1967...1968...1969....AKEVLER 44 YILDIR ÇALIŞIYOR....2009...2010...2011
BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
ADİL DÜNYA DÜZENİ 595
“ADİL DÜNYA DÜZENİ III. BİN YIL MEDENİYETİ PROJESİDİR.”
“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)
Haftalık Seminer Dergisi; 595. Hafta 22 Ocak 2011 Fiyatı: www.akevler.biz’e tıklamak!
BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR.. ÇOĞALTABİLİR.. DAĞITABİLİRSİNİZ...
“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 595. SEMİNER
“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)
“İ L İ M TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00-21.00 saatleri arasında okunup tartışılmaktadır...
Gayemiz: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada OKUNMASI, ANLAŞILMASI VE UYGULANMASIDIR. Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL
***
*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;
“ B A L ” FİLMİ, SİNEMA VE
HAKAN KANDAL’a TAVSİYE
M. ADİL AKTUĞ
***
*ÜSKÜDAR SEMİNERLERİ; 144. SEMİNER
Her Hafta ÇARŞAMBA akşamı; Adres: EMİNEVİM, Kısıklı Cad. No: 36 Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL Tel: (0216) 444 36 46
SOHBET… SEMİNER… SORULAR-CEVAPLAR…
***
Vergi+Faiz+Benzin!!!
Vergi+Faiz+Ekmek!!!
Yiğit Mücahit M. Adil Aktuğ-1
Yiğit Mücahit M. Adil Aktuğ-2
Vergi+Faiz+Benzin!!! Ve ZAM+ZAM+ZAM!!!
İbadet şuuruyla “EKONOMİ” çalışmak…
Adil Ekonomik Düzen’in yararları
Reşat Nuri EROL
***
MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 3
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَوْفُوا بِالْعُقُودِ أُحِلَّتْ لَكُمْ بَهِيمَةُ الْأَنْعَامِ إِلَّا مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَأَنْتُمْ حُرُمٌ إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ مَا يُرِيدُ (1) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَائِرَ اللَّهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَائِدَ وَلَا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَانًا وَإِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُوا وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَنْ صَدُّوكُمْ عَنْ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَنْ تَعْتَدُوا وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ(2)
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللَّهِ بِهِ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّطِيحَةُ وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ إِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَأَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْأَزْلَامِ ذَلِكُمْ فِسْقٌ الْيَوْمَ يَئِسَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ دِينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِي الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمْ الْإِسْلَامَ دِينًا فَمَنْ اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِإِثْمٍ فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (3)
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ
(XurRiMaT GaLaYKuM)
“Size haram kılınmıştır.”
Haram edilen var, helal edilen vardır. Emredilen var, nehyedilen vardır.
Bu kelimelerin Kur’an’dan önceki mânâları ile Kur’an’dan sonraki mânâları aynı değildir. Kur’an bunlara şer’î mânâlar yüklemiştir.
Helal ve haram ittika ile ilgilidir. Allah’a inanmış, şeriat kitabı olan Kur’an’a veya Tevrat’a inanmış insanların uymaları gereken hükümleri içermektedir. Nehy edilen ve emredilen, İslâm düzeninde olan ve herkesin uyması gereken hükümleri içerir. Hırsızlık yasaktır, hırsızlık yapan kimsenin elini keseriz. Domuz eti haramdır, biz onları yani domuzları (üretenleri ve satanları) korumayız ama yapanlara da ceza vermeyiz.
İslâm tarihinde bir şeyi anlayamamışlar. O da şudur. Şeriatın hükümleri içtihada dayalıdır ve her bucak ayrı şir’a/şeriat sahibidir. Devlet güvenliği korumakla yükümlüdür. Merkez bucaklarının yönetimi ona yani devlete aittir ama taşra illerin bucaklarına ve taşra bucaklara devlet karışmaz. Her bucak kendi kitabını, kendi düzenini kendisi kurar; biz onların kanunlarına karışamayız. Biz mü’minler de kendi bucağımızı kurarız. Kendi bucağımızın hükümleri de bize aittir. Burada konan hükümler bizim bucağımıza aittir. Kendi bucaklarında onlar kendi şir’alarını/şeriatlarını uygularlar.
“Allah haram etti” denmiyor da “size haram edilmiştir” deniyor. Burada “Allah haram etti” denseydi, ya topluluk size haram etti demiş olurdu ki, topluluk topluluğa haram etmiş olurdu mânâsı olamazdı. “Allah size haram etti”den maksat olarak eğer âlemlerin rabbi Allah kastedilseydi, bu sefer de bizim bu haramlara uymayanlarla birlikteliğimiz olmazdı. Oysa “haram olundu” deyince, mü’minlerin kendi bucaklarını tesis ederken bu hükümlere uymaları gerekir. Mü’minler bucak kanunlarını yaparken bu âyetlere uymaları gerekir. Ama uymayıp da kendi keyiflerine göre kanun yaparlarsa o da hukuken geçerlidir demektir.
Bu konu da “usul”de iyi anlaşılması gereken bir konudur.
Önce haram ile yasağın ayırt edilmesi gerekir.
Haram dinîdir, yasak ise kazaîdir yani yargı denetimindedir.
İkinci ayırt edeceğimiz nokta; bazı haramlar vardır ki biz onu devlet olarak korumayız. Bazı yasaklar vardır ki onları yapmak haramdır ama devlet onları korur. Mesela şarap devletçe korunmaz ama bira korunur, ne var ki içilmesi mekruh olabilir. Mekruhun mânâsı budur. Haram olduğu halde kanuni geçerliliği olan hükümlere “mekruh” denmektedir.
Haramlar bucaklarda teşri edildikten sonra o bucak o haramı korumaz. Bizim bucağımıza gelen misafirlerin yani başka bucaktakilerin haramlarını kendi bucaklarında haram değilse, anlaşma gereği biz onu koruruz. Bizim bucaktan gidenlerin de oraya girmelerine izin verilirse korumak durumundayız.
“Size haram kılınmıştır” denmekle bize emretmektedir. Diğer bucaklara karışma yetkimiz yok demektir. İnsanlar hür yaratılmıştır. Kendilerine yol gösterilmiştir. İster uyarlar, ister uymazlar. Ne var ki önce aşiretler hâlinde, sonra kabileler hâlinde teşkilatlanmışlardır. Her kabile kendi hukukunu kendisi ortaya koyar. O bucağın kanunlarına uymak istemeyenler başka bucaklara göç ederler; “Adil Düzen” de “Hicret Demokrasisi” vardır.
Merkez bucakların hukukunu ise taşra bucaklarının temsilcileri koyar, yani meclisleri koyar. Merkez bucaklara gelenler onların koyduğu şir’aya uyarlar. Yani taşra bucakları vardır, kendi hukuklarını kendileri koyarlar. Ayrıca il ve ilçe bucakları vardır. İl merkez bucağı ümmü’l-kuradır. İlçe bucakları havlinde olan bucaklardır. Onların kanunlarını il merkezinde bulunan taşra bucaklarının gönderdiği temsilciler yaparlar. Devlet merkez bucakları vardır. Bir de insanlık merkez bucakları vardır. İnsanlık merkez bucağının kanunlarına oraya gelen tüm insanlar uymak durumundadır.
الْمَيْتَةُ
(eLMaYTaTu)
“Meyte”
“Meyte” kış uykusuna yatmış yılandır, “Hay” ise kış uykusundan uyanmış yılandır.
İnsan için “mevta” veya “meyyit” kullanılır. Masdarı “mevta”dır. Kanı akıtılmadan ölmüş olan kanlı hayvanlara “meyte” denmektedir. Kanı akıtılarak öldürülenlere “mezbuh” denir, yahut “zekiy” denir. Türkçedeki “zeki” de aynı kelimedir.
“Meyte”yi kanı akıtılmadan öldürülen şeklinde yorumluyoruz. Kelime mânâsı ise kendi kendine ölen demektir. Zebh edilmiş olan da kanı akıtılmış anlamında kullanılıyor. Genel mânâsı ile insan tarafından öldürülen anlamını verebiliriz.
Şimdi, bundan önce “en’amın behimesi helal kılındı” diyor, sonra “haramda iken avlanmayınız” buyuruluyor. Buradaki “meyte”den maksat haram olan hayvanların meyteleri değil, helal olanların meyteleri olması gerekir. İşte, yukarıda hayvanların behimesi size helal kılındı dendiği halde, orada mutlak iken, burada takyid edildi. Ancak meyte olmayan behimeleri helal kılındı denmektedir.
İşte buna “tahsis” denmektedir.
Biz Kur’an’da mevcut olanları sıra gözetmeden tahsis ediyoruz. Nesh kabul etmiyoruz. Sıra gözetmiyoruz, çünkü Kur’an sıra ile inmemişdir. İnse bile hepsi birden geldiği için tahsisin önce veya sonra olması bize bir şey ifade etmez. Bir sûre içinde bu tahsisi hiç yapmayız. Sûreler arasında yapabiliriz. Onu da ancak Kur’an’daki sıraya göre yaparız. Şimdilik usulde bu sırayı kabul etmiyoruz. Önce veya sonra yazılmış olması âmmın nesh olduğunu ifade etmez. Sıra ile neshi kural kabul etseydi yine de Allah önce hâssı sonra âmmı getirip bizi tereddütlere sokmazdı. Burada âm öncedir, hâs sonradır.
Bizim usulümüzde istisna edilenlere kıyas yapmıyoruz ama tahsis ve takyid edilenlere kıyas yapıyoruz. Memelilerin behimesi helal kılındı diyor. Onlar için meyteleri de haram kılındı diyor. En’am asıldır. Kuş, kertenkele, kurbağa ve balık ise en’am değildir. En’amı memeliler olarak anladığımız takdirde kuşları memelilere benzeteceğiz. Bu sefer kuşlarda da zibhi esas alacağız. Balıklarda ise zibh sözkonusu olmamaktadır. İcma ile sabittir. Kuşlarda zibh olduğu da icma ile sabittir. O halde illet olarak öyle bir şey seçmeliyiz ki balıklarda olmamalıdır, kuşlarda olmalıdır.
Bunun için memelileri tasnif etmemiz gerekir. Zibh kan akıtma ile olduğuna göre kanla ilgili tasnif yapmalıyız. Kalbine göre memeliler önce iki sınıfa ayrılırlar. Kalbi dört gözeli olanlar vardır. Bunlar karbondioksiti yüklenmiş pis kanı kalbe getirirler. Ciğerlere gönderir, orada temizlik yaptırırlar. Karbondioksiti verir, oksijeni alır, yine kalbe getirir ve vücuda gönderir. Memelilerde, kuşlarda, sürüngenlerde böyledir. Kurbağalarda kalb tam olarak dört parça değildir. Üç gözeli denebilir. Balıklarda kalb ise iki gözelidir. Şimdi buna göre dört gözeli hayvanların etleri de kıyasla helaldir. Ancak bunlar da etobur sınıfına konmamalıdır. Bunların kesilmesi de meşrudur. Kalbi iki gözlü olan balıkların eti helaldir. Kurbağaların eti de kıyasla helaldir. Bunların etobur olup olmamasına bakılmaz. Kıyas yoluyla kurbağaları da balıklardan sayar etlerini helal kılarız. Besinleri ne olursa olsun helal sayılırlar. Ne var ki bunların kavmin yiyeceği olması şartı getirilebilir. Kurbağalar balıklara benzetildiği için kesim aranmaz.
Şimdi illet olarak kanın akıtılmış olup olmadığı sözkonusudur. Normal durumda hayvan boğazından kesilecek, demi mefsuh kan dışarı çıkacaktır. Kan içerde kalmamalıdır.
Bu illettir.
Bunun hikmeti nedir?
Hikmeti bilirsek illeti tesbitte kolaylık sağlarız. Kan vücuttaki zehirli maddeleri alır, ciğere getirir, böbreğe götürür ve temizletir. Kan zehirli maddeleri taşıdığı için pistir. Hücreler zehirli maddelerle fazla temasta kalırsa onları emer, hücreler de zehirlenir. Kan yüzdesi az olunca hücreler o maddeleri dışarı atarlar. Ayrıca kanın yüzdesi az olduğu için kirlenme olmaz.
Demek ki kesimin hikmeti etteki kan nisbetini azaltmaktır. Hamr ayetinde ismi nef'inden ekberdir diyerek nisbeti esas aldığına göre, burada da nisbet azaltılmış oluyor. Biranın da az alkolden dolayı haram olmamasının illeti burada teyit edilmiş olmaktadır.
Demek ki burada ciğerle soluyan, böbrekleri olan hayvanların etobur olmayanlarının etleri yenecektir. En’amın behimesi ile sabit olmaktadır. Ama bunlar kesilecektir.
Şimdi, zamanla bozulmuş maddeler de haramdır, yenmeyecektir. Bu bozulma kesilmemiş hayvanlara kıyas edilerek tesbit edilecektir. Boğulmuş hayvanın eti alınarak zehirli maddelerin miktarı tesbit edilecek. Kesilmiş hayvanın eti alınarak zehiri tesbit edilecek. Kesilmiş hayvandaki zehir miktarından az olanların yenmesi helaldir. Kesilmiş hayvanın zehrinden fazla zehir ihtiva edenler haram olacaktır. Onların arasında bulunanlarda kavmin yiyeceği ilkesine uyulacaktır. Midesi alışanlar yiyebilecektir.
Balıkların etleri helaldir. Kuşların ve sürüngenlerin etleri memelilere benzer oldukları için canlıyı parçalayan etobur değilseler yenebilecektir. Aradakiler kavmin yiyeceği ilkesi ile çözülecektir. Hayvanlardan besin olan her şey bu hükme tâbidir. Derinin kullanılması haram değildir ama sütün içilmesi haramdır. Yağı da haramdır.
وَالدَّمُ
(Va elDaMa)
“Ve kan”
“Dem” kan demektir. İçinde akyuvarlar vardır, alyuvarlar vardır. Ama kanın rengini veren alyuvarlardır. Akyuvarların sayısı arızalı durumda, hastalıklı durumda artmaktadır.
“Kan” burada mutlak olarak zikredilmiştir. Halbuki başka yerde “mesfuh dem” diye zikredilmiştir. Kan burada marife olarak getirilmiş, orada nekre getirilmiş, ancak buradaki demden bahsetmiştir. Bunlardan başkasını haram olarak bulamadım denmektedir. O halde o dem bu demdir. Dolayısıyla bu demin hâli olarak zikredilmiştir.
Hangi kan haramdır?
Kalpteki, atar ve toplar damarlardaki kan haramdır, kılcal damarlardaki kan değildir. Kesilmiş hayvanın yenebilir bütün yerleri helal olduğu halde mesfuh olan kan helal değildir. Demek ki helal olanın içinde bazı yerler helal değildir. Hayvanın midesindeki pislikler haram olduğu gibi eğer kan kadar zehiri bulunan başka organ varsa o da haram olmuş olur.
Kanın zikredilmesinin başka hikmeti de vardır. Yiyeceklerde canlı hücreler bulunur. Bunların türü ve yüzdesi olarak o besin de haramdır. Bunun yüzdesini tesbit etmek, şu kadar kolisi bulunan su içilmez diyebilmemiz, bir yüzde tesbit etmemiz gerekir.
Şimdi sömürü sermayesi kendi ürettikleri mamulleri satmak için halkın gücüne bakarak bir yüzde koymakta, biz de ona uymak zorunda kalmaktayız.
Anadolu’da içilen suların yüzde sekseni içilmez durumda. Oysa orada da kavmin yiyeceği usulünü uygulamamız gerekir. Suyu renklendirmeye başladığı andaki demi mefsuhta bulunan hücre sayısını koli için kıyas alabiliriz. Zehirsiz hücreler için kıyas olarak alabiliriz. Zehirli olanlar için zehirlilik derecelerine göre yoğunluğu düşürürüz. Bir hücre olsa bile eğer suda çoğalmasına imkan veriyorsa o haram olmuş olur.
وَلَحْمُ الْخِنزِيرِ
(Va LaXMu elPıNZIyRi)
“Ve hınzırın lahmı.”
“Hınzır”ın kendisi değil lahmı/eti haramdır. Dolayısıyla kılları ve yenmeyen diğer yerleri, yağları alınmış deri ve kemikler helaldir demektir. Ancak besin olanlar kıyas yoluyla haram edilmiştir.
Bunun hikmeti nedir, illeti nedir?
Bunu anlayabilmemiz için canlılardaki besin zincirini bilmemiz gerekmektedir. Besin, dışarıdan alınan organik maddelerin mide ve bağırsaklarda parçalanarak moleküller hâline indirilmesi şeklinde olur. Ancak bundan sonra kana karışabilmektedir. Alınan organik maddelerin parçalanması için mide ve pankreas enzimleri salınmaktadır. Bu enzimler ancak o canlının besini için salınır. Mesela, ipek böceği dut yaprağını yer, midesi onu sindirecek şekilde yapılmıştır, ona göre enzimler salmaktadır.
Şimdi, eğer besin olmayan maddeleri yersek midemiz sindiremez, tekrar dışarıya atarız. Eğer bize yakın canlıların etlerini yersek, mesela insan etini yersek, bunu sindirirken midemizi de sindirir paramparça eder. Bu sebepledir ki her canlı için ayrı besin var edilmiştir, onlar o canlılarla beslenirler. Aynı tür canlılar birbirlerinin etlerini yemezler. Haram olan akraba ile evlilik gibi yakınların etlerini yemek de zararlıdır.
Besin zinciri şöyle oluşmaktadır. Otlar vardır. Bunları hayvanlar yer. Bu hayvanların işkembeleri vardır. Selülozu sindirerek yiyebiliyorlar. Geviş getiren çift parmaklı hayvanlar bunlardandır. Sonra etoburlar vardır. Bunlar bir üst canlılardır. Bunlar da ot yerler ama midelerinde işkembe yoktur. Otları da seçerek yerler. Bunların üstünde meyvecil hayvanlar vardır. Bunlar ot yiyemezler, mideleri sindiremez. Meyve ve sebzeleri yiyebilirler. Bunlar pişmiş et ve bazı böcekleri yiyebilirler. Bundan sonra leş yiyenler vardır. Av yakalayıp parçalayamazlar ama ölmüş hayvanların etlerini yerler. Bunlar meyveleri de yiyebilirler. Bundan sonra en yukarıda yırtıcı hayvanlar vardır. Bunlar canlı hayvanları yakalar ve yerler. Bunlardan aynı türde olanlar birbirlerini yiyemezler ama başka türde olanları en üst seviyede oldukları için yiyebilirler. Bunların ölülerini ise bakteriler çürütürler. Bitkilerin odun kısımlarını da onlar çürütürler.
İşte; insan, domuz ve maymun gibi meyvecil varlıktır. Bunların mideleri birbirlerini yemeye göre var edilmemiştir. Domuz sınırdadır. Maymun gibi meyve yiyenler kıyas yolu ile haramdır. Ayı, köpek gibi leşçi veya daha yukarıdaki hayvanlar ise evleviyetle haramdır.
En’amın behimesi helal kılınmış, domuz haram kılınmıştır.
Besin zinciri bunların arasında olanlar için başka kural getirilmiştir; bu da kavmin yiyeceği olma ilkesidir. Hazreti Peygamber kavmimin yiyeceği değildir diye keler (kertenkele) etini yememiş, haram da değildir demiştir. Ayrıca Kur’an’da İsrail oğullarına İsrail’in haram ettiğini haram ettik diyerek kavmin yiyeceği olmayı tahsis etmiştir. Yani burada sünnet Kur’an’ı açıklamaktadır, bizi bağlar.
Bunun hikmetini anlatabilmem için bir tıp kitabında okuduğum tesbiti naklediyorum. Organ naklinde tek yumurta ikizlerinin organları birbirine nakledilir. Yumurta ikizi olmayanlarda daha zordur. Bunun dışında yeni doğan ve ana sütünden başka besin almayanların organları nakledilebiliyor, yabancılık hissetmiyor. Asıl önemli olanı, bu dönemde organ nakli gerçekleşmiş olanlar arasında artık ileri yaşlarda da organ nakledilmekte ve dışlanmanın olmamasıdır. Demek ki ilk yaşlarda alınan besinler vücuda beslenme talimatı vermektedir. Süt kardeşlik de bu hikmete dayanmaktadır.
İşte, kavmin yiyeceği budur. Eğer yeni doğan çocuklara bu besini yedirirsek, sonra o besin onlar için kavminin yiyeceği olur. Böylece domuz eti de besin zinciri içindeki yere göre helal ve harama bir örnektir.
Burada geçmeyen şarap benzeri içkiler zikredilmiyor. Onlar zehirlemede değil de sarhoşlukta örnektirler. Ancak katı, sıvı ve canlı için bu âyette örnekler verilmiştir. Ama gaz için yani hava kirliliği için verilmemiştir. Onu alkol yüzdesi ile tesbit edeceğiz. Kokusunu hissettiğimiz miktar onun verdiği zarar kadar zarar veriyorsa o yerde oturmak haram olur. Hava kirliliği için de kıyasımızı ona göre yapacağız.
Sömürü sermayesinin satışlarına göre ayarlama yapmamalıyız.
Kendimizi tembelliğe ve çok sağlıklı şartlara göre değil, doğal şartlara göre ayarlayacağız. Temiz olacağız ama titiz olmayacağız. Mutfakta abdest almayı kendi kafamızdan yasaklamayacağız. Kaldı ki ayak da yıkanmıyor. Helalı haram kılmak, haramı helal kılmak kadar meşru değildir.
وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللَّهِ بِهِ
(Va MAv EuHilLa LiĞaYRi elLAHi BiHIy)
“Ve onunla Allah’ın gayrine ihlal edilen de size haram kılınmıştır.”
Bundan önce sayılanlar biyolojik zararı olanlardı.
Bundan sonra sayılacaklar sosyolojik zararı olanlardır.
“İhlal etmek” demek, hilal zamanı takdis etmek demektir.
Avcılık döneminde avcılık geceleri ay ışığında yapılırdı. Bu sebeple yeni ay zamanı dinlenme zamanı idi. Onların hayatları aya göre düzenlenmişti. Başlangıçta hafta da böyle idi. Ayın ilk haftası ve son haftası bekleme günlerini içerir, ortadaki iki hafta ise avlanma zamanı olurdu. Avcılık döneminin en zor günü ayın ilk haftası olurdu. Son haftasında üçüncü haftanın avlarından yararlanılırdı. Ayın ilk haftası ise etlerin hiç olmadığı günlere rastlardı. Bunun için bazı sistemler geliştirmiş olmalılar. Buzlukta ve serin yerde bekletmek. Kurutmak. Hayvanı hapsedip ay başında kesmek. İşte bu gelenek çobanlık döneminde de devam etmiş, ay başında hayvan kesmek ibadet sayılmıştır. Bugün hafta 7 gün olarak kesinleşmiştir. Artık aylara göre değişmiyor. Ama biz Cuma günleri ibadetlerimizi yapıyoruz.
“Allah’ın gayrisine ihlal etmek” demek, topluluğun gayrisine ihlal etme anlamını da taşır. Yani kralın veya kamunun adına kesip ona vermek. Kişileri topluluğun üstüne çıkartmak. Şirkin mânâsı budur.
Allah insanın cüz’î iradesini yok eden her türlü geleneklere karşı yasaklar koymuştur. Bu tür davranışların kökünden söküp atılması için bu şekilde kurban edilen hayvanların etleri de haram edilmiştir. Tekelleşen malları buna kıyasla haram sayabiliriz. Tekelleşen mallar artık topluluğun çıkarına değil, sermayenin çıkarına düzenlenmektedir.
Bugünkü ilaç tekeli böyledir. İlaçlar bir taraftan hastayı iyi ederken diğer taraftan hastayı devamlı hastalığa sürüklemektedir. Koka kola haram değildir ama eğer bir sermayenin tekelinde ise haramdır. Çünkü Allah’ın gayrisi için ihlal edilmektedir.
Bugünkü şirk karşılıksız paradır. Para bugün her şey olmuştur. Bazı tekellerin sömürme aracından başka bir şey değildir. Karşılıklı parayı çıkarmak tevhittir.
Buradaki “Mâ” mâ-i umumidir. Sonra hayvanın kesilmesi değil, onunla Allah’tan başkası takdis ediliyorsa o da haramdır. Bundan önce Allah azabı şedit olandır ifadesi geçmişti. Semavat ve arzın rabbinden bahsedilmişti. Burada ise topluluktan bahsedilmektedir. Topluluğun çıkarı yerine tekelin çıkarı esas alınıyorsa ligayrillahi ihlal edilendir. Bugün sermayenin kârını yükseltme üzerine kurulmuştur ekonomi. Bunu işçinin emeğine ve üretime çevirdiğimiz zaman şirkten kurtuluruz.
Bundan önce ölü, kan ve domuz harfi tarifle getirilmiştir. Burada ise ism-i mef’ullerle getirilmiştir. Bunlar da dört adet sayılmıştır.
İlk üçü ism-i mef’ul, sonuncusu sıfat-ı müşebbehedir. Bu gruplar birinci gruplarda farklı sayılmıştır. Allah’ın gayrinde ihlal edilenlerdir. Bunların meyte dışında hem de dört defa ayrı ayrı sayılmasında önemli hikmet vardır.
وَالْمُنْخَنِقَةُ
(Va eLMuNPaNıQaTu)
“Ve inhınak etmiş.”
Delik demektir. Yahut ucunda halka bulunan ip demektir. Onunla hayvanı boğarsınız.
Boğularak öldürülmüş hayvanın eti yenmez. Kesilip kanı akıtılmış olması gerekir.
Yukarıda “meyte” denmiş yani kendi kendine ölmüş havyandan bahsedilmiştir. Burada zibhden başka şekilde öldürülen hayvanlardan bahsedilmektedir. Boğulmuş hayvanın eti de yenmez. İnfial bâbından getirilmiştir. Hayvan bazen başını bir yere sokar, kendisini kurtaramaz, ölür. Böyle bir hayvanın eti kesilse de yenmez. Çünkü ölecek hâle gelen hayvanda yeteri derecede toksin etlere yayılmıştır.
وَالْمَوْقُوذَةُ
(Va eLMaVQUvZaTu)
“Ve vakz edilmiş.”
Kemikleri kıracak şekilde dövmek veya ağır hasta olmak. Bu şekilde hasta olan hayvanın eti de kesilmiş olsa dahi yenmez. Bu dört özellik şudur. Hayvan kesilse bile, hastalığı veya başka sebeplerden dolayı eti yenmez. Hayvanları örnek olarak vermektedir. Dört ayrı hayvanı misal olarak vermiş olmasının sebebi, her birinde illetin başka olmasıdır.
Diyelim ki içerdiği mikroplardan dolayı bir hayvanın eti yenmez. Mesela şarbon hastalığı ile hasta olanın eti yenmez.
Diğer bir illet de toksin miktarının artmasıdır.
Başka bir sebep de dövülmüş ve pis kan oraya sürüklenmiş olabilir.
Bir başkası da herhangi bir sebeple derisinde ağır hasarlar oluşmuş hayvanlardır.
Bunları bizim tahlil edebilmemiz için derin biyoloji ve patolojik bilgilere sahip olmamız gerekir. Bir “Kur’an Üniversitesi” kurulmalıdır. “Kur’an Üniversitesi”nde bütün ilimler tedris edilmelidir. Üniversitenin gayesi Kur’an’ın müsbet ilimlerle anlaşılmasıdır. Ondan sonra da bunlara dayanarak fıkıh yapılmalıdır.
وَالْمُتَرَدِّيَةُ
(Va eLMuTaRadDiYaTu)
“Ve tereddi edilmiş”
“Tereddi etmek” yuvarlanmış demektir. Yuvarlanmış hayvanın etleri dövülecektir, ezilecektir. Yetişip de kesseniz bile etleri zehirlenmiş olduğu için yenmeyecektir. Yuvarlandığı zaman hayvanda meydana gelen korku onda zehirli salgılar salmış olabilir.
وَالنَّطِيحَةُ
(Va elNaOIPaTU)
“Ve dövüşmüş.”
Dövüşen hayvanlar vardır. Ölecek hâle gelmişlerdir. Bunları kesseniz de yenmez. Hayvanları dövüştürerek sonra da ölecek hâle geldiklerinde kesmek ve etini yemek meşru yapılmamıştır.
İnsan zaten etobur değildir. Zoraki olarak kendisine gıda yapılmıştır. Onun için çok hassas olunması gerekir. Burada sayılan dört vasfı müşahhaslaştırmak gerekir.
a) Hayvanın boynuna ip bağlayıp onu boğulacak kadar çektikten sonra yarı ölü halde iken kesmek suretiyle elde edilen et haram kılınmıştır. Hayvanı bayıltarak öldürmek de buna kıyas yapılabilir. Uyuşturucu madde ile hayvan bayıltılıyor, sonra kesiliyor. Bunun üzerinde şu araştırmaların yapılması gerekir. Önce kalp atışlarında bir değişiklik yapılmakta mıdır? Kan dolaşımını aksatmakta mıdır? Böyle olan hayvanın eti yenmez. Sonra uyuşturucu maddenin hücrelere etkisi nedir? Sadece uyku hâlindeki durum mu, yoksa onlarda da değişiklik yapmakta mıdır? Bunun üzerinde durulmalıdır.
b) Hastalanmış bir hayvanın eti yenir mi? Bir hastalık istihsanla asıl olarak kabul edilecek ve etkisi o hastalık kadar veya daha fazla olanların eti yenmeyecektir.
c) Dövülmüş, yuvarlanmış, sürüklenmiş hayvanlardaki et morarmaları da o hayvanın etinin yenmemesi anlamına gelir. Bunun için hayvanın bedeninde meydana gelecek değişiklik esas alınarak ona göre bir miktar tesbit edilecektir.
d) Yorgun hayvanın da kesilerek eti yenmez. Demek ki hayvan kesilmeden önce dinlendirilmelidir. Uygun şekilde yatırılmalıdır. Yatırdıktan sonra bekletilmelidir. Tekbir şartı bunun için gerekmektedir.
Kurban bize hayvanların nasıl kesileceğini öğretmektedir.
Burada da hangi şekilde ölen hayvanların etlerinin yenmeyeceği bildirilmiştir.
وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ
(Va MAv EaKaLa elSaBuGu)
“Ve sebuun eklettiği.”
Yırtıcı hayvanlar eğer kısmen yemişse, hayvan sağ olsa da, biz onu kessek de onun eti yenmez. Yırtıcıların yaraladığı veya öldürdüğü denmiyor, eklettiği deniyor. Yabani hayvanın öldürdüğünde de diğer ölüm şekillerindeki mahzurlar söz konusudur.
Bununla beraber, bizim için avlayan köpek ve şahinlerin avlaması helal olmuş olur.
Burada işaret edilen nedir?
Önce hayvan onu kendi yemesi için avlamayacaktır. Bu suretle yakalanmış bir hayvanı elinden alıp kesmekle hayvan temiz olmaz. Ancak onu yaralamadan, kanını akıtmadan elinden alırsak o zaman bize helal olur.
إِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ
(EilLAv MAv ZakKaYTuM)
“Sizin tezkiye ettiğiniz müstesnadır.”
“Zeki” kesilmiş, kanı akıtılmış hayvan demektir.
“Tezkiye etmek” kesmek, kanını akıtmak demektir.
Burada iki ana kural getirilmiştir. Biri onu yakalayan hayvanın onun etini yemeğe başlamamış olması gerekir. Etini koparmışsa ve kendisi yemişse, artık o hayvanı kessek de eti yenmez. İkincisi de, biz onun kanını akıtacak şekilde canlı hâlinde kesmemiz gerekir.
Bu tezkiye istisna edildiği için buna başka şey kıyas yapılamaz. Yani avlayan köpek veya şahin, yememek üzere kanını akıtsa bile hayvan kesilmiş olmaz. Çünkü burada “zekkeytüm” sözü ile siz tezkiye edeceksiniz diyor.
Soğuktan donarak ölen bir hayvanın eti yenir mi?
Bunlardan birisine kıyas edeceğiz. Örnek olarak munhanıkaya kıyas edebiliriz.
-Bir canlının ilk sorunu beslenme sorunudur. İnsanların da ana sorunu beslenmedir.
-Sonra giyim kuşam ihtiyaçları gelir.
-Ondan sonra barınma ihtiyacı gelir.
-Dördüncü olarak ulaşım ihtiyacıdır.
Beslenme nefes gibidir. Açlığa bir gün bile dayanamayız. O halde insan için en önemli sorun beslenme sorunudur.
İnsan meyvecil olarak yaratılmış ama ona et de helal kılınmıştır. İnsanı yaratan Allah’tır. Ona neyin rızık kılındığını bilen de elbette Allah’tır. Allah diğer canlılara ihtiyaçlarını açık bir şekilde bildirdiği için yani genlerinde kodlu olduğu için sorunları yoktur. Oysa insan evrimleşecek şekilde yaratıldığı için her konuda ona yenilik yapma imkanını vermiştir. İnsanlar başlangıçta ağaç yaprakları ile örtünüyorlardı. Bugün ise gelişmiş ve önemli seviyede tekstil sanayii vardır. Yiyeceklerde imkanlar bu kadar çok değildir. Ne var ki milyarları bulan canlı çeşidi içinde neyin bizim besinimiz olduğunu bilmek epeyce zordur.
Yeni bir canlıya rastladığımızda onun bize helal mı haram mı olduğunu bilmemiz önemini korumaktadır. Bir de onu elde etme ve yararlanma da ayrı bir konudur.
وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ
(Va MAv ZuBıXa GaLay elNuWuBi)
“Ve nusubda zibh edilenler de.”
Yukarıda Allah’tan gayrisine ihlal edilen denmişti. Orada kesilmesinden bahsedilmemişti. Burada nusubun üzerinde kesilenlerden bahsedilmektedir. Yukarıda bahsedilen zaman içinde kesmenin kutsileştirilmesidir. Burada da mekan içinde kesilmesinden bahsedilir.
“Nasb” dikili anlamındadır. Tanrılara adak adamak için özel yerler ayrılır ve buralarda onlara kurbanlar adanırdı. Orada kesilen hayvanlar da aynı şekilde haram kılınmıştır. İlhak edilen ile zibh edilen aynı illete tâbi görünüyor. O zaman bir illet için iki asıl zikretmez ilkesine bu yorum uymamaktadır. Burada ifade edilmek istenenlerin gerçek mânâsını kavramakta zorlanıyoruz. İhlal edilen ile zibh edilen arasında ne fark vardır?
Kur’an’da şirk şiddetle reddedilir. Bâtıl inançlara karşı şiddetle reddedilir. Bilhassa besinler üzerinde bu hususta dikkatimiz çekilir. Alusi’ye baktım. Onlar da buna temas etmiş ama çözümü açıklamamışlardır.
İhlal edilmiş demek, onunla ihlal edilen yani takdis edilen demektir. Orada hayvan mukaddestir. O hayvan aracı kabul edilerek dua edilmektedir. Hindistan’daki inekler gibi.
Burada bahsedilen ise alelade ineklerin kesilmesidir. Hayvan mukaddes değildir, hayvanın orada kesilmesi mukaddestir. Buradan öğrendiğimiz yiyeceklerden kimileri liaynihi haramdır. Kimisi ligayrihi haramdır. Haramlığın da iki tarafı vardır.
Alkolü ele alalım. Yakıttır, ispirto olarak kullanılmaktadır. Bir de içki olarak kullanılır. İspirto olarak imal edilen ve piyasaya yakıt olarak sürülen alkol pis değil ve onun alınması, satılması haram değildir. Oysa içki olarak hazırlanan bir malın alınması ve satılması haramdır. İkisi de alkoldür. Pazarlama şekli ve ambalaj şekli ile haramlık helallik ortaya çıkar.
وَأَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْأَزْلَامِ
(Va EaN TaSTaQSiMu Bi eLEaZLAMi)
“Ve zarlarla istiksam etmeniz.”
Zelem yontulmuş taş demektir. Taşı yontma fiili olur. Taştan yontulmuş kadehlere de zelem denmektedir. Şansı belirlemek için oluşturulmuş taşlar zelemdir. Bugün bunu zar olarak kullanırız. İnsanlar emeksiz birden zengin olmak isterler, okumadan âlim olmak isterler. İnsanlar kısmet çekerler. Türkçede ‘kısmetim bu imiş’ derler.
Kur’an zarlarla veya kura ile bölüşmeyi haram etmektedir.
Hadislerde peygamberin kısmet yaptığı yani kura çektiği ifade edilmektedir.
Fıkıhta kura ile çözülen hükümler çok azdır.
Biz bu âyete dayanarak kurayı kabul etmeyiz, her sorunu kurasız çözeriz.
a)İnsanlar ortaklaşa inşaat yapıyorlar, sonra kura çekerek daireleri taksim ediyorlar. Biz ise bölüşme sistemini geliştiriyoruz. Daireler belirlendikten sonra satılacaklara sorulur. Siz bütün dairelere kendinize göre değerler veriniz dersiniz. Herkes kendine göre değerlendirir. Ondan sonra herkesin dairelere verdiği bedeller yüzdeye oranlanır. Maliyet ile çarpılarak verdiği bedeller bulunur. Sonra hangi daireye en çok kim verirse o daire ona verilir. Artan miktara bölünür. Bunun anlamı herkese kendisinin verdiği değerden daha ucuz daire verilmiş olmasıdır.
b) Bir de mirasta istiksam yapılmaktadır. Memleketimde geliştirilen bir yol vardır. Büyük kardeş böler, ondan sonra en küçükten başlayarak seçerler. Bölüştürene en son kalan kalır. Haksızlık olmasın diye isteyen kardeş kendisi böler, öbürleri seçerler.
c)İstiksamda biri de eşlerle ilgilidir. Sefere giden bir koca sefere birini götürmek isterse kimi götürecektir. Burada kura hükmünü getirenler vardır. Biz bunu da kabul etmiyoruz. Sefere istediğini götürür. Sonra onunla beraber geçirdiği geceler kadarını diğer eşlere bölüştürür.
d) Nöbetler sıra ile yapılır. Sıranın nasıl yapılacağı hususunda da kurayı kabul etmiyoruz. Bunun için sıralama usulünü getiriyoruz. Birlikte iş yapanlar sıralama yaparlar, her biri kendine göre sıralama yapar. Tersleri alınır ve toplanır. Derecelere göre sıralanır. Bu sıraya göre görevler görülür. Önce örnek olsun diye birinci sırada olan yapar, sonra sıra ile devam ederler.
Birlikte araçlar veya evler alanlar da kura ile bölüşemezler. Önce alanlar kira kadar fazla öderler. En çok paya sahip olanlar önce alırlar.
ذَلِكُمْ فِسْقٌ
(ÜAvLiKuM FıSQun)
“Bu fısktır.”
Zarlarla bölüşmek fısktır. Günahlarında fısk olanların hükmü fasık olanların şahitliklerinin kabul edilmemesidir. Yani kamu görevini yapmazlar anlamındadır. Fısk fıtk gibi patlamak demektir. Meyveler fısk eder ve tohumları uzağa atarlar.
Yönetimde görev almak için fısk olan günahların işlenmemesi gerekir. Mesela zina yapanın şahitliği kabul edilmektedir ama zina iftirasının şehadeti kabul edilmemektedir.
İşte, zarlarla istiksam fazla günah olmayabilir. Ama zarlarla karar alan kimse şeriata göre değil de tesadüflerle hareket ettiği için, içtihatla değil de gelişigüzel hareket ettiği için kamu görevi yapamaz. Bu sebeple böyle yapanların kamu görevleri yasaklanmış bulunmaktadır. Bu tür kelimeler hep bir kuralı belirtmek için yapılır.
İstiksamın şehadete mâni olması için meslek hâline getirilmesi gerekir. Kumar oynayanların beyinlerinde zar atarak kaybetmek veya kazanmak olgusu yerleşir, artık ondan kendilerini kurtaramazlar. Kaybetseler bile devamlı kumar oynarlar. Kumara fakirler değil zenginler alışır ve müptelası olurlar. Onlar kazancın değil zarın esiri olurlar. Zarla hareket edenler artık düşünerek değil de oyunla hareket eder dururlar.
Başkasına sorup devamlı olarak onun dediği ile içtihat yapmadan hareket etmek de aynı hastalıktır. Kur’an bilemeyecekseniz sorun cevazını vermiştir. Dolayısıyla içtihadını yapacaksın ve ona göre hareket edeceksin.
Buradaki haramlığın illeti insanın iradesini körleştirmesidir.
İşçilik de buna göre haramdır. İşçinin de kamu görevlisi olması kabul edilemez. Bugünkü bürokrasi bunun için İslâmî değildir.
Görevli görevini kendi içtihadına göre görecektir. Amirine karşı değil de yargıya karşı sorumlu olacaktır. Kadrolu bürokratlarda kısmen durum böyledir. Oysa şimdi amirler işlerine son verebilsin diye sözleşmeli personel istihdam edilmektedir.
الْيَوْمَ
(EaLYaVMa)
“Bugün”
“Yevm” kelimesinin iki marife şekli vardır. Biri harfi tarifle getirip sonunda nun'un düşmesi ile oluşan marife, biri de tenvin nunu düşer ama başına el gelmez. “Yevme” şeklinde söylenir. “El-Yevm” bugün demektir. “Yevme” o gün demektir. Yani bulunduğun günden başka bir gün marife olarak kastediliyorsa “yevme” dersiniz, bulunduğunuz gün kastediliyorsa o zaman “el-yevme” getirilir.
Burada kastedilen gün hangisidir?
Kur’an’ın âyetini her okuduğunuzda yeniden nâzil olmaktadır. Ne var ki bazı âyetler o günün şartlarına uymaz, o takdirde yorum yapılmaz. O zaman o ifadeler müteşabihtir deyip geçilecektir. Bu âyeti bundan elli sene, hattâ yirmi sene önce okuduğumuzda, o günkü şartlara uymadığı için müteşabih deyip geçecektik. Bugün ise kâfirlerin meyus olduğu zamandır.
Bu âyeti bugün (2011) okuduğumuzda, yüz yıl önceki (1911) yılların günlerini daha iyi anlayabiliriz; geleceğin müjdesi olarak görebiliriz. Bu son seçimde AK Parti belki de yüzde ellilerin üstünde oy alacaktır, Saadet Partisi de barajı geçecektir. Böylece bizim düzenimize yani “Adil Düzen”e karşı gelenler meyus olacaklardır. Esasen bugün onlar meyus olmuşlardır bile. Türkiye’de İslâm düşmanı parti kalmamıştır. Dünyada dinsizliğin mucidi olan solcular da artık din düşmanlığından vazgeçmişlerdir.
Neden meyusturlar?
a) Türkiye’de elli senedir sürdürülen Millî Görüş ve Adil Düzen çalışmaları başarıya ulaşmış, anayasa ekseriyetiyle iktidar olunmuştur.
b) İran’da Humeyni inkılap yapmış, Şah/lık rejimi yıkılmış, dine karşı olanlar tarihten silinip gitmişlerdir.
c) Rusya’da Gorbaçov’un başlattığı dine dönüş Putin’le noktalanmış, Putin İslâm Konferansı’na üyelik için başvurmuştur.
d) Papa Avrupa Birliği’nde etkin olmuş ve İstanbul’a gelerek Sultan Ahmet Camii’nde dua etmiştir.
e) Amerika Birleşik Devleti’nde halk siyahi bir Müslümanın çocuğunu devlet başkanı yapmıştır.
Bu müsbet gelişmelerin yanında, gelişen müsbet ilimler bütünüyle Kur’an’ın bildirdiklerini onaylamıştır. Artık İslâmiyet’e bile bile karşı olanlar ümitlerini kesmiş durumdadırlar, meyusturlar. Mekke’nin fethi kadar ümitlerini kestikleri günlerdeyiz.
Bununla beraber bu âyet Veda Haccı’nda gelmiştir. O gün artık İslâm’ın mutlak zaferi ilan edilmiş olmaktadır. Ayrıca tarihte gelmiş olan İslâm dininin de mutlak hakimiyeti ilan edilmiştir.
يَئِسَ الَّذِينَ كَفَرُوا
(YaEiSa elLaÜIyNa KaFaRUv)
“Küfretmiş olanlar meyus oldular.”
İslâmiyet’e karşı olanlar iki gruba ayrılırlar.
Bunların bir kısmı bilmedikleri için veya İslâmiyet’e karşı olanlardan korktukları için İslâmiyet’e karşıdırlar. Bunlar mazurdur. Bunların sorumlusu biziz, çünkü henüz onlara tebliği ulaştırmadık.
Diğer grup ise bile bile, çıkarları sebebiyle İslâmiyet’e karşı olanlardır. Asıl kâfir olanlar onlardır, asıl meyus olanlar da onlardır.
Türkiye’de 28 Şubat Müdahalesi’ni yapanlar son darbeyi vurduklarını zannetmiş ve artık galip geldiklerini sanmışlardı. Beş senelik uygulama onları perişan etmiş ve kalelerini bir bir kaybetmişlerdir. Önce Türk ordusu onlardan ümidini kesmiş, yanlarında yer almamıştır. AK Parti’nin iktidar olacağı anlaşılınca seçimin yapılmaması için harekete geçmişlerdir. O zamanın Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'na, ‘Seçim olacak mı?’ diye sorulmuş, o da; ‘Seçim olacaktır, bu millet daima isabetli oy kullanmıştır.’ diye cevap vermiştir. Ondan sonra TÜSİAD’cılar diretmiş, ABD’ye gidip istimdat yapmışlar, umduklarını bulamayınca karşı olmaktan vazgeçmişlerdir. Sonra üniversite/ler direnmiş, direnmiş ama sonunda onlar da millî iradeye teslim olmuşlardır. Direnen son kaleleri ise yargı olmuştur. Seçim yapılmış ve onlar da yanımızda yer almışlardır.
Partiler içinde zaten İslâmiyet’e karşı olanlar olmamıştır.
مِنْ دِينِكُمْ
(MiN DİyNiKuM)
“Sizin dininizden”
“Din” düzen demektir, Arapçada düzen demektir. Düzeninizden meyus olmuşlardır. Sizin dininizi değiştireceğinizden yani onların düzenine gireceğinizden meyus olmuşlardır.
Akevler kurulduktan, Millî Görüşçüler siyasete girdikten sonra, onların özellikle uğraştıkları bir şey vardır: İman cihetinden biz Müslümanları yenemeyeceğiz, hiç olmazsa İslâm düzeni olmasın, “Adil Düzen” gelmesin, kuvvet ve zulüm düzeni devam etsin; bunun çabasına girmişlerdi. Tüm Müslümanları “Adil Düzen”e karşı ayağa kaldırmışlardı. Millî Görüş partileri de “Adil Düzen”i dışlamışlar veya en azından ihmal etmişlerdi. İstanbul’un tarikatları, İlâhiyatçılar ve diğerleri de bunların yanında yer almışlardı.
Erbakan’ın yeniden genel başkan (Saadet Partisi Genel Başkanı) olması ile bu küllendirme olayının sonuç vermediğini gördüler ve meyus oldular. Şimdi başka bir şey yapacaklar. Numan Kurtulmuş gibi acemilik yapmayacak, başka parti kuracaklar… Yahut kuramayacaklar...
Bu âyet bize bunu haber vermiştir.
“Dininizden” diyor.
Buradaki “dininizden” sözünün iki mânâsı vardır.
Sizin dininizden yani düzeninizden vazgeçmeyeceğinizi anlamışlardır.
Yahut dininizi/düzeninizi yenip galip geleceklerinden ümitlerini kestiler.
Bu seçim bu meyusluğun tamamen gerçekleştiği seçim olacaktır. Halkımız İslâm dinine yani İslâm düzenine oy verecektir. AK Parti’nin oyu artacak, inşaallah Saadet Partisi de meclise girecektir.
Bu yalnız Türkiye’de değil, bütün dünyada Hak düzene karşı olanların yenilmiş olması ve çekilmeleri demektir. Onlar artık bir şey yapacak halde değildir.
فَلَا تَخْشَوْهُمْ
(Fa LAv TaOŞaVHuM)
“Onlardan haşyet etmeyin.”
“Fa” harfi ile getirilmiştir. Madem onlar meyus olmuşlar, o halde size de cesaret gelsin. Artık onlardan korkmanıza gerek yoktur.
Evet, Müslümanlar korku içindedirler. Onlara hitap etmektedir.
Şunu sizlere haber vereyim ki; Akevler’dekilerin böyle bir korkuları yoktur. Onların böyle pasif durmaları tembelliğin ötesinde bir şey değildir.
Ama Müslümanlar korku içindedirler. Allah onlara hitap ederek korkmayın diyor.
Buradaki korku saygı ile birleşmiş olan korkudur. Onları kırmayalım, kaçırmayalım benzeri korkudur. Onların doğrudan hışmı olan korku değildir. Bilinç altına yerleşmiş olan ve saygıdan doğan korkudur. Örnek olarak Türk milletinin ordusundan olan korkusu böyledir.
Onun için “havf” değil de “haşyet” kelimesini getirmiştir.
Millî Görüşçüler korkmaktadır. Biri onlara korkmamaları gerektiğini bildirsin. “Adil Düzen” taraftarı oldukları halde “Adil Düzen” demekten korkuyorlar. “Adil Düzen” düşmanı ajanlar onları korkutuyor.
AK Partililer korkuyorlar...
- Korkmasınlar…
Hareket Partililer (MHP) korkuyorlar.
- Korkmasınlar...
CHP’liler korkuyorlar…
- Korkmasınlar…
Diğer partiler korkuyorlar…
- Korkmasınlar…
“Adil Düzen” tarafı ve taraftarı olsunlar.
وَاخْشَوْنِي
(Va iPŞaVNIy)
“Ve benden haşyet ediniz.”
“Adil Düzen” taraftarı olmazsanız, “Adil Düzen”i getirmek için çalışmazsanız, iyi bilin ki, bundan önce açıkladığımız Muhammed Sûresi’nde bildirilen gerçekleşir. Allah o âyette ne diyor: Sizi değiştiririz. Sonra onlar sizin gibi olmazlar.
Evet, artık takiyye yapmaya gerek yok, karşı taraf mağlup olmuştur. Onlar sinmiş ama bizim yanımızda yer almamışlardır. İlk yapılacak iş olarak davaları derhal durduralım, hep birlikte askeri ve siviliyle, Türkü ve Kürdü ile hep beraber “Adil Düzen”i öğrenelim ve muasır medeniyetin üstünde olduğumuzu insanlığa ilan edelim.
***
Dikkat: Âyetin bundan sonraki kısmı çok önemli olduğu için gelecek derse bırakıyoruz; devam edeceğiz…
الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمْ الْإِسْلَامَ دِينًا فَمَنْ اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِإِثْمٍ فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ(3)
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.biz (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-595/ADİL DÜZEN DERSLERİ-425 22 Ocak 2010
“ B A L ” FİLMİ, SİNEMA VE
HAKAN KANDAL’a TAVSİYE
Torunlarımın yanına gittim, bana “Bal” filmini seyrettirdiler...
Çağımızın büyük eğitim aracı ve aynı zamanda tebliğ gücü sinemadır. Basın artık yerini televizyona bırakmıştır. Ayrıca internete ve sinemaya dayanmaktadır. Bu amaçla ara ara seyreder, nerede olduğumuzu görmek isterim.
Bal filmi bir köyü konu almış, Karadeniz köylerinden birini konu almış. Bu seçim son derece yerindedir. Böylece o köyü tanımış oluyoruz, o hayatı öğrenmiş oluyoruz. Ayrıca yok olmakta olan eski hayatı da tesbit etmiş oluyoruz. Bu benim idealdeki sinema sistemimdir.
İkincisi ise kahraman olarak bir çocuğu seçiyor; çocuğun babasıyla, annesiyle, okuluyla olan ilişkileri işleniyor. Bu da yapılması gereken bir şeydir.
Yaşanan bir insan karakterin alıp işleyeceksiniz. Böylece insanı öğrenmiş olacağız. Seçilen konu ve olayın geçtiği yer olarak tam bir isabet vardır.
Bal filmi önemli bir festivalde birinci olmuş.
Ne var ki film tamamen sathî bir şekilde çekilmiş, hiçbir şeyi anlatmamaktadır. Köyü anlatmamaktadır. Yazı, kışı, yağmuru, seli, sineği, biti, ayıyı, kurdu, çeşitli yabani meyveleri, meyve ağaçlarını, inekleri, koyunları tavukları göstermemektedir. Biraz arıcılığa temas ediyor, ona da ruhsuz bir şekilde temas ediyor. Çocuk becerikli, rol oynadığı halde oynadığı oyun yaşanan hayat değildir. Benim çocukluğum, hattâ delikanlılığım öyle bir köyde geçti, orada evlendim; oranın hayatını yaşadığım için o hayatı iyi bilirim. Ben filmi seyrederken hiç de kendimi oradaymış gibi yaşayamadım.
Oradaki anne baba ilişkisi, oradaki gelin kaynana ilişkisi, oradaki komşu ilişkileri, oradaki sevgiler, oradaki kavgalar, oradaki ölümler doğumlar sinemada yok. Olması mümkün değildi. Ancak orada yaşamış ama oralı olmayan insan bu işi başarabilir.
*
Amerika’da olan torunlarıma sordum:
-Oradaki televizyonla buradaki televizyon arasında bir fark görüyor musunuz?
-Orada televizyonu seyreden Amerikalı yaşadığı hayatı görür. Burada ise sinema hayattan kopuk ayrı bir dünya!
*
Çalışma arkadaşımız Hakan Kandal Amerika’ya gidecek, orada sinema tahsili yapacak, Amerikan halkının hayatını perdeye alacak. Bize yabancı bir dünya yaşatacak. Amerikalıları da gösteremeyecek. Çünkü onların yabancısı.
Hakan Kandal’a söylediklerimi işittiremiyorum.
Size yazıyorum, siz duyurun diyorum.
*
Hakan Kandal iyi senarist olmak istiyorsa ne yapacak?
1- Her gün, haftada 7 gün, 6 gün değil 7 gün, bir saat binanın üst katında olan dairesinde çalışma yerimiz olan büroya inecek, alıcıyı kuracak; ben anlatacağım, o kayda alacak veya kameraya alacak. Ben ona iki sene memleketimi, çocukluğumu, orada geçen olayları yerleri ile anlatacağım. Bu bir belgedir. İleride insanlar değerlendirebilirler.
2- Sonra memleketimde ortaokul vardır. Oraya kendisini tayin ettirecek. Orada öğretmenlik yapacak. Benim altı odalı boş evim var. Ona 2000 lira kadar masraf yapacak. Sonra iki sene bedava oturacak. Yazın ziyarete gelen arkadaşları karşılayacak. Orada yaz kış kalacak. Oradaki insanlarla, benin kendisine anlattığım insanlarla diyalog kuracak. Benim hikayelerini anlattığım yerlere gidecek. Oranın filmlerini çekecek. Böylece benim anlattıklarımın yanında bizzat orada cereyan eden olaylar görülecek.
3- Bu arada bir senaryo tasarlayacak. Bir kahraman seçecek. Mesela, “Bal” filminde seçildiği gibi bir kahraman seçecek. Ama onu kısa ve atlamalı şekilde anne babasının evlenmeleri ile işe başlayacak. Yavru doğacak. Sonra çocuğun diyelim ki sekiz on senesi asıl konu olacak. Detayları ile anlatılacak. Ben kendi hayatımı anlatsam roman olur. Sonra o çocuk büyüyecek. Bunlar atılmalı kısa olarak. Bir sonuca bağlanacak. Burada seyircinin merakı temin edilecek. Ayrıca bir hayatın nasıl zorluklarla geçtiği, nasıl aile kurulduğu, nasıl torun sahibi olunduğu ortaya çıkacak veya nasıl bir iş sahibi olduğu ortaya konacak.
4- Bugün kentleşme devam ediyor. Köyler boşaldı. Tarım yapılmıyor. Türkiye borçlanarak yaşıyor. Ne zamana kadar borçla yaşayacağız? Dünya Türkiye gibi olunca insanlık ne yiyecek? İşte bu arada köylerin boşaldığı sorunu o filmde gerçek olduğu için görülecek.
Şimdi böyle mesela on dizilik bir senaryo hazırlanmış. Atlanarak birleştirilip bir saatlik olarak özetlenmiş. Yahudi’nin sermayesi ile yapılmadığından meşhur olup zengin olamazsınız. Belki beşyüz sena sonra bu film seyredilir.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.biz (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-595/ADİL DÜZEN DERSLERİ-425 22 Ocak 2010
M. ADİL AKTUĞ
7 Ocak 2011 Cuma günü sabaha doğru rüyamda şiddetli bir ses duydum. Yatakta gözlerimi açtım, tekrar kapadım; Merhume Eşim rüyamda ‘Cenaze mi var?’ diye sordu…
Adımla hitap ederek tekrar sordu: ‘Cenaze mi var?’
Tamamen uyandım.
Ses bir haberdir. Yorum da rüyada yapılmıştı. Cenaze olacak demekti.
*
Yazıhaneye indim, bilgisayarıma baktım, üç dört yerden mesaj gelmiş; Adil Aktuğ vefat etmişti. Değişik arkadaşlarımdan gelen mesaj benim cenazeye gideceğim beklentisi idi. Ben gidip gitmeme üzerinde tereddüt ettim. Önce uzak yerlere cenazeye gitme taraftarı değilim. Memlekette annem ölmüş ama ben gidememiştim. Cenazeye gitmek farzı kifayedir. Defnedilmesi için gereklidir. Duaya gelince, Allah her yerde duanızı işitmektedir. Son olarak kararımı verdim. Cumartesi Kur’an Seminerleri yapıyoruz. Birkaç kişiyiz. Bulunmamız farzı ayın. Pazar sabahları, Medhal Grubu ile işsizlik semineri yapıyorduk. Semineri ben veriyordum. Onları bekletmeye hakkım yoktu. Semineri yaptık. İşsizlik seminerine de gittim; baktım, üç kişi var! Onlar yapmamaya karar vermişler, benden olur bekliyorlarmış! İşimizin ne kadar zor olduğunu sizlere duyurmak için bunları yazıyorum.
Rüya aynen çıkmıştı... Merhume Eşim’in rüyamda tekrar tekrar ‘Cenaze mi var?’ diye sorması, haberin birkaç yerden geleceğini anlatır. Rüyayı umursamayanlara taze delil olsun diye meselenin bu yönünü de anlatmış oluyorum.
M. ADİL AKTUĞ KİMDİR?
M. Adil Aktuğ, astsubaylıktan kovulma bir kardeşimizdi. Haksız bir davranışı sebebiyle bir generali dövmüş... 1960’lı yıllarda Komünizmle Mücadele Derneği’nin İzmir şubesini kurmamı teklif etmişlerdi. Teklifi kabul ettim. Listeyi hazırladım, Başkan Burhanettin Semerkantlı’ya verdim. Bir sendikacıyla beraber kurun dedi. Ben vazgeçtim. Sonra başka vesile ile M. Adil Aktuğ ile karşılaştım. Başkanın sendikacı dediği kimse meğer M. Adil Aktuğ imiş. Beraber kurduk. İşte dostluğumuz o dönemde başladı.
Akevler henüz kurulmamıştı…
Ondan sonra Komünizmle Mücadele Derneği’nde, Akevler’de, Millî Görüş partilerinde ve Kırgızistan’da daima beraber olduk…”
*
Ben kendi başıma iş yapmam, yapamam; biri desteklerse onunla ortak bir iş yaparım. Böyle olanlar zaman zaman değişir ama bunlar toplam olarak yirmi kişiyi bulmaz. M. Adil Aktuğ da bunlardandır. Önemli olan şudur; tanıştığımızdan bugüne kadar beraber olduğumuz dört-beş kişiden biridir.
*
Kendisi ile ilgili bir iki hatıramı anlatmak istiyorum.
İzmir’de partiyi yeni kurmuştuk. İzmir Fuarı’nda bir açık salon vardı. Orada toplantı yapmıştık. O zaman şimdi olduğu gibi partiler yoktu. Devletin kurdurduğu partiler vardı. Halk da inanmış ve namaz kılan kimseleri korkak, pısırık olarak görüyordu. Fuar’daki salonun önünde toplanan insanlar dışarıdan bizimle dalga geçiyorlardı. Adil Aktuğ dışarıya çıktı ve sert bir sesle; ‘Bana bakın! Ben eski Müslüman değilim, yeni Müslüman oldum, canınıza okurum!’ dedi. Bunun üzerine toplanan kalabalık dağılıp gitti, bir daha rahatsız edilmedik.
Asıl buna benzer başka bir olay anlatacağım.
Cumhuriyet Halk Partisi ile koalisyon yapmıştık... Sonra Millî Cephe koalisyonlarına da katıldık... Ne var ki iktidar ortağıyız ama devlet güçleri bizi dinlemiyor... Erbakan adeta bunalmış durumda... O günlerde Adil, Reşat ve ben Ankara’ya gidiyoruz... Erbakan benimle görüşmüyor... Adil Aktuğ ve Reşat Erol’un canları sıkkın... (*)
Birkaç ay uzak durduk.
Bir gün Erbakan’ın İzmir’e geldiğini duydum. Karşılamaya gittim ama arkalarda oturarak görünmedim. Sonra Adil Aktuğ gittiğimi öğrenince o da uğurlamaya gidiyor. Önde duruyor. Erbakan uçağa binerken kapıdan aşağı inip ‘Sen Ankara’ya gel’ diyor. Adil Aktuğ Ankara’ya gidiyor. ‘Bu silahsız olmayacak, bir ekip kuracağım, seni başa getireceğim.’ teklifini alıyor. (Dikkat edilirse, bir yiğitler teşkilatı kurulacaksa, başkan olarak M. Adil Aktuğ düşünülüyor. / RNE) M. Adil Aktuğ, ‘Ben Süleyman Karagülle ile görüşmeden bir şey diyemem.’ diyor. Geliyor, bana anlatıyor. Ben de bunun meşru olmadığını, İslâmî olmadığını, ille gerekiyorsa yine devletin bilgisinde bir örgütlenme olması gerektiğini söyledim. Gitti, anlattı ve Erbakan da vazgeçti. 1980’den sonra Millî Görüşçüler ağır bir şeklide yargılandılar ama beraat ettiler. Halbuki Milliyetçi Hareket Partililer mahkum oldular. Adil Aktuğ gelip benimle istişare etmeseydi, Erbakan’a görüşlerimi götürmeseydi. Ülkücüler gibi silahlı teşkilat olacaktı ve en büyük zulmü görecektik. Bugün AK Parti anayasa ekseriyeti ile iktidar olamayacaktı. Allah böylece istediklerine istediği görevi vermektedir. Bugünkü Türkiye birçok insanların nefislerini yenerek sabretmeleri sonucunda oluşmuştur.
*
Bu şekilde çalışan insanların arkadaşı olmayı bana nasip ettiği için Allah’a sonsuz hamd… Âhiret giden arkadaşlarıma ve Adil Aktuğ kardeşime rahmet… Hepimize mağfiret...
_______________________
(*) Evet, Üstad’ın anlattğı/yazdığı üzere, Ankara’da birlikte yaşadığımız en sıkıcı günler… Kısaca yazayım ve bu vesileyle Adil Aktuğ’un kim olduğunu da anlatmış olayım. Yıl 1977; 1973 seçiminden sonra, 1977 seçimine -bugünlerde olduğu gibi- birkaç ay var… CHP koalisyonundan sonra, MC koalisyonundayız, Erbakan Başbakan Yardımcısı… Seçim öncesinde, biz o zaman -“Adil Düzen” gibi bir “Akevler Projesini”- Erbakan’a sunmak derdindeyiz; oysa herkes milletvekili veya senatör olmak derdinde!...
Hafta başında Ankara’ya vardık, Adil Abi her gün Erbakan ile görüşmemiz için Başbakanlık Özel Kalem’e gidiyor, randevu talep ediyor, Erbakan görüşmüyor!.. Salı.. Çarşamba.. Perşembe… Her gün müracaatta bulunuyor ama Erbakan ile bir türlü görüşemiyor ve İzmir’e dönmeye karar veriyoruz…
“Bir gün daha kalalım da Cuma günü görüşme talebi için müracaat edeyim” diyorum… Cuma namazından sonra Başbakanlık Özel Kalem’e gittim, müracaatımı yaptım, beklemeye başladım… İki saat sonra Erbakan Hoca ile görüşmeye başladım…
Hatırladığım kadarıyla özetleyeyim: “Biz yeni bir Akevler projesini sunmaya geldik, sizden diğerleri gibi milletvekilliği veya başka bir şey istemiyoruz; almaya değil vermeye geldik… Sizi Fatih’e benzetirsek; Molla Hüsrev veya Akşemseddin olmadan Fatih olur mu?.. Ulubatlı Hasan olmadan Fatih olur mu?..” dedim.
“Bana göre Süleyman Karagülle Molla Hüsrev, Adil Aktuğ bu davanın Ulubatlı Hasan’ıdır… Siz bunlar olmadan İstanbul’u nasıl fethedeceksiniz?!. Hafta başından beri buradayız, sizinle görüşmek istiyoruz ve siz bizimle görüşmüyorsunuz!..” dedim.
Erbakan teşbihimi kabul etti ve “Haklısın…” dedi…
Bu sözleri söylerken gözlerimden şapır şapır yaş geliyordu… Erbakan da duygulandı ve gözlerinden yaşlar geldi…
Görüşmenin devamı ve daha başka detayları da var ama bu kadarını anlatmakla iktifa ediyorum. Sadece bu kadarı bile, benim benzetmem ve Erbakan’ın tasdikiyle, M. Adil Aktuğ’un kim olduğunu anlatmaya yeter.
Bir âlim, bir üstat; Süleyman Karagülle…
Ve onun yiğit dava arkadaşı; M. Adil Aktuğ…
Ben tanıdığım ve birlikte çalışmaya başladığımız 1972 yılından itibaren: MSP İzmir İl Başkanı Süleyman Karagülle ve MSP İzmir Merkez İlçe Başkanı M. Adil Aktuğ; bana da MSP İzmir Gençlik Kolları Başkanlığı görevi verildi…
O yıllarda birlikte Millî Gazete Ege Bölgesi Temsilciliği de yapıyorduk… İzmir’in bütün kazalarını ve Ege’nin bütün illerini parti veya gazete çalışmaları için zaman zaman birlikte geziyorduk… Atlattığımız ölüm tehlikeleri de dahil olmak üzere, yaşanmış pek çok hatıralarımız var…
Ankara kongrelerine, Konya ve Sakarya mitinglerine, Ege illerinde başlayan ve Gaziantep ile Kahramanmaraş’ta noktalanan “…Ve Zafer Yakındır Hamlesi” mitinglerine ve toplantılarına (1975) birlikte gidiyorduk…
Üstat Süleyman Karagülle Kırgızistan’a gittiğinde M. Adil Aktuğ da oralara gitti ve sağlığı müsade ettiği ölçüde son zamanlara kadar oradaydı…
Üstad’ın dediği gibi; “Ben kendi başıma iş yapmam, biri desteklerse onunla ortak iş yaparım. Böyle olanlar zaman zaman değişir ama bunlar toplam olarak yirmi kişiyi bulmaz. M. Adil Aktuğ da bunlardandır. Önemli olan şudur; tanıştığımızdan bugüne kadar beraber olduğumuz dört-beş kişiden biridir.”
Evet, ben de şehadet ederim ki; M. Adil Aktuğ, özellikle İzmir ve Ege’de mücadele verdiğimiz yıllarda, aşağıda bir kısmının isimlerini yazacağım, kurduğumuz ve yönettiğimiz bütün kuruluşlarda, beraber olduğumuz dört-beş kişiden biridir.
Hattâ o dört-beş kişinin en başta gelenidir…
Haksızlığa tahammül etmediğinden ve general bile dövdüğünden astsubaylıktan yani ordudan atılan; zamanın İzmir Valisi (08.09.1964 ile 24.06.1973 tarihleri arasında İzmir’de valilik yaptı) Namık Kemal Şentürk’e karşı geldiğinden, sendikacı olarak İzmir’deki kamu kuruluşundan valinin emriyle atılan M. Adil Aktuğ… Süleyman Karagülle ve Prof. Dr. Saffet Solak (Genel Başkan) ile birlikte; Komünizmle Mücadele Derneği İzmir Şubesi kurucusu M. Adil Aktuğ… Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi kurucu ve yöneticisi M. Adil Aktuğ… Millî Görüş partileri MNP, MSP, RP İzmir ve Ege illeri teşkilatlarının kurucusu, çeşitli kademelerde yöneticisi ve başkanı M. Adil Aktuğ… Hak-İş Sendikası ilk kurucularından (Ankara) M. Adil Aktuğ… Millî Gazete İzmir ve Ege Bölgesi Temsilcisi ve Yazarı M. Adil Aktuğ… Ak-Yay Mühendislik ve Müşavirlik Bürosu kurucu ve yöneticisi M. Adil Aktuğ… Tek Yol Dergisi kurucusu ve yazarı M. Adil Aktuğ… Akevler Kaynak Yayınları kurucu ve yöneticisi M. Adil Aktuğ… Ve Süleyman Karagülle önderliğinde İzmir’den Kırgızistan’a giden diğer arkadaşlarla birlikte; Orta Asya Gençlik Vakfı (OGEV-Kırgızistan) Kurucusu ve Genel Müdürü M. Adil Aktuğ…
Yiğit Mücahit Adil Aktuğ kardeşimize Allah gani gani rahmet etsin… Allah mekanını cennet eylesin… Âhirette buluşmak ve tekrar beraber olmak dua ve dileklerimle… “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn…”
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.biz (0532) 246 68 92
***
Adil Aktuğ'un imani heyecanı
HASAN AKSAY
Millî Gazete, 11 OCAK 2011 SALI
İslâm ahlak ve heyecanı, insanda dinamizm ve fedakarlık doğuran en büyük güçtür. Adil Aktuğ bu iman ve heyecanla durmak dinlenmek bilmeden hayra koşan bir kardeşimdi. Onu ebedi aleme; birincisinden daha güzel olan yere gönderdik. Allah mekanını cennet etsin.
Milli Nizam Hareketi'nin ilk yıllarından itibaren beraberdik. İslam'ı yaşadı, yapıcı gayret ve fedakarlığı bütün ömrüne hakim kıldı. Bu ömür destanı, uzun sözlerle değil, yalnız tek kelimeyle, "efradını cami, ağyarını mani" olarak ifade edilebilir. Bu kelime İslam'dır.
Asr-ı Saadet'teki bir avuç Müslümanın, gerek kendi; gerek toplum hayatında, doğurduğu harikaların ruhu, İslam bilinmeden anlaşılıp yakalanamaz. Bu günde o güven, gayret ve fedakarlığı İslam'dan başka ortaya koyabilecek bir imkan yoktur.
İslam her devirde, her yerdedir. Öylesine her yerdedir ki, bugün yer küresinde ezan çağrısının sustuğu tek dakika yoktur. Dünyadaki beş kişiden biri Müslümandır.
İnsanlar Müslüman olmaktadır. Fitne cephesinin gayretlerine rağmen, 15 asırdır bütün dünyada, Kur'an-ı Kerim'in tek kelimesi, harfi, virgülü değişmemiştir. Hayali de zorlayan bu fevkaladelikler, Müslümanın aşk ve heyecanına da şaşırtıcı derecede yansımaktadır.
700 yıl önce Söğüt'te. Küçük bir Kayı Beyliği? 600 yıl insanlığa saadet sofraları kuran cihan imparatorluğunu doğurdu? Bu iman, ahlak ve dinamizm, ancak İslâm’dadır.
Kur'an-ı Kerim olmadan 300-500 kişilik kabileden böyle bir destan çıkmaz. Adil Aktuğ'ların, yardım için kıtalar dolaşan gençlerin fedakar hizmetleri, İslâm’sız izah edilemez.
İslam, bireyde, toplumda, her konuda harikalar doğuran iman, ahlak, edep kaynağıdır.
Tıp, bilgi çağının bütün imkanlarıyla, bir alkoliği, alkolün pençesinden kurtarabilmek için iki yıl tedavi zorunda kalıyor. Eğer kurtarabilirse? Ve sonra geri alkole dönmezse?
Asr-ı Saadet'ten bugüne kadar, kim tam bir ihlasla İslâm olursa, bir anda alkol ve esrar gibi tüm belalar kaybolup gidiyor. Bir daha dönmemek üzere yok oluyor. Sadece kötü alışkanlıklar değil, boş geçen yıllar, boşa geçen ömürler de bir anda insanlığa rahmet yağdıran alın teri, heyecan ve imkan olarak ölümsüz çizgiler bırakıyor. Yusuf İslam (Cat Stevens), Roger Garaudy, Malcom X gibi Müslüman olan binlerce kardeşimiz, ne büyük hizmetler, ne silinmez izler bırakıyorlar. Hiç bir şey yapmasalardı, sadece bu eşsiz değişimle ortaya çıkan mucizevi durum, yine de düşünenler için eşsiz bir ibret harikası olmaya yeter.
Adil Aktuğ kardeşimiz, nerede insana, insanlığa, ahlaka, edebe, imana hizmet varsa, seferber olup koşardı. Millî Nizam (partisinden itibaren, Millî Görüş partileri) hareketinde, Millî Gazete'de, Anadolu'da koştu. Yetmedi. Sınırları aştı. Kırgızistan gençleri için eğitim vakfı kurdu, koştu. Bugün Allah'a şükür, on binlerce gencimiz, insanımız, inançla, aşkla, insana yardım için kıtalar dolaşıyor. Doktorlarımız Afrika'nın çöllerinde, Afganistan'ın dağlarında yalnız Allah rızası dolaşıyor. Gençlerimiz her bayramda, insanlığa kardeşlik sofraları kurmak için okyanuslar, dağlar, çöller aşıyor, iman ışığıyla dünyayı aydınlatmaya çalışıyor. Bu ne mübarek bir gençliktir. Bu iradenin ruhu, İslâm bilinmeden görülüp anlaşılamaz. Adil Aktuğ, giderek çığlaşan bu iman ve erdem hareketinin son çağ için öncü bayraktarlarından biri idi. Adil Aktuğ'un başladığı 40 yıl öncenin, bugünden farkı, manevi iklim farkıdır.
Çok kuru ve keskin bir ayazın, manevi filizlenmeye imkan vermediği bir karanlıktan geliyorduk. Bir örnek: Eşref Edip, Sebilürreşad mecmuasında, Basın Yayın Genel Müdürü Vedat Nedim Tör'ün resmi bir yazısını neşretmişti. Sebilürreşad'da peygamberimizin hayatıyla ilgili tefrika için, "Gençliğin beyninde" dini bir filizlenmeye müsaade etmeyeceklerini, tefrikanın derhal kesilmesini istiyordu. Bilginin önündeki engelden büyük zulüm yoktur.
Bu ve benzeri zulüm iklimi, İslâmi heyecan ve gayretin kitlesel dalgalar haline gelmesine engel, manevi bir kıştı. Geçen asrın son çeyreğinde, ülke durumlarına göre farklılıklar taşısa da bütün İslam ülkelerinde bahar esintileri, tabanda olsun başlamıştır. İnşaallah en kısa zamanda İslâm dünyasında yeşeren bu toplumsal hayat, çiçek ve meyveye davranacaktır.
Anadolu'nun, İslâm dünyasının ve tüm insanlığın manevi ve ahlaki baharı için koşturup emek veren tüm kardeşlerimize, gençlerimize, destek verenlere, vakıflarımıza, derneklerimize teşekkür ediyor, başarı ve iki cihan saadeti diliyoruz. Adil Aktuğ'a Allah'tan rahmet, ailesine, dostlarına ve Müslümanlara baş sağlığı diliyoruz. Ruhu şad olsun.
***
Adil Aktuğ Hakk'a yürüdü
Millî Gazete, 08 OCAK 2011
Milli Görüş çizgisindeki siyasi partilerde uzun yıllar görev yapan ve Kırgızistan'da Müslüman gençlere yönelik eğitim faaliyetlerinde bulunan Orta Asya Gençlik Vakfı (OGEV) kurucusu ve Genel Müdürü Adil Aktuğ, dün sabah tedavi gördüğü hastanede vefat etti. Cenazesi İzmir'de Hatay semtine getirilecek olan Adil Aktuğ, bugün Hatay İlahiyet Fakültesi Camii'nde öğle namazına müteakiben kılınacak cenaze namazının ardından toprağa verilecek. Gazetemizde bir süre yazılar yazan Aktuğ'a Cenab-ı Hak'tan rahmet niyaz ediyoruz.
Adil Aktuğ toprağa verildi
Millî Gazete, 10 OCAK 2011
Geçtiğimiz günlerde vefat eden, Milli Görüş partilerinin İzmir'deki kurucu üyeliği ve il başkanlığını da yapan Adil Aktuğ toprağa verildi. Kalp problemi nedeniyle hastaneye kaldırılan Aktuğ by-pass ameliyatı olmuş ve 4 damarı değiştirilmişti. Ameliyatın ardından fenalaşarak yoğun bakıma kaldırılan Aktuğ hastanede hayatını kaybetti.
Vergi+Faiz+Benzin!!!
Reşat Nuri EROL
BENZİN İSTASYONU MU? VERGİ+FAİZ İSTASYONU MU?
Benzin istasyonuna “BENZİN” almaya gidiyorsunuz; bir litre benzin 4 TL:
1,5 TL “BENZİN”e…
2,5 TL “VERGİ”ye ve “FAİZ”e!!!
Dünyanın en pahalı/kazık benzini Türkiye’de!!!
Arabanıza akaryakıt yani benzin, mazot, gaz vs alırken ödediğiniz “FAHİŞ FAİZ” ile “HAKSIZ VERGİ” bugünkü hükümetin ve işbirlikçi faizcilerin en büyük gelir kaynağı!
Akaryakıt istasyonundan benzin, mazot, gaz vs alırken ödediğiniz paranın 3’te 2’si “VERGİ”ye ve rantiyeye yani “FAHİŞ FAİZ” ödemelerine gidiyor!
***
ARABAN MI VAR? VERGİN VE FAİZİN VAR!
Aracı aldığınız anda “VERGİ+FAİZ ZULMÜ” başlıyor!
“FAİZLİ ARAÇ KREDİLERİ” ile halk sürekli borçlandırılıyor!
Motorlu araç sayısı 2002’de 8.5 milyondu, 2010’da 15 milyona çıkmış!
- Araç satın alınca ödenen paranın yarısı “VERGİ”ye gidiyor!
- Akaryakıt alınca 1 lira benzine; 2 lira “VERGİ”ye ve “FAİZ”e gidiyor!
- Altı ayda bir MOTORLU TAŞITLAR VERGİSİ (MTV) var!
- Bitmedi… YILLIK ZORUNLU TRAFİK SİGORTASI da var!!
- Bitmedi… Ve iki yılda bir “ÖZELLEŞTİRİLMİŞ” araç muayenesi!!!
***
Dünyanın en pahalı benzini/akaryakıtı bizde!
Geçen yıl dünyada petrol fiyatları düşerken, hükümet “VERGİ” üzerine “VERGİ” koydu! Dünyada petrolün varili bugün 90 dolar ama Türkiye’de hâlâ bir varil petrol 150 dolarmış gibi hesaplanıyor!!!
***
“VERGİ”nin bile “VERGİ”sini ödüyoruz!
Akaryakıt alırken önce ÖTV (Özel Tüketim Vergisi) ödüyoruz, sonra ÖTV eklenmiş fiyat üzerinden % 18 KDV ödüyoruz!
Dünyada “VERDİĞİ VERGİ İÇİN BİLE VERGİ ÖDEYEN” tek ülkeyiz!
VERGİLERE 5 yılda yüzde elli (% 50) ZAM!
Maliye Bakanlığı verilerine göre; 2002’den beri devletin/hükümetin en önemli gelir kalemi PETROL ÜRÜNLERİNDEN ALINAN “ÖZEL TÜKETİM VERGİSİ”!
Geçtiğimiz 9 yılda petrol ürünlerinden devletin kasasına 186 milyar lira para girdi!
2011’de de 35 milyar liraya yakın “ÖZEL TÜKETİM VERGİSİ” hedefleniyor!
***
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin oluşturduğu hükümete soru:
-Halkın cebinden alınan “VERGİLER”den “FAİZ” yoluyla “RANTİYEYE YANİ SÖMÜRÜ SERMAYEDARLARINA AKTARILAN PARA YILLIK 50 MİLYAR LİRA”!
“ADALET” ve “KALKINMA” bu mudur?!.
***
Saadet Partisi İstanbul İl Başkanlığı / Ekonomik ve Sosyal İşler Başkanlığı, her hafta önemli çalışmalar yapıyor. Bunlar maalesef medyaya yansımıyor; çalışmalar sadece teşkilat bünyesinde değerlendiriliyor ve teşkilatların ulaşılabildiği ölçüde halka sunuluyor. Peş peşe gelen benzin ve petrol ürünleri zamları üzerine, yukarıda kendime göre sizlere sunduğum çalışmayı hazırladılar. Broşürde güzel bir de karikatür var ama onu aktaramadım.
Önümüzdeki 2-3 yazıda özellikle “VERGİ VE FAİZ MESELESİ” üzerinde durmayı ve “ADİL EKONOMİK DÜZEN ÇÖZÜMLERİNİ” yazmayı düşünüyorum…
Gelecek Yazı: Vergi+Faiz+Ekmek!!!
Vergi+Faiz+Ekmek!!!
Reşat Nuri EROL
Söz vermiştim, “Vergi+Faiz+Benzin!!!” yazısından sonra “Vergi+Faiz+Ekmek!!!” yazısı yazacağıma söz vermiştim. Sözümü yerine getiriyor ve bu yazımın hayırlara, hayırlı başlangıçlara, bu alanlardaki zulümlerin sona erdirilmesi için vesile olmasını diliyorum.
Evet, aldığımız, kullandığımız, yediğimiz, içtiğimiz her şey ama her şey ney?
VERGİ, VERGİ, VERGİ, VERGİ!!!!
Buna bir de “FAHİŞ FAİZ” musibetini, belasını, insanların emeğini emen vampirini, ırkçı emperyalist sömürü aracını da eklediğinizde; vay başımıza gelenler!!!
Somun pehlivanıyız ya, yani ekmek tüketmede üstümüze yok ya; işte o en çok bildiğimiz “EKMEK” üzerinden örneğimi vereyim de, işin vahameti iyice anlaşılsın.
Son yıllarda pek revaçta olan simit+çay vs (“vs” diyorum ve eskiden garibanın yiyecekleri olan “Peynir+Zeytin+Ekmek”i bir kenara bırakıyorum; çünkü onlar artık zenginlerin yiyecekleri!) muhabbetini bir yana bırakıyorum; gariban ve de fakir halkımızın her gün bolca tükettiği “EKMEK” üzerinde ne demek istediğimi anlatayım. Gerçi artık özel olarak “ekmek” ve genel olarak bütün “tarım ürünleri” üzerinde de o kadar oyunlar var ki!
Lütfen “UYANALIM” ve oynanan oyunları anlayalım artık; lütfen!..
Neyse… Biz asıl meselemize dönelim ve örneğimiz üzerinden işin vahametini anlatmaya, anlamaya ve elbette gereğini yapmaya çalışalım.
Fırına veya bakkala gidiyor ve “ÜÇ EKMEK” almak istiyorsunuz ama elinizdeki paraya sadece “BİR EKMEK” veriyorlar; çünkü diğer iki ekmeğinizi “VERGİ” ve “FAİZ” alıp götürmüş!!! Meseleyi biraz daha açalım ve anlatmaya/anlamaya çalışalım. Örneğimizdeki “ÜÇ EKMEK” üzerinde duralım. Evet, gerçekten ve reel olarak üç ekmek almak istiyorsanız “DOKUZ EKMEK PARASI” ödemek zorundasınız!!!
Altı ekmeğin parası “VERGİ”ye ve “FAİZ”e!!!.
EKMEK+FAİZ+VERGİ!!!
VERGİ+FAİZ+EKMEK!!!
***
Bu konuya yirmi gün önceki “ADALET ne zaman?!.” başlıklı yazımda kısaca değinmiş; “EKMEĞİN ÜÇTE İKİSİ “FAİZ”E VE “VERGİ”YE GİDİYOR!” demiştim. Çok önemli ve artık klasiğe dönen meşhur örneğimizi, “EKMEK+FAİZ+VERGİ” örneğimizi bir kere daha hatırlatmıştım...
Bir ekmek alırken nasıl üç ekmek parası verdiğimizi, daha doğrusu her “bir ekmek alışımızda iki ekmeğimizin nasıl çalındığını” yazmıştım…
Yıllar önce, Erbakan Hocamız ile yaptığımız “Adil (Ekonomik) Düzen Çalışmaları”nın henüz başlangıcında yaptığımız hesaba göre; ödenen ekmek bedelinin üçte biri “VERGİ”ye, üçte biri de “FAİZ”e gidiyordu. Bir ekmek almak için üç ekmek parası ödüyorduk. Aradan yıllar geçti, bugüne kadar ‘yaptığınız bu hesap yanlıştır’ diyen olmadı.
Evet, aradan yirmi yıldan fazla zaman geçti, neredeyse otuz yıl olacak; -bu arada adında “ADALET” kelimesi olan bir parti nerdeyse on yıldır tek başına iktidarda- ama maalesef değişen bir şey yok; “VERGİ VE FAİZ ZULMÜ” aynen devam ediyor!!!
Bu böyle gitmez ama bakalım böyle nereye kadar?!.
Mezkur yazıdaki son hatırlatmalarım neydi?
Hele benzin ve mazotun üçte ikisi VERGİ!!!
Üstüne üstlük bir de FAHİŞ FAİZler, FAİZler, FAİZler!!!
Evet, bu böyle gitmez, bu böyle gitmez, kesinlikle bu böyle gitmeeez...
***
Mesele önemli… Yapılan zulümler ve sürdürülen sömürü önemli… Bunların “çare ve çözümleri” daha da önemli… Bugünlük bu kadar ama bu önemli konularda yazacaklarım bitmedi, gelecek yazıda kaldığım yerden devam edeceğim…
Yiğit Mücahit M. Adil Aktuğ-1
Reşat Nuri EROL
HASAN AKSAY’ın bugünkü (11.01.2011) Millî Gazete’de, bana göre “Yiğit Bir Mücahit” olan M. ADİL AKTUĞ’u anlatan yazısı, “Adil Aktuğ’un imânî heyecanı” başlığını taşıyor. Yazımın başlığında da dediğim gibi; ilk tanıdığım günden son nefesine kadar M. Adil Aktuğ hep “Yiğit Bir Mücahit” olarak yaşadı; bu yiğit mücahitliği de, Hasan Aksay’ın öz ifadesiyle, “imânî heyecanı”ndan kaynaklanıyordu. Hasan Aksay’ın yazısından, her ikimizin yazılarının başlıklarına şehadet eden birkaç cümle: “İslâm ahlâk ve heyecanı, insanda dinamizm ve fedakarlık doğuran en büyük güçtür. Adil Aktuğ bu iman ve heyecanla durmak dinlenmek bilmeden hayra koşan bir kardeşimdi... / Adil Aktuğ kardeşimiz, nerede insana, insanlığa, ahlâka, edebe, imana hizmet varsa, seferber olup koşardı. Millî Nizam (partisinden itibaren, Millî Görüş partileri) hareketinde, Millî Gazete’de, Anadolu’da koştu. Yetmedi. Sınırları aştı. Kırgızistan gençleri için eğitim vakfı kurdu, koştu... / Adil Aktuğ, giderek çığlaşan bu iman ve erdem hareketinin son çağ için öncü bayraktarlarından biri idi...”
***
MİLLÎ GAZETE “Yiğit Mücahit”in vefatını iki haberle verdi.
Birinci Haber (08.01.2011): “Adil Aktuğ Hakk’a yürüdü / Millî Görüş çizgisindeki siyasi partilerde uzun yıllar görev yapan ve Kırgızistan’da Müslüman gençlere yönelik eğitim faaliyetlerinde bulunan Orta Asya Gençlik Vakfı (OGEV) kurucusu ve Genel Müdürü Adil Aktuğ, dün sabah tedavi gördüğü hastanede vefat etti... / Gazetemizde (Millî Gazete) bir süre yazılar yazan Aktuğ’a Cenab-ı Hak’tan rahmet niyaz ediyoruz...”
İkinci Haber (10.01.2011): “Adil Aktuğ toprağa verildi / Geçtiğimiz günlerde vefat eden, Millî Görüş partilerinin İzmir’deki kurucu üyeliği ve il başkanlığını da yapan Adil Aktuğ toprağa verildi. Kalp problemi nedeniyle hastaneye kaldırılan Adil Aktuğ by-pass ameliyatı olmuş ve 4 damarı değiştirilmişti. Ameliyatın ardından fenalaşarak yoğun bakıma kaldırılan Aktuğ hastanede hayatını kaybetti...”
Koca Yiğit, Koca Mücahit M. Adil Aktuğ’un mücahede ve mücadeleyle geçen hayatı bu iki minik habere sığmıştı. Dünya hayatı işte böyle bir şey olsa gerek!
***
SÜLEYMAN KARAGÜLE “Yiğit Mücahit M. Adil Aktuğ” ile tâ en başından beri, çok uzun ve meşakkatli bir mücahede ve mücadele dönemi yaşadı. Müşterek mücadele arkadaşımızın vefatı vesilesiyle yazdığı notların bir bölümünü sizlerle paylaşabiliriz: “7 Ocak 2011 Cuma günü sabaha doğru rüyamda şiddetli bir ses duydum. Yatakta gözlerimi açtım, tekrar kapadım; Merhume Eşim rüyamda ‘Cenaze mi var?’ diye sordu… Adımla hitap ederek tekrar sordu: ‘Cenaze mi var?’ Tamamen uyandım...
Ses bir haberdir. Yorum da rüyada yapılmıştı. Cenaze olacak demekti... Yazıhaneye indim, bilgisayarıma baktım, üç dört yerden mesaj gelmiş; M. Adil Aktuğ vefat etmişti...
Rüya aynen çıkmıştı... Merhume Eşim’in rüyamda tekrar tekrar ‘Cenaze mi var?’ diye sorması, haberin birkaç yerden geleceğini anlatır. Rüyayı umursamayanlara taze delil olsun diye meselenin bu yönünü de anlatmış oluyorum.
M. ADİL AKTUĞ KİMDİR?
M. Adil Aktuğ, astsubaylıktan kovulma bir kardeşimizdi. Haksız bir davranışı sebebiyle bir generali dövmüş... 1960’lı yıllarda Komünizmle Mücadele Derneği’nin İzmir şubesini kurmamı teklif etmişlerdi. Teklifi kabul ettim. Listeyi hazırladım, Başkan Burhanettin Semerkantlı’ya verdim. Bir sendikacıyla beraber kurun dedi. Ben vazgeçtim. Sonra başka vesile ile M. Adil Aktuğ ile karşılaştım. Başkanın sendikacı dediği kimse meğer M. Adil Aktuğ imiş. Beraber kurduk. İşte dostluğumuz o dönemde başladı.
Akevler henüz kurulmamıştı…
Ondan sonra Komünizmle Mücadele Derneği’nde, Akevler’de, Millî Görüş partilerinde ve Kırgızistan’da daima beraber olduk…”
Yiğit Mücahit M. Adil Aktuğ-2
Reşat Nuri EROL
SÜLEYMAN KARAGÜLLE, mücahede ve mücadeleye birlikte başladığı en yakın dört-beş arkadaşından biri olan “Yiğit Mücahit M. Adil Aktuğ”u anlatmaya devam ediyor: “Ben kendi başıma iş yapmam, yapamam; biri desteklerse onunla ortak bir iş yaparım. Böyle olanlar zaman zaman değişir ama bunlar toplam olarak yirmi kişiyi bulmaz. M. Adil Aktuğ da bunlardandır. Önemli olan şudur; tanıştığımızdan bugüne kadar beraber olduğumuz dört-beş kişiden biridir.
Kendisi ile ilgili bir iki hatıramı anlatmak istiyorum. İzmir’de partiyi yeni kurmuştuk. İzmir Fuarı’nda bir açık salon vardı. Orada toplantı yapmıştık. O zaman şimdi olduğu gibi partiler yoktu. Devletin kurdurduğu partiler vardı. Halk da inanmış ve namaz kılan kimseleri korkak, pısırık olarak görüyordu. Fuar’daki salonun önünde toplanan insanlar dışarıdan bizimle dalga geçiyorlardı. M. Adil Aktuğ dışarıya çıktı ve sert bir sesle; ‘Bana bakın! Ben eski Müslüman değilim, yeni Müslüman oldum, canınıza okurum!’ dedi. Bunun üzerine toplanan kalabalık dağılıp gitti, bir daha rahatsız edilmedik.
Bu şekilde çalışan insanların arkadaşı olmayı bana nasip ettiği için Allah’a sonsuz hamd… Âhiret giden arkadaşlarıma ve Adil Aktuğ kardeşime rahmet… Hepimize mağfiret...”
***
ERBAKAN Hocamız ile 1977 yılında yaptığım özel bir görüşmede; “Hocam, Millî Görüş Hareketi’nde sizi Fatih’e benzetirsek, Adil Aktuğ bu davanın Ulubatlı Hasan’ı mesabesindedir.” demiştim. Erbakan Hocamız bu teşbihimi benimsemiş ve “Haklısın, Adil kardeşimiz öyledir.” demişti. Sadece bu kadarı bile, benim benzetmem ve Erbakan’ın tasdikiyle, M. Adil Aktuğ’un kim olduğunu anlatmaya yeter. Ben tanıdığım ve birlikte çalışmaya başladığımız 1972 yılından itibaren: MSP İzmir İl Başkanı Süleyman Karagülle ve MSP İzmir Merkez İlçe Başkanı M. Adil Aktuğ; bana da (Reşat Nuri Erol) MSP İzmir Gençlik Kolları Başkanlığı görevi verildi… O yıllarda birlikte Millî Gazete Ege Bölgesi Temsilciliği de yapıyorduk… İzmir’in bütün kazalarını ve Ege’nin bütün illerini parti veya gazete çalışmaları için zaman zaman birlikte geziyorduk… Atlattığımız ölüm tehlikeleri de dahil olmak üzere, yaşanmış pek çok hatıralarımız var… Ankara kongrelerine, Konya ve Sakarya mitinglerine, Ege illerinde başlayan ve Gaziantep ile Kahramanmaraş’ta noktalanan “…Ve Zafer Yakındır Hamlesi” mitinglerine ve toplantılarına (1975) birlikte gidiyorduk…
Evet, ben de şehadet ederim ki; M. Adil Aktuğ, özellikle İzmir ve Ege’de mücadele verdiğimiz yıllarda, aşağıda bir kısmının isimlerini yazacağım, kurduğumuz ve yönettiğimiz bütün kuruluşlarda, beraber olduğumuz dört-beş kişiden biridir; hattâ o dört-beş kişinin en başta gelenidir… Haksızlığa tahammül edememesi sebebiyle general bile dövdüğünden astsubaylıktan yani ordudan atılan; zamanın İzmir Valisi (08.09.1964 ile 24.06.1973 tarihleri arasında İzmir’de valilik yaptı) Namık Kemal Şentürk’e bir haksızlık sebebiyle karşı geldiğinden, sendikacı olarak kamu kuruluşundan valinin emriyle atılan M. Adil Aktuğ… Süleyman Karagülle ve Prof. Dr. Saffet Solak (Genel Başkan) ile birlikte; Komünizmle Mücadele Derneği İzmir Şubesi kurucusu M. Adil Aktuğ… Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi kurucu ve yöneticisi M. Adil Aktuğ… Millî Görüş partileri MNP, MSP, RP İzmir ve Ege illeri (Aydın’da da il başkanlığı yaptı) teşkilatlarının kurucusu, çeşitli kademelerde yöneticisi ve başkanı M. Adil Aktuğ… Hak-İş Sendikası ilk kurucularından (Ankara) M. Adil Aktuğ… Millî Gazete İzmir ve Ege Bölgesi Temsilcisi ve Yazarı M. Adil Aktuğ… Ak-Yay Mühendislik ve Müşavirlik Bürosu kurucu ve yöneticisi M. Adil Aktuğ… Tek Yol Dergisi kurucu ve yazarlarından M. Adil Aktuğ… Akevler Kaynak Yayınları kurucusu M. Adil Aktuğ… Ve Süleyman Karagülle önderliğinde İzmir’den Kırgızistan’a giden diğer arkadaşlarla birlikte; Orta Asya Gençlik Vakfı (OGEV-Kırgızistan) Kurucusu ve Genel Müdürü M. Adil Aktuğ…
Yiğit Mücahit M. Adil Aktuğ Kardeşimize Allah gani gani rahmet etsin… Allah mekanını cennet eylesin… “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn…”
Vergi+Faiz+Benzin!!!
Ve ZAM+ZAM+ZAM!!!
Reşat Nuri EROL
Ne diyordum?
Önce “Vergi+Faiz+Benzin!!!” dedim…
Sonra “Vergi+Faiz+Ekmek!!!” yazısını yazdım…
Mesele önemli, yapılan zamlar, zulümler ve sürdürülen sömürü önemli dedim; bunların “çare ve çözümleri”nin daha da önemli olduğunu yazdım… Bu önemli konularda yazacaklarım bitmedi, gelecek yazıda kaldığım yerden devam edeceğim dedim…
Araya, mücadele ve mücahede hayatımızda kırk yıldan beri beraber olduğumuz “Yiğit Mücahit M. Adil Aktuğ” kardeşimizin vefat haberi ve bu hüznü vesileyle yazdığımız yazılar girdi… Bu vesileyle telefon ve mesajlarla baş sağlığı dileyen herkese teşekkürler; dostlar sağ olsun… Allah Adil ağabeyimize rahmet eylesin, mekânı cennet olsun…
***
İlk yazım “Benzin” yani her türlü “akaryakıt ürünleri” üzerineydi ve petrol üreticisi ülkelerle komşu olmamıza rağmen, Türkiye’de dünyanın en pahalı benzin, mazot ve gazını tükettiğimizi yazdım. Başlıkta ve yazını içeriğinde bir kelime, “ZAM” kelimesi eksik kalmış; aslında “Vergi+Faiz+ZAM+Benzin!!!” demeliymişim! Neden?
Çünkü yazıyı yazmadan önce, bu sabah durup dururken, bir de baktım ki; benzine yeni bir “ZAM” daha gelmiş! Haber şöyle: Flaş! Flaş! Benzine yine “ZAM” geldi!..
Benzin pompasından “ZAM” akıyor!..
Hani Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, ‘Benzin nerede 4 lira, ben görmedim!’ demişti ya; ama akaryakıta gece yarısı gelen “ZAM” sayesinde benzin fiyatı 4,06 liraya, hatta bakanın memleketinin olduğu doğu illerimizde 4,11 liraya çıktı bile!
Böylelikle akaryakıtta indirim bekleyen tüketici de yeni bir “ZAM” haberi ile bir kez daha yıkıldı! Akaryakıt ürünlerinden 95 ve 97 oktan benzinlerin satış fiyatı bugünden geçerli olmak üzere litrede 4-8 kuruş artırıldı… Benzin Van’da ve Maliye Bakanı’nın memleketinde bugünden itibaren 4,11 liradan satılıyor!.. Artık ‘Benzin nerede 4 lira, ben görmedim!’ demesin; memleketine giderse görür!..
***
BENZİN 5 YILDA YÜZDE 50, MAZOT YÜZDE 60 “ZAM”LANDI! Araç sahipleri depoyu ucuza doldurmanın hesabını yaparken, benzinli yerine “dizel” veya “gaz” yakıtlı araçlara ilgi artıyorken; son 5 yıl içinde benzinin litre fiyatı yüzde 50 “ZAM”landı!..
Aynı dönemde motorine yani özellikle köylü, çiftçi, nakliyeci ve garibanların yakıtı olan mazota de yüzde 60 “ZAM” yapıldı!.. Tarımın çökme sebeplerinde biri de bu!..
Bugünden (dünden) itibaren 4 lirayı geçen benzinin litresi, 2006 yılının Ocak ayında 2,61 liradan satılıyordu... Sözde “ADALET” ve “KALKINMA” devam ediyor; “yol”a yani “fahiş faizlere, adaletsiz vergilere ve zamlara, zamlara, zamlara” devam, devam, devam!..
***
Fahiş “FAİZ”ler…
Adaletsiz “VERGİ”ler..
Ve sürekli yapılan “ZAM”lar…
“ZALİM DÜZEN”de buralara kadar ulaştık…
“Bermuda Şeytan Üçgeni” gibicesine; bu “FAİZ+VERGİ+ZAM” üçlüsü sadece ülke ekonomisini kemirmiyor, sadece zengin-fakir makasının daha da açılmasına sebebiyet vermiyor; her zaman hatırlattığım “SOSYAL TUFANLARA” da “zemin” ve “zaman” hazırlıyor… Herkese tekrar hatırlatıyorum: Bu böyle gitmez, kesinlikle bu böyle gitmez…
Bu “ZALİM DÜZEN”de bakalım böyle nereye kadar?!.
Elbette “ADİL DÜZEN, ADİL EKONOMİK DÜZEN” gelinceye kadar…
İbadet şuuruyla “EKONOMİ” çalışmak…
Reşat Nuri EROL
Evet, “VERGİ” sadece “VERGİ!” konusunu yazmak üzere yola çıkmıştım ama “Adil Olmayan VERGİ/LERE” başka musibetler de katmak zorunda kaldım: “Fahiş FAİZ/LER”, “Bitmeyen ZAM/LAR”, “Adalet(!) ve Kalkınma(!) Partisi” döneminde de devam eden “ZALİM DÜZEN” ve her yönüyle yaşanmakta olan “SOSYAL TUFAN”…
“VERGİ” ile ilgili ilk yazımı altı gün önce (10.01.2011) yazdım ve ikinci “VERGİ” yazımın hemen başında (11.01.2011) dedim ki: ‘Bu hatırlatmamın hayırlara, hayırlı başlangıçlara, bu alanlardaki zulümlerin sona erdirilmesine vesile olmasını diliyorum.’ Yakınlarda yazdığım bir yazımda; Millî Gazete’deki bir yazarlar toplantısında Erbakan Hocamız, ‘yazılarımızı ibadet ve cihat şuuruyla yazmamız gerektiğini’ hatırlatmıştı.
‘Fiillerimizi ibadet yapan nedir?’ başlıklı bir yazıya (Ebubekir Sifil’in yazısına) yorum yazan ‘Adil Düzen Çalışanı’ arkadaşımız Zafer Kafkas, çok önemli hatırlatmalar yapmış. Bir bölümünü aynen aktarıyorum: “Faizsiz bir kredileşme sistemi kurmaya çalışmak, “karz-ı hasen müesseseleri” ile bankacılığı yeniden yapılandırmak için mücadele etmek, “gelir vergisi” yerine “sermaye vergisi”nin ikame edilmesi ve gümrük vergisi vs gibi soygunların ortadan kalkması için çabalamak, kredilerin üretim ve çalışanlara yönlendirilmesini sağlamak, sosyal güvenceyi primsiz ve aidatsız şekilde gerçekleştirmek, İBADETTİR... Yargıda merkezin güdümündeki “hakimlerle” adaleti tesis edememe yerine, herkesin kendi güvendiği “hakem”ini seçerek adaletin çabucak ve akıllarda endişe bırakmayacak şekilde tecelli edeceği “hakemlik sistemi”ne geçilmesine uğraşmak, İBADETTİR... “ADİL DÜZEN”in kurulması için çalışmak, İBADETTİR...”
Bir vesileyle yazdığımız basit, sade, anlaşılır ve uygulanabilir çözümümüzü de hatırlatalım: Bunun çözümü “halka ön ödemeli faizsiz-icrasız kredi verilmesi”dir, “çalışanlara faizsiz-icrasız çalışma kredisi” verilmesidir dedik. Biri çıkıp da, ‘parayı nerede bulacaksınız’ demedi. Biz söyledik, kulak vermeden arkalarını çevirip gittiler!!!
***
Bundan sonra yazacaklarımın iyi anlaşılması için önce bu günlere, bu çağa, “sanayileşme çağı”na nasıl geldiğimizi bir cümleyle özetlemem gerekiyor:
Sanayileşme başladığında “fabrikalar” oluştu, işletmelerde “işverenler” ortaya çıktı, “İşçilik Sistemi” doğdu ve hepsinden daha önemlisi “Sömüren Sermaye” ortaya çıktı...
“Adil (Ekonomik) Düzen”de artık “büyük fabrikalar” olmayacak, sadece “işletmeler” olacaktır. Yani herkes kendi atölyesinde, kendi tarlasında, kendi bürosunda çalışacak ama büyük fabrikaların yaptığı işleri yapacaktır. Bu nasıl olacaktır?
Bir “kooperatif” kurulacak, “küçük işletmeler” kooperatife “üye/ortak” olacaklar... Kooperatif “Ortaklık Senedi” çıkaracak... Ortak bütün işletmeler tüm girdilerini “Ortaklık Senedi” ile yapacaklar, kendileri de “Ortaklık Senedi” verecekler... Ortaklar kendi ülkelerinde veya başka ülkelerdeki karşılıksız kâğıt parayı kullanmayacaklar...
Kooperatifin bir “kasa”sı olacak. Burada senet alınıp (“Ortaklık Senedi”) satılacak. Kooperatife ortak olan tüccarlar, ortaklardan “Ortaklık Senedi” ile aldıkları mamul malları götürüp piyasaya satacaklar, elde ettikleri para ile ortaklara gereken malları getirip “Ortaklık Senedi” veya “İşletme Senetleri”ni alacaklar... Senetleri kasada paraya çevirecekler... Böylece kooperatif ortakları ayrı bir işletme olmuş olurlar; fiyatlar, ücretler, kiralar hep “İşletme Senedi” ile oluşur.
***
Bunun, bu sistemin yani “Adil (Ekonomik) Düzen”in birçok yararları vardır. Bundan sonraki yazımda işte o yararlar, o faydalar üzerinde duracağım; gelecek yazı “Adil ekonomik Düzen’in yararları” üzerine olacak. Yazımın başında ne demiştim? Bir defa daha hatırlayalım: ‘Bu hatırlatma/ları/mın hayırlara, hayırlı başlangıçlara, bu alanlardaki zulümlerin sona erdirilmesine vesile olmasını diliyorum.’
Adil Ekonomik Düzen’in yararları
Reşat Nuri EROL
Bir önceki yazımın sonunda ne dedim? Bunun, bu sistemin yani “Adil (Ekonomik) Düzen”in birçok yararları vardır. Bundan sonraki yazıda işte o yararlar üzerinde duracağım…
“Adil (Ekonomik) Düzen”in yararları nelerdir?
Birincisi ve en başta gelen yarar; işletme sermayesiz çalışır.
İkincisi; işletme faiz musibetinden, fahiş faizden kurtulmuş olur.
Üçüncüsü; kooperatifin kefaleti “İşletme Senedi”ne likidite kazandırır.
Dördüncüsü; piyasadaki fiyat ve ücret oynamaları işletme içine aksetmez, işletmemiz enflasyonun etkisinden kurtulmuş olur.
Beşincisi; Küçük işletmeler birleşir ve tek firma gibi markalaşırlar. Kooperatif “Genel Hizmet Ortaklıkları” kurarak küçük firmaların eksikliklerini giderir ve bu sayede büyük firmalarla rekabet edecek hâle gelirler.
Bu çok yararlı kooperatif işletmesinde en çok zorluk çekilen alanlar “sigorta” ve “muhasebe” zorluğudur. İzmir Akevler Kooperatifi kırk seneden fazla zamandan beri yaptığı çalışma ve denemelerle bu sorunu çözmekle meşguldür. Bugüne kadar İzmir’de ve Kırgızistan’da yaptığımız çalışmalarda bu sorunlar kısmen çözülmüştür.
Hâlen yapmakta olduğumuz ve bundan sonra yapacağımız çalışmalarla bu sorunlar daha net ve daha kolay çözülecektir. Şöyle ki:
1. Kooperatif tek işletme kabul edilecek, ortaklar aralarındaki alışverişlerini kooperatifle yapmış olacaklardır. Yani Ahmet Mehmet’e bir şey satarsa onu kooperatife satmış ve kooperatiften almış olacaktır. Muhasebesini kooperatif tutacağı için her şey kayıtlı hâle gelecektir. Böylece kayıt dışı ekonomi musibetinden kurtulacağız.
2. Ortaklar birbirlerine verdikleri malları kooperatife satmış olacaklar, faturalar ona göre kesilecektir. Aldıkları mallar için de kooperatif fatura kesecektir. Mal verirken kooperatife ortak olmuş, mal alırken de kooperatiften almış olur. O miktarla kooperatife katılır veya ayrılır.
3. Kendi işlerinde çalışsalar bile kooperatifin işinde çalışmış olurlar. Kooperatif onları çalıştırmış olur. Kooperatif onları asgari sigorta yapar. Kooperatif bordro tutarı kadar ortaklık senedini onların hesabına borç yazar. Böylece ortaklar istedikleri yerde çalışırlar. Asgari ücretten sigorta yapılır. Artan miktar ile ortak katılmış olur. Sonra kooperatif kurumlar vergisini ödeyerek ortaklara paylarını dağıtır.
4. Kiraya verenler cirodan pay alacakları için ortaklar taşınmazlarını kooperatife koyarlar. Kooperatif kendi yapılarında iş yapmış olur. Ortaklar artık kiradan pay almazlar, ortaklığın kârından pay almış olurlar.
5. Kooperatifin tüccarları da faturaları kooperatife kestirirler. Kooperatif keser. Fark kadar kazanç ortağın ücreti olur. Onunla sigortalanmış olurlar.
6. Kooperatif tek kurum olarak faturalar keser, alır, bordrolar yapar, ortaklar arasında katkıları nisbetinde bölüşürler.
İsteyen ortaklar bordro tutarı dışındaki kazançlarını “Ortaklık Senedi” olarak alırlar. Kasada Türk Lirasına çevirdikleri gün o kadar kazanmış olurlar, onun vergisini öderler. Anlaşmaya göre isteyenlerin kazançları kurum kazancı kabul edilir. Kurumlar vergisinden sonra payları verilir. “Senet Sistemi”nin en önemli yararı; enflasyonun vergilenmesinden kurtulunmuş olunur. Çünkü senet gerçek değeri ile satılıyor ve vergi satıldığı gün tahakkuk ediyor. Bunun dışında, iş yapmak isteyen birçok insan vergi mükellefi olmadığı için kaçak çalışıyor, bundan dolayı hesabını tutamaz hâle geliyor. Oysa şimdi istediği işi istediği zaman kooperatifin ortağı olarak yapabilecektir. İşçiler de sigorta olmuş olacaklarından istedikleri yerlerde çalışabileceklerdir. Yararlar.. Yararlar…
Evet, yararlar, yararlar; “Adil Ekonomik Düzen”in bitmeyen yararları… Ve “Adil Ekonomik Düzen”den kaçan sözde “Adalet/çi” ve “Kalkınma/cı” AKP’liler ve diğerleri…