Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 591
MUHAMMED SÛRESİ TEFSİRİ -36-37.AYETLER
25.12.2010
1384 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....   AKEVLER 44 YILDIR ÇALIŞIYOR....   2008...2009...2010

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜNYA DÜZENİ 591

“ADİL DÜNYA DÜZENİ III. BİN YIL MEDENİYETİ PROJESİDİR.”

“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 5910. Hafta         25 Aralık 2010         Fiyatı: www.akevler.biz’e tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 591. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?”    (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.”     (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00-21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Gayemiz ve Hedefimiz: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır.                   Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

***

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;

ERBAKAN, NUMAN VE

AKILLI, GÜÇLÜ OLMA

V E R G İ !!!

***

*ÜSKÜDAR SEMİNERLERİ;   141. SEMİNER

Her Hafta ÇARŞAMBA akşamı; Adres: EMİNEVİMKısıklı Cad. No: 36  Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL  Tel: (0216) 444 36 46

SOHBET…    SEMİNER…    SORULAR-CEVAPLAR…

***

‘Malıyla, canıyla mücadele eden bir Müslüman’

Erbakan: Otoyolun yüzde 99’u faize gitti!

Millî Görüş’süz ve Adil Düzen’siz nereye?!.

Zalim “İŞ” ve “AŞ” bulma sistemi

Adil “İŞ” ve “AŞ” bulma sistemi

2011 bütçesi de FAİZ ve RANTİYEye!..

Reşat Nuri EROL

***

MUHAMMED SÛRESİ TEFSİRİ - 11

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ أَضَلَّ أَعْمَالَهُمْ (1) وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَآمَنُوا بِمَا نُزِّلَ عَلَى مُحَمَّدٍ وَهُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَأَصْلَحَ بَالَهُمْ (2) ذَلِكَ بِأَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا اتَّبَعُوا الْبَاطِلَ وَأَنَّ الَّذِينَ آمَنُوا اتَّبَعُوا الْحَقَّ مِنْ رَبِّهِمْ كَذَلِكَ يَضْرِبُ اللَّهُ لِلنَّاسِ أَمْثَالَهُمْ (3) فَإِذا لَقِيتُمْ الَّذِينَ كَفَرُوا فَضَرْبَ الرِّقَابِ حَتَّى إِذَا أَثْخَنتُمُوهُمْ فَشُدُّوا الْوَثَاقَ فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاءً حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا ذَلِكَ وَلَوْ يَشَاءُ اللَّهُ لَانتَصَرَ مِنْهُمْ وَلَكِنْ لِيَبْلُوَ بَعْضَكُمْ بِبَعْضٍ وَالَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَلَنْ يُضِلَّ أَعْمَالَهُمْ (4) سَيَهْدِيهِمْ وَيُصْلِحُ بَالَهُمْ (5) وَيُدْخِلُهُمْ الْجَنَّةَ عَرَّفَهَا لَهُمْ (6) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ (7) وَالَّذِينَ كَفَرُوا فَتَعْسًا لَهُمْ وَأَضَلَّ أَعْمَالَهُمْ (8) ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَرِهُوا مَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأَحْبَطَ أَعْمَالَهُمْ (9) أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ دَمَّرَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَلِلْكَافِرِينَ أَمْثَالُهَا (10) ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ مَوْلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَأَنَّ الْكَافِرِينَ لَا مَوْلَى لَهُمْ (11) إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَالَّذِينَ كَفَرُوا يَتَمَتَّعُونَ وَيَأْكُلُونَ كَمَا تَأْكُلُ الْأَنْعَامُ وَالنَّارُ مَثْوًى لَهُمْ (12) وَكَأَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ هِيَ أَشَدُّ قُوَّةً مِنْ قَرْيَتِكَ الَّتِي أَخْرَجَتْكَ أَهْلَكْنَاهُمْ فَلَا نَاصِرَ لَهُمْ (13) أَفَمَنْ كَانَ عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّهِ كَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهِ وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ (14) مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّتِي وُعِدَ الْمُتَّقُونَ فِيهَا أَنْهَارٌ مِنْ مَاءٍ غَيْرِ آسِنٍ وَأَنْهَارٌ مِنْ لَبَنٍ لَمْ يَتَغَيَّرْ طَعْمُهُ وَأَنْهَارٌ مِنْ خَمْرٍ لَذَّةٍ لِلشَّارِبِينَ وَأَنْهَارٌ مِنْ عَسَلٍ مُصَفًّى وَلَهُمْ فِيهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ وَمَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ كَمَنْ هُوَ خَالِدٌ فِي النَّارِ وَسُقُوا مَاءً حَمِيمًا فَقَطَّعَ أَمْعَاءَهُمْ(15) وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ حَتَّى إِذَا خَرَجُوا مِنْ عِنْدِكَ قَالُوا لِلَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ مَاذَا قَالَ آنِفًا أُوْلَئِكَ الَّذِينَ طَبَعَ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ(16) وَالَّذِينَ اهْتَدَوْا زَادَهُمْ هُدًى وَآتَاهُمْ تَقْواهُمْ(17) فَهَلْ يَنْظُرُونَ إِلَّا السَّاعَةَ أَنْ تَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً فَقَدْ جَاءَ أَشْرَاطُهَا فَأَنَّى لَهُمْ إِذَا جَاءَتْهُمْ ذِكْرَاهُمْ(18) فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ(19) وَيَقُولُ الَّذِينَ آمَنُوا لَوْلَا نُزِّلَتْ سُورَةٌ فَإِذَا أُنزِلَتْ سُورَةٌ مُحْكَمَةٌ وَذُكِرَ فِيهَا الْقِتَالُ رَأَيْتَ الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يَنظُرُونَ إِلَيْكَ نَظَرَ الْمَغْشِيِّ عَلَيْهِ مِنْ الْمَوْتِ فَأَوْلَى لَهُمْ (20) طَاعَةٌ وَقَوْلٌ مَعْرُوفٌ فَإِذَا عَزَمَ الْأَمْرُ فَلَوْ صَدَقُوا اللَّهَ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ (21) فَهَلْ عَسَيْتُمْ إِنْ تَوَلَّيْتُمْ أَنْ تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ وَتُقَطِّعُوا أَرْحَامَكُمْ (22) أُوْلَئِكَ الَّذِينَ لَعَنَهُمْ اللَّهُ فَأَصَمَّهُمْ وَأَعْمَى أَبْصَارَهُمْ (23) أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ أَمْ عَلَى قُلُوبٍ أَقْفَالُهَا (24) إِنَّ الَّذِينَ ارْتَدُّوا عَلَى أَدْبَارِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ الْهُدَى الشَّيْطَانُ سَوَّلَ لَهُمْ وَأَمْلَى لَهُمْ (25) ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُوا لِلَّذِينَ كَرِهُوا مَا نَزَّلَ اللَّهُ سَنُطِيعُكُمْ فِي بَعْضِ الْأَمْرِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ إِسْرَارَهُمْ (26) فَكَيْفَ إِذَا تَوَفَّتْهُمْ الْمَلَائِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَارَهُمْ (27) ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ اتَّبَعُوا مَا أَسْخَطَ اللَّهَ وَكَرِهُوا رِضْوَانَهُ فَأَحْبَطَ أَعْمَالَهُمْ (28) أَمْ حَسِبَ الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ أَنْ لَنْ يُخْرِجَ اللَّهُ أَضْغَانَهُمْ (29) وَلَوْ نَشَاءُ لَأَرَيْنَاكَهُمْ فَلَعَرَفْتَهُمْ بِسِيمَاهُمْ وَلَتَعْرِفَنَّهُمْ فِي لَحْنِ الْقَوْلِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ أَعْمَالَكُمْ (30) وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ حَتَّى نَعْلَمَ الْمُجَاهِدِينَ مِنْكُمْ وَالصَّابِرِينَ وَنَبْلُوَ أَخْبَارَكُمْ (31) إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَشَاقُّوا الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ الهُدَى لَنْ يَضُرُّوا اللَّهَ شَيْئًا وَسَيُحْبِطُ أَعْمَالَهُمْ (32) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَلَا تُبْطِلُوا أَعْمَالَكُمْ(33) إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ ثُمَّ مَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لَهُمْ(34) فَلَا تَهِنُوا وَتَدْعُوا إِلَى السَّلْمِ وَأَنْتُمْ الْأَعْلَوْنَ وَاللَّهُ مَعَكُمْ وَلَنْ يَتِرَكُمْ أَعْمَالَكُمْ(35)

 

إِنَّمَا الحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَإِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا يُؤْتِكُمْ أُجُورَكُمْ وَلَا يَسْأَلْكُمْ أَمْوَالَكُمْ (36) إِنْ يَسْأَلْكُمُوهَا فَيُحْفِكُمْ تَبْخَلُوا وَيُخْرِجْ أَضْغَانَكُمْ (37)

 

إِنَّمَا

(EnNa MAv)

“Gerçekten”

İnnemâ” kelimesi “inne” ve “mâ”dan oluşur. “Mâ” burada nefy “mâ”sı değildir, ondan sonra gelen cümleyi teyit etmektedir. “Mâ” nefy için olsaydı “illâ” gelirdi.

” nedir? “Mâ” “İnne”nin ismidir. Ondan sonra gelen mübteda haber birlikte haberdir. “Mâ hüve, hüve hayatü-d dünya” demektir. O olan var ya, o dünya hayatı lağv ve leibden ibarettir. Gerçekten doğrusu o dünya hayatıdır demektir.

“İnne” ismin başına gelir, kendisini nasb ederse, burada vurgulanan isimdir. “İnne Ahmede âlimün” dersek, Ahmet gerçekten âlimdir. Burada vurgulanan Ahmet’tir, Ahmet’in âlim olması değildir. Oysa “İnnemâ Ahmedü âlimün” dediğimizde, burada vurgulanan Ahmet değil, Ahmet’in âlim olmasıdır. Ahmet mühendistir zanneden kimseye, “Ahmet mühendis değil doktordur” diyeceksen, “İnnemâ Ahmedü tabibün” dersin. Ahmet’in değil de Hasan’ın mühendis olduğunu belirteceksen “İnne Ahmede tabibün” dersin. Tabip olanın Hasan değil de Ahmet olduğunu söylemiş olursun. Bu açıklamamızda şu soru akla gelir; “İnnemâ”da hasr var mıdır? Ahmet tabiptir, başkası değildir. Böyle hasrı kabul edecek olursak dünya hayatı lehv ve laibden ibarettir, âhiret hayatında lehv ve laib yoktur anlamı çıkar. Burada kastedilen odur diyebiliriz. Yoksa dünya hayatı başka bir şey değildir, lehv ve laibden ibarettir ama başka lehv ve laib olan hayat da vardır.

“Bima rahmetin minellahi linte lehum” âyetinde ise rahmet mecrurdur. Yani “mâ” “bi”yi amel etmekten alıkoymamış. Burada ise “el-hayatu” merfudur. Yani mensub olması gerekirken merfu olmuştur. Bunu şöyle açıklayabiliriz. Burada “rahmet” hem lafzen hem de mahallen mecrurdur. Oysa “innemâ”da “hayat” lafzen Mensub, mahallen ismi fail olduğu için merfudur. “Mâ” gelince amel edemediği için nasb olmuştur. Mânâ olarak düşündüğümüzde, “bi rahmetin” olarak düşündüğümüzde, leyin olması Allah’ın rahmeti sebebiyle olur, rahmet leynin sebebi olur, oysa burada leyn rahmetin hikmeti olmaktadır. Allah rahmet ettiği için yumuşamamış, yumuşasın diye rahmet etmiştir.

Burada dünya hayatı olduğu için oyun ve eğlence değildir, aksine dünya hayatı oyun ve eğlence olsun diye var edilmiştir.

الحَيَاةُ الدُّنْيَا

(eLXaYAvTü elDünYAv)

“Dünya hayatı”

Hay” kış uykusundan çıkmış yılandır. “Meyyit” ise kış uykusuna girmiş yılandır.

Hayat” canlılık anlamındadır. “Mevt” ise yokluk değil bekleme anlamındadır.

Otlar ve ağaçlar ilkbaharda canlanır, hayat bulur. Ağaçların yaprakları çıkar, otların ise köklerinden yeni gövdeleri fışkırır.

Neden?

Kış soğuktur, kendilerini korumaları zordur. Yaz da çok sıcaktır, sıcak ülkede susuz kalırlar. Yılanlar da kışın besin bulamadıkları için yarı ölü hâle gelip kış uykusuna girerler. Yazın ise canlanıp hayatlarını sürdürürler, çoğalırlar. Aslında tohum da böyledir. Kök ve yaprakların muhafazası zor olduğu için tohum içine tüm bitki sıkıştırılır, kış uykusuna terk edilir, mevt hâline getirilir. Çimleneceği yere taşınınca, mevsimler de uygun olunca, orada yeniden hay hâline gelir. Yani bitkilerin köklerden dirilmeleri veya tohumdan çıkmaları aynı şeydir. Mevtten hayata geçmedir.

Allah hayyun layemuttur, yani kış uykusu olmayan bir diriliş ve haydır.

Aslında uyku da bir türlü mevttir.

Dünya deni yani yakın demektir. “Edna”nın müennesidir. En yakını demektir. Öldükten sonra dirileceğiz, ikinci derecede yakın hayatımız olacaktır. Bu arasat meydanı dediğimiz cennet veya cehenneme girmeden önceki hayatımızdır. Orada da belki buradaki hayatımız kadar elli-yüz sene yaşayacağız. Buradan farkı; cennetlik olsun cehennemlik olsun bütün atalarımız ve bütün torunlarımızla, yani bütün insanlarla beraber olacağız. Dünyada yaptıklarımızın hesabını vereceğiz. Burası da denidir ama burası daha yakındır. Ondan sonra cennet veya cehenneme gidecek, orada uzun zaman kaldıktan sonra oradan da başka yere gideceğiz. İşte bu sebeple “dünya” denmektedir.

Bizim daha önce de hayatımız vardı. Hz. Adem’den beri anne babaların sülbleri ve teraibinden atlaya atlaya geldik. Biz o zaman bilinçli değildik, şimdi bilinçliyiz.

Acaba ilk yaratılışımız ne zaman başlamıştır?

Bedenimiz dünyaya genle geldi. Ondan önce ilk yaratılan tek hücrede idik. O da kâinatın bir yerinde vardı. Oradan dağıldık.

Demek ki biz bugüne gelinceye kadar hep vardık. Şimdi o eski günlerimizi hatırlayamıyoruz. O zaman da şuurlu olduğumuzu “elestü birabbiküm” âyetiyle anlıyoruz. Nasıl uykuya daldığımızda artık bir şey hatırlayamaz ama uyanınca eski şeyleri hatırlayacaksak, âhirette dirildiğimiz zaman da ölümden önceki hayatı, hattâ “elestü”den beri gelen hayatımızı bileceğiz.

Bizi ve kâinatı bu dünyaya hapsedilmiş görmek dar görüşlülüktür. Hinduların tenasuh anlayışı bu görüşün değiştirilmiş bir şeklidir. Doğru bir yanı vardır. Burada dünyamızın ismi tafdil kalıbı ile adlandırılması üzerinde durursak bunları görürüz.

لَعِبٌ وَلَهْوٌ

(LaGıBun ve LaHVun)

“Laib ve lehvdir.”

Kur’an’da “lehv” ve “laib” kelimeleri geçmektedir.

Laib” nedir, “Lehv” nedir?

Laib” oyun demektir. Oyun bedenin eğitim aracıdır. Çocuklar oyun oynayarak bedenlerini eğitir, büyüdüklerinde iş yapar hâle gelirler. Birlikte oynayarak beraberce iş yapmayı ve yaşamayı öğrenirler. Kızlar bebek büyütürler, erkekler kama kılıç oynarlar. Çocuklar oyuncakları çok severler. Hiç dikkat ettiniz mi; daha bir yaşındaki çocuk bile bilgisayarla uğraşmaya başlar.

Bu beden eğitimi kuşlarda ve memelilerde de vardır.

Allah bizi dünya hayatına getirmiştir. Burada oynayalım ve yetişelim de âhiret hayatına gittiğimiz zaman oraya uyumlu hâle gelelim. Biz sizi dünya hayatına getirdik, burada oynayasınız da yetişesiniz ve âhirete olgun hâle gelesiniz diye, buyuruyor Allah.

Oyun oynanır ama sonunda bir şey elde edilmez. Kız çocuklarının evcilik oyunlarında gerçek bebek doğmaz veya erkek çocuklarının kama-kılıç-kalkan oyunlarında kimse kimseyi öldürmez. Oyun orada oynanır ve orada biter. Bu dünya hayatı da böyledir. Burada ürettiğim hiçbir şey âhirete gitmeyecektir. Bedenî kabiliyetimiz gitmeyecektir. Sadece âhiret hayatı için eğitilmiş olacağız. Şoför eğitim pistinde çalışanlar sonunda sadece bilgi alırlar ve giderler. Hiçbir şey alıp götürmezler.

Burada eğitimin ne olduğunu da öğrenmemiz gerekir. İnsan dışarıdan uyarılar alır, kâinatı öğrenir. Beyinde kâinatın modelini oluşturur, sonra bununla bedenine haberler göndererek ona istediğini yaptırır. Yaptırdığını görür tekrar ileri yaptırıma geçer. Bütün bunlar olurken insanın ruhu bunun bazılarından haberdardır. Freud buna ‘bilinç üstü’ demektedir. Birçok olaylar cereyan eder. Ama bizim ruhumuz ondan habersizdir. Mesela, saniyede bir kalbimiz atar ama biz bundan habersiziz. Bileğimizdeki atardamara parmağımızı koyduğumuzda nabız atışımızdan haberdar oluruz. Uyur gezerlerde beyin çalışır ama ruh onu takip etmez. Alt hafıza da almazsa sonra hatırlayamaz. Bir kısmını ise ruh takip eder ve hafızadan çağırarak görebilir. Bilgisayarda biz ne isek ruhumuz da beynimizdeki bilgisayarın aynısıdır. Beyin bilgisayarı ruhumuzun şifresi ile yalnız ruhuna açılmaktadır. Başka ruhlar girememektedir.

Bedenî eğitimden maksat beynimizden çıkan elektrikî sinyalleri hücrelerimizin DNA’ları ile oluşmuş maddi mekanizmanın algılaması, bunların anlaşmasıdır. Demek ki bizde iki defa değişim olmaktadır. DNA’larla oluşturulmuş hücrelerde elektrikî sinyaller üretilmektedir. Beyindeki bu sinyaller ruha ulaşmaktadır. Orada elektrikî dalgaların ötesinde ışıktan daha hızlı dalgalarla ulaşmaktadır. Bugün bu dalgalar bilinmektedir, hızları hesaplanmaktadır, ölçülmektedir. Dalgalar da maddenin dalgası olmaktadır. Sonra ruhlardan gelen emirler beyinde elektrikî sinyallere dönüşmekte, oradan da hücredeki maddi yapıya ulaşmaktadır. İşte laib de sağlanan bu  periyodun sağlıklı çalışmasına bedeni alıştırmadır.

Bugün oyunlara henüz kıymet vermemekteyiz. Bu konuda henüz ilkel bir durumdayız. Oysa gelecekte oyunlar okul olacaktır. Gerek bahçede oynanacak oyunlar, gerekse bilgisayara konacak oyunlar, belki de başka bir okullu eğitime ihtiyaç bırakmayacaktır.

Lehv” kelimesi de ses çıkaran araçların adından gelmektedir. Ağızdan çıkarılan konuşma dışında sesler vardır. Yahut kamışa üfürülerek ses çıkarılır. Davula vurulur ve ses çıkarılır. Gergin tellerle saz sesleri üretilir. Yahut doğrudan koro halinde şarkı söylenir, ilâhi söylenir, mevlit okutulur, Kur’an okunur.

Bunlara neden ihtiyaç vardır?

Değirmenin oluğundan tahıl aksın diye oluğu sarsan bir araç koyarlar, o araç haznedeki tahılları değirmen taşlarının arasına tane tane akıtır. Bir sepete veya çuvala bir şeyler doldurduğunuzda, onların iyice yerleşmesini sağlamak için onu sarsarsınız.

İnsan vücudu hücrelerden oluşur. Hücrelerde sitoplazma vardır. Kanın vücudumuzda dolaşımı gibi hücreler de devamlı hareket hâlindedir. Bunlarda bazen takılma olur. Hücrelerin sesle uyarılması gerekir. Cırcır böcekleri bunun için sabahtan akşama kadar öterler. Kurbağalar bağırıp dururlar.

İnsanın da böyle müziğe ihtiyacı vardır. İnsan bedenine en şifalı ses yine kendi sesidir. İşte şiir okuduğunuz zaman bunun için hoşunuza gider. En tatlı ses “r l n m” yani titrek harflerdir. Çocuklar bu harflerden biriyle uyutulur. Değişik yörelerde değişik ninniler vardır. “Ru ru ru” derler, “la la la” derler, “ni ni ni” derler, “mi mi mi” derler. “Allah” kelimesi böyle tekrar edilince la la olmuş olur. “Lailaheillallah”da hep leler geçmektedir.

Bu ninni sesi yalnız sitoplazmayı harekete geçirmez. İnsanın sinir hücreleri vardır. Birçok elektriki iletken tellerden oluşur. Bunlar zaman zaman kopar veya takılır. Sesle uyardığımızda bir daha birbirine yapışır. İşte Türkçede zikir dediğimiz tesbih de budur. “Sübhanellah, sübhanellah” derken sinirlerin sağlıklı çalışmasını sağlarsınız.

Namazda, ayakta iken kanınız aşağıda başınız yukarıdadır. Rükua varırken de kalbinizle başınız aynı hizadadır. Secdeye varırken kalbiniz yukarıda, beyniniz aşağıdadır. Böylece beyindeki basıncı artırmış ve beyninize kan akıtmış olursunuz. Bu arada yaptığınız tesbih ve dualar beyindeki kılcal damarlarda hareketlere kolaylık sağlar.

Demek ki tüm canlıların ve insanların müziğe ihtiyacı vardır. ‘Müzik ruhun gıdasıdır’ sözüne de gelmeliyiz ve bu vesileyle bu sözü de hatırlamalıyız.

İşte insan beyninde bunlar olurken ruh da bunları takip etmektedir, hoşlanmakta veya istemektedir.Yani beden düzenlenirken ruh da eğitim almaktadır. İnsan aldığı seslerle hissî bağ kurmaktadır. Bu bağ ruhi bir bağdır.

Fikirlerimizi kelimelerle ifade ederiz, hislerimizi sanatla alırız ve sanatla ifade ederiz.

Bütün bunlar eğitimdir, cennette anlaşmamız için gereklidir.

İşte, Allah bizi bu dünyaya yetişmemiz için getirmiştir.

Yetişmemiz de beden eğitimi ve ruh eğitimi ile olmaktadır.

Beden eğitimi “laib”dir. Ruh eğitimi de “lehv”dir.

En çetin oyun gerçek savaştır. Gerçek savaşa katıldığımız zaman ciddi eğitim görmüş oluruz. Ciddiyet ölüm korkusu ile doğar. Savaşanların ruhları yücelmiş olur. Bugünkü uygarlıklar hep insanlar savaşmak zorunda kaldıkları için doğmuştur.

İnsanları uygarlaştıran yarıştır.

Bunlar şunlardır.

a)      Savaşta yarış,

b)      Kazanmada yarış,

c)      Eş bulmada yarış,

d)     Dayanışmada yarış.

Savaş bunların en korkuncudur ve en etkilisidir. Savaşta ganimet vardır. Savaşta kölelik ve cariyelik vardır. Savaşta örgütlenme vardır. Örgütlü olanlar kazanır. Savaşsız dünya ciddi dünya değildir.

Bu sûre savaşla başladı ve burada da hayatın felsefesini vermiş oldu.

Dünya hayatı “oyun” ve “eğlence”dir.

Oyun” kazanma üzerine kurulmuştur, kazanma esasına dayanır.

Eğlence” ise insanları savaştan uzak tutma, uyuşturma ve uyutmaya dayanır.

Hep “savaş” ile sonuç alınamayacağı gibi hep “uyuşukluk” da bize bir sonuç getirmez.

Kur’an’daki her “kelime” birer akademik “doktora” konusudur; birbirleri ile eşleştirilmiş iki kelime de ayrıca “doktora” konusudur. Herkes Kur’an’la meşgul olmalıdır. Böyle özel çalışmalar başlamalıdır. Tarihteki Bağdat medreselerine ve onların fonksiyonlarına ancak o zaman ulaşmış oluruz.

وَإِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا

(Va EiN TuEMiNUv Va TatTaQUv)

“Ve emniyete alırsanız ve ittika ederseniz.”

Dünya hayatı laib ve lehvden ibarettir. “Oynamaya ve eğlenmeye başlayın” cümlesi burada mahzuftur. Buradaki “Ve” mahzuf olan bu cümleye atfedilmiştir, yoksa “Fa” ile başlaması gerekirdi. Eğer siz, size emrolunduğu gibi oynar ve eğlenirseniz, sizin ücretiniz verilecektir. Çocuklar oyun oynarken ne için oynadıklarını bilmezler. Siz de böyle bilinçsiz oynamayın. Niçin bu dünyaya geldiniz de oynamaya ve eğlenmeye tâbi tutuldunuz?

O şöyle anlatılmaktadır.

Görevimiz asker olarak insanlığın güvenini sağlamaktır. O halde insanlığı güven içine alınız, güveni sağlayınız. Siz bunu yaparken aynı zamanda kendinizi yetiştirmektesiniz. Askeri düzen oluşacak, birbirine dayanışacak, emir komuta zinciri içinde savaş kazanılacak.

Savaşın dört kuralı vardır.

a)      Savaşta kim galip gelirse haklı odur.

b)      Savaşta kural değil emir-komuta esastır. Sen savaşı kazan da nasıl kazanırsan kazan; çünkü mağlubiyetin ve ölümün ötesinde köy yoktur.

c)      Savaşta ortak sorumluluk vardır. Ayrı ayrı işler yapmaktan çok birlikte iş yapma asıldır. Birinin zaferi hepsinin zaferidir, birinin kusuru hepsinin kusurudur. Bundan dolayı birlikte ceza çekerler.

d)     Savaşta sonuçtan sorumluluk vardır, davranışlardan değil.

Bu kurallar içinde askeri birlikleri kuracak ve savaşacaksınız. Sonuçta ölseniz bile siz eğitilmiş olacak ve âhirete yetişmiş olarak geleceksiniz demektir. O kadar ki, şehit olanlar âhirette sorgusuz sualsiz cennete gireceklerdir. Geçiş dönemi onlar için olmayacaktır, onların günahları ve sevapları tartışılmayacaktır.

Şimdi, yukarıda anlattığımız “iman”ın yanında, âyet “takva”yı da zikretmektedir.

Takvanın da tam tersine dört kuralı vardır.

a)      Takvada haklı kim ise kuvvetli odur. Mü’minler haklıyı kuvvetli kılarlar. Kimin haklı olduğuna hakemler karar verir. Hakem kararlarına herkes teslim olur. Teslim olmayanları ise mü’minler (silahlı güç) etkisiz hâle getirir. Haklıyı kuvvetli kılanlara mü’minler diyoruz.

b)      Takvada üstün asta emri yoktur. Herkes kendi içtihadı ile hareket eder ve kurallara uyar. Kural dışına çıkma konusunda üstlerine değil hakemlere karşı sorumludurlar. Herkes kurallara uymak zorundadır. Üst ve ast yoktur, veli vardır. Veli demek, sırt sırta verenler demektir. Hukuk düzeninde başkan da kapıcı da aynı hak ve yetkilere sahiptir.

c)      Takvada ortak sorumluluk yoktur. Kimse kimsenin yükünü taşımaz. Herkes kendi yaptığının hesabını hakemlere kendisi verir.

d)     Nihayet takvada sorumluluk sonuçlardan değil davranışlardan olmaktadır. Sonuç ise takdir-i ilâhi olarak kabul edilir.

Peki, bu iki zıt durumda insan hangisi olacaktır?

“Müslimler” takva ile mükellef olup iman ile mükellef değildirler.

“Mü’minler” ise savaşta iman ile barışta takva ile mükelleftirler.

Askeri mıntıkada iman ilkeleri geçerlidir.

Sivil yerlerde ise takva ilkeleri geçerlidir.

Yine burada da “takva” ile “iman” ayrı ayrı akademik “doktora” tezidir. Bir de ikisi arasında mukayese için üçüncü “doktora” tezinin yapılması gerekmektedir.

يُؤْتِكُمْ أُجُورَكُمْ

(YuETiKuM EuCUvRakuM)

“Ücretlerinizi verir.”

Ücretlerinizi kim verir?

Allah verir.

Ücretleri Allah kendisi mi verir, yoksa halifesi olan topluluk mu verir?

Bundan önce, öldükten sonra Allah’ın onları mağfiret etmeyeceğini bildirmiştir. Yani âlemlerin rabbi olan Allah’tan bahsedilmiştir. Burada fiilin tahtında müstetir (saklı) olan zamir ona aracı olduğu için ücreti verecek olan âlemlerin rabbi Allah’tır. Âhiretin ücretini vaat etmektedir. Bu dünyadaki ganimetlerden söz etmemektedir.

Burada mü’minlerden istediği iki şey var; güven altına almak ve ittika etmek. Mü’minler için ittika adaletle davranmaktır.

İşte, devletin iki görevi vardır.

Biri; iç ve dış güvenliği sağlamaktır. Bu askeri kurallarla sağlanır. Düşmanlara karşı böyle davranılacaktır.

Diğeri ise; ülke içerisinde barışı sağlamadır, ülkeye şeriatı hakim kılmadır.

Bugün devletimiz güvenliğimizi sağlamaktadır ama adaleti tesis edememektedir. Kırk yıl süren mahkemelerin ve davaların adalet dağıtması sözkonusu olamaz, elbette. Ağır vergiler ve sosyal mükellefiyetler altında ezilen işverenler vergi kaçırmak zorunda kalıyorsa, elbette adaletten bahsedilemez. Bu arada vergi kaçıramayanlar eziliyor demektir.

O halde AK Parti iman ediniz emrini yerine getiriyor ama ittikada yani adalette bir şey yoktur. Millî Görüş ve Adil Düzen gömleği bunun için çıkarılmıştır. Kendisi rüşvet almıyor ama alanların rüşvet almasını da kendisine dert yapmıyor.

Ordumuz görevini yerine getirdiği için biz onlara karışmayacağız.

Ordunun lehine bazı değişiklikler yapacağız.

a)      Cumhurbaşkanı askerlerden seçilecek.

b)      Ordular doğrudan cumhurbaşkanına bağlanacak, başkomutan cumhurbaşkanı olacak. Genel kurmay başkanlığı ve kuvvet komutanlıkları kurmay seviyesine indirilecektir.

c)      Başbakanı cumhurbaşkanı atayacak, ondan sonra sivil yönetime karışmayacak; başbakan da askerlerin işine karışmayacak. Cumhurbaşkanının başkanlığında ve hakemlerin denetiminde askerler askeri işleri yapacaklar, siviller sivil işleri yapacaklardır.

d)     Orduların bütçeleri anayasada oluşturulup tesbit edilecek, askeri bütçeler parlamentonun atıfetinde olmayacaktır.

e)      Ordu da demokratik yoldan oluşacaktır. Şöyle ki, erler ordularını seçeceklerdir. Ordu içinde de ast üstü seçebilecek, değiştirebilecektir. Böylece ordu oluşurken tam demokrasi içinde oluşacak, sadece çalışırken kayıtsız şartsız askeri düzende olacaktır.

f)       Ordu da demokratik yoldan oluştuğu için parlamento ile eşit seviyede olacaktır. Başkan ve hakemler aralarındaki dengeyi kuracaklardır.

g)      Silahlı güçler sadece hakem kararlarını yerine getiren güç olacaktır. Savaş da ancak hakem kararları olunca meşru olur.

وَلَا يَسْأَلْكُمْ أَمْوَالَكُمْ (36)

(Va LAv YaSEaLKuM EaMVAvLaKuM)

“Mallarınızı sual etmemektedir.”

“Allah mü’minlerden mallarını ve canlarını satın almıştır” deniyor.

Şimdi de burada “sizden mallarınızı istememektedir” deniyor.

Evet, savaşan insanlar canlarını Allah için verdiklerinde artık onlardan mal istenmemektedir. Napolyon “savaş kendi kendisini finanse etmelidir” diyor. Asker olanların ayrıca mal ile katılmaları gerekmez.

Bu bize şunu ifade eder. Ordu kendi kendisini besleyebilmelidir.

Ordunun gelirleri neler olacaktır?

a) Müslimlerden alınan askerlik bedelleri. Mü’minler bedenen iştirak ederler, müslimler ise bedel verirler. Biz bunu hep söylüyoruz. Ama deliliniz nedir deseydiler, biz onlara bu âyeti okuyamazdık. Şimdi bunun mânâsı bize yeni vahyolundu.

b) Güvenliği sağladığı için devlet bütçesinden aldıkları beşte birler.

c) Gümrük gelirleri.

d) Askerler orduda çalışırlar ve kendi ihtiyaçları için üretirler.

Dolayısıyla askerlerden herhangi bir ücret alınmaz.

Bu âyet çok açık olarak bunu ifade etmektedir.

Kur’an’da zıt ifadeler vardır. Bunlar mânâlandırılırken duruma göre biri bir yerde, diğeri diğer yerde mânâlandırılır. Örnek olarak; “erculeküm” ve “ercüliküm” kıraatlerinden birisi “gasil” için birisi “teyemmüm” için mânâlandırılır. “feyetharu” ve “feyettahharu” âyetlerinde birisi hayızın kesilmesini diğeri hayız günlerinin tamamlanmasını ifade eder. Tamamlanmamışsa, yıkanmadan evvel cinsi ilişki kurulamaz. Tamamlanmışsa, on gün dolmuşsa kurulabilir. Yıkanması hâlinde müddetin tamamlanmasını beklemesine gerek yoktur.

Burada da; sizden mallarınızı istemiyor, Allah yolunda infak etmenizi istiyorum mânâsı budur.

Sual etmek” sormak anlamına geldiği gibi istemek anlamına de gelir. “Talep” kelimesi ile de anlam yakınlığı vardır. “Talep etmek” arzulamak demektir, öyle olmasını istemek demektir.

Sual” ise birisinden bir malı ve görüşü talep etmektir. Karşı taraftan ya mal istersiniz ya da cevap istersiniz. Türkçede “sormak” kelimesi kullanılmaktadır. “Sarmak, sermek” kelimeleri ile ilişkili olmalıdır. Arapça dili Hz. Adem’in dilinden gelişmedir. Oysa Türkçe sonradan başka dillerin etkisinde gelişmiştir. Her zaman kök mânâsını bulmak mümkün olmaz. “L” harfi “R” harfine en yakın harftir. “Sormak” da “selmek” yani “sual etmek”le aynı kökten gelmiş olabilir.

***

إِنْ يَسْأَلْكُمُوهَا

(EiN YaSEaLKuMUvHAv)  

“Onu sizden sual etse.”

Bu cümle şart cümlesidir. Cevabı bundan sonra gelecektir.

İsteyecek olsa durumunuz ne olacaktır?

İnsanlardan yapamayacakları şeyleri talep etmeyeceksin. O takdirde onu yapmazlar ve sonunda karşı çıkarlar.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve tüm dünya kanun sistemi ile yaşıyor. O kadar çok kanun vardır ki, insanlar ömür boyu bunları okumak bir yana, bu kanunların sadece sahifelerini çevirseler, bitiremezler. İşte, o zaman ne yaparlar? Kimse kanun okumaz; ne uygulayanlar, ne hakimler, ne de halk, hiç kimse kanun okumaz! Belledikleri birkaç maddeyi ezberler, onların etrafında dönüp dururlar! Hakimler olaylara kanun maddelerini tatbik etmezler, olayları maddelere uydururlar. Avukatlar bu duruma ses çıkaramaz, çünkü o zaman bütün davaları kaybederler. Vatandaş zaten bu incelikleri anlamaz. Hakimler de haklı; günde otuz davaya bakacak, sonra da kanun okuyacak, olaylara madde bulacak!

Bunun gibi; vatandaştan eğer kaldıramayacağı vergi isterseniz, o zaman o da vergisini kaçırır.

İşte bu durumdan dolayı “Adil Düzen” gelmeden yapılan her hareket mazurdur.

Biz bugün suç işleyenleri cezalandıralım demiyoruz. O bugünkü yönetimin işidir. Biz vatandaşı suç işlemeye mecbur eden düzeni düzeltelim diyoruz. Kur’an da işte bunu söylüyor. Önce cihat edin. Önce düzeni düzeltin. “Adil Düzen”i getirin. Ondan sonra vatandaştan, yöneticiden, sivilden, askerden doğru hareket etmesini isteyin.

R. T. Erdoğan’ı suçlayanlar şunu unutuyorlar; siz de orada otursanız, onun yaptığından başka bir şey yapamazsınız. Onun suçu belki oraya gelmesidir. Belki de suçu zulme teslim olmasıdır. Bunları kritik edebilirsiniz ama niçin öyle yaptığını söyleyemezsiniz. Siz de o makama talip iseniz ağzınızı açmaya hakkınız yoktur. Sen günah işleme, ben işleyeyim diyorsunuz demektir. Yahut sen yeme ben yiyeyim diyorsunuz.

Bugün Türkiye’de bu düzen içinde iktidara talip olmak bir mü’min için mümkün değildir. Düzeni değiştirdikten sonra talip olunur. Parti iktidara gelmek için değil, düzeni değiştirmek için oluşturulur. İktidara gelmeden nasıl değişecek derseniz; halk kendi düzenini, çalışma ve yaşama düzenini değiştirince, iktidardakiler de kendiliğinden değişir.

فَيُحْفِكُمْ

(Fa YuXFıKuM)

“İhfa ederdi.”

Hafa” kelimesi çıplaklık demektir. Çıplak ayaklı olmak demektir.

Haf etmek” tıraş olmak demektir.

Hafi” demek, kapalı olanları ortaya çıkaran demektir. Keşfeden alim demektir.

Kur’an’da üç yerde geçmektedir. “Senden saati sorarlar, sanki sen onu ortaya çıkaracak bir alimsin” denmektedir.

Hafi” mütehassıs anlamındadır. Sen onun mütehassısı mısın? anlamındadır.

Hz. İbrahim babasına; senin için istiğfar edeceğim, rabbim benim hafimdir, beni ortaya çıkarandır. Yani ben O’nun emri ile hareket ediyorum, bunları kendiliğimden söylemiyorum. Burada if’al bâbı getirilmiştir. Oysa hafi zaten bilen, sırları ortaya çıkaran anlamında müteaddidir. İsteseydi sizi zorlardı, sizi açıkta bırakırdı anlamındadır.

“Yuhfi”deki “Fa” harfi cevap “fa”sı değil, atıf “fa”sıdır. Cevap “fa”sından sonra cezimli gelmez. “İn ci’te ükrimüke” dersen, “fe” getirsen “fe ükrimüke” dersin. Burada ise hazfedilerek atfedilmiştir. Sizden isteseydi de örtünüzü ortadan kaldırsaydı, o zaman siz bahil olurdunuz denmektedir. Burada sual ihfanın sebebidir. Sizi zorlasaydı anlamına gelir.

Topluluklara konacak kurallar onların kolayca yapabilecekleri şeyler olmalıdır.

Türkiye’de yapılacak ilk iş mevcut olan kanunları emredici, değil tamamlayıcı hâle getirmektir. Ceza kanununu kurallara bağlamak gerekmektedir.

Önce, işlenmiş bedeni suçların cezası kısastır. Kasten biri diğerine müessir fiil işlese, onun karşılığı aynı fiilin ona da işlenmesidir. Hata varsa, denklik sağlanamıyorsa, kişi terk edip o ilçeden gitmişse, yahut mağdur tarafı affetmişse, o zaman ceza diyete dönüşür.

Yapılan hakaretlere karşı ise sopa cezası uygulanmaktadır. En ağır ceza zina iftirasına verilir. Cezası seksen sopadır. Diğer hakaretler ona kıyas yapılır. Zina, hırsızlık ve yol kesmenin cezaları da belirlenir. Hepsi kıyas yoluyla ortaya konur. Hakemler de bu kıyası yaparak ceza verebilirler.

Bundan sonra vergiler sadeleştirilmeli, basitleştirilmelidir.

“Adil Düzen” işte bunları getirmektedir.

Tüm ülkede bunların birden uygulanması mümkün değildir.

Yapacağımız iş “yerinden yönetim”i getirmektir.

Türkiye’yi on bine yakın bucağa ayıracağız, her bucağı bağımsız hâle getireceğiz. Her bucak kendi kanunlarını kendisi yapacaktır.

Biz de Kur’an’a göre bir bucak kuracağız. İsteyenler bucağımıza gelecek, isteyen terk edip gidecektir. Bucak bin hanelik olacak, “kooperatif” hâlinde oluşacaktır.

İşte burada “Adil Düzen”i kuracağız.

Sonra ne olur?

Biz başardıkça herkes bize benzer bucaklar oluşturur. İller bu bucaklardan oluşur. Devlet de zamanla tamamen ve bir bütün olarak “Adil Düzen”e geçmiş olur.

Cihat neyin cihadıdır?

Çok açık ve seçik olarak görülüyor ki; cihat “Adil Düzen bucaklarının kurulmasına imkan verme cihadı”dır.

Bunu nasıl kurabiliriz?

“Adil Düzen”i kurmak isteyenler birbirlerini tanırlar, bilirler.

Biz bunun için kooperatif/ler (İzmir ve İstanbul’da) kurmuş bulunuyoruz...

Bunun için vakıflar kuracağız, dernekler kuracağız, sendikalar kuracağız...

İktidar olmak için değil de; bin hanelik bir kooperatif kurabilmek için; belediye başkanlığına talip olmalıyız, başbakanlığa talip olmalıyız ama sadece ve sadece bir Adil Düzen bucağını kurmak için bunları yapacağız.

Bu âyet bizim geçmişte yaptığımızın doğru olduğunu belirtmektedir. Önce cihat yapıp siyasi ve sosyal hürriyetimizi elde edeceğiz. Ondan sonra ekonomik kuruluşlara geçeceğiz.

Biz Akevler olarak erkenden işe başladık, kışın ortasında sebze ektik. Kökleri kurumadı ama meyve vermedi. Ne var ki onunla yetinmedik; Gülen hareketini de destekledik, Erbakan’ı da destekledik. Bunlar hep cihadımızın birer parçasıydı.

تَبْخَلُوا

(TaBPaLUv)

“Buhl ederdiniz”

Şart cümlelerinin cevabıdır; “Fa”sız cevabıdır. Her sualde buhletmezsiniz, sadece o şartlar altında, zalim düzende talep ederseniz buhledersiniz.

Buhletmek” ne demektir? Buhar, buğu demektir. Bir şey istediğinizde başından dumanlar çıkar, yani sıkılırsınız. İnsanların bir kısmı verdikçe, yedirdikçe hoşlanırlar, zevk alırlar. Kimileri de bir şey verince canları onunla gider. Bahl yoksulluk korkusundan gelebilir, şimdi verirsem sonra aç kalabilirim der.

Bahl” kelimesi Kur’an’da hep yerilerek kullanılmaktadır.

İnsanları buhla zorlamamak gerekir. Günümüzde kazanmak ve kaybetmek, kumar gibidir. Bu şartlar altında insanların cömert olması da çoğu zaman savurganlık şeklini almaktadır. Mü’minlerin buhldan kurtulmaları ancak “Adil Düzen”e geçmeleri ile mümkündür. Adil Düzen Çalışanları önce “Adil Düzen”i çok iyi bir şekilde öğrenmelidirler. “Adil Düzen”i bilen ve yaşamak isteyen on kadar aile bir araya gelmelidir.

Biz Yenibosna’da, Zafer Mahallesi, Coşarsu Sokak’ta böyle bir kuruluşu gerçekleştirmek için bir araya gelmiş bulunuyoruz. Henüz on aile olamadık.

Tüm Adil Düzen Çalışanlarını buraya davet ediyoruz; gelin, katılın. Önce bir bakkalı (Akevler Milad Market) çalıştıralım. Mobilya üretim ve pazarlama işletmesi olarak askı dolabı işini yapalım. Üzerinde denemeler yaparak “Adil Düzen”i öğrenelim.

Ondan sonra yüz hanelik bir site kuralım. Orada bir semtin nasıl kurulacağını öğrenelim. Sonra da bin hanelik bir site kuracağız; kooperatif olarak kuracağız.

Tapuların tamamı kooperatifte olacaktır.

Hakemler sistemi ile “Adil Düzen” bağımsız hâle gelmiş olacaktır.

Önce ortaklarımıza kazandıracağız, sonra onlardan katılmalarını isteyeceğiz.

Önce bedenen çalışacak ve “Adil Düzen”i öğreneceğiz; sonra uygulayacağız.

En sonunda bütün insanlığı “Adil Düzen”e kavuşturacağız.

وَيُخْرِجْ أَضْغَانَكُمْ

“Va YuPRıC EaWĞAvNaHuM)

“Ve dığnlarını ortaya çıkarır.”

Dığn” halktan sakladığımız öteberi şeylerdir.

Çirkin şeyleri görünmesin diye örteriz. Aslında onlar kötü şeyler değildir, suç eşyası değildir ama halkın onları görmesi onları rahatsız eder, bizden de onları kaçırır. Onun için biz onlara saygımız olsun diye o şeyleri onlardan gizliyoruz. Bazı fikirlerimiz de böyledir. Karşıdakileri rahatsız eder diye onları gizleriz. Dığnların açığa çıkması iyi bir şey değildir. İşte bunun için Allah dığnlar ortaya çıkmasın diye mallarımızı istememektedir.

Biz bu seminerlerimizi “Adil Düzen”i kuracaklara yardımımız olsun diye yapıyoruz. Şimdiye kadar her konu üzerinde duruyorduk. Bundan sonra sadece Kur’an’a göre “Adil Düzen”in ne olduğunu ortaya koymak için çalışacağız. “Adil Düzen”e nasıl gidilecek; sadece bunun üzerinde duracağız. Çünkü insanlığın acil olarak ihtiyacı bunadır.

Bu sûre savaşla başladı. Sonra savaş meşru edilince bir kısmının hoşlanmadığından bahsetti. Baştan beri anlatırken hep yaşadığımız güne göre yorumladık. Bugün savaş olmadığı halde âyetleri yine bugüne yönelttik. Şimdi  bu sûreyi başka bir gözle ele alalım.

Önce Türkiye’de demokrasi vardır. Dört senede bir seçimler olmaktadır. Parti kurduğunuzda iktidar olabiliyorsunuz. O halde Türkiye’deki cihat kanlı savaş şeklinde olamaz. Türkiye’deki cihat savaşla değil barışla sağlanacaktır. Bu sûredeki mânâları onun için savaşa kıyas ederek barış içinde yorumladık.

Kur’an diyor ki; kötülüğü en iyi şekilde def et. Eğer kötülüğün seçimle def edilmesi mümkünse savaşla def edilemez. Bu bakımdan Türkiye’de asla savaş meşru değildir. Türkiye’de yasalar İslâmiyet’e ve şeriata mâni değildir. Türkiye’de dinin istismarı yasaktır. Yoksa İslâm düzeni getirmek yasak değildir. Hiçbir kanunda ne İslâm ne de düzen yasaktır. Anayasanın din ile ilgili 24’üncü maddesi de dini siyaseti yasaklamıyor.

“Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.”

a)      “Devletin” denmektedir. “Kanunun” veya “halkın” denmemektedir. Dolayısıyla yerel yönetimleri içermediği gibi özel sektörü, halkı da içermez.

b)      “Temel düzeni” denmektedir. “Düzeni” denmemektedir. Yani anayasanın değişmez maddelere aykırı düzen değişikliği yasaklanmaktadır. Mesela Türkiye dini devlet olsun denemez, yani din adamları yönetsin denemez. Yahut din adamlarından fetva alınarak kanunlar çıkarılsın kuralı getirilemez. Ekseriyetin isteği olduğu için İslâmî düzen olabilir. Yoksa İslâmiyet’in bir imtiyazı yoktur.

c)      “Kısmen de olsa” düzen laik olacak ama İslâm dininde olanlar laik olacak gibi kayıtlanmış ve dinin denetimine verilmiş bir düzenin istenmesi yasaklanmıştır.

d)     “Dini, din duygularını veya dince mukaddes sayılan şeyleri…” Burada dini fikriyat yasaklanmıyor, din yasaklanmıyor; sadece inanç ve dini hislerin propagandası yasaklanıyor.

e)      “İstismar edemez” veya “kötüye kullanamaz.” “İstismar edemez ve kötüye kullanamaz” deniyor. İkisi birden olmalıdır. Çıkarın olmadan bir dinin istediğin kadar medhini yapabilirsin, istediğin kadar da aleyhinde konuşabilirsin. Veya bir dine hizmet ederken çıkar temin edersin. Yasak olan onu kötüye kullanmadır. Kötüye kullanma ise başkasına zarar vermedir, devlete zarar vermedir.

Kaldı ki, bugün 163’üncü madde de kalkmıştır. O halde Türkiye’de artık dinî faaliyetler tamamen serbesttir. Kimse din hürriyeti gelsin diye devletimizin rejimini değiştirmeye kalkışamaz. Kaldı ki İslâmiyet’te savaş ancak hicret ettikten sonra meşrudur. Hem bu ülkede yaşayacağım, hem de bu ülkeye karşı savaşacağım; bu mümkün değildir.

O halde bu sûreden nasıl yararlanacağız?

Bu sûreden ancak savaş yerine cihattan yararlanacağız. Yani cihat edip barış içinde “Adil Düzen”i getireceğiz. Anayasa ekseriyeti ile iktidar olduk ama “Adil Düzen”i getiremedik. Bu bizim eksikliğimizdir. Yaptığımız mücadele sonunda Türkiye’ye demokrasiyi ve laikliği getirdik. Artık kim oy alırsa o iktidar oluyor. İktidarlar muktedir de olmaya başlamıştır. Ordumuz bizim yanımızdadır. Üniversite yanımızda yer almaya başlamıştır. Yargı da artık millî iradeye evet diyor. Sorunumuz yoktur.

Sorunumuz nedir?

Sorunumuz bizim beceriksizliğimiz, başarısızlığımızdır. Artık Türk halkı harekete geçecek ve “Adil Düzen”i öğrenmeye çalışacak. Kendi şahsi hayatında, ailevi hayatında uygulayacak. Kendi iş hayatında uygulayacak. Partilerimizi “Adil Düzen”e zorlamalıyız.

Bir hususa yine temas etme zorunluluğu vardır. İstiklâl Savaşı’ndan sonra ordumuz hep müdahale etmiş, bugüne kadar İslâmiyet’e karşı tavır takınmıştır.

Bunu niye yapmıştır? Çünkü Dünya yek vücut olmuş ve tekel sermayenin emrine girmişti. Tekel sermaye de Türkiye’nin dinsizleşmesi ve devletimizin yıkılmasını istiyordu. Bizim gücümüz o gün onlara karşı yetecek seviyede değildi.

Ne yaptık?

Onlara uyar görünerek zaman kazandık.

Geçmişteki olaylar bundan başka bir şey değildir. Gelecekte de ordumuzun böyle eğilimleri tanımaması için ordumuzu güçlendirmeliyiz, çok çok güçlendirmeliyiz. Onu yıpratmamalıyız. O zaman ordumuz bizim yanımızda olacaktır.

Böyle iken; biz de milli mutabakat hükümeti kurmuş ve “Adil Düzen Anayasası”nı getirdiğimiz halde eğer ordumuz bize cephe alırsa, o zaman ordumuzu yenileriz.

Türkiye için bu durum sözkonusu değildir.

Türk ordusu daima inkılapların yanında olmuştur.

Asıl savaşma durumunda, iktidar olduğumuzda ülkemizin sömürülmesine son verilecektir. Bu yasaklarla değil, “Adil Düzen”le olacaktır. Sömürücü ülkeler birleşip komşularımızdan birini ayarlar, birlikte bize saldırabilirler. İşte o zaman savaşmak bize farz olur. Bu sûrenin hükümleri o zaman uygulanacaktır. O zaman bu sûre bir daha okunacak ve yorumlanacaktır.

Bu sûrenin son âyetini (38. âyeti) ayrı seminer konusu yaptık. Sebebi; orada barıştan bahsetmektedir, sebilullahtan bahsetmektedir.

Bizim Kur’an’dan şimdi öğreneceğimiz iki şey vardır.

Bir, “Adil Düzen” nedir ve nasıl öğreneceğiz?

İkincisi de, “Adil Düzen”i iktidar olarak değil, halk olarak nasıl uygularız?

Bakkalda satılan malın miktarı ile fiyatının karşılığı para ödersiniz.

Para=Fiyat*Miktar

Bir gün gidersiniz, dört kilo patatesi 50’şer kuruştan alırsınız, 4*50=200 kuruş ödersiniz. Öbür gün gidersiniz, bu sefer iki kilo pirinç, ikişer liradan, 2*2=4 lira ödersiniz.

Kur’an’da formüller vardır. Zamana ve mekana göre formüllere değerleri koyarsınız, sizin sorununuzu çözmüş olursunuz.

Üçüncü Bin Yıl Uygarlığını kuruyoruz.

Kur’an’da 5000 kelime varsa, beş bin değer bulmamız gerekir. Yani beş bin kelimeye günümüzde eskilerin verdiği mânâlardan farklı mânâ vereceğiz demektir. Çünkü biz artık onların dünyasını/dönemini değil kendi dünyamızı/dönemimizi yaşıyoruz.

Bundan başka, fıkhı yeniden yazmalıyız.

Bütün kanunlarımızın konuları için fıkhımızı geliştirmeliyiz.

Bu kadar geniş vazifelerimiz dururken, henüz kendi sorunlarımızı çözmemişken; nasıl olur da iktidara talip olabiliriz. Başkaları ile savaşmak yerine kendi nefsimizle savaşmalıyız.

İçtihat zaten iftial bâbındadır. Kendi kendine yapmak demektir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-591/ADİL DÜZEN DERSLERİ-421      25 Aralık 2010

 

ERBAKAN, NUMAN VE

AKILLI, GÜÇLÜ OLMA

Kur’an’da onbeş yaşını doldurmayan çocukların mükellef olmadıkları belirtilmiş, onlar sorumlu yapılmamıştır. Bir çocuk veya akıl hastası suç işlerse ona ceza verilmez, babasına veya babasının âkilesine (dayanışma ortaklığına) tazminat ödettirilir. Ama Kur’an’da hiçbir yerde yaşlı insanın mükellef olmadığı zikredilmez. Aksine yaşlıların da çocukları olacağı bildirilmiştir. Hazreti İbrahim, yaşlı iken (173 yaşında vefat etti) üçüncü hanımı Katura ile evlenmiş ve ondan dört erkek çocuğu (ve altı erkek torunu) olmuştu.

İnsan yaşlanınca aklını kaybedebilir. O zaman yaşlı olduğu ve aklı olmadığı için mükellef olmaz. Bedenen yapılan işlerde bedeni sağlam değilse mükellefiyetten çıkar. Ama sağlam olan kişi sağlığı nisbetinde kulluk yapmaya devam etmek zorundadır.

Fıkhın hükmü budur.

Bu durum kanunlarımızda da böyledir; aklî melekeleri yerinde olan yaşlı kimse tam ehliyete sahiptir.

*

Necmettin Erbakan’ın tekrar siyasete dönmüş olmasını yadırgayanlar vardır.

Erbakan neden tekrar siyasete dönmüştür?

Erbakan Millî Görüş partilerini kurmuştur. Türkiye Batı’yı adeta tanrılaştırmış ve Batı’nın aciz kulu (hasta adam) hâline gelmişti. Onlar söyler, bizim yöneticiler yapardı. Bu zihniyete ve anlayışa göre; sadece siyasette değil, her şeyde onlar iyi biz kötü idik. Aşağılık duyguları iliklerimize kadar işlemişti.

Erbakan bu anlayışa ve bu gidişata ‘HAYIR’ dedi, ‘Biz kendi görüşlerimizle sorunlarımızı çözeceğiz’ dedi. Mustafa Kemal de öyle diyordu; ‘Muasır medeniyetin fevkine (üstüne) çıkacağız. Elimizde  tuttuğumuz meş’ale müsbet ilimdir.’

İnsanlığın başı olan müsbet ilimdir; Batı’nın henüz ulaşamadığı müsbet ilimdir.

*

Erbakan bu söylemle devreye girdi ve bu söylem henüz 1969’da onu bağımsız milletvekili yaptı. İki-üç sene içinde iktidara ortak etti (MSP-CHP Koalisyon Hükümeti).

Batı bu durumdan rahatsız olmuş, Türk ordusuna ve yönetime baskı yapmış ve Erbakan’ı siyasetten uzaklaştırmıştı.

Erbakan sonra Refah Partisi ile ikinci hamlesini yapmış ve “Adil Düzen”i Türkiye ile dünyaya duyurmuştur.

Yine baskılar gelmiş, peş peşe mahkum olmuştur.

Yani, Erbakan siyaseti bırakmamış, bıraktırılmıştır.

Sonra ibra edilince siyasete dönmemesi anormallik olurdu.

*

Erbakan cumhurbaşkanı görevinde bulunmamıştır. Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçilmeden önce Ankara’da cumhurbaşkanlığı hakkında seminer verdim. Erbakan’ın cumhurbaşkanı olmasını istemiştim.

Erbakan, hiç görevli olmadığı halde, İran onu resmen davet etmiş ve devlet başkanından daha üstün protokol uygulamıştı. Oysa İran Şii’dir, Erbakan ise katı Sünni’dir.

Tüm dünyada iki milyara yakın Müslüman vardır. Bunların hemen hepsi Erbakan’ı biliyor ve onu ümitle bekliyor. Bu kadar güçlü birisini köşkte (cumhurbaşkanlığı köşkünde) oturtsak, Türkiye Osmanlı İmparatorluğu’ndan daha büyük ve etkin bir ülke olur.

Onun etkinliği yalnız İslâm âlemine değildir. Sömürü dünya düzeninde mağdur olan herkes onun yanındadır. Daha da önemlisi, tüm büyük dinlerin mensupları onun yanındadır. Çünkü o din ile ilmi uzlaştırmış, dini ilmin üstüne çıkarmıştır.

*

Kanuni Sultan Süleyman, en son Avrupa seferinde öldüğü halde, naaşı İstanbul’a getirilmeden vefatı duyurulmamıştı. Oysa Erbakan hiçbir zihnî melekesinde bir eksimle olmadan yeniden hamleye, yeniden şahlanışa geçmiştir. Millet olarak buna şükür/hamd etmemiz gerekirken; ‘Erbakan tekrar ne diye geldi?’ diyorlar!!!

Benim çocuklarım da eve dönüp artık istirahat etmem gerektiğini söylüyor, neden İstanbul Yenibosna’da olduğuma akıl erdiremiyorlar.

İnsan iş yaptıkça gençleşir.

Ben bu seminerleri yazmasam, İstanbul’da mobilya üretim ve pazarlama işletmesiyle meşgul olmadan otursam; can sıkıntısından hasta olur ve ölürüm. Sağlığım devam ediyorsa, bu yaptığım işlerin bana verdiği güçten dolayıdır.

Erbakan şimdi çalışıyor, yeni hamle yapıyor ve dinçleşiyor...

Sonra; bir kimse çalışmazsa onu kınamalıyız. Çünkü o gücü ona topluluk vermiştir. O gücünü boşa harcamaya hakkı yoktur.

Ne garip ve ne ayıptır ki; çalışan insan kınanıyor?! 

*

Görevi Numan Kurtulmuş’a bıraktı; ne oldu?!.

Erbakan partiyi (partileri) “Millî Görüş” olarak kurdu.

Erbakan “Adil Düzen” için “Adil Ekonomik Düzen” için siyaset yaptı.

O Numan Kurtulmuş ve diğerleri gibi sadece başbakanlığa talip olsaydı, hiç oradan inmezdi. Numan Kurtulmuş başbakan olayım diye “Millî Görüş”ü bıraktı, “Adil Düzen”i bıraktı, Erbakan’ı devre dışı etti! Yetmedi, partinin diğer samimi çalışanlarını da ayıkladı, tasfiye etmeye kalkıştı! Bir de hiç gerek yokken ve bu yaptığı kendisinin aleyhinde iken, erkenden olağanüstü büyük kongreye gitti!

Numan Kurtulmuş bu kadar akılsız ve zekâsız bir kimse değildir; kötü niyetli biri hiç değildir. Ne var ki bütün bunları kendi aklıyla yapmadı. Ona olmazları vadedenler sonunda onu bu duruma düşürdüler...

*

Erbakan ne yaptı?

Kırk senelik çalışmaları payimal edecek genç arkadaşın elinden partisini kurtardı.

O (ve arkadaşları) da gitti/ler ve kendi partisini/partilerini kurdu/lar.

Erbakan’ı yereceğinize, o gencin arkasından gidin de bizi utandırın bakalım.

İktidar olun; “Adil Düzen”siz ve “Millî Görüş”süz neyiniz varsa getirin de görelim bakalım; biz de başarılarınızdan dolayı sevinelim.

Çünkü biz, ‘biz yapalım’ demiyoruz, ‘bizim dediklerimizi yapalım’ demiyoruz.

Sorunların çözülmesini istiyoruz.

Sorunları çözerseniz seviniriz.

Bizim çalışmalarımızı Allah elbette zayi etmez.

Çünkü Numan ve diğerlerini de biz yetiştirdik.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

Erbakan fenomeni

Adem Yavuz Arslan,  BUGÜN gazetesi , 15.12.2010

Saadet lideri Necmettin Erbakan ile önceki gün 2 saat süren bir sohbetimiz oldu.

Kesinlikle enteresan bir sohbetti.

Milli Görüş'ün efsane lideri 84 yaşında. Ciddi sağlık sorunları da var. Fakat zihni berrak.

İki saat aralıksız konuştu ama isimleri, tarihleri, kronolojiyi hiç karıştırmadı. Gerçi aynı şeyleri 40 yıldır anlatıyor olmasının da bunda bir etkisi vardır ama 84 yaşındaki bir isim için takdire değer bir performansı var.

Erbakan ile güncel konuları konuşmak istedik ama o kendi gündemini anlatmayı tercih etti. Biraz da 'hoca' sıfatıyla matematik sorusu ile girdi sohbete. Cevabını alamayınca da bir buçuk saat sürecek bir 'Siyonizm' dersine başladı.

Uzun uzun anlattı. Hatta önündeki kitaplardan şemaları, 'Üç Yüzler Meclisi'ni, 'dünyayı yöneten aileleri' ve 'kutsal hedefleri' anlattı.

Araya girip konuyu bugüne getirmek istesem de ustaca sorumu alıp kenara koydu ve kendi gündemini anlatmaya devam etti.

Gerçi söylemleri değme komplo teorilerine taş çıkaracak cinstendi ama anlattıklarına olan inancı dikkate değer. Ayrıca siyaseti de bir 'ibadet' hatta 'cihat' olarak görüyor.

 Doğru ya da yanlış ama Erbakan cephesi başka bir dünya.

Anlattıklarına gelince.

Açıkçası MHP lideri Devlet Bahçeli'nin 'iktidar formülü'nü anlamamıştım Erbakan'ın 'Siyonist dünya' tezini de anlamadım.

Öyle bir denklem kurdu ki; sonuçta 'AK Parti'yi İsrail kurdurdu, Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül Siyonistlerin hizmetkârı' gibi bir sonuç çıktı. Hatta yanlış mı anladım mealli sorduğumda aynı şeyleri tekrar etti.

AB yerine 'İslam Birliği'ni önerdi. 'AB'nin Türkiye'den sonra İsrail'i de alacağını, ardından İsrail ile Türkiye'yi ayıracağını, böylece büyük İsrail'in kurulacağını' iddia etti.

Numan Kurtulmuş ile ilgili sorulara cevap vermek istemedi, Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan için ise "Onlar arka kapıdan kaçıp top oynayan çocuklar. Keşke söylediklerimi dinleselerdi. Ben onlara kızgın değilim. Hepsi evladım. Fakat bir şey yaptık zannediyorlar" dedi.

Erbakan, ilerlemiş yaşına ve sağlık sorunlarına rağmen aktif siyasete dönüşüyle ilgili farklı bir tanımlama yapıyor. Ona göre tercihi 'koltuk hırsı' değil bir nevi görev: "Çünkü söz nasihat dinlemediler. Görevi almak milli bir vazifedir" diyor.

Bugünkü koşullarda nasıl miting yapacak, nasıl kampanya yürütecek bilmiyoruz ama Erbakan 6 ay sonra tek başına iktidar olacağını savunuyor. Hatta 'Sultan Fatih de tahta iki kez çıktı' diyor.

Açıkçası esprili ve renkli kişiliğinden de bir şey kaybetmiş değil. Kendisiyle özdeşleşmiş 'hadi oradan' tarzı ifadelerini yine kullanıyor.

Başbakan'dan bahsederken 'bu çocuk' diyor sempatik bir ifadeyle. Arada 'İsrail Go Home' derken Amerika'ya da bir çağrı yapıyor: "İsrail'i madem o kadar çok seviyorsun al götür Amerika'da bir yerde kur..."

Füze kalkanı tartışmalarına ise farklı bir yorum yapıyor. Erbakan Hoca'ya göre bu proje gelecekte kurulacak olan Kürdistan'ı korumak için üretildi.

Uzun sohbetin kısa özeti şu: Erbakan bir fenomen.

Kamuoyu aktif siyasete dönüşünü 'koltuk hırsı' olarak görse de o kendini inandığı dava uğruna son nefesine kadar çalışan bir nefer olarak görüyor. Takipçileri de öyle.

Açıkçası söylediklerinin birçoğu bana pek mantıklı gelmiyor.

Ama hakkını teslim etmek lazım ki Erbakan Türkiye tarihinde önemli bir aktör. Yarım yüzyıl boyunca da aynı dava uğrunda ömrünü tüketmesi en azından saygıyı hak ediyor.

Meclis'te 'tek kale maç'

TBMM'de bütçe görüşmeleri her zaman hararetli geçer. Liderler açısından da bir nevi sınav hükmündedir. Başbakan ve ana muhalefet liderinin performansları dikkatle izlenir.

2011 bütçesi üzerinde yapılan görüşmeler de öyle oldu. Özellikle de CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun ilk kez bir bütçe konuşması yapacak olması, ayrıca da gün boyunca pompalanan 'kürsüden dosya açıklayacak' söylentisi beklentileri de yükseltti.

Fakat hem Kılıçdaroğlu'nun hem de Bahçeli'nin performansı Meclis'i dalgalandırmaya yetmedi. Kılıçdaroğlu teknokrat bir üslupla konuştu.

Erdoğan ise her zamanki gibi kürsü hakimiyetini gösterdi. Kalabalık Meclis grubunu da arkasına alınca Meclis'te 'tek kale maç görüntüsü' oluştu.

Başbakan iyi bir hatip, konusuna hakim ve en önemlisi 8 yıllık performansı elini güçlendiriyor.

Kılıçdaroğlu'nun açıkladığı 'Kayseri dosyası' ise bekleneni veremedi. Büyük beklenti oluşturuldu ama ne Meclis'tekiler ne de ekranları başındaki milyonlarca kişi ne olduğunu anlayamadı.

Gerçi ertesi gün Kılıçdaroğlu twitter'dan 'oltaya geldi' türü ifadelerle başka şeyler ima etti ama kamuoyu hâlâ mevzuyu kavrayabilmiş değil.

Aslında bu olayın ortaya koyduğu bir başka gerçeklik var. Kılıçdaroğlu'nun şu yolsuzluk saplantısından çıkması lazım. Milyonları heyecanlandıracak yeni söylemler bulsa fena olmaz.

 

 

28 Şubat talimatı ABD’den

Şamil Tayyar | Star  gazetesi / 15 Aralık 2010 Çarşamba

Meclis Genel Kurulu’nda bütçe görüşmelerinin başladığı pazartesi günü Saadet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın davetindeydim. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu kürsüye çıkmadan görüşmeyi tamamlayıp meclise döndüm.

Hocayla uzun bir sohbete koyulduk. İlerleyen yaşına ve konuşma güçlüğüne rağmen hafızası çok canlıydı, olayları tarihleriyle ezbere anlatıp durdu. Küresel oyunu “hak” ve “batıl” ekseninde yorumlayıp konuşmaya 5 bin 767 yıl öncesinden başlayınca biraz dağıldık ama kendimizi toparlamamız fazla uzun sürmedi.

Bunda lahmacun, içli köfte, su böreği ve baklava ikramının rolü yadsınamaz.

Cumhurbaşkanına, başbakana, hülasa iktidardaki tüm eski öğrencilerine “Millî Görüş”ten ayrılıp söz dinlemedikleri için kırgındı, kızgındı, sitemkardı.

Laf dönüp dolaşıp 28 Şubat post modern darbeye geldi. Darbezede bir başbakan olarak söyleyecekleri vardı. Siyonistlerin, dar anlamda ABD ve İsrail’in darbe planına, 50 civarındaki iktidar mensubu korkak milletvekili yüzünden yenik düştüklerini anlattı.

Sonra 30 Ekim 1996 tarihli tercüme edilmiş gizli belgeyi arşivden çıkardı. Belge, Wikileaks yayınları gibi Ankara’dan Washington’a gönderilen ve dedikodulara dayalı ham istihbarat notu değil, Washington’da karara dönüştürülmüş ulusal güvenlik belgesiydi.

İkisi arasındaki farkı son yazımda tarif etmiştim. Biri (Wikileaks gibi) pek gizli olmayan ve mahcubiyetten öte sonuç doğurmayan metin, diğeri ölümüne hesaplaşmaya yol açabilen ulusal güvenlik belgesidir.

Darbe kriptosu

Belgede dönemin ABD Dışişleri Bakanı Warren Cristopher’in imzası var. Ankara büyükelçiliğine gönderilmiş. Bilgi olarak Atina, Beyrut, Moskova, Sofya elçilikleri ile Geneva, NATO ve BM Amerikan misyonlarına da ulaştırılmış.

Refahyol hükümetiyle ilgili değerlendirme ve iktidardan düşürme yöntemine yer verilen belgede, ilk yorum koalisyonun büyük ortağı RP ile ilgili olarak yapılıyor:

- Türk hükümetinin milli eğilimlerinden ve Başbakan Erbakan’ın ideolojisinden ilham alarak dış politikayı batıdan ayırıp Arap ve Müslüman dünyasına doğru yeniden yönlendirilmesinden dolayı derin endişe içerisindedir. Kanaatimizce Türkiye’nin İran, Irak, Libya, Nijerya ve Sudan ile bağlarını kuvvetlendirmek konusundaki mevcut tutumu, bizim milli menfaatlerimize aykırıdır, düşmancadır.

İkinci yorum, koalisyonun küçük ortağı DYP ile ilgili...

- DYP, Erbakan’ın radikal İslami söylemlerini ılımlaştırmada başarılı olamadığına göre, kendisinin RP ile koalisyonu verimsiz görünmektedir. Biz inanıyoruz ki, Tansu Çiller’in koalisyondan çekilmesi Erbakan’ı düşürür ve ülkeyi genel seçimlere götürür. Sonuç kesin olmamakla birlikte RP büyük ihtimalle seçimlerden eskisinden daha güçlü olarak çıkacaktır.

ASKERE GÖREV

Özetle denmek isteniyor ki: RP düşmanca hareket ediyor, DYP ise bunu frenleyebilecek güce sahip değil, seçim de çare olmayacak. O halde? Türkiye’yi hizaya çekebilmek için hükümetin dövülüp hırpalanması, iktidar ortaklarının yerde süründüğü ve güçsüz kaldığı ortamda seçimlere gidilmesi lazım!

Peki kim dövecek?

Belgeden okuyalım:

- Türkiye, birleşik devletlerin anahtar stratejik ortağı olarak kalmak mecburiyetindedir ve onun bu pozisyonunu gerçekleştirip sürdürmedeki başarımız, bizim milli menfaatlerimizi doğrudan etkileyecektir. Türk askeriyesi, bu sonucu elde etmeye doğru daha büyük çaba sarf etmesi için harekete geçmeye zorlanmalıdır. Bu konudaki aksiyon planlarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum.

Anlaşılıyor ki, ABD, 15 Ekim 1996 tarihinde post modern darbe için düğmeye basmış, TSK’ya da görev biçmiş.

ANAHTAR?SÖZCÜKLER

Bu iddiayı, ilk olarak eski Başbakanlık Müsteşarı Yaşar Yazıcıoğlu, 11 Şubat 2007 tarihli Vakit Gazetesi’ne yaptığı açıklamada dile getirmiş, “28 Şubat’ın startı ABD Dışişleri Bakanlığı’nın gönderdiği çok gizli bir yazıyla verilmiştir” demişti.

Ancak belge sırdı.

Erbakan’ın masasında ilk defa gördüğümüz bu belge, 28 Şubat’ın nasıl tezgahlandığını göstermesi bakımından çok önemlidir. Bir yerde darbe emrinin belgesidir. Üstelik Wikileaks dedikodusu değil...

Bu belge, 14 yıl öncesine ışık tutarken, içinde bulunduğumuz yakın dönemin anahtar sözcüklerini verecek ölçekte ciddi bir belgedir.

1 Mart 2003 tezkeresinden sonra Balyoz, Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven gibi darbe senaryolarının nasıl pişirildiği sorularına cevap ararken önemli ipuçları verecektir. Ergenekon sürecinde 2007 ve 2009 darbe senaryolarının, Türk dış politikasına yönelik eksen kayması tartışmalarının ve Wikileaks dedikodularının ortalığı saçılmasının nedenlerine ilişkin analizlerimiz karşısında bize “komplocu” diyenlere “kapak” olacaktır.

Maalesef gerçeğin bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır.

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-591/ADİL DÜZEN DERSLERİ-421      25 Aralık 2010

 

V E R G İ !!!

Sanayileşme başladığında fabrikalar oluştu. İşletmelerde işverenler ortaya çıktı. İşçilik sistemi doğdu. Sömüren sermaye ortaya çıktı.

“Adil (Ekonomik) Düzen”de artık büyük fabrikalar olmayacak, işletmeler olacaktır. Yani herkes kendi atölyesinde, kendi tarlasında, kendi bürosunda çalışacak ama büyük  fabrikanın yaptığı işleri yapacaktır.

Bu nasıl olacaktır?

Bir kooperatif kurulacak, küçük işletmeler kooperatife ortak olacaklardır. Kooperatif “ortaklık senedi” çıkaracaktır. Ortak bütün işletmeler, tüm girdilerini ortaklık senedi ile yapacaklar, kendileri de ortaklık senedi vereceklerdir. Ortaklar Türk Lirasını kullanmayacaklardır.

Kooperatifin bir  kasası olacak. Burada senet alınıp satılacaktır. Kooperatife ortak olan tüccarlar, ortaklardan ortaklık senedi ile aldıkları mamul malları götürüp piyasaya satacaklar, elde ettikleri para ile ortaklara gereken malları getirip işletme senetlerini alacaklardır. Senetleri kasada paraya çevireceklerdir.

Böylece kooperatif ortakları ayrı bir işletme olmuş olurlar; fiyatlar, ücretler, kiralar hep işletme senedi ile oluşur.

Bunun birçok yararları vardır.

Başta, işletme sermayesiz çalışır. Faizden kurtulmuş olur. Kooperatifin kefaleti işletme senedine likidite kazandırır.

İkincisi, piyasadaki fiyat ve ücret oynamaları işletme içine aksetmez, enflasyonun etkisinden kurtulunmuş olur. Küçük işletmeler birleşir ve tek firma gibi markalaşırlar. Kooperatif “Genel Hizmet Ortaklıkları” kurarak küçük firmaların eksikliklerini giderir veya büyük firmalarla rekabet edecek hâle gelirler.

Bu çok yararlı kooperatif işletmesinde en çok zorluk çekilen alanlar sigorta ve muhasebe zorluğudur. İzmir Akevler Kooperatifi kırk seneden fazla zamandan beri yaptığı çalışma ve denemelerle bu sorunu çözmekle meşguldür. İzmir’de ve Kırgızistan’da bu sorunlar kısmen çözülmüştür. Şimdi İstanbul Yenibosna’da net olarak çözülecektir.

1-      Kooperatif tek işletme kabul edilecek, ortaklar aralarındaki alışverişlerini kooperatifle yapmış olacaklardır. Yani Ahmet Mehmet’e bir şey satarsa onu kooperatife satmış ve kooperatiften almış olacaktır. Muhasebesini kooperatif tutacağı için her şey kayıt hâline gelecektir.

2-      Ortaklar  birbirlerine verdikleri malları kooperatife satmış olacaklar. Faturalar ona göre kesilecektir. Aldıkları mallar için de kooperatif fatura kesecektir. Mal verirken kooperatife ortak olmuş, mal alırken de kooperatiften almış olur. O miktarla kooperatife katılır veya ayrılır.

3-      Kendi işlerinde çalışsalar bile kooperatifin işinde çalışmış olurlar. Kooperatif onları çalıştırmış olur. Kooperatif onları  asgari sigorta yapar. Kooperatif bordro tutarı kadar ortaklık senedini onların hesabına borç yazar. Böylece ortaklar istedikleri yerde çalışırlar. Asgari ücretten sigorta yapılır. Artan miktar ile ortak katılmış olur. Sonra kooperatif kurumlar vergisini ödeyerek ortaklara paylarını dağıtır.

4-      Kiraya verenler cirodan pay alacakları için ortaklar taşınmazlarını kooperatife koyarlar. Kooperatif kendi yapılarında iş yapmış olur. Ortaklar artık kiradan pay almaz, ortaklığın kârından pay almış olurlar.

5-      Kooperatifin tüccarları da faturaları kooperatife kestirirler. Kooperatif keser. Fark kadar kazanç ortağın ücreti olur. Onunla sigortalanmış olurlar.

6-      Kooperatif tek kurum olarak faturalar keser, alır, bordrolar yapar, ortaklar arasında katkıları nisbetinde bölüşürler.

İsteyen ortaklar bordro tutarı dışındaki kazançları ortaklık senedi olarak alırlar. Kasada Türk Lirasına çevirdikleri gün o kadar kazanmış olurlar, onun vergisini öderler. Anlaşmaya göre isteyenlerin kazançları kurum kazancı kabul edilir. Kurumlar vergisinden sonra payları verilir.

Senet sisteminin en çok yararı; enflasyonun vergilenmesinden kurtulunmuş olunur. Çünkü senet gerçek değeri ile satılıyor ve vergi satıldığı gün tahakkuk ediyor. Bunun dışında iş yapmak isteyen birçok insan vergi mükellefi olmadığı için kaçak çalışıyor. Bu da hesabını tutamaz hal alıyor. Oysa şimdi istediği işi istediği zaman kooperatifin ortağı olarak yapabilecektir. İşçiler de sigorta olmuş olacaklarından istedikleri yerlerde çalışabileceklerdir.

Bu vergilendirme sistemimizi Yılmaz (Güney) bey ile Muharrem (Gökhan) beylerin makale yaparak değerlendirmelerini istiyorum.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

Erbakan: Otoyolun yüzde 99’u faize gitti!

Reşat Nuri EROL

Millî Görüş Lideri ve Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan, seçim startını İstanbul Eyüp Sultan’dan vermiş, “3. ŞAHLANIŞ”ı başlatmış ve demişti ki: “Refah-yol Hükümeti döneminde “ADİL DÜZEN”in sadece kokusunu kokladık... Şimdi “ADİL DÜZEN”in kendisi geliyor... Neden biz yapıyoruz oluyor da başkaları yapamıyor. Çünkü at sahibine göre kişner. Saadet geliyor, bolluk bereket geliyor, müjdeler olsun…”

“Tarihî günler yaşıyoruz. 6,5 ay sonra yeni bir seçim olacak. Bu seçim tarihî bir seçimdir… Türkiye var mı olacak, yoksa İsrail’e vilayet mi olacak? Tarihin en şerefli devleti yok mu olacak, köle mi olacak? Yoksa tarihteki şerefli yerini mi alacak? Böyle önemli bir seçime 6 ay gibi kısa bir zaman kalmıştır... Bu döneme girerken, önce şahlanışı büyük kongremizle başlattık. 17 Ekim’de yaptığımız muhteşem kongre sonrası kollar sıvandı...

HAK-BÂTIL MÜCADELESİ: “Hak-bâtıl mücadelesi bir seçim olacak… Hakkı Millî Görüş temsil edecek, bâtılı ise emperyalizm ve Siyonizm temsil ediyor... Millî Görüş 14 yıl önce iktidardan uzaklaştırıldı; inşallah yeniden Millî Görüş geliyor... “Besmele”yi çekeceğiz ve bıraktığımız yerden başlayacağız... ‘Siz yüzde 5 oy alan bir partisiniz, nasıl iktidara gelirsiniz?’ diyorlar. Sen bizi tanıyor musun? Bizim 41 yıllık tarihimizde yüzde 3’ten, yüzde 5’ten nasıl yukarılara çıktığımızı herkes biliyor. Şimdi de herkes görecek...”

“DEMOKRASİ” DEĞİL “DEMOKRATUR” VAR: “Siyonizm ülkeleri kendi çıkarları doğrultusunda yönetir ve bunu da sözde “demokrasi” denilen “demokratur” ile yapar… “Demokrasi” demek halkın kendisini idare etmesi demektir. “Demokratur” demek halkın idareye alet edilmesi demektir. ‘Sen seçtin kardeşim!’ diyor. Bütün televizyonlar senin elinde. Bütün paralar senin elinde. Otuz gazete senin elinde. Milleti kandırmak için 300 tane yazar gece gündüz yazı yazıyor. Nerden ben seçtim. Sen seçtirdin! Ben seçmiyorum, sen beni seçime alet olarak kullanıp istediğini seçiyorsun. “Demokratur” denilen nizam bu. Siyonizm her yerde olduğu gibi Türkiye’de de önümüzdeki seçimlere Demokratur çalışmasını yapmıştır. Basında AKP aleyhine bir şey yazan insan işinden kovulur. Niçin AKP aleyhine yazamaz? Çünkü Siyonizmin planlarını en iyi AKP zihniyeti uyguluyor. AKP’nin yöneticileri biz vatan millete hizmet ediyoruz zannediyor, o niyetle çalışıyorlar ama…”

YAHUDİ ORDUSUNA ASKER OLMAK! AKP’lilerde Allah’ın 7 vergisinin eksik olduğunu kaydeden Erbakan, bunların “bilgi, tecrübe, hidayet, feraset, dirayet, şuur, vizyon” olduğunu kaydetti ve şuuru anlattı: “Yahudi insanları kullanmakta öyle ustadır ki, ‘Kim, ben mi? Ben hiç Yahudi’ye hizmet eder miyim yahu?!’ şarkısını söylettire söylettire Yahudi ordusunda sana askerlik yaptırır. Bunlar da öyle. Sorsan, ‘Biz Yahudi’ye hizmet eder miyiz?!’ derler. Bal gibi Yahudi ordusunda bu şarkıyı söyleyerek askerlik yapıyorsun be adam. Şuurun yok. Ne yaptığını bilmiyorsun. ‘Herkes methediyor, sen niye eleştiriyorsun?’ diyorlar. Bunun hepsinin senaryosunu Yahudi yazıyor, ‘Siz de bu Saadet Partililere benzeyin diye icraatlar yapın’ diyor. Yahudi, AKP ilk kurulduğunda; ‘Sakın hâ, İslâm’dan söz etmeyin’ diye azarlıyordu. Sonra Saadet güçlenince ise; ‘Aman, Saadet geliyor, sen Suriye ile vizeleri kaldır, Suud Kralı sana madalya taksın!’ Bunların hepsini onlar tanzim ediyor. Niçin? Bizim inançlı insanlarımız Saadet Partisi’ne değil, aldanarak AKP’ye oy versin diye...”

OTOYOLUN YÜZDE 99’U NERDE? “FAİZ”E GİTTİ! “İşsizlik var” diyorsun; ‘işsizlik her zaman vardı’ diyorlar. Vardı ama böylesi yoktu. Şimdi yüzde 20’ye çıkmış. Türkiye’yi fakirleştiriyorlar ama böyle fakirleşmemişti, böylesine borca esir edilmemişti. 80 senede Türkiye 80 milyar dolar dış borç yapmış. Bunlar 8 senede 580 milyar dolar dış borç yapmış. Şimdi gelmiş, ‘OTOYOL YAPTIM’ diyor. Çocuk mu kandırıyorsun. Senin aldığın borçla bu otoyolun 100 mislini yapman lazımdı. Nerde otoyolun yüzde 99’u? Yahudi’ye “FAİZ” olarak gitti! Senin yaptığın Yahudi tahsildarlığı... Millet geçim sıkıntısı içerisinde. Müstemleke kimliği faaliyetleri var. Lider ülke kalkınması yok.”

 

 

‘Malıyla, canıyla mücadele eden bir Müslüman’

Reşat Nuri EROL

‘MALIYLA, CANIYLA MÜCADELE EDEN BİR MÜSLÜMAN’, BUGÜN 28 ŞUBAT’A BAKINCA NE GÖRÜR?… Erbakan, Zaman gazetesi röportajında, “Bugünden bakınca 28 Şubat’ta daha farklı tavır sergiler miydiniz?” sorusuna cevap veriyor: “İzin verirseniz işe aslından başlayalım.” diyerek başlıyor, uzun uzadıya Siyonizm’i ve 20. Haçlı Seferi’nin hâlen devrede olduğunu anlatıyor... Sözü 28 Şubat sürecine getiriyor ve 18 maddelik kararlar için, “ABD Savunma Başdanışmanı Makovski tarafından hazırlanan planın askerler tarafından ‘teklifimiz’ diye ortaya konulduğunu sonradan öğrendik... Müslüman birinin bunları yazamayacağını düşündük. 5 saat konuştular. Biri bırakıp biri alıyor. Aczimendi’yi televizyona koyup, ‘görmüyor musun efendim’ diyorlar. Neyi göreceğim, sizin oyununuz bu. Gerçeği biliyoruz da, her şey söylenmiyor. Demirel, onlarla beraber. Çiller, susuyor. Ben tek başımayım. DYP’deki 50 kişi, “Hepinizi Yassıada’ya götüreceğiz” diye tehdit edildi. Ordunun geneli işin içinde değildi, cuntacılar vardı. Ben tek başıma iktidar mıyım, ortağımı tanımam mı? Tek başına iktidar olsam, hiç şüphesiz ilgililer kimlerse bir saniye bekletmezdim, görevden alırdım.” SP liderine göre, asker amacına ulaşamayınca, 4 ay boyunca başka taktikleri devreye soktu. Hükümet çekilmeseydi darbe olmayacaktı ama başka oyunlar oynanacaktı. Erbakan, Türkiye’nin 28 Şubat yüzünden 14 yıl kaybettiğine, sürecin 2011 seçimlerinde biteceğine inanıyor. Erbakan, ileride ‘MALIYLA, CANIYLA MÜCADELE EDEN BİR MÜSLÜMAN olarak anılmak’ istiyor. Siyaseti bırakmaya ise hiç niyeti yok. “Siyaset cihattır, insan gücü yettiği kadar bu işi bırakmaz.” diyor. Cumhurbaşkanlığı adaylığıyla ilgili olaraksa, “Bunu halka sorun.” ifadesini kullanıyor.

***

‘MÜCADELE HAK VE BATIL MÜCADELESİ’ Erbakan, NTV’de canlı yayında konuştu, Ruşen Çakır ile arkadaşının sorularını cevapladı ve onların sorularına rağmen, cihadı ve Siyonizmi anlatmaya devam etti... İşte o cevaplardan kesitler: “Biz baştan beri ‘MÜCADELE HAK VE BATIL MÜCADELESİ’ dedik. Biz Hak yolunda yürümeye devam ediyoruz. Saydığınız insanlar (Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, eski Millî Görüş bakanları) sevdiğim insanlar, dostlarımdır, ancak düşünceleri yanlıştır. Siyonizme alet olmaktadırlar. Millî Görüş’le birlikte milletimiz aslına dönmeye başladı, Millî Görüş Hareketi çok büyük hizmet etmiştir... / AKP’nin İsrail ile arasının bozulduğuna inanmıyorum. Siyonizmin amentüsü dört maddedir ve bunları gerçekleştirmek için bütün güçlerini kullanacaklardır… / Onlar benim talebelerim, iyi niyetlidirler. Kendilerine iyi niyet ve şefkat dilerim. Onlar İsrail tarafından kullanılıyorlar. Niye böyle biliyor musunuz? Seçim geliyor. Millet aslına dönüyor ve Saadet Partisi’ne kayıyor. İsrail endişeli, bütün tedbirlerini alıyorlar. Bütün gerginlikler İsrail’in senaryosudur. Onlar AKP’yi azarlayıp duruyordu; tesettürden bahsetme, İmam-Hatip’ten bahsetme!.. Fakat Türkiye aslına dönmeye başlayınca bunlar tekrar gündeme gelmeye başladı… İsrail senaryoyu kurmuş, camideki sakallı Hüsnü’yü kandırıyor. AKP tesettürü savunuyor diyorlar. Bunlar benim evlatlarım. ‘Bana çak’ diyor, ‘one minute de’ diyor, İsrail. ‘Suriye ile vizeleri kaldır, Müslümanlarla ilişki içinde gözük’ diyor. Maneviyatçı insanlarımızın oyunun AKP’ye gitmesini bu şekilde sağlıyorlar. 28 Şubat’taki 300’ler meclisi, bugün AKP’yi iktidarda tutmak için uğraş veriyor... AKP ‘ben de maneviyata hizmet ediyorum’ gibi görünerek Siyonizmin planıyla oy alma çabasında. Fakat milletimiz görecektir ki AKP içi saman dolu bir kuştur, Saadet Partisi ise bu kuşun canlısıdır.”

***

Gelecek yazı: Millî Görüş gömleğini çıkarırsan hayrı ve şerri ayıramazsın...

 

 

Millî Görüş’süz ve Adil Düzen’siz nereye?!.

Reşat Nuri EROL

Önceki yazımda Erbakan’ın Zaman gazetesi röportajı ile NTV canlı yayın röportajından kesitler sundum. Bugünkü yazıma, -istifade edilmesi dua ve dileklerimle,- Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (ESAM) tarafından Gençlik Parkı Kültür Merkezi’nde düzenlenen “Millî Görüş İktidarı; Niçin ve nasıl?” konulu konferansta, Erbakan’ın yaptığı çarpıcı ve ufuk açıcı sözleri ile başlıyorum.

MİLLÎ GÖRÜŞ GÖMLEĞİ YOKSA HİDAYET DE YOK! Millî Görüş Lideri ve Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan, seçim startını İstanbul Eyüp Sultan’da verdikten ve “3. ŞAHLANIŞ”ı başlattıktan sonra; yaşından umulmayacak seviyede, adeta genç bir insanın heyecan ve çalışma azmiyle konuşmalarını sürdürüyor. ESAM Konferansı’ndaki en etkili hatırlatması neydi? “Millî Görüş gömleğini çıkartırsan hidayetin de kaybolur, hayır ve şerri ayıramazsın. ‘İslâm Birliği’ demez, ‘Avrupa Birliği’ diye çırpınırsın. Onlar da kapıda zincirle seni bekletirler.”

MİLLÎ GÖRÜŞ İKTİDARINDA “MİLLET”E VAR, “FAİZ”E VE “SİYONİZM”E YOK! “Yanlışlıkları, hataları söylemek, vatan ve millet sevgimizin bize yüklediği bir vecibedir. MİLLÎ GÖRÜŞ İKTİDARI döneminde yaptıklarımız ortadadır. Hükümetimiz döneminde “DENK BÜTÇE” oluşturarak ÇALIŞANLARIMIZA VE EMEKLİLERİMİZE yüzde 200’e varan zam vermiştik. Bu, hiçbir hükümet döneminde yapılmamış bir zamdır. Biz “HAVUZ SİSTEMİ”ni de oluşturarak “FAİZ”e para gitmesini de önlemiş olduk. “FAİZ”e giden parayı biz millet yararına kullandık. Siyonizme hizmet etmedik. Bizim AK Parti Hükümeti’nin politikalarına getirdiğimiz eleştiriler onların kişiliklerine getirilmiş eleştiriler değildir. Biz milletin menfaatine ters düşen bütün yanlışlıkların karşısındayız… Millî Görüş gömleğini çıkartırsan hidayetin de kaybolur. Hayır ve şerri ayıramazsın. ‘İSLÂM BİRLİĞİ’ demez, ‘AVRUPA BİRLİĞİ’ diye çırpınırsın. Onlar da kapıda zincirle seni bekletirler.”

“MANEVİYATSIZ” VE “ADİL DÜZEN”SİZ SAADET YOK! Necmettin Erbakan, Millî Görüş zihniyetini yansıtacak bir iktidar anlayışı istediklerini belirterek, bu anlayışın HAKÇA BİR BÖLÜŞÜM anlamına geldiğini kaydetti. “Millî Görüş”ün doğru hak anlayışına dayandığını ifade eden Erbakan, “Türkiye’deki diğer siyasi hareketler bâtıl hak anlayışına dayanır. Liberalizmmiş, solcuymuş, sağcıymış, hepsi temelden sakattır. Bunların eğitilmesi lazımdır.” diye konuştu. Maneviyatsız ve “Adil Düzen”siz bir saadetin olamayacağını dile getiren Erbakan, bunun için “Yeni Bir Dünya Düzeni”nin kurulması gerektiğini kaydetti ve bu “Yeni Dünya Düzeni”nin kurulması için de “Millî Görüş” fikrine sahip insanlara büyük görevler düştüğünü söyledi.

***

“İŞSİZ, YOKSUL VE AÇLAR” İLE “AŞIRI ZENGİNLER” ÜLKESİ! Erbakan bu tesbitleri yapıyor, bunları söylüyor, hatırlatıyor; bu arada çare ve çözümleri de gündeme getiriyor. Hükümet ne yapıyor? DEVLETin resmî verilerine bakalım: TÜİK verileri baz alınarak hazırlanan araştırmaya göre; 2010 yılı Kasım ayında Türkiye’de “YOKSULLUK SINIRI” 2 bin 520 lira, “AÇLIK SINIRI” da 926 lira olmuş! 657’ye tâbi “MEMURLAR, İŞÇİ, EMEKLİ, GAZİ VE YETİMLER” buradan kendilerinin hangi sınıfta yer aldığını öğrenebilirler. “İŞSİZLER”in bakmasına gerek yok, onların işi olmadığı için henüz sınıfı da yok! Bu arada DIŞ TİCARET AÇIĞI yüzde 136,4 artışla 6 milyar 328 milyon dolara ulaşmış! Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2010 Ekim ayında, geçen yılın aynı ayına göre Türkiye’nin ihracatının yüzde 8,8, ithalatının ise yüzde 35,5 oranında artış gösterdiğini bildirdi! İhracat-ithalat makası giderek açılıyor! Artan Bütçe Açıkları, İç ve Dış Borçlar, Fahiş Faiz Giderleri!!! BÖYLE NEREYE VE NE ZAMANA KADAR?!.

 

 

Zalim “İŞ” ve “AŞ” bulma sistemi

Reşat Nuri EROL

“Canlı” nedir? Canlı, sürekli olarak dışarıdan gerekenleri alıp kendi benzerini meydana getiren varlıktır. Dışarıdan ihtiyaçlarını almasına “çalışma”; bunları kullanarak varlığını sürdürmek ve benzerini meydana getirmesine de “yaşama” diyoruz.

İNSAN çalışan ve yaşayan canlı bir varlıktır.

Ormandaki ağaçlar ayrı ayrı üretip ayrı ayrı tüketirler. Vücudumuzdaki hücreler birlikte üretip birlikte tüketirler. Arılar ayrı ayrı üretip birlikte tüketirler. İnsanlar ise birlikte üretip ayrı ayrı tüketirler. Bu şekilde yaşayan insandan başka bir canlı yoktur.

İNSANLAR bir köyde birlikte çalışıp üretirler, bir ilçede birlikte çalışıp üretirler, bir ülkede birlikte çalışıp üretirler, insanlıkta/dünyada birlikte çalışıp üretirler; sonra birlikte çalışıp ürettiklerini ülkelere, bölgelere, ilçelere, semtlere götürüp halka ulaştırırlar. Yani; tüm insanlık birlikte çalışıp üretmekte, ayrı ayrı bölüşerek tüketip yaşamaktadır.

*

Bu büyük organizasyon nasıl sağlanıyor?

Bunun için iki sistem vardır; “iş verme sistemi” ve “iş bulma sistemi”.

Bunun doğal olanı “iş bulma sistemi”dir.

Nedir bu doğal iş bulma sistemi?

Herkes kendi yapacağı işi kendisi arar, kendisi bulur, o işi yapar ve ürününü topluluğa verir. Halk da kendisinin ihtiyacını kendisi tesbit eder, ortak üründen istediklerini alır.

İnsanlar ilk yaratıldıkları günden beri bu sistemi uyguladılar. 20’inci yüzyıla kadar bu böyle geldi. Halk istediğini üretir, satar; sonra istediğini satın alır ve tüketir. Aracılar, halkın ürettiği malları alır, isteyenlere satar. Aracılar, halkın ne üreteceğine ve ne tüketeceğine karışmaz. Bu doğal sistem 20’inci yüzyılda bozuldu. Bu bozukluk ve düzensizlik devam ediyor…

*

Yukarıda anlattığım bu doğal sistem bozulunca ne oldu? Aracı tekeller oluştu.

Sermeye (kapitalist sömürü sermayesi, ırkçı emperyalist sermaye) veya devlet (komünist veya sosyalist devlet) halkın ne üreteceğine o karar verir, halka istediği malı sunar, halk da ister istemez o malı alıp tüketir. İşte buna “iş verme sistemi” diyoruz.

Bize göre; insan fıtratına/tabiatına uygun ve tabiî/doğal olan “iş bulma, aş bulma sistemi” yerine bugün “iş verme, aş verme sistemi” ikame edilmiştir.

SONUÇ olarak çağımızdaki “ZALİM DÜNYA DÜZENİ”nde halkın elinden “şahsiyet/kişilik” alınmış, halk “hayvan” mesabesine indirilmiştir. Ahırdaki ineklerine sen ne istersen onu yaptırırsın, onlara senin istediğin yemleri verirsin. Bugün insanlar sermayenin veya devletin birer hayvanı hâline getirilmiştir.

İnsanları insan olmaktan çıkarıp hayvanlaştıran “zalim düzendeki ‘iş’ ve ‘aş’ bulma sistemi” işte böyle bir sistem/düzen! Ve “muhafazakâr” birileri insanı hayvan mesabesine düşüren işte bu “ZALİM DÜZEN”i uygulamalı olarak ısrarla muhafazaya devam ederken; “Millî Görüş Gemisi”ni terk eden, “Adil Düzen Gemisi”ne ise hiç binmeyen birileri de onları taklit etmeye, bu “ZALİM DÜZEN”i biraz daha yaşatmaya özeniyor! Zavallılar…

Gelecek yazı: Adil “İŞ” ve “AŞ” bulma sistemi.

***

ABDÜLKADİR ÖZKAN’a TEŞEKKÜR: Pek Muhterem Kardeşim! Önce, “Adil Düzen olmadan dar gelirlinin alım gücü artmaz” başlıklı bir yazı yazdığınızdan… Sonra, yazında “Bu gazete (Millî Gazete) yıllardan beri “Adil Düzen”i anlatmaya çalışıyor. Gazetemiz yazarlarından kardeşim Reşat Nuri Erol sürekli olarak “Adil Ekonomik Düzen”i tüm detaylarına kadar köşesinde anlatıyor. Hem de uygulamalı örnekler veriyor.” diye hatırlatıp şehadet ettiğinizden dolayı, çok teşekkür ederim... Allah razı olsun... Allah, Erbakan Hocamızın liderliğinde, önderliğinde, başbakanlığında “ADİL DÜZEN DEVLETİ”nde yaşamayı nasip etsin...

 

 

Adil “İŞ” ve “AŞ” bulma sistemi

Reşat Nuri EROL

Zalim dünya düzenindeki iş ve aş bulma sistemini, yani “iş verme, aş verme sistemi”ni bundan önceki yazımda anlattım; bu arada bize göre insan fıtratına/tabiatına uygun ve tabiî/doğal olanın “iş bulma, aş bulma sistemi” olduğunu hatırlattım.

Bizim önerdiğimiz “ADİL DÜZEN, ADİL EKONOMİK DÜZEN” insanlığın yeniden “İŞ BULMA, AŞ BULMA SİSTEMİ”ne geçmesini savunuyor.

Bunu başarmak için örgütlenmeye ihtiyaç vardır.

Bu örgütlenme nasıl sağlanacaktır?

Bunun için bizim önerdiğimiz sistem şudur. Siyasi kuruluşlar sadece kamu görevlerini yapsınlar; “yönetim” ile “ekonomi” birbirinden ayrılsın.

Siyasi partiler iktidar olsunlar, ülkenin savunmasını ve güvenliğini sağlasınlar.

Ekonomik kuruluşlar ise “KOOPERATİFLER”den oluşsun.

-BUCAKta “İşletmeler Kooperatifi” olsun;

-İLde “Genel Hizmetler Kooperatifi” olsun;

-ÜLKEde “İş Bulma Kooperatifi” olsun;

-İNSANLIKta “Araştırma Kooperatifi” olsun.

Kooperatifler siyasi kuruluşlara paralel oluşsun. Halk kendi işini ve aşını kendi kooperatiflerinde bulsun. Bu kooperatiflerin organize ettiği işletmeler yönetime üretimden pay olarak “vergi” versinler, yönetim de bu vergilerle kamu görevini görsün.

Bunların dışındaki “ilmî ve ahlâkî kuruluşlar” da bağımsız olsun, bunlara da kamu bütçesinden ayrıca pay verilsin.

***

SONUÇ olarak diyoruz ki; ülkemizde dört tip bağımsız kuruluşlar olsun:

İLMÎ, DİNÎ, MESLEKÎ VE SİYASÎ KURULUŞLAR.

-İlmî kuruluşlar “yasama” görevini;

-Dinî kuruluşlar “denetleme” görevini;

-Meslekî kuruluşlar “üretme” görevini;

-Siyasî kuruluşlar ise “bölüşme” görevini yüklensin.

Aralarında sağlıklı, dengeli, verimli ve adil bir işbölümü olsun.

Bunların tamamı devletin emrinde ve hizmetinde olsun.

Aralarında çıkan ihtilafları “HAKEMLERden oluşmuş bağımsız, yansız, etkin ve saygın YARGI” çözsün. Yargı kararlarını beklemeden doğacak aksaklıkları başkanlar çözsün; bucakta, ilde, ülkede ve insanlıkta başkanlar geçici olarak sorunları çözsün. Mağdur olanlar hakemlere gidip mağduriyetlerini gidersin.

***

AŞ BULMA SORUNUNU halka verdiğimiz “ÖN ÖDEMELİ SİPARİŞ KREDİSİ” ile çözüyoruz. Buna “SELEM KREDİSİ” diyoruz.

Halk peşin ödeyerek yıllık siparişlerini tüccarlara veriyor. Tüccarlar işyerlerine sipariş veriyor. Böylece halk kendi aşını kendisi bulmuş oluyor. Çünkü kredi halka veriliyor.

İŞ BULMA SORUNUNU ise “ÇALIŞMA/ EMEK KREDİSİ” ile çözüyoruz.

Emek sahibi işçi istediği işverene gidiyor. Orada çalışıyor ve ücreti istihkak ediyor. Ertesi gün gidip ücretini bankadan alabiliyor. İşveren borçlanıyor; ürettiği malı sattığı zaman kredisini kapatıyor. DİKKAT: Kredide “faiz” yok, cebrî “icra” yok, “haciz” yok...

Böylece krediyi çalışana yani emeğe vermekle hem çalışanın iş bulmasını sağlıyoruz, hem de işverene faizsiz kredi temin ediyoruz. Çünkü işçi yalnız “emek kredisi”ni getirmiyor, anı zamanda “ham madde kredisi”ni de getiriyor.

İşte Allah’ın ve ilmin bize öğrettiği “Adil Düzen, Adil Ekonomik Düzen” budur.

Düzenimizi beğenmeyenler “zalim düzen”de debelenmeye devam edebilirler.

Ne diyorduk; “Millî Görüş”süz ve “Adil Düzen”siz olmaz, olamaz...

 

 

2011 bütçesi de FAİZ ve RANTİYEye!..

Reşat Nuri EROL

Ekonomi penceresinden bakınca; ülkelerin ve dünyanın “ekonomi ve genel dengesi” bozulmuş durumda. Denge bozuk olunca “krizler” kaçınılmaz oluyor, artık “dengesizlik ve krizler” ile iç içe yaşıyoruz. Ancak, bize göre ülkelerin ve dünyanın bu duruma, bu krizlere dayalı dengesiz “zalim dünya düzeni”ne uzun zaman tahammül etmesi mümkün değildir.

Ülkemizde bugünlerde “Bütçe Görüşmeleri” var. Geçmiş dönemlerde parti liderlerinin, özellikle iktidar ve ana muhalefet liderlerinin saatler süren bütçe konuşmaları bir yıllık iktidar-muhalefet hesaplaşması şeklinde geçerdi. Meclis’in en hareketli, heyecanlı ve izlenmeye değer oturumları şüphesiz bütçe görüşmeleri olurdu. Bütçe görüşmeleri liderlerin bir anlamda liderliklerini tüm yönleriyle sergiledikleri oturumlar olurdu.

Sekiz yıllık iktidarın “ekonomi ve işsizlik karnesi” malum olunca, ayrıca meclisteki muhalefet partilerinin performansı bilinince; doğrusu halkın ve benim “iktidar-muhalefet açısından mevcut durumu değiştirecek” bir beklentimiz olamaz! Hattâ seçim sürecine girilmiş olması sebebiyle, 2011 yılındaki genel durumun ve “2011 Bütçesi”nin geçmiş yıllara nazaran daha kötü olacağı kesin gibi görünüyor...

Neden kesin gibi görünüyor?

Perşembenin (2011) gelişi çarşambadan (geçmiş yıllardan) belli değil mi?

Geçmiş sekiz yılda olanlar, dokuzuncu yılda olacakların habercisi değil mi?

***

BÜTÇENİN ÇOĞU FAHİŞ FAİZLERE!

2011 Bütçesi, AKP iktidarının 9. bütçesi; geçmişteki bütçeler bu bütçenin de ne olacağının habercisi: Fahiş faiz ödemeleri, büyük bütçe açıkları, “verginin de vergisi” dedirten aşırı vergiler ve zamlar, adaletsiz gelir dağılımı ve daha neler de neler!!!  Başbakan Erbakan’ın özlenen “Denk Bütçe” örneği bir yana, daha nice dengesizlikler…

“Millî Görüş gömleği” ve “Adil Ekonomik Düzen ceketi” olmaksızın; IMF ekonomi politikaları, Dünya Bankası ve AB taklitçisi anlayışlarla ancak bu kadar!

Bütçe açığı 30 milyar TL’nin çok çok üzerinde!..

Fahiş FAİZ giderleri 50 milyar TL’yi de aşacak!..

Yatırımlara ayrılan pay ise sadece 21 milyar TL!..

KAMU YATIRIMLARINA sadece 21 milyar ama FAİZE, SÖMÜRÜYE, SİYONİZME 50 milyar yani yatırımlara ayrılanın iki mislinden de fazla!

Bu bütçeyle yeni istihdam alanları ve işsizliğin çözümü çok geç bir bahara!

***

HASILANIN YÜZDE 92’si RANTİYEYE!

Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Arif Ersoy, “2011 Bütçesi” vesilesiyle bu ay başında yaptığı basın toplantısında önemli açıklamalar yaptı: “Evet, ekonomi büyüyor ama biz büyümeyi değerlendirirken artan nimetlerin kime gittiğine bakıyoruz, sofraya niçin yansıtılmadığı üzerinde duruyoruz. Nitekim 2003 ile 2010 arasındaki 7 yıllık süre içinde AKP döneminde, transfer harcamalarının sadece yüzde 8’i sosyal yardımlar olarak halka aktarılmıştır; burs, aile yardımı, tarımsal destek gibi. Bu 7 yıllık süreçte yapılan 532 milyar TL’lik transfer harcamalarının yüzde 92’si rantiyeye aktarılmıştır. Aynı özelliği 2011 yılı bütçesinde de görüyoruz.”

SONUÇ: “-Gelir dağılımındaki ADALETSİZLİK ve İŞSİZLİK sorunu kronikleşerek yine devam edecek... / -Ülke kaynaklarında YABANCILARIN PAYI artacak... / -İç ve dış BORÇ stoku ve FAİZLER yoluyla, BÜTÇE kaynaklarının önemli bir bölümü RANTİYEYE aktarılacak... / -Türkiye’ye sıcak para akını devam edecek... / -İthalat ve ihracat arasındaki makas giderecek artacaktır…”

Nice sonuçların sonu: 2011 BÜTÇESİ de öncekiler gibi FAİZ ve RANTİYEYE!..

Tekrar soruyorum: -“Millî Görüş”süz ve “Adil (Ekonomik) Düzen”siz nereye?!.

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3488 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2677 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2651 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2166 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2542 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2565 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2300 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2204 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2617 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2496 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 2005 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2362 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2311 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2459 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2455 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2416 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3066 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2689 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2684 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2765 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2972 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3048 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3448 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5510 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3570 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3096 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3885 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3736 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3443 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3896 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3853 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4134 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4667 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3986 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3870 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2882 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2969 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3975 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7762 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5643 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4197 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3599 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3740 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4760 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4477 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4770 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4690 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4846 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4571 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3420 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4494 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3646 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5198 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3874 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5185 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5047 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4958 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3565 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3496 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3707 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5194 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4224 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5456 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4104 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5292 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4489 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4444 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4597 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4790 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5345 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4134 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5283 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4548 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3864 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4413 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4615 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4147 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4121 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4105 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4560 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5673 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9865 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4675 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3726 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3876 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3369 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3404 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3762 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5727 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4265 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3462 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler