Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 592
MUHAMMED SÛRESİ TEFSİRİ -38.AYETLER
1.01.2011
1568 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....   AKEVLER 44 YILDIR ÇALIŞIYOR....   2009...2010...2011

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜNYA DÜZENİ 592

“ADİL DÜNYA DÜZENİ III. BİN YIL MEDENİYETİ PROJESİDİR.”

“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 592. Hafta             01 Ocak 2011            Fiyatı: www.akevler.biz’e tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 592. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?”    (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.”     (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00-21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Gayemiz ve Hedefimiz: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır.                   Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

***

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;

MERKEZ BANKASI

BAKKAL, KANUN VE

KOOPERATİF

***

*ÜSKÜDAR SEMİNERLERİ;   142. SEMİNER

Her Hafta ÇARŞAMBA akşamı; Adres: EMİNEVİMKısıklı Cad. No: 36  Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL  Tel: (0216) 444 36 46

SOHBET…    SEMİNER…    SORULAR-CEVAPLAR…

***

Erbakan(1): İki saatlik görüşmeler

Erbakan(2): 28 Şubat nasıl tezgahlandı?

Erbakan(3): Hak-bâtıl ekseni ve fıkhın hükmü

Erbakan(4): Dünya ümitle Erbakan’ı bekliyor…

Erbakan(5): Numan ve akıllı-güçlü olmak

“ADALET” ne zaman?!.

Reşat Nuri EROL

***

MUHAMMED SÛRESİ TEFSİRİ - 12

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ أَضَلَّ أَعْمَالَهُمْ (1) وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَآمَنُوا بِمَا نُزِّلَ عَلَى مُحَمَّدٍ وَهُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَأَصْلَحَ بَالَهُمْ (2) ذَلِكَ بِأَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا اتَّبَعُوا الْبَاطِلَ وَأَنَّ الَّذِينَ آمَنُوا اتَّبَعُوا الْحَقَّ مِنْ رَبِّهِمْ كَذَلِكَ يَضْرِبُ اللَّهُ لِلنَّاسِ أَمْثَالَهُمْ (3) فَإِذا لَقِيتُمْ الَّذِينَ كَفَرُوا فَضَرْبَ الرِّقَابِ حَتَّى إِذَا أَثْخَنتُمُوهُمْ فَشُدُّوا الْوَثَاقَ فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاءً حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا ذَلِكَ وَلَوْ يَشَاءُ اللَّهُ لَانتَصَرَ مِنْهُمْ وَلَكِنْ لِيَبْلُوَ بَعْضَكُمْ بِبَعْضٍ وَالَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَلَنْ يُضِلَّ أَعْمَالَهُمْ (4) سَيَهْدِيهِمْ وَيُصْلِحُ بَالَهُمْ (5) وَيُدْخِلُهُمْ الْجَنَّةَ عَرَّفَهَا لَهُمْ (6) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ (7) وَالَّذِينَ كَفَرُوا فَتَعْسًا لَهُمْ وَأَضَلَّ أَعْمَالَهُمْ (8) ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَرِهُوا مَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأَحْبَطَ أَعْمَالَهُمْ (9) أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ دَمَّرَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَلِلْكَافِرِينَ أَمْثَالُهَا (10) ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ مَوْلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَأَنَّ الْكَافِرِينَ لَا مَوْلَى لَهُمْ (11) إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَالَّذِينَ كَفَرُوا يَتَمَتَّعُونَ وَيَأْكُلُونَ كَمَا تَأْكُلُ الْأَنْعَامُ وَالنَّارُ مَثْوًى لَهُمْ (12) وَكَأَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ هِيَ أَشَدُّ قُوَّةً مِنْ قَرْيَتِكَ الَّتِي أَخْرَجَتْكَ أَهْلَكْنَاهُمْ فَلَا نَاصِرَ لَهُمْ (13) أَفَمَنْ كَانَ عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّهِ كَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهِ وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ (14) مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّتِي وُعِدَ الْمُتَّقُونَ فِيهَا أَنْهَارٌ مِنْ مَاءٍ غَيْرِ آسِنٍ وَأَنْهَارٌ مِنْ لَبَنٍ لَمْ يَتَغَيَّرْ طَعْمُهُ وَأَنْهَارٌ مِنْ خَمْرٍ لَذَّةٍ لِلشَّارِبِينَ وَأَنْهَارٌ مِنْ عَسَلٍ مُصَفًّى وَلَهُمْ فِيهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ وَمَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ كَمَنْ هُوَ خَالِدٌ فِي النَّارِ وَسُقُوا مَاءً حَمِيمًا فَقَطَّعَ أَمْعَاءَهُمْ(15) وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ حَتَّى إِذَا خَرَجُوا مِنْ عِنْدِكَ قَالُوا لِلَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ مَاذَا قَالَ آنِفًا أُوْلَئِكَ الَّذِينَ طَبَعَ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ(16) وَالَّذِينَ اهْتَدَوْا زَادَهُمْ هُدًى وَآتَاهُمْ تَقْواهُمْ(17) فَهَلْ يَنْظُرُونَ إِلَّا السَّاعَةَ أَنْ تَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً فَقَدْ جَاءَ أَشْرَاطُهَا فَأَنَّى لَهُمْ إِذَا جَاءَتْهُمْ ذِكْرَاهُمْ(18) فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ(19) وَيَقُولُ الَّذِينَ آمَنُوا لَوْلَا نُزِّلَتْ سُورَةٌ فَإِذَا أُنزِلَتْ سُورَةٌ مُحْكَمَةٌ وَذُكِرَ فِيهَا الْقِتَالُ رَأَيْتَ الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يَنظُرُونَ إِلَيْكَ نَظَرَ الْمَغْشِيِّ عَلَيْهِ مِنْ الْمَوْتِ فَأَوْلَى لَهُمْ (20) طَاعَةٌ وَقَوْلٌ مَعْرُوفٌ فَإِذَا عَزَمَ الْأَمْرُ فَلَوْ صَدَقُوا اللَّهَ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ (21) فَهَلْ عَسَيْتُمْ إِنْ تَوَلَّيْتُمْ أَنْ تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ وَتُقَطِّعُوا أَرْحَامَكُمْ (22) أُوْلَئِكَ الَّذِينَ لَعَنَهُمْ اللَّهُ فَأَصَمَّهُمْ وَأَعْمَى أَبْصَارَهُمْ (23) أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ أَمْ عَلَى قُلُوبٍ أَقْفَالُهَا (24) إِنَّ الَّذِينَ ارْتَدُّوا عَلَى أَدْبَارِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ الْهُدَى الشَّيْطَانُ سَوَّلَ لَهُمْ وَأَمْلَى لَهُمْ (25) ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُوا لِلَّذِينَ كَرِهُوا مَا نَزَّلَ اللَّهُ سَنُطِيعُكُمْ فِي بَعْضِ الْأَمْرِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ إِسْرَارَهُمْ (26) فَكَيْفَ إِذَا تَوَفَّتْهُمْ الْمَلَائِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَارَهُمْ (27) ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ اتَّبَعُوا مَا أَسْخَطَ اللَّهَ وَكَرِهُوا رِضْوَانَهُ فَأَحْبَطَ أَعْمَالَهُمْ (28) أَمْ حَسِبَ الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ أَنْ لَنْ يُخْرِجَ اللَّهُ أَضْغَانَهُمْ (29) وَلَوْ نَشَاءُ لَأَرَيْنَاكَهُمْ فَلَعَرَفْتَهُمْ بِسِيمَاهُمْ وَلَتَعْرِفَنَّهُمْ فِي لَحْنِ الْقَوْلِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ أَعْمَالَكُمْ (30) وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ حَتَّى نَعْلَمَ الْمُجَاهِدِينَ مِنْكُمْ وَالصَّابِرِينَ وَنَبْلُوَ أَخْبَارَكُمْ (31) إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَشَاقُّوا الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ الهُدَى لَنْ يَضُرُّوا اللَّهَ شَيْئًا وَسَيُحْبِطُ أَعْمَالَهُمْ (32) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَلَا تُبْطِلُوا أَعْمَالَكُمْ(33) إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ ثُمَّ مَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لَهُمْ(34) فَلَا تَهِنُوا وَتَدْعُوا إِلَى السَّلْمِ وَأَنْتُمْ الْأَعْلَوْنَ وَاللَّهُ مَعَكُمْ وَلَنْ يَتِرَكُمْ أَعْمَالَكُمْ(35) إِنَّمَا الحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَإِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا يُؤْتِكُمْ أُجُورَكُمْ وَلَا يَسْأَلْكُمْ أَمْوَالَكُمْ(36) إِنْ يَسْأَلْكُمُوهَا فَيُحْفِكُمْ تَبْخَلُوا وَيُخْرِجْ أَضْغَانَكُمْ(37)

 

هَاأَنْتُمْ هَؤُلَاءِ تُدْعَوْنَ لِتُنفِقُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَمِنْكُمْ مَنْ يَبْخَلُ وَمَنْ يَبْخَلْ فَإِنَّمَا يَبْخَلُ عَنْ نَفْسِهِ وَاللَّهُ الْغَنِيُّ وَأَنْتُمْ الْفُقَرَاءُ وَإِنْ تَتَوَلَّوْا يَسْتَبْدِلْ قَوْمًا غَيْرَكُمْ ثُمَّ لَا يَكُونُوا أَمْثَالَكُمْ (38)

 

هَاأَنْتُمْ هَؤُلَاءِ

(HAv EaNTuM Hav EuLAEi)

“İşte siz şimdi ...”

Bundan önce sizden infak istemiyorum denmiş ve infak mükellefiyetini kaldırmıştı.

Bunu iki sebebe bağlayabiliriz.

Bugün olduğu gibi vergi verme takatimiz olmadığı için vergi kaçırmanın meşruiyetini anlatmış oluyor. O kadar ağır vergiler konmuştur ki, vergi kaçırmazsanız iflas edersiniz.

Küresel sömürü sermayesi böyle bir bozuk vergi sistemini bize empoze etmiştir. Gayesi, kendi vergimizle kendimizi imha etmemizdir. Bu durumda bizim kendimizi savunma hakkımız vardır. Nitekim Türkiye’de herkes vergi kaçırıyor. Bu arada çok sıkıştığında biraz da rüşvet veriliyor ve bu sayede Türkiye yaşıyor.

Eğer rüşvet olmasa, eğer vergi kaçırılmasa, Türkiye batar.

İşte bundan önceki âyette bu sebeple bizden infak istenmemiştir.

İkinci sebep de halkın çok hain olması nedeniyle vergi kaçırmış olmalarıdır. Bu da belvi umumi (herkesin işlediği yaygın suç) hâline geldiği için burada da yine halktan vergi kaçırmayın denmiyor. Düzen değişinceye kadar, “Adil Düzen gelinceye kadar, hainlikten de olsa vergi kaçırmaya devam edin denmektedir.

O halde bu böyle devam mı edecek?

Alan memnun veren memnun, ölen memnun kalan memnun deyip de oturacak mıyız?

Vergi kaçırmayla ve rüşvetle mücadele etmeyecek miyiz?

O zaman topluluğumuz ne olur?

Yıkılıp gider.

Bundan dolayı mutlaka birileri çıkacak, bu vergi kaçırma ve bu rüşvet musibeti ile mücadele edecektir.

Yoksa devlet yıkılıp gider, halk da soykırımına uğrar.

Biz bu cihada bundan kırk dört yıl önce 1967 yılında başladık. Akevler vergi kaçırmama ve rüşvet vermeme temel prensibi üzerine kuruldu. Ama ne oldu? Laikliğe aykırı düzen kurdunuz diye sömürü sermayesi devleti bize saldırttı. Bu sebeple mücadelemizde kısmen başarılı olduk. Kâfirlerin rüşvet vermemeyi, vergi kaçırmamayı laikliğe aykırı sayan zihniyetini yendik ama bozuk düzeni düzeltemedik. Şimdi de İstanbul Akevler’de bu mücadelenin hazırlığını yapıyoruz, bize bu konuda katılacak kimseleri bekliyoruz...

Katkı iki şekilde olacaktır.

Bedenen katılacağız. Kur’an’ın bizden istediği başta budur, bedenen katılmadır.

Buna yani bedenen katılmaya imkanınız yoksa, o zaman mâlen katılacağız.

Bu sömürü sermayesinin kurduğu rüşvet ve vergi kaçırma durumunu mutlaka ortadan kaldırmamız gerekir. Biz bu konuda siyasi partilere öneride bulunuyoruz. Kimse kulak vermiyor. Vergi kaçırılmayan ve rüşvetin olmadığı bir dünyaya gitmezsek varlığımızı sürdüremeyiz.

” harfi işaret harfidir, yahut tembih , uyandırma harfidir. “Ve” harfini atfetmeden “Hâ” ile başladığına göre birilerini işaret ederek anlatmaya başlıyor. Bunlar bundan önceki âyette geçen kimseler olabilir. Zaman farkından dolayı bu tembih ve işaret harflerini getirmiştir. Yani bundan önce siz infakla memur değildiniz ama şimdi zamanı geldi, artık infak ediniz anlamındadır. Yukarıdaki muhataplara başka zamanda emretmektedir.

Bir gün “Adil Düzen” gelirse o zaman bu âyeti o gün öyle yorumlayacak ve o mânâyı vereceğiz. Ama bugün böyle değildir. Henüz “Adil Düzen” gelmemiştir. Rüşvet alan da veren de, vergi kaçıran da vergi kaçırmaya göz yuman da mazurdur. Dolayısıyla onlar böyle bir zorlamaya şimdi de davet olunmamaktadır.

O halde burada hitap edilen kimseler kimlerdir?

Evet, burada hitap edilen, burada muhatap olan kimseler cihat yapacak olan mü’minlerdir. Yukarıda hitap edilenler müslimlerdi. Şimdi burada hitap edilenler ise Mekke mü’minleridir; savaşla memur olmayan ama cihatla memur olan Mekke mü’minleridir.

Buradaki “” tembih harfi değil tahsis harfidir.

Bir yerde konuşurken genel konuşma yaparsınız. Sonra özel olarak bir gruba döner, size söylüyorum, özel olarak size söylüyorum dersiniz

Yukarıda tüm müslimlere hitap ederek ‘sizden infak etmenizi istemiyorum’ denmiş, sonra mü’minlere dönmüş, onlara, ‘siz infaka davet olunuyorsunuz’ deniyor.

Hâ Entüm” mübteda yapılmış, davet olunanlar da haber yapılmıştır.

HaÜlâi” diyerek haber de isim cümlesi yapılarak tahsis yapılmıştır.

Evet, siz ey müminler, müslimlerden farklı olarak infaka davet olunuyorsunuz.

Böyle deniyor.

Vergi kaçırma ve rüşvet hastalığı nerden gelir?

İnsanlar birlikte üretirler, ayrı ayrı tüketirler. İnsanlar uygarlaştıkça birlikte üretme gittikçe gelişir. Birlikte üretme birlikte çalışmadır. Bu merhaleden sonra da ayrı ayrı tüketeceklerdir. Bu da bölüşmedir. Uygarlık böyle doğmaktadır.

Yeni hukuk düzeni getirirsiniz, o yeni üretim düzenini getirir. Eski hukuk düzeni işe yaramaz olur. İşte bu sebeple yani eski hukuk düzeni ile sorunlarını çözemeyen topluluk yaşlanır. O yaşlanma sebebiyle oradakiler işlerini yürütebilmek için rüşvet verme ve vergi kaçırma durumunda kalırlar. Yeni hukukla yeni üretim tipini meydana getirmezlerse, eski hukuk sistemi işe yaramaz hâle geldiği için çökerler.

Müslümanlar “Fıkıh İlmi” ile yeni hukuk sistemini meydana getirdiler. 1500’li yıllarda İstanbul’u fethedecek ve Viyana’lara gidecek kadar güçlendiler.

Müslümanlardan yeni hukuk düzenini alan Batı dünyası (Avrupa) sanayi inkılabı yaparak bugünkü uygarlığı getirdi. 1500’lerde Rönesans ile başlayan sanayileşme bugün en yüksek seviyeye ulaşmıştır. Ne var ki tarım döneminden kalma hukuk sanayi dönemine uymadığı için bugünkü sorunlar ortaya çıkıyor.

Bizim bu hususta “Yüz Sorun - Yüz Çözüm” çalışmamız vardır.

Bu çalışmamızla birlikte benzeri çalışmalarımızın yayınlanması gerekmektedir.

İşte, bozuk hukuk düzeni yolsuzluklara ve rüşvete, vergi kaçakçılığına zorlar.

Bugünkü durum budur.

Halktan bunu değiştirmesini istemek mümkün değildir.

Ama Kur’an’a inanan seçkin mü’minler ortaya çıkacak. Bunlar bir taraftan Kur’an’ı incelemeye ve ondan tedebbür edip hükümler çıkarmaya devam edecek, diğer taraftan da uygulama yaparak günümüzün sorunlarını çözmeye çalışacaklardır.

İşte, son âyet Kur’an düzenini getirmeye çalışan bizlere hitap etmektedir.

Bizden, diğer Müslümanlardan istemediği fedakarlığı beklemektedir.

Ben İstanbul’da daha üniversite talebesi iken, Yalova’nın Teşvikiye köyünden Mehmet Ali Köse soru sordu: “Ben köyün ormandaki odunlarını alıp satıyorum. Eğer rüşvet vermesem, vergi kaçırmasam ticaret yapmamın imkanı yok. Çünkü ben İstanbul’da satarken yüzde 20 zarar ederek satacağım. Herkesin yaptığını yapıyorum. Ticaretim devam ediyor. Ben köyüme hadimim, çok az kârla satarak köylülere hizmet ediyorum. Ben hacca gittim, artık para kazanma ihtiyacında da değilim. Tarlalardaki gelirlerim yettiği gibi biriktirdiğim servet de bana yeter. Şimdi ben bu işi bırakmak istiyorum. Ama ondan sonra köyde bu işi yapacak olanlar halkı ezeceklerdir. Ne yapayım; bırakayım mı, devam mı edeyim ?”

İşte, o zaman bu âyetleri okumuş bile değildim. Aklımla şu cevabı verdim. “Bu işe devam edeceksin ama kazandıklarının hepsini rüşvet düzeninin kalkması için harcayacaksın.”

Devam etti...

İşte, şimdi size, tüm mü’minlere ve müslimlere söylüyorum. Mevcut düzende herkes nasıl kazanıyorsa öyle çalışacak ve kazanacaksınız. Haramlar kısas iledir. Herkes rüşvet verirken siz de vereceksiniz, herkes vergi kaçırırken siz de kaçıracaksınız. Ancak “Adil (Ekonomik) Düzen”in gelmesi için çalışacaksınız. Kazançlarınızdan size yeteni lükse gitmeden kullanacaksınız, fazlasını “Adil Düzen”in gelmesi için harcayacaksınız.

تُدْعَوْنَ لِتُنفِقُوا

(TuDGaVNa LiTuNFıQUv)

“İnfak etmeye davet olunuyorsunuz.”

İşte siz mü’minler, siz Adil Düzen Çalışanları, diğer müslimlerin dışında infak etmeye davet olunuyorsunuz.

“Emr olunuyorsunuz” denmiyor, “davet olunuyorsunuz” deniyor. Çünkü mü’min olmak, “Adil Düzen” için çalışmak farzı kifayedir. Birileri yaptı mı diğerlerinden sakıt olur.

O halde kimler mü’min olup bu işi yapacaktır?

Eskiden bu iş İsrail oğullarına verilmişti.

Kur’an’dan sonra gönüllülere verilmiştir. Kimler mü’min olmak istiyorsa işte onlar mü’mindir. Buradaki muhatap olanlar işte onlardır.

“Davet olunuyorsunuz”un mânâsı budur.

Şimdi bir soru ortaya çıkıyor: Farzı kifayelerde “emir” yok, “davet” var; kim isterse emri yerine getirir. Onlar sevaplarını alırlar. Ya kimse görevi yerine getirmezse ne olur? Kim sorumlu tutulacak? Âhirette niçin yapmadın diye kime sorulacak?

Âhirette kollektif sorumluluk olmadığı için “emir” değil de “davet” yapıldığı için kimse sorumlu olmayacaktır.

Buradan şu hüküm çıkarılır: Farzı kifayeler sadece dünyevi işlerde vardır. Yani Allah’ın halifesi olan topluluğa karşı farzlardır. Âlemlerin Rabbi Allah’a karşı olan  yükümlülüktür, farzı kifaye yoktur, farzı ayn vardır.

Peki, bir toplulukta farzı kifayeyi kimse yerine getirmezse ne olur?

O topluluk dünyada cezasını çeker.

Ölüyü defnetmezseniz kokar, hastalık yapar, hastalık yayılır ve herkes cezasını çeker.

İşte, rüşvet ve vergi kaçırma da böyledir.

Birileri çıkar da; biz “Adil (Ekonomik) Düzen”i getireceğiz, rüşvete gerek kalmayacak, vergi kaçırmaya gerek kalmayacak derlerse, o topluluk kurtulur.

Böyle yapılmazsa o topluluk helâk olur.

Helak olanların halkı bundan dolayı âhirette sorumlu olmazlar.

Biz şimdi İstanbul Yenibosna’da yaptığımız faaliyetlere davet ediyoruz.

Emretmiyoruz, davet ediyoruz...

Bizim sözümüzü dinlemeniz gerekiyor, yoksa hep beraber helâk oluruz.

1-      Bizim seminerleri birlikte bulunduğunuz yerlerde okuyacaksınız. Dergide ve makalelerde tartışacaksınız. Katkıda bulunacaksınız. Hataları düzelteceksiniz.

2-      Bulunduğunuz yerde bir tarım veya sanayi semtini kuracaksanız. Semtinizde önce bir bakkal açacaksınız. Bir de birkaç kişinin yapacağı bir işi kuracaksınız. “Adil (Ekonomik) Düzen” uygulamasını denemeye başlayacaksınız.

3-      Bunları yapabilmeniz için 10 liradan 100 liraya kadar veya daha fazlasıyla her biriniz paranızı artırıp bir hesapta toplayın. Verenlerin toplanan paraları biriksin. Bizi haberdar edin; sözleşmelerinizi hazırlayalım, muhasebenizi tutalım...

4-      Sonra düşüncelerinizi bize bildirin, biz de size bildirelim, bir iş yapalım. Mesela; biz şimdi askılı ayakkabı dolabı (yani mobilya) üretim ve pazarlaması yapıyoruz. Gelecekte bu para ile bize dolap siparişi yapar, orada pazarlamaya başlarsınız; “Adil Düzen”e göre satış yaparsınız. Veresiye değil konsinye satış. Müşterilere taksitle ödeme yerine taksitle satış yaparsınız. Ödeyemediği zaman ödediği parayı iade eder, hasar yapmamışsa malı geri alırız.

Nafaka” köstebek deliği/yuvası demektir. Yuva iki taraflıdır, deliklerin birinden girilir diğerinden çıkılır. Pazarın kurulduğu sokak da böyle olduğu için oradaki alınan şeylere “nafaka” denmektedir.

İnfak etmek” harcamak demektir. Evdeki aileyi doyurmak infaktır. Tarladaki harcamalar da infaktır. Genel olarak bir şeyi üretmek için çalışmak da infak olabilir. Yani, infak ediniz, harcayınız demektir.

“İnfak” ile “ita” arasında fark vardır. “İta”da siz elinizdekini verirsiniz, o istediği gibi harcar. Zekat böyledir. İnfakta ise siz harcarsınız, başkasına vermezsiniz.

Burada emredilen “ita” değil “infak”tır.

Bu ifade çok önemlidir. 

Yönetim oluşmadan insanlar kime verecekler de o harcayacak?

Herkes kendisi harcar.

Emrolunan, herkesin kendi imkanlarına kendisinin sahip çıkmasıdır.

Genellikle size katılanlar maddi desteklerini verirler, siz de onu harcarsınız. Ama bu büyük yük olur. Siz verilenlerin altında ezilirsiniz. Onların hukukunu koruyamazsınız. Bunun için herkes kendisi infak edecektir.

İstanbul Akevler muhasebesinde herkes verdiğini ve aldığını yazacaktır. Hayır yapanlar da yazacaktır. Vakıf olsa da yazacaktır. Sonra da o vakfın bekçiliğini onlar yapacaktır. Biz bu muhasebeyi kuramadığımız için kendi paramızı bile rahatlıkla harcayamıyoruz. Bundan dolayı da ben en yakınlarıma bile zulmeder oldum.

İzmir’de bizi gerek ekonomide gerek siyasette destekleyenler vardı. Bunlardan bazılarının paylarını onlara sormadan kullandım. Bunlardan biri de Şükrü Erdoğan’dı. Sonra bunu öğrenince, sormadan yaptığım için biraz yadırgadı. Haklı idi. Ama ben onu kendimden saydığım için kendime değil, cihat için kendi takdirimle kullandım. Hata ettiğimi hatırlattı. Hâlâ o pay Akevler’de duruyor. Ama karşılıklı sevgimiz daha da artmış bulunuyor.

Buradaki infak emri bunun için önemlidir. Bu suiistimalleri önler.

“Adil Düzen Partisi”ni kurduğunuzda halktan bir kuruş almayacaksınız. Muhasebenizde taahhütleri alacaksınız. Paralar onlarda veya vekillerinde duracak, siz ihtiyacınızı belirleyeceksiniz, oraya o harcayacaktır. Muhasebemizi buna göre yapacağız.

İslâmiyet’te de sigorta vardır. Ama önce sigorta aidatı toplanmaz. Ortaklık kurulur, gerektiği zaman taksit taksit toplanır.

İşte bu durum “ita” değil de “infak” emrinden ileri gelmektedir.

Ne vererek Allah’ın sebilinde  harcamış oluruz?

Emeğimizi verebiliriz, bedenen katılırız.

Malımızı verebiliriz, yapımızı veya arsamızı verebiliriz.

Dayanışmamızı verebiliriz. (Sen iş yap, kâr-zarara ben de katılırım deriz.)

Katkı iki şekilde olur.

Ya verirsiniz, karşılığını istemezsiniz.

Yahut ortak olursunuz, zarar ettiğinde ise tasadduk edersiniz. Kazanırsa, kazançtan payınızı alırsınız. Bugün bizim istediğimiz tasadduk budur. Ortak olmak, borç vermek şeklindeki katılmanızdır. “İnfak” kelimesi bunu da ifade eder. Bir tarlaya yapılan harcamalar Kur’an’da “infak” şeklinde ifade edilmiştir. O halde bir işletmeye ortak olmak da “infak”tır.

فِي سَبِيلِ اللَّهِ

(FIy SaBiLi elLAHı)

“Allah’ın sebilinde.”

Adil Düzen Çalışanları “Allah’ın sebilinde” yani topluluğun yollarında harcamaya davet olunuyorlar. “Allah” burada topluluktur. Allah’ın bizzat kendisinin bizim malımıza ihtiyacı yoktur. Onun halifesi olan topluluğun ihtiyacı vardır.

Bundan önce “Allah sizinle beraberdir, amellerinizi zayi etmez” denmiştir. Orada âlemlerin rabbi olan Allah kastedilmiştir. Bundan sonra “Allah ganidir” deniyor, gani olan da âlemlerin rabbi Allah’tır. Muhtaç olan ise onun dünyadaki halifesi olan topluluktur. Zaten başka türlü mânâ vermemiz mümkün değildir.

Sebil” ağ hâlindeki yol demektir. Herkesin komşularıyla ve yakınlarıyla kurduğu ilişki vardır, sosyal ve ekonomik ilişki kurduğu kimselerle kurduğu ilişki vardır. Bu ilişki bir yol üzerinde yapılmaktadır. Onlar da kendi çevrelerinde kurarlar. Böylece yeryüzü insanları birbirleriyle ilişki kurmuş olur.

-İlk ilişki kurduğu kimseler aile ve aşiretidir. Yaşamayı bunların içinde gerçekleştirir.

-Sonra semti ve bucağı (kabilesi) onun çalışmada kurduğu ilişkileri sağlar.

-İlde güvenlik ilişkileri vardır.

-Ülkede savunma ilişkileri vardır.

-İnsanlıkta uygarlaşma ilişkileri vardır.

İşte bu ilişkileri sağlayan araçlar “sebil”dir, yoldur.

Katı, sıvı,  gaz ve elektrik akımlarının yolları “sebilullah”tır. Radyo, telefon, cep telefonu, internet sebilullahtır. PTT sebilullahtır. Kara, deniz, hava ve demiryolları birer sebilullahtır. Araçlar, paralar, hukuk, teknoloji sebilullahtır. Sanat ve teknoloji sebilullahtır. Hâsılı, topluluğun düzenini gerçekleştirmek için çalışmak sebilullah için çalışmaktır.

Yukarıda anlattığımız rüşvetçi ve vergi kaçırıcı düzenden kurtulmamız için yapılması gerekenleri yapmak sebilullahta çalışmadır.

Eskiden halk bu sebilullahı “vakıflar” kurarak gerçekleştirirdi.

Arabayı süren arabayı tamir edemez, yenileyemez. O halde iktidarların rüşveti ve vergi kaçakçılığını önlemeleri mümkün değildir. İktidarlar zor kullanırlar. Oysa belvi umumi olmuş konularda zor halkın direncini artırır ve iktidarı devirir. Türkiye’de on yılda bir askeri müdahaleler bunun için olmuştur.

O halde “Adil Düzen”i getirecek olan iktidar değil halk olacaktır.

Halk bunu “vakıflarla” getirebilir. Ancak vakıflar çalışamaz hal almıştır.

Halk günümüzde “Adil Düzen”i “kooperatifler”le getirebilecektir.

Buradaki emir tek başına kişilere değil, birlikte olan mü’minleredir. Bu mü’minler de birlikteliklerini bu yolla temin edeceklerdir.

İşte bunun için bugünkü mevzuat içinde en uygun kuruluş “kooperatif”tir.

Demek ki buradaki “sebilullah”ı kooperatif içinde infak eden şeklinde anlayabiliriz.

Bize emredilen bir dinin yayılması için infak değildir. Dinde zorlama yoktur.

Bu sûre savaşla başlamıştır. O halde dinî değildir. Daha iktidar olmadığımız için de siyasi değildir. Halk ise ilim etrafında toplanmaz. Çünkü herkes rasih (er-rasihûne fi’l-ilmi) olamaz. Tek toplanmamız gereken kuruluş “ekonomik kuruluş”tur. Zaten sûre savaşla başlamış ama şimdi infakla bitiyor. Yani biz savaşmakla değil, infakla mükellef kılınıyoruz.

Ekonomik ortaklıklar da ikiye ayrılır.

Kooperatif dışındaki ortaklıklar sermayeye dayanır. Limited, anonim ortaklıklar sermaye ortaklıklarıdır. Kollektif ortaklıklar dar kuruluşlardır. Mal verme ortaklığıdır. Yönetim merkezidir. Tek halka açık İslâmî ortaklık şekli “kooperatif”tir. Kooperatifin mâli ortaklığı şahıs ortaklığıdır. Kararları parası olanlar değil, kişiler yani ortaklar alırlar.

Biz bir şeyi yaparken hem şeriata uymalıyız hem kanunlara uymalıyız. Şeriata ve kanunlara uygun olan kooperatiftir, vakıf veya dernek değildir. Vakıf ve dernek İslâmîdir ama İslâmî cihada uygun değildir. Orada kişisel sorumluluk yoktur. Onlarla cihat yapılamaz. Cihat ancak ve ancak kooperatifte yapılabilir.

İşte, Kur’an “konuşma dili”yle inmiştir; onu “ilim dili”ne, “hukuk dili”ne biz çeviririz dediğimizde bunu kastediyoruz. “Allah’ın sebili” demek “Adil Düzen” için çalışmadır. Bu da kooperatifler yoluyla yapılacaktır diyoruz. Biz böyle  tarif ediyoruz.

Birileri de “Bu Saadet Partisi’dir” diyebilir; “Bu Risale-i Nura hizmettir” diyebilir.

Geçmişte dediler, büyüdüler; ama şeriat/hukuk düzenini getiremediler.

Biz ise daha o zaman (1967) “Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi”ni kurduk. Hem kurduk hem de F. Gülencileri, hem Millî Görüşçüleri davet ettik. Onlar anonim ortaklıklarla cari sistemde para kazandılar. Dünyaya hakim oldular ama şeriat/hukuk düzenini getiremediler, bizim şeriat düzenini getirmemize hazırlık yaptılar.

Onlar Hazreti Musa ve Hazreti İsa’nın yaptığını yaptılar.

Şimdi Kur’an düzenini getirecek bir hâdi (mehdi değil) bekliyoruz.

Kuracağımız kooperatifleri işte o hâdi organize edip iktidar olacaktır.

İstiklâl Savaşı’ndan önce her yerde çeteler kurulmuş, direnme başlamıştı. Sonra Mustafa Kemal bunları birleştirip cumhuriyeti kurdu.

Şimdi de biz kooperatifler kuracağız, millî direniş başlayacak. Sonra bir hâdi gelecek ve ülkemiz ile dünyamızı “Adil Düzen”e kavuşturacaktır.

Önce semtimizde bir “kooperatif” kuracağız, “tüketim kooperatifi” şeklinde bir bakkal açacağız, ayrıca bir üretim atölyesi kuracağız. Başarılı işletme elde ettik mi on kadar böyle kuruluşu ile kooperatif “bucak kooperatifi” hâline getirilecektir. Diğer bankaları ve işyerlerini ortak ederek bunu sağlayacağız. Biz başarılı olursak hepsi ortak olur.

Sonra ilçemizde “hizmet kooperatifi”ni kuracağız. Sonra tüm ilin ilçelerinde bu kooperatif işletmeleri kuracaktır. İlde hizmet kooperatifi olacaktır. Sonra bölgemizde “ülke kooperatifi” kurup büyük işletmeleri ortak edeceğiz. Ülkemizin tüm bölgelerinde kooperatif büyük işletmelerden isteyenleri ortak edecektir. Sonra da İstanbul’da “İnsanlık Kooperatifi” kurarak eşitlik içinde insanlığı ekonomi bakımından “Adil Düzen”e götüreceğiz.

İşte, Allah şimdi bize bunu emretmektedir; buna başlamamızı emretmektedir. Siz bulunduğunuz yerde buna başlayacaksınız. Biz yaparken tanıdıklarımıza mektup yazarak ve görüşmelerle böyle bir şey yapmalarını teşvik edeceğiz.

Allah’ın bu davetini kabul edenler bu görevi almış olmaktadırlar.

Kabul edenler mü’min olarak yarından tezi yok yola koyulmalıdırlar.

فَمِنْكُمْ مَنْ يَبْخَلُ

(Fa MiNKuM MaN YaBPaLu)

“Sizden buhl edenler var.”

“Buhar" sıcak sudan çıkan buğu, "bahl" çok az veren, verdiği bir işe yaramayan anlamında cimri mânâsına gelir. “Buhar” kaynayan sudan çıkan buğudur. “R” “L”ye dönüşmüş, havadan başka, laftan başka bir şey vermeyen adama denmiştir.”

Bu cümleler “Akevler Kur’an Sözlüğü”nden alınmıştır.

Yani “Adil Düzen” çalışmalarına katıldığı halde bir türlü katkıda bulunamayanlar. Bilhassa “Adil Düzen”den esinlenerek zengin olanlar,  nerden geldiklerini unutarak o günleri hatırlayamayanlar vardır. Konya holdingleri bunlardandır. Babaları vermek isteseler bile kendileri yani bugünkü evlatları paralarına kıyamıyorlar.

“Adil Düzen” ile yola çıkanlar şimdi Anayasa ekseriyeti ile iktidardadırlar. Onlardan birinin çıkıp da “Adil Düzen’in kokusu bizi buraya getirdi, şimdi kendisini getirmek için infak edelim” diyene rastladınız mı? Ama ben Adil Düzen Çalışanlarından öylelerini biliyorum ki, hâlâ yiyeceğinden ve giyeceğinden artırıp “Adil Düzen” için harcayacak yer aramaktadır. Bunların varlığı, bunların kuruşla da olsa katkıları bu ülkeye “Adil Düzen”i getirecektir.  Helak olmaktan bu ülkeyi onlar kurtaracak, onların bedenî katkıları bunu sağlayacaktır.

Buhl sadece parada olmaz. Bir doktor eğer para almadığı veya alamadığı yerde hastayı savsaklarsa o da buhl olur. Birinin arsası var da “Adil Düzen” inşaatına koyamıyorsa, o da buhl etmektedir. Yahut dükkanı var da cirodan kiraya veremiyorsa o da buhl etmiş olur.

Müslimlerin bu buhullarına bir şey diyemiyoruz ama mü’minler için burada bu hatırlatma yapılmaktadır.

Tekrar olarak hatırlatmak isterim ki, buradaki infak verip kurtulma değildir; ortak olup takip etmedir; “Adil Düzen” işletmelerine katılmadır; “Adil Düzen” işletmelerinde çalışmadır. Bu hususta atılacak çok küçük adımlar büyük başarılara sebep olacaktır.

Süleyman Akdemir ve arkadaşları, İstanbul Yenibosna Akevler’deki dükkanları satın aldılar. Cirodan kiraya verdiler. Ciro gelmiyor ama kimse ses çıkarmıyor.

Yenibosna’da üç yer almamız gerekiyor.

Bir atölyeyi almalıyız. Bunu bir mü’min alacak ve bize cirodan kiraya verecek; kirasını da takip edecek.

Bir de iki misafirhaneye ihtiyacımız vardır.

Biri kadınların kalacakları misafirhane, diğeri ise erkeklerin kalacağı misafirhane. Buralarda aynı zamanda erkek bekar çalışanlar kalacak, kadın bekar çalışanlar kalacak.

Bu misafirhanelerimiz olunca atölyemizi de bakkalımızı da kolayca harekete geçiririz.

İşte, “Adil Düzen” sayesinde zengin olan kardeşlerimiz buhl etmesinler, bu yerleri satın alsınlar, bize cirodan kiraya versinler. Başardığımızda gelirleri kat kat artacaktır. Başaramadığımızda nihayet kira almamış olurlar ama buradaki yerleri durur. Belki de zamanla daha kıymetli hâle gelir.

Adil Düzen Çalışanlarına bir hususu hatırlatmak isterim: Çalışmayan, kenar yerde bir dükkan bulun. Zaten kira getirmediği için size ciro ile kiraya vereceklerdir. Emekli olan ve iş yapamayan birileri de burayı çalıştırsın. Burada bir şey satmaya başlayın. Belli saatlerde açılsın. Nöbetle çalıştırın. Buraya herkes satılmak üzere (konsinye) bir mal koysun. Satıldıkça yenisini koysun. Satılmaza o malı alsın, kendisi değerlendirsin.

İşte bu şekilde “Adil Düzen İşletmesi”ni kurdunuz demektir.

وَمَنْ يَبْخَلْ

(Va MaN YaBPaL)

“Kim buhl ederse.”

Burada “Ve” harfi ile atfedilerek açıklanmıştır. Açıklama üç şekilde yapılabilir; ya aralarında harfi atıf yapılmaz, o zaman ikinci açıklama birinciyi açıklamadır. Bedeldir. Birincide söylenenin dışında  başka birisi kastedilmez.

‘Ahmet geldi, doktordur, seni tedavi eder’ derseniz. Arada atıf gelmemişse başka doktorların tedavi edebileceği meskütün anhdır (sükut edilendir). Bize kıyas yapmamızı da emr etmektedir. İstisna ile gelse kıyas yapma men edilmiş olurdu.

Eğer “Ve” harfi gelmişse, ‘Ahmet geldi, doktordur ve seni tedavi eder’ dendiğinde, bazı başka doktorlar da seni tedavi edebilir demektir. Kıyasla o doktorları bulup onlarla tedavi olacağımızı bilmemiz gerekir. Kıyas yapıp amel etmek bize emrolunmuştur demektir. “Fa” harfi ile geldiği zaman hüküm tamim edilir. Bütün doktorlar seni tedavi edebilir demektir.

Burada “Ve” harfi ile getirildiğinde benzer buhl edenler için de hüküm böyledir. Ama bazı buhl edenler, farklı hükmedenler bu hükme dahil demektir. Bilhassa farzı kifayelerin yerine getirilmesinde buhl edenler, farzı kifayeyi yapmakta gayret göstermeyenler, kendilerine buhl etmiş oluyorlar.

Burada işaret edilen başka önemli bir husus vardır. Bugün iki düzen vardır; “Adil Düzen” ve “zalim düzen”. Zalim düzende para kazanmakla uğraşanlar, bunu da rahatlıkla yapıp huzursuz olmayanlar, kendilerine ateş kazanmaktadırlar. Bunlara zaruretten dolayı o paraları kazanıp yaşamaları meşrudur. Ama bu kazançlarıyla o zalim düzenin var edilmesi yerine “Adil Düzen”in gelmesi için çalışmalıdırlar.

Her nedense insanların çoğunda ve mü’minlerin içinde de böyleleri vardır. Onlar bir türlü “Adil Düzen”e ortak olmaya paralarını kıyamazlar. Zamanlarını ayıramazlar. Ama ekseriyet sistemi demokrasisine kendilerini verme zamanları vardır.

Buradaki “Ve” harfi bize illet aramamızı emretmektedir. Biz bu illeti bulmuş bulunuyoruz. “Adil Düzen” ortaklıklarına katılamamada ortaya çıkan buhldur. Siz de başka illet bulabilirsiniz. Ama hiç bulmama demek buradaki “Ve” harfini ihmal etmek olur. Kuralımız vardır. “Ve” harfi ile yapılan atıfta matuf matufun aleyhten farklıdır. Ama aralarında alaka vardır. Biz böyle açıklıyoruz. Siz başka şekilde açıklarsınız. Ama hiç açıklamamak yoktur.

فَإِنَّمَا يَبْخَلُ عَنْ نَفْسِهِ

(Fa EinNaMA YaBPaLu GaN NAFSiHIy)

“Yalnızca kendi nefsinden buhl eder.”

Burada “Fa” harfi ile şart cevaplandırılmıştır. Bu da istimrarı (sürekliliği) ifade eder.

Yani ne zaman  buhl ederse insan kendi nefsine buhl etmiş olur.

Buhl başkasına değil kendisine zarar verir.

Elimizde milyon liramız olsun. Komşularımızın hiç parası olmasın. Böylece herkesin öldüğünü düşünelim. O halde o para ne işe yarar? Sıfır olur. O halde elimizdeki paranın veya başka şeylerin değeri çevremizledir. Bizim malımız olduğu kadar onların da malıdır. Cebimizde saklayarak değil, onu kullanarak değerlendiririz.

Onu iki şekilde değerlendiririz.

Biri, onunla birşeyler alırız, kullanırız. Onlar da bizden parayı alırlar, ihtiyaçlarını giderirler. Paranın değeri buradadır, yoksa kağıt beş para etmez.

İkinci kullanış şekli ise borç vermektir. Şimdi ihtiyaçlarını o giderir, sonra biz gideririz.

Buhlün başka zararı nedir?

Bugün “Adil Düzen” için buhl edenler, faizli sistemi devam ettirmek isteyenler yarın iflas edeceklerdir. “Adil Düzen” ise yalnız fakirleri zengin etmeyecektir. “Adil Düzen” herkese aş ve iş bulacaktır. Sermaye sahiplerinin de ticaret yaparak kazanç temin etmelerini sağlayacaktır. Tevbe edip de faizsiz çalışacak olan büyük sermayeye de ihtiyacımız vardır. Onlar da bizim sistemden yararlanacaklardır. Ne var ki büyük sermayenin faizsiz dünyada iş yapabilmesi için onu şimdiden öğrenmesi gerekir. Yani “Adil Düzen”e katkıda bulunmalıdır. O zaman faizsiz düzene geçildiği zaman kolaylıkla yeni hayata intibak ederler.

“Adil Düzen” çalışmalarına Amerika’daki tekel sermaye merkezinin bile katılmaya ihtiyacı vardır. Yeni dünyada varlığını ancak “Adil Düzen”i öğrenmekle koruyabilir.

Türkiye’nin Koç’ları ve Sabancı’ları da buna muhtaçlar.

YİMPAŞ, KOMBASSAN, Dr. Ramazan, Emin Otomotiv ve diğerleri bu sözlerimi duysunlar. “Adil Düzen”in onlara ihtiyacı yoktur, onların “Adil Düzen” denemelerine katılmalarına ihtiyaçları vardır. Bunları onlara hatırlatmamız gerekir.

“Adil Düzen”in geleceğini bu sûrede öğreneceksiniz. Bu sisteminizle “Adil Düzen”de yaşayamazsınız. Sonunda kendiniz iflas edip gidersiniz. Faizsiz sistem geldiği zaman faizli sistemin yeri kalmaz. MÜSİAD gibi TÜSİAD gibi kuruluşların bize kulak vermeleri gerekir. Aksi halde sonra onlara yer gök ağlamaz.

وَاللَّهُ الْغَنِيُّ

(Va elLAHu eLĞaNıyYu)  

“Ve gani olan Allah’tır.”

Allah” burada âlemlerin rabbi olan ganidir. Hiçbir kimseye ihtiyacı olmayandır. Samettir. Kendisi haliktır. Başkasına hiçbir zaman muhtaç olmaz.

Allah” kelimesi burada iade edilmiştir. Yani yukarıdaki onun halifesi olan Allah değil de, âlemlerin rabbi olan Allah ganidir.

Kâinatta hiçbir varlık kendi kendine varlığını sürdüremez. Her atom ışık hızına çıkar. Gidebilmesi için boşluğa ihtiyacı vardır. Çarparsa ya döner ya da parçalanır. Tüm kâinatta her şey muhtaçtır. Canlılar ise dışarıdan besin almadan yaşayamazlar. Dışarıya artıklarını atmadıkça yaşayamaz. Yalnız Allah kimseye muhtaç değildir.

Konya’daki holdingler bunları yaşadı ama hiç akıllanamadılar. Konya’da bir holdinge gittim. Son derece kötü durumda idi. Sordum, zararınız var mı? Aldığımız yerler duruyor dediler ama dolar yarı yarıya yükseldi, binaların değerleri düştü, zarardayız dediler! Siz onları dolarla mı ortak ettiniz dedim. Hayır ama öyle hesaplıyorlar dediler! Demek ki küçük bir oyun sizi batırabiliyor. Yani herkes diken üzerindedir, “Adil (Ekonomik) Düzen”e muhtaçtır.

Şimdi para kazanıyorum diye kendilerini zengin zannedenler aldanıyorlar.

وَأَنْتُمْ الْفُقَرَاءُ

(Va EanTuM elFuQaRAEu)

“Siz ise fakirsiniz.”

İsim cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir.

Bu sûrede mü’minlerin hatalarından iki yerde bahsetmektedir.

Birinde kimilerinin kalblerinde hastalık var denmişti.

Burada da yine mü’minlerden bahsederken buhl içinde olanlar var denmektedir.

Bu bir inzardır. Ama aynı zamanda bir müjdedir. Böyle hareket edenlerin mü’min olduğunu bildirmiş oluyor ki bu bize büyük müjdedir.

İnsan her zaman fakirdir. İnsanın zenginliği o topluluğun varlığına bağlıdır. Ben para kazanıyorum diye komşusu açken yatıp uyumak ne büyük gaflettir.

“Adil Düzen” aç ve işsiz kimseyi bırakmamaktır.

Türkçede “fakir” parası olmayan mânâsındadır. Oysa Arapçada “muhtaç” demektir. Bir eksikliğin varsa fakirsin. Serveti olanlar da fakirdirler. Çünkü “Adil Düzen”e muhtaçsınız. Allah “Adil Düzen”i yalnız fakirler için emretmiyor. Zenginlerin zenginliklerini koruyabilmeleri için halkın yaşaması, devletin var olması gerekir.

Bu ülke akıtılan kanlar üzerinde oturmaktadır.

Şimdi varlığınız olduğu halde siz “Adil Düzen” için harcamıyorsunuz. Biz size “Adil Düzen” için harcayın derken Allah diyor, sizin ihtiyacınızı giderin demek istiyor.

Kur’an’ın bizden istediği “Adil Düzen” nedir? Onu tekrar hatırlatalım.

Bugünkü faizli sistemde kredi zengine verilmekte, zengin/ler daha da zengin edilmektedir. Halk ise işsiz ve aşsız kalmaktadır. Zengin zaten zengin, onu bir daha zengin etmenin manası yoktur.

Biz ne yapacağız?

-Halka faizsiz icrasız sipariş kredisini vereceğiz...

-Onlar mağazalara sipariş verecekler…

-Onlar da tüccarlara sipariş verecekler…

-Onlar da işyerlerine sipariş verecekler...

-İşyerleri işçileri çalıştıracak ve kredilerini kapatacaklardır.

Bakınız, biz halka kredi verince mağazaya, tüccara ve işverene de kredi vermiş oluruz.

Yeter ki sipariş alsın.

Çalışana kredi verelim, işvereni borçlandıralım. Yani krediyi yine müteşebbise, işverene veya zengine vermiş oluruz; hem de faizsiz, hem de icrasız vermiş oluruz. Önce üretimini yapsın, deposuna koysun; sonra mal ne zaman satılırsa o zaman kredisini ödesin.

Bunun mânâsı nedir?

Bu sefer de işsiz kimse kalmaz.

İşte “Adil Düzen” budur.

İşi bilen ve işçi bulan müteşebbis sermaye sıkıntısında olmasın diyoruz.

Biz ne veriyoruz ki; boyalı bir kâğıt.

Siz ey zenginler, işçi bulamazsanız nasıl üreteceksiniz, nasıl ticaret yapacaksınız?

Siz halkı bulamazsanız ürettiğiniz malları kime satacaksınız?

“Adil Düzen” size imkanlar hazırlıyor, size son model lüks araba satın alıyor. Şimdiden o arabanın şoförlüğünü öğrenmek için Adil Düzen Çalışmalarına katılın.

وَإِنْ تَتَوَلَّوْا

(Va EiN TaTaValLav)

“Ve tevelli ederseniz.”

Allah diyor ki; şimdi siz infaka davet olunuyorsunuz.

Davet eden kim?

Orada davet edenler belirtilmemiştir.

Davet edenler biz olacağız, Adil Düzen Çalışanları olarak biz olacağız.

Bundan önce bu davetler yapıldı...

Tarikatlar yaptı, dershaneler açtı…

Nur şakirtleri yaptı, evler ve okullar kurdu…

Erbakan yaptı, Millî Görüş kuruluşlarını oluşturdu...

Alpaslan Türkeş yaptı… Turgut Özal yaptı… Diğerleri yaptı…

Orta Asya’daki Türkleri bağımsızlığa ulaştırdı...

Demek ki davet ettiler ve davetlerinin karşılığını aldılar.

İstiklâl Savaşı da böyle davetle oldu.

Şimdi de “Adil Düzen”e davet edecek bir daiye/davetçiye ihtiyaç vardır.

İşte o dai/davetçi sizsiniz; Adil Düzen Çalışanlarıdır...

Adil Düzen Çalışanları bunu nasıl yapacaklar?

Önce Yenibosna’daki kooperatifi canlandırmamız gerekir...

Sonra dergiye (Akevler Adil Düzen Dergisi) her yönüyle önem vermeliyiz… 

Dükkan/atölye (üretim) ve bakkal (tüketim) işletmelerini faaliyete geçirmeliyiz...

Sonra da yukarıda belirttiğimiz gibi proje ile İstanbul halkına gitmeliyiz. Hemen hemen herkesi davet etmeliyiz. Çok küçük paralar istemeliyiz. Verdikleri miktarlar onlara yük olmamalıdır. Davetimize katılırlarsa İstanbul kurtulacaktır.

Davetimize katılmazlarsa, işte o zaman tufan (“Sosyal Tufan”) olacaktır.

Ne var ki biz bunlardan on lira, yirmi lira, yüz lira alırken; hafta sonunda herkesin hesabı (“MUHASEBE”) belirlenmelidir. İstediği zaman o günkü değeri ile ortaklıktan çıkabilmelidir. Örnek olarak Yenibosna çalışmalarımızı anlatayım.

Yenibosna Atölyesini faaliyete geçirmeliyiz. Pazarlaması ile birlikte on kişi iş sahibi olmalı, buradan geçinmelidir. Aylık en az 2000 TL gelir temin etmelidir.

Dükkanı/bakkalı/marketi de faaliyete geçirmeliyiz. Çevremizdeki yüz haneye hitap etmeliyiz. Para ile de mal satmalıyız, “Semt Senedi” ile de satmalıyız. Böylece senedimiz artık kasamızda paraya dönüşür hâle geldiğinde, İstanbul halkının bu senedi alarak katılmasını isteyeceğiz. Senet her hafta değer kazanacak; İstanbul halkı bunu yaşayarak her an, her gün, her hafta, her ay, her yıl görmeye başlayacaktır.

İstediği zaman 10 lirasını, 20 lirasını, 100 lirasını geri alabiliyor; sonra tekrar katılıyor.

İşte o zaman İstanbul halkına gerçek anlamda ve seviyede ulaşmış olacağız. Ortak olarak “Adil Düzen” için infak edin diyeceğiz. Bu onların davet olundukları gün olacaktır.

Bize emredilen işte bu görevi yapmaktır.

Yani; onlara, şimdi Allah sebilinde infaka davet olunuyorsunuz diyebilmemiz gerekir.

Bunu diyebilmemiz için de bizim o aldığımız paraları ve emekleri değerlendirecek sistemi oluşturmamız gerekir. Madem ki biz Kur’an’ı bunun için okuyoruz, anlamaya çalışıyoruz, yorumlamaya gayret ediyoruz; o halde bunu söylemek de bize düşer.

Söyleyebilme de ancak sıkı çalışma ile mümkün olacaktır.

Biz bu tebliği yapıp “Adil (Ekonomik) Düzen” hâlinde kendilerinden basit katkılarını istediğimiz halde direnirlerse; o zaman ne olacağı bu şartın cevabında anlatılmıştır.

يَسْتَبْدِلْ قَوْمًا غَيْرَكُمْ

(YaSTaBDiL QaVMan ĞaYRaKuM)

“Sizin gayrınız olan kavmi istibdal eder.”

Bu sûre tamamen Tevrat gibi dünyevi sûredir.

Topluluklar âhirette cezalanmazlar, topluluklar bu dünyada cezalanırlar.

Bundan önceki âyetlerde bize “Adil Düzen”i kurmamızı emretmiştir.

Neden böyle bir emir vermiştir?

Peygamber gelir, kitap getirir; yeni hukuk ve yönetim düzenini oluşturur. Yeni hukuk düzeni insanlara hamle kazandırır. Yeni teknik ve ekonomik düzen gelir.

Yeni teknik ve ekonomik düzenin sorunlarını eski hukuk ve yönetim düzeni çözemez, yenilik de yapamaz. Uygarlık çökmeye başlar. Yeni sanayi ve ekonomi düzenini hukuk kuralları dışında kullanan karşı uygarlık “kuvvet uygarlığı” olarak hamle yapar, teknik ve ekonomiyi zirveye çıkarır. Ne var ki hukuk ve yönetim artık çekilmez olur.

İşte o zaman yeni peygamber gelir ve yeni uygarlık kurardı.

Şimdi peygamber gelmeyecek, onun yerine ilim adamları yeni uygarlığı kuracaklardır.

İşte, “Adil Düzen Çalışanları” “Üçüncü Bin Yıl Uygarlığı”nı kurmakla  takdir-i İlâhi ile görevlen(diril)miş kimselerdir.

Peki, bunlar bu görevi yapmazlarsa ne olacaktır?

Kur’an işte bunun cevabını vermektedir:

Sizin yerinize başka kavim gelir ve onlar bu görevi yüklenirler.

Yani, Allah bize bu görevi vermedi, bizim çalışmamıza gerek yok diyemeyiz.

Allah bu görevi kime verdi?

Tekrar hatırlatıyoruz:

Kur’an bu görevi iki din mensuplarına vermektedir; Müslümanlara ve Hıristiyanlara.

“İkinci Bin Yıl Uygarlığı” da böyle doğdu. Hıristiyanlarla Müslümanların oluşturdukları uygarlık bugünkü uygarlıktır. Son iki peygamberin mensupları Hak ve uygarlıkların temsilcisi olarak varlıklarını sürdüreceklerdir.

O halde, Hıristiyanlara ve Müslümanlara verilen bu uygarlaştırma işini biz yapamazsak, o zaman Allah bizim yerimize başka bir kavmi görevlendirebilir.

Mesela, Hıristiyanların yerini siyahiler alabilir.

Müslümanların yerini de doğu halkları alabilir.

Sonra Türk milletini görevlendirmiştir. İki-üç asırdır Türkiye Batı’yı öğrenmektedir. Şimdi iki medeniyeti sentez edecek duruma gelmiştir. Sentez zamanı da gelmiştir.

“Adil Düzen”i getirme çalışmalarına Türkiye devam etmektedir.

Türkiye görevini yapmaya devam etmezse, başka bir ulus görevlenebilir.

İran olabilir, Irak olabilir. Bir Hıristiyan devlet olabilir. İsrail oğulları da olabilir.

Ondan sonra Akevler’de başlayan, şimdi iki koldan gelişen, Millî Görüşçüler ve F. Gülencilerle güçlenen hareket mensupları artık “Adil Düzen”i uygulamakla yükümlüdürler.

Bunların ortak özelliği şudur.

Akevler, Millî Görüşçüler ve F. Gülenciler şuna inanmaktadırlar.

- Yeni uygarlık müsbet ilme dayanacaktır.

- Yeni uygarlık barış yoluyla elde edilecektir.

- İlme aykırı olan faaliyetleri İslâmî saymazlar.

- Silahla İslâmiyet’in gelmesini kabul etmezler.

Oysa dinlerin çoğu müsbet ilmi reddeder ve savaşla netice alacaklarını savunurlar.

İşte bunlar şimdi “Adil Düzen”i getirmekle yükümlüdürler.

Getirmek için çalışmazlarsa, Allah onları başkaları ile tebdil edecektir.

Asıl muhatap ise “Adil Düzen Çalışanları”dır;  “Akevler Mensupları”dır...

İhtar onlaradır.

Biz getiremezsek, Allah bizim yerimize başkalarını getirir ve onlar bizim gibi olmazlar.

KaViM” kelimesi burada nekre olmuştur. Herhangi bir kavmi getirir demektir.

Tüm yenilenmeler yenilerinin gelmesi ile olur.

Türkiye şu saplantılardan kurtulmalıdır. Bugün Kur’an’ı bugünkü müsbet ilmin verileri içinde anlamalıyız. Bin sene evvelkilerin ilimlerini ve usullerini alacağız ama onların sonuçlarına göre değil, bizim hesapladığımız sonuçlara göre hareket edeceğiz. Batılıların müsbet ilimlerini alacağız. Allah onlara da o görevi vermiştir. Ama Batılıların her türlü pisliklerini ve bozdukları şeriatı (hukuku, kanunları) bizden uzak tutacağız. Yoksa başka kavimle tebdil olunuruz. Bundan bin sene evvel şimdi yaşadığımız topraklarda biz yüzde bir (%1) bile değildik; şimdi ise yüzde doksan dokuzuz (%99). O zaman kimse Türklerin (Konstantiniye) İstanbul’u alıp bir Türk şehri yapacağını düşünemezdi. Yarın bizim sonumuz da böyle olabilir.

ثُمَّ لَا يَكُونُوا أَمْثَالَكُمْ (38)

(ÇümMa LAv YaKUvNu EaMÇAvLaKuM)

“Sonra onlar sizin benzeriniz olmazlar.”

Evet, bizden sonra gelecek olanlar bize benzemeyeceklerdir.

Bunu şöyle de anlayabiliriz: Bizim başkalarının yerine gelebilmemiz için onlardan daha ileri olmamız gerekir. “Adil (Ekonomik) Düzen”i benimsemeyenlerin, bizi geçmek isteyenlerin bizden daha ileri olmaları gerekir.

O halde bizi kimler geçecektir?

“Adil Düzen Çalışmaları” sonunda biz yapılacakları veya yapılması gerekenleri ortaya koyduk. Akevler Yenibosna Ekibi “Akevler Adil Düzen Dergisi”ni yeniden düzenlemektedir. Bu internet dergisine “Adil (Ekonomik) Düzen”le ilgili tüm yazılar ve kitaplar konacaktır. Anayasa çalışmaları ile ekonomi çalışmaları yer alacaktır. “Kur’an’daki 250 Mucize” kitabımız, “Kur’an’ı Anlama Metodu” ile “Kur’an’ı Uygulama Metodu” kitapçıklarımız, “İslâm Devlet ve Dünya Düzeni” kitabımız, “Alternatif Faizsiz Banka / Selem ve Kredileşme” kitabımız, “Adil Düzene Göre İNSANLIK ANAYASASI” kitab(lar)ımız, değişik konulardaki pek çok kitaplarımız ve dosyalarımız, işsizlik sorunu başta olmak üzere pek çok sorunun çözümlerini içeren çalışmalarımız hep yer alacaktır.

Bizim eksiğimiz nedir?

Uygulama yaparak, halka “Adil (Ekonomik) Düzen”i göstermeliyiz. Halk görerek öğrenir. Biz bunu yapmazsak başkaları gelir ve bunu yapar. Onlar bizim gibi teorilerle ilgilenmezler, uygularlar; bizim oluşturduğumuz teorileri uygularlar.

Evet, bu sûrenin son âyeti son derece açıktır.

Biz İzmir Akevler’de teoriler oluşturduk ama uygulayamadık. Allah başka kavim yani topluluk getirdi ve uygulattı; Millî Görüşçüler ve F. Gülenciler uyguladı...

Şimdi de oluşturduğumuz “Adil (Ekonomik) Düzen”in uygulama zamanı gelmiştir. Nazarî çalışmalar bir yere varmıştır.

Önce “İstanbul Akevler Çalışanları” bunları uygulamakla yükümlüdür.

İstanbul Akevler uygulamazsa;

-İzmir Akevler uygulamakla yükümlüdür...

İzmir Akevler uygulamazsa;

-Millî Görüşçüler ve F. Gülenciler uygulanmakla görevlidir...

Onlar da uygulamazsa;

-Türkiye’de başkaları çıkıp da uygulayacaklardır...

Onlar da uygulamazsa;

-Dünyada birleri çıkacak ve bizim çalışmalarımızı değerlendirecek ve uygulayacaktır.

Eğer hâlâ İsrail oğullarından başka uygulayacak çıkmazsa, “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı da onlar kuracaklardır.

Bu sûre bizlere işte bunları haber vermektedir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-592/ADİL DÜZEN DERSLERİ-422      01 Ocak 2010

 

MERKEZ BANKASI

Devletlerin merkez bankaları var...

Bir de ABD’nin Merkez Bankası var ve bu banka ABD(devleti)’nin değil, sömürü tekel sermayenin bankasıdır. Ulusal bankaların hepsi oraya bağlı ve o sayede dünyayı sömürmeye devam ediyor...

Para bir topluluğun kanıdır, bankalar ve döviz büroları ise kan damarlarıdır.

İnsanda kalb kanı üretmez, kan vücudun değişik yerlerinde üretilir ve kalb sadece onu vücut içinde dolaştırır.

Oysa insanlıkta para banklarda üretilmektedir; karşılıksız para üretilmektedir. Hastalık da buradan doğmaktadır.

*

Merkez Bankaları sürekli olarak karşılıksız para üretir ve dünyanın ekonomisini bozar. Açlık ve işsizliğin ana kaynağı budur.

Merkez Bankası dört yoldan karşılıksız para çıkarır.

a)      Doları satın alır ve Türk Lirasını doların bir destekçisi yapar. Merkez Bankamız Türk ekonomisini değil, sömürü sermayesinin ekonomisini düzenlemeye çalışır. Kötülüğü bu kadarla da kalmamaktadır. Dolar faizle çıkarılmaktadır. Merkez Bankamızda bulunan her sent için sömürü sermayesine faiz ödüyoruz. Yahut doların enflasyonu ile sömürülüyoruz. Bu dış bankalara ödenen faizdir.

b)      Ayrıca Merkez Bankası Türk bankalarını bono senetlerini kırar ve onlara para verir. Onlar da o para ile halkı faizle sömürürler. Bu da karşılıksız paradır ve faiz karşılığı ülkede çoğalmaktadır.

c)      Merkez Bankası piyasadan tahvil benzeri senetler alarak onlara faiz öder. Böylece ülkenin zenginlerine faiz parasını aktarır.

d)     Merkez Bankası’nın para çıkarma yollarının dördüncüsü devletin bütçe açıklarını kapatmaktır. Bu paradan da büyük müteahhitler ihale bedeli olarak düşer. Ülkenin yararına harcansa bile enflasyona sebep olarak yine halkınızın kesesini kemirir.

Görülüyor ki, bugünkü “para”nın çıkış kaynağı “faiz”dir. Karşılığı da faizdir. Bu faiz de sonunda sömürü sermayesine gitmektedir.

Merkez Bankası’nın görevi Türk ekonomisi falan değil, dünya sermayesini sömürmesidir.

*

Peki, bu durumda şu soruyu sorabilirsiniz:

-Siz “Adil Düzen”de parayı nasıl çıkaracaksınız.

-Siz “Adil Düzen”de parayı ne karşılığı çıkaracaksınız?

Bizim para çıkarma kaynağımız da dört tanedir.

a)      Kuyumcularda bulunan altın karşılığı para çıkaracağız, kuyumculara altınları karşılığı “Altın Para” vereceğiz. Bununla istediği taşınmazları alsınlar diyeceğiz. Onlar kazanacaklar. Biz de artık altına kote edilmiş paraya sahip olacağız. Vatandaş herhangi bir kuyumcuya giderek altın parasını altın yapacaktır.

b)      Türkiye’deki arsa ve toprak karşılığı para çıkaracağız, bu toprak parası olacaktır. Bunu da komisyonculara vereceğiz. Komisyoncular bununla gayrimenkulleri alıp satacaklardır. Komisyonculardaki satılık taşınmaz kadar piyasada “Toprak Para” dolaşacaktır. Bu para karşılığı taşınmaz mallar olduğu için enflasyon yapmaz. Vatandaşın parası varsa komisyonculardan peşin para ile para alır, taşınmazı verir. Paraya ihtiyacı varsa oturduğu evi komisyoncuya star, kendisi kira ile oturur. Kendiliğinden piyasada yeterli para dolaşır. İnşaat kredileri de bu para ile kredilendirilir. Herkese her zaman iş bulunmuş olur.

c)      Sanayi ürünlerinde kredi üretirken mallara verilir. İşçinin parasını banka faizsiz ve icrasız verir. Ham madde parasını da verir. Mamul madde satılınca kredi kapatılır. Bu da enflasyon yapmaz, çünkü halktaki para kadar depolarda satılık al vardır.

d)     Nihayet halkımıza nüfus başına yıl başında sipariş kredisini veririz. Mağazalar sipariş verirler. Mağazalar peşin ödeyerek tüccarlara sipariş verir. Tüccarlar da peşin ödeyerek işyerlerine verirler. İşyerleri de işçilere ödeyerek üretim yaparlar. İşçiler aldıkları kredileri kapatırlar.

e)      Merkez Bankası ayrıca döviz bürolarına “Altın Para”yı kredi olarak verir. Bu kuyumculardaki altın para kadardır. Döviz büroları bu Altın Para ile diğer taşınmaz, sanayi ve tarım paralarını satın alıp satar. Böylece bütün paralar altınla değerlendirilmiş olur. Çıkış kaynağı ise “emek”tir.

*

Sonuç

Bugünkü Merkez Bankaları sömürü tekeli sermayenin hizmetinde karşılıksız faiz parasını çıkarmakta ve halkı sömürmektedir.

Biz ise mal karşılığı para çıkarıyoruz ve toprak, altın, sanayi mamulleri ve tarım ürünlerini bulunduruyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti, İstiklâl Savaşı’nda siyasi bağımsızlığı kazandı. 1930’larda kurduğu Merkez Bankası ile ekonomik bağımsızlığını ilan etti.

İkinci Cihan Savaşı sebebiyle ülkeyi tam kalkındırma imkanı bulamadan CHP’yi iktidardan indirdiler ve DP’yi iktidar ettiler. Merkez Bankamızı satın aldılar ve ülkemizi tekrar ekonomik bağımlı hâle getirdiler.

Türk ordusu ne zaman mevcut iktidara, ‘artık ekonomik bağımsızlığını ilan et, arkadayız’ der ve iktidar da; Akevler Adil Düzen Çalışanlarına, ‘gelin, Merkez Bankamız emrinizde, artık Türkiye’nin ekonomik sorunlarını “Adil Düzen”e göre çözün’ derse, Türkiye işte o zaman ekonomik bağımsızlığa kavuşur.

Türkiye ekonomik bağımsızlığa kavuşmak zorundadır.

Yoksa batmakta olan sömürü sermayesi ile birlikte Türk ekonomisi de batar.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-592/ADİL DÜZEN DERSLERİ-422      01 Ocak 2010

 

BAKKAL, KANUN VE

KOOPERATİF

Canlılar hücrelerden oluşur.

Topluluklar da birer canlıdır.

Ekonomilerin hücreleri yüz hane civarındaki semt topluluklarıdır.

Bir semtin kalbi ise “bakkal”dır.

Bakkalları ortadan kaldırdığımız zaman topluluğun hücrelerini öldürmüş oluruz. Halk ekonomisini tesis edeceksek, yani sosyalizm/komünizm ve kapitalizmin dışında bir hayat süreceksek; bu ancak bakkalları yaşatmakla mümkündür.

Akevler’in bakkallar üzerinde derin ve köklü bir çalışması vardır.

Gelecekte bakkalları Akevler organize edecektir.

Ne var ki bakkallar şimdi can çekişiyor.

Onlara acil destek vermemiz gerekiyor.

AK Parti iktidarının derhal bir kanun çıkarıp bakkallarımızı kurtarması gerekir.

*

Çıkarılacak kanunda şunlar yer almalıdır.

1-      50 ile 100 hane arasındaki toplulukların birer bakkalları olacaktır. Köyde, kasabada ve kentte bu çaptaki her topluluk için bir bakkala ruhsat verilecek, ikinci bakkalın açılmasına izin verilmeyecektir. Mescid-i dırara kıyasen bu hüküm şer’idir.

2-      Bir yerde bulunan 100’e yakın bakkal bir kooperatif kuracaktır. On bakkalı bir yönetim kurulu üyesi temsil edecektir. Bunlar sıralama usulü ile başkanlık yapacaklardır. Sırasını devretmek caizdir. Kararlar ekseriyet tarafından değil, istişareden sonra başkanlar tarafından alınacak ve yönetim kurulu üyelerinin başkanların kararlarına karşı hakemlere gitme yetkisi olacaktır.

3-      Bakkal yeri ve bakkal yerinin üstünde bir daire/lojman/ev devlet tarafından yapılacak, bunlar bakkala ciro ile kiraya verilecektir. Bakkalın kapısına zil konacak, müşteri (acil bir durum sebebiyle) gelip zili basıp bir şey istediği zaman gece yarısı da olsa açacaktır. Bakkal ailece işletilecek, sabah 06’da açılacak, akşam 24’te kapanacaktır.

4-      O semtte bakkallık yapmak isteyenleri o semtin halkı sıralama usulü ile bizzat kendileri seçeceklerdir. Herkes talip olanları sıralayacak, bir talibin aldığı sıranın tersleri toplanarak dereceleri bulunacak. Bakkal ve lojman ona yani ilk sırayı alana kiralanmış olacaktır. Kira cirodan bir pay olacaktır.

5-      Bakkalın denetimi ciro ile yapılacaktır. O çevredeki bakkalların orta ciroları bulunacak. Bir bakkalın cirosu orta cironun altına düşerse o bakkaldan o işletme alınacak, başkasına devredilecektir. Yeniden sıralama yapılacak yahut eski bakkala verilecektir.

6-      Kooperatif bir ortak dağıtım ambarı kuracak ve ortak nakliye oluşturacaktır. Bakkallarda malının satılmasını isteyen konsinye olarak bu mağazaya koyar. Fiyatını o belirler. Bakkallara bilgi verilir. İsteyen bakkal istediği malları sipariş verir. Mallar konsinye satılır. Satıldıkça parayı mağazaya öder. Mağaza da mal satacaklara öder.

7-      Semt sakinlerine onlardan gerekli teminatı alarak kredi açar. Bakkallar ancak bunlara veresiye verebilirler. Kendileri veresiye vermezler. Bakkallarda yalnız konsinye mallar satılır. Bakkal satılan mallardan % 4 kira alır, % 4 bakkalın olur, % 2 de kooperatif geliri olur; böylece % 10 ile satışlar yapılır.

8-      Vergi mükellefi yalnız kooperatiftir. Bakkallar, nakliyeciler ve merkez mağazada çalışanlar kooperatif tarafından asgari sigortalanırlar. Mal satanlar kooperatife mal satmış olurlar. Kooperatif onlara fatura keser. Konsinye koyanlarla pazarlık yapılarak belli yüzde ile mal satılır. Mağaza kasa bulundurur.

9-      Vergi kooperatifin cirosundan bir yüzde olarak alınır. KDV ve kurumlar vergisi bu yüzdeye dahil edilir. Bütün vergiler merkez mağazası tarafından ödenir. Bakkallar, nakliye, mağazada çalışanlar ve halk ayrıca herhangi bir vergi ödemez; bunlar defter tutmak ve vergi beyanında bulunmak zorunda değildirler.

10-  Mağazaya mal satan tüccarlar, mağazada ve nakliyede çalışanlar, bakkallar ve müşteriler arasında çıkacak her türlü ihtilaflar kooperatif hakemlerince çözülür.

*

Kurulacak böyle bir kooperatif bir bankada hesap açar. Mal satan tüccarlar, bakkallar, çalışanlar, müşteriler kooperatifin ortak hesabına paralarını yatırıp çekerler. Banka kooperatiflere mevduatları nisbetinde kredi açar. Bu krediler ve mevduat faizsizdir.

AK Parti’nin (veya daha sonraki iktidar partisinin/partilerinin) çıkaracağı böyle bir kanunla kurulacak kooperatifler sayesinde yalnız bakkallar kurulmayacak; kayıtsız ekonomi sorunu, veresiye sorunu, pazar sorunu, aşırı kâr sorunu da çözülmüş olacaktır.

Bu hususta daha fazla bilgi edinmek isteyen bizimle özel irtibat kurabilir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

Erbakan(1): İki saatlik görüşmeler

Reşat Nuri EROL

Siz değerli okuyucularımla bugünlerde bu köşede paylaşmak üzere planladığım önemli konuları, ‘Bütçe görüşmeleri, işsizlik ve çözümler, “Adil Ekonomik Düzen”e göre ana sorunlarımızın bazı çözüm önerileri’ olarak sıralayabilirim. Ancak, günlük köşe yazarlığı yapınca, günlük gelişmeler ve günlük okumalar/çalışmalar bazı konuları ertelemenizi, bazılarını öne almanızı gerektiriyor. ‘Erbakan fenomeni, Necmettin Erbakan ve Numan Kurtulmuş, Erbakan ve 28 Şubat, Erbakan ve neden yeniden siyaset?’ gibi bazı konular, benim çalışma ve günlük okumalarımda, bu haftanın en güncel ve canlı konuları oluverdi. Dün ve bugün üzerinde çalışmak durumunda kaldığım konular ile okumalarım çakıştığı gibi; aynı zamanda birkaç yönden heyecanlandırdı da...

Hayatın heyecanını yakalamak ve bu heyecanla iş yapmak özellikle önemli. Bugünlerde gündemde olan bu ‘mesele’ hakkında, yani ‘hayatta var olmanın heyecanı’ ile ‘yaş, yaşlılık, iş yapma, çalışma, mükellefiyet, akıl, güç’ konularını ayrıca yazacağım...

Bu heyecan hâlini, yaşları sekseni geçmiş kırk yıllık hocalarımla son dönemlerde yaptığım çalışmalarda yakından görerek yaşıyorum. Necmettin Erbakan Hocam ile Süleyman Karagülle Hocamın bu yaştaki heyecan, azim ve gayretlerini gördükçe, bu yaşımda bana da adeta ‘ibadet aşkıyla daha çok çalışma azmi’ aşılıyorlar.

Bu hâli yaşıyorum; hocalarımla birlikte yaşıyoruz…

***

Erbakan Hocamızı, Süleyman Karagülle Hocam ile birlikte, Saadet Partisi Genel Başkanı seçileceği haftanın başında Ankara’da ziyaret etmiş ve ‘iki saat’ görüşmüştük. O görüşmenin etkisiyle, Ekim ayında bu köşede “Millî Görüş” ana başlığı altında ‘dokuz yazı’ (14-26 Ekim 2010) yazdım. Erbakan’ı iyi anlar ve onun heyecanına kapılırsanız, benim yaptığım gibi dokuz yazı yazarsınız. ‘İki saat’ vurgusunu özellikle yapıyorum. Sebebi var.

Erbakan, Saadet Partisi Genel Başkanı seçildikten sonra, her hafta önemli medya mensupları, gazeteciler ve yazarlarla ortalama ‘iki saatlik’ görüşmeler yapıyor. Son zamanlardaki bazı görüşmeleri hatırlayalım: Star’da Uğur Dündar ve arkadaşı… NTV’de Ruşen Çakır ve çalışma arkadaşı… Değişik günlük gazetelerin köşe yazarları ve görüşme ile ilgili yazdıkları… Bu hafta da Star gazetesinden Şamil Tayyar ile Bugün gazetesinden Ahmet Yavuz Arslan ve daha başka yazarlar, Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan ile ‘iki saat’ görüşmüşler… Dün (15.12.2010) köşelerinde konu ile ilgili önemli makaleler yazdılar; Şamil Tayyar bugün (16.12.2010) de yazmaya devam etmiş…

Bu yazılanları tam da okumuştum ki; adeta ‘üstüne üstlük’ gibi değerlendirdiğim, Süleyman Hocamdan şimdilik ‘Erbakan, Numan ve akıllı-güçlü olmak’ başlığını koymayı düşündüğüm bir çalışma gelmez mi! Bu yazılanlar üzerinde duralım…

***

‘ERBAKAN FENOMENİ’, Bugün gazetesinden Adem Yavuz Arslan’ın yazı başlığı.

İşte o yazıdan bazı cümleler: “Saadet lideri Necmettin Erbakan ile önceki gün 2 saat süren bir sohbetimiz oldu. Kesinlikle enteresan bir sohbetti... / Millî Görüş’ün efsane lideri 84 yaşında. Ciddi sağlık sorunları da var. Fakat zihni berrak... / İki saat aralıksız konuştu ama isimleri, tarihleri, kronolojiyi hiç karıştırmadı... / 84 yaşındaki bir isim için takdire değer bir performansı var... / Öyle bir denklem kurdu ki; sonuçta AK Parti’yi İsrail kurdurdu, Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül Siyonistlerin hizmetkârı’ gibi bir sonuç çıktı... / Erbakan, ilerlemiş yaşına ve sağlık sorunlarına rağmen aktif siyasete dönüşüyle ilgili farklı bir tanımlama yapıyor. Ona göre tercihi koltuk hırsı’ değil bir nevi görev: Çünkü söz nasihat dinlemediler. Görevi almak milli bir vazifedir” diyor.

Uzun sohbetin kısa özeti şu: Erbakan bir fenomen.

Kamuoyu aktif siyasete dönüşünü koltuk hırsı’ olarak görse de o kendini inandığı dava uğruna son nefesine kadar çalışan bir nefer olarak görüyor. Takipçileri de öyle.”

 

 

Erbakan(2): 28 Şubat nasıl tezgahlandı?

Reşat Nuri EROL

Şamil Tayyar herkes gibi benim de çok önemsediğim bir gazeteci ve yazar. Erbakan ile iki saat görüştükten sonra iki yazı yazdı, özellikle “28 Şubat Darbesi” üzerinde durdu: “Laf dönüp dolaşıp 28 Şubat post modern darbeye geldi. Darbezede bir başbakan olarak söyleyecekleri vardı. Siyonistlerin, dar anlamda ABD ve İsrail’in darbe planına, 50 civarındaki iktidar mensubu korkak milletvekili yüzünden yenik düştüklerini anlattı. Sonra 30 Ekim 1996 tarihli tercüme edilmiş gizli belgeyi arşivden çıkardı. Belge, Wikileaks yayınları gibi Ankara’dan Washington’a gönderilen ve dedikodulara dayalı ham istihbarat notu değil, Washington’da karara dönüştürülmüş ulusal güvenlik belgesiydi. İkisi arasındaki farkı son yazımda tarif etmiştim. Biri (Wikileaks gibi) pek gizli olmayan ve mahcubiyetten öte sonuç doğurmayan metin, diğeri ölümüne hesaplaşmaya yol açabilen ulusal güvenlik belgesidir.”

DARBE KRİPTOSU! Şevket Kazan bugünkü (17.12.2010) Millî Gazete’de ‘belge’ ile birlikte “EMİR PENTAGON’DAN” başlığı altında tarihî açıklamalar yaptı. Şamil Tayyar ise belgenin başka boyutları üzerinde duruyor: “Belgede dönemin ABD Dışişleri Bakanı Warren Cristopher’in imzası var. Ankara Büyükelçiliği’ne gönderilmiş. Bilgi olarak Atina, Beyrut, Moskova, Sofya elçilikleri ile Geneva, NATO ve BM Amerikan misyonlarına da ulaştırılmış. / Refahyol hükümetiyle ilgili değerlendirme ve iktidardan düşürme yöntemine yer verilen belgede, ilk yorum koalisyonun büyük ortağı RP ile ilgili olarak yapılıyor: / -Türk hükümetinin milli eğilimlerinden ve Başbakan Erbakan’ın ideolojisinden ilham alarak dış politikayı batıdan ayırıp Arap ve Müslüman dünyasına doğru yeniden yönlendirilmesinden dolayı derin endişe içerisindedir. Kanaatimizce Türkiye’nin İran, Irak, Libya, Nijerya ve Sudan ile bağlarını kuvvetlendirmek konusundaki mevcut tutumu, bizim milli menfaatlerimize aykırıdır, düşmancadır. / İkinci yorum, koalisyonun küçük ortağı DYP ile ilgili... -DYP, Erbakan’ın radikal İslami söylemlerini ılımlaştırmada başarılı olamadığına göre, kendisinin RP ile koalisyonu verimsiz görünmekte… Tansu Çiller’in koalisyondan çekilmesi Erbakan’ı düşürür ve ülkeyi genel seçimlere götürür...”

ASKERE GÖREV! “Özetle denmek isteniyor ki: RP düşmanca hareket ediyor, DYP ise bunu frenleyebilecek güce sahip değil, seçim de çare olmayacak. O halde? Türkiye’yi hizaya çekebilmek için hükümetin dövülüp hırpalanması, iktidar ortaklarının yerde süründüğü ve güçsüz kaldığı ortamda seçimlere gidilmesi lazım! / Peki kim dövecek? / Belgeden okuyalım: -Türkiye, birleşik devletlerin anahtar stratejik ortağı olarak kalmak mecburiyetindedir ve onun bu pozisyonunu gerçekleştirip sürdürmedeki başarımız, bizim (ABD) milli menfaatlerimizi doğrudan etkileyecektir. Türk askeriyesi, bu sonucu elde etmeye doğru daha büyük çaba sarf etmesi için harekete geçmeye zorlanmalıdır. Bu konudaki aksiyon planlarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum.”

28 ŞUBAT NASIL TEZGAHLANDI? “Anlaşılıyor ki, ABD, 15 Ekim 1996 tarihinde post modern darbe için düğmeye basmış, TSK’ya da görev biçmiş. / Erbakan’ın masasında ilk defa gördüğümüz bu BELGE, 28 Şubat’ın nasıl tezgahlandığını göstermesi bakımından çok önemlidir. Bir yerde darbe emrinin belgesidir. Üstelik Wikileaks dedikodusu değil... / Bu belge, 14 yıl öncesine ışık tutarken, içinde bulunduğumuz yakın dönemin anahtar sözcüklerini verecek ölçekte ciddi bir belgedir. / 1 Mart 2003 tezkeresinden sonra Balyoz, Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven gibi darbe senaryolarının nasıl pişirildiği sorularına cevap ararken önemli ipuçları verecektir. Ergenekon sürecinde 2007 ve 2009 darbe senaryolarının, Türk dış politikasına yönelik eksen kayması tartışmalarının ve Wikileaks dedikodularının ortalığı saçılmasının nedenlerine ilişkin analizlerimiz karşısında bize “komplocu” diyenlere “kapak” olacaktır. / Maalesef gerçeğin bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır.

Erbakan’ın dediği gibi; 28 Şubat Türkiye’ye 14 yıl kaybettirdi…

Devamı var…

 

 

Erbakan(3): Hak-bâtıl ekseni ve fıkhın hükmü

Reşat Nuri EROL

Önceki yazımın final cümlesi neydi? Erbakan’ın dediği gibi; 28 Şubat Türkiye’ye 14 yıl kaybettirdi… Kaybedilen yıllarla ilgili olarak Şamil Tayyar’ın ikinci yazısındaki tesbitleriyle devam edelim: “Necmettin Erbakan’ın arşivinden çıkan 28 Şubat post modern darbe kriptosundaki vahim ifadeler, sadece o döneme değil, Türkiye’nin darbe tarihine ışık tutacak niteliktedir. Sözkonusu Amerikan ulusal güvenlik belgesi üzerindeki tartışmalar ve yorumlar, kamuoyunun da bu tespite büyük ölçüde katıldığını göstermektedir. / Ayrıntıları ve yorumlarımızı dünkü köşede aktardık, belge tamam... / Şimdi cevabı merak edilen başka sorular var. Böylesine gizli bir belge Erbakan’ın eline nasıl geçti? Ne zaman geçti? Şimdiye kadar neden açıklanmadı? / Öyle ya, 14 yıl önce Wikileaks yoktu, Julian Assange yoktu, daha vahimi demokrat medya da yoktu. Postal medyasının hükümdar olduğu ortamda böyle bir belgenin varlığından söz etmek idam mangasına kelle taşımakla eş değerdi.”

***

“HAK” VE “BÂTIL” EKSENİ: Şamil Tayyar ilk yazısının başında ne diyor? “Hocayla uzun bir sohbete koyulduk. İlerleyen yaşına ve konuşma güçlüğüne rağmen hafızası çok canlıydı, olayları tarihleriyle ezbere anlatıp durdu. Küresel oyunu “HAK” ve “BATIL” ekseninde yorumlayıp konuşmaya 5 bin 767 yıl öncesinden başlayınca biraz dağıldık ama kendimizi toparlamamız fazla uzun sürmedi.”

Hak-bâtıl ekseni, insanlık tarihi kadar eskiden beri var olan bu eksendeki mücadele ve ilerlemiş yaşına rağmen, gençlere taş çıkartacak bir sabır, sebat, azim, gayret, heyecan, vizyon vs ile bu eksen üzerinde çalışmak, çalışmak, çalışmak… Nasıl çalışmak? İlk yazımı, Bugün gazetesinden Adem Yavuz Arslan’ın şu tesbiti ile bitirmiştim: “Kamuoyu (Erbakan’ın) aktif siyasete dönüşünü koltuk hırsı’ olarak görse de o kendisini inandığı dava uğruna son nefesine kadar çalışan bir nefer olarak görüyor. Takipçileri de öyle.”

İlk yazımda, “bu ‘yaş, yaşlılık, iş yapma, çalışma, mükellefiyet, akıl, güç’ konularını ayrıca yazacağım” demiş, bunun sebebini de şu ana gerekçeye bağlamıştım: “Bu yazılanları tam da okumuştum ki; adeta ‘üstüne üstlük’ gibi değerlendirdiğim, Süleyman (Karagülle) Hocamdan şimdilik ‘Erbakan, Numan ve akıllı-güçlü olmak’ başlığını koymayı düşündüğüm bir çalışma gelmez mi! Bu yazılanlar üzerinde duralım…”

Evet, önümüzdeki iki-üç yazıda, -bazılarının kafayı fazlasıyla taktığı- işte bu ‘yaş/yaşlılık, akıl ve güç meselesi’ üzerinde duracağım. Bundan sonra yazacaklarımın tamamı, Süleyman Karagülle Hocamın aynı zamanda fıkhî görüşlerinden derlenmiştir.

***

FIKHIN HÜKMÜ NEDİR? “Kur’an’da onbeş yaşını doldurmayan çocukların mükellef olmadıkları belirtilmiş, onlar sorumlu yapılmamıştır. Bir çocuk veya akıl hastası suç işlerse ona ceza verilmez, babasına veya babasının âkilesine (dayanışma ortaklığına) tazminat ödettirilir. Ama Kur’an’da hiçbir yerde yaşlı insanın mükellef olmadığı zikredilmez. Aksine yaşlıların da çocukları olacağı bildirilmiştir. Hazreti İbrahim, yaşlı iken (vefat ettiğinde 173 yaşındaydı) üçüncü hanımı Katura ile evlenmiş ve ondan dört erkek çocuğu (ve altı erkek torunu) olmuştu. İnsan yaşlanınca aklını kaybedebilir; o zaman yaşlı olduğu ve aklı olmadığı için mükellef olmaz. Bedenen yapılan işlerde bedeni sağlam değilse mükellefiyetten çıkar ama sağlam olan kişi sağlığı nisbetinde kulluk yapmaya devam etmek zorundadır.

FIKHIN HÜKMÜ BUDUR.

Bu durum kanunlarımızda da böyledir; aklî melekeleri yerinde olan yaşlı kimse tam ehliyete sahiptir.

Necmettin Erbakan’ın tekrar siyasete dönmüş olmasını yadırgayanlar vardır.

Erbakan neden tekrar siyasete dönmüştür?

(Bu sorunun cevabı ve daha başka önemli detaylar gelecek yazıda.)

 

 

Erbakan(4): Dünya ümitle onu bekliyor…

Reşat Nuri EROL

Erbakan Millî Görüş partilerini (beş parti; Millî Nizam, Millî Selâmet, Refah, Fazilet, Saadet) kurmuştur. Osmanlı Devleti’nin son dönemindeki yöneticiler ve Türkiye, Batı’yı adeta tanrılaştırmış ve Batı’nın aciz kulu (hasta adam) hâline gelmişti; onlar (Batılılar) söyler, bizim yöneticiler yapardı! Bu zihniyete ve anlayışa göre; sadece siyasette değil, her şeyde onlar iyi biz kötü idik. Aşağılık duyguları iliklerimize kadar işlemişti.

Erbakan işte bu aşağılık anlayışa, bu komplekse ve bu gidişata ‘HAYIR’ dedi; ‘Biz kendi görüşlerimizle sorunlarımızı çözeceğiz’ dedi. Mustafa Kemal de öyle diyordu; ‘Muasır medeniyetin fevkine (üstüne) çıkacağız. Elimizde  tuttuğumuz meş’ale müsbet ilimdir.’

Bu ‘müsbet ilim’ her şeyin ve insanlığın başı olan ‘müsbet ilim’dir; Batı’nın henüz ne olduğunu keşfedemediği (Fıkıh ilmi gibi) ve ulaşamadığı ‘müsbet ilim’dir.

***

MİLLÎ GÖRÜŞ’ÜN İLK İKİ HAMLESİ: Erbakan işte bu söylemle (yani ‘Biz kendi sorunlarımızı kendi görüşlerimizle çözeceğiz’ söylemiyle) devreye girdi (bu söylem, yaşanan süreç içinde önce “Millî Görüş”, daha sonra “Adil Düzen” kavramlarını doğurdu) ve bu söylem henüz 1969’da onu (Erbakan’ı) bağımsız milletvekili yaptı. Ardından peş peşe kurulan “Millî Nizam” ve “Millî Selâmet” partileri ile iki-üç sene içinde iktidara ortak etti (MSP-CHP Koalisyon Hükümeti). Millî Görüş Hareketi ilk hamlesini bu dönemde gerçekleştirmiştir.

Batı bu durumdan rahatsız olmuş, Türk ordusuna ve bürokratik yönetime baskı yapmış, bilahare 12 Eylül 1980 darbesi ile Erbakan’ı siyasetten uzaklaştırmıştır.

Erbakan ve Millî Görüş Hareketi, daha  sonra “Refah Partisi” ile ikinci hamlesini yapmış ve bu dönemde “ADİL DÜZEN”i Türkiye ile dünyaya duyurmuştur.

Yine baskılar gelmiş ve peş peşe mahkum olmuştur.

Yani, Erbakan siyaseti bırakmamış, zorla bıraktırılmıştır.

Daha sonra ibra edilince siyasete dönmemesi anormallik olurdu.

***

ERBAKAN’IN ETKİNLİĞİ… Erbakan geçmiş yıllarda “başbakanlık” (54. Hükümet Başbakanı) görevini yapmış ama “cumhurbaşkanı” görevinde bulunmamıştır. Süleyman Karagülle anlatmaya devam ediyor: “Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçilmeden önce Ankara’da cumhurbaşkanlığı hakkında seminer verdim; o dönemde Erbakan’ın cumhurbaşkanı olmasını istemiştim…

Erbakan, hiç görevli olmadığı yani o zaman hiçbir resmî sıfatı olmadığı halde, İran onu resmen davet etmiş ve devlet başkanından daha üstün protokol uygulamıştı. Oysa İran Şii’dir, Erbakan ise Sünni’dir.

Tüm dünyada iki milyara yakın Müslüman vardır. Bunların hemen hepsi Erbakan’ı biliyor ve onu ümitle bekliyor. Bu kadar güçlü birisini köşkte (cumhurbaşkanlığı köşkünde) oturtsak, Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’ndan daha büyük ve etkin bir ülke olur. Onun etkinliği yalnız İslâm âlemine değildir. Vahşi kapitalizme dayalı küresel sömürü dünya düzeninde mağdur olan herkes onun yanındadır. Daha da önemlisi, tüm büyük dinlerin mensupları onun yanındadır. Çünkü o “din” ile “ilmi” uzlaştırmış, dini ilmin üstüne çıkarmıştır.

Kanuni Sultan Süleyman, en son Avrupa seferinde (Avrupa ortalarında) öldüğü halde, naaşı İstanbul’a getirilmeden vefatı duyurulmamıştı. Oysa Erbakan hayattadır ve hiçbir zihnî melekesinde bir eksimle olmadan yeniden hamleye, yeniden şahlanışa geçmiştir.”

Süleyman Karagülle diyor ki: “Millet olarak buna şükür/hamd etmemiz gerekirken; ‘Erbakan tekrar ne diye geldi, ne diye siyaset yapıyor?’ diyorlar!!!”

(Devamı var…)

Gelecek yazının konusu: Erbakan, Numan ve akıllı-güçlü olmak…

 

 

Erbakan(5): Numan ve akıllı-güçlü olmak

Reşat Nuri EROL

Bundan önceki yazımın son cümlesi neydi? Süleyman Karagülle diyor ki: “Millet olarak buna (Erbakan’ın yeniden siyasete dönmesine) şükür/hamd etmemiz gerekirken; ‘Erbakan tekrar ne diye geldi, ne diye siyaset yapıyor?’ diyorlar!!!”

İlk yazımda, Süleyman Hocamdan, şimdilik ‘Erbakan, Numan ve akıllı-güçlü olmak’ başlığını koymayı düşündüğüm bir çalışma geldiğini yazmıştım. Süleyman Karagülle anlatmaya devam ediyor ve diyor ki: “Benim çocuklarım da eve dönüp artık istirahat etmem gerektiğini söylüyorlar… Neden İstanbul’da olduğuma ve bu yaşta (82) neden hâlâ çalıştığıma akıl erdiremiyorlar... İnsan iş yaptıkça gençleşir... Ben bu seminerleri anlatıp yazmasam, İstanbul’da mobilya üretim ve pazarlama işletmesiyle (ve diğer ilmî ve iktisadî çalışmalarla) meşgul olmadan otursam; can sıkıntısından hasta olur ve ölürüm. Sağlığım devam ediyorsa, bu yaptığım işlerin bana verdiği güçten dolayıdır...

Erbakan şimdi çalışıyor, yeni hamle yapıyor ve dinçleşiyor...

Sonra; bir kimse çalışmazsa onu kınamalıyız. Çünkü o gücü ona o topluluk vermiştir. O gücünü israf etmeye ve boşa harcamaya hakkı yoktur.

Ne garip ve ne ayıptır ki; ÇALIŞAN İNSAN KINANIYOR?!.”

***

ERBAKAN “MİLLÎ GÖRÜŞ” VE “ADİL DÜZEN” İÇİN SİYASET YAPTI: “Erbakan görevi Numan Kurtulmuş’a bıraktı; ne oldu?!. Erbakan partiyi (partileri) “Millî Görüş” partisi olarak kurdu. Erbakan “Adil Düzen” için “Adil Ekonomik Düzen” için siyaset yaptı.

O, Numan Kurtulmuş ve diğerleri gibi sadece “başbakanlığa” veya diğer makamlara talip olsaydı, hiç oradan (o makamlardan) inmezdi...

Numan Kurtulmuş başbakan olayım diye “Millî Görüş”ü bıraktı, “Adil Düzen”i bıraktı, Erbakan’ı devre dışı etti!..

Onun ve arkadaşlarının bu yaptıkları yetmedi; partinin diğer samimi çalışanlarını da ayıkladı/lar, tasfiye etmeye kalkıştı/lar!!! Bir de hiç gerek yokken ve bu yaptığı kendisinin aleyhinde iken, erkenden olağanüstü büyük kongreye gitti/ler!!!

Numan Kurtulmuş aslında bu kadar akılsız ve zekâsız bir kimse değildir; kötü niyetli biri hiç değildir. Ne var ki bütün bunları kendi aklıyla yapmadı. Ona olmazları vaat edenler en sonunda onu bu duruma düşürdüler...”

***

“ADİL DÜZEN”SİZ VE “MİLLÎ GÖRÜŞ”SÜZ NEYİNİZ VARSA GETİRİN… Süleyman Karagülle anlatmaya devam ediyor ve diyor ki: “Erbakan, kırk senelik çalışmaları payimal edecek genç arkadaşın elinden partisini kurtardı.

O (ve arkadaşları) da gitti/ler ve kendi partisini/partilerini (HAS Parti) kurdu/lar.

Erbakan’ı (ve benim gibi yaşlı insanları) ‘Erbakan tekrar ne diye geldi, ne diye siyaset yapıyor?’ diyerek yereceğinize; o gencin arkasından gidin de bizi utandırın bakalım... İktidar olun; “Adil Düzen”siz ve “Millî Görüş”süz neyiniz varsa getirin de görelim bakalım; biz de başarılarınızdan dolayı sevinelim...

Çünkü biz; ‘biz yapalım’ demiyoruz, ‘sadece bizim dediklerimizi yapalım’ demiyoruz. Her söze kulak verin, herkesi dinleyin; ama bu arada sakın hâ bizi unutmayın, herkesi dinlerken bizi de dinleyin. Hele hele, herkesle “diyalog” yani bütün dünya ile “diyalog” hâlinde oldukları halde, kırk yıldan beri sadece bizimle “diyalog” yapmayanlar gibi olmayın.

Biz ülkemizin ve insanlığın sorunlarının çözülmesini istiyoruz...

Siz bu sorunları çözerseniz, çözebilirseniz sadece seviniriz...

Bizim çalışmalarımızı Allah (cc) elbette zayi etmez...

Çünkü Numan ve diğerlerini de biz yetiştirdik.

Anlayanlara; şimdilik bu kadar… Vesselâm…

 

 

“ADALET” ne zaman?!.

Reşat Nuri EROL

Bu yazıyı yazarken önce “Biz ne yapmak istiyoruz?” başlığını koydum, sonra değiştirdim ve dedim ki; “ADALET” ne zaman?!. Önce ilk başlıktaki konumuz üzerinde duralım. Evet, biz ne yapmak istiyoruz? İnsanlığın ve çağımız dünyasının sorunlarını çözerek dünyanın daha “adil” olmasını ve daha “ileri” gitmesini sağlamağa çalışıyoruz, yeryüzünü “imar ve ıslah” etmek istiyoruz. Peki, bunu nasıl sağlamak istiyoruz?

Biz her şeyden önce her söze kulak veriyoruz, sonra o sözlerin en iyisine tâbi oluyoruz. Bu bizim ilk temel prensibimizdir. Görülerimiz netleştikten sonra, muarızlarımıza bu görüşlerimizi anlatarak bizim yanlışlarımızı ve eksiklerimizi bulmalarını istiyoruz.

Bugüne kadar karşımıza birileri çıkıp da yanlışlarımızı ve eksiklerimizi göstermemişlerdir. Bunu yapmak yerine ya alay etmişler, ya gülmüşler, ya “Adil (Ekonomik) Düzen”den vazgeçirdik diye öğünmüşler; ya da daha da ileri giderek partilerimizi, vakıflarımızı, derneklerimizi, kooperatiflerimizi kapatmışlar, mallarımızı gasbetmişler! Ama asla oturup da kimse yanlışlarımızı veya eksiklerimizi göstermemiş, gösterememişlerdir.

Bugün artık onların hataları, eksikleri, yanlışları üzerinde fazla durmuyoruz. Erbakan kırk senedir onların yanlışlarını anlattıktan sonra “çare ve çözümleri” de söylüyor. Bugüne kadar bir Allah’ın kulu çıkıp da ‘sen bunu yanlış söylüyorsun’ demedi, diyemedi.

***

EKMEĞİN ÜÇTE İKİSİ “FAİZ”E VE “VERGİ”YE GİDİYOR! Çok önemli ve artık klasiğe dönen meşhur örneğimizi, “EKMEK+FAİZ+VERGİ” örneğimizi bir kere daha hatırlatalım... Bir ekmek alırken nasıl üç ekmek parası verdiğimizi hatırlatalım… Daha doğrusu her “bir ekmek alışımızda iki ekmeğimizin nasıl çalındığını” hatırlayalım…

Yıllar önce “Adil Düzen Çalışmaları” esnasında yaptığımız bir hesaba göre; ödenen ekmek bedelinin üçte biri “VERGİ”den ibarettir, üçte biri de “FAİZ”den ibarettir. Bir ekmek almak için üç ekmek parası ödüyoruz. Bugüne kadar yaptığınız hesap yanlıştır diyen olmadı. Bu durum bugün de değişmiş değildir. Hele benzin ve mazotun üçte ikisi VERGİ!!!

Bunun çaresi ve çözümü “halka ön ödemeli faizsiz-icrasız kredi verilmesi”dir, “çalışanlara faizsiz-icrasız çalışma kredisi” verilmesidir dedik. Biri çıkıp da parayı nerede bulacaksınız demedi. Biz söyledik, kulak vermeden arkalarını çevirip gittiler!..

***

BAŞKA İHSAN İSTEMEZ; MALIMIZI BİZE VERSİNLER, YETER! İkinci istediğimiz şey, “pilot bölge uygulama denemelerini yapalım” dedik. Mesela, “başbakan” pekala böyle denemeler için bir para ayır(t)abilir ve bizim değerlendirmemizi isteyebilirdi. Bir “bakanlık” veya bir “banka”, mesela “Vakıflar Bankası” bu pilot uygulama konusunda yardımcı olabilir. “Vakıflar Bankası” (veya bir “sermaye grubu” ya da bir “büyük cemaat”) ile neleri nasıl yapabileceğimizi ayrıca geniş olarak yazacağım…

Biz ondan da vazgeçtik. Kırk yıl önce, (ya da 1967 yılından itibaren sayarsak, 44 yıl önce) ortaklarımızdan yani kooperatif üyelerimizden topladığımız 100’er, 200’er liralarla elde ettiğimiz, satın aldığımız, bugün en az kırk milyon lira değerindeki 150 senelik tapulu (Osmanlı tapusu) toprağımızı/arazimizi geçmişteki yönetimler gasbettiler. Kırk milyon liralık veya dolarlık malımız-mülkümüz gasbedilmiş durumda. Başka ihsan istemez; malımızı bize versinler, yeter! Adında “ADALET” kelimesi olan “Adalet Ve Kalkınma Partisi”nin sekiz yıllık döneminde de “ADALET” bir türlü tecelli etmedi! Geçmişteki yönetimler iflas eden bankaların 50 milyar dolarını ödediler, AK Parti iktidarı her yıl sadece FAİZLERE 50 milyar dolar ödüyor ama bizim malımızı, bizim tapulu mülkümüzü hâlâ vermediler!

Bu “ZULÜM” ve “GASP” daha ne kadar devam edecek?!.

“HAK” ve “ADALET” ne zaman tecelli edecek?!.

Evet,  “ADALET” ne zaman?!.

“ADALET”!!! 

 

 

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3488 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2677 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2651 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2166 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2542 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2565 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2300 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2204 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2617 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2496 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 2005 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2362 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2311 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2459 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2455 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2416 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3066 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2689 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2684 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2765 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2972 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3048 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3448 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5509 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3570 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3096 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3885 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3736 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3443 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3896 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3853 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4134 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4667 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3986 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3870 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2882 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2969 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3975 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7762 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5643 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4197 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3599 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3740 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4760 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4477 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4770 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4690 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4846 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4571 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3420 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4494 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3646 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5198 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3874 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5185 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5047 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4958 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3565 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3496 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3707 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5194 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4224 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5456 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4104 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5292 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4489 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4444 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4597 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4790 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5345 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4134 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5283 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4548 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3864 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4413 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4615 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4147 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4121 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4105 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4560 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5672 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9865 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4675 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3726 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3876 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3369 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3404 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3762 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5727 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4265 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3462 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler