır. Bizim ondan vergi almamız demek, çalışanı cezalandırmamız demektir; ‘ne diye çalışıyorsun; çalışma, tembel tembel otur’ demektir!!!

-“Adil (Ekonomik) Düzen”de vergiyi kişiden değil işletmeden alırız... Verdiğimiz hizmet (25 Genel Hizmet) karşılığı payımızı alırız... Toprağımızın kirasını alırız...

18) İŞSİZLİĞİN BAŞKA BİR KAYNAĞI DA MERKEZÎ EKONOMİDİR, İŞ VERME İLKESİDİR. Merkez istediği kimselere istediği işi vermekte, onlara istediği malı ürettirmekte ve istediği kimselere zorla satarak ekonomiyi güya yürütmektedir. Oysa merkez halkın ihtiyaçlarını bilemez, iş yapma ve üretim imkanlarını da bilemez.

-Bu önemli sorunun çaresi ve çözümü için “iş verme sistemi” yerine “iş bulma sistemi”ni geliştirmeliyiz. Krediyi halka yani emeğe/işçiye vermeliyiz. Halk yani emek sahibi istediği işverenle anlaşacak ve çalışacak, böylece işsizlik kalmayacaktır.

19) İŞSİZLİĞİN BAŞKA BİR KAYNAĞI MUTLAK MÜLKİYETTİR. Birisi bir fabrikaya sahipse onu durdurabilir, üretim yapmayabilir, istediği gibi değerlendirebilir! Birisinin tarlası, tarım arazisi varsa, ekmeyebilir! Birisinin arsası varsa inşaat yapmayabilir, yaptırmayabilir! Bu da varlıkların değerlendirilememesine ve işsizliğe sebep olmaktadır.

-Bu olumsuzluğun çaresi olarak iki çeşit mülkiyeti tedvin etmemiz gerekir; “işletme mülkiyeti” ve “yararlanma mülkiyeti”. “İşletme mülkiyeti” ehliyete dayanır, işletmeler işlet(e)meyenlerin elinden alınır. “Yararlanma mülkiyeti” ise hisse sahiplerinin elindedir, semeresinden yararlanırlar, kimsenin mülkü elinden alınmaz.

20) İŞSİZLİĞİN BİR SEBEBİ DE BÜROKRASİDİR, ÜLKEMİZDEKİ ÇOK YÖNLÜ BÜROKRASİDİR. Maaşlarını alan memurlar kendilerine göre devleti düşünmekte, işletmelere ve kişilere “kolaylık” değil de “zorluk” çıkarmakla görevlerini yaptıklarını sanmaktadırlar! Bu zihniyet de işletmeleri çökertmekte, vatandaşları hayattan bezdirmektedir.

-Bunun çare ve tedavisi, devlet memurlarını devlet işletmesine ortak yani hisse sahibi yapmaktır. Devletin gelirleri arttıkça memurların maaşları artmaktadır, devletin gelirleri azaldıkça memur maaşları da azalmaktadır. Bir de devlet memuruna imtiyaz tanınmamalıdır. Hakemlerin karşısında herkes eşit olmalıdır. Memur yanlış yaptığı için değil, yapmadığı yani işini geciktirdiği için sorumlu olmalıdır.

Bitmedi; tesbit ve teşhislerimiz ile tedavi ve çözümlerimiz son yazıyla devam edecek…

 

 

İşsizlik sorununa teşhis ve tedavi-4

Reşat Nuri EROL

“ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”DE İŞSİZLİĞE ÇÖZÜM nasıl gerçekleşir?

21) İŞSİZLİĞİN BİR KAYNAĞI DA YERYÜZÜNÜN DOLARA BAĞ/IM/LI MERKEZÎ PARALARLA İDARE EDİLMESİDİR. Para geniş çevreye hitap edince küçük değerleri ölçemiyor. Nasıl enterkonnekte şebekeden elektriği doğrudan alamazsak, dolarla da sıkıştığımızda tuvalet parasını bile ödeyemeyiz! Gerisini siz düşünün…

-Tedavi: Ülkelerin paraları yanında; illerin de paraları olacak, bucakların da kendi paraları olacak, iller ve bucaklar kendi içlerindeki alışverişlerini kendi paraları ile yapacaklar, bucaktaki ithalatı ve ihracatı kendi paraları ile yapacaklardır.

22) İŞSİZLİĞİN ANA KAYNAKLARINDAN BİRİ DE ARSA İSTİSMARIDIR. Merkezi yönetim her şeye engel olmakta, yerel yönetimler görev yap(a)mamakta. Aylar, yıllar, on yıllar süren imar çekişmeleri işleri yapmayı önlemekte, arsalar pahalılaşmaktadır.

-Çaresi; parselasyon devlet bütçesi ile yapılacak... Projeleri devlet yapacak... Projeleri ve arsaları devlet hazır bulunduracak... Yetkili mühendis istediği arsaya kazmasını vuracak, sadece belediyeye bildirecek; imara, plana ve projeye aykırı yaparsa belediye hakemlere gidecek, hakemler kararı ile durdurabilecek veya yıktırılacak...

23) İŞSİZLİĞİN BAŞKA BİR KAYNAĞI DA ENERJİ İSTİSMARIDIR. Bugün bir dolarlık benzine dört dolar ödüyoruz. Bu her şeyimizi otomatikman en az yüzde 25 pahalılaştırıyor. Pahalı olan malları ne içeride ne dışarıda satamıyoruz, satamayınca da işletmelerimiz duruyor, işsizlik artıyor. Oysa elektrik ve mazotu çok ucuza, hattâ bedavaya versek, üretim birden artacak, işsiz insan kalmayacak, bizim vergi payımız da çoğalacaktır.

-Bunun için enerji üretimi “vakıf” şeklinde işletilmeli, işletmelere para ile değil de ödedikleri vergilere göre bölüştürülmeli. Bu uygulamada tahsildara da gerek kalmaz.

24) İŞSİZLİĞİN BAŞKA BİR KAYNAĞI DA ULAŞIMDIR. Serbest rekabet sağlanamaz. Mesela elektrik dağıtımında serbest rekabet olamaz. O zaman boğazını ele geçiren sıka sıka ülkeyi boğar.

-Çözüm olarak “Yollar Vakfı” kurulacak... Osmanlı’daki “kervansaray” misali işletmeler sayesinde halk bedava seyahat edecek... İnsanlık tek vücut hâline gelecek... Mallar ambara teslim edilince bir defaya mahsus olmak üzere nakliye payı alınacak, uzak yakın nakliye aynı olacak... Birbirlerini sübvanse edeceklerdir.

25) İŞSİZLİĞİN BİR KAYNAĞI DA HİZMET TEKELİDİR. Bugünkü bürokrasi ve memur zihniyeti uygulamasında, devlet veya özel kişi aracılığıyla, yahut ülkemizdeki değişik istismarlarla “bir hizmet yeri” bir şekilde adeta işgal edilir. Başkaları o göreve getirilemez ve “hizmet/sizlik tekeli” oluşur. Bu uygulama da hizmetleri aksatır, işsizlik olur.

-Bunu önlemenin ve tedavi etmenin yolu “Genel Hizmet”tir, serbest meslek faaliyetleridir. Genel Hizmetleri biraz açalım. Devletin iki çeşit işi vardır: Kamu Görevi ve Genel Hizmet. Kamu Görevi güvenlik ve yargıdır. Genel Hizmet ise serbest rekabetle yapılamayacak işleri vakıflarla yapmaktır. Ücretli insan çalıştırmak “Adil Düzen”de yoktur. Bunun yerine ya işler sıra ile yapılır (askerlik böyledir), ya da sorumluluk ilkesine göre ücret verilir (Genel Hizmet böyledir). Herkesin doktoru vardır; hasta olsun olmasın, doktor kişinin sağlık müşaviridir. Bir doktor kaç kişinin (sağlam olsun hasta olsun kaç kişinin) müşaviri ise bütçeden (sağlık bütçesinden) o kadar pay alır. GENEL HİZMETLER dörtlü altı gruptur, toplam 25 tanedir:  1. Evrak, zimmet, envanter ve taşınmaz kayıtları... 2. İlmî, meslekî, siyasî ve dinî eğitim ve güvenceli ehliyet... 3. Takip, araştırma, ambar ve kasa hizmetleri... 4. Basın, yayın, ulaştırma ve haberleşme hizmetleri... 5. Planlama, sağlık, bakım ve güvenlik hizmetleri... 6. Noter, kontrol, soruşturma ve hakemlik hizmetleri...

İlgilenenlere Not: “Genel Hizmetler”in her birinin 10 sayfa (toplam 250 a4 sayfa) olarak izah edildiği seminer notlarımız vardır... İstanbul Yenibosna ve Üsküdar’da günlük/haftalık seminerlerimiz on yıldır devam etmektedir… Bilgi için; www.akevler.biz veya (0532) 246 68 92

 

 

Faizli sistem kendi kendini öldürür!

Reşat Nuri EROL

Türkiye’nin ekonomik iki büyük sorunu var: İşsizlik/istihdam ve dış borçlar. Tam da bu günlerde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ne dese beğenirsiniz? Türkiye’de yüzde 11,2’lerde olan işsizlik oranının düşmediğini ve düşmesinin uzun zaman alacağını söyledi ve sorunun aşılması için fazla mesainin kaldırılmasını önerdi! Babacan, işsizlik sorunun fazla mesainin kaldırılması ile çözülebileceğini söyledi! Sayın Bakan, haftalık mesainin 10 saat azaltılmasını önerdi!.. İnanılması güç ama 9’uncı yılına giren AKP iktidarının işsizliğe bulduğu çözüm bu! İşsizlik sorununa getirdiğimiz çözüm önerilerimizi burada tekrar özetleyecek değilim, kör ve sağır olmayanlar için bu köşemde yeterince hatırlattım! Sayın Bakan “Türkiye’de işsizlik yüzde 11,2’lerde” diyor ama bize göre yüzde 50’lerde; çünkü 75 milyonluk ülkemizin çalışabilen nüfusu 30 milyon ve bunun sadece 15 milyonu iş bulmuş, geri kalan 15 milyon işsiz! Ekonomiden Sorumlu Bakan dahil, Başbakan ve diğer bakanlar ülkemizin bir numaralı ekonomik sorunu işsizliğe böyle “çö-züm-süz-lük” üretmeye devam ederlerse, şimdiden müjdeyi verelim(!), aslında var olan çok yönlü “sosyal tufan” yanında “sosyal patlamaları” beklesinler!..

Bu durumda ne yapmalı?

Seçim aylarındayız, birkaç ay sonra (Haziran) seçim var... Ya halkımız seçmen olarak bir an önce uyanıp bu sorunu çözecekleri iktidara getirmeli, ya da hep anlattığım “Halk Ekonomisi” organizasyonları ile yine halkımız başının çaresine bakmalı...

***

“İşsizlik sorununa teşhis ve tedavi” yazılarımın ikincisine (05.02.2011) bakılırsa, ülke ekonomilerini çökerten “işsizlik” musibetinin ana faktörünün “FAİZ” olduğu görülecektir. Öyleyse bugün de bu faiz musibetinin bir başka yönü üzerinde duralım.

1980’lerde Almanya’da ilmî toplantılar yapılmıştı... Erbakan Hocamız dünyanın en tanınmış ilim adamlarını davet etmiş ve onlara “Adil (Ekonomik) Düzen”i tebliğ etmişti... Almanya’da bulunan Ekonomi Enstitüsü yöneticisi Prof. Dr. Volker Nienhaus da davetliler arasında idi. İlk görüşmemizde şunları söylemişti: “Birinci gün konuşmalarında ben şimdiye kadarki bilgilerimle dinin bir ekonomik doktrini olacağını hiç zannetmezdim. Bugünkü konuşmanızda şöyle bir şeyi hissettim. Sosyalizmde faiz de kar da yasak, kapitalizmde ikisi de serbest. Sizin sisteminizde “faiz yasak kâr serbest” ilkesini getiriyorsunuz. Bu bir sistem olabilir.” Böylece İslâmiyet’in 1400 sene önce tarif ettiği sistemi daha ilk konuşmalarımızdan anlamış bulunuyordu. Bu zeki ve Almanların meşhur âlimi ile akşam üstü otele geldik, gece yarılarına kadar görüşmemizi sürdürdük... Onunla (Prof. Nienhaus) tartıştığımız konu şuydu. Bir ülke düşünelim; bu ülke gelişmiş, tam istihdamı sağlayan bir ülke: Fabrikaları var... Tarım alanları var... Teknolojisi var... Sağlam parası var... Ne var ki 1930’lar Almanya’sı gibidir. Dünyada başka ülkelerde yatırım imkanı yok. Çünkü ya bırakmıyorlar yahut onlar da gelişmiş ülke. Bu ülke hâlâ “faizli ekonomi” uygulamasına devam ediyor...

Zenginler, parası olanlar paralarını bankalara yatırıyor, bankalar da girişimcilere kredi veriyor. Bankada sermaye sahiplerinin parası var. Yeni faizler de durmadan geliyor. Eğer ülkede hâlâ işsiz varsa, hâlâ yeteri kadar fabrika yoksa iş kolaydır. Bu gelen faizlerle yeni yatırımlar yaparsınız. Eğer dışarıda sermaye isteyen ülkeler varsa oralarda yatırım yaparsınız. Ama ülkede herkes işe sahipse ne yapacaksınız?

Fabrika kuramazsınız, çünkü yeni fabrikaya işçi bulamazsınız. Ancak başka fabrikaların işçisine fazla para verir kendi fabrikanıza katarsınız. O fabrika kapanır. Demek ki işçiniz olmadığı için yeni yatırım yapmazsınız. O halde sonunda ne olacak? Faiz sıfır olacaktır! Demek ki faizli sistem bir gün faize ortak bulamadığı için iflas eder. Oysa sistem faiz üzerinde oturmuştu. Yani faizsiz kimse kimseye kredi vermiyordu. Bunun sonucunda yatırımlar duracak, üretim duracak, işsizlik patlayacaktır.

Faizli sistem işte bundan dolayı kendi kendisini ölüme götüren sistemdir.

 

 

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3488 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2677 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2651 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2166 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2542 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2565 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2300 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2204 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2617 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2496 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 2005 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2362 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2311 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2459 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2455 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2416 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3066 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2689 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2684 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2765 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2972 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3048 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3448 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5509 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3570 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3096 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3885 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3736 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3443 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3896 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3853 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4134 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4667 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3986 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3870 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2882 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2969 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3975 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7762 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5643 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4197 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3599 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3740 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4760 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4477 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4770 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4690 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4846 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4571 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3420 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4494 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3646 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5198 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3874 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5185 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5047 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4958 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3565 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3496 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3707 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5194 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4224 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5456 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4104 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5292 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4489 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4444 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4597 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4790 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5345 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4134 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5283 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4548 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3864 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4413 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4615 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4147 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4121 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4105 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4560 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5672 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9865 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4675 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3726 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3876 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3369 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3404 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3762 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5727 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4265 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3462 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler