Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 596
MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ -3-B.AYETLER
29.01.2011
1553 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 44 YILDIR ÇALIŞIYOR....2009...2010...2011

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜNYA DÜZENİ 596

“ADİL DÜNYA DÜZENİ III. BİN YIL MEDENİYETİ PROJESİDİR.”

“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 596. Hafta         29 Ocak 2011        Fiyatı: www.akevler.biz’e tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR.. ÇOĞALTABİLİR.. DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 596. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?”    (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.”     (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ,  Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Tefsir Seminer Notları Yenibosna’da Cumartesi akşamları okunup tartışılmaktadır.

GAYEMİZ: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada “OKUNMASI, ANLAŞILMASI VE UYGULANMASI”DIR.   Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

***

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;

MERKEZ BANKASI’NIN GÖREVLERİ

SENİ YUHALATAN ALLAH’TIR

AKILLI BİR BAŞBAKAN NELER YAPMALI?

Futbol cemaati ya da kapitalizmin muhteşem golü!

“Futbol ateisti olmayan tek dindir!”

***

*ÜSKÜDAR SEMİNERLERİ;   146. SEMİNER

Her Hafta ÇARŞAMBA akşamı; Adres: EMİNEVİMKısıklı Cad. No: 36  Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL  Tel: (0216) 444 36 46

SOHBET…    SEMİNER…    SORULAR-CEVAPLAR…

***

Dil, Anayasa, borç, Osmanlı ve Türkiye

TCMB(1): İşsizlik ve cari açık büyük tehlike!

TCMB(2): Karşılıksız para üretimi!

TCMB(3): Karşılığı olan para üretimi!

TCMB(4): Başbakan, işsizlik ve çözüm

TCMB(5): Merkez Bankası’nın diğer çözümleri

TCMB(6): Merkez Bankası’nın görevleri

Reşat Nuri EROL

***

MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 4

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَوْفُوا بِالْعُقُودِ أُحِلَّتْ لَكُمْ بَهِيمَةُ الْأَنْعَامِ إِلَّا مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَأَنْتُمْ حُرُمٌ إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ مَا يُرِيدُ (1) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَائِرَ اللَّهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَائِدَ وَلَا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَانًا وَإِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُوا وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَنْ صَدُّوكُمْ عَنْ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَنْ تَعْتَدُوا وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ(2)

 

حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللَّهِ بِهِ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّطِيحَةُ وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ إِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَأَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْأَزْلَامِ ذَلِكُمْ فِسْقٌ الْيَوْمَ يَئِسَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ دِينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِي الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمْ الْإِسْلَامَ دِينًا فَمَنْ اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِإِثْمٍ فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (3)

 

الْيَوْمَ

(EaLYaVMa)

“Bugün”

Bundan önce, “Bugün kâfirler dininizde ümitlerini kesmişlerdir” dedi.

Burada da “ve” harfi getirilmeden “el-yevme/bugün” tekrar edilmiştir.

Buradaki “bugün” bedel olabilir. Konu değiştiği için arada “el-yevm” getirerek bize iki ayrı durumu anlatmaktadır. Küfretmiş olanların meyus olduklarını ifade etmektedir. Kâfirler mağlup oldular, yok oldular demiyor, küfretmiş olan kimseler dininizden ümitlerini kesmişlerdir diyor. Yani savaş sona ermiştir ama bu kanlı savaş değildir, bu siyasi savaştır.

Âyetteki “el-yevm”i bugün olarak ele alabiliriz. Türk milleti dinsizliğe karşı mücadeleye İstiklâl Savaşı ile başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu teslim olmuştur. Meşrutiyetçiler on sene içinde koskoca 600 senelik imparatorluğu bitirmişlerdir. Sevr dayatılmıştır. O tarihten itibaren Kuvva-yı Milliye oluşmuş ve direnmeye başlamışızdır.

Kuvva-yı Milliye nedir? Meseleyi anlamaya ve anlatmaya oradan başlamalıyız.

a) İmparatorluk yıkılmış, bütün direnme ümidi kesilmiş. Sivil asker herkes ümitsiz, teslim şartlarını aramakta, kolay ölüm yollarını bulma çareleri düşünmekte. Ama Müslüman din adamları, köy mollaları dünyanın ahvaline bakmadan İslâmî direnişe geçmişlerdi; bu durumu ve teslimiyeti hazmedemiyor ve direnmek gerektiğini ileri sürüyorlardı.

b) Anadolu esnafı din adamlarının bu çağrılarına kulak vermiş ve onları desteklemişlerdi. Bir köy hocası olan adam halktan aldığı yardımlarla çete teşkilatı kurmuş ve Ruslara karşı savaştırmıştır. Bütün Türkiye böyle halk hocalarının davetiyle mâlen organize olmaya başlamıştır.

c) Savaş zamanları açlık ortaya çıkar, yağmacılık başlar, çapulculuk başlar, işsiz güçsüz insanlar ortaya çıkar. İşte, din adamları halktan aldıkları yardımlarla bu insanları düşmana karşı yöneltmişlerdir. Böylece çete ayaklanmaları başlamıştır. Tüm Anadolu kıyam hâlindedir. Halk açlıktan kıyam hâlindedir. Din adamları ise hamiyet-i diniye olarak kıyam hâlindedir. Esnaf  yağmalanmaktan kurtulmak için din adamlarını desteklemektedir.

d) Kazım Karabekir Erzurum’da halkın direnişini destekledi, Mustafa Kemal Erzurum’a geldiğinde onu korudu. İsmet Paşa ve Rauf Orbay Mustafa Kemal’in yanına geldiler. Mareşal Fevzi Çakmak da önce İstanbul’dan destekledi, sonra o da Ankara’ya geldi ve İstiklâl Savaşı kazanıldı.

Dini savaşla yok edeceklerini sandılar ama yok edemediler. Ümitlerini kesmediler. Batılılar inkılapları dayatarak dinden devletçe vazgeçirtmek istediler. O günkü yöneticileri oyaladılar. İnkılaplar yaptılar/yaptırdılar.

Mustafa Kemal bir taraftan inkılap yaparken, diğer taraftan Kur’an’ı ve İslâmî eserleri en samimi ve bilgin âlimler vasıtasıyla Türkçeye tercüme ettiriyor, Kur’an tefsiri yazdırıyor, böylece Anadolu’yu İslâmlaştırıyordu. Mübadeleyle Türkiye’deki Müslüman nüfusunu artırıyor, Hıristiyan azınlıkları tehcir ediyordu. Sonunda muasır medeniyetin fevkine çıkma startını vermiş ve müsbet ilmi de meşale yaparak ölmüştür.

Onun en yakın silah arkadaşları İsmet İnönü, Mareşal Fevzi Çakmak ve Kazım Karabekir iktidarda iken demokrasiye geçerek yeniden dine dönüş imkanını sağladılar.

Demokrat Parti ikili oynamış ve gitmiştir.

Demirel, Özal, Erbakan, Erdoğan Türkiye’de İslâmiyet’i yerleştirmeğe çalıştılar, halkın isteklerini gerçekleştirdiler.

Kâfirler bugün artık ümitlerini kesmiş durumdadırlar. Türkiye’yi dinsizleştirmeye muktedir olamayacaklarını bilmektedirler.

İşte birinci “el-yevm” o el-yevmdir.

Bundan sonra ne olacaktır?

Evet, Türkiye dinsizleşmeyi terk etmiştir. Ancak henüz din/düzen tamamlanmamıştır, “Adil Düzen” gelmemiştir. Bundan sonra olacak olan “Adil Düzen”in gelmesidir.

“Adil Düzen”  iktidara nasıl gelecektir?

Kesin kanaatimle ifade etmek istiyorum ki:

1-      Yenibosna’daki askı dolabı yani mobilya imalatı ve satışı “Adil Düzen”e göre sağlanacaktır. Bakkal işletmesi “Adil Düzen”e göre sağlanacaktır. Bir semt bakkalı ve mobilya imalatı örnek olarak gösterilecektir.

2-      Burada elde edilen başarı İstanbulluları uyandıracak ve İstanbul’da bir “bakkallar kooperatifi” kurulacak, artık İstanbul’da halk süper marketlerden değil bakkallardan alışveriş yapacaktır. Süper marketler bakkallara mallarını satacaklardır. Halk sadece teşhir yeri olarak oraları ziyaret edecektir.

3-      Bu arada din adamları ve siyasiler de “Adil Düzen”i öğrenme ve öğretme çabasına gireceklerdir. Bakkal işletmelerinin organize edilmesi ile kurulan televizyon ve çıkarılan dergi halkı yeter derecede aydınlatacaktır. Tarikatlar ve siyasiler ister istemez “Adil Düzen Çalışmaları” ile ilgileneceklerdir.

4-      İşte, ondan sonra siyasi partileri “Adil Düzen Anayasası”nda anlaştıran bir faaliyet olacak ve partiler anlaşarak “Adil Düzen Anayasası”nı Meclis’ten geçireceklerdir. İşte bu âyet bize o zaman hitap edecektir.

Yani birinci “el-yevme”yi geçmiş, ikinci “el-yevme”nin eşiğine gelmiş bulunuyoruz.

Şimdi de “el-yevme”nin tarihî mânâsını ele alalım.

Hazreti Muhammed Mekke’de doğdu, doğmadan babasından yetim kaldı. Sonra küçük yaşta annesini kaybetti. Önce dedesinin yanında, sonra amcasının yanında büyüdü. 25 yaşında iken kendisinden yaşlı zengin bir Mekke dulu olan kadın (Hazreti Hatice) ile evlendi. Bundan sonra maddi sıkıntısı kalmadı. Kendisi kırk yaşına geldiği zaman Mekke’nin sakinlerinden biri idi. Hiçbir fevkaladelik belirtisi yoktu.

Kendisi Allah’tan vahiyle aldığı Kur’an’ı okumaya başladı. Kur’an’ın tesiriyle Ebubekir gibi ileri gelenler onun dinini kabul etti. Çile bundan sonra başladı. On üç sene son derece sıkıntılı günler yaşadılar. Habeşistan’a göç edenler oldu. Sonunda Medinelilerden davet aldılar ve oraya göç ederek inançlarını kurtardılar.

Mekkeliler Medine’de de onları rahat bırakmadılar. Peş peşe yaptıkları saldırılarda çok tehlikeli günler yaşattılar. Hele Hendek Harbi’nde Yahudilerin cephe değiştirmesi ve ihanetleri sonucunda artık Mekkeliler son zaferi elde ettiklerini sandılar ama sonunda mağlup oldular. Bundan sonra Mekke fethedildi ve Mekkeliler ümitlerini kestiler.

İşte bundan önce de bu anlatılmıştır.

Medine’ye gidildiği zaman Kur’an nâzil olmaya devam etmiş, Medine’de tamamlanmış ve bir kent devletinin tüm kuruluşu sağlanmıştır. Ayrıca tüm Arabistan fethedilerek bir ulusal devlet kurulmuştur. Medine Devleti o günkü devlet anlayışının üstünde bir devlettir. Bugün dahi ancak o modeli örnek alarak “Adil Düzen”i kurmaya çalışıyoruz.

Bu Medine Devleti’nin özellikleri nelerdir?

a)      Demokratik bir devlettir. Halkın inançlarına, dinlerine, düşüncelerine karışmamaktadır. İslâm devlet anlayışında devlet halkın kendiliğinden benimsediği düzeni korumaktadır. Onlara dayatmak değildir. Bundan dolayı halk siyasi gruplara ayrılmış, her grup kendi yaşayışını kendisi düzenlemiştir. Devletin görevi sadece savunma yapma ve adaleti dağıtmadır. İşte bu devlet anlayışı geleceğin devlet anlayışıdır.

b)      İslâm devletinde yerinden yönetim vardır. Bin haneden oluşacak kent devletleri kurulur. Kendi hayatlarını kendileri düzenlerler. Her kent bağımsızdır. Sadece savunma ve güvenlik noktasında birleşmiştirler. Böylece bir taraftan güvenlik sağlanmış, diğer taraftan halkın özgürlüğü korunmuştur.

c)      Hukuk dayatmacı değildir, içtihatla ve serbest sözleşmelerle oluşur. Serbest sözleşme ilkesini ilk defa yeryüzüne İslâmiyet getirmiştir. Devlet hukuk yapmaz, halkın oluşturduğu hukuku korur.

d)     Merkezin tahakkümü yok. Ekseriyet sistemi yok. Hicret demokrasisi var. Hicret en büyük ibadet kabul edilmiş. Yönetime ve bucağın şeriatına karşı çıkma yok.

Bugün insanlığa sunduğumuz o demokrasiden başkası değildir. İşte Veda Haccı’nda nâzil olan bu âyet insanlığa “bugün düzeninizi tamamladım” diyor. Biz de meclisten “Adil Düzen Anayasası”nı geçirdiğimiz zaman bu âyeti o gün mecliste yüksek sesle okuyacağız.

Bu “el-yevme” işte o günü belirliyor. Bizim için de o gün bugündür.

Şimdi sizlere başka bir gelişmeden bahsedeceğim.

a)      İnsan 60 bin yıl önce Nil’in yukarılarında yaz kış meyvelik olan yerde yaratıldı. O zaman kıllı idi. Adem ve Havva yasak ağaçtan yediler ve tüyleri döküldü. Aşağılara indiler. Toplayıcılıkla geçinirken ağaç liflerinden elbiseler yapmaya başladılar. Aşiretler hâlinde yaşıyorlardı.

b)      İnsanlar çoğaldı, soğuklar geldi. Meyve yetmedi. Et yemeye başladılar. Avcılık dönemine geçtiler. Avcılık zor olduğu için on kadar aşiret bir araya geldi ve birlikte yaşamaya başladılar. Mağaralarda derslerle avcılığı öğrendiler. İdris Peygamber bu devrin peygamberidir. Bütün dünyaya yayıldılar.

c)      Avlanacak hayvanlar azaldı. Otlar yeşerdi. Bu sefer et yerine süt içmeyi tercih ettiler. Çobanlık dönemi başladı. Her dönemde peygamberler gelip insanlığı yeni uygarlığa götürüyordu.

d)     Kuraklık başladı. Otlar bitti. Yine peygamberler sayesinde yeni uygarlığa gidildi. Çiftçilik dönemi geldi. Halk çobanlıktan yerleşik duruma geçti.

Bu zamana kadar insanlar ancak bucaklar seviyesine yükselmişti. Herkes kendi bucağında yaşıyor, birbirini tanıyordu. Şifahi hukuk kuralları onlara yetiyordu.

Mezopotamya’ya gelen Sümerler Fırat ve Dicle vadisinde baraj yapımını uyguladılar. Geniş sulama tarımı doğdu. İnsanlar buralara göç etmeye başladılar. Kentler oluştu. Artık birbirini tanımayan insanlar bir arada yaşar oldular. Şifahi hukuk yetmedi, yazılı hukuk doğdu. Hazreti Nuh peygamber yeryüzüne ilk şeriatı getirdi. Artık insanlar yöneticilerin talimatı ile değil de şeriat kuralları ile hareket etmeye başladılar.

Bin sene sonra Mısır da uygarlaşmış ve dünya yeni yeni düzeni öğrenmişti. Allah Hazreti İbrahim’i gönderdi ve ona insanlığı tek uygarlıkta birleştirme görevini verdi; İshak’ı Filistin’e, İsmail’i Mekke’ye ve dört oğlunu da Hindistan’a gönderdi. Dağınık halde bulunan insanlık İbrahimî dini öğrendi.

Sonra Hazreti Musa geldi, Tevrat’ı getirdi. Tevrat Allah’tan gelen şeriat kitabı idi. Daha öncekiler peygambere bildirilen şeriattır. Böylece üçüncü uygarlık doğmuş oldu.

Sonra Hazreti İsa peygamber geldi, Hazreti Musa’nın İbranilere ait olan Tevrat’ını yani şeriatı beşerileştirdi.

Sonra Hazreti Muhammed geldi, Kur’an’ı getirdi ve yeryüzüne şeriatı yaydı. İnsanlık artık İslâmiyet’i öğrenmişti.

Böylece MÖ yani 3300 yıl önce başlayan uygarlaşma MS 700’lerde yani 4000 yıl sonra tamamlandı.

Evrimleşe evrimleşe geçen dönemlerden sonra Kur’an bugünkü ileri uygarlığı getirmiştir. Kur’an’dan önce insanlık henüz baliğ olmamıştı. Dolayısıyla her dönemde her kavme onları yetiştirecek mürebbiler gönderilmiştir. Kur’an sayesinde insanlık artık baliğ olmuş ve kendi kendisini yönetecek hâle gelmiştir.

İşte, Veda Haccı’nda inen bu âyet aynı zamanda tüm insanlıkta vahyin tamamlandığını ifade etmektedir. Bundan sonra ne olacaktır? Artık peygamberler gelmeyecek, artık kitaplar inmeyecektir. Yeni uygarlıklar yeni kitapla değil Kur’an’la kurulacaktır, çünkü Kur’an’ın mânâları her bin yılda bir yenilenecektir.

Şimdi tekrar günümüze dönelim. Şimdiye kadar yapılan yenilikler hep vahye dayanmıştır. Cebrail geliyor, insanlara şöyle yapın böyle yapın diye gösteriyordu. Oysa bugün yeni medeniyeti biz ilmimizle kuracağız. İlk defa ayakta yürüyen bebek gibiyiz. Geçmişte büyük bir örnek vardır. Ne var ki onlar uygarlıklarını içtihat ve icmaya dayanarak kurmadılar. Bu bakımdan biz ilkiz. Âyet “el-yevme” demekle Asrı Saadet’i kastettiği kadar, bugün de bize “el-yevm” demektedir. Bunun başka bir sebebi de vardır.

Kur’an ancak bugün uygulanabilir hükümleri içermektedir.

Bundan iki yüz yıl öncesinde nerede olduğumuzu düşünelim. Evlerimizi ve sokaklarımızı gaz lambaları ile aydınlatıyorduk. İşyerlerimizi aydınlatıp çalışmamız mümkün değildi. Gündüz ışığına uymak zorunda kalırdık.

Bundan iki yüz sene önce Amerika’ya ancak birkaç ay içinde gidebilirdik.

Bundan iki yüz sene evvel en uzak duyduğumuz ses bir mili geçmezdi.

Hesapları saatlerce toplamak zorunda olurduk.

Bugün neredeyiz?

Aydınlatma sayesinde gecelerimiz gündüzlere dönmüştür. İş yaparken sadece gün ışığında yapalım bile dememize gerek kalmıyor. Amerika’yla ve dünyanın diğer yerleriyle evde imiş gibi rahatlıkla görüşebiliyoruz. Bir günde dünyanın her tarafına gidebiliyoruz. Aya bile yolculuk yaptık. Bilgisayarlar nerede ise bizimle yarışacak.

Kur’an’ın içerdiği hükümler ancak bugün uygulanabilir; “az olsun çok olsun üşenmeden yazın” âyetinin emrini ancak bilgisayarlarla tatbik edebiliriz. O halde bilkuvve Allah’ın düzeni Asrı Saadette tamam oldu. Ama bilfiil ancak üçüncü bin yıl içinde tamamlanacaktır. O halde “el-yevm” kelimesi o gün kadar bugünü de işaret etmektedir.

أَكْمَلْتُ

(EKMaLTu)

“İkmal ettim”

İkmal etmek” en yüksek yere çıkarmaktır. Bir şey değişmeye başlar, gelişir, gelişir ve en yüksek noktaya ulaşır, sonra gerilemeye başlar. Matematikte değişimin sıfır olduğu yer kamil demektir. İtmam eksiği doldurmaktır. Çuvalı doldurdum derken “etmemtü” dersin. Oysa “kemale erdim” demek kırk yaşına geldim demek olur.

“Havl” periyot demektir. “Havleyni kamileyni” iki dolu havle demektir. “Tamameyni” denmez.

Canlılar tohumken gelişmeye başlar. Önce hiç meyve vermez. Belli yaşa geldiği zaman bir iki meyve verir. Birkaç sene sonra en çok meyve vermeye başlar. Duraklama dönemine vardığında kemale ermiş olur.

Burada “ikmal ettim” diyor; “ben ettim” diyor, “biz ettik” demiyor. Düzen kemale ermiştir. Bilkuvve emirdir. Henüz oluş kemale ermemiştir. Düzenin kuralları kemale ermiştir. Şeriatı Allah koyduğu ve düzen kendisine ait olduğu için “ekmeltü” deniyor. “Ekmelnâ” derse fiilen kemale ermiş olurdu. Bugün o günden daha çok kemale ermiş bulunuyoruz. O günkü itmamın bilfiil olarak ikmal olmadığını gösteren birçok âyet vardır. Bazısını sana göstermeyeceğiz diyor. O halde Veda Haccı’ndan sonra ilerleme olacaktır. İşte buna işaret ederek “ekmeltü” diyor; “sümme aleynâ beyanehu” diyor, çünkü oradaki beyan fiilen olacak ve rasihlerin yani ilimde yükselenlerin katkısıyla olacaktır.

Burası başka bir bakımdan önemlidir. Biz içtihat ve icmalarda Kur’an’ı değiştirmiyoruz, İslâmiyet’i değiştirmiyoruz. Allah’ın ikmal ettiği şeyler üzerine dokunmuyoruz. Ekmeli ortaya koyuyoruz ve uyguluyoruz.

Bir hayvan buzağı olarak doğar, dana olup gelişir ve bir gün gelir kendisi de yavru yapar. İşte bu onun kemal zamanıdır. Canlılar, insan yaratıldığında kemale ermişlerdir. Ahseni takvimde var edilen insanın yaratılması ile kemale ermişlerdir. İnsanlık da uygarlaşa uygarlaşa kemale ermiştir. Artık rüştüne erişmiş, kendi kendini yönetir hâle gelmiştir. Ne var ki uygarlaşma durmamıştır. Asıl uygarlık ondan sonra gelişecektir. Kur’an geliştirecektir.

Şimdi tarihe bakalım.

Kur’an gelmiş, Arabistan’da İslâmiyet yayılmıştır.

O zamanki dünyada İslâmiyet yani içtihat sistemi yoktur, serbest sözleşme yoktur, yerinden yönetim yoktur. Dünyada en ileri iki uygarlık vardır; Sasaniler (İran) ve Bizanslılar.

İslâmiyet gelmeseydi dünya bugünkü uygarlığa ulaşabilir miydi?

Buna cevap verebilmemiz için İslâmiyet’in dünyaya neler getirdiğini bilmemiz gerekir. İslâmiyet mü’minlere, nerede olursanız olun Mescidi Haram’a dönün demiştir.

Müslümanlar bu sorunu çözmek için ne yapmışlardır?

Önce onlu sistemi, logaritma yoluyla hesap sistemini geliştirdiler. Sonra trigonometriyi buldular. Bu sayede uzak yerlerdeki kıbleyi tayin ettiler. Yoksa Orta Asya’daki Buhara’da namazı ne tarafta kılacaklarını nasıl bileceklerdi. Yine kıbleyi bulmak için pusulayı geliştirdiler. Pusulasız geceleri ve sisli havalarda kıble yönünü nasıl tayin edeceklerdi. Gerçi onluk sayı sistemi Hindistan’da vardı ama bir şeye kullanmıyorlardı. Pusula Çin’de vardı ama bir şey için kullanmıyorlardı.

Bunlar sadece kıble emri ile gelişmedi. Kur’an insanlara kıyas-ı şer’iyi öğretti, tümevarımı öğretti, onlar onun sayesinde keşfedildi.

Şimdi münkirleri sual edebiliriz. Batı’dan onluk sistemi çıkarın, Batı’dan tümevarım sistemini çıkarın, Batı’dan serbest sözleşmeyi çıkarın, Batı’dan trigonometriyi çıkarın; bunlar sadece bizim olsun, kalan ne varsa hepsi sizin olsun! İşte o zaman Kur’an’ın neler getirdiğini gerçek anlamda öğrenmiş oluruz.

Kur’an’da “ekmeltü” deniyor, bi’l-kuvve ikmal ettim diyor. Tohumdaki ağaç gibi ikmaldir. Onun sayesinde önce İslâm uygarlığı doğdu. İslâm uygarlığı sayesinde Batı uygarlığı doğdu. Şimdi de III. Bin Yıl Uygarlığı Kur’an’ın öğretileri ve müsbet ilimde alınan uzun yol sayesinde doğacaktır.

لَكُمْ دِينَكُمْ

(LaKuM DIyNaKuM)

“Sizin için dininizi.”

Buradaki “siz” ey iman edenlerdir. Mü’minlere anlatmaktadır.

Tekrar olarak insanları sınıflara ayıralım.

a) Mü’minler. İlâhi ahkâmı kabul eden, hakem kararlarına uyan, bedenen cihat eden yani İlâhi düzeni koruyan kimselerdir. Kur’an özel olarak bunlara hitap etmektedir. “Ey mü’minler” demektedir.

b) Müslimler. Bunlar da mü’minler gibi İlâhi hükümleri rızaları ile kabul eden kimselerdir. İlâhi nizamın korunması için mâlen cihat etmekte, cizyelerini vermektedirler. Kur’an bunlara da hitap eder ve “Ey nâs” der.

c) Kâfirler. Kur’an’ın İlâhi nizamını kerhen kabul eden, başka çareleri kalmadığı için kabul eden, cizye vermeyen ama hakemlerin kararlarına rıza gösteren kimselerdir. Bunların bizimle olan hukuklarını koruruz, çünkü onlar hakemlerimizin kararlarını kabul ediyorlar. Ama onların başkaları ile olan, birbirleri ile olan haklarının bekçiliğini yapmayız.

d) Müşrikler. Bir de hakem kararlarını da tanımayanlar vardır. Bunlar müşriktir. Bunlara mü’minler dokunmazlar, suç işlemedikçe ceza vermezler. Ama bunların borç-alacak davalarına bakmazlar. Müslimler dahil kiminle ne yaparlarsa yapsınlar onları korumayız. Müslim veya mü’minlere saldırırlarsa tenkil ederiz.

Buradaki muhatap tüm insanlar olur. Yani tüm insanlığın Adil Düzenini ikmal etmiştir. Tüm insanlar kişilik sahibidir, davalı ve davacı olmaktadır. Bucaklarımızda dolaştıkça güvenleri vardır, hakları vardır. Cizyeyi de vermek zorundadırlar. Bucak dışına çıktıklarında kendileri kendilerini savunurlar.

Leküm” burada takdim edilmiştir. Düzeni sizin için ikmal ettim demektir. Mü’minlere hitap ise mü’minler için ikmal etmiştir. Çünkü  bu düzen son düzendir, en mükemmel düzendir.

Kur’an nâzil olduktan sonra bugüne kadar birçok yenilik olmuştur. Önce hukuk düzeni doğmuştur. Padişahlar bile muhakeme ediliyor ve mahkum oluyordu. Şeyhülislâm yüksek yargı makamı idi, fetva makamı idi. Batı bunu ekseriyet demokrasisi ve laiklik ilkesiyle, yargı üstünlüğü ilkesiyle kabul etmiştir. Ne var ki “Adil Düzen” bin yıl uygulanamamıştır.

İşte şimdi tüm insanlığa yeni düzen gelmektedir, “Adil Düzen” gelmektedir.  Bu ilkeler gelişecek, daha uygulanır hal alacaktır ama artık sistemde değişiklik olmayacaktır.

a)Düzen şeriat düzeni, kurallar düzeni olacaktır; yani demokrasi olacaktır. Halk kendi kendini yönetecektir. Topluluklar içtihat ve icmalarla yönetilecektir. Artık merkezi yönetim ve dayatmalı yönetim olmayacaktır.

b)      Düzen İslâm düzeni, barış düzeni olacaktır; yani laik düzen olacaktır. İnsanlar hakem kararlarına uyacaklar, kendi rızaları ile uyacaklar. Uymayanların o bucakta yeri olmayacaktır. Kısas varsa tenkil edileceklerdir. Düzende zorlama olmayacaktır. Tutuklamalar, yakalamalar, hapishaneler, göz altına almalar olmayacaktır. Kaçanlar orada imha edileceklerdir.

c)Düzen hak düzeni olacaktır; yani sosyal güvenlik olacaktır. Herkesin yaşama  hakkı korunacaktır. Yeryüzünün kirasından çalışmayanlar da yararlanacaktır.

d)     Düzen Adil Düzen olacaktır, denge düzeni olacaktır; yani liberal düzen olacaktır. Herkesin faizsiz çalışma kredisi alma hakkı vardır. Herkes kendi istediği işi yapacaktır. Herkes istediği karla alıp satacaktır. Düzen tam liberal olacaktır.

Yerinden yönetimli hakemler sistemi olacaktır. Merkez hakim değil hadim olacaktır.

İşte bunlar ideal hükümlerdir. Artık bu esaslar ekmel esaslardır. Bunlarda yapılacak değişiklikler terakki değil tedenni olacaktır.

İşte bizim düzenimiz budur, “Adil Düzen” budur.

Getirin bunlardan daha ehdasını ertesi gün size uyalım.

Buyurun, sitemiz ve sahifelerimiz görüş ve tartışmalarınıza açıktır.

وَأَتْمَمْتُ  

(Va EaTMaMTu)

“Ve itmam ettim.”

“İkmal” var “itmam” var; dinde ikmal, nimette itmam. Düzende, hukukta ve yönetimde ikmaldir. Nimet ise ekonomide ve teknolojidedir. Bunu da tamamladım diyor.

İkmalde eksilme olursa tamamlanmaz. Kemale eren çökmeye başladığında eksilir, eksilir, sonra yenisi getirilir. Oysa itmamda eksilen sonradan tamamlanır, eksilen doldurulur. Bir havuz düşünün, baştan büyük yaparsınız. Oranın halkına yeter. Yetmezse onu genişletemezsiniz. Havuzu yıkıp yenisini yapmanız gerekir. Sosyal müesseseler, yönetim ve hukuk budur. Baştan nasıl kurmuşsanız o öyle devam eder. Yıkmadan genişletemezsiniz, büyütemezsiniz. Oysa içindeki suları eksildikçe doldurursunuz. Bu itmamdır.

İnsanlarda ihtiyaçlar vardır. İhtiyaçları gidermek için yeni keşifler yaparsınız. Mesela insanın elbiseye ihtiyacı vardır, çünkü çıplak yaratılmıştır. Elbise dikilen kumaşla yapılır. Kumaş için iplik gerek. İplik için ören gerek, dokuma gerek. Dikiş makinesi gerek. Pamuk gerek. Tohum gerek. İhtiyaçlar yeni icatlarla giderilir ama yeni icatlar yeni ihtiyaçlar üretiyor.

Uygarlık dibi delik bir kap gibidir. İçine su akar ama dibi delik olduğu için bir türlü dolmaz, taşmaz. Delik o kadar açılmıştır ki doldukça seviye yükseleceği için daha çok dışarıya akacaktır. Gelen su giden suya eşit olacaktır. Seviye ise gelen suya uygun delik büyüklüğü ile orantılıdır.

İşte teknoloji böyledir. Devamlı ihtiyaçlar ortaya çıkar ama o ihtiyaçları gideren yeni teknoloji bulunur. Kap dolu kalır.

Ben nimetimi tamamladım”dan murat işte budur.

İslâm öyle ekonomi sistemi getirmiştir ki devamlı olarak herkes çalışmaktadır, herkes yaşamaktadır, gelen gidene eşit olmaktadır. Ne fazla ne eksik üretim vardır. Bütçe ne açıktır ne de artırılmaktadır.

عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي

(GaLayKuM NıGMaTIy)

“Üzerinize nimetimi tamamladım.”

Yukarıda “din”den yani “düzen”den bahsederken “leküm” demiş, burada “nimet”ten bahsederken “aleyküm” diye bahsetmiştir. Halbuki “din/düzen” aleyhimizedir, orada “aleyküm” denmesi gerekirdi; “nimet” ise lehimizedir, burada “leküm” denmesi gerekir. Oysa tersi yapılmıştır. Neden böyle yapılmıştır?

Çünkü bizim lehimizde zannettiğimiz aleyhimizdedir, aleyhimizde dediğimiz ise lehimizdedir. Düzen bizi kurallar içinde hapsetmektedir, zahiren aleyhimizdedir. Oysa düzen içinde hareket ettiğimiz için birlik meydana gelmiştir. Kurallara uyduğumuz için bugünkü uygarlığa ulaşmış bulunuyoruz. Bu sayede ben cep telefonumla Amerika’daki yakınımla görüşebiliyorum. Ben o sayede hürriyetime kavuşuyorum. Kurallara uyduğum için bu hürriyetimi kullanabiliyorum. Kuralara uyma 1 (bir) ise, onun bana getirdiği hürriyet ise 10’(on)dur. Yani din/düzen nimetleri doğurmuştur.

Nimetlere” gelinirse, ilk bakışta nimetler bizim yararımızadır. Ama nimetleri paylaşmadaki zorluk ve kazançtaki yarışma bizim aleyhimizedir. Nimetleri düzenimiz ve güvenimiz için harcama durumunda oluruz. Çünkü varlık düşmanları çoğaltır, böcekleri ve fareleri harekete geçirir. Ne kadar çok varlığa sahipsek o kadar zorluğumuz artar.

Demek ki nimet külfetle, külfet nimetle doğmaktadır. Bunlar birbirinin ardından gelmekte ve birbirlerini tamamlamaktadır. Bu sebeple dinde “Li” nimette “Alâ” kullanılmıştır.

Kur’an gelinceye kadar uygarlıklar düzgün olarak gelişmemekte idi. Oysa Kur’an öyle düzen getirmiştir ki, bundan sonra doğunun Hak medeniyetleri ile batının kuvvet medeniyetleri peş peşe geleceklerdir. Doğunun Hak medeniyeti lehimizde olmakla beraber içinde genetik olarak aleyhte virüsleri de taşımaktadır, batının kuvvet medeniyeti aleyhimizde ise de içinde lehimize olan virüsleri de taşımaktadır.

Kur’an öyle bir düzen getirmiştir ki, ondan yararlanacak kuvvet medeniyetleri de insanlığın lehine olacaklardır. Nitekim Avrupa Medeniyeti insanlığın sosyal olarak evrimleştirilmesinde çok büyük adımlar atmıştır. Bugünkü uygarlığın nimetlerini Allah onlar sayesinde bize ikram etmiştir.

وَرَضِيتُ لَكُمْ

(VA RaDIyTu LaKuM)

“Ve size razı oldum.”

İkmal etmeyi, itmam etmeyi ve razı olmayı hep kendisine izafe etmiştir. Eğer biz İslâm’a girersek o zaman Allah razı olacaktır. Onun için “ben razı oldum” demektedir. Bilfiil razı olmamıştır, bilkuvve razı olmuştur. Biz İslâm dinine/düzenine girersek O razı olacaktır.

“İrade” vardır. “Rıza” vardır.

“İrade” mutlak olarak bir şeyi yapmak istemektir. Allah bir şeyi murad ederse onu geri çevirecek bir şey yoktur.

Rıza” ise irade gibi değildir. Allah diyor ki; böyle yaparsanız ben razı olurum. Sizi sever, nimetimi ikram ederim ama istediğim gibi olmazsanız ben sizi zorlamıyorum. Bu da bizim lehimize olan bir şeydir. Cezasını çekmek şartı ile adam öldürmede bizi serbest bırakmıştır. Bizim lehimize olan bir şeydir. Öldürmemekle sevap alma imkanını almış oluyoruz. O halde yasaklar ve günahlar da bizim lehimizedir. Onları yapma gücünü verdi. Nehy etti, biz de yapmadık. Demek ki Allah durup dururken de sevap kazanma imkanını bize sağlamıştır. Sigara içmiyoruz sevap alıyoruz.

Burada önemli bir husus bize öğretilmiş oluyor. İslâm düzenini yani “Adil Düzen”i isteyenler benimser. Zorlama yoktur. Herkes ocağını, bucağını kuracak; kendi ocağında, kendi bucağında ister zulüm düzenini, isterse İslâm düzenini uygulayacaktır.

Bizim iktidarlardan istediğimiz şey bizim düzenimize karışmasınlar, biz kendi bucağımızda istediğimiz gibi yaşayalım. Bizim adaletimize ve yaşayışımıza karışmasınlar, başka bir şey istemiyoruz.

Cumhuriyet uygulaması açık bir şekilde göstermiştir ki bugünkü iktidarlar yerinden yönetime saygılı olmamışlardır. Bucakları kapattılar, valiler hâlâ merkezden atanıyor. Hâlâ Ankara’da oluşturulan dayatma kanunlarla yönetiliyoruz.

İşte görülüyor ki Kur’an düzenini kabul etmeyenler bu yerinden yönetimi sindiremiyorlar. AK Parti gömleğini ister çıkarsın ister çıkarmasın, “Adil Düzen”e ister karşı olsun veya olmasın; ama bizim hakkımızı gölgelemesin. Yerinden yönetim sistemini getirsin. Bucakları yeniden canlandırsın, valiler seçimle gelsin.

Evet, biz bu düzeni Allah’ın emri olarak kuracağız. Hakemler sistemini getireceğiz, yerinden yönetim sistemini getireceğiz. Ordumuzu çok çok güçlendirip bağımsız hâle getireceğiz. İç güvenliği illere bırakacağız. Güçlü ve hür Türkiye’miz olacaktır.

“Radıytu”nun mânâsı budur. Allah’ı razı edeceğiz.

الْإِسْلَامَ

(eLEiSLAMa)

“İslâm’ı”

Bin yıl Kur’an kelimelerine mânâlarından çok faklı mânâlar yüklenmiştir. En çok tahrif edilen iki kelime vardır, bunlardan biri “İslâm” biri de “din”dir. “İslâm”ı Kur’an’ın müntesipleri olarak anlamışızdır, oysa Kur’an bu kavramı önce inanç ve ibadet olarak kabul etmez ama düzen olarak kabul eder. Bunlar müslimdir. Nitekim tüm tarih boyunca Kur’an düzenini kabul eden insanlar olmuştur ama kendi inanç ve ibadetlerini korumuşlardır. İslâm düzeni yalnız Kur’an’a inanan ve amel olarak Kur’an kurallarını kabul edenlerin düzeni değildir, İslâm düzeni Kur’an’ın yönetimini kabul edenlerin düzenidir. Burada büyük hata yapılmaktadır. İslâm düzeninde her türlü ırk ve mezhep mensupları yaşarlar. Özgür yaşarlar. Mü’minler İslâm düzenini yönetmekle yükümlüdür. İslâmiyet’i tebliğ etme ve davet ise düzen değil iman ehline aittir. Hazreti Musa’nın görevi ile biz görevliyiz, Hazreti İsa’nın göreviyle tarikat ehli görevlidir. Bu sebepledir ki Kur’an bize; size firavuna gönderilen resul benzeri resul gönderilmiştir demektedir.

İslâm barış düzenidir. İslâm sadece tarikat değildir. Kur’an’da tarikat da vardır ama İslâm’ın esası şir’adır.

Bu yanlış anlayışın başka bir tarafı da İslâmiyet’i Kur’an’la başlatıp Muhammedilik şeklinde göstermektir. İslâm Hazreti Adem’le başlar, bütün hak dinleri ve peygamberleri içine alır. “Müslim” ise Hazreti İbrahim aleyhisselâmın bize verdiği isimdir. Uygarlaşmadan önce her topluluğun ayrı ayrı peygamberleri vardı, onları o yönetiyordu. Hazreti Nuh peygamber geldi ve Mezopotamya’da ortak yönetimi, şeriat yönetimini getirdi. Hazreti İbrahim aleyhisselâm bu şeriat yönetimini tüm dünyaya yaymakla görevlendirildi. Kendisi ve zürriyeti bununla görevlendirildi. Tüm insanlığı ilimde ve düşüncede birleştirdi. Mucize ile değil ilimle insanlığı Hakka davet etti. Herkesin kendi inanç ve istekleri içinde yaşamasını ama birlikte barış içinde yaşamasını tedvin etti. İşte bu barış ilkesinden dolayı da “Müslim” adını verdi.

“Müslimler” barış içinde yaşayan tüm insanlardır. O halde “müslim” dendiği zaman yeryüzünde cizye veren veya askerliğe katılan herkes müslimdir. Mü’min ise askerliğe katılanlardır. Kur’an’ı yalnız ibadet ve ahlâka indirgediğimiz zaman Kur’an sadece bir ilâhiye dönüşür. Zaten bundan 50 sene evvel Kur’an mânâsını anlamadan sadece ilâhi olarak okunuyordu.

“İslâmiyet’te devlet düzeni yok” diyorlar!

Sömürü sermayesi bir söz atar, ondan sonra herkes onu sakız gibi çiğnemeye başlar.

Mekke’de İslâm devleti yoktu, Mekke’de İslâm ahlâkı vardı. Mekke döneminde Hazreti İsa’nın yaptığı yapılmıştır, Kur’an’ın yarısından fazlası orada nâzil olmuştur. Medine’ye gelince, artık orada İslâm düzeni ve devleti vardır. On sene içinde tüm Arabistan fethedilmişti. 100 sene sonra İslâm orduları batıda Fas’a doğuda Çin’e kadar gitmişlerdi.

Devlet olmadan nasıl olacaktır?

İslâmiyet’te şöyle devlet şekli vardır. Evet, İslâmiyet’te yerinden yönetim sistemi olduğu için devlet yerel yönetimleri serbest bırakır. Kur’an en ince teferruatına kadar hükümler koymuştur. Kimse bizimle çıkıp sizin “Adil Düzen”de bu Kur’an’a aykırıdır demiyor. Başbakan çıkıyor başbakan olmadan önce diyor ki; “Adil Düzen diye bir din/düzen uydurdunuz, cihat diyorsunuz; oysa biz siyaset yapacağız!”

Başbakan R. Tayyip Erdoğan’a bu aklı verenlere soruyorum:

a)      Allah şimdi sağ değil midir? 1400 yıl önce öldü mü? Onlara Kur’an’ gönderdi, her şeylerini öğretti de şimdi bizi unuttu mu?

b)      Biz “Adil Düzen”i uydurduksa; onlar da bizim gibi bir şey uydursunlar da ona göre siyaset yapsınlar.

c)      Yoksa Allah’la siyaseti bölüştünüz mü; duaları O’na bıraktınız siyaset yani insanları heva ve hevesinize göre yönetmek size mi düştü?!

d)     Bize yani “Adil Düzene” karşı akademisyenlerden oluşan heyetler oluşturdunuz, afaki raporlar hazırlattınız ama o heyetler bizimle görüşme cesaretini gösteremediler.

دِينًا

(DIyNan)

“Din olarak”

Allah din/düzen olarak barışa razı olmuştur. Savaşa izin vermiştir ama savaşa razı değildir. Yine çok yanlış olarak “din” takva olarak anlaşılmaktadır.

Din” düzendir. Kur’an’da bu çok açıktır. Mısır melikinin dininden bahsedilir. Melikin dini tarikat ehlinin dini değildir, Mısır’ın devlet düzenidir. Din düzen demektir. Aslında “din” kökü “deyn”den gelmektedir, borç ve alacak demektir. İnsanlar birbirlerine borçlanırlar, alacaklı olurlar, düzen böyle doğar, işbölümü böyle oluşur.

Dinin ne olduğunu tam anlayabilmemiz için bir temsil getirelim.

Bardağınıza sıcak su koyarsınız. Sonra üzerine çay dökersiniz. Biraz sonra bardak kırmızı olur. Ne olmuştur? Çay moleküllerinden her biri dağılmış ve tüm bardak içinde su moleküllerinin yanında eşit bir şekilde yer almıştır. Sonra şeker koyar karıştırırsınız. Bu sefer şeker molekülleri de bardağın içinde her yerde vardır. Bunu ağzınıza götürdüğünüz zaman tatlı bir yudum alırsınız. Şimdi sizin dilinize o tatlılığı neler getirmiştir? Su molekülleri, çay molekülleri ve şeker molekülleri. Bunlar işbirliği yaparak istediğinizi sağlamıştır. Bu moleküller bunları yaparken her biri kendi derdinde kendine yer bulma amacı ile hareket etmiştir ama sonunda sizin istediğiniz olmuştur.

İnsanlar da böyle değişik moleküller gibidir. Her biri kendi derdindedir ama başka insanlarla borç-alacak ilişkisini kurarlar. O kimse topluluğu düşünmez, o kendisini düşünür. Onunla iş kuran kimse de kendisini düşünür. Ama sonunda çıkar paralelliği doğar, topluluk oluşur. İşte bu “din”dir, yani “düzen”dir. Her fert hürdür, her fert kendi çıkarını düşünür ama sonunda topluluğun çıkarı da ortaya çıkar. Adam Smith (1723-1790) bunu izah etmeye çalışmıştır. Ne var ki Adam Smith’in yaptığı hata vardır.

İstediğimiz tatlılıkta bir topluluğun oluşması için herkesin kurallar içinde yani şeriat içinde davranması gerekir. O şeriatın da uygun şeriat olması gerekir. İşte Kur’an bize bu kuralları nasıl oluşturacağımızı öğretmektedir. Kuralları biz koyacağız ama nasıl koyacağız?

Kur’an işte bunu öğretmektedir. Kur’an Tevrat ve İncil gibi kuralları doğrudan getirmez, şir’aları getirmez. Şir’aları biz yaparız. Kur’an şir’aları nasıl yapacağımızı öğretir. Buradaki ilke barıştır, yani insanları kendi hayatlarında kendilerini hür bırakmadır.

فَمَنْ اضْطُرَّ

(Fa MaN ıWOurRa)

“Kim iztırar ederse.”

“Kim zaruret içinde kalırsa.”

Evet, Allah barış dinini bize tavsiye etti. Bunun için kurallar koyacağız, o kurallar iç ve dış barışı sağlayacaktır. İçeride birbirimizle kavga etmeyeceğiz, dışarıdakilerle savaşmayacağız. Ne var ki içte ve dışta barışı bozanlar olacaktır. Her zaman kurallara uyma imkanımız olmayabilir. İşte şimdi onun hükümlerini getirmektedir.

“İztırar” genel mazerettir. Bunlar usulde sayılmıştır.

a)      Doğum, küçüklük, yaşlılık ve ölüm.

b)      Delilik, baygınlık, aldanma, zorlanma.

c)      Cinsiyet, sığınma, yabancılık, başka topluluktan olma.

d)     Uyku, hata, acziyet, bilgisizlik.

e)      Unutma, hastalık,  bunama, zaruret.

f)       Sarhoşluk, hezl, sefihlik, hacr.

İnsanın tam mükellefiyeti 15 yaşında başlar ve 65 yaşında biter. Nominal ömrü 100 yıldır, yarısı erginlik hâlidir. Görevli olma bu yaşlarda olur. Diğer zamanlarda ehliyet kısıtlıdır. Ayrıca normal zamanlarda da şeriat hükümlerinden istisna edilmiştir.

Hukukta hükümler şöyle konur. Önce tüm insanlar 15 ile 65 arasındadırlar diye kabul edilir. Hükümler bütün insanlara eşit olarak konur. Sonra çocukluk, yaşlılık, hastalık, unutma gibi olaylar mazeret sayılır. Kullanma ehliyetinde kısıtlama getirilir. Çocuğun yapamadıklarını velisi yapar. Bedeni yükümlülükten de kurtulmuş olur.

İşte buradaki “Fa” harfi bu özel durumları göstermektedir. “İllâ” ile değil de “Fa” harfi ile getirmesi, özürlerin de şeriat sınırları içinde olduğunu ifade eder. Emir mazeretleri de içine almak üzere verilmiştir. Bunun için istisna edilmemiş, “Fa” harfi ile beyan edilmiştir. Yani zaruretler asıl hükümleri nesh etmiyor. Asıl hükümlerde zımnen zaruretler istisna edilmiştir.

Usulcüler arasında tahsis üzerinde tartışmalar vardır. Âmm veya hâss hükümler zaruretler dolayısıyla tahsisi Şafii kavline uygun olarak zannidir. Nesh değildir. Tearuzlar arasında tearuzu giderendir. Arazlar dışındaki tahsiste ise Hanefilerin kavlini esas almak icap eder ve âmm katıdır. Sonraki neshtir. Yine biz Kur’an’ın bize cümleten nâzil olduğunu kabul ettiğimiz için hâss ve âmmı tahsis eder. Usulcülerin tartışmalarını okuyup orada bırakmak, sonra Kur’an okuyunca o sorunları Kur’an’la çözmek gerekir.

فِي مَخْمَصَةٍ

(FIy MaOMaÖaTin)

“Mahmesa hâlinde.”

Hames” ayak tabanındaki yere değmeyen çukurdur. Girinti anlamındadır. Gıdasızlıktan karnı çöken kimseye de denir.

Mahmesa” ismi mekan, ismi zaman ve masdarı mimidir. Kıtlık zamanları demektir.

Mahmesa” ile burada zorluğun örneği yapılmıştır. Vücuda zafiyet getirecek kadar darlık içinde olunduğunda kurallardan ayrılınabilir. Ruhsat vardır.

Ruhsat nerde başlar?

Normal kilo sahibi iken ortaya çıkan herhangi bir arızadan dolayı zayıflamaya başlamışsa bu mahmesa zamanıdır. Bu takdirde av avlamak helal olmaktadır. Domuz eti helal olmaktadır. “Fa” harfi âyetin içindeki bütün anlatılanlara şamil olmaktadır.

Burada iztırar hâlinde bazı kuralların değişeceği anlatılmaktadır. Belvi umumi dediğimiz şey işte bu mahmesa hâlidir. Bugün rüşvet vermeden, vergi kaçırmadan, hile yapmadan bir iş yapmak mümkün değildir.

O halde insanlara faizsiz iş yapın, İslâmî hükümlere uyun dediğimiz zaman onlara aslında ölün demek istemiş oluruz. Allah bize zalim düzende adil yaşamamızı değil, “Adil Düzen”i kurmamızı emrediyor.

Biz inanmış kardeşlerimize diyoruz ki; siz yaşadığınız şartlara uyun, işinizi yapın, açlıktan ölmeyin. Bizim 40 senedir yapmak istediğimiz şey insanları mahmesa hâlinden kurtarmaktır. Mısır’daki kıtlık dönemini mahmesa olarak adlandırmıyor. Burada adlandırıyor. Demek ki bu başka bir darlıktır. Daha geniş mânâdadır. Bugün de olağanüstü haller ve sıkıyönetimler vardır. Hukuk o zaman askıya alınır.

Kur’an’da haramlar sayılırken kim iztırar ederse bağy ve adv etmemek üzere araz kısımlara işaret edilmektedir. Dört yerde bu ruhsat geçmektedir. Diğer üç yerde adv, bağy olmak üzere zikrettiği halde burada gayra mütecanif olarak zikretmektedir. Burada yalnız haramlarla ilgili olarak değil de diğerleri de böyledir. Diğer yerlerdeki iztırar kişisel iztırar olduğu halde buradaki iztırar farklıdır. Mahmesadaki iztırardır. Topluluğun durumudur.

Bugünkü Türkiye’de helal ve haramlar askıya alınmıştır. Bugün yapacağımız iş “Adil Düzen”i getirmektir, yoksa bu zalim düzende İslâmî hayat yaşamak değildir.

غَيْرَ مُتَجَانِفٍ

(ĞaYRa MüTeCANıFin)

“Mütecanif olmaksızın.”

Burada “gayr” ile istisna etmiştir. İstisnada istisna edilen şeyin kendisine ait hüküm getirilir. Gayr kelimesi ile zıddı söylenir. İztırar ama mütecanif olmayan ism.

“Mahmesa” kelimesi Kur’an’da iki yerde geçmektedir.

Mütecanif” ise kök olarak iki defa geçmektedir.

Kur’an’da bir kelime çok yerlerde geçtiği halde bazı kelimeler çok az geçmektedir. Bunun iki sebebi vardır. Değişik yerlerde değişik mânâlarda geçmektedir. Biz yorumlarken ona göre yorumlamamız gerekmektedir. Diğeri ise halkın kavramlarını fazlaca bilmediği kelimelerdir. Bunlar daha çok âlimlere hitap etmektedir. Onun için bir defa, iki defa zikredilmesi yeterli görülmektedir.

Mahmesa”nın önemli mânâsı vardır. “Mütecanif”in de. “Cenf” “cenb”e akraba olan kelimedir. Yan yatmak, meyletmek demektir. Taraf tutmaya yan çıkmak deriz. Yani belvi umumide ona göre hareket edeceksiniz ama onu meşru saymayacaksınız. Onun kötü olduğu ilkesinden ayrılmayacaksınız. Nasıl hasta olan insan ilaç olarak zehiri kullanır ama zehiri gıda olarak kabul etmezse, bunun gibi de belvi umumi olduğu zaman bazı haramlar zarureten helal olur ama gerçekte helal olmaz. Bir an önce ondan kurtulma yolunu aramalıyız.

لِإِثْمٍ

(LiEiÇMin)

“İsm için”

İsm”in lehine yandaş olmamak şartı ile Allah haramların zaruret halinde işlenmesine izin vermiştir. Rüşvet ismdir. Faiz ismdir. Vergi kaçırmak ismdir. Hile yapmak ismdir. Bugün yaşamak için bunlar yapılabilir, bunlara izin vardır ama bunları yapmak helal görülmeyecektir, meşru kabul edilmeyecektir.

AK Parti’nin yaptıklarını mazur görmek zorundayız. Biz de orada olsak bugün için başka bir şey yapamayız. Ancak AK Parti’nin işlediği günah şudur; bunları meşru ve olağan saymaktadır. Peki, ne yapsın diyeceksiniz.

AK Parti bir ilim heyetini kurar ve onlara görev verir. Bu heyete biz de dahil oluruz. Dışarıdan da mütehassıs getirebilir. Görev verir. Rüşvet nasıl önlenir, vergi kaçırma nasıl önlenir, faizsiz ve enflasyonsuz düzen nasıl kurulur, dış borçlar nasıl tasfiye edilir, işsizlik nasıl önlenir? Sonra da bir ucundan başlar, ilmin verileri içinde bunları kaldırır.

Bizim AK Parti’ye karşı çıktığımız işte bundandır, bunları yapmamasıdır.

فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (3)

(Fa EinNa elLAHa ĞaFURun RaXIyMun)

“Muhakkak ki Allah gafurdur, rahimdir.”

Burada haberler nekre gelmiştir. O halde burada mağfiret eden devlet, topluluktur. Hakimler bu durumlarda bu tür suçlara ceza vermeyeceklerdir. Yetmez. Bu durumdan dolayı insanlar zor durumdadırlar, açtırlar, işsizdirler. Çare bulacaklardır. Herkese iş verilecektir, herkese aş verilecektir. “Adil Düzen” bunlara bunu gösteriyor.

a)      Hakemlik sistemini getiriniz. Taraflar birer hakem seçsin. Hakemler de baş hakemi seçsin. Taraflardan biri devlet olsun. Eğer hakemler mahmesa görürlerse, fail mütecanif değilse ceza vermesinler.

b)      İşsiz olana çalışma kredisi verilsin, sigortasız da olsa çalışabilsin. İşveren borçlu hâle gelsin. İşsiz insan kalmasın, bu kötü düzende de kalmasın. Sonra herkese ön ödemeli sipariş kredisi verilsin. Yiyeceklerini sipariş versinler. Krediler faizsiz ve icrasız olsun.

Bunları yapmak kadar kolay bir şey yoktur.

Ama kulakları tıkalı, gözleri perdeli olanları ne yapalım?!.  

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-596/ADİL DÜZEN DERSLERİ-426      29 Ocak 2010

 

MERKEZ BANKASI’NIN GÖREVLERİ

Merkez Bankası şu görevleri görür.

1-      Tam istihdamı sağlar.

2-      Fiyat istikrarını sağlar.

3-      Yatırım dengesini sağlar.

4-      Dış ticaret dengesini sağlar.

5-      Kredileşmeyi sağlar.

6-      Gelişmeyi yönlendirir.

Merkez Bankası üreticilere kredi açar, üreticiler onunla yaz-kış üretim yaparlar. Mallar satıldığı zaman kredilerini kapatırlar. Üreticilere sürekli olarak kredi verilmelidir. Ödemelerde yıl sonlarına kadar imkan sağlamak gerekir.

Demek ki tarım üreticilerine ay ay kredi verilir, mahsul zamanında değil yıl sonuna kadar, Mart’a kadar kredilerini kapatırlar. Mahsul satıcıları ürünleri parça parça satmadıkları için parça ödeyemezler. Sonbaharda birden talep edersek malını ucuza satmak zorunda kalır. Çalıştırdığı işçilerle orantılı olarak ödeme yaparsak bu sağlanır. Faiz yıllık alınır, az veya çok kalmasına göre yıllık faiz miktarı değişmezse bekleterek satar. Merkez Bankası’nın görevi aracı masraflarını asgariye indirmedir. Aracı masrafları çoğalırsa fahoş lar veya faiz halkın elinden parayı çeker, mağazalar mal satamaz, bu sefer işletmeler durur, işsizlik olur.

Tarım malları her zaman üretilmez, sonbaharlarda elde edilir, ondan sonra bir yıl tüketilir. Sonbaharda tüccarlara kredi açılır. Merkez Bankası kredi verir. Bunlar ürünleri alırlar ve bir yıl içinde bunları satarlar. Tüccarlar malları birden alırlar, sonra bir yıl içinde peyderpey satarlar.

Tüccarlara krediyi sonbaharda veririz ve ay ay alır. Böylece tüccarlara birden malları mübayaa ederler, sonra sattıkça öderler. Böylece ülkede mallar zebil olmaz, ondan sonra da açlık çekilmez. Bu işin realize dilmesi için faizlerin düşük olması gerekir.

Bir memlekette tüketimden artan emeğin yatırma yönlendirilmesi gerekir. Bu artan emek iş bulmak için inşaat yapanlara yatırım kredisini açarlar. Böylece işsiz insan kalmaz. Merkez Bankası bunu farklı kredilemelerle sağlar.

İnşaat müteahhitlerine artık emekten fazla kredi verseniz tüketim malları üretilmez, bu sefer açlık çekilir. İthalat ve ihracatla bu dengelenemez. Çünkü ancak ihraç ettiğin kadar ithal edebilirsin. Bunu gerçekleştirmek için inşaat işçilerinin ücreti sabit tutulur. Merkez Bankası müteahhitlere çalıştırdıkları işçilere resmi ücret öder; Merkez Bankası elbette bankalar aracılığı ile öder. Ama kendi verdiği paraları öderler. Böylece işçiye daha çok ücret verildiği zaman halk üretime gider, üretimde iş kalmadı mı inşaata gider.

İnşaat bittiği zaman yapı bankaya kalır. Müteahhide taahhüt payı ödenir. Yapı satıldığında müteahhidin kredisi açılmış oluyor.

Merkez Bankası döviz alırsa döviz kıymetlenir ve ihracat artar, döviz satarsa döviz ucuzlar ve ithalat olur. Altın veya döviz alıp satarak ithalat ve ihracat arasındaki dengeyi sağlar. Merkez döviz alınca karşı devlete faiz ödemeye başlar. Altın alıp satması gerekir. Döviz alması ithalatı artırır, satarsa ihracatı desteklemiş olur. Normal olarak ithalat-ihracat dengeli olur. Eğer bugün ülkemizin 500 milyar dolar borcu varsa, bunun sebebi Merkez Bankası’nın işte bu politikasının sonucudur. Merkez Bankası neden böyle politika güdüyor? Eskileri bir tarafa, şimdi neden yapılıyor?

Bugün doları 2000 lira yapalım, bankamıza 500 milyar dolar gelir. Borcumuzu öderiz. Ayrıca ihracat patlanması yapar ve denk bütçeyi oluştururuz. Bu iş işte bu kadar basittir. Ama sömürü sermayesi bunu savaş sebebi yapabilir. O halde Merkez Bankası’nı yönetme askerlerin elinde olmalıdır.

Merkez Bankası’nın bir işi de vatandaşlar arasında kredileşmeyi sağlamaktır.

Çobanlık döneminde insanlar haftada bir hayvan keserler ve komşularıyla bölüşür, öbür hafta da başkası keser ve bölüşürler. Bu bugün bankaya para yatırmakla olmaktadır. Ben para yatırıyorum, alacağım malları başkaları alıp kullanıyor.

Yani Merkez Bankası parayı öyle piyasaya sürer ki insanlar daha çok alışveriş yapar veya daha çok borç verirler. Bu ülkenin kalkınmasını sağlar. Bunu başarmak diğerleri kadar kolay değildir.

Bankalar mevduat kabul eder. Kredi açar. Reeskontla Merkez Bankası buna katılır. Yüzde seksen o verir. Bu da ülke içindeki kredileşmeyi desteklemiş olur.

Bugünkü merkez bankaları faizli krediler açmakta, faizleri yükseltip düşürmektedir.

İslâmiyet’te faiz haramdır. Faiz yerine kredileşme sistemini uygulamaktadır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-596/ADİL DÜZEN DERSLERİ-426      29 Ocak 2010

 

SENİ YUHALATAN ALLAH’TIR

AKILLI BİR BAŞBAKAN NELER YAPMALI?

Futbol cemaati ya da kapitalizmin muhteşem golü

“Futbol ateisti olmayan tek dindir!”

Recep Tayyip Erdoğan yarım milyar liradan fazla para harcamış, Galatasaraylılara çalışmasınlar, eğlensinler ve eğlendirsinler diye stadyum yapmış. Sonra açılışına gitmiş.

Galatasaraylılar yuhalamışlar.

Çünkü o insanlar işsiz ve aç.

Başbakan Erdoğan da;

“Balık bilmezse Halik bilir” demiş!

Halik bilir, elbette Halik bilir…

Seni orada yuhalatan Halik’tır, Allah’tır...

Allah, bu yaptığınla yanlış yapıyorsun demek istiyor.

İslâmiyet’te spor yapmak sevaptır, hattâ farzdır bile denebilir. Ama spor seyretmenin, futbol seyretmenin mânâsı yoktur.

Spor stadyumda yapılmaz. Çıkarsın birlikte yürürsün, spor olur. Yüzersin, spor olur. Namaz kılarsın, spor olur. Seyahat edersin, spor olur...

*

KİTLELER FUTBOL SEYİRCİLİĞİ İLE UYUTULUYOR

Peki, bugünkü stadyum sporu nerden gelmedir?

Stadyum sporu Yunanistan’daki çok tanrılı dinlerde vardır. Onlar arasında kavgalar vardı. Tanrılar adına kulüpler oluşur, onlar kendi aralarında yarış yaparlardı. Kendileri yenince veya yenilince, güya tanrıları da yenmiş veya yenilmiş olurdu!

Bugünkü bu sporları kim icat etti?

Tekel sömürü sermayesinin bir hedefi vardır. İnsanları çalıştırmak ve eğlendirmek, böylece sömürerek yönetmek. İçki, kumar, eğlence vs ile insanları uyuşturur, onları da para ile yapar. Akşama kadar çalıştırır, sonra da her türlü uyuşturucu afyonu en pahalı şekilde satar, sana verdiği parayı senin elinden alır.

Spor ve futbol seyirciliği de işte bu uyuşturuculardan biridir.

*

CAMİLER VE FUTBOL MABEDİ STADYUMLAR!

Bugünkü camiler de mü’minlerin uyuması için bir ninni yerine getirilmiştir. Eskiden camilerin içi medreseydi, mektepti, dershaneydi, ilim yuvasıydı. Herkes camisine veya mescidine gelip ilim yapardı. Bugünkü Batı dünyasının müsbet ilmlerinin hemen hepsinin temelleri camilerde okunan derslerle ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Orada siyaset de yapılırdı. Camide oyun da oynanabilir. Paralı olamamak yani haram olmamak şartıyla, namaz dışında camide hayatla ilgili her türlü işler yapılabilir.

Camiler bu fonksiyonlarını icra etmeyince stadyumlar “mabet” oluveriyor!

Evvel yok idi, yeni çıktı; stadyumlar “futbol mabedi” imiş!

*

“YÜKSEK İLMÎ ŞURA” OLUŞTURULUR

Bugün bir köçek on binlerle para kazanıyor, vergi rekortmeni oluyor...

Bir âlim, bir ilim adamı ise bin lira ile geçiniyor, geçinmeye çabalıyor...

Sonra diplomalar âlimlere yani bilenlere değil, seneleri dolduranlara veriliyor…

Oysa bugün eğer Amerika’ya bir günde gidebiliyorsak, cep telefonuyla konuşabiliyorsak ben şimdi bilgisayarda yazıyorsam, bunların hepsi ilim sayesinde olmuştur; oyun, oyalanma, spor seyretme, sözde futbol mabetleri sayesinde değil.

500 milyon TL veya dolar ile 500 000 yüksek seviyede aylık verilebilirdi. Bu para ile istediğiniz ilim adamlarını çalıştırabilirdiniz. Yüz bin ilm adamını yüz ay ücretlendirebilirdiniz, yani bin ilim adamını 10 sene istihdam edebilirdiniz.

Bu ilim adamlarını siyasi partiler aldıkları oy nisbetinde atayacaklardır. Oradakilerden 25 kişi bir ilim adamını seçer, onun etrafında toplanır.

Böylece “Yüksek İlmî Şura” oluşturulmuş olur.

*

İLİM ADAMLARI NE YAPAR?

Evet, bu ilim adamları ne yapar?

Projeleri olan getirsin de tetkik edelim derler.

Önce projesi olan bir ilim adamını bulur, projesini ona arz eder. O projeyi dinler, değerli görürse kendi grubuna arz eder.

Grup gelen projeleri sıralama usulü ile sıraya koyar. Böylece her grup “Yüksek İlim Şurası”na projeleri sunar. Onlar da kendileri sıralama yapar ve ortaya en az on proje konur.

Sonra stadyum değil de bir işletme kurulur.

İşletme de işte yukarıda sayılan sorunları çözer.

Herkes sorunların çözüme kavuşturulduğunu görür.

*

AKILLI BİR BAŞBAKAN NELER YAPMALI?

İşte; Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bu sömürü sermayesinin halkı uyutup ondan sonra aç bırakarak ve en sonunda onları sömürecek mekanizmalara milyarları harcamaktadır!

Üniversitelerimiz ilim yapmıyor. Sadece sömürü sermayesinin çözümlerine malzeme topluyor. Yani insanları daha iyi sömürebilmek için tesbitler yapıyor. Sonra onun sömürüsü için çözümleri öğretiyor. Çözüm yok, sadece aktarma var.

Akıllı bir başbakan bunları görür ve üniversiteler dışında ülkemizi muasır medeniyetin fevkine yani üzerine çıkaracak ilim adamlarını toplar, bir âlimler sitesini kurar. Bin haneden oluşacak bu âlimler sitesi yüzer dairelik on apartmandan oluşur. Apartmanın alt katlarında işyerleri bulunur. Bunları o âlimler işletir. Buranın gelirleri ile o âlimlere gelir sağlanır.

Her âlim için 50 bin lira ev, işyeri de bir ev kabul edilirse toplam 100 bin lira eder.

1000 âlim için 100 milyon eder.

Görülüyor ki, stadyuma giden paranın beşte biri bile böyle bir ilim merkezini kurar.

*

ÇEKİLEN YUHALAR YANLIŞLARIN İKAZIDIR

Sayın Başbakanın dediği gibi “Halik bilir” tamam da…

Siz ilim yerine eğlenceye bu imkanları aktarırsanız…

Halkı aç bilaç, sersefil, perişan, işsiz bırakırsanız…

Açlıktan soygun yapan eşkıyaları üretirsiniz…

Açlıktan ölen bebekleri üretirsiniz…

Halik, bunları yapan biri için;

“Tayyip kulum, çok iyi yaptın, buyurun firdevs cennetine!” mi diyecek?!.

İşte; anlayanlara, stadyum açılışında çekilen yuhalar bu yanlışların ikazı içindir.

Sen yuhalayanlara değil, yuhalatana yani Allah’a bak ve ne demek istediğini anla!

Mustafa Kemal ne diyor?

“Elimizde tuttuğumuz meşale müsbet ilimdir” diyor.

Bu meşale başımızın üstündeki müsbet ilim meşalesi mi olacak?

Yoksa, futbol mabedi(!) denilen stadyumda seyredilen ayak topu mu olacak?

Karar sizin ama sonuçları maalesef hepimizin!

*

“Hak sillesinin sedası yoktur!

Bir vurdu mu, devası yoktur!”

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

***

 

Futbol cemaati ya da kapitalizmin muhteşem golü

Eğer bir takım için taraftarları o kadar iltifat cümlesi varken tutup da “(FUTBOL) SEN BİZİM HER ŞEYİMİZSİN” diyebiliyorsa ve eğer yöneticileri stada stat değil “MABET” demekte hiçbir sakınca görmüyorsa, tribünlerdeki cezbeye bir mantık aramaya kalkmak da beyhudedir.

“Gölgede ve Güneşte Futbol” kitabının Latin Amerikalı yazarı Eduardo Galeano futbolun sadece futbol olmadığını yüksek sesle söyleme cesareti gösterenlerden, lafı hiç eğip bükmeden söylüyor:

“Futbol ateisti olmayan tek dindir.”

Siyasiler belki de bu yüzden milyonlarca mensubu bulunan bu cemaate karşı ilgisiz kalmıyorlar. Şu sözü kim söylemişse gerçeğe tam doksandan isabet etmiş:

“Futbol tarihin bize fırlattığı muhteşem bir şut değil, kapitalist anlayışın attığı bir goldür.”

***

‘İçerisinde bir sürü ekonomik, kültürel ve siyasi bağlantıları barındıran, sektörel tarafı yadsınamayacak kadar açık olan bir organizeye “oyun” demek içimden gelmiyor.’

Bir futbol takımının gönüllü taraftarlığını yapmak nasıl bir mantığa dayanır şu ana kadar anlamış değilim.

Şayet bu rabıtada makul ve masum bir taraf bulabilmiş olsaydım ‘hangi takımı tutuyorsun?’ diye soranlara yasak savma kabilinden de olsa bir takım ismi söyleyebilirdim.

Futbolun sadece futboldan ibaret olmadığını bilmem bir kere daha söylemeye gerek var mı? İçerisinde bir sürü ekonomik, kültürel ve siyasi bağlantıları barındıran, sektörel tarafı yadsınamayacak kadar açık olan bir organizeye “oyun” demek içimden gelmiyor.

Belki olsa olsa oyun içinde oyun olabilir.

Oyun kelimesinin içerisini dolduran birçok şeyi futbolla şekillendirip ifadelendirebiliyoruz artık.

Futbol sadece bildik anlamda bir ayak oyunu değil futbol dışı birçok unsuru da bünyesinde barındıran bir ‘ayak oyunu’dur da. Bu oyuna ayak uyduramayan kitleler için ise günde beş öğün çiğnenen bir sakız yani bir laf oyunudur.

Bu ifadelerimin futbol cemaatine mensup olanları kızdıracağını biliyorum.

Çünkü bütün cemaatlerin ortak tarafı peşin kabul ve koşulsuz şartsız itaat olduğu için futbol cemaatinin mensupları da her şeyi “top yuvarlaktır” bağlamında teke indirgeyerek ele almaya yatkındırlar.

‘Top yuvarlaktır’ sözünün ‘her an her şey olabilir’ şeklinde tefsir edildiğini unutmayalım.

Bu söz küresel dünyanın kader vurgusunu çağrıştırmaktadır.

Dolayısıyla yeryüzü kocaman bir stadyumdur, kitleler tribün vaziyeti almışlardır ve dünya kendisi gibi bir kürenin üzerindedir.

Küreselleşmenin mimarları ayak topu ile kurdukları ünsiyetin farkında mıdır bilmiyorum, ama bugün futbol denilen oyunun bütün insanları tek tip bir duyarlığa ve tek renk bir heyecana mahkûm ettiği de bir gerçektir.

Futbol cemaati mensupları için takımlarının alacağı sonuç bütün memleket meselelerini üzerinde, galibiyet sonrası yaşadıkları heyecan ve sevinç bütün kültürel ve sanatsal hazların çok ötesindedir.

Geçtiğimiz hafta gündemi işgal eden TT Arena’nın açılışında yaşanan olaylara bir de bu minval üzere bakmak lazımdır.

Yeni mabet (Aslantepe Stadı) o kadar görkemli yapılmıştır ki bu ihtişam karşısında cemaat cezbeye gelmiştir.

Zira doğaldır ki cazibe cezbe doğurur.

Toki Başkanı Erdoğan Bayraktar’ın konuşmasıyla birlikte Başbakan ve beraberindekilerin de tribünlerin ıslıklı protestolarına maruz kalması bu esriklik ve sarhoşluğun tezahüründen başka bir şey değildir.

Eğer bir takım için taraftarları o kadar iltifat cümlesi varken tutup da “sen bizim her şeyimizsin” diyebiliyorsa ve eğer yöneticileri stada stat değil “mabet” demekte hiçbir sakınca görmüyorsa tribünlerdeki cezbeye bir mantık aramaya kalkmak da beyhudedir.

“Gölgede ve Güneşte Futbol” kitabının Latin Amerikalı yazarı Eduardo Galeano futbolun sadece futbol olmadığını yüksek sesle söyleme cesareti gösterenlerden, lafı hiç eğip bükmeden söylüyor: Futbol ateisti olmayan tek dindir.”

Siyasiler belki de bu yüzden milyonlarca mensubu bulunan bu cemaate karşı ilgisiz kalmıyorlar. 

Gittikleri yerlerde oraya ait futbol takımının renklerinden oluşan atkıyı boyunlarından eksik etmiyorlar.

Futbol taraftarları ile herhangi bir dini cemaatin refleksi arasındaki açık her geçen gün biraz daha ortadan kalkıyor.

Kulüpler de cemaatler de taraftarlarının oy potansiyelinin gayet farkındalar. Bu yüzden siyasilere karşı kendi kalelerini çok iyi zaptediyorlar.

Kulüplerin kalesini taraftarlar, siyasilerin kalesini ise iktidar ve imkânlar koruyor.

Evet, dünya, futbol oynadığı kadar futbolla da oynamıştır. Oynama, yanına kurnazlık, hinlik ve taktik gibi kolay netice alma unsurlarını da katarak kitlesel bir oyalamaya dönüşmüştür.

Yüzyılların uykusunu bedenlerinde hissedip varlıklarını düştükleri yerden kaldıramayan yığınları, daha uzak ve fasit bir zamana doğru uyutmanın bundan daha etkin ve kestirme bir yolu yoktur sanırım.

Şu sözü kim söylemişse gerçeğe tam doksandan isabet etmiş: “Futbol tarihin bize fırlattığı muhteşem bir şut değil, kapitalist anlayışın attığı bir goldür.”

Hüseyin Akın - Haber 7

 

 

 

Dil, Anayasa, borç, Osmanlı ve Türkiye

Reşat Nuri EROL

Dil meselesi, iki dil meselesi, diller meselesi hep gündemde… Dil meselesi aynı zamanda “Anayasa Meselesi”dir ve bu mesele de hiç gündemden düşmüyor…

Dil, diller, Anayasa, “adalet/hukuk/yargı” gibi ana sorunlar çözümsüz var olmaya devam ettikçe, ülkede genel olarak “zulüm” yani “zalim düzen” de devam ediyor demektir.

Türkiye ve dünyada “zulm”ün, “zalim düzen”in, “zulmü devam ettiren her türlü yönetimler”in sona ermesi için ne yapılması gerekiyor?

Elbette “Adil Düzen”in, “Adil Ekonomik Düzen”in getirilmesi gerekiyor.

Cumhuriyet dönemi de dahil olmak üzere, iki-üç yüzyıldan beri Batı’nın bâtıl düzeninde can çekişiyoruz... Osmanlı Devleti’ni Batılı olmaya çabalarken ve Batılı sömürü emperyalistlerine borçlanarak yıktık... Şimdi de 500 milyar dolar borç batağındayız... Son Osmanlılar gibi bizimkiler de AB ve ABD’nin peşinde ve kuyruğunda!.. Bu böyle gitmez ama borçlanmaya devam edersek borcumuz trilyonları bulacak!.. Sonra; evet, sonra?!.

Gelin “Millî Anayasa” yapalım diyoruz... Biz bunu kırk senedir söylüyoruz... Batı’dan kanunları tercüme ediyorsunuz, sonra o kanunlara uymuyorsunuz; kanunsuz ve kuralsız yaşıyorsunuz!.. “Ekonomimizi düzenleyip düzeltelim” diyoruz, “zalim düzen” yerine “Adil Düzen, Adil Ekonomik Düzen” kuralım diyoruz; arkalarını dönüveriyorlar!!!

***

Yazımın başında “dil meselesi”nden söz ettim. Bu önemli meseleyi biraz açalım.

Diller derece derecedir.

1. Önce “İlim Dili” veya “Mantık Dili” üzerinde duralım. İlim dili âlimler tarafından tanımlanmış kelimeleri ve kavramları içerir, taşıdığı mânâ gayet net ve açıktır. Bilenler için kesindir. Bilmeyenler de her zaman öğrenebilirler.

2. “Hukuk Dili” ise insanlar tarafından tanınsın tanınmasın, herkes tarafından yani o dili bilenler tarafından kullanılan cümleleri içerir. Baştan tanımlanmış değildir ama hukukçular onlara tanımlayarak mânâ verirler. Söylendikten ve yazıldıktan sonra tanımlanır. Bu dil ülkenin dilidir.

3. Bir de “Sanat Dili” vardır. Bu dil de seslerin yaşadığı, hayatın çağrıldığı dildir. Belli bir kuş cıvıltısı ile uyanan kimseler “kuş” deyince o sesi duyarlar. “Turnalar uçun, yayladan geçin” dendiği zaman, bunun etkisi ancak o yaylalarda yaşamış ve oradaki hayatı görmüş kimseye vardır, bu ifadenin onun üzerindeki insana etkisi başkadır. Şehirde büyüyüp ne turna görmüş ne de yayla görmüşse, ona etkisi hemen hemen hiç yoktur.

4. Nihayet bir “bucakta konuşulan dil” vardır, “Bucak Dili” vardır. Bu dil komşu bucaklardan farklıdır. Aynı bucakta yaşayanlar her gün birbirleriyle karşılaşmakta, alışveriş yapmakta, birlikte benzer olaylarla karşılaşmaktadır. Bu dil yazı dilidir. Çünkü buradaki ifadeler soyuttur, somut değildir. “Ağaç” dendiği zaman ağacın kendisi akla gelir ama herhangi bir ağaç gelmez. Oysa ocaklarda konuşulan dilde tamamen soyutluk vardır. Orada “kapı” deyince belli kapı gelir, “at” dendiğinde belli at gelir. Bu dil ancak her saat (24 saat) beraber yaşayıp özel ilişkilerde bulunan kimseler arasında doğar. O ocağın dışında olanlar o konuşmalardan bir şey anlayamazlar. Bu dil yazı ile ifade edilemez, sadece konuşma dilidir.

İşte, kimileri arasında konuşulan dil şifre gibidir, sadece onlar anlar, diğerleri anlamaz. Bazı kavramları halk anlamaz, başkaları anlamaz, onlarla devamlı ilişki hâlinde olan anlar. Dil meselesini çözmek için meseleye bir de bu boyutları ile bakmak gerekiyor. Dil meselesinin daha başka yönleri de var; onları da bir başka yazıda yazarız.

***

Yazımın başında Türkiye ve dünyadaki “zulüm”den, “zalim düzen”den söz ettim...

‘Ben Millî Görüş gömleğimi çıkardım’ diyen zat dil olarak acaba ne kastetmişti?!.

Aynı zat bir yıl önce bize; ‘Ben başından beri Adil Düzenci değildim!’ dedi!!!

Soruyoruz: Peki, o zat “Adil Düzen/ci” değilse “zalim düzen/ci” midir?!.

 

 

TCMB(1): İşsizlik ve cari açık büyük tehlike!

Reşat Nuri EROL

ASKON toplantısında, yazımın başlığında kullandığım ifadeyi söyleyen kişi, aslında tam da bunu söylememesi gereken yöneticilerimizin başında geliyor. Neymiş?

“İşsizlik ve cari açık büyük tehlike”ymiş! Söyleyen kim?

T. C. Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz!

TCMB Başkanı, Türkiye’deki ekonomik sorunlara çözüm üretilmesi gereken en önemli makamlardan birinin en başında olmasına rağmen; aslında ‘büyük tehlike’ diyerek işaret ettiği durumun müsebbibi olduğunu aynı konuşmada yine bizzat kendisi itiraf etmiş! Bunu ilgili ASKON toplantısının sadece konuşma metin başlıkları ve haber özetlerinden anladım: KREDİ FAİZLERİ… / MERKEZ KREDİ HIZINI YAVAŞLATACAK!.. / ENFLASYONU ZAPTURAP ALTINA ALMAK… / İŞSİZLİK SÜRECEK…

ASKON’un toplantısı için aslında günler öncesinde dolaylı bir davet almış, TCMB Başkanı’na sormak üzere sorular da hazırlamıştım. Oluşan bir mazeret sebebiyle toplantıya katılamadım, ancak toplantıda konuşulanların metin olarak tamamına ulaştım. Millî Gazete’den Nedim Odabaş da güzel bir özet haber yapmış, yazımda kullandığım başlık onun haberinden alınma. Evet, aynen öyle: İşsizlik sürüyor… Cari açık da büyük tehlike!..

Özet olarak sunacağım bazı detaylar şöyle.

Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, Anadolu Aslanları İşadamları Derneği (ASKON) tarafından düzenlenen “Finansal Yönetim Zaviyesinden Türkiye Ekonomisi 2011” konulu toplantıda yaptığı konuşmada, finans piyasasını derinden etkileyecek Merkez Bankası’nın bir kararını açıkladı: Merkez (MB) kredi hızını yavaşlatacak/mış!

Sanki ülkemizde çok “hızlı, yaygın, adil ve en önemlisi faizsiz kredi” varmış gibi…

Hep bıkıp usanmadan yazıp hatırlatıyoruz ya; bunun, bu “kredi sistemi/düzeni”nin olduğu, yani “Adil (Ekonomik) Düzen”in olmadığı ülkede elbette işsizlik sürer, elbette cari açık olur ve elbette bunlar sürekli olarak tehlike arz eder; hattâ ülkeyi yıkılışa bile götürür.

Aslında konferansın açılış konuşmasını yapan ASKON Genel Başkanı Mustafa Koca, Türkiye’nin çok çetin bir süreçten geçtiğini, ekonominin olumlu yönde tablolar sergilemesi için enstrümanları kontrol eden ve dengeleyen kurumların üzerine bu noktada önemli görevler düştüğünü hatırlatarak, “Mâli yapı ve bu enstrümanların başındaki Merkez Bankası’nın bu yöndeki çalışmalarını önemsiyoruz” demek suretiyle “çözüm makamını” işaret etmiş ama...

İşsizlik ülkemizin en önemli ekonomik ve sosyal sorunu. Nitekim TCMB Başkanı Yılmaz da, Türkiye’de istihdam koşullarında sözde iyileşme devam etmekle beraber, işsizlik rakamlarının bir müddet daha yüksek seviyelerde süreceğini tahmin ettiklerini kaydetmiş…

“Adil hızlı, yaygın, ve en önemlisi faizsiz kredi meselesi” de çok önemli bir konu ama bu önemli meselede Başkan Yılmaz bakınız ne demiş: “Toplam ticari kredilerin faiz hadlerine baktığımızda yüzde 24 ile 25 seviyelerine kadar çıkan kredi faizleri, bugün itibariyle tüketici kredilerinde yüzde 11-12 seviyelerine, sanayicimizin, iş adamımızın muhatap olduğu ticari krediler ise yüzde 8-8,5 seviyelerine gerilemiştir.” Evet, başkanın işaret ettiği gibi olumlu gelişmeler var ama faizlerin sıfırlanmasına daha çok mesafe var çoook…

Cari açığın şu anda artan bir trend gösterdiğini, Türkiye’de cari açığın finansal istikrara ilişkin dikkatle izlenmesi gereken bir risk unsuru olduğunu ifade eden Başkan Yılmaz, Merkez Bankası’nın temel politika aracı olan kısa vadeli faizleri tek başına kullanarak, cari açıktaki genişlemeyi durdurmanın mümkün olmadığını söylemiş...

“Enflasyonu zapturapt altına almak…” başlığı altında da bir şeyler söylenmiş ve yazılmış ama; yukarıda kısaca özetlediğim sorunlar var olduğu sürece enflasyon olacaktır.

***

“Banka/lar” ekonominin damarları, “TCMB” bankaların kalbi mesabesinde. Bu önemli konu birkaç yazıyı hak ediyor. Nitekim öyle yapıp birkaç yazı yazacağım; varan bir…

 

 

TCMB(2): Karşılıksız para üretimi!

Reşat Nuri EROL

Devletlerin Merkez Bankaları var... Bir de ABD’nin Merkez Bankası (FED) var ve bu banka “ABD(halkı ve devleti)nin değil, “sömürü sermayenin özel bankası”dır. Ulusal “MB”ların hepsi oraya bağlı ve o sayede sermaye dünyayı sömürmeye devam ediyor...

Bir sözlükte FED kısaca şöyle tanımlanıyor: FED’in açılımı FEDERAL RESERVE BANKSdir. ABD’de 1913 yılında çıkarılan Federal Reserve yasası ile kurulan sistem içerisinde yer alan bankalardır (dikkat; “millî” değil “özel” bankalar!). Bu sistem (yani sömürü sistemi) içerisindeki bankaların oluşturduğu organizasyon ABD’nin Merkez Bankası FED’i meydana getirmiştir. FED farklı bir yapıyla meydana gelmiş olmasına rağmen bir merkez bankasının sahip olduğu tüm fonksiyonlara sahiptir.

Geçtiğimiz günlerde Ankara’da yapılan bir toplantında (İNTES) kendisine, “Niçin Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası değil de Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası?” diye soru sorulduğunu kaydeden T. C. Merkez Bankası Başkanı Yılmaz demiş ki: “Bizim ismimiz Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası. “İ”nin olmayışının nedeni de 1930’lu yıllarda Merkez Bankası kurulurken “İ” sıfat belirttiği için, Merkez Bankası’nın bağımsızlığını vurgulamak için “İ” kaldırılmış. Paranın üzerinde Cumhuriyet Merkez Bankası yazar!”

Bu konuda detaylı yorum yapmak yerine tek bir soru soruyorum:

-TCMB kime karşı “BAĞIMSIZ”(!) ve FED (yukarıda özelliklerini yazdığım FED) ile IMF’ye “BAĞIMLILIK” neden; özel banka FED ile IMF kime bağlı ve de bağımlı?!.

***

“Para” bir topluluğun “kanı”dır, “bankalar” ve “döviz büroları” ise “kan damarları”dır, -önceki yazımda yazdığım gibi- “Merkez Bankası” da bu kan damarları sisteminin “kalbi” mesabesindedir.

İnsanda kalb kanı üretmez, kan vücudun değişik yerlerinde üretilir ve kalb sadece onu vücut içinde dolaştırır.

Oysa insanlıkta para banklarda üretilmektedir; karşılıksız para üretilmektedir. Hastalıklar, ekonomik ve sosyal hastalıklar da işte tam da buradan doğmaktadır.

Merkez Bankaları sürekli karşılıksız para üretir ve ülkenin/dünyanın ekonomisini bozarlar. Açlık ve işsizliğin, dolayısıyla ekonomik ve sosyal sorunların ana kaynağı budur.

***

Merkez Bankası dört yoldan karşılıksız parayı nasıl çıkarır?

1. Doları satın alır ve Türk Lirasını doların bir destekçisi yapar. Merkez Bankamız Türk ekonomisini değil, sömürü sermayesinin ekonomisini düzenlemeye çalışır. Kötülüğü bu kadarla da kalmamaktadır. Dolar faizle çıkarılmaktadır. Merkez Bankamızda bulunan her sent için sömürü sermayesine faiz ödüyoruz. Yahut doların enflasyonu ile sömürülüyoruz. Bu dış bankalara ödenen faizdir.

2. Ayrıca Merkez Bankası Türk bankalarının bono senetlerini kırar ve onlara para verir. Onlar da o para ile halkı faizle sömürürler. Bu da karşılıksız paradır ve faiz karşılığı ülkede çoğalmaktadır.

3. Merkez Bankası piyasadan tahvil benzeri senetler alarak onlara faiz öder. Böylece ülkenin zenginlerine faiz parasını aktarır. AKP döneminde de bu uygulama aynen devam…

4. Merkez Bankası’nın para çıkarma yollarının dördüncüsü devletin bütçe açıklarını kapatmaktır. Bu para da büyük müteahhitlere ihale bedeli olarak aktarılır. Ülkenin yararına harcansa bile enflasyona sebep olarak yine halkımızın kesesini kemirir.

Görülüyor ki, bugünkü “para”nın çıkış kaynağı “faiz”dir; karşılığı da “faiz”dir ve “bu faizler” de en sonunda sömürü sermayesine gitmektedir. Merkez Bankası’nın görevi ve uygulaması Türk ekonomisi falan değil, sömürü sermayesinin sömürmesidir. Vesselâm…

Bitmedi, devam…

 

 

TCMB(3): Karşılığı olan para üretimi!

Reşat Nuri EROL

Bir önceki yazıda merkez bankalarının nasıl karşılıksız para ürettiklerini yazdık. Peki, onlar sömürü sermayesi adına, sömürü adına bunu yapıyorsa; bu durumda şu soruyu sorabilirsiniz: -O halde ne yapmak gerekiyor, paranın karşılıksız olmaması için ne yapmak gerekiyor? Parayı nasıl çıkarmak gerekiyor, karşılığı olan parayı nasıl çıkarmak gerekiyor?

Önceki yazımda yazdığım üzere, Merkez Bankası dört yoldan karşılıksız para çıkarıyordu. Bizim karşılığı olan para çıkarma kaynağımız da dört tanedir.

1. Kuyumcularda bulunan altın karşılığı para çıkaracağız, kuyumculara altınları karşılığı “Altın Para” vereceğiz. Bununla istedikleri taşınmazları alsınlar diyeceğiz. Onlar kazanacaklar. Biz de artık “altına kote edilmiş para”ya sahip olacağız. Vatandaş herhangi bir kuyumcuya giderek altın parasını altın yapacaktır.

2. Türkiye’deki arsa ve toprak varlıkları karşılığında para çıkaracağız, bu “Toprak/Arazi Parası” olacaktır. Bunu da komisyonculara vereceğiz. Komisyoncular bununla gayrimenkulleri alıp satacaklardır. Komisyonculardaki satılık taşınmaz kadar piyasada “Toprak Para” dolaşacaktır. Bu para karşılığı taşınmaz mallar olduğu için enflasyon yapmaz. Vatandaşın parası varsa komisyonculardan peşin para ile “Toprak Parası” alır, taşınmazı verir. Paraya ihtiyacı varsa oturduğu evi komisyoncuya star, kendisi kira ile oturur. Kendiliğinden piyasada yeterli miktarda para dolaşır. İnşaat kredileri de bu para ile kredilendirilir. İnşaat sektöründe herkese her zaman iş bulunmuş olur.

3. Sanayi ürünlerinde üretim yapılırken krediler üretilen mallara verilir, üretime verilir. İşçinin parasını banka faizsiz ve icrasız verir, “Emek Kredisi”; üretimin gerçekleşmesi için ham madde parasını da verir, “Ham Madde Kredisi”. Mamul madde satılınca kredi kapatılır. Bu da enflasyon yapmaz, çünkü halktaki para kadar depolarda satılık mal vardır.

4. Nihayet halkımıza nüfus başına yıl başında “Sipariş Kredisi” veririz... Onlar mağazalara, marketlere sipariş verir... Mağazalar peşin ödeyerek tüccarlara sipariş verir... Tüccarlar da peşin ödeyerek işyerlerine sipariş verirler. İşyerleri de işçilere ödeyerek üretim yaparlar. İşçiler aldıkları kredileri kapatırlar.

5. Merkez Bankası ayrıca döviz bürolarına “Altın Para”yı kredi olarak verir. Bu kuyumculardaki altın para kadardır. Döviz büroları bu “Altın Para” ile diğer taşınmaz, sanayi ve tarım paralarını satın alıp satar. Böylece bütün paralar altınla değerlendirilmiş olur. Çıkış kaynağı ise “EMEK”tir.

***

SONUÇ

-Bugünkü Merkez Bankaları, tekelci sömürü sermayesinin hizmetinde “karşılıksız faiz parası” çıkarmakta ve bütün dünyada halkı sömürmektedir.

-Biz ise “mal karşılığı para çıkarıyoruz” ve “toprak, altın, sanayi mamulleri ve tarım ürünlerini “bulunduruyoruz; yani “karşılığı olan faizsiz para” bulunduruyoruz.

***

Türkiye Cumhuriyeti, İstiklâl Savaşı’nda siyasi bağımsızlığı kazandı...

1930’larda kurduğu Merkez Bankası ile ekonomik bağımsızlığını ilan etti...

İkinci Dünya Savaşı sonunda, Yalta Toplantısı sonrasında dünyada güya “yeni bir denge ve düzen” kuruldu! Türkiye, Osmanlı sonrasında tam da borçlarını ödeyip toparlanma dönemine girmişken, ülkemizde DP’yi iktidar ettiler, yeniden borçlanma oyunu başladı! Merkez Bankamıza yeni bir statü kazandırarak ülkemizi tekrar ekonomik bağımlı hâle getirdiler! O bağımlılık hâlâ devam ediyor… Ne zamana kadar devam ediyor/edecek?..

Ülkemize “Adil (Ekonomik) Düzen” gelinceye kadar devam ediyor/edecek…

Bu böyle gitmez, bu böyle devam edemez. Türkiye ekonomik bağımsızlığa ve “Adil (Ekonomik) Düzen”e kavuşmak zorundadır. Yoksa, batmakta olan sömürü sermayesi ile birlikte Türk ekonomisi de batar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti de batar.

 

 

TCMB(4): Başbakan, işsizlik ve çözüm

Reşat Nuri EROL

Topluluktaki para insandaki kan gibidir. Merkez Bankası kalbdir. Bankalar damardır. Döviz büroları kılcal damardır. İşletmeler hücrelerdir.

Merkez Bankası olmayan topluluk ilkel topluluktur.

Çağımız dünyasında Merkez Bankası olamayan topluluklar yaşayamaz.

Batı kapitalizminin Merkez Bankaları sermayenin faizini sağlamak için para işlemlerini yaparlar. Sermayenin faizini sağlamakla maksimum kâr ilkesine göre ekonomiyi düzenlerler. İşletmeler yarış içinde maksimum kâr sağlarlar, böylece faizlerini rahatça öderler.

Tekeller oluşturulur, kârlar garanti edilir, ama bunun karşılığında halk sömürülür.

Maksimum kâr sağlamak için üretimi yarıya düşürmek gerekir.

Bunun anlamı:

-Ülkede “yüzde elli işsiz” vardır, o ülkede “yüzde elli işsizlik” vardır demektir...

***

Neymiş?

Demek ki Türkiye’deki ve dünyadaki işsizliğin ana kaynağı, ana sebebi Merkez Bankalarının işte bu siyasetidir, bu para politikalarıdır.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile “işsizlik sorununun çözümü” hakkında, bir yıl öncesinde bir grup çalışma arkadaşımızın kendisiyle yaptıkları yaklaşık üç saatlik görüşmeye istinaden ve o görüşmenin devamı olarak, arkadaşlarımız tekrar görüşecekti...

“Yeni Anayasa” çalışmalarımız da görüşme gündeminde olacaktı…

Ancak, Recep Tayyip Erdoğan köprüyü geçti(!) ya!..

Artık sermayeyi ve daha başka birilerini ürkütmenin anlamı yoktur!..

Sayın Başbakan “işsizliğe çözüm” ve “Yeni Anayasa” önerilerini görüşmüyor!..

O görüşmediğine veya görüşmeye gerek görmediğine göre; demek ki bu sorunlar çözümsüz olarak var olmaya devam edecekler demektir. Ne yapalım; o ilgilenmediğine göre; o halde biz size Merkez Bankası’nın işsizliği nasıl çözeceğini anlatmaya çalışacağız.

***

Merkez Bankası’nın olması gereken çözümleri nelerdir?

Merkez Bankası’nın çözeceği problemler nelerdir?

Ülkemiz 75 milyondur. Her ailede iki kişi çalışsa, 30 milyon insan çalışanımız vardır. Bunların yarısı işsizdir. Bunlara iş temin etme görevi Merkez Bankası’na aittir.

TCMB (Merkez Bankası) bunu nasıl sağlayacak, işsizliği nasıl çözecektir?

Herkese resmi yevmiyesi kadar “Faizsiz Çalışma/Emek Kredisi” verecektir. Faizsiz ve icrasız bu kredi ile işçiler işverene gidecekler ve onun yanında çalışacaklardır. İşverenler borçlanacaklardır.

Ayrıca işverene denecektir ki; işçiyi çalıştırmak için gerekli ham maddeyi al parasını biz ödeyelim (“Ham Madde Kredisi”).

Merkez Bankası’nın bankalara faizsiz olarak verdiği nakdi bankalar çalışanlara (yani krediyi istihkak eden emek sahiplerine) böylece dağıtacaklardır. İşletmeler de “Faizsiz Ham Madde Kredisi”ni alacaklardır.

Bankalar faiz gelirleri değil, kredi temin ettikleri işletmelerin ciroları üzerinden yani üretimden bir pay alacaklardır.

Sonuç olarak ülkemizde işsiz insan kalmayacaktır, işsizlik sorunu sona erecektir.

Bu para asla “enflasyon” yapmayacaktır. Çünkü dışarıya ne kadar para çıkarsa o kadar mal da ambara girmiştir, satılığa hazırdır. Para artmış ama mal da artmıştır. Bu düzende (“Adil Ekonomik Düzen”de) fiyatlar değişmez, faiz olmadığı için de zamanla artmaz.

Sorun bu kadarla bitmez, daha yapılacak işler vardır…

Onlar da gelecek yazıda…

 

 

TCMB(5): Merkez Bankası’nın diğer çözümleri

Reşat Nuri EROL

Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın, Anadolu Aslanları İşadamları Derneği (ASKON) tarafından düzenlenen “Finansal Yönetim Zaviyesinden Türkiye Ekonomisi 2011” toplantısında yaptığı konuşma ve Merkez Bankası’nın (ayrıca dünya ülkelerindeki merkez bankalarının) genel konumu vesilesiyle yaptığımız yorumlara devam ediyoruz. Son olarak “Merkez Bankası’nın çözeceği problemler nelerdir?” dedik ve o çözümleri yazdık. Sorunun bu kadarla bitmediğini, daha yapılacak işler olduğunu hatırlattık.

Evet, sorunlar bu kadarla çözülmüş olmaz.

Yapılması gereken daha başka işler, işlemler ve görevler vardır.

***

Merkez Bankası’nın yapacağı diğer işler/işlemler nelerdir?

1. “Çalışma Kredisi” sadece üretici olanlara verilir, üretime verilir, diğer hizmetlilere ve hizmet sektörlerinde çalışanlara verilmez. Devlet memuruna verilmez, öğretmen ve öğrencilere verilmez. Bakım yapanlara verilmez. Serbest meslek sahiplerine verilmez. Bunun çok önemli bir sebebi vardır: Böylece üretilmeyen mal karşılığı piyasaya para çıkmaz.

2. Merkez Bankası’nın yapacağı ikinci iş de tarım üreticilerine yeteri kadar kredi vermektir, tarım üretimini faizsiz ve icrasız bir şekilde kredilendirmektir. Ne kadar tarım ürününe ihtiyacımız varsa o kadar üretiriz; ne çok üretir israf ederiz, ne de az üretir aç kalırız. Bunu sağlamak için de halka “Sipariş Kredisi” verilir. Sipariş alan tarım sektörü bedelini yıl başında aldığı için o da karşılığını almış ve o kadar üretmiş olur.

3. Merkez Bankasının üçüncü işi ise “Dayanışma Kredisi”dir. Depo edilen mala karşılık kredi verilir. Mal satıldığı zaman kredi kapatılır. İşçi çalıştıran üretici işçiyi çalıştırdığı zaman mamul mal olmadan da avans alacak ve işçiye ödeme yapacaktır.

4. Merkez Bankası ayrıca artan emeğe iş bulmak zorundadır. Bunun için de müteahhitlere diyor ki; işçiyi “resmi ücret” ile (asgari ücret ile) çalıştır, ücretini ben ödeyeyim, inşaat malzemesini “resmi fiyat” üzerinden bedelini ben ödeyeyim. Böylece artan emek ile inşaat yapılır. Ülkede işsiz insan kalmaz, var olan bütün emek gücü değerlendirilir.

***

Tekellerden oluşan ve emperyalizme dayanan Batı sömürü dünyasında, yani “faizli vampir kapitalist düzen”de bütün bu inşaat işleri para babalarına verilmektedir.

Oysa “Adil (Ekonomik) Düzen”de bu yapılar ve inşaat sektöründeki bütün işler “Hisse Senetleri” aracılığıyla halka satılmaktadır. Halk çalışarak, yani artırdığı emeğini inşaat sektöründe değerlendirerek kazanç temin ettiği gibi; halk para ve mal olarak artırdığı değerleri de yapılara yatırarak onların kira paylarından yararlanır.

Bunu sağlamak için krediyi sermaye sahiplerine değil de çalışana vermek gerekir.

Bunları dengelemek için dört çeşit para çıkarılır:

Altın, Buğday, Demir ve Toprak paraları.

(Bk. Bu konuda yazdığımız daha önceki yazılarımız.)

***

Merkez Bankası ayrıca şu görevleri görür.

1-      Tam istihdamı sağlar.

2-      Fiyat istikrarını sağlar.

3-      Yatırım dengesini sağlar.

4-      Dış ticaret dengesini sağlar.

5-      “Faizsiz Kredileşmeyi” sağlar.

6-      Ekonomik gelişmeleri yönlendirir.

Son bir yazı ile bu konuyu toparlamış olacağız.

 

 

TCMB(6): Merkez Bankası’nın görevleri

Reşat Nuri EROL

Merkez Bankası görev olarak tam istihdamı, fiyat istikrarını, yatırım dengesini, dış ticaret dengesini, kredileşmeyi sağlar, ekonomik gelişmeleri yönlendirir dedik. Nasıl?

Merkez Bankası üreticilere “kredi” açar, üreticiler onunla yaz-kış üretim yaparlar. Mallar satıldığı zaman kredilerini kapatırlar. Üreticilere sürekli olarak kredi verilmelidir. Ödemelerde yıl sonlarına kadar imkan sağlamak gerekir. Tarım üreticilerine ay ay kredi verilir, mahsul zamanında değil yıl sonuna kadar, Mart’a kadar kredilerini kapatırlar. Mahsul satıcısı ürünleri parça parça satmadığı için ödeyemez, sonbaharda birden talep edersek malını ucuza satmak zorunda kalır. Çalıştırdığı işçilerle orantılı olarak ödeme yaparsak bu sağlanır. Düşük faiz yıllık alınır, az veya çok kalmasına göre miktarı değişmezse bekleterek satar.

Merkez Bankası’nın görevi aracı masraflarını asgariye indirmektir. Aracı masrafları çoğalırsa faiz halkın elinden parayı çeker, mağazalar mal satamaz, bu sefer işletmeler durur, işsizlik olur. Tarım ürünleri, özellikle buğdaygiller ve baklagiller her zaman üretilmez, sonbahara elde edilir, ondan sonra bir yıl tüketilir. Sonbaharda tüccarlara kredi açılır, Merkez Bankası kredi verir. Bunlar ürünleri alırlar ve bir yıl içinde satarlar. Tüccarlar malları birden alırlar, sonra bir yıl içinde peyderpey satarlar. Tüccara krediyi sonbaharda veririz, ay ay alır. Böylece birden malları mübayaa ederler, sonra sattıkça öderler. Bu sayede ülkedeki mallar zebil olmaz, açlık çekilmez. Bu işin realize dilmesi için faizlerin düşük veya sıfıra yakın olması gerekir.

Bir memlekette tüketimden artan emeğin yatırma yönlendirilmesi gerekir. Bu artan emeğe iş bulmak için inşaat yapanlara “yatırım kredisi” açılır. Böylece işsiz insan kalmaz. Merkez Bankası bunu farklı kredilemelerle sağlar. İnşaat müteahhitlerine artık emekten fazla kredi verseniz tüketim malları üretilmez, bu sefer açlık çekilir. İthalat ve ihracatla bu dengelenemez. Çünkü ancak ihraç ettiğin kadar ithal edebilirsin. Bunu gerçekleştirmek için inşaat işçilerinin ücreti sabit tutulur. Merkez Bankası müteahhitlerin çalıştırdıkları işçilere “resmi ücret” öder; Merkez Bankası elbette bankalar aracılığı ile öder ama kendi verdiği paraları öderler. Böylece işçiye daha çok ücret verildiği zaman halk üretime gider, üretimde iş kalmadı mı inşaata gider. İnşaat bittiği zaman yapı bankaya kalır. Müteahhide taahhüt payı ödenir. Yapı satıldığında müteahhidin kredisi yeniden açılmış oluyor.

Merkez Bankası döviz alırsa döviz kıymetlenir ve ihracat artar, döviz satarsa döviz ucuzlar ve ithalat olur. Merkez Bankası altın veya döviz alıp satarak ithalat ve ihracat arasındaki dengeyi sağlar. Merkez döviz alınca karşı devlete faiz ödemeye başlar. Altın alıp satması gerekir. Döviz alması ithalatı artırır, satarsa ihracatı desteklemiş olur. Normal olarak ithalat-ihracat dengeli olur. Bugün ülkemizin 500 milyar dolar borcu var; bunun sebebi Merkez Bankası’nın yanlış para politikasıdır. Merkez Bankası neden böyle politika güdüyor; eski uygulamaları bir tarafa, AKP döneminde bu neden yapılıyor?!. Neden?!.Bugün doları 2000 lira yapalım, bankamıza 500 milyar dolar gelir, borcumuzu öderiz. Ayrıca ihracat patlanması yapar, “denk bütçe” oluştururuz. Bu iş işte bu kadar basittir. Ama sömürü sermayesi bunu savaş sebebi yapabilir. Asker bunun için vardır, gerekirse savaşırız…

Merkez Bankası’nın bir görevi de vatandaşlar arasında kredileşmeyi sağlamaktır. Çobanlık döneminde insanlar haftada bir hayvan keserler ve komşularıyla bölüşür, öbür hafta da başkası keser ve bölüşürlerdi. Bu uygulama bugün bankaya para yatırmakla olmaktadır. Ben para yatırıyorum, alacağım malları başkaları alıp kullanıyor. Yani Merkez Bankası parayı öyle sürer ki insanlar daha çok alışveriş yapar veya daha çok borç verir. Bu ülkenin kalkınmasını sağlar. Bunu başarmak diğerleri kadar kolay değildir. Bankalar mevduat kabul eder. Kredi açar. Reeskontla Merkez Bankası buna katılır. Yüzde seksen o verir. Bu uygulamayla ülke içindeki kredileşmeyi desteklemiş olur. Bugünkü merkez bankaları faizli krediler açmakta, faizleri yükseltip düşürmektedir. İslâm’da faiz haramdır; “faiz” yerine “selem ve kredileşme sistemi” uygulanmaktadır. Meselenin asıl özü budur.

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3488 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2677 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2651 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2166 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2542 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2565 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2300 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2204 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2617 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2496 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 2005 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2362 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2311 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2459 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2455 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2416 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3066 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2689 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2684 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2765 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2972 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3048 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3448 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5509 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3570 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3096 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3885 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3736 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3443 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3896 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3853 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4134 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4667 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3986 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3869 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2882 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2969 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3975 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7762 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5643 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4197 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3599 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3740 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4760 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4477 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4770 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4690 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4846 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4571 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3420 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4494 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3646 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5198 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3874 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5185 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5047 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4958 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3565 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3496 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3707 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5194 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4224 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5456 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4104 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5292 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4489 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4444 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4597 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4790 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5345 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4134 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5283 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4548 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3864 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4413 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4615 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4147 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4121 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4105 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4560 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5672 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9865 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4675 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3726 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3876 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3369 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3404 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3762 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5727 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4265 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3462 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler