Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 594
MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ -2.AYETLER
15.01.2011
1381 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 44 YILDIR ÇALIŞIYOR....2009...2010...2011

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜNYA DÜZENİ 594

“ADİL DÜNYA DÜZENİ III. BİN YIL MEDENİYETİ PROJESİDİR.”

“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 594. Hafta           15 Ocak 2011          Fiyatı: www.akevler.biz’e tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 594. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?”    (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.”     (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00-21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Gayemiz ve Hedefimiz: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır.       Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

***

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;

AMBARLAR

İSTANBUL DÜNYA EKONOMİ MERKEZİ OLACAK

PARTİLER

TAVSİYELER, YENİ ANAYASA

VE  “ADİL DÜZEN İŞETMESİ”

***

*ÜSKÜDAR SEMİNERLERİ;   144. SEMİNER

Her Hafta ÇARŞAMBA akşamı; Adres: EMİNEVİMKısıklı Cad. No: 36  Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL  Tel: (0216) 444 36 46

SOHBET…    SEMİNER…    SORULAR-CEVAPLAR…

***

“Adil Ekonomik Düzen”in çözümleri ve gücü

Yazmak, okumak, anlamak ve uygulamak…

Adil Ekonomik Düzen’de fiyat ve ücret

Tarım döneminden sanayi dönemine sorunlar

Adil Düzen sorunları nasıl çözecek?

Medeniyet merkezi Türkiye

Yeni medeniyet ve Türkiye

“Yeni Medeniyet” merkezi “Türkiye”dir!

Reşat Nuri EROL

***

MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 2

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَوْفُوا بِالْعُقُودِ أُحِلَّتْ لَكُمْ بَهِيمَةُ الْأَنْعَامِ إِلَّا مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَأَنْتُمْ حُرُمٌ إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ مَا يُرِيدُ (1)

 

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَائِرَ اللَّهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَائِدَ وَلَا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَانًا وَإِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُوا وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَنْ صَدُّوكُمْ عَنْ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَنْ تَعْتَدُوا وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ (2)

 

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا

(YAEayYuHa elLaÜIyNa EAvMaNUv)

“Ey iman etmiş olan kimseler.”

Bu sûrede 16 defa “Ey iman etmiş olanlar” ifadesi gelmiştir.

16 defa tekrar edilmiş olmasının sebebi nedir?

Bunu şöyle anlayabiliriz. Mü’minlerin 16 çeşit görevi vardır demek olur. 24+1 kamu görevi (Genel Hizmetler) vardır. Bu sûrede bunların 16’sından bahsedilmiş olabilir. Böyle ise 24 hizmetin 8’i ayrı, 16’sı ayrı tür hizmettir.

Bu hizmetler neler olabilir?

Bunları genel hizmetlerin baskın olduğu veya kamu görevlerinin baskın olduğu hizmetler olarak düşünebiliriz. Başka bir özellik de olabilir.

Bu sorunun cevabını belki sûrenin sonunda vermiş olacağız.

Bunun dışında hiçbir farklı mânâ taşımadan sadece bölümleri oluşturma amacıyla yapılmış olur. Yani kamu görevi veya genel hizmet ayırımı sözkonusu olmayabilir.

Başka bir ayırım da; bucak yönetimi, il yönetimi, ülke yönetimi farklı farklıdır. Her farklı hitap farklı dayanışma ortaklığı olabilir. Başka bir farklılık da; ilmî, dinî, meslekî veya siyasî dayanışma ortaklıkları kastedilmiş olabilir. Dört kere dört 16 etmektedir. Bunlardan her biriyle bir dayanışma ortaklığını kastetmiş olabilir.

Bucakta ilmî, dini, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıkları…

İlde ilmî, dini, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıkları…

Ülkede ilmî, dini, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıkları…

İnsanlıkta ilmî, dini, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıkları kastedilmiş olabilir.

Görülüyor ki, tefsir demek varsayımları ortaya koyup yorumlamaya devam etmek demektir. Biriniz merak etseniz de buna çalışsanız bir alana ufuk açmış olursunuz.

Siz de başka varsayımlar ortaya koyarsınız.

Neyse, biz yine asıl konumuza dönelim. Şimdi, bu kadar tefekkürden sonra gerisin geriye dönerek âyette hangi dayanışma ortaklığını arayabiliriz?

Akitlerin ifa edilmesi emredilmiş, ot obur hayvanların helal edildiği, avlanmaya izin verildiğine işaret edilmiştir. Bunların kent dayanışması ile ilgili olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Hangi dayanışma ortaklığına ait olabilir. Akitleri yerine getirin dendiğine göre meslekî dayanışmayı içermektedir. Yani özel hukuk ele alınmıştır.

لَا تُحِلُّوا

(La TuXılLUv)

“İhlal etmeyin.”

“Hulul etme” araya girme demektir. “Hallolma” çözülme anlamındadır. “Hilal” kürdan demektir. Yukarıda saydıklarını ihlal etmemek şartıyla demektir.

“Helal olma” demek, ondan yararlanma meşru demektir. Şekeri suya atarsınız, eriyip gider. İnsanlar besin almalıdır. Bunlar çözülür, kılcal damarların onları emeceği hâle gelir ve kana karışır. Bu hulul etmiş olur. Sindirilemeyen de bağırsaklardan dışarıya atılır.

“Hillû” dersek içine girip eriyin anlamına gelir.

Lâ Tuhillû” ise onları eritmeyin demektir. Yani size uydurmayın, siz onlara uyun denmiş olur. İhlal etmeyin, eritmeyin demektir.

Aşağıda sayılan şeyleri bozmamalıyız, onları bize uydurursanız ihlal edilmiş olur.

Bundan önceki bölümde topluluk içinde ikili ilişkilerden bahsedilmişti. Burada ise kişilerin topluluğa uyumu anlatılmaktadır. Burada yasaklanan şey şudur. Bunları kendi çıkarlarınıza çevirmeye çalışmayın denmiş olmaktadır.

Bundan önce emir vardı. Akitleri yerine getirme emredilmiştir.

Burada da helal etmeyin denmiş olmaktadır. Emirden sonra nehiy gelmiştir. Emir ile nehiy arasındaki fark emrin bir defa yapılmasıyla gerçekleşmesidir. Akdi yerine getirirseniz emir yerine gelmiş olur. Yeni akit yaparsanız o zaman onu da yerine getirirsiniz. “Ukûd” (akitler) harfi tarifle gelmiştir. Cins içindir. Demek ki her akit onun yerine getirilmesi için illettir. Bu emrin tekrarı sebebiyle değil, akdin yenilenmesinden dolayı oluşmaktadır. Nehiylerde ise nehyedilende süreklilik vardır. Hiçbir zaman yapılmaması gerekir. Hükümleri farklı olduğundan ayrı kelimeler ve sigalar gelmektedir. Birçok kelimeler vardır ki emir şeklindedir ama mânâsı nehiydir. Aksi de vardır. Onların hükümleri farklıdır. Mesela birisine “oturma” derseniz oturmasını yasaklarsınız ama oturana “kalk” derseniz bir defa kalkmakla görevi yerine getirir, sonra oturabilir. Biz konuşurken bu inceliklere her zaman uymayız.

شَعَائِرَ اللَّهِ   

(ŞaGAEiRa elLAHi)

“Allah’ın şairlerini.”

Şa’r” baştaki kıldır, saçtır. Farkına varmak demektir.

Şeair” insanın beyni içindeki bir düşünceyi ifade etmektir.

İlim ile şuur arasında büyük fark vardır. İlim bilgisayarda yüklenilen birtakım programların okunmasıdır. Ruhsal olay değildir. Fiziksel olaydır. Ruh onları algılar. Şuur ise tamamen farklıdır. Şuurun onlara etkisini ve şuurun kendisini bilmedir. Aynaya bakan insan vardır. Aynadan akseden ilimdir. Ama gözün onu görmesi ve bu benim bedenimdir demesi ise şuurdur. Şuur demek bu benim demektir. Türkçede bilinç denmektedir.

Şimdi bilgisayarı ele alalım. Bilgisayarın arkasındaki çiplerde birtakım devreler vardır. Bilgisayardaki olaylar orada cereyan eder. Oturan insan tuşlara basarak devreye girer. Ekrana gelince okur. Bir de dışarıda olan olaylar vardır. Bilgisayarda olanlar bizim yüklediğimiz bilgileri almış onları yüklemiştir. İnternetten de programları indiririz. Başkalarının programlarını almışızdır. Bilgisayarımızda paylaştığımız klasörlere dışarıdan ulaşılabilir. Yaptığımız hesapları hesaplamış, hafızasına kaydetmiştir. Bilgisayarı okuyan oradaki bilgileri almaktadır. Ama insan başka, bilgisayar başkadır. İlim ile şuur arasında da işte bu fark vardır.

Kişinin şuuru onun bilincidir.

Acaba topluluğun şuuru nedir?

Kur’an’da Safa ve Merve’nin Allah’ın şeairi olduğu söylenmektedir. Haremin meş'arında Allah’ı zikredin. Mealler Müzdelife demektedir. Bize göre burada kastedilen şudur. Arafat bütün insanların gelip ziyaret ettikleri yerdir ve haremin dışıdır. Mekke’nin içi haremdir. Arafat Mekke’ye gelirken Mikat olan yer Müzdelife’dir.

Safa ve Merve’nin şearillahtan olmasını nasıl yorumlayacağız?

Bir topluluk kendi varlığını belirtmek için insanlar ona katılıyorsa onu isteyenin ne kadar çok olduğunu anlarız. Bugün bundan yararlanılmak istenmektedir. Kalabalığın bulunduğu yerde insanlar yürüyüş yapar, trafiği tıkar ve bu şekilde görüşlerini anlatırlar.

Oysa hacdaki insanların toplandığı yere Kur’an Meş'ar-ı Haram demektedir. Demek ki Safa ve Merve de şeairillah olarak ifade edilmiştir.

Her medinede insanlar belli bir görüşü açıklamak için toplantı yaparlar.

Biz buranın fıkhını nasıl açıklayacağız?

Burada ne diyor?

Allah’ın şeairini ihlal etmeyin diyor.

Burada bir maksatla toplanacaklarını beyan ederek, yerin boş olduğu zamanlar için yöneticiden gün aldıktan sonra, ondan sonra başka maksatla oraya katılıp onların anlatmak istediklerini ihlal etmeyin denmektedir. Burada görüşler anlatılır. Konuşmacılar konuşurlar. Tekbirlerle, tehlillerle tasdik olunur. Buraya girecekler belli kapılardan girerler, sayılarını otomatikman elektronik kapı sayar, kaç kişi toplantıya iştirak etmiştir bilinir.

Buraya gelecekler özel elbise giyerler, ülkenin her tarafından oraya gittiklerini duyurmuş olurlar. Hac veya umredeki özel elbise de budur. Buraya çıkan yolcular özel güvene alınır. Bunların seyahatlerine mâni olunmaz. Devlet mâni olmadığı gibi onları korumak da oradaki illerin görevidir.

Bugün Mekke’de hac ve umre yapılmaktadır. Oraya Kur’an ehli olanlar ziyarete gelmektedir. Hacda yeryüzünde bu kadar Kur’an ehli olduğu belirtilmektedir.

Bugün kitle imha silahları icat edilmiştir. Biyolojik ve kimyasal silahlarla kitleler imha edilmektedir. Bu gücü sermaye ele geçirmiştir. Devletler sermayenin emrine girmiştir.

İlk bakışta kalabalıkların ne etkisi olacaktır ki diye düşünülür.

Oysa İran’daki Humeyni ihtilali silahla olmamıştır. Hiçbir Humeynicinin silahı yoktur. Sadece sokağa döküldüler. Şah korktu, kalabalığın üstüne jetler gönderdi. Binlerce insan öldürüldü. Ama İran halkı evlerine dönmedi. Sonunda Şah gitti.

Sovyetlerde kırk milyon insan öldürüldü ama şimdi öldürenler yoktur, halklar vardır.

İslâmiyet silahsız insanlara toplanma, yürüyüş yapma ve kendi görüş ve düşüncelerini gösterme hakkını tanımıştır. Bu hakkın yöneticiler tarafından ihlal edilmemesi ve ihlal edenlere de mâni olunması teşri edilmektedir.

Şeair”in başka anlamı serbest pazar yerleridir. Çarşılarda, dükkanlarda vergiye ve kurallara tâbi alışveriş yapılmaktadır. Bir dükkanı elinde tutmak için belli oranda vergi vermek, sermaye koymak, ciro yapmak şartı vardır. Oysa pazar yerlerinde oluşacak piyasa şeairillahtır. Herkes malını getirir ve oraya koyar. Halk gelir ve oradan alışveriş yapar. Allah’ın burada ihlal etmeyin demesi; bu pazar yerlerine müdahale etmeyin, buraya girip çıkacak mallar üzerinde kotalar koymayın, vergiler almayın demektir.

وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ

(Va Lav elŞaHRa eLXaRAvMa)

“Ne de haram şehri ihlal ediniz.”

Bir bucak temel topluluktur. Birbirleri ile her gün karşılaşan, dolayısıyla birbirlerini tanıyan, çok yakından da  birbirlerini bilmeyen 3000 ile 10 000 arasındaki topluluklar birlikte çalışmakta ve aşiretlerde ayrı ayrı yaşamaktadır. Bu birlikte çalışma ve yaşama birtakım emirlerle yasakları içerir. Yasaklar yere göre ve zamana göre değiştiği gibi, kişilere göre de değişir. Yukarıda Allah’ın şeairini ihlal etmeyin denmiş ve mekandaki yasaklar gösterilmiştir. Şimdi de zamanlardaki yasakları ihlal etmeyin denmiştir. Belli yerlerde belli hareketleri yapmak haram kılınmış, belli zamanlarda da belli şeylerin yapılması yasaklanmıştır.

Mekke için konmuş bulunan bu yasaklar Kur’an’da dört ay olarak belirlenmiştir. Bunların üçü hac aylarıdır. Çoğul olarak getirilmiş olduğu için haccın yapıldığı aydır. Büyük hac günü marife olarak gelmiş olduğundan o hac günü Zilhicce denen ayın onuncu günü olmaktadır. Bu gün önceden bilinmektedir. Hazreti İbrahim aleyhisselâmdan beri bugün hac günü olarak yapılmaktadır.

Ramazan ayının da adı geçmektedir. Ramazan Bayramı ile Kurban Bayramı arasında 70 gün bulunmaktadır. Bu da on hafta eder. Kameri aylara göre sene 50 haftadır. Bunun beşte biri ise iki bayram arası zamandır. Üç ay doksan gün etmektedir. Senenin dörtte biridir.

Dördüncü haram ay hangisidir?

Bunu Ramazan ile bitişik ay olarak alamayız, çünkü o zaman dört ay üç ay ayrı olmaz. Madem ki haram aylar dörttür, bunun üçü hac aylarıdır. Geri kalan bir ay hangisidir? Bunu şöyle bir muhakeme ile bulabiliriz.

Seneyi ikiye ayırırız, haram aylarının olduğu altı ayı bir ve tamamı helal ayları olanı bir yaparız. Yarılama sistemini kullanıyoruz. Altı ayın yarısı olan üç ay hac aylarıdır. Geri kalan ve ayrı olan Recep ayıdır, haram aydır. Bu hususta icma vardır.

Görülüyor ki sahabelerin icmaı burada âyetlerin yorumuna dayanmaktadır.

Haram aylar neyi haram etmiştir?

Araplarda da haram aylarda savaşmak haram kılınmıştır. İslâmiyet’te onlar saldırmadıkça haram aylarında saldırılmaz, savunma amacı ile de olsa saldırılmaz. Bir ülke ile savaşabilmek için meşru sebep olması gerekir. Ama bir defa savaşa başladığınız zaman artık orada savaş kuralları geçerlidir. Bekleyip fırsat bulduğunuzda saldırırsınız. Askerlikte genel kaide vardır. Sadece savunma ile savaş kazanılmaz. Savaş kazanmak için mutlaka saldırıya geçmek gerekir. İşte haram aylarında biz saldırıya geçmeyiz.

Savaş da yıllarca devam etmez. Savaş için hakem kararları gerekir. Hakem kararları ile mahkum olan devlete karşı saldırı savaşı yapılabilir. Savunmak için hakem kararlarına gerek yoktur ama saldırı için hakem kararlarına gerek vardır. Saldırıyı da helal aylarda bitirmek gerekir. Bitirmedinizse saldırıyı durdurmanız gerekir. Yani haram aylarda saldırıya geçemezsiniz. Sonra yeniden savaşmak yani saldırıya geçmek için yeniden hakem kararları gerekecektir. Böylece yıllarca süren savaşlar önlenmiş olmaktadır.

Kur’an hükümler koyarken asgari şartları ortaya koyar.

Avlanmanın yasak olması aslında savaşın yasaklanması demektir. Demek ki sayd etmek (avlanmak) haram kılındı demek, saldırıda bulunmak haram kılındı, o aylarda ve yerlerde saldırıya geçilmez. Bu kural yalnız cephedeki savaşlarla ilgili değildir. İdama mahkum olan veya firar eden biri eğer o anda saldırıda bulunmuyorsa haram yerlerden çıkması ve haram ayların geçmesinden sonra onu kovalar ve bertaraf ederiz. Bu haram aylarında belki pişman olur, bize teslim olur. Belki de mağdurlar tarafından affedilir.

Şöyle açıklayayım. Birisi hırsızlık yaptı; kolunun kesilmesi gerekir. Firar etti; artık hukuku tanımadığı için ilçemizin dışına çıkmışsa kamu hukukunda onu kovalamayız, ama bizim topraklarımızda yani ilçemizin toprakları içinde ise jandarma birliği onu takip eder ve bertaraf ederiz. İlçe dışına gider, ilçe içine girmezse onu oralarda kovalamayız. İlçe içinde olsa bile, haram aylarda onları takip etmeyiz, mühlet veririz.

Burada birçok sorun çıkar. Devamlı olarak haram aylarda gelip gitmekte, helal aylarda gelmemektedir. O zaman biz yine ona dokunmayacak mıyız?

Burada da kıyas dokunmamayı gerektirir.

O zaman bu yasaklar boş olmaktadır. Etkisiz hâle gelmez mi?

Başkanların sürme yetkileri vardır.

Bunlar da bu haram aylarda gelirlerse ne yapılacaktır?

Kur’an bize normal şartlar için hükümler koymuştur. Bunlar saldırı için konan yasaklardır, savunma için yapılan yasaklar değildir. Bu istisna haller için Kur’an’ın başka âyetlerine uymak gerekir. Karşı taraf kurallara uyarsa siz de kurallara uyarsınız.

وَلَا الْهَدْيَ

(Va Lav eLHaDYa)

“Hedyi de ihlal etmeyiniz.”

Gelecekte oluşacak ekonomide her malın ve ara malın ambarı olacaktır. Mal dediğimizde halkın kullandığı değerli eşyadır. Ara mal ise halkın işine yaramayan ama üreticiler tarafından kullanılan değerli eşyadır. Mesela demir halka yaramaz ama demirden mamul anahtar halkın işine yarar. İşte, her malın ve ara malın ambarı olacaktır. Üreticiler bir ambardan aldıkları bir eşyayı değiştirerek başka ambara teslim edeceklerdir. Stoklarla oluşan fiyat farkları onların ücreti olacaktır. Bu sayede insanlar başka insanlarla hiç karşılaşmadan kendilerine her zaman iş bulacaklardır.

Şimdi buraya verilen malların bir kısmı “hedy” olacak bir kısmı “kalaid” olacaktır.

Hedy” demek standart mal demektir. Ambara verirsin ama sonra aynısını değil benzerini alırsın. “Kalaid” ise verdiğin etiketlenir, kilitlenir; sonra aynısını alırsınız.

Bir ambardan alıp ürettiğiniz malı kontrolden geçirir sonra onu ambara teslim edersiniz. Bir belge alırsınız. Bu belgede sadece malın adı yazılıdır. İşte bu “hedy” olmaktadır. Siz onu istediğinize devredersiniz. O belgeyi alan ambara gider, onu değil onun mislini alır. Buna “mislen eda” denir.

Bugünkü uygarlık esas olarak “mislen eda”ya yani “hedy”e dayanmaktadır.

Hac yapacak kimselerin kurbanları memleketlerinden alıp götürmeleri esastır. Gaye; dünyadan gelen bütün kurbanların etleri birlikte kesilip karıştırılacaktır. Böylece insanlık dünyanın her tarafındaki canlılardan besinlerini almış olacaktır. Besin zincirinin temeli budur. Her canlı kendisine gerekli olan maddeleri kendisi üretmez, diğer canlıların ürettiklerini alır ve kullanır. Bitkiler köklerinden maddeler alarak varlıklarını sürdürürler. Bazı bitkiler köklerinden besin almazlar. Kökleri sadece tutunma aracıdır. Bunlar da yapraklarında tuzaklar hazırlamışlardır, geçen sinekleri ve böcekleri kaparak beslenirler.

Kuşlar mevsim mevsim kuzey kutbundan güney kutbuna göç ederler. Balıklar Atlas Okyanusu’nun güney-batısından kuzey-doğusuna göç ederler. Bunların görevi işte bu ortak besin üretme sistemine taşımacılık yapmaktır.

Allah insanlara da bunu emrediyor; böyle bir yere gelerek (Mekke/Kabe) dünyanın her yerinden gönderilen hayvanları kesiyorsunuz... Etleri karıştırıyorsunuz... Sonra ambalajlayarak memleketinize götürüp komşulara ikram ediyorsunuz...

İşte, “hedy” hacıların Mekke’ye gitmeden önce gönderdikleri kurbanın adıdır.

Bunlar hacılardan önce yola çıkarlar. Otlaya otlaya Mekke’ye ulaşırlar. Bunun için “Hac Yolları” üzerinde bunların otlamaları için yeter büyüklükte alanlar olması gerekir. Bunların uçakla gönderilmesi istenmez, otlaya otlaya gitmeleri istenir. Çünkü geçtikleri yollarda da değişik yörelerin değişik bitkilerini otlamış olacaklardır.

Bunların ihlal edilmemesi demek; bugün olduğu gibi, efendim ne gerek tâ uzaklardan buraya kadar hayvanlara eziyet etmeye, orada ahırda beslenen ve sadece yemlerden oluşmuş hayvanları keselim, bu iş olsun bitsin deyip Allah’ın şeriatına müdahale etmeyin demektir.

Haram aylar vardır, haram  yerler vardır.

Bir de haram eşya vardır, haram varlıklar vardır.

Haram aylarda, haram yerlerde, haram mallarda yasaklar kalkar. Vergiler kalkar. Buraya herkes malını getirir, istediği gibi teşhir eder ve pazarlar. “Şeairillah”tan maksat ekonomik bakımdan serbest pazar yerleri demektir, malları teşhir edip satma yerleri demektir.

İşte buraya gelecek olan mallar da “hedy”dir.

Burada satıcılar mal koyarlar. Ulaşımla gönderirler. Aynısını değil mislini alırlar.

Bu âyet bize aynı zamanda ulaşım işletmesini de teşri etmektedir.

وَلَا الْقَلَائِدَ

(Va Lav eLQaLAEiDa)

“Ve kalaidi de ihlal etmeyiniz.”

Kilit” bir yere girmek için konan anahtardır, damgadır, mühürdür. Ortak ambara konan mallar kontrol edilir veya edilmez. Üstüne sahibinin adı yazılır. O şekilde teslim edilir. Buna karşılık sahibine belge verilir. Bu belge iki türlü olur. Biri içeriğini anlatır. Diğerinden sadece kime ait olduğu belli olur, içeriği mevcut olmaz. Her ikisi için uygun belge verilir.

Burada buna “kalaid” denmiş olması, hem kime ait olduğunu gösterir, hem de hayvanı veya eşyayı tanıtır. Malı teslim eder, belgeyi alır, onu istediğine verir, o sonra o belgeyi alır, gelip ambardan aynısını almış olur.

Hacca kurban gönderenler de hayvanı teslim ederler, boyunlarına kime ait olduğunu gösteren kilit takarlar ve Mekke’de onu alırlar. Ambarlardan da aynısını alırlar.

Kur’an’da benzer şeylerden yan yana bahsediyor ve “Ve” harfi ile atfediyorsa, aralarında bir ilişki var, aynısı değildir demektir.

Kur’an’da daima bir örnek üzerinde durulmaktadır. Gelecek dünyanın temelini “ambarlar” teşkil edecektir. Kişiler ürettikleri malları ambarlara teslim edecek ve ambarlardan alacaklardır. Bu ya misliyattan olacak ya da ayniyattan olacaktır.

Köylü köylerde mal üretir. Bunları sepetlere, kasalara, çuvallara, kaplara koyar. Üstüne etiket yapıştırır. Köy ambarına teslim eder. Bu içeriksiz kalaiddir. Bunlar hacda olduğu gibi ortak nakliyeye verilir. İlçe merkezine gider.

İlçe merkezinde herkesin bir takipçisi vardır. Takipçi o malları istediği kontrolöre götürüp kontrol ettirir. Bu sefer içerikli kalaid konur. Üreticiye içerikli belge verilir.

Üretici bu içerikli belgeyi bucak tüccarına satar.

Bucak tüccarı bu belgeyi il tüccarına satar.  

İl tüccarı da ülke tüccarına satar.

Bölgedeki fabrikalarda bunlar standart hâle getirilir. Özel ambarlar ürettikten sonra  bölge ambarına teslim ederler. Onlara bu sefer “misliyat belgesi” yani “hedy” verilir. Üretici bunu ülke tüccarına satar. Belgeyi alan tüccarlar bu belgelerini il tüccarlarına satarlar. Onlar da ilçe mağazalarına satarlar. Nakliyeye verir ve onlar da ürünü bölge ambarından getirip ilçe mağazalarına teslim ederler.

İşte, geleceğin “Adil Düzen Ekonomisi” budur.

Buradaki en önemli husus;  belgeler elden ele dolaşır, mal ise en kısa yoldan üreticiden tüketiciye ulaşır.

Mekke’de kurulacak bir pazar yeri sayesinde böylece tanımlanmış olarak bize bu hususta gerekli örnek gösterilmelidir. “Hedy” ve “kalaid”i biz sadece hac kurbanları için düşünüyoruz, yalnız hayvanlar için düşünüyoruz. Oysa bu âm bir lafızdır. Canlı cansız Mekke pazarına gidecek mallar için düşünebiliriz. Aynî ve mislî teslimi düşünürüz. Yalnız Mekke’ye ait değil; tüm semtlerden bölge merkezlerine, oradan bölgeler arası alışverişlerde ve ürünlerin tekrar semt bakkallarına inmesi için düşünebiliriz.

وَلَا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ

(Va Lav EamMIyNa BaYTa ELXaRAvMa)

“Haram beyte âmmîn olanları da ihlal etmeyiniz.”

İsm-i faildir. “EMM”den gelir. Öne alma, tâbi olma demektir. Haram beyte gelenlere dokunmayın demektir.

Mekke’de pazar yerleri kuruluyor. Meş’ari Haram demek pazar yeri demektir.

Her bucakta veya ilçede böyle pazar yeri olacaktır. Her bölgede pazar yeri olacaktır. İnsanlar oraya geleceklerdir.

Emme” imam, önder demektir. Onu kendisine imam yaptı mânâsında olursa müteaddi olur. Haram beytine yönelmiş, buraya gelen kimseleri de ihlal etmeyiniz.

Burada anlatılan Mekke’ye giden yolculardır. Oraya gitmekte olduklarını beyan eden elbise giyerlerse o mevsimlerde kendilerine öncelik tanınır. Yani önce onlar yola koyulurlar.

Bugün de hac mevsiminde uçakların ve otobüslerin onlara tahsis edilmesi gerekir. Bunun başka anlamı; o mevsimlerde hacca gitmeyenlerin yolculuklarını ertelemeleri gerekir.

Haram beytine yönelenler demek olur.

Bu âyet müşriklerin de Mekke’ye girebileceklerini ifade etmektedir. Tevbe’deki yasaklama ile çelişki hâlindedir. Orada Mekke müşriklerinin tehciri demektir. Burada ise ekonomi bakımından serbestlik demektir. Başka ayette de haram aylarda gelmelerine izin verilir. Çünkü haram aylarda onlar kendi inançlarına göre kimseye dokunmazlar. “Orada dört ay gezinirler”den murad, haram aylarında gelsinler dolaşsınlar anlamı çıkar.

Burada şunu öğreniyoruz ki Kur’an üzerinde düşündükçe değişik mânâlar verebiliriz. İşte içtihat budur. Hikmete göre uygulama yaparız. Allah “şunu yapın”dan çok “ne yapacağınız üzerinde düşünün” emrini vermektedir.

Bu bize başka görev de vermektedir.

Mekke’de pazar yeri kuracağız.

Ayrıca Mekke’ye sevk edeceğimiz mallar için bir bakkaliye müessesesini kuracağız.

Bir de Mekke’ye gelenleri barındırmamız gerekir. Bunun için kapalı alanlar yapılır. Gelenler kendi çarşaflarını ve kılıflarını kendileri getirirler. Terliklerini kendileri getirirler. Uzanacak yerleri olur. Orada uzanırlar ve istirahat ederler. Kadınlar için ayrı erkekler için ayrı yer olmuş olur. Hacda cinsi ilişkilerin yasak olmasının bir sebebi de bu ayrılığın kolayca sağlanmasıdır.

Bunu yalnız hacda değil de diğer merkezlerde de yaparız. Her topluluğun kendi bölge merkezleri olacaktır. Buraya mallarını gönderip satabilmeli, kendileri de gidebilmelidirler. Bir taraftan tüccar aracılığı ile ticaret yapılırken, mağazalar ve bakkallar faaliyette iken, bir taraftan da pazarlar serbest olmalıdır. Yani insanlar mallarını götürüp pazarda doğrudan satmalıdırlar.

Bu pazar nerede kurulur?

Mekke’de kurulduğuna göre devlet merkezlerinde ve bucak merkezlerinde kurulacaktır.

Demek ki ekonomide ambarlar olacak, nakliye olacak, aracılar olacaktır.

Bunlar semtte, ilçede, bölgede ve kıta merkezlerinde olacaktır.

Bir de pazar yerleri olacaktır; bunlar bucakta, ilde, ülkede ve Mekke’de olacaktır.

Burada Mekke’de olanları anlatmaktadır.

Diğerlerini kıyas yoluyla tesbit etmemiz gerekir.

يَبْتَغُونَ

(YaBTaĞUvNa)

“İbtiğa ederler.”

“Âmmîn” ism-i faildir. “Haram beyt” mef’uldür. “Yebteğune” haldir.

Mekke’ye gidenler sırf ibadet için gitmeyeceklerdir. Ekonomik ve sosyal yararlar temin etmek için gideceklerdir. Gittim, tavaf ettim, döndüm, böylece hacı oldun denemez. Oraya gittiğiniz zaman belli işleri yapacaksınız.

Kur’an’a göre iki maksatla oraya gidilecektir:

-Biri maddi kazanç temin etmek,

-Diğeri de sosyal birliği sağlamak olacaktır.

Bağy etmek” demek, boğa gibi saldırmak demektir.

İbtiğa” ise kendi kendine yararlanmak demektir. Çaba göstermek demektir.

Sırf dua etmek için Mekke’ye gitmek gerekmez, Allah burada ve her yerde vardır.

Hac veya umre düzenini sağlamak bize emredilmiştir. Bunları yapınız denmektedir. Biz bunu sağlamak için gelecekteki Adil Düzen yöneticilerine bir öneride bulunuyoruz.

a)      Mekke ile Medine arasında orta yer bulalım. Pergelimizin bir ucunu Mekke’nin üzerine koyalım, diğer ucunu bu orta yere koyalım, Mekke merkez olsun. Daire çizelim. Biz bunu Mikat hudutları olarak kabul edelim.

b)      Dünyada yaklaşık yüz ülke vardır. Her ülkeye orada bir ilçe kuracak şekilde alan verelim. Ülke her bölgeden bir bucak kurduracaktır, her ilden bir semt oluşturacaktır, her ilçeden bir ocak oluşturacaktır, her bucaktan bir aile bulunacaktır.

c)      Ayrıca yeryüzünde hac yolları tesis edilecek ve burası uluslararası yol ve alanları olacaktır. Burada gezmek ve yaşamak için, iş kurmak için bir yerden izin veya müsaade almak gerekmeyecektir.

d)     Dışarıdan gelenler kendi komşularına misafir olacaklardır. Malları kendi ilçelerinde veya diğer ilçelerde satacaklardır. Her ilçenin şeairi yani teşhir yeri olacaktır.

Dünyanın her tarafından gelen mallar burada teşhir edilecek, satılacak, satın alınacaktır. Dünyanın her tarafından gelen mallar burada harman yapılarak ülkelerine dönecek şekil verilecektir. Dünyanın her tarafından gelen içme suları burada birleştirilip dünyaya pazarlanacaktır. Dünyanın her tarafından gelen taşlar burada standart hâle getirilip gönderilecektir.

Her ülkenin merkezinde buna benzer kuruluş olacaktır. Devlet merkezinde her bucağın semti olacaktır. Orada da ülke içinde bir merkez oluşacaktır. İl merkezinde birer ocak olacaktır. Merkez bucak bu yüz ocaktan oluşacaktır. İnsanlık böylece örgütlenmiş olacaktır.

Birinci âyette taşra bucakları anlatılmış.  

Burada da merkez bucaklardan bahsedilmiş olmaktadır.

فَضْلًا

(FaWLan)

“Fazlı arasınlar.”

Uygarlaşma demek işbölümü yapma ve herkesin ayrı ayrı ürettiklerini bölüşerek ayrı ayrı tüketmesi demektir. Bunun yararı şudur. Gerek insanların emeklerini uygun yerde kullanmaları, gerekse ürünlerin uygun yerde harcanması verimi yüzlerce defa artırmaktadır.

Bilgisayar yapan bir kimse eğer tarlada domates ekenin domatesini almazsa açlıktan ölürdü. Ama bir köylü de bilgisayarı yapanın (internet) cihazını ve cep telefonunu kullanmasaydı, derdini anlatmak için aylarca yolculuk yapmak zorunda olurdu. Oysa her biri yerlerinde oturmakta, köylünün ürettiği domates bilgisayarı yapana varmakta, bilgisayar ve telefon da köylüye ulaşmaktadır. Kazanılan zamanları kıyaslarsanız binde değil milyonda bir ile elde edilmektedir.

İşte bunların hepsi “fazl”dır.

Fazl” insanların bir araya gelmesi ile elde edilir. İnsanlar ayrı ayrı üretip yaşayacak şekilde de yaratılmıştır. Özel mülkiyet bu demektir. Diğer canlılarda özel mülkiyet yoktur. Ama insanlar aynı zamanda bir araya gelerek birlik de oluşturabilmektedirler. Bu da onlara büyük fazllar getirmektedir. Diğer canlılar da beraber yaşarlar ama onlar için o fazl değildir. Çünkü bu durum kendi arzuları ve iradeleri sonunda oluşmuş bir şey değildir. Baştan öyle yaratılmışlardır. Oysa insanlar kendileri kendi istekleri ve kararları ile beraber olurlar.

Demek ki hacca ve umreye giderken fazlımızı yani kazancımızı düşünmemiz gerekmektedir. Kendi kazancımızı düşünürken başkasının kazancını da düşünmüş oluruz. Çünkü kazananlar iki tarafta olurlar. Kur’an’da bize bu gelen kimselere imkan hazırlamamız emredilmekte, bir de bu hususta bir mâni, bir engel çıkarmayın demektedir. 

Sömürü sermayesi ne yapıyor?

Hacca kazanç için gidenler yerilmektedir. Çünkü bu sayede sadece kendisi alıp satacak ve insanlığı sömürecektir. Gümrükler, vizeler, kara yolculuklarının engellenmesi hep bu amaçla ihdas edilmektedir.

AK Parti Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile uğraşacağına, hacca kolay gidip gelmeyi sağlasın ve kara yolculuğu kotalarını kaldırsın. Niçin gömlek çıkarıldığını, Millî Görüş gömleğinin neden çıkarıldığını bu âyetleri okuyunca daha kolay anlarsınız.

Ben malımı götürüp satamadıktan, oradan mal alıp getiremedikten sonra; ne işim var hacda? Allah sağır değildir ki; buradan yapacağım duayı da duyar.

İşte Allah bu âyetlerle bize nelerle görevli olduğumuzu anlatmaktadır.

“Adil Düzen” iktidarı barışla veya savaşla da olsa, mü’minler Mekke’nin fethini sağlayacaklardır. Bugünkü Suudi hükümeti Emeviler benzeri sadece mütegallibe hükümet değildir; aynı zamanda Mekke müşrikleri gibi Mekke’nin kutsiyetini ihlal eden ve tüm insanların oraya gelmesini önleyen bir yönetimdir.

Ben bu kadar ağır şekilde ne diye yazıyorum?

Duysunlar,  tevbe etsinler ve gereğini yapsınlar diye yazıyorum.

İlgilenirlerse; ne yapacaklarını Kur’an’ın delilleri ile gösterelim.

مِنْ رَبِّهِمْ  

(MiN RabBiHiM)

“Rablerinden”

İnsan sosyal evrim yapacak şekilde yaratılmıştır. Yani insanlık her gün biraz daha ileriye gitmektedir. Ferdilikten çıkıp içtimaileşmekte yani sosyalleşmektedir. Bu içtimaileşme ona fazl getirmektedir. Yeniliğe uymak eğitim almayı gerektirmektedir. Sosyal evrimleşme ancak daha çok birleşme ile olmaktadır. Daha çok işbirliği yapmakla sosyal evrim olur. Fadl evrimleşmekten doğar. Çok açık olarak burada buna işaret edilmektedir.

Sömürü sermayesinin serbest hacılığı yasaklamasının sebebi işte bu gelişmeyi önlemektir. Erbakan, ‘Balyozcuları hapse atma yerine eğitmek gerekir’ sözü ile bunu anlatmaktadır. Askerler ülke çıkarlarını öyle sanmış ve öyle hareket etmişlerdir. Ülkelerine son derece bağlı olan bu insanlara saygı duymak gerekir. Ama oynanan oyunları da iyi anlamaları gerekir.

Sosyal evrimleşme ancak vizelerin kalkması, gümrüklerin sona ermesi ile olacaktır. Bir gün yalnız Mekke değil, yeryüzü fethedilecek ve vizeler, gümrükler, kotalar kalkacaktır. Sadece bunlar gerçekleşemeyecek, ayrıca konaklama ve ulaşım imkanları sağlanacak, insanlar hiçbir ödeme yapmadan istedikleri yerlere gidecekler, mallarını göndereceklerdir. Cep telefonunda bedava konuşacaklardır. Bunların fazla masraflı bir şey olduğunu sanmayınız.

وَرِضْوَانًا

(Va RıWVAvNan)

“Ve rıdvanı ibtiğa etmek için gelenleri ihlal etmeyin.”

“Fadl” mâlî birliktir.

Rıdvan” ise sosyal birliktir.

İnsanın iki çeşit ihtiyacı vardır; bedenî ihtiyaç, ruhî ihtiyaç. Mesela insanın yemek yemesi ihtiyaçtır. Giyinmesi bedenî ihtiyaçtır. Ulaşım bedenî ihtiyaçtır.

Ayrıca insanın öğrenme ihtiyacı vardır. Öğrendiklerini anlatma ihtiyacı vardır. İnsanın sevme ve sevilme ihtiyacı vardır. İnsanın görüşme ihtiyacı vardır. Amerika’ya gitmekten çok, Amerika’daki yakınla telefonla görüşmeye daha çok ihtiyacımız vardır. İnsanların sosyalleşmesini maddî isteklerden çok ruhi ihtiyaçlar sağlamaktadır. Mekke’ye giderken yalnız maddî değerlerin mübadelesini sağlamayız, aynı zamanda ruhi ilişkileri de sağlarız.

Rıdvan” ruhi ihtiyaçları karşılayandır. İşte Mekke’ye bunun için de gideriz, orada diğer insanlarla ruhi ilişkiler kurar, bu sayede  sosyal evrimleşmeyi sağlarız.

“Rıdvan” “fazl”a atfedilmiştir. “Rıdvan” da Rablerinden gelmektedir. Matuf matufun aleyhin hâlini ve vasfını taşır. Aksi olmaz. “Min Rabbihim” sonra gelseydi, o zaman yalnız onun hâli olurdu.

“Allah” kelimesi topluluğu anlatır, “Rab” kelimesi ise devletin kuruluşunu anlatır, teşkilatı anlatır. Yani buradaki rablerinin ifade ettiği mü’minlerin kuracakları teşkilattır. Teşkilattan fazl ve rıdvanı ibtiğa edeceklerdir.

Fadlın ibtiğasını çözmüş oluyoruz ama acaba rıdvan nasıl bir örgütle çözülecektir?

Bunun için önce tercümanlara ihtiyaç vardır. Yani Mekke”nin içlerinde dolaşan kimsenin başka dili konuşan insanlarla görüşmesini sağlayan bir sistem geliştirmemiz gerekir.

Çin’de halk konuşarak birbirleri ile anlaşmamaktadır ama yazıyı hepsi okuyabiliyor ve milyarlık topluluk olarak o sayede birlikte yaşıyorlar.

Tüm insanlığın bir yazı dili olacaktır. Kur’an’da seçilen kelimeler özel şekli ile yazılacaktır. “Enf” kelimesini herkes kendi diliyle okuyacaktır. Altına ve üstüne kendi dili ile yazılacak. Yani Kur’an Arapçası harf harf yazılacak ama her dilde ayrı ayrı okunacaktır. Bunun sağlayacağı fayda, yazışma ile herkes karşısındaki ile kolayca anlaşabilecektir. Yazışma da karşılıklı bilgisayarlarda yapılacaktır.

Diğer bir çözüm olarak da çift tercüman kullanılacaktır. Her dilden Arapça tercüman olacak, diğer dilden de Arapça tercüman olacaktır. Böylece anlaşma sağlanacaktır.

Bunun yararı tüm insanlarla ikili ilişki kurmaktır. Maddeten tatminin yanında mânen de tatmin olunacaktır. Türkiye’de yaşayan bir Budist dünyadaki bütün Budistlerle ikili ilişki kurabilecektir. Bildiklerini ona aktaracaklar, o da bildiklerini buraya aktaracaktır.

Diller öyle gelişecek ki, yazı dilinde hepsi Kur’an Arapçasına çevrilebilecektir, Kur’an Arapçasından da o dile çevrilecektir. Bunun için “Bin Dil Üniversiteleri” kurulacaktır. Her kıta merkezinde kurulacaktır. Bunun beşyüz dili bütün üniversitelerde okunacaktır. Beşyüz dil ise o kıtadaki mahallî dilleri içerecektir. Beş bin dil ele alınacaktır demektir.

“Bin Dil Üniversitesi” on bin aileden oluşacaktır.  On katlı apartmanlar olacak. Her katta on aile oturacak. Her kat ayrı dil konuşanlardan oluşacak. Bunlar Arapçaya çeviri yapacaklar, Arapçadan da o dile çeviri yapacaklardır.

İşte bu sayede tüm insanlık rıdvanını arayacak hâle gelecektir.

Mekke’de insanlıkla ilgili bir üniversite kurulacaktır. Dünyanın her ülkesinden, oradaki üniversitelerden her birini temsil eden bir ilim adamı oraya gelecektir. Oradaki üniversitelerden atanmış olacaktır. Bu üniversitenin bin âlimi insanlığın meclisini oluşturacaktır. Burada ilmî çalışmalara katılanlar serbestçe ilçelerine gelip misafir edileceklerdir. Onlar da rıdvanı arayacaklardır.

وَإِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُوا

(Va EiÜAv XaLaLTuM FaiSTavDUv)

“Ve hallolduğunuzda istâd ediniz.”

Hallolmak” çözülmek, erimek anlamındadır. Yani karışıp diğer fertler gibi olmaktır.

“Haram” ise çöken veya uçan, ayrılan, karışmayan demektir. Yani herkesin olduğu gibi değil de yasaklı olma anlamında olmaktadır.

Burada “in ehlaltum” denmemiş de “izâ” denmiş, çünkü asıl olan ihram değil ihlaldir. Genel ibahe durumunu göstermektedir.

Ve” harfi ile atfedilmiştir. Harem’den çıktığınızda avlanın denmektedir. Bu yasaktan sonra gelen emir sigasıdır. İbahayı ifade eder. Yukarıda avlanmayın denmemiştir. Saydı helal kılmamak şartı ile denmiştir. Savaşı meşru hâle getirmemek şartı ile mânâsı da verilebilir. Saydın haram olduğu yerde kıtal hayda hayda helal olmuş olur. Buradaki emir vücubu da ifade edebilir. İhram durumu bitince savaşa devam edilecektir. Bu âyete göre savaşa devam etmesi için yeniden karara gerek yoktur. Barış zamanında savaş yasaklandığı gibi savaş zamanında da savaşmamak aynı derecede haram kılınmıştır.

Yağmacı zihniyette çıkarım var diye savaşı meşru görenler var. Oysa mü’minlere barış zamanında değil savaş, haksızlık yapma bile haramdır. Ama savaş başlamışsa o zaman da savaşmak farzdır ve en büyük ibadettir. Helal duruma gelmiş de savaş durumunun devamı söz konusu ise savaşmak emredilmiş olmaktadır.

Haram aylarında barış yolları aranmalıdır. Bulunursa artık savaşa devam edilmeyecektir. Barış sağlanamazsa gevşemeden savaşa devam edilecektir.

وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ

(Va Lav YaCRiManNaKuM)

“Ve size cürüm ettirmesin.”

Cürüm” suç demektir. “Cerime” para cezasıdır. Zenb var, cunah var, cürüm var, fahşa var, bağy var, i'tida var. İnsanın yaptığı kötülükler vardır.

Bunların her biri yani her kelime/kavram bir doktora konusudur.

Biz cürümü nasıl tarif edeceğiz?

İ'tida etme ile tanımlanmıştır. İnsanlar bir arada yaşamaktadır. Herkes kendi mülkünde, kendi alanında hürdür. Sınırsız hürdür. Herkesin hürriyeti başkasının hürriyetinin bittiği yerde başlar. Bu hürriyeti aştığınız zaman suç işlemiş olursunuz.

Hürriyetin sınırı neresidir?

Hürriyetin sınırını kim tesbit edecektir?

Hakemler tesbit edecektir. Siz bir hakem seçersiniz, karşı taraf da bir hakem seçer; baş hakemi de hakemler seçer. Onların çizdiği sınır hürriyetin sınırıdır. Bunu aştığınızda cürüm işlemiş olursunuz.

Hakemlerin çizdiği bu sınırı kim koruyacaktır?

İşte mü’minlerin görevi budur. Hakemlerin çizdiği sınırların bekçiliğini yapmaktır.

Bu bekçiliği yaparken siz yetkilerinizi aşıp hakemlerin kararları dışında bir uygulama yapmayacaksınız. Hukuku koruyacağım deyip hukuku siz çiğnemeyeceksiniz. Merkezin tayin ettiği hakimlerle adalet yürümez. Merkez hakemlik yapacaklara ehliyet verecektir ama taraflar hakemlerini kendileri seçeceklerdir. Mü’minler yani silahlı güç bu kararları yerine getirecektir. Eşkıya var, devlet var. Eşkıya ile devlet arasında küçük fark vardır. Eşkıya kendi istediğini halka yaptırır. Devlet ise hakemlerin verdiği kararları uygulatır.

İşte bu âyette bu husus belirtilmektedir.

Bir adam sizi dövmüştür. Sizin de ona borcunuz var. ‘Sen beni dövdün, ben de borcumu ödemiyorum’ diyebilir misiniz? Yahut borcunu ödemeyeni dövebilir misiniz?

İşte, fiillere değil de faillere ceza verilmek istenir.

Oysa İslâmiyet’te fiilin failine fiilinden dolayı ceza verilir. Adamın kötülüğü işlediği suçu kadardır. Dolayısıyla bir fiilden dolayı birini kötü adam yapmazsınız. Eğer siz ona hakemlerin verdiği veya vereceği karar dışında bir fiil icra ederseniz, o zaman cürüm işlemiş olursunuz. Cereme / Yecrimü / Cürüm işlemek değil de cürüm işletme anlamında getirilmiştir.

“Cereme” “Cereye”ye akrabadır. Sizi sürüklemesin demek olmuş olur. Bu teşdit ile getirilmiştir. Sakın ha sizi böyle bir gaflete düşürmesin.

Baştan beri bu sûredeki emirlerin yöneticilere ait olduğunu belirtiyoruz. Burada bu görüşümüz teyid edilmiş olmaktadır. 

شَنَآنُ قَوْمٍ

(ŞaNaEAvNu QaVMin)

“Kavmin şenaati sizi sürüklemesin.”

Şenaat” nedir. Geçmişte yaptıkları kötülüğe karşılık beslenen kin demektir.

Buradaki şenaat buğuzdur, kindir.

Bir kavmin şen’ânı” demek, onların size olan kinleri anlamına geldiği gibi; sizin onlara olan kininiz demektir. Masdar malumun ve meçhulün ismidir. Fiilin ismidir. izafet edilirse kendisine yapılması veya onun yapması anlamına gelir. Kim nereden olursa olsun sizi zulme sürüklemesin. Her fiile o fiile takdir edilen ceza verilir. Kimseye işlediği fiilden dolayı ona mahsus olan cezadan başkası verilemez. Fıkıhta şüphe cezayı ortadan kaldırır ana hükmü vardır. Ceza kanunumuzun birinci maddesi cezadaki kesinlik hükmüdür.

أَنْ صَدُّوكُمْ عَنْ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ

(EaN WadDUvKuM GaN MaSCiDi elXaRAMı)

“Mescid-i Haram’dan sizi saddetmeleri”

Onların sizi Mescid-i Haram’dan saddetmeleri, mesela, Suud hükümetinin sizi Mekke’yi ziyaret etmesine mâni olması anlamı verilebilir. Mef’ulü leh olur.

Yani sizi Mescid-i Haram’dan saddettiler diye size haksızlık yaptırmasın.

أَنْ تَعْتَدُوا

(EaN TaGTaDUv)

“İ’tidâ etmenize curm etmesin.”

“Şen’ânu kavmin”deki masdar malumun veya meçhulün masdarı olabilir. Bu durumda iki mânâ ortaya çıkar; sizin onlara kininiz yahut onların size olan kini anlamlarını taşır.

Herhangi bir topluluğun yaptıkları sonucu onlara verilecek ceza, yaptıklarının karşılığıdır. Geçmişteki sabıkaları onlara karşı herhangi uygulamaya götürmez.

Burada “şen’ân” kelimesine yeni bir mânâ verilebilir; kin değil de geçmişte yaptıkları yani sabıkaları anlamına gelir. Sabıkalı olanlar geçmişte bir fiil işlemişler, şimdi cezalandırılmazlar. Her suçun kanunda belirlenen cezası vardır. Ancak onunla o kadar ceza verilir ve başka ceza verilmez. Bunun istisnası vardır. İftira edenin şahitliği kabul olunmaz. Bu da cezadır. Bununla beraber şahitlik hak değil görevdir, görevden muaf tutulur demek olur.

Bu âyet bize karşı olanlarla olan ilişkilerimizi tanzim etmemizi istemektedir. Savaş durumu hariç olmak üzere kimse kötü değildir. Sadece kötü iş yapmıştır. Onun cezası verilir, başka hiçbir ceza verilmez. Kötü davranışta bulunulmaz.

وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى

(Va TaGAVaNUv GaLay eLBirRı Va etTaQVAy)

“Ve birr ve takvada teâvün ediniz.”

Bize muhalefet edenlere karşı bizim davranışımız ne olacaktır?

Bundan önceki nehiyde zulmetmememiz emredilmiştir. Bizim görevimiz herkese adil davranmaktır, suçluya adil davranmaktır. Savaşta bile esir edildikten sonra artık öldürülmez. Ancak savaş suçu işlemişse cezası verilir. Savaşta savaşmak suç sayılmaz. Savaşta askeri yargı, barışta ise hakemler tarafından oluşan yargı kararları dışında kimseye asla eziyet yapılmaz, malına ve bedenine dokunulmaz.

Bunun dışında çok önemli bir kural daha getirilmektedir.

Bu da birr ve takvada yardımlaşma emridir.

Birr” arpa demektir. “Birr” demek ekmek ikram etmek demektir. Yani insanların zaruri ihtiyaçlarını gidermektir. “Komşusu aç iken kendisi yatıp uyuyorsa bizden değildir” hadisi bize birri de emretmektedir.

Biz insanlığın yalnız güvenliğini sağlamakla yükümlü değiliz.

Biz güvenlikten önce insanlara iş ve aş temin edeceğiz.

Bunu nasıl başaracağız?

Kooperatifler kuracağız. “Adil Düzen”e göre işletmeler kuracağız. İşi olmayan her çalışana orada iş vereceğiz. Geliri az olacak ama işi olacak. Daha fazla gelir bulduğu zaman orada çalışacak, bulamadığı zaman bizde işinde çalışacaktır.

Şimdi, kim olursa olsun, birrde bulunuyorsa, onlarla yardımlaşacağız. Bunlar kim olursa olsun yardımlaşacağız. Tekel sermaye ile de diyalogda bulunacağız. O kazansın ama biz de iş yapalım. İnsanların sabıkasına bakıp da onlardan uzak durmayacağız.

Önce İstanbul Yenibosna’daki dolap (mobilya) üretim ve pazarlamamızı çalıştıralım. Muhasebesiyle işletmemizden emin olalım. Çalışmalarımız devam ediyor. Bize göre bu çalışmalarımız başbakan olmaktan daha önemlidir; üretim işletmesini ve bakkalı çalıştırmak.

Buradaki “teavenû” “ta’tedû”ya atıf olmaz. Çünkü o menfi bu müsbettir. Bundan sonra buna müsbet atıf gelmiştir. Dolayısıyla bunun nunu, en-i masdariyeden dolayı değil, emir sigası olduğu için düşmüştür. Atıf da bunun için yapılmıştır.

Birr” kelimesi taamı mesakine işaret etmektedir.

Takva” ise “vikaye”den gelen kelimedir. Kurallara uymak, şeriatın dışına çıkmamak demektir. Takvada yardımlaşma emrediliyor. Yani ister kötülüklerden uzak olalım, isterse iyilikler yapalım, kim olursa olsun, işbirliği yapacağız demektir. İşbirliği yaparken de sabıkaya bakmayacağız. Geçmişi ne olursa olsun, kendisi nasıl adam olursa olsun, yardımlaşacağız. Kur’an iyilerle yardımlaşın demiyor; birr ve takvada iyilikte yardımlaşın diyor. Tefaul bâbı getirilerek ikili değil çoklu yardımlaşmayı emretmektedir.

O halde Adil Düzenciler olarak önce tüm dünya dinleri ile anlaşacağız. Onlarla birr ve takvada uzlaşacağız. Yahudilerle de “Adil Düzen”in gelmesi için işbirliği yapacağız. Bundan başka solcularla, sağcılarla, kapitalistlerle de uzlaşacağız; birr ve takvada uzlaşacağız. Partilerle de uzlaşacağız. Tarikatlarla uzlaşacağız. Yapacağımız “Adil Düzen Çalışmalarına” katılmalarını isteyeceğiz, onlar da bizi hayırlı bir işe davet ederlerse yardım edeceğiz.

Bu âyet tüm ilişkilerin bel kemiğidir.

Başka âyette de “Her söze kulak verirler” diyor; “Her söyleyene” demiyor, yahut “İyi söyleyene” demiyor. Sonra, “Siz onları seversiniz, onlar sizi sevmezler” diyor.

Demek ki bizim işimiz onlara devamlı yaklaşmadır, taviz vermeden yaklaşmadır.

وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ

(Va Lay taGaVaNUv GaLay eLEiÇMi Va eL GuDVAvNı)

“Ve ism ve udvanda teâvün etmeyiniz.”

Burada emirden sonra nehiy gelmiştir. Mefhumu muhalefetin yeterli olmadığının kanıtı olan âyet emri teşdit etmektedir.

Evet, birr ve takvada yardımlaşmakla yükümlüyüz, kötülükte ise yardımlaşmaktan men edilmiş bulunuyoruz. Birre karşı ism, takvaya karşı da udvan getirilmiştir. İsm zararlı şeydir. Kur’an insana zararlı iş yapma hürriyetini vermemiştir. Sigara içemezsiniz. Çünkü o bedeni siz kendiniz var etmediniz, Allah var etti. Topluluk büyük masraflar yaparak sizi yetiştirdi. Anne babanız size o emeği zehirlenin diye vermedi. O halde sağlığınıza dikkat etmek zorundasınız. İşte insanın kendi zararına da olsa, bize zarar vermemiş olsa dahi, biz ona yardımda bulunamayız.

Bütün bunlar bizim hayatımızı, iç ve dış ilişkilerimizi düzenleyen temel unsurdur.

وَاتَّقُوا اللَّهَ

(Va itTaQUv elLAHa)

“Allah’a ittika ediniz.”

“Allah’ın şeairi” ifadesi geçmişti. Burada da “Allah’a ittika ediniz” sözü geçmektedir. O ifade topluluğu ifade ediyordu. Bu da âlemlerin Rabbini ifade ediyor. Şöyle ki; burada hangi işlerin birr ve takva olduğu, hangi işlerin ism ve udvan olduğu içtihada bağlıdır. İçtihat ise müçtehidin takdirine bağlıdır. Müçtehit Allah’a hesap vereceğini bilerek vicdanı ile hükmedecektir.

İttika ediniz” ifadesi içtihadınızla amel ediniz demektir.

İran atom santralını kuruyor. Bunu savunmak için mi yapıyor, yoksa saldırmak için mi yapıyor? Amerikan Yahudilerinin en çok karşı çıktıkları İsrail Yahudileridir. İran’ı güçlendirerek İsrail’i hakimiyetleri altında tutmayı istemiş olabilirler. O halde bize göre İran’ın atom santralinden vazgeçmesi gerekir. Onun yerine kara ordusunu kuvvetlendirsin, termik santraller kursun.

إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ (2)

(EnNA elLAHa ŞaDIyDu elGıQABı

“Allah ikabı şiddetli olandır.”

Buradaki “Allah” da âlemlerin Rabbi Allah’tır.

Allah’ın iki yanı vardır.

Biri bu dünyada bu dünyanın kanunları ile düzeni götürmektir.

Diğeri ise ahirette adaletini icra etmektir.

Bundan önceki âyette geçen âhiretteki Allah’tır. Oysa burada dünyadaki tabiî kanunların ilâhıdır. Öyle nizam koymuştur ki suçlular bu dünyada cezalanırlar. Doğa ve sosyal kanunlar ona dersini verir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-594/ADİL DÜZEN DERSLERİ-424      15 Ocak 2010

 

AMBARLAR

İSTANBUL DÜNYA EKONOMİ MERKEZİ OLACAK

Bundan 10 bin sene evvel insanlar tarım dönemine geçtiklerinde önce tek çeşit ürün ekmeye başladılar. Sonra birileri değişik ürünler ekmeye başladı. Sonra bunlardan bazıları bazı ürünleri üretti. Sonra çapa gibi saban gibi şeyleri herkes üretemediği için meslekler farklılaşmaya başladı. Pazarlar kuruldu. Sonraları ticaret gelişti. Hâlâ bu tarım dönemi uygarlaşması devam etmektedir. Biri bir malın pahalı olduğunu görünce onu üretmektedir. Ne var ki bu işi ancak büyük sermaye başardığı için tekeller oluştu.

Eskiden kimin ne üreteceğine, kimin ne tüketeceğine piyasa karar veriyordu, fiyat karar veriyordu. Şimdi ise serbest piyasa oluşmadığı için tekel sermayeler veya devlet karar veriyor. Merkezler halkın ihtiyaçlarını bilemedikleri için neyin üretileceğine karar veremiyorlar. Merkezdekiler çalışanların imkanlarını bilmedikleri için de kimin neyi üreteceğine karar veremiyorlar.

İşsizliğin kaynağı işte budur.

*

“Adil Düzen” bu işi nasıl çözmektedir?

Önce planlamalar yapılarak işyerleri inşa edilmektedir. Tarlalar parsellenip bir aileye yetecek parsellere getirilmelidir. İmalathaneler inşa edilmelidir.

İkinci kademede imalat yapmak isteyenlere dayanışma ortaklıkları tarafından teminatlı belge verilmektedir. “Bu adam şu işi yapabilir” denen belge verilmektedir. Eğer iş tek başına yapılamıyorsa ortaklık kuruyorlar.

 

Şimdi biz ambarlar yapıyoruz. Gerek ham madde gerek ara madde ve gerek mamul madde ambarları tesis ediyoruz. Ambarcılık yapana burasını ciro üzerinden kiralıyoruz. Örnek olarak gelen malları alacak, isteyenlere satacak. Sermayesi faizsiz, bizden. Bilgisayar ve programı var; fiyatı o koyuyor. Değiştiriyor, ayarlıyor...

İnternette fiyatları yayınlıyor. Üretici akşam üstü bakıyor. Ham maddesini kaça alacağına, hangi tezgahta ne imal ederse ve hangi ambara verirse en karlı iş verdiğine akşamdan karar verir ertesi günü onu yapar.

Ambardaki fiyatları bilgisayar stoka göre hesaplayacağından az olan mallar pahalıdır. O mallar imal edilir. Çok olan mallar ucuzdur, o mallar imal edilmez, aksine çok tüketilir.

Böylece ambarlar daima yarıya kadar dolu kalır. Mallar ona göre imal edilir.

*

Şimdi ikinci sorun çıkıyor:

-Burada üretilen mal Brezilya’ya nasıl ulaşacaktır?

Bunun için merkezi ambarlar oluşturulur. Örnek olarak semtte bir malın ambarı varsa, ilçede de aynı malların ambarı vardır. İlçedeki ambarda azalırsa pahalanır, tüccarlar ilçe ambarlarına götürürler. Çoğalırsa onun üretimi durur. İlçelerdeki ambarlar bölge ambarlarına bağlıdır. Bölgedeki ambarlar dünyadaki bütün ambarlarla irtibatlıdır.

O halde nerede bir mala ihtiyaç varsa dünyanın diğer yerlerinde imal edilir.

*

Tüccarlar ortadan kalkmıyor. Sadece karlı gördükleri yeri belirliyor ve alıp satıyorlar. Bilgisayara pazsılınc anlaşmalar yapılmış oluyor. Dünyanın neresinde olursa olsun, bir ambarda mal azalmışsa, orada fiyat yükselmiştir. Hangi ambarda çoğalmışsa orada da fiyat düşmüştür. Mal oradan oraya hareket edecektir.

Azalma azsa uzaktan gelmez, komşu ambarlardan alınarak ihtiyaç karşılanır. Yani bir ambardaki komşu ambarlardan bölüşülerek karşılanır. Eğer toptan bir azalma veya artma varsa ona göre ithal veya ihraç edilir.

Bu şekilde oluşturulmuş kooperatif ambarları sayesinde dünya hem tek pazar hâline gelmiş hem de herkese aş ve iş bulunmuş olacaktır. Artan emekler ise inşaata aktarılacaktır.

Misal verelim: Diyelim ki Camili bucağında fazla emek vardır. Burada inşaat yapılacaktır. Ne var ki inşaat malzemesini almak zorundadır. Buradakiler bal üretir satar. Diyelim Brezilya’ya bal gider, oradan da boya gelebilir. Bütün sorun Brezilya’da veya başka bir yerde daha ucuz üretilmesidir.

*

Burada tamamen serbest ekonomi sağlanmıştır. İşçiler patronların emrinde değil, doğrudan bilgisayarların emrinde olurlar. Tüccarlar tekel oluşturmazlar ama ticaretlerini oturdukları yerde yaparlar.

Bunu nasıl yapacağız?

İstanbul’da kooperatifler kuracağız. Önce bakkalları/marketleri ortak edeceğiz. Bakkallara mal temin edeceğiz, satacaklar.

Buraya mal satmamız için üreticilere sipariş vereceğiz.

Böylece önce İstanbul’da bu sorunu çözeceğiz...

Sonra Türkiye’de çözeceğiz…

Sonra dünyada çözceğiz….

İstanbul dünyanın ekonomi merkezi olacaktır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-594/ADİL DÜZEN DERSLERİ-424      15 Ocak 2010

 

PARTİLER

TAVSİYELER, YENİ ANAYASA

VE  “ADİL DÜZEN İŞETMESİ”

AK Parti “Adil Düzen”i getireceğine; mevcut düzenin bürokratlarını kendi tarafına çekerek, ‘şimdiye kadar siz sömürdünüz, şimdi de biz sömüreceğiz’ demektedir!

Demokrat Parti de bunu yaptı. Anayasayı değiştirip çok partili sisteme geçeceğine, tek parti sistemine devam etti, C. Halk Partisi yerine o zulme devam etti. Sonu ne oldu?!. 

CHP ise halka AK Partilileri cezalandıracağı vaadiyle iktidar olacağını sanıyor, o zamanın CHP’si gibi hareket ediyor. Onun bu kindar davranışı CHP’yi 60 yıldır iktidardan uzak tutuyor. Bu durum da onu tamamen silecektir.

MHP’ye gelince; o da vatan bölünüyor diye AK Parti’ye saldırıyor, Türkiye’de başka ırktan olan vatandaşları kızdırarak oyunu artırmaya çalışıyor. Oysa Türk milleti kindar değil barışçıdır. Böyle olduğu için başka ırklarla da kaynaşmış ve Türk ulusunu oluşturmuştur.

BDP daha da zavallı. Ayrımcılık sebebiyle Müslüman Kürtler ona karşı cephe almaktadır. Dolayısıyla bu partiler kendi bindileri dalları kesiyorlar.

DP’ye gelinirse; Meclis dışındaki partileri birleştirip Meclis’e kapağı atma derdinde, sadece çıkar birliğini sağlama ile meşgul.

Saadet Partisi de sadece Erbakan’ın saygınlığı ile iktidar olacağını sanıyor.

*

Bizim partilere bazı tavsiyelerimiz olacaktır.

Ülkeye yararlı olmak istiyorsanız:

a)      Önce karşı partileri tenkit ederek değil, kendinizin daha layık olduğunu göstererek halkın karşısına çıkın. Evet, AK Parti iyi işler yaptı ama biz daha iyisinin yapılması gerektiğini söyleyecek ve insanları yeni yapılacaklara çağırmalıdır.

b)      Ondan sonra halkın karşısında çözümlerle çıkmalısınız. Biz şu sorunu böyle çözeceğiz diyeceksiniz. Neyi nasıl çözeceğinizi bildireceksiniz. Onlar o kadar net ve açık olmalıdır ki, halk sizden ümitlensin ve oy versin. Erbakan bunu yapmıştır. Onun için yetmişerde ve doksanlarda halk ona oy vermiştir. Birincisi Millî Görüş idi. İslâmî düzeni vaad etmiş, sonra İslâmî düzenin ne olduğunu anlatmıştır.

c)      Bugün Türkiye’de yöneticileri ehil olduğundan veya beceriksiz olduğundan değil, düzenin bozuk olmasından -yalnız Türkiye’de değil tüm dünyada bozuk olmasından- dolayı sorunlar vardır. Mustafa Kemal, ‘Muasır medeniyetin fevkine çıkacağız. Elimizde tuttuğumuz meşale müsbet ilimdir.’ demiştir. Bunun için de yeni anayasaya ihtiyacımız vardır. Parti yeni anayasa taslağı ile çıkmalıdır. Halkımıza, ben böyle düzeni değiştireceğim diyecektir. Ne yapacağını değil, nasıl yapacağını anlatmalıdır.

d)     Nihayet, parti bunları halkımıza anlatacak bir örgütlenme sağlamalıdır. Bunun için de parti halkın anlayacağı şekilde bir broşür ve taslak kitap hazırlayacak. Her partili bir veya daha fazla kitap satın alacak. Evlere gidip kitabı ulaştıracak... Özetleyecek... Anlatacak… Bir hafta bırakacak... Ertesi hafta gidip parasını veya kendisini alacak...

İşte bunu başaran, bütün ailelere, on milyondan fazla aileye ulaştığı zaman; bu sefer iktidarda olamazsa, gelecek seçimde iktidar olacaktır.

Yukarıda adlarını saymadığım partilerden biri ‘ben bunu yapacağım’ derse, ben onun yanında olurum.

*

Yapacaklar olmadığına göre; biz çalışmaya devam ediyoruz...

Seçimden sonra siyasette ne yapılacağını o zaman da hatırlatacağım.

Bugün partiler yalnız siyaset yapmıyorlar, sosyal ihtiyaçlarımızı gideriyorlar.

Bu sebepledir ki 62 parti varlığını sürdürmektedir. Bir dernek gibi, bir vakıf şeklinde, bir kulüp şeklinde varlıklarını sürdürmektedirler.

*

Partileri yapacağı bir şey daha var.

Partilerimizin Adil Düzene göre işletmeler kurmaları gerekir.

“ADİL DÜZEN İŞETMESİ” NEDİR?

1-     “Adil Düzen”de bir işletme para kazanmak için kurulmaz, işsiz ortaklara iş bulmak için kurulur.

2-     “Adil Düzen”de işletmeyi sermaye sahibi değil, o işletmeye emekleri ile katılanlar yönetir. Sermayeye kâr payı verilir ama yönetime karıştırılmaz. Hakim olan sermaye değil emektir. Kur’an böyle söylüyor; insan için sa’yından yani emeğinden başkası yoktur.

3-     İşletmeler büyük olmayacak, küçük işletmeler olacak. Küçük işletmeler ayrı ayrı kazanıp kaybedecekler.

4-     İşletmeler arasındaki birlik ortak “Genel Hizmet ve Muhasebe” ile sağlanacaktır. Bu hizmetleri kuracakları kooperatifler yapacaktır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

“Adil Ekonomik Düzen”in çözümleri ve gücü

Reşat Nuri EROL

Bir önceki yazımda anlattığım üzere; kapitalizm, komünizm/sosyalizm veya karma ekonomi gibi tekel sistemlerde halkın ihtiyaçlarını “merkez” tesbit etmekte, ona göre malları ürettirmektedir. Kimin ne üreteceğini de yine “merkez” tesbit etmektedir.

Oysa merkez ne halkın ihtiyaçlarını ne de imkanlarını bilmektedir.

Bunun tabiî sonucu olarak da sorunlar çözülememektedir.

Sistem sorun oluşturmakta, sorunları çözememekte.

***

“Adil Düzen” diyor ki;

-Halk kendi ihtiyaçlarını kendisi bilmektedir.

-O halde kendi ihtiyaçlarını halk kendisi tesbit etmektedir.

-Halk kendi imkanlarını kendisi bilir, ne üreteceğini de kendisi bilir.

-O halde halkın ne üreteceğine de başkaları değil, halkın kendisi karar versin.

İşte bunu başarırsak sorunlarımızı çözeriz diyoruz.

***

“Adil Ekonomik Düzen” bunu nasıl başaracaktır?

Adil Ekonomik Düzen;

-Halka ön ödemeli sipariş kredisini verecek…

-Halk ihtiyaçlarını mağazalara sipariş verecek…

-Mağazalar buna istinaden tüccarlara sipariş verecek...

Böylece ihtiyaçlar tesbit edilmiş olacaktır.

***

Adil Ekonomik Düzen;

-Çalışma/emek kredisini de halka verecek...

-Çalışan/işçi işverene gidecek işverenle anlaşacak…

-İşveren işi yaptıracak, üretecek ve işçiye borçlanacak...

-İşçi de akşamüstü gidip bankadan parasını/yevmiyesini alacak…

Ham maddeyi alacak, bedelini bankadan ödeyecektir.

Bu kredilerin hepsi faizsiz ve icrasızdır.

***

“Adil Ekonomik Düzen”de;

İşverenler de tüccara imkanlarını bildireceklerdir.

İşte tüccarlar bu esnada devreye girecekler, aldıkları siparişleri işyerlerine sipariş vereceklerdir. Böylece tüccar devrede olacak ama tüccar ihtiyaçları tesbit etmeyecek, imkanları da kendisi belirlemeyecektir.

Böylece, bu şekildeki kapitalizme ve kapitalistlere yani halkı sömürenlere tekel oluşturmamak ve sermaye sömürüsü yapmamak şartı ile “evet” diyoruz.

Ekonomiye “devlet” de “Genel Hizmetleri” ile girecektir. Devlet aldığı vergi karşılığı para ile yapılamayacak şeyleri karşılıksız yapacak; 25 (yirmi beş) “Genel Hizmeti” yapacaktır. Kayıtları tutacak, teminatlı ehliyet verecek, ortak ambar ve nakliyeyi çalıştıracak, iletişimi ve her türlü haberleşmeyi sağlayacak, bakımları ve her türlü korumayı yapacak...

Böylece bu sistem sosyalizmin iyi taraflarını da almış olacaktır.

Karma ekonomi değil, “sentez ekonomi” uygulanacaktır.

Kapitalizmin iyi tarafları varsa onları da alacaktır.

“Adil Ekonomik Düzen” işte bu düzendir.

“Adil Düzen”in gücü de işte budur.

Vesselâm…

 

 

Yazmak, okumak, anlamak ve uygulamak…

Reşat Nuri EROL

Gelen mesajlardan, telefonlardan ve çok yönlü özel görüşmelerden biliyorum ki; genel okuyucularımın yanında, yazdığım bu yazıların çok özel ve güzel okuyucuları da var...

Erbakan Hocamızın Millî Gazete yazarları ile zaman zaman yaptığı toplantılarda bizlere anlattıklarını burada uzun uzun yazacak değilim ama bir cümlesinin minik bir bölümünü aktarmama müsaade edin: İbadet ve cihat aşkıyla yazmak… Başından beri hep öyle yapmaya çalıştım ama bunu Hocamızdan duymak bir başka güzeldi...

İşte, biraz da yukarıda hatırlattıklarıma binaen, özellikle o özel okuyucularımdan istirhamım; yazdıklarımı kendilerine göre çok yönlü olarak tasnif ettikten sonra arşivlemeleri, lazım oldukça kolayca ulaşmaları…

Çünkü bu yazılanlar sadece “OKUNMAK” için yazılmıyor… Aynı zamanda iyice “ANLAŞILMAK” ve ardından ilk fırsatta “UYGULANMAK” için yazılıyor…

Bunun böyle olduğunu anlamak için bundan önceki iki yazımın sadece başlıklarına bakmak bile yeterli olacaktır...

Birinci Yazı: Tarım, kapitalizm, sosyalizm ve karma ekonomi

İkinci Yazı: “Adil Ekonomik Düzen”in çözümleri ve gücü

Yani; sadece sorun üreten “faizli ve de zalim Batı/bâtıl dünya düzeni”.

Ve onun biricik ve tek alternatifi “Hakka dayalı faizsiz Adil (Ekonomik) Düzen”.

***

Önceki yazılarımda (yani son iki yazımda) hatırlattığım üzere; “kapitalizm, sosyalizm ve karma ekonomi” sadece sorun üretiyor ve bu sorunların tek çözüm yolu, tek çaresi var:

“Adil (Ekonomik) Düzen”.

Öyleyse;

“Adil (Ekonomik) Düzen”i önce “YAZMAYA” ve “OKUMAYA” devam…

Ardından iyice “ANLAMAYA” ve ilk fırsatta “UYGULAMAYA” devam…

YAZMAK, OKUMAK, ANLAMAK, UYGULAMAK…

Yani; araştırmaya, yazmaya, okumaya ve anlamaya devam…

Ve elbette “UYGULAMA” merhalesine geçmek için fırsat kollamaya da devam…

Bu yazılanlar işte bundan sonraki o merhalelere geçilmesi için yazılmaktadır.

Bu böyle biline ve dikkatli, özenli, özel okuyucular gereğini yapa, derim.

İşte, özellikle meselenin bu boyutlarıyla ilgilenen ve bunun şuurunda, idrakinde olanlar olarak araştırmaya, yazmaya, okumaya ve anlamaya devam…

***

“Adil Ekonomik Düzen”de:

-Halk ihtiyaçlarını mağazalara bildiriyor…

-Mağazalar tüccarlara bildiriyor...

-Tüccarlar işyerlerine bildiriyor...

-İşyerleri işçilerle anlaşıyor ve üretim yapıyor...

İşçi üretimden sonra ücretini alıyor, bankaya gidip ücretini ve kredisini kapatıyor...

Mallar mağazalara geliyor, böylece halkın verdiği siparişler tamamlanıyor.

***

Burada bir sorun var gibi görünüyor: “Fiyat” ve “ücret” nasıl belirlenecek?

Önce kamu yani “Genel Hizmet” resmî ücretleri ve resmî fiyatları belirliyor. Bunu duyuruyor. Kişinin “resmî ücreti” var, malın da “resmî fiyatı” var. Ne var ki bu sadece bilgi bakımındandır, zorunlu değildir. Bunu günümüzdeki “asgari ücret” gibi anlayıp değerlendirebilirsiniz. Taraflar istedikleri ücretle çalışırlar ve istedikleri fiyatlarla satın alırlar. “Adil Ekonomik Düzen”de piyasa tamamen serbesttir.

***

Bitmedi, devamı var; gelecek yazı: Adil Ekonomik Düzen’de fiyat ve ücret.

 

 

Adil Ekonomik Düzen’de fiyat ve ücret

Reşat Nuri EROL

Bir önceki yazımızın sonunda “FİYAT ve ÜCRET nasıl belirlenecek?” dedik. Dedikten sonra da, önce kamu yani “Genel Hizmet” resmî ücretleri ve resmî fiyatları belirliyor, bunu duyuruyor. Kişinin “resmî ücreti” var, malın da “resmî fiyatı” var. Ne var ki bu sadece bilgi bakımındandır, zorunlu değildir. Bunu günümüzdeki “asgari ücret” gibi anlayıp değerlendirebilirsiniz. Taraflar istedikleri ücretle çalışırlar ve istedikleri fiyatlarla satın alırlar. “Adil Ekonomik Düzen”de piyasa tamamen serbesttir.

Resmî ücretler ne işe yarar?

-Kamuda çalışanlar resmî ücretle maaşlarını alırlar.

-Başka türlü anlaşma yoksa resmî ücretle anlaşmış sayılırlar.

-Ortaklar saatlik yaptıkları işlerde payları resmî ücretle belirlemiş olurlar. Farklı anlaşma da geçerlidir.

-Emeklilik işlemleri resmî ücret üzerinden yapılır. “Adil Ekonomik Düzen”de herkes hiçbir ödeme yapmadan emeklidir.

Resmi ücretler nasıl tesbit edilir?

-Resmî ücretler “İLİM”le tesbit edilir. Başlangıç ehliyetliler yılda 5 derece alırlar, temel ehliyetliler 6, orta ehliyetliler 7, lise ehliyetliler 8, yüksek ehliyetliler 9, üstün ehliyetliler yılda 10 derece alırlar.

-Bir işte çalışanlar o işte çalıştıkları gün kadar o işteki meslekî derecelerini geliştirmiş olurlar.

-Yapılan imtihanlara girerler ve meslekî derecelerini artırırlar.

-Çalıştıranların verdiği notlarla da meslekî derecelerini artırırlar.

Resmî fiyatlar ne işe yarar?

-Krediler resmî fiyatlara göre verilir. Rehn değeri resmî değerdir.

-Arz-talep formüllerinde  başlangıç fiyatı resmî değerlerle belirtilir.

-Tazminat değerleri resmî fiyatlarla yapılır ve ona göre hesaplanır.

-Artırıp eksiltmede ilk fiyatlar resmî değerin yarısı ile başlar veya iki misli değerle başlar.

Fiyatlar nasıl oluşur?

-Serbest pazarlıkla.

-Stok seviyeleriyle.

-Artırma ve eksiltmeyle; teklif eden artırıp eksiltir.

-Maliyetle.

Elimizde yirmi çeşit mal olsun. On kadar da ortak olsun. Paylar eşit olmayabilir. Bu malları bölüşmek isteyelim.

Bunu nasıl bölüşeceğiz?

Önce bir “ana mal” belirleriz. Bu “ana mal” için “pay belgesi”ni çıkarırız. Diğer malların değerlerini ana malla kıyas ederek tesbit ederiz. Mevcut miktarları ile çarpar ve dağıtılacak malların ana mal cinsinden miktarını buluruz. Sonra pay belgelerini pay sahiplerine payları nisbetinde dağıtırız. İsteyen ana mal alır, isteyen diğer malları alır. Bundan sonra arz-talep formülünü uygularız. Hangi malı almak isteyen çok olursa o malın fiyatını yükseltiriz, hangi malın taliplisi azsa onu düşürürüz. Biz ana mal olarak insanlık için “buğday, demir, altın ve toprak” seçmiş bulunuyoruz.

Bir miras böyle taksim edilir.

Şimdi de köyümüze tüccar geldi. Siparişler verdi. Siparişler listesini verdi ama her mal için ayrı fiyat vermedi. Birlikte bir fiyatla köyün muhtarı olarak anlaştık.

Şimdi de bu işleri yaptırmak istiyoruz.

Kim ne yapsın? Bu sorunu çözmeyi de siz düşünün...

Selam ve dua ile…  

 

 

Tarım döneminden sanayi dönemine sorunlar

Reşat Nuri EROL

Tarım döneminden sanayi dönemine geçmeye çabalıyoruz… Geçerken sorunlar yaşıyoruz… Kapitalizm, sosyalizm/komünizm ve karma ekonomi sorunları çözemiyor… Çare ve biricik çözüm yine faizsiz “Adil ekonomik Düzen”e kalıyor…

Bir örnekle meselemizi anlatmaya başlayalım.

Bir komşunuz var.. Arazisi çok.. Sıkıntısı var, arazisini satmak istiyor...

Siz de arazi bakımından dardasınız, araziyi satın almak istiyorsunuz...

Pazarlık yapmaya başlıyorsunuz; o ‘60’ diyor, siz ‘40’ veriyorsunuz...

O zamanla daha da darda kalıyor, daha da aşağılara düşüyor...

Siz de artık o araziyi alacağınızın hayalini kuruyorsunuz, biraz da bir yerlerden para gelmiştir. Satıcıyı ziyaret ediyor ve fiyatınızı ‘45’e çıkarıyorsunuz, o da ‘55’e iniyor. Zaman geçiyor, pazarlık durumu devam ediyor. Diyelim ki, sonunda ‘52’de anlaşıyorsunuz.

İşte buna “serbest pazarlık” diyoruz.

İnsanlar ilk yaratıldığı günden beri “serbest pazarlık” yapmaktadırlar.

Tarım döneminde insanlar dar bir çevrede alışveriş yapıyorlardı. Birbirlerini tanıyor, varlıklarını ve sıkıntılarını biliyorlardı, “pazarlık usulü” o günkü sorunları çözüyordu.

Devran döndü, devir değişti, sanayi dönemi geldi ve yeni sorunlarla karşılaşır olduk.

***

Sanayi döneminde dünya tek pazar hâline geldi. Artık “üretici” ile “tüketici” karşılaşmıyor, “pazarlık usulü” geçersiz olmuştur, “ihale sistemi” geliştirilmiştir.

Bir ton patatesiniz var; pazara gidersiniz, tezgah açarsınız, “50 kuruş” diye etiket koyarsınız.. Beklemeye başlarsınız...

Müşteriler gelir, dolaşır, hangi satıcı daha ucuz satıyorsa ondan istediği malı alır.

Bu da tek taraflı ihaledir.

Bu sistem yarım pazarlık sistemidir.

Tek taraflı arz olduğu gibi tek taraflı talep olabilir.

Satın alan ‘ben buna alıyorum’ diye etiket yapıştırabilir.

Pazara mal getiren kimse sabahleyin bir an önce malını satıp gitmek ister. Satamayınca fiyatları düşürmeye başlar...

Alıcı da bir an önce alıp eve dönmek ister…

Fiyatlar düşmeye başlar…

En sonunda satış ve alış hızlanır, alışveriş gerçekleşir.

Bu da “artırıp-eksiltme” yoluyla satıştır.

***

Batılıların geliştirdikleri sistem vardır; maliyetle satın almak.

Erzurum’da bir kilo üzüm bir liraya (100 kuruş) mâl olur, alan onu bir lira ile alır; İzmir’de bir kilo üzüm 50 kuruşa mâl edilir, alan 50 kuruşa alır, tüketiciye 100 kuruşa satar.

Bu sistem kapitalistlerin sistemidir.

Aradaki büyük fark sermayeye kalır.

Sosyalistler/komünistler, kapitalistlerin bu sistemini doğru bulmaz, üretilen malları kârsız olarak tüketicilere maliyet fiyatı ile intikal ettirirler. Maliyetine satış.

Bu sefer piyasa ve pazar dengesi bozulur.

Yasaklarla ve baskılarla düzen sağlamaya çalışırlar.

***

Karma ekonomi, adı üzerinde, karmakarışık...

Yani; bütün sistemlerde sorunlar var. O halde çözüm üretilmesi gerekiyor ve var olan sistemler (kapitalizm, komünizm/sosyalizm, karma ekonomi) çözüm üretmediğine göre…

Çözüm bizden!

Gelecek Yazı Çözüm Yazısıdır: Adil Düzen sorunları nasıl çözecek?

 

 

Adil Düzen sorunları nasıl çözecek?

Reşat Nuri EROL

Tarım döneminden sanayi dönemine veya bilgi/bilgisayar çağına geçerken sorunlar yaşadığımızı yazdık. O sorunları bazı detaylarıyla birlikte hatırlattık. En sonundan var olan sistemlerin (kapitalizm, sosyalizm, komünizm, karma ekonomi) sorunları çözemediğine göre iş yine “Adil (Ekonomik) Düzen”e kaldı dedik: Adil Düzen sorunları nasıl çözecek?

Satıcıya ve alıcıya kolaylıklar sağlanır ve zorunlu satış veya alış önlenir. Bu nasıl sağlanır? Bunun çözümü kredileşmedir. Kişi malını isterse pazarda satar, isterse ambara teslim eder; malını ambarda bekletir ve malı para ettiği zaman satar. Alıcı da isterse malı şimdi pazarda alır, isterse borç alır, ileride ucuzladığı zaman alır. Bu sistemde satıcıyı hemen satmaya zorlamadan, alıcıyı da hemen almaya zorlamadan yaşama imkanı sağlanır.

Bunu şöyle anlatabiliriz. Komşulardan birinde “100 kilo patates” var. Şimdi lazım değil ama saklanması zor; ambar gerek, korumak gerek. Patatesini satmak istemiyor, çünkü gelecek sene patates ekmeyecek, pamuk ekecek. O zaman ona ihtiyacı olacak. Komşusu da bu sene patates ekmemiş, onun da “100 kilo patates”e ihtiyacı var. İşte, komşusuna “100 kilo patatesi” borç veriyor... Gelecek sene komşusu patates ekiyor ve iade ediyor...

Buna “kredileşme” diyoruz. İki taraf da bu durumda kârlı. Çünkü biri saklama masrafından kurtuldu, diğeri şimdilik ihtiyacını giderdi. Bunu satarak da yapabilirlerdi. Ne var ki satan kişi gelecek sene patatesi bulamayabilirdi. Satın alan gelecek sene artık patates ekmektense daha kârlı gördüğü şeyleri ekerdi.

Şimdi bu iki komşu arasındaki “kredileşmeyi” büyütmek istiyoruz. Bir “ambar” yapıyoruz; patates ambarı. Patatesi olanlar bu ambara bırakıyorlar. Patatesi olmayanlar ambara gidiyor, gelecek sene getirmek üzere patatesi satın alıyor. Komşudan aldığı gibi gelecek sene patates ekip ambara teslim ediyor. Yani, sistem iki kişinin birbirlerine borç verdiği gibi şimdi bütün komşulara, hattâ yabancılara öneride bulunuyor demektir.

Buradaki “ortak ambar” malların birlikte kolayca saklanmasının yanında “kredileşme” imkanını da sağlıyor. Yani; nasıl bugün “para bankaları” varsa, gelecekte “mal bankaları” olacaktır. Malınızı ambara parayı bankaya koyduğunuz gibi koyacaksınız, sonra alabileceksiniz. Bunun için ortak ambara gerek vardır.

Ortak ambara malını koyana malın kalitesini de gösteren bir “belge/senet” verilir. Kişi malını pazara götürüp satmaz. İsterse borsaya gider, senedi satar. Senedi alan gidip ambardan malı çeker. İsterse bankaya götürüp mevduat olarak senedi koyar. İhtiyacı olan bankadan gidip belgeyi kredi olarak alır. Sonra ya o ürünü eker, yetiştirir, üretir, ambara teslim eder ve belgeyi/senedi iade eder, yahut patates ucuzladığı zaman senedi piyasadan alır, iade eder.

İşte;

“Ortak Ambar” ve “Mal Belgesi” ne yapıyor?

-Üreticiyi malını hemen satmak zorunda bırakmıyor. 

-Tüketici de alacağı malı hemen almak zorunda kalmıyor.

Faizsiz olarak kredileşme suretiyle satıcı pahalılaşmayı, alıcı da ucuzlamayı beklemektedir. Fiyatlar denkleşince satış olmaktadır.

Bu sistem sömürü sermayesinin hiç işine gelmez. Sömürü sermayesinin “Adil Ekonomik Düzen” düşmanlığı bundandır. Onlar istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.

***

ALİ HAYDAR HAKSAL KARDEŞİM! Yaklaşık bir aydır yazılarını “HASRETLE” bekliyorduk… Büyük geçmiş olsun… Allah seni ailene, kardeşlerine ve bizlere bağışlasın…

Elhamdülillah, bugün (dün) tekrar yazmaya başladığın yazını bir yudumda okuyuverdim, özlem giderdim. Yazında diyorsun ki: “Hastalığım boyunca hem hastalık psikolojisine kendimi kaptırmadım, hem de ölüm korkusuna kapılmadım. Teslim oldum. Kadere de takdire de... Bir keder olmazsa bundan böyle düzenli olarak sizlerleyim.”

İnşaallah kardeşim inşaallah; daha nice yıllara ve nice yazılara sağlık ve âfiyetle…

 

 

Medeniyet merkezi Türkiye

Reşat Nuri EROL

İnsanlık ilk insan Hz.Adem’den itibaren toplayıcılık, avcılık, çobanlık ve tarım dönemi aşamalarını geçtikten sonra, Hz. Nuh zamanında “Mezopotamya Medeniyeti” ile kentleşmeye başladı. Beş bin yıllık uygarlaşma, “kentleşme” yani “medineleşme” çabası ancak 20’inci yüzyılın ikinci yarısında tamamlandı.

“Medenileşme, uygarlık” demek, insanların kendilerinin üretip kendilerinin tüketmesi yerine, “birlikte üretme” ve “ayrı ayrı tüketme” merhalesine geçiş demektir.

Mezopotamya (Hz. Nuh), İbrani (Hz. Musa ve Hz. Davut, Hz. Süleyman), Hıristiyanlık (Hz. İsa) ve İslâm (Hz. Muhammed) medeniyetleri biner yıllık ömürleri ile var olmuşlardır. Hazreti Muhammed’den sonra nebi gelmeyecektir. İsimlerini zikrettiğimiz medeniyetlerden sonra gelecek olan beşinci medeniyet, insanlık tarihindeki peygamberlerin bizzat önderlik etmeyeceği ama “peygamberlerin vârisleri olan âlimlerin önderlik edeceği ilim medeniyeti” olacaktır.

İnsanlık olarak biz, bu “yeni ilim medeniyeti”ni başlatmakla emrolunmuş bulunuyoruz. Bize bu emri Cebrail getirmedi, Kur’an getirdi, Kur’an emretti. Kur’an’la ve “Kur’an Çalışmaları” ile ilgilenen her kimse bu “yeni ilim medeniyeti”ni kurmakla yükümlüdür ve bu yolda çalışanlar mutlaka birlikte çalışmalıdırlar.

***

Hazreti Nuh’un üç oğlu vardı.

-Biri (Sam) Mezopotamya’da kaldı ve Sami medeniyetini kurdu.

-Biri (Yafes) doğuya gitti, oralarda Yafes medeniyetini kurdu.

-Biri (Ham) batıya gitti, Hint-Avrupa medeniyetini kurdu.

Dikkat edilirse, Anadolu ve Türkiye’de yaşayanlar olarak biz, işte bu üç medeniyet havzasının merkezindeyiz. Bugünkü Anadolu halkı her üç uygarlığın karışımıdır. Binlerce yıldır birlikte yaşadılar, evlendiler, anlaştılar ve bugünkü ulusu oluşturdular.

Irk olarak Türkler (Yafes’in çocukları) öndedir.

Din olarak Araplar (Sam’ın çocukları) daha öndedir.

Medeniyet olarak Avrupalılar (Ham’ın çocukları) hakimdir.

Anadolu ve Türkiye olarak artık biz merkezdeyiz, ahlâk olarak da merkezdeyiz.

***

İstanbul Amerika’nın batısı ile Japonya’dan eşit uzaklıktadır.

İstanbul Afrika’nın güney ucu ile Rusya’nın kuzeyine eşit uzaklıktadır.

Türkiye Boğazları (İstanbul ve Çanakkale) Karadeniz’i Akdeniz’e bağlamaktadır.

Türkiye Asya ile Avrupa’nın köprüsü dür.

O halde;

-Biz tarih olarak insanlığın merkezindeyiz.

-Biz ayrıca coğrafya olarak da dünyanın merkezindeyiz.

Medeniyetlerin doğuş merkezi (Hz. Adem’den Hz. İbrahim’e ve son olarak Hz. Muhammed ile noktalanan süreç) Mekke’dir; yaşam merkezi İstanbul’dur.

İnsan bedeninde nasıl iki merkez varsa (biri “beyin”de biri “göğüs”te); insanlık için de iki merkez olması gerekmektedir ve geleceğin dünyasında insanlığın beyin merkezi Mekke, beden/yaşam merkezi İstanbul olacaktır. 

İstanbul’da halk olarak kuracağımız “Adil Düzen İşletmeleri” İstanbul’u dünyanın ekonomi ve yaşam merkezi hâline getirecektir.

Dikkat edilirse, bu köşe “ekonomi köşesi” olduğundan; bu köşede yazdığım yazılarımda meselelerin daha ziyade ve ağırlıklı olarak “ekonomi ile ilgili yönleri” üzerinde duruyorum. Elbette diğer çalışmalarımızda, çalışma arkadaşlarımızla birlikte meselelerin “ilmî, dinî/ahlâkî ve siyasî/idarî yönleri” üzerinde de duruyoruz.

Devamı Var; Gelecek Yazı: Yeni medeniyet ve Türkiye

 

 

Yeni medeniyet ve Türkiye

Reşat Nuri EROL

Türkiye yakın tarihi ile de medeniyet merkezidir.

Malum olduğu üzere, medeniyetler iki ayrı medeniyetin sentezi ile doğarlar.

“Yeni Medeniyet” yani geleceğin “Üçüncü Bin Yıl Medeniyeti”, bir önceki “İslâm Medeniyeti” ile bugünkü “Batı Medeniyeti”nin sentezinden doğacaktır.

Bu sentezi yapacak ulus ve ülke de Türk ulusu (Anadolu’da yaşayan Müslümanlar ve diğerleri) ile Türkiye’dir; “Türkiye’de yaşayanlar”dır. Çünkü iki-üç asırdan beri bu topraklarda, bu coğrafyada, -bir önceki yazımda detaylarını yazdığım bu medeniyetler merkezinde,- yani Anadolu ve Türkiye’de bunun hazırlığı yapılmaktadır. Allah bu görevi bu bölgeye, bu coğrafyada yaşayanlara ve bu birikimi olanlara vermiştir.

***

Bugünkü Avrupa Medeniyeti nasıl doğdu?

Önce İbrani Medeniyeti Batı Anadolu’ya geldi ve yerleşti.

Sonra Avrupa’dan gelen Dorlar Yunanlıları Yunanistan’dan kovdular.

Dorlar’dan kaçıp Batı Anadolu’ya gelen Yunanlılar oradaki Yahudilerden ve doğudaki Sasaniler’den uygarlığı öğrendiler, Yunanistan’a döndüklerinde yeni uygarlık kurdular. Bu arada Kıbrıslı Zenon Tevrat’ı laikleştirerek Romalılara hukuku öğretti. Roma hukuku ve imparatorluğu böyle doğdu.

Hazreti İsa geldi, insanlığa dinin farklı yönlerini öğretti, Hıristiyanlık oluştu ve yayılmaya başladı. Büyük zulümler gören Hıristiyanlar sabrettiler. Roma İmparatorluğu (özellikle Bizans) Hıristiyanlığı kabul etti. Sonra ikiye ayrıldı. Germenler Batı Roma İmparatorluğu’nu yıktılar ama Hıristiyanlığı kabul ettiler. Bugün de en güçlü olanlar onlardır.

İslâmiyet bu coğrafyada ortaya çıkmış ve Endülüs’e (İspanya ve İber Yarımadası’na) kadar daha ilk senelerde ulaşmıştır. Avrupalılar özellikle burada  yani Endülüs’te İslâmiyet’in ve İslâm medeniyeti’nin hayatını ve gücünü bizzat gördüler.

Bir taraftan Emeviler (Endülüs Devleti ve Medeniyeti), diğer taraftan Osmanlılar (Selçuklu ve Osmanlı Medeniyeti) Viyana’ya kadar dayanınca, Avrupalılar uyanmak zorunda kaldılar ve bu baskılar sonunda yeni bir uygarlık doğdu.

Rönesans, reform derken; bugünkü Avrupa ve Batı Medeniyeti işte böyle doğdu. 

***

İslâm Medeniyeti…

Avrupa/Batı Medeniyeti…

Ve bugün “medeniyet meselesi” bakımından nerdeyiz?

Şimdi insanlık olarak “Üçüncü Bin Yıl Medeniyeti”ni kurmak üzereyiz…

Hattâ diyebiliriz ki; bu yeni medeniyeti “Türkiye”de kurmaya başladık bile!

Evet;

Merkezi Türkiye olmak üzere, medeniyetler merkezi Anadolu ve İstanbul olmak üzere, “yeni medeniyet” kurulacaktır; kurulmaktadır...

Millî Görüş Hareketi başta olmak üzere, Türkiye’de yüz yıldan beri var olan bütün hamle ve hareketler, hep işte bu “yeni medeniyet”in habercileridir…

Avrupa’ya işçi olarak giden halkımız yani Türkler ve diğer Müslümanlar da oralara İslâmiyet’i ulaştırmıştır; hâlen de ulaştırmaya devam etmektedir...

Türkiye zamanla ve çok yakın zamanda gerçek İslâmiyet’e dönecektir; hem de Emeviler’den önceki İslâmiyet’e yani İslâmiyet’in aslına ve olması gereken asıl İslâmiyet’e... Bu arada Batı dünyasında da yeni bir uyanış gerçekleşecektir…

İşte, “YENİ MEDENİYET” yani “Üçüncü Bin Yıl Medeniyeti” de bu iki yeni hamlenin, bu yeniden uyanışın birlikte yeniden doğması ile oluşacak, “TÜRKİYE” de bu doğuşun, bu “YENİ MEDENİYET”in merkezi olacaktır...

“YENİ MEDENİYET” MERKEZİ “TÜRKİYE”DİR!

 

 

“Yeni Medeniyet” merkezi “Türkiye”dir!

Reşat Nuri EROL

Kimileri veya birileri geçmişteki ‘muhteşem yüzyıl’ veya yüzyıllara takılıp oyalansın; biz geleceğe, gelecekteki yüzyıllara, gelecekte kuracağımız dünya düzenine ve medeniyete bakalım. Önceki iki yazımın başlıklarından da anlaşılacağı üzere ne dedim? Birinci yazı: “Medeniyet merkezi Türkiye” İkinci yazı: “Yeni medeniyet ve Türkiye” Ve sonuç/hüküm cümlesi: “YENİ MEDENİYET” MERKEZİ “TÜRKİYE”DİR!

İddialı başlıklar, iddialı cümleler yazıyorsam elbette bir bildiğim var. Bildiklerime ve yeni bilgilerime istinaden yazıyorum. Bugünkü yazımda sadece son bir hafta içinde benzer görüşler ortaya koyan söylemleri ve yazıları hatırlatmakla iktifa edeceğim.

Önce resmî cenahtan bir haber. Haberin başlığı şöyle: YENİ DÜNYA DÜZENİNİN TEMEL TAŞI TÜRKİYE’DİR. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Ankara’da bir araya gelen 180 büyükelçiye dış politikanın yeni manifestosu niteliğinde bir konuşma yaptı. Bir düzensizlik varsa, bu düzensizliği ilk sorgulayacak ülkelerin başında Türkiye’nin geleceğine dikkat çeken Ahmet Davutoğlu, “Eğer yeni bir düzen kurulacaksa, o düzenin temel taşını atan ülkelerin başında geleceğiz. Buna gücümüz yeter” diye konuştu. EVET, GÜCÜMÜZ YETER “Biz bekleyip yeni düzen oluştuktan sonra tepki veren ülke olamayız. Bunun bedelini I. Dünya Savaşı’nda yaşadık. Eğer bir düzensizlik varsa, bu düzensizliği ilk sorgulayacak ülkelerin başında geleceğiz ve eğer yeni bir düzen kurulacaksa, o düzenin temel taşını atan ülkelerin başında geleceğiz. Buna hakkımız var, buna tecrübemiz var, buna gücümüz de yeter. Bu kadar iddialı bir söylem dile getirdiğimizde hemen tepki veriliyor: ‘Gücünüz yeter mi?’ Evet, yeter.” YENİ ROL ‘ÂKİL ÜLKE’ “Yeni dönemde Türkiye’nin rolü ‘âkil ülke’ rolüdür, dünyada, küresel olaylarda sözü dinlenen, olayları önceden gören, o olaylara tedbir oluşturan, o olaylar için alternatif çözüm üreten âkil bir ülke. Biz şunu istiyoruz: ‘Eğer bir gün uluslararası toplum bir âkil ülkeler grubu oluşturmuş olsaydı, onun başına ülkemizin yerleştirilmesi gerekirdi’ imajının bütün dünyaya duyurulması.” KOMPLEKSİ YIKALIM “Gelecek küresel kültüre en özgün katkıyı sağlayacak aydın ve devlet adamlarının Türkiye’den çıkacağına inanıyorum. Ama bunun için öncelikle bize yerleştirilmek istenen (tabirimi mazur görün) aşağılık kompleksini, yıkmak zorundayız. Bize biçilen rolleri, bize biçilen elbiseleri dar gördüğümüzü dünyaya ilan etmek zorundayız. İsterse buna eksen kayması tartışması densin, isterse başka türlü. Tarih sahnesine biz çıktığımızda bizimle birlikte bir tarih konuşacak. Bütün kadim konuşacak, bütün modernite konuşacak.”

“Yeni Türkiye’nin doğum sancıları”, Mümtaz’er Türköne’nin yazısının (Zaman, 04.01.2011) başlığı. Yazının başlangıcı şöyle: “Yeni bir Türkiye inşa ediliyor. 2011 yılı, bu restorasyon döneminin başlangıç yılı olacak. 2007’den bugüne, medd ü cezirlerle ‘eski düzen’in yerle bir olduğu bir ara dönem yaşadık. Şimdi artık eskisi dünde kaldı. Yenisi ise henüz ortada yok. Öyleyse hep birlikte inşa edeceğiz…”

“Medeniyet fikri ve İstanbul’un şifreleri” de Yusuf Kaplan’ın yazısının (Yeni Şafak, 07.01.2011) başlığı. Yazının başı şöyle: “Benzersiz bir medeniyetin çocuklarıyız: Avrupalıların hem birbirleriyle kıran kırana boğuştukları, hem de handiyse bütün kıtaları sömürgeleştirdikleri, mevcut medeniyetlerin kökünü kazıdıkları bir zaman diliminde; din, dil, kültür, etnisite ayırımı yapılmadığı için bütün farklılıkların farklılıklarını koruyabildiği, kendi dünyasını, kendi hayatını kurma ve yaşama imkânına kavuşabildiği, tarihte benzeri görülmemiş adalet, hak, hukuk, ahlâk ve estetik ilkelerinin herkes için geçerli kılındığı, Atlantik’ten Pasifik’e kadar gelmiş geçmiş bütün büyük medeniyetlerin birikimleri üzerine oturan, bu medeniyetlere varlığını sürdürme hakkı tanıyan, bu medeniyetlerden kendi paradigmatik ilkeleri doğrultusunda yararlanmasını bilen, muazzam, o ölçüde de mütevazi bir ufuk, bir ebed-müddet, bir nizam-ı âlem medeniyetinin çocuklarıyız. / İşte bu medeniyet fikri ve ufku, Osmanlı İstanbul’unda enfes bir şekilde özetlenmiştir. Bugün dünyanın karşı karşıya kaldığı temel varoluşsal sorunların nasıl çözümlenebileceğinin şifrelerini barındıran medeniyet kurucu ve tanıdığı, tanıştığı bütün medeniyetleri koruyucu benzersiz bir şehirdir İstanbul...”

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3488 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2677 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2651 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2166 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2542 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2565 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2300 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2204 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2617 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2496 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 2005 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2362 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2311 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2459 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2455 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2416 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3066 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2689 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2684 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2765 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2972 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3048 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3448 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5509 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3570 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3096 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3885 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3736 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3443 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3896 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3853 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4134 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4667 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3986 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3869 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2882 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2969 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3975 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7762 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5643 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4197 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3599 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3740 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4760 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4477 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4770 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4690 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4846 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4571 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3420 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4494 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3646 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5198 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3874 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5185 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5047 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4958 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3565 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3496 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3707 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5194 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4224 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5456 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4104 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5292 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4489 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4444 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4597 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4790 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5345 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4134 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5283 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4548 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3864 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4413 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4615 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4147 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4121 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4105 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4560 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5672 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9865 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4675 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3726 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3876 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3369 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3404 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3762 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5727 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4265 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3462 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler