Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 586
MUHAMMED SÛRESİ TEFSİRİ -16-19.AYETLER
20.11.2010
1213 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 44 YILDIR ÇALIŞIYOR....2008...2009...2010

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜNYA DÜZENİ 586

“ADİL DÜNYA DÜZENİ III. BİN YIL MEDENİYETİ PROJESİDİR.”

“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 586. Hafta         20 Kasım 2010         Fiyatı: www.akevler.biz’e tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 586. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00-21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Gayemiz ve Hedefimiz: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır.    Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

***

 

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;

ORTAK YAŞAMA, ORTAK ÜRETİM-TÜKETİM,

“İSTANBUL MALA-MAL MAĞAZALARI” VE

BUNLARI YAPACAK BİR PARTİ

HAYRETTİN K.’nın KİTABI ve

“ADİL DÜZENE GÖRE CUMA”

***

 

*ÜSKÜDAR SEMİNERLERİ; 136. SEMİNER

Her Hafta PERŞEMBE akşamı; Adres: EMİNEVİMKısıklı Cad. No: 36  Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL  Tel: (0216) 444 36 46

SOHBET…  SEMİNER…  SORULAR-CEVAPLAR…

***

 

İnsan, inanç ve düzen

Sorun ve tek çözüm

Bu zulüm biter!

Hak, doğru, iyi ve ‘yeni medeniyet’

Reşat Nuri EROL

***

MUHAMMED SÛRESİ TEFSİRİ - 6

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ أَضَلَّ أَعْمَالَهُمْ (1) وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَآمَنُوا بِمَا نُزِّلَ عَلَى مُحَمَّدٍ وَهُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَأَصْلَحَ بَالَهُمْ (2) ذَلِكَ بِأَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا اتَّبَعُوا الْبَاطِلَ وَأَنَّ الَّذِينَ آمَنُوا اتَّبَعُوا الْحَقَّ مِنْ رَبِّهِمْ كَذَلِكَ يَضْرِبُ اللَّهُ لِلنَّاسِ أَمْثَالَهُمْ (3) فَإِذا لَقِيتُمْ الَّذِينَ كَفَرُوا فَضَرْبَ الرِّقَابِ حَتَّى إِذَا أَثْخَنتُمُوهُمْ فَشُدُّوا الْوَثَاقَ فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاءً حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا ذَلِكَ وَلَوْ يَشَاءُ اللَّهُ لَانتَصَرَ مِنْهُمْ وَلَكِنْ لِيَبْلُوَ بَعْضَكُمْ بِبَعْضٍ وَالَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَلَنْ يُضِلَّ أَعْمَالَهُمْ (4) سَيَهْدِيهِمْ وَيُصْلِحُ بَالَهُمْ (5) وَيُدْخِلُهُمْ الْجَنَّةَ عَرَّفَهَا لَهُمْ (6) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ (7) وَالَّذِينَ كَفَرُوا فَتَعْسًا لَهُمْ وَأَضَلَّ أَعْمَالَهُمْ (8) ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَرِهُوا مَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأَحْبَطَ أَعْمَالَهُمْ (9) أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ دَمَّرَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَلِلْكَافِرِينَ أَمْثَالُهَا (10) ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ مَوْلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَأَنَّ الْكَافِرِينَ لَا مَوْلَى لَهُمْ (11) إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَالَّذِينَ كَفَرُوا يَتَمَتَّعُونَ وَيَأْكُلُونَ كَمَا تَأْكُلُ الْأَنْعَامُ وَالنَّارُ مَثْوًى لَهُمْ (12) وَكَأَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ هِيَ أَشَدُّ قُوَّةً مِنْ قَرْيَتِكَ الَّتِي أَخْرَجَتْكَ أَهْلَكْنَاهُمْ فَلَا نَاصِرَ لَهُمْ (13) أَفَمَنْ كَانَ عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّهِ كَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهِ وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ (14) مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّتِي وُعِدَ الْمُتَّقُونَ فِيهَا أَنْهَارٌ مِنْ مَاءٍ غَيْرِ آسِنٍ وَأَنْهَارٌ مِنْ لَبَنٍ لَمْ يَتَغَيَّرْ طَعْمُهُ وَأَنْهَارٌ مِنْ خَمْرٍ لَذَّةٍ لِلشَّارِبِينَ وَأَنْهَارٌ مِنْ عَسَلٍ مُصَفًّى وَلَهُمْ فِيهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ وَمَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ كَمَنْ هُوَ خَالِدٌ فِي النَّارِ وَسُقُوا مَاءً حَمِيمًا فَقَطَّعَ أَمْعَاءَهُمْ(15)

 

وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ حَتَّى إِذَا خَرَجُوا مِنْ عِنْدِكَ قَالُوا لِلَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ مَاذَا قَالَ آنِفًا أُوْلَئِكَ الَّذِينَ طَبَعَ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ(16) وَالَّذِينَ اهْتَدَوْا زَادَهُمْ هُدًى وَآتَاهُمْ تَقْواهُمْ(17) فَهَلْ يَنْظُرُونَ إِلَّا السَّاعَةَ أَنْ تَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً فَقَدْ جَاءَ أَشْرَاطُهَا فَأَنَّى لَهُمْ إِذَا جَاءَتْهُمْ ذِكْرَاهُمْ(18) فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ(19)

 

وَمِنْهُمْ

(Va MiNHuM)

“Ve onlardan”

Buradaki “Ve” nereye atıftır?

“KeMen Hüve Halidün Fi’n-Nâr”daki “Men”e atıf olabilir mi?

O zaman bu cümle şöyle tercüme edilir: Cennettekiler ateşte halid kalacak kimse gibi midir? Bir de onlardan yani cehennemde kalacaklardan seni istima’ edenler vardır. Bu takdirde bu cümle yani isim cümlesi isim cümlesine atfedilmiş olur. Mübtedası mahzuf “KeMen” cümlesine atıf yapılmış olmaktadır.

Cehennemde halid olanlar arasında bir de münafıklar vardır.

Kur’an baştan beri mustakim sırat üzerinde olmayanları ikiye ayırmaktadır. Bunlardan birinci grup “mağdubun aleyhim” olanlardır, ikinci grup ise “dâllîn” olanlardır. Bakara Sûresi’nde de bu ayırımı yapmakta, bunlara isim olarak “münafık” adını vermektedir. Bunlar görünürde sizi dinlerler. Ancak sonra anlamadıklarını söylerler, ‘saçma, saçma’ derler ve sizinle istihza ederler. Kur’an bunları da onlardan saymıştır.

Türkiye’de iki grup muhaliflerimiz vardır.

Biri CHP gibi açık muhaliflerimizdir. Bunlar alenen İslâmiyet’e cephe almış, Cumhuriyet kurulduğundan bugüne kadar ısrarla ve alenen şeriata muhalefet etmişlerdir. Onlara göre Tanrı artık dünya işlerine karışmıyor! 1400 sene önce geldi ve gitti; selâmetler ola! Biz şimdi kendi aklımızla veya peşinde koştuğumuz Batılılar sayesinde varlığımızı koruyacağız!

Kimileri diyebilir ki; sen CHP’lilere iftira ediyorsun, onlar şeriata karşı değildirler, yani Allah’ın nizamına karşı değildirler.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yahut Genel Sekreter Önder Sav ‘ben şeriatçıyım’ desin, biz onlardan özür dileyelim.

İkinci grup ise; Demokrat Parti’den beri aynı izi sürdüren partiler vardır. Bunlar İslâmcı görünürler ama onlar da Halk Partisi (CHP) gibidirler, onlar da şeriatçı değildirler. DYP Genel Başkanı Tansu Çiller ne demişti; ‘Ben Milli Görüşçüleri “Adil Düzen”den uzaklaştırdım!’ Zavallı, “Adil Düzen”i kötüleyerek “zalim düzen”le ülkesini kalkındıracağını sanmıştı da şimdi nerededir?

İşte Kur’an bunları bir saymıştır. Şeriatçı olmayan ve dine karşı olan Halk Partisi (CHP) zihniyeti ile şeriatçı olmayan ama dine karşı olmayan Demokrat Parti (DP) zihniyeti arasında hiçbir fark yoktur. Kur’an’a göre bu böyledir.

Biz Halk Partilileri seviyoruz. Onlarla koalisyonlar yaptık.

Demokrat Parti geleneğinde olanları da seviyoruz.

Ama onlara hatırlatıyor ve diyoruz ki: Yolunuz yol değildir. Kâinatı Allah yaratmıştır. Bizi de O yarattı. O’nun düzeni dışında düzen yoktur.

O’nun düzenini biz Kur’an’dan öğreniyoruz.

Siz de müsbet ilimden öğreniyorsunuz.

Kur’an eğer Allah’ın sözü ise, sizin beyniniz de Allah’ın yarattığı ise, sonunda aynı sonuca varacağız demektir. Bize ilmen şeriatın yanlış olduğunu ispat ettiğiniz, hattâ ondan daha iyisini getirdiğiniz takdirde yanınızda olmaya hazırız.

Ama siz ‘başörtüsü yasağı’ gibi ne ilme ne mantığa uymayan dayatmanızla kendi ilminizi de inkâr ediyorsunuz. Bu küfürdür.

Kur’an’a uymadığınız için değil, ilme uymadığınız için siz bu dünyada mağlup olacaksınız, âhirette de cehennemlik olacaksınız.

Bu söz yalnız size değil; aynı zamanda bizden olduğunu iddia eden ama şeriata göre amel etmeyi zül kabul eden, müsbet ilmin verilerine uymayan kimseleredir. Onlar da sizinle beraber olacaklardır. Biz de müsbet ilme cephe alırsak, biz de sizden daha çok cehennem azabına müstahak oluruz.

مَنْ يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ

(MaN YaSTaMıGu EiLayKa)

“Onlardan seni istima’ edenler vardır.”

Evet, biz ne yapıyoruz?

Resulün yerine geçerek ilmin bize verdiği verileri insanlığa ulaştırmaya çalışıyoruz. Hatalar bizim, doğrular Kur’an’ın. Biz Kur’an’ın söylediklerini müsbet ilimle değerlendiriyoruz. Basit şeyler söylüyoruz.

Örnek olarak diyoruz ki: Bugün para Merkez Bankası’nın bastığı bir kâğıttır. Devlet olarak maliyeti sıfır gibidir. Bunu vatandaşa faizsiz verdiğimizde bize yaptığı işten vergisini öder. Bunun faizi nedir? Parayı az çıkarıyor ki zor bulunsun, sömürü sermayesi faizle para versin ve sömürsün! Yani, sömürü sermayesine halkı sömürten bizzat devletin Merkez Bankası’dır.

Eğer Merkez Bankası yeteri kadar para bassa, halk faizsiz parayı bulabilse, sermaye faizli sömürü parasını kimseye veremez, sömürü biter.

Sadece sömürü bitmez, bütün işletmeler faaliyete geçer ve işsizlik de biter.

Şimdi halk ve üretici sermayeye faiz ödemek zorunda olduğu için üretim yapamıyor. Yapsa, stoktaki malların faizini vermek zorundadır. Bu durum malları gün geçtikçe daha da pahalılaştırıyor.

Pahalılaşan mallar daha sonra hiç satılmıyor.

İcra kapıya dayanıyor…

Hacizler geliyor…

Ve iflaslar…

En sonunda intiharlar…

Şimdi bu açıklamamıza karşı bir fikriniz mi var?

Hayır!

Olsa cevap verirsiniz.

Ama ısrarla yanlışta ve bâtılda direniyorsunuz.

Evet, işte bundan dolayıdır ki cehennemliksiniz. Sadece Kur’an’a karşı geldiğiniz için değil; aynı zamanda ilme karşı geldiğiniz için, öğrenmek ve bilmek istemediğiniz için.

“İslâmiyet’e karşıyız, Kur’an’a karşıyız” diyenlere dediklerimizi; şimdi de “Ben Müslümanın ama şeriatçı değilim!” diyenlere diyor ve şöyle sesleniyoruz:

“-Sen Allah’a inanıyorsun da O’nun şeriatını nasıl reddediyorsun? Nasıl “Adil Düzen”e karşı oluyorsun? Kâinatın nizamına nasıl karşı oluyorsun? Bize diyebilirsin ki; kâinatın nizamı böyle değil, ilim öyle değil. Ama ben ilme karşıyım nasıl diyebilirsin! Şeriat nedir? Şeriat müsbet ilmin verilerine göre düzenlenmiş hukuktur, behey gafil!”

حَتَّى إِذَا خَرَجُوا مِنْ عِنْدِكَ

(XatTAy Eza PaRaCUv MıN GıNDıKa)

“Senin indinden huruc edinceye dek seni istima’ ederler.”

Yukarıda ve burada “Ke” harfi getirilmiştir.

Bu “Ke/sen” kimdir, bu kime hitaptır?

Bu sûre Muhammed Sûresi’dir, Hazreti Muhammed’e hitaptır. Ne var ki Hazreti Muhammed’den sonra onun görevlerini yüklenecek kimseler gelecektir.

Kimdir bunlar?

Nebilerin yerini alacak olan âlimlerdir. Kur’an ilimlerini ve müsbet ilimleri öğrenmiş müçtehitlerdir. Yani sizsiniz; Adil Düzen Çalışanlarıdır; Akevler camiasıdır.

Başka cemaatler yok mudur? Meselâ Bediüzzaman’ın talebeleri yok mudur?

Elbette onlar da bu çalışmaya katkıda bulunuyorlar. Ne var ki Gülen Cemaati Kur’an ve müsbet ilmi sentez eden çalışmaları bırakmış, imanda tarikatın edebiyat çukuruna batmıştır, ilimde de Batı’nın inkarcı gayyasına düşmüştür. Oysa Bediüzzaman’ın yolu, Batı’nın müsbet ilmini İslâm’ın nuru ile yıkadıktan sonra almak, tarikatı da Kur’an’ın elmasları ile ayıklamak suretiyle benimsemektir. Şeriatı namaz kılmaya indirgeyen tarikat ile dini kuru ibadetlere çeviren Batı’nın lâiklik anlayışından uzak bir yol tutulmuştur.

Evet, Gülen cemaatindeki kardeşlerimizi de hakka davet ediyoruz. Artık üniversitelerde eskimiş Batı safsatalarını okutmayın. Artık ışık evlerinizin vakitlerini de Cevşen okutarak öldürtmeyin. Üniversiteleriniz artık safsatadan ayıklanmış müsbet ilmi ve “Adil Düzen”i öğretsin. Işık evleri Risale-i Nurları yorumlayarak okumaya başlasın. Bizim Kur’an Seminerlerini de takip etmeye başlayın.

Hazreti Muhammed “nebi” idi ve “resul” idi. Nebiliği kendisinden sonra gelecek ilim adamlarına bırakmıştır. Yalnız kendisinin değil, bütün nebilerin görevi ilim adamlarına kalmıştır. Vahyin yerini içtihat ve icmalar almıştır.

Resul ise kabile başkanı, bucak başkanıdır. Her bucağın resulü vardır, imamı vardır. O, o bucak için resulün halifesidir. İşte buradaki “Ke” harfi ona hitap etmektedir. Ne var ki taşra bucakları savaşmazlar. İç güvenliği şa’b yani il merkez bucakları sağlarlar. Buradaki “sen” daha çok onlara yani il merkez bucak başkanlarına hitap etmektedir. Bu sûrede asıl muhatap olan kavmin merkez bucağının başkanıdır. Çünkü savaşma yetkisi onlara verilmiştir.

Bununla beraber yukarıda savaş anlatılmış, burada ise iç cihat anlatılmaktadır.

Buradan anlaşılıyor ki, tebliğ görevini nebilerden çok resuller yapacaktır. Yani ilim adamları ilim yapacak, başkan ise ilim adamlarının icma ettikleri hususları halka tebliğ edecekler, halkı ona davet edeceklerdir. Başkan kendi görevini yaparken de kendi içtihadı ile amel edecektir. Başkan toplantılar yapar. Bu toplantı açıktır. Necva (kapalı toplantı) İslâmî değildir. İstişarede yalnız mü’minler söz sahibidir. Mukarrebunlar başkanın çevresindedirler. Ama görüşmeleri herkes dinler. Başkan ‘Ey Nâs’ diye hitap eder. Bugün de böyle yapılmalıdır. Başkanın görüşmeleri televizyonda sürekli olarak yayınlanacaktır. Halk istediği zaman yerinden başkanın meclisini takip edecektir.

Başkan evde geçirdiği istirahat dışındaki bütün zamanlarını mescitte geçirecektir. Bu sohbettir. İcmaları anlatacak, nebilere orada söz verecek ve onların görüşlerini alacaktır. On bin hanelik bir bucakta bu çalışmalar sürüp gidecektir. Burası insanın kalbi gibi olacaktır. Taşra bucakları böyle çalıştıkları gibi il ve ülke merkez bucakları da böyle çalışır.

Burada “İzâ Haracû” denmiştir. Bunun anlamı; başkan sohbetlerini bitirir, ondan sonra herkes dağılır. Başkan da evine gider. “İzâ” gelmiş olması bunu ifade eder. Belli bir huruc vardır. “Hattâ Haracû” denmektedir.

“Semia” işitti demektir. “İstemea” da dinledi demektir. Siz bir şey söylersiniz, o duymuş olur. Bu semiadır. Ama o eğer sorar veya başka bir sebeple kendisi duymak isterse, buna da “istima’” denir. Mescide gelirler, bir şeyler duymak isterler, öğrenmek isterler. Ama beğenmedikleri şeyleri anlamamış olurlar.

قَالُوا لِلَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ

(QAvLUv LilLaÜIyNa EUvTuv elGıLMa)

“Kendilerine ilim verilenlere dediler.”

Burada “kendilerine ilim verilen kimseler” denmektedir. Bu ilim verilenler maruf kimselerdir. Verilen ilim de maruftur. Bunun için “âlimin” denmemiştir. Yine burada ilmin verilmesinden bahsediyor, “Ellezîne Alimu” denmiyor. “Ellezîne Alimu” dense, sadece bir şeyi bilen demektir. Oysa burada ilim verilmiştir. Bir bilgi değil, genel bilgidir. Salât (namaz) için nasıl “ikame” kullanılırsa, burada ilim için “îtâ” kullanılmıştır. Burada âlim olan teker teker kişiler değildir, bir gruba birden ilim verilmiştir. Çünkü verilen ilim bir tanedir, verilenler ise çoktur.

O bir tane ilim nedir?

Şimdi biz yorum yaparken burada ilmin müfret ve marife olmasını esas alarak yorumlayacağız. Başkanın yanından çıktıklarında bu sözleri söylüyorlar. O halde mescitte başkanın dışında bir yer vardır. Burada kendilerine ilim verilenler bulunur. Mescitlerde imamın gelip oturduğu yer olacaktır. İsteyenler o bölüme girip başkanın sohbetine katılacaklardır. Orada mukarrebun olmayanların söz hakkı yoktur. Diğerleri dinlerler ve ayrılırlar. Televizyonla yayınlanan bölüm burası olacaktır. Mescidin dışında imamın bulunduğu yerin hemen önünde nebilerin bulunduğu, yani âlimlerin bulunduğu yer vardır. Orada ilmî tartışmalar olur. Burada başkanlıktaki vakar yoktur. İnsanlar tartışır, karşı fikirler söylerler. Londra’daki Hayd (Hyde) Park gibidir.

Bunları “İzâ” ve “Ellezîne” ile “İlim” kelimelerinden öğreniyoruz.

Hattâ başkan da imamlık bölümünden çıkıp buradaki nebilere katılır. Burada tartışma serbesttir. Başkan böylece istişare etmiş olur. Nasıl namaz kılarken imama tâbi oluyoruz, ayrıldıktan sonra artık nasıl imamlığı bitiyorsa; imam imamlık bölümünden çıktığında artık bir nebidir, yani âlimdir, konuşulanları tartışır.

Madem ki bunlar belli kimselerdir; bunlar kimlerdir?

İşte içtihat burada gerekiyor.

Allah bize belli olduğunu harfi tarifle bildiriyorsa ama kim veya ne olduğu belirtilmiyorsa, bizim onu tarif ve tayin etmemiz gerekir demektir.

-Taşra bucaklarında “ehl-i zikr” olanlar,

-İllerde “fakih” olanlar,

-Ülkede ise “rasih” olanlar “nebi”dir.

Bakınız, yine Kur’an’ın kelimelerini/kavramlarını kullandık.

Bunlar nasıl seçilecektir, kim ‘sen rasihsin, sen fakihsin’ diyecek?

Kur’an nebi ve resullerin kendilerinden gönderildiğini bildirmektedir; “Sizden olan ulu’l-emre itaat edin.” demektedir. O halde “bizden olması” demek onunla mübayaa ettiğimiz kimse olması demektir.

Kur’an biatten de bahsetmektedir. O halde nebiler yani âlimler biat yoluyla oluşacaktır. Medine Sözleşmesi’ndeki gibi biat ile oluşan kabile reisleri nebi olacaktır. İlmî dayanışma ortaklıklarının başkanları nebi görevini göreceklerdir.

İmamın bölümünden çıktıklarında orada bulunan âlimlerle sohbet ederler ve onlarla içeride geçen konuşmaları tartışmaya başlarlar.

Biz burada imama kulak verilmesinden bahsettik, oysa necvanın meşru olmadığını söyledik. Eğer girme serbestse, yani isteyen kapıyı açıp giriyorsa, orası açık demektir. Orada necva yoktur. Kadınlar da yabancı erkeklerle kapalı yerde bulunmazlar. Kapısı kilitli olmayan, isteyen istediği zaman bir yerden izin almadan ve kapı çalmadan girilebiliyorsa, orası açık alandır, yani kamu alanıdır. Orada necva yoktur, halvet yoktur.

Halk ise nebilerin yani âlimlerin bölümü dışında bulunur. Orada da başkanın görüşmelerini takip ederler. Nebiler bölümünde televizyon canlı yayını bulunmaz.

Görülüyor ki, bazı hükümleri biz istihsanla tamamlıyoruz. Bütün müçtehitler böyle yapmışlardır. Köşe başlarına Kur’an’ın âyetlerini dikmişler, aralarını akılla en kısa yoldan olmak üzere kendileri istihsanla koymuşlardır.

İspatsız konan bu hükümler yerine her müçtehit ayrı ayrı çözümler üretir.

İşte mezhepler böyle doğar.

Halk da kendisi için uygun olan müçtehidin içtihatlarına göre amel eder.

مَاذَا قَالَ آنِفًا

(MAv ÜAv QaVLa EAvNıFan)

“Anifen ne kavl etti derler.”

Bu ifadeden anlaşılıyor ki içeride iken nebilerle yani âlimlerle girmişlerdir.

Başkanla görüşmek isteyen önce nebilerden birisi ile görüşecektir. O kişiyi veya kişileri resule (başkana) nebiler (âlimler) götüreceklerdir. Eğer görüşenler heyetse, o zaman nebilerin de birkaç tane olması gerekir anlamı çıkmaktadır. Çünkü içerde olanlara çıktıkları zaman söylemektedir. “Anifen ne dedi” demiş olması, onlar da o söylenenlerden haberdardır demektir.

“Enf” burun demektir. “Biraz önce” anlamına “anif” kullanılır. Burada söylediklerini anlamadıklarını ifade etmektedir. İnsanlara anlattıktan sonra eğer söylediklerini kabul etmek istemezseler, anlamadıkları anlamında ‘ne dedi’ derler.

Biz “Adil Düzen”i anlattığımız zaman çoğu anlamıştır. Çünkü anlaşılmayacak bir şey söylemiyoruz. Hakemler yerine hakimleri savunmanın hiçbir makul tarafı yoktur. Hakemlikte anlaşılmayacak bir şey yoktur. Devletin içinde hukuk birliğini sağlamak için ancak ehliyetli olanların hakem olması şartını getirebiliriz. Hukuk fakültesini bitirmiş, staj yapmış kimseler hakemlik yapabilir diyebiliriz. Ondan sonda bakanlığın atadığı hakimlerden tarafların seçtiği hakemler arasında doğru hükmetmek için ayrıcalık yoktur. Aksini yapmak bakanı tanrı kabul etmedir. Bu şirktir. Oysa hakemleri taraflar seçerlerse yargı bağımsız, tarafsız, etkin ve saygın olacaktır.

Hakim ile hakem arasında bu kadar büyük fark olduğu halde, bunu bir türlü benimsememeleri anlamadıklarından dolayı değildir. Babalarının yaptıklarını taklit etme dışında bir günlerinin olmaması zavallılığıdır.

Bir kimseyi dinlerken önce onun ne söylediğini anlayacaksınız. Kendinizi onun varsayımları içine koyacaksınız. İneğe tapan biri ile tartışırken bilmelisiniz ki, o sizin Kâbe’deki Hacer-i Esved taşını selamlarken taşıdığınız mantığı taşımaktadır. Ona göre Allah ineği ona saygı göstertmemiz için yaratmıştır. Siz onun mantığını esas akacaksınız, varsayımlarını esas alacaksınız.

Peki, bizim Hacer-i Esved ile inek arasında ne fark var?

Hacer-i Esved’e el sürmede bir zarar mevcut değildir. Ama ineklere saygı sokakları pisletiyor. Hacer-i Esved’in faydası vardır. Bütün hacılar aynı taşa el sürerlerse bütün hacılar birbirleri ile tokalaşmış olurlar. Birbirlerine mikroplar aktararak aşı olmuş olur, bağışıklık kazanırlar. Ayrıca bu taş tektir. Tüm insanlar onun etrafında toplanmışlardır. O halde inek tanrı olur mu gibi bir sözle cevab verilemez. İneğe tanrı olduğu için değil, Tanrı onda tecelli ettiği için tapmaktadır.

“Her söze kulak verirler”in anlamı budur.

“O ne demek istiyor!” diyeceksen, yanında diyeceksin diyorlar.

Kendilerine tartışma teklif ettiğimiz kimseler bundan kaçınmakta, ondan sonra gizli gizli “Adil Düzen” aleyhinde bulunmaktadırlar!

أُوْلَئِكَ الَّذِينَ طَبَعَ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ  

(EuLAvEiKa elLaÜIyNa OaBaGa elLAHu GaLAv QuLUvBıHıM)

“Onlar Allah’ın kalblerine tab’ ettiği kimselerdir.”

Onlar, yani senin yanına gelip dinleyenler, ayrıldıktan sonra ilim sahiplerine ‘demin ne dedi’ diyenler, işte onlar öyle kimseledir ki Allah onların kalplerini tab’ etmiştir.

Burada “Ellezîne” getirilmiştir. Yani bunlar belli kimselerdir.

Bugün “Adil Düzen”i kabul etmeyen, ‘demin ne söyledi’ diyenler kimlerdir?

Evet, korkunçtur, üzücüdür ama CHP’liler tam karşıdırlar.

Buna karşılık Demokrat Partililer karşı değilmiş gibi görünürler ama söylenenleri anlamamakta ısrar etmektedirler.

Asıl üzücü olan “Adil Düzen”i anlamak istemeyen Millî Görüşçülerdir, yani AK Parti ve Saadet Partililerdir.

Bizden kimler ayrıldılar?

Turgut Özal ayrıldı. Gülen Cemaati ayrıldı. Abdüllatif Şener ayrıldı. Numan Kurtulmuş ayrıldı. Şimdi Saadet Partisi’nde olanlar da Akevler’e karşı cephe almış, partiyi toptan dalalete götürmek istemektedirler.

İşte, duydukları halde “Adil Düzen”i kabul etmeyenler bizden olanlardır.

Kalblerin tab’ edilmesi” ne demektir?

Bilgisayarda çalışanlar bilirler, bilgisayar çalışırken birden kilitlenir, artık onun üzerinde bir şey yazamazsınız. Sadece okunan dosya olur.

İnsanın kalbi yani beyni de bir bilgisayardır. Allah çalışmasını durdurur, artık o bir türlü  söylenenleri anlamaz. Buradaki “Allah” kelimesinden âlemlerin rabbi değil de Allah’ın halifesi olan topluluk anlaşılabilir.

Bundan önceki “Allah” kelimesi ile âlemlerin rabbinden bahsetmiştir. Allah insanları dört ırmaklı cennete idhal edecektir deniyordu. Burada bu manâyı vermemiz bunun lafzen iade edilmiş olmasıdır. Arada çok başka kelimeler geçince, ondan da iade etmiş olabilir. Dolayısıyla her iki manâ da doğrudur diyebiliriz.

Bize şimdi burada topluluğun insanların kalplerini mühürlediğini ifade etmiş olur. Topluluk tutucudur, her yeniliğe karşı direnir. Buna da ihtiyaç vardır. Her yeniye evet denirse, o zaman mide zehirlerle dolar. Getirilen yeninin önce bedene uyması gerekir. Sonra da ileri hamle yapmalıdır. Yenilik getirenlerin de yenilik için mücadele vermesi gerekir. Bu mücadeleyi verenler zor iktidar olurlar. Eyyamcılar hemen günün havasına uyar, yenilikleri bozarlar.

İşte, Adil Düzenciler iyi çalışsınlar, getireceklerini iyice anlasınlar diye Allah onların kalblerini mühürlemiştir. Topluluk onlar tarafı olmamaktadır, onlara oy vermemektedir. Bu kalblerin mühürlenmesinin başka sebebi vardır. Sahte Adil Düzenciler ayıklansın diye böyle yapılmıştır.

Millî Görüşçülerden yakın tanıdığım isimler vardı. Adil Düzene alternatif anayasalar ürettiler ama bizimle tartışmadılar. Şimdi bakıyorum, Numan tarafı olmuşlardır. Çok sevdiğim biri vardı. Onların içinde listede adını görmedim, sevindim.

İşte bu ayıklamaların olabilmesi için topluluk gerçek Adil Düzencilere oy vermez, AK Parti’ye verir. AK Parti’ye özenen Saadetçilerden bir grubu ayırıp gönderir. Böylece parti “Adil Düzen”e yaklaşmış olur.

Saadet’te kalan daha çok gidecekler vardır. Erbakan bunlardan ayrılamıyor. Seçimde yüzde birlere düştüğü zaman Erbakan inşaallah uyanır.

Akevler’in Allah rızası için olan yardımını kabul etmeyenler Allah’ın nusretini kabul etmemişlerdir. Başaracaklarını sananlar yanılıyorlar.

Türk ulusu 60 yıldan fazladır hep partileri deniyor. İnsanlığa gösteriyor ki “Adil Düzen”den başka, İslâm düzeninden başka, şeriat düzeninden başka bir yol yoktur.

Türkiye Cumhuriyeti tarihi göstermiştir ki “Adil Düzen”den başka, Hak düzeninden başka, İslâm düzeninden başka, şeriat düzeninden başka bir kurtuluş yolu yoktur. CHP dine karşı uygulamadan vazgeçip Demokrat Parti’nin dine karşı yumuşayan siyasetini denedi.

S. Demirel geldi; dine evet ama şeriata karşıyız sloganı ile işe başladı.

T. Özal geldi; şeriata da karşı olmadı.

N. Erbakan geldi; “Adil Düzen”i getirerek dünyaya yepyeni çıkış yolu gösterdi.

Sonra M. Yılmaz hükümetleri, B. Ecevit hükümetleri silah zoru ile denendi, olmadığı görüldü.

Millî Görüşün gömlek çıkaran ikinci versiyonunu yani AK Parti’yi uyutarak getirdiler; onunla da olmadı.

Şimdi de Numan Kurtulmuş’a oynuyorlar.

Bütün bunlar “Adil Düzen”e adım adım yaklaşmadır.

“Adil Düzen”i, İslâm düzenini, Hak düzenini, şeriat düzenini Erbakan ortaya koydu. Allah o görevi ona verdi. Bunu sindirememek demek, Allah’ın takdirini sindirememek demektir. “Adil Düzen”den bir karış ayrılanlar hüsrandadır.

Hiç kimsenin en küçük şüphesi olmasın. Gününü beklemektedir.

“Doğacaktır sana vaadettiği günler Hakk’ın, /

Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın.”

وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ(16)

(Va itTaBaGUv EaHVAvEaHuM)

“Hevalarına tâbi oldular.”

İnsanda akıl vardır, nefis vardır. Aklıyla insan doğru yolları bulur. Allah’ın indirdiği hakka kulaklarını tıkayanların Allah akıllarını çalıştırmaz hâle getirir ve onlar duygularla hareket ederler. İktidar hırsına kapılırlar.

-Paraları olursa kurtulacaklarını sanırlar!

-Malları olursa kurtulacaklarını sanırlar!

-Oyları olursa artık onlar güvendedirler!

Oysa bunlar sadece dünya metasıdır.

Bir taraftan boş şeylerin onlar için kurtuluş olacağını sanır, yahut da balonlardan korkarlar, şişirmelerden korkarlar. Böylece hevalarına ve boş kuruntularına kapılırlar.

Biz bunları günlük hayatımızda hep yaşamaktayız.

Burada önce dalâlette olanlardan bahsetmektedir.

Burada şunu unutmamamız gerekir. Bizim cephede olanların hep iyi olduğu sanılmamalıdır. Onlar içinde ne münafıklar vardır. Karşı tarafta olanların hepsinin de kötü olduğu söylenemez. Onların içinde nice samimi insanlar vardır. Şimdilik kanaatleri gelmediği için direnmektedirler. Hakkı öğrendiklerinde bizim yanımızda yer alacaklar, bizden daha çok “Adil Düzen”e hizmet edeceklerdir.

Zaten bu sûre iki tarafı da anlatmakta ve akıbetlerini söylemektedir. Onların varlıklarını tanımakta, ortadan kaldırılacaklarını söylemektedir.

***

وَالَّذِينَ اهْتَدَوْا

(Va elLaÜIyNa iHTaDaV)

“İhtida edenler ise.”

Yukarılarda “Ellezîne Âmenû” olarak tanımlamıştı.

Şimdi burada “Ellezîne ihtedev” demiştir.

Bunlar birinciler değildir.

Yukarıda bahsedilen kimseler “Adil Düzen” mücadelesini yapmış olanlardır. Onlar müsbet ilimleri öğrendiler, onlar beyan ilimlerini öğrendiler, ondan sonra Kur’an’dan içtihatla hükümler çıkardılar, ilimle ve hikmetle kontrol ettiler. Bunları halka arz ettiler.

Halk önce iki gruba ayrıldı.

Kimileri karşı çıktılar ve “Adil Düzen”e karşı savaş açtılar. Kimileri ise baştan reddetmediler ama iş uygulamaya gelince direnmeye başladılar.

Bir kısmı ise kabul ettiler ve Adil Düzencilerin yanında yer aldılar. Bunlar ihtida edenlerdir, yani bizim Müslim dediğimiz kimselerdir. 

Burada işte bunlardan bahsetmektedir.

Yani bunlar yenilik için, inkılap için cihat yapmadılar ama karşı çıkıp direnmediler. Sonra hidayet yolunu tuttular.

Bunların durumu ne olacaktır?

İhtida etmek” demek, hidayeti istemek, kendini hidayete koymak demektir.

İhtida etme” içtihat yapma manâsına da gelir. Hidayeti arama demektir.

Yani “Adil Düzen”i arıyorlar. Her söze kulak veriyorlar. İşte onların hidayetlerini artıracaktır.

زَادَهُمْ هُدًى

(ZAvDaHuM HuDAn)

“Onların hidayetlerini ziyade yapmıştır.”

Burada ziyade yapan, kalblerini mühürleyen Allah’tır. Yapan Allah aynı manâda olan Allah olduğu için zamir göndermiştir.

Hidayete yöneldiğiniz zaman âlemlerin Rabbi olan Allah size daha fazla hidayet verecektir. Ayrıca zamanla topluluğun desteği ortaya çıkacaktır.

Buna en uygun örnek Türk milletidir. Türk milleti hemen iktidar değiştirmektedir. Demokrat Parti kahir ekseriyetle iktidar oldu. S. Demirel iktidar oldu. T. Özal birden büyük ekseriyet aldı. AK Parti kısa zamanda ekseriyet aldı. Aynı ekseriyeti Saadet Partisi elde edemedi ama bunun sebebi vardır. 1980 müdahalesi olmayıp Mamak’a gidilmeseydi “Adil Düzen” doğmazdı. Allah insanların hatalarını düzeltmesi için onları sıkıntıya sokar.

Hidayetin artırılması nelerdir?

Türk milleti hidayete devamlı yaklaşmıştır.

Cumhuriyet oluştuktan sonra önce Mustafa Kemal’in inkılapları gelmişti.

Sonra İnönü geldi, inkılapların eski sertliği yumuşadı.

Menderes İslâmiyet’e İnönü’den daha yakındı.

Sonra ihtilal oldu. Demirel geldi. Demirel de İslâmiyet’e yakındı.

Sonra Ecevit ile Erbakan’ın koalisyonu geldi, Türkiye daha çok İslâmiyet’e yaklaştı.

Sonra Evren geldi, Erbakan’ın yapamadıklarını yaptı.

Sonra T. Çiller ile koalisyon yapıldı, İslâmiyet’e daha çok yaklaşıldı.

Şimdi de AK Parti iktidardadır…

Demek ki seksen senedir Türk halkı ihtida etmekte, Allah da onların hidayetini artırmaktadır.

Şimdi ne olacaktır?

Bu seçimi AK Parti kazanacak, daha beş sene AK Parti iktidarda olacak, Tayyip Erdoğan daha da İslâmiyet’e yaklaşmış olacaktır. Kendisine tebliğ ulaşacak ve “Adil Düzen”e karşı olmasından dolayı tevbe etse de bir sonuç elde edilemeyecektir.

Sonra ne olacaktır, yani AK Parti’nin bir dahaki iktidarı ne olacaktır?

Madem ki Türk milleti ihtida ediyor, daima hak partilerine daha fazla oy veriyor; Allah da onların hidayetlerini artıracak ve daha çok “Adil Düzen”e yaklaşacak kimselere oy verecektir.

Bu hangi partide olacaktır?

Yapılması gerekeni mevcut partiler mi yapacak, yoksa yeni parti mi kurulacak?

Bunu bilmiyoruz.

Tekrar edelim ki; Türkiye kanlı da olsa kansız da olsa “Adil Düzen”e gidecektir.

Şimdiki gidişe bakılırsa kansız olarak gidecektir.

Tekrar hatırlatalım; bu kanı “Adil Düzen” akıtmayacaktır. Biz uzakta olacağız. Karşımızda olanlar birbirini yiyecektir.

20’inci yüzyılda kanı dindarlarla dinsizler akıtmadılar; mağdubun aleyhim olan sosyalistlerle dâllîn olan kapitalistler içinde aktı.

 

وَآتَاهُمْ تَقْواهُمْ(17)

(Va EAvTAyHuM TaQVAvHuM)

“Onlara takvalarını vermiştir.”

“Hidayet” nedir, “takva” nedir?

“Hidayet” topluluğun düzenidir, “Adil Düzen”in kendisidir.

Takva” ise kişilerin kendi kurtuluşlarıdır.

Yani hidayet yönetimse, takva dindir.

Bize göre dinin Kur’an’daki karşılığı takvadır. Takvayı dilimizde yanlış olarak kullanıyoruz. Din düzendir. Takva dindir.

Bugünkü Türk halkı takvasını rahatlıkla yapabilmelidir.

Nedir o takva?

İnsanın yalan söylememesi, hile yapmaması, evlilik dışı ilişkilerde bulunmaması, içki içmemesi, kumar oynamaması, zevk ve eğlenceye dalmaması, sözünde durması gibi özelliklerdir. Bugün insanlar bu takvalarına ulaşamıyorlar, çünkü düzenin bozuk olması insanları ahlâksızlığa götürmektedir.

Bugün tartışma vardır. Düzen düzeldiği zaman mı ahlâk düzelir, yoksa ahlâk düzeldiği zaman mı düzen düzelir. İnsanlar başımıza gelenlerin çoğunun ahlâksızlıktan ileri geldiğini zannederler, oysa düzen bozuk olduğu için ahlâksızlık olur. Ne var ki iyi düzeni getireceklerin ahlâklı insanlar yani muttaki olmaları gerekir. O halde iki türlü muttaki var. Bunlar kötü düzende de ittika etmektedir. Bunlar Hak için cihad edenlerdir. Bunlar evvelundur, mukarrebundur, sabikundur. Düzeni bunlar kurarlar. Kuranlar mü’minler, devam ettirenler muttakilerdir.

***

 

فَهَلْ يَنْظُرُونَ إِلَّا السَّاعَةَ

(FaHaL YaNJuRUvNa EilLa elSAGaTa)

“Saatin dışında bir şey mi bekliyorlar.”

Buradaki “Fa” harfi yukarıda belirtilen istima’ edip inanmayanlarla ihtida edenlerin durumunu tafsil eden açıklamadır. “Hel” kelimesi ile “Kad” manâsına gelir, yani olacaktır, hemen olacaktır demektir.

Bugünkü durum göstermektedir ki “Adil Düzen”in daha iyi anlaşılması için zamana ihtiyaç vardır. Hayrettin Karaman bin sahifelik bir kitap yazmış. Cuma konusunu kitaptan okudum. Yazar bir fıkıh tarihçisi olarak çok şey anlatmış. Ne var ki fıkıhçılar da H. Karaman da Cuma’nın ne olduğunu fehm edememiştir. Kur’an’ın çağımızın fıkhını anlatan dilini bilememişler. Böyle bir topluluğa “Adil Düzen” gelemez. “Adil Düzen”in gelmesi için Kur’an’ın ona göre yorumu yapılmalıdır.

Bu yorum belki de bütün dünyada yalnız Akevler’de yapılıyor.

Adil Düzen Çalışmaları ne zaman yaygınlaşır, karşı olsun olmasın herkes onunla ilgilenmeye başlarsa, işte o zaman saat gelmiş olacaktır. Bu ilgilenme doğmadan yani “Adil Düzen” topluluk tarafından tartışılmadan “Adil Düzen” gelmez.

Bunu bilen tekel sömürü sermayesi ve onun taraftarları “Adil Düzen”in tartışılmasını önlemeye çalışmakta, bunu da fazlasıyla başarmaktadır.

Millî Görüş camiasına halk “Adil Düzen”i anlat diye para veriyor, gazete çıkartıyor, televizyonu emrine veriyor, gençlik derneği oluşuyor. Ama ses seda yok! Reşat Nuri Erol’un yazıları zar zor kısmen yayımlanabiliyor.

Demek ki saat bekleniyor...

Burada şunu belirtelim ki, bugün Türk topluluğu “Adil Düzen”i tartışmıyorsa, bunun tek sebebi bizim henüz hazır olmuş olmamamızdır. Biz ne zaman Adil Düzen Çalışmalarımızla hazır hâle geliriz, o andan itibaren topluluk “Adil Düzen”i tartışmaya başlar ve kısa zaman sonra beklenen saat gelmiş olur.

Nazar etmek” anlamak anlamında olduğu gibi beklemek anlamındadır.

Nazar etmek” demek, bir şeyi görmek için araştırmadır, gözle taramadır. Bunu mekan içinde yaparsanız bu bir nazardır. Bu göz atmayı zaman içinde yaparsanız o da nazar olur. Beklediğiniz yolcunun yolunu gözlemek nazardır. Olacak olan olayın olmasını beklemek de nazardır.

Şimdi dünya “Adil Düzen”i bekliyor...

Evet, Kur’an, bugünkü müsbet ilimlere göre yorumlanacak...

“Adil Düzene Göre İNSANLIK ANAYASASI” insanlık tarafından tartışılacak ve uyanlar uyacak, uymayanlar helâk olup gidecek…

İşte insanlık bu saati, “Adil Düzen”in iktidar olma saatini bekliyor...

“Saat” burada marife gelmiştir.

İnsanlık belli bir saati bekliyor...

“Adil Düzen”in iktidar olma saatini bekliyor…

Kur’an düzenini, şeriat düzenini, Hak düzenini, İslâm düzenini bekliyor...

Batı diliyle, Batı literatürüyle, Batı kavramlarıyla söylersek; insanlık hicret demokrasisini, zorlamasız lâik düzeni, dünyanın kira payının bölüşülmesine dayanan sosyal düzeni, sözleşmelerin hakim olduğu liberal düzeni bekliyor...

Beşyüz yıldır insanlık bunun hazırlığı içindedir.

Bir asırdan beri bunun savaşları verilmektedir.

2000 yılının başlangıcı nedir bilir misiniz?

Ecevit iktidarının iflas ettiği yıldır. Anayasa’nın fırlatıldığı yıldır. Cumhurbaşkanı A. N. Sezer’in bile dayanamadığı yıldır.

III. bin yılın başında artık hazırlık sona erdi.

Şimdi saate doğru süratle gidiyoruz...

Demek ki saatin marife olmasını “Adil Düzen”in gelmesi ile izah edeceğiz. Mekke’nin fethine benzer. Saat kelimesinin getirilmesi bu inkılabın âni olacağını, günün bir saatinde olacağını ifade eder.

Saat nasıl gelir?

Bir gün sabah kalkarsınız, gür bir ses radyodan ordunun yönetime el koyduğunu bildirir. Bir saat içinde her şey değişmiştir. Mevcut iktidar gitmiş, yeni iktidar gelmiştir.

“Adil Düzen” meşru yollardan iktidar olacaktır. Önce halka “Adil Düzen”i anlatacak ve inandıracaktır. Sonra siyasi partiler bir araya gelecek ve “Adil Düzen” iktidar olacak. Ama iç ve dış güçler bunu sindiremez, meclisi zorlayabilirler. İşte o zaman Türk ordusu ortaya çıkar ve bir saatte iktidar değişmiş olur.

Yahut asker de ‘bana ne’ der, Kırgızistan’da ve Gürcistan’da olduğu gibi çapulcular yönetime hakim olurlar.

Bunların hepsi saattir.

“Adil Düzen” ise adım adım, sindire sindire gelir. Bir saatte gelmez.

Saatler onu iktidar yapmaz.

Hicret edilmiş, Bedir kazanılmış, Uhud kazanılmış, Hendek kazanılmış, Mekke fethedilmiş; İslâmiyet böyle gelmiştir.

Türkiye’de de adım adım böyle geliniyor...

“Adil Düzen” iktidar olduktan sonra Hulefa-i Raşidin devri gelecek, fakihler dönemi gelecek, diğer dönemler gelecek...

III. bin yıl böylece kendi uygarlık merhalelerini geçecektir.

 

أَنْ تَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً

(EaN TaETiYaHuM BaĞTeTen)

“Saatin bağteten gelmesini bekliyorlar.”

“Ba’s” aniden ortaya çıkıp saldıran hayvan demektir. Sonra “T” ile ansızın, aniden anlamlarına gelmiştir.

Beğiy” boğa demektir. “Y” “T”ye dönüşmüştür ve boğanın ani saldırısından dolayı ani oluşa “Beğt” denmiştir.

Saat birden gelecektir. Tedrici gelmeler saati getirmez, saatin gelmesini hazırlar.

Sultanların iktidarı cumhuriyetle bitmiştir. Halk ancak ondan sonra ondan ümidini kesmiştir. C. Hak Partisi’nin (CHP) iktidarı hâlâ bitmemiştir. Demokrat Partililer (DP, AP, DYP) iktidara gelirler ama bir türlü muktedir olamazlar, iktidarları C. Halk Partisi’nin gölgesinde devam eder. K. Evren gelmiş, partileri kapatmakla bu iktidarı bitirmek istemiştir. Ama sonra toparlanmıştır; bugün hâlâ devam etmektedir. D. Baykal gitti ama C. Halk Partisi yerindedir.

İktidar bağteten değişir.

Şimdilik değişme yoktur.

Hiçbir inanmış veya inanmamış insan AK Parti’den korkmamaktadır.

F. Gülenciler devleti işgal ettiler deniyor. Bunlardan bana yakınlık gösteren görevliler vardır. Bunlar hüviyetlerini gizlemektedirler.

İslâmiyet’in hakimiyeti Mekke Fethi’nden sonra olmuştur. O zamana kadar herkes küfrün şerrinden korkmaktadır. Mü’minler kimseye zulmetmedikleri için onlardan hiç kimse korkmaz. Halk zalimlerden korktuğu için hep onlardan görünür. Şimdi doğuda PKK hakimdir. Bu halkın PKK’lı olmasından ileri gelmemektedir. Devlet onlara zulmetmiyor, hukukunu koruyor. Oysa PKK eşkıyalık yapıyor. Ama PKK’nın korkusundan ondan görünmektedirler.

İşte, Kur’an’a göre onların iktidarı bir saatte sona erecektir.

Bu Mekke fethi gibi olabilir.

Bugün sermaye hakimiyeti vardır. Tüm dünya sömürü sermayesinden korkmaktadır. Örnek olarak, sermaye dünyayı cahil bırakmak için çeşitli tedbirler alır. Önce profesörlerin maaşlarını düşük tutturur. Sonra sermaye onları çeşitli imkanlarla refah içine sokar. Bir profesör onların istediklerini yapıyorsa refah içindedir. Sermaye istediği zaman o imkanları keser ve onu sefil edebilir. Sermayenin profesörlerden istediği şudur. Siz çalışın, bilgi toplayın ama sakın hâ siz düşünmeyin, yeni bir şey bulmayın, yeni bir fikir ileri sürmeyin! Bizim elemanlarımız vardır, onlar size ne söyleyeceklerinizi ve ne okutacaklarınızı söyler, onu yaparsınız! Bunu bilinç altında bilen profesörler yeni fikirlere kapalıdırlar. Doktor mu olacaksınız, doçent mi olacaksınız, İngilizceyi öğrenin, sermayenin söylediklerini ezberleyip anlatın! Böyle yaparsanız refah içinde olursunuz, yoksa sürünürsünüz.

İşte bunu yapmayan Süleyman Akdemir doçent bile olamamıştır. Ama bunu çok iyi bilen Prof. Ergun Özbudun ile Prof. Zafer Üskül, bugün R. Tayyip Erdoğan’ın has adamlarıdır! Çünkü sermaye böyle istiyor. Erdoğan onları sevdiği için değil, onlardan korktuğu için böyle yapıyor.

Bir gün gelecek, bir saat gelecek ve bu değişecek.

İnsanlar artık sermayeden korkmayacak, “Adil Düzen”in kendisinden korkmaya veya onu saymaya başlayacaklardır.

Biz eğer PKK korkusunu doğrudan kaldırmak istiyorsak, iki şey yapmalıyız.

Önce hakemler sistemini getirmeliyiz. Adil yargı oluşturmalıyız.

Sonra yerel yönetimleri güçlendirmeli ve yetkilendirmeliyiz. Hakem kararlarını uygulamak için onlara her türlü yetki ve gücü sağlamalıyız.

İşte o zaman PKK’lılar halkı korkutamazlar, kendileri “Adil Düzen”den korkmaya başlarlar.

Şimdi ne yapıyoruz?

Biz de PKK gibi silah zoruyla korkutarak iktidar olmaya çalışıyoruz. Oysa PKK ora halkındandır. Bizim gücümüz ise yöre dışından. Bizim orada muktedir olmamız mümkün değildir.  Biz orada bizimle olan halkı muktedir yapmalıyız.

 

فَقَدْ جَاءَ أَشْرَاطُهَا

(FaQaD CAvEa EaŞRaOuHAv)

“İşte şartları gelmiştir.”

Şartlar” demek, onlar olmazsa sonuç olmaz demektir. Şart olunca olay olmaz.

Su varsa musluğu açınca su akar. Musluğu açtığınız zaman su varsa akar. Yoksa akmaz. Suyun olması suyu akıtmaz ama suyun olması şarttır.

Kur’an bize diyor ki, “Adil Düzen” şartları gelmiştir.

Neler olmuştur?

a)      Yeryüzünde zulmün baş aktörü Sovyetler yıkılmış, Gorbaçov yeni düzen istemiştir. Rusya Devlet Başkanı Putin, İslâm Konferansı’na katılmak için baş vurmuştur. Dünya solu İslâm düşmanlığından vazgeçmiştir.

b)     Zulmün esas aktörü ve patronu olan tekel sermaye, birinci çenesi Sovyetler Birliği’nden (komünizm) sonra, Obama’nın ABD başkanı olmasıyla onu da kaybetmiş ve her iki düzenin silah zoru ile de olsa sürdürülmesi imkansız hâle gelmiştir.

c)      Avrupa Birliği’ne hükmeden Kilise de artık İslâm âlemi ile işbirliği yapıp şeriat düzeni için araştırma yapmaya başlamış ve Avrupa Parlamentosu da onun yanında yer almıştır.

d)     Komünist Çin şimdilik sadece ekonomi olarak da olsa dünyaya açılmış, kendi içinde de liberalleşmeye başlamıştır.

Dünyada olan bu ve benzeri olaylarla şartlar oluşmuştur.

 

İslâm âlemi için de yeni gelişmeler ve şartlar oluşmuştur.

a)      İslâmiyet bütün dünyaya sessiz sedasız yayılmaktadır. Amerika’da zenciler Müslüman olmaya başlamışlardır. Afrika ülkelerindeki halk gittikçe İslâm dinine girmektedir. Avrupa’da İslâmiyet gittikçe kökleşiyor. Bizim haberimiz olmadan dünyanın her yerinde camiler inşa ediliyor, Fethullah Gülen cemaati mensupları okullar kuruyorlar.

b)     Dünyada mevcut halkı Müslüman olan ülkeler bağımsızlıklarını kazanıyor ve gittikçe yönetime hakim oluyorlar. Halkı Müslüman olmayan ülkelerde yaşayan halk da ne yapacağını bilmeden “Adil Düzen”i bekliyor.

c)      Türkiye’de adım adım İslâmiyet’e yaklaşılmıştır. AK Parti iktidar olmuştur. Müslümanlar Türkiye’de okullar, yurtlar, vakıflar, basın yayın vs. ile nerede ise hakim olma durumundadır.

d)     Nihayet Adil Düzen Çalışmaları elli sene evvel başlamış, bugün dünyaya duyurulmuş halde ve yeni hamle yapacak şekilde hazırlanılmış olmaktadır.

İşte, gerek dünyada gerek İslâm âleminde “Adil Düzen”in gelmesi şartları hazırlanmıştır. Boruda artık su vardır. Akması için musluğu açmak gerekir. Şimdi musluğu açmayı bilene ve suyun dolması için gereken kaba ihtiyaç vardır. Şartlar tamamdır. İllet bekleniyor.

“Adil Düzen”e karşı olanların çekilip gitmesi için de şartlar gelmiştir.

“Adil Düzen”in gelmesi bekleniyor...

فَأَنَّى لَهُمْ

(FaEanNAy LaHuM)

“Onlar ne yapacaklar?”

Ennâ” kelimesinin dört manâsı vardır.

a)      Birincisi şart edatıdır. ‘Ennâ tezheb ezheb/ sen nereye gidersen ben de oraya giderim.’

b)      “Eyne” gibi soru edatıdır. ‘Ennâ Ahmedu’ dediğinizde, Ahmet nerde demektir.

c)      ‘Ennâ ci’te’ dersen, ne zaman geleceksin anlamı çıkar.

d)     ‘Ennâ tef’al’ dersen, bunu nasıl yapacaksın demektir.

Burada; onlar nerde vardır, onlar ne zaman vardır, onlar nasıl vardır anlamları verilebilir. Burada mübteda mahzuftur. “Ennâ Lehüm” haberdir. Soru cümlesidir. Onlar ne yapacaklar anlamı çıkar.

Bugün bu şekilde direnenler o gün geldiği zaman ne yapacaklar, anlatılanlar başlarına geldiği zaman ne yapacaklar?

Fa” harfi getirilmiştir. Olayların peş peşe vuku bulacağını ifade etmektedir. Yani arada kesinti olmadan olaylar peş peşe devam edecektir.

Başlarına beklemedikleri şeyler gelmiş ve şaşırmışlardır.

Türk milleti en büyük şaşkınlığı hiç beklemediği inkılâplarda yaşamıştır. İstiklâl Savaşı’nda ne yapacağını bilmiştir ama inkılâplar olunca ne yapacağını şaşırmış ve 1950’ye kadar beklemiştir. Karşı taraf ise hep şaşkına uğramıştır.

Gitmez zannedilen C. Halk Partisi gitti.

Gelmez zannedilen Millî Görüş geldi.

 

 

 

 

إِذَا جَاءَتْهُمْ ذِكْرَاهُمْ(18)

(EiÜAv CAyEaTHuM ZiKRAyHuM)

“Onlara zikrâ geldiğinde.”

Zikrâ” sonundaki “Ye” sebebiyle müennes kelimedir. Onun için “câe-t” denmekte, sonuna müenneslik “Te”si gelmektedir.

Onlara zikraları geldiğinde” deniyor.

Zikranın gelmesi” ne demektir?

Onlara baştan hatırlatılanların başlarına geldiğidir.

Evet, “Adil Düzen” geldiğinde şimdi direnenler ne yapacaklar, ne gibi bir tavır takınacaklardır? Buradaki “İzâ” “Ennâ”nın zarfıdır. Yani kendilerine zikrâ geldiğinde ne yapacaklar? Bu soru ile onlara biraz da o günü düşünerek hareket edin diyor muhaliflere.

***

فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ  

(Fa iGLaM EanNaHUv LAv İLaHa ilLAV elLAHu)

“Allah’tan başka ilâh olmadığını ilmet.”

Yine “Fa” harfi ile anlatılanların sonucuna varmaktadır.

“Bilin” denmiyor, “Bil” deniyor.

İnsanlar topluluk hâlinde yaşıyorlar. Topluluk Allah’ın halifesidir ama hakların da halifesidir. Herkes kendi içtihadı ile hareket etmekle yükümlüdür. Eğer bir başkasının içtihadı ile hareket edersen, o kimseyi Allah’a şirk etmiş olursun.

Sadece sen içtihat yapamıyorsan, o zaman yine içtihadınla birini kendine müçtehit seçeceksin ve ona göre hareket edeceksin.

Müçtehidini de seçemiyorsan, o zaman velinin seçtiğine uyacaksın.

Burada Allah’ın bildirmek istediği; Allah’tan başka ilâh yoktur, dolayısıyla merkezî hükümet de yoktur. Bu aynı zamanda muhatabın da tanrı olmadığını, sadece halife olduğunu bildirmek içindir.

وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ

(Va iATaĞFiR LiÜaNBiKa)

“Ve zenbin için istiğfar et.”

Burada nebilerin ve resullerin olduğu bilinmelidir. Bilmeliyiz ki; eğer “Adil Düzen”in gelmesinde bir aksaklık varsa, bu başkalarının suçu değil, bizim kendi eksikliğimizdir. Ben layıkıyla görevimi yerine getirmediğim için bu böyle olmuştur.

Ben bu yaşta (82-83) eğer hâlâ “Adil Düzen” için gayret sarf ediyorsam, bundan önceki günahlarımın affı içindir.

İstiğfar etmek” eksiklikleri kapatmak demektir. Yani hataları düzeltmek, ihmalleri de götürmek ve telafi etmek demektir.

Bu âyet her birimizden eksik ve yanlış yaptıklarımızı, ihmal ettiklerimizi düzeltmemiz için gayret sarf etmemizi istemektedir.

وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ

(Va Li eLMUEMiNIyNa Va eL MuEMiNAvTı)

“Ve mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için de istiğfar et.”

“Adil Düzen” için çalışan erkekler ile “Adil Düzen” için çalışan kadınların yaptıkları ihmaller, eksiklikler ve yanlışlıklar için de istiğfar et. Onların eksikliklerini de gider.

Burada mü’min erkekler ile mü’min kadınlar ayrı ayrı zikredilmiştir. Çünkü mü’min erkeklerin cihattaki yerleri ayrı, mü’min kadınların cihattaki yerleri ayrıdır.

Bu âyet bize kadın kollarının da kurulabileceğine işaret eder. Tebliğde onların farklı görevleri olacağına işaret edilmiştir. Bilhassa evlere gitmek ve orada olanlara tebliğ yapmak onlara düşecektir.

Eksikliklerin giderilmesi için gerekli işleri yapma ile emr olunmaktadır.

Bil ve istiğfar et...

Sonra da istiğfar et...

“İstiğfar” kelimesi iade edilmemiştir.

“Zenb” kelimesi de iade edilmemiştir.

Yani zenb ortak zenbdir.

Birlikte hata yaptık, “Adil Düzen”i yeterince tebliğ edemedik.

Örnek olarak; parti kurduğumuz zaman Akevler cemaati Ankara’ya gitmedi. Oysa Millî Nizam’ın (MNP) kurulması, Medine Devleti’nin kurulmaya başlaması gibiydi. Akevler cemaati olarak birlikte Ankara’ya gitmeliydik.

Gitmedik, gidemedik; bu bizim günahımızdır.

Ankara’da olanların da bizimle ilgiyi kesmeleri onların günahı idi.

O halde birlikte istiğfar etmek zorundayız.

İşte bu istiğfar için şimdi İstanbul’dayız ve bunun için çalışıyoruz.

 

وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ(19)

(Va elLAHu YaGLaMu MuTaQalLiBeKüm ve MaÇVAKuM)

“Ve Allah mütekallebinizi ve mesvanızı bilmektedir.”

Yukarıda “sen bil” dendiği halde, burada cem/çoğul olarak getirmesi; yukarıda başkana verilen emir kabul edilebilir, ona emir hepimize emir olmuş olur. Yahut yukarıda hepimize ayrı ayrı yapmamız emredilmektedir. Burada ise bizim topluca yaptıklarımız anlatılmaktadır.

Takallüb etmek” dönüşmek demektir.

Mütekallib” ism-i mef’uldür. Size dönenler anlamında olabilir.

Mesva” ile de bulunduğunuz yer ve şartlar ifade edilmiştir. Mânâsı şudur. Sizin yaptıklarınız ve yapabileceklerinizi, durumunuzu bilmekteyiz, ona göre emir vermekteyiz.

Yenibosna’daki faaliyetimize dönüyoruz. Allah bizim ilmî çalışmalarımızı ve askı dolabı imal etmekte olduğumuzu bilmektedir. Biz O’na dönerek hareket etmeliyiz.

 

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-586/ADİL DÜZEN DERSLERİ-416      20 Kasım 2010

 

ORTAK YAŞAMA, ORTAK ÜRETİM-TÜKETİM,

“İSTANBUL MALA-MAL MAĞAZALARI” VE

BUNLARI YAPACAK BİR PARTİ

İnsan birlikte üretip ayrı ayrı tüketen varlıktır. Birlikte çalışmak demek işbölümü yapmak demektir. Herkes ayrı ayrı iş yapar, birleştirilir ve ortak ürün ortaya çıkar.

Emekleri birleştirme sorunu “ücret” ile çözülür.

İkinci sorun ürünün bölüşülmesidir, bu da “fiyat” müessesesi ile çözülür.

Ücret birim emeğin ürettiği mal miktarıdır. Herkes en çok ücret almak için çalışır. Bu da bir işi en az emekle kim üretebiliyorsa o işi o yapar. Böylece işbölümü olur. Kim neyi en az ücretle üretiyorsa o iş ona verilmiş olur. Ücrete müdahale bu çözümü ortadan kaldırır. Bundan başka çözüm de şimdiye kadar bulunamamıştır; bulunamayacaktır.

Fiyat birim malın doğurduğu insan sayısıdır, yani birim malın ürettiği emek demektir. Bir mal en çok kimin işine yarıyorsa fiyat o kadar yüksek olur. Bu da serbest fiyatla sağlanır. Müdahale ile fiyatın bu fonksiyonunu  ortadan kalkar.

Ekonomik çevre. Birlikte üretimin yapıldığı alana “çevre” denir. Farklı çevrede farklı fiyatlar ve ücretler oluşur. Çevre büyüdükçe iletişim ve ulaşım zorlaşır, çevre küçüldükçe ücretler düşer, fiyatlar yükselir. Her mal için ayrı uygun çevre vardır.

Nakliyesi kolay altın gibi mallar insanlık çevresinde üretilip tüketilir.

Nakliyesi daha kolay olan emek gibi değerler ülke içinde değerlendirilir.

Nakliyesi zor olan inşaat malzemesi gibi değerler il içinde üretilir.

Zorunlu ihtiyaç malları bucaklarda üretilir. Nakliyesine göre bucakta, ilde, ülkede ve insanlıkta tüketilir.

Gelişmişlik. Ücret kg/gün dür. Fiyat ise gün/kg dır. Ücretin ve fiyatın büyük olmasını isteriz. O halde gelişmişlik ücretle fiyatın çarpımıdır. Gelişmişlik=Ücret*Fiyat.

Örnek verelim: Mesela Artvin’in Camili bucağında bir kişi günde 36 kilo mısır değerinde iş yapıyor. 4 kilo mısır da bir kişinin günlük giderini karşılıyor. Yani mısırın fiyatı ¼ kişi/kilogramdır. Gelişmişlik 9’dur.

Küçük piyasalarda daha az farklı imkan ve ihtiyaç olduğundan gelişmişlik küçüktür. Piyasanın büyümesi gelişmişliğini artırır. Mal bir çevreden diğer çevreye giderken iletişim ve ulaşım masrafları artar.

Değerli mallar büyük çevrede, değersiz ağır mallar küçük piyasalarda üretilir.

Senet: İşletmeye giren mal karşılığı verilen belgedir. Böylece Senet=Fiyat*Mal’dır.

Para: Borsaya verilen senet karşılığı alınan belgedir. Para=Kur*Senet’tir.

Karşılıksız para çıkmamış olur.

*

İstanbul dünyanın merkezidir.

İstanbul’da bir “Kardeşler Kenti” kurulmalıdır.

Dünyada bin bölge vardır. Her bölgede bir “Türkiye’de satılacak malların alış mağazası” kurulacak; bir de “Türkiye’den gelen malların satış mağazası” kurulacaktır.

Ayrıca İstanbul’da bin dönümlük yer ayrılacak ve her dönümde iki mağaza oluşturulacaktır. Dünyadaki bölgelerden gelen malları Türkiye’de satan mağazalar kurulur.

Bu mağazalarda para kullanılmaz. “İstanbul Kardeş Mağazalar Senedi” kullanılır. Buralara mal satacak olanlar bu senetle satarlar, mal alanlar da bu senetle alırlar. Böylece Türkiye’den mal almak isteyenler aynı zamanda mutlaka mal satmak zorundadır. Her ülke ile ihracat ve ithalat dengesi sağlanır. Dolayısıyla dünyadaki krizler “İstanbul Mala-Mal Mağazaları”na tesir etmez. Bu mağazaların işleyebilmesi için dövize gerek kalmayacaktır. Senet mal karşılığı çıkacağı için senedin değeri değişmez. Yanı enflasyon olmaz. Senetleri faizsiz olarak mağazalara koyduğunuz için faizin pahalandırma etkileri ortadan kalkar.

Bunları yapmak için iktidar olmak gerekmez. Hattâ iktidar olmak bunları yapmaya mânidir. İktidarın cari düzende yürüyen işleri vardır, buna ayıracak vakti yoktur. Olsa dahi, böyle reformlara giriştiği zaman iç ve dış darbelerle iktidardan olur. Oysa geçmişteki Millî Görüş partileri gibi partiler oluşur ve yılmadan uğraş verirlerse, bu iş başarıya ulaşır.

Bunun için Saadet olmuş, BDP olmuş, MHP olmuş, yahut CHP olmuş, değişmez.

Hangi parti olursa olsun; yeter ki parti şeriatın dediğini yapsın.

*

Neler yapacak?

1-      Her söze kulak verecek ve en iyisine uyacak. Söyleyene değil söylenene kulak verecek. O zaman bizim sesimizi de duymuş olur.

2-      İyilikte yardımlaşacak, kötülükte yardımlaşmayacak. İyilerle yardımlaşacak değil, iyilikte yardımlaşacak. Kim iyilik yapıyorsa, bu AK Parti de olsa onun yanında olacak.

3-      Onlar onu sevmese de o herkesi sevecek, herkesin iyiliğini isteyecek. Karşı tarafı çökertmekle değil, onu düzeltmekle meşgul olacak. AK Parti’nin iktidarına değil, “Adil Düzen”in iktidarına, AK Parti’nin “Adil Düzen”e gelmesine gayret edecektir.

4-      Beyanlarında adil olacak. Haklıya haklı, haksıza haksız diyecek. Bu bendendir, ne yaparsa doğrudur; bu karşıdandır, ne yaparsa kötüdür mantığından kurtulacak.

Böyle bir parti varsa, hiç endişelenmeyin, zafer onundur.

Böyle yapamıyorsa, o AK Parti’den de daha kötü yerdedir.

 

 

 

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-586/ADİL DÜZEN DERSLERİ-416      20 Kasım 2010

 

HAYRETTİN K.’nın KİTABI VE

“ADİL DÜZENE GÖRE CUMA”

Prof. Dr. Hayrettin Karaman “İSLAM’IN IŞIĞINDA GÜNÜN MESELELERİ” adlı bir kitap yazıp internette yayınlamıştır. “Hayrettin Karaman” yazarsanız giriş sayfası çıkar, ona da basarsanız kitaplar çıkar, ilk sol köşedeki kitaba basarsanız o kitap çıkar. Her Adil Düzen Çalışanı bu kitabı okumalı ve Adil Düzen bakışı ile kritik etmelidir. İlk bahis de Cuma bahsidir. Ben bu bölümü okudum ve Adil Düzen Çalışanı olarak görüşlerimi ekledim.

*

ADİL DÜZENE GÖRE CUMA

KÜLFET: Allah insanlara dört şey emretmiştir.

a)      Topluluğun ferdi olarak topluluğa uyum sağlamak,

b)      Kendisine veya topluluğa zarar veren şeylerden kaçınmak,

c)      Topluluk içinde serbest sözleşmelere dayanarak ortak üretim yapmak,

d)     Sonra bölüşerek onlarla aile içinde birlikte yaşamak.

İBADET: Topluluğun ferdi olarak topluluğa uyum sağlamak için insanlara dört şey emredilmiştir.

a)      Zamanlarını iyi kullanacaklar.

b)      Mallarını iyi kullanacaklar.

c)      Bedenlerini ve iradelerini eğitecekler.

d)     Diğer insanlarla ilişkiler kuracaklardır.

NAMAZ: İnsanlar vakitlerini iyi kullanmayı namaz vakitleri ile sağlarlar. Dört kademede bu düzenleme yapılır.

a)      Yaklaşık on aileden oluşan aşiretlerde beş vakit namaz kılınarak çalışma ve yaşama saatleri düzenlenir.

b)      Ayın yaklaşık dörtte biri, senenin ellide biri olan yedi günde bir toplanarak kabileleri içinde vakitlerini değerlendirme görüşmesini yaparlar.

c)      Senede bir defa Ramazan’ın sonunda toplanarak illerinin vakitlerini değerlendirirler.

d)     Senede bir defa da Kurban Bayramı’nda ülkelerinde kongre yaparlar. Hacda insanlık arasında kongre yaparlar.

*

CUMA NAMAZI: Yedi günde bir bucaklarında bir araya gelerek bucağın işlerini meşveret ettikleri namaza “Cuma Toplanma Namazı” denir.

Cuma nazmının şartları dörttür.

a)      Haftanın belli gününde öğle vakti belli yerinde toplanmak.

b)      Toplantıyı bucak başkanının yönetiminde yapmak.

c)      Başkanın konuşma yapması.

d)     Konuşmadan sonra başkanın iki rekat namazı kıldırması.

BAŞKANIN KONUŞMASI:

Başkanın konuşmasında iki bölüm vardır.

a)      O hafta içinde bucakta yapılanları bildirmek.

b)      Gelecek hafta yapılacakları anlatmak.

*

BUCAK YÖNETİMİNİN İŞLERİ

a)      Bucak başkanı hafta içinde beş vakit namaz toplantılarında ilmî (şir’a, ahbar, savamı’), dinî (minhas, ruhban, salavat), meslekî (mensek, rabban, biye’) siyasî (viche, kıssis, mesacid) şûra sorumluları ile istişare eder, bucağın sorunlarını çözer.

b)      Cuma günleri hutbede bu kararları ilan eder.

c)      Kararlara karşı şura sorumlularının hakemlere gitme yetkileri vardır. Hakemlerin kararları kesindir.

d)     Kararları mükellefler bir yerden emir almadan kendi içtihatları ile yerine getirirler. Sorumluluk kendilerine aittir.

e)      Karalara uymayanlara karşı mağdur olanlar hakemlere giderler. Başkanların sürme yetkileri vardır.

*

BUCAK OLMA ŞARTLARI

a)      Nüfusları 3 binden az olmamalıdır. 10 binden çok olduğu zaman da bölünmelidir.

b)      Kabile yani bucak karyelere ayrılmalı ve hizmetler karyelerde/semtlerde verilmelidir. Buranın emirlerini başkan atamalıdır. Aşiretin başkanlarını halk kendisi seçmeli, bucak başkanları onlara karışmamalıdır.

c)      Bucakta ilmî, dinî, meslekî ve siyasî âkileler (evliya, dayanışma ortaklıkları) kurulmalıdır.

d)     Semtlerde hizmet vermek için genel hizmet ortaklıkları atanmalı, işletmelere hizmet verilmelidir.

*

BUCAĞIN GÜVENİ

Bucağın bucak olabilmesi için şartlar vardır.

a)      Bucak yönetimi kendi içinde bağımsız olmalıdır.

b)      Bucak yönetimi güvenliği sağlamaya muktedir olmalıdır.

c)      Bucak kendi parsını çıkarmış olmalıdır.

d)     İl oluşmuşsa bucağın mükellef erkekleri il güvenliğine, ülke teşekkül etmişse ülke savunmasına bedenen veya bedelen katılmalıdırlar.

*

MERKEZ BUCAKLAR

Yüze yakın taşra bucakları birleşerek il merkez bucağını oluşturur.

a)      İl merkez bucağının yöneticileri ilin ilmî dayanışma sorumlularını oluştururlar.

b)      Ona yakın bucağında ilçe merkez bucakları oluşturulur. Burada hizmetliler oturur.

c)      İl merkez bucağının yönetimi ve kararları il ve ilçe merkez bucaklarında geçer. Taşra bucaklarına merkez bucakları karışamaz. Her taşra bucağının kamu hukuku ayrıdır.

d)     Ülke ve insanlık merkez bucakları da vardır.

*

NAMAZIN REKATLARI

a)      Cumanın farzı 2 rekattır. Günlük farz namazların rekatları 20’dir; 10’u gece, 10’u gündüzdür (sabah 2, öğle 4, ikindi 4 ve akşam 3, yatsı 4, vitir 3) vitir de farzdır. Beşi cemaatle farzdır. Vitir tek başına kılınır. Cuma da dört rekattır, iki rekatın yerini hutbe almıştır.

b)      İlk sünnet dört rekattır. İlk sünnet ezandan sonra bekleme zamanını belirlemek içindir. Sünneti kifayedir. Öğle için dört rekattır. Cuma için de aynıdır.

c)      Son sünnet. Sünnetler ikişerdir. Cemaatle yapılan ibadetlerin münferiden de yapılarak cemaatsiz namazın unutulmaması içindir. Yani münferiden eğitimdir. 

d)     İmam selam verdikten sonra Allah’ın selamı sendendir, selama sanadır. Celal ve şükran sahibi sensin mealindeki ifadeyi müezzin söyler ve ondan sonra imam veya müezzinin camide durması haramdır. Çünkü cemaat imamdan evvel çıkarsa günahkar olur. İmama uyarsa haramı işlemiş olur. Çünkü imam namaza ziyade yapamaz. Halk son sünneti isterse orada kılabilir ama evde kılması efdaldir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

İnsan, inanç ve düzen

Reşat Nuri EROL

İnsanlık milenyumun başında, III. bin yılın başında…

III. bin yılın başında insanlık iki gruba ayrılmış bulunuyor:

- Bir grup eski “sömürü düzeni”ni devam ettirmek isteyen gruptur.

- Diğeri ise “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı, yani “Adil Düzen”i getirmek isteyen gruptur.

Ne var ki, bu ikinci grupta olduğu veya olması gerektiği halde; en hafifinden “hata yapanlar” veya -daha gerçekçi ifade edersek- “hidayetleri kararanlar” büyük hata işlemektedirler. Onlar; -yine en hafifinden- birden “Adil Düzen”e geçilemediği için “faizli cari zalim düzen”de ısrar ediyorlar veya “Adil Ekonomik Düzen”e hiç “inanmıyorlar”!

Millî Görüş Lideri ne diyor: “İman var, her şey var.”

Eğer “iman” da yoksa, “inanç” da yoksa; geriye kalan nedir ki?!.

Geriye kalan nedir?!.

***

Türkiye’dekileri genel olarak hatırlayalım, bunlar kimlerdir?

En başta gelenler, “Adil Düzen”i ve “Adil Ekonomik Düzen”i benimser gibi görünüp de onu bırakanlardır...

AK Partililer “Millî Görüş gömleğini çıkardıklarını” ve “Adil Düzenci olmadıklarını” yani “Adil Düzen ceketini hiç giymediklerini” açıkça söylüyorlar; “kapitalist zalim faizci sömürü düzeni” içinde debelenip duruyorlar...

Milliyetçi Hareket Partililer (MHP) ve benzerleri de aslında hakkı hedefliyorlar; ne var ki sadece Millî Görüşe muhalefet etmek için karşı grupta oluyorlar. DYP’liler (DP), ANAP’lılar, BDP’liler, CHP’liler ve diğerleri de aynı durumdadırlar…

Dünyada solda yer alanlar, sosyalist veya kapitalist olanlar, tekel sömürü sermayesinin içinde olanlar veya onunla işbirliği yapanlar…

***

İnsanlık 20’inci yüzyılı inançsızlıkla, “ateizm”le ve ateizmden ürettiği zalim siyasi, iktisadi ve sosyal “izm”lerle geçirdi; kapitalizm, komünizm, sosyalizm, liberalizm vs.

Sonuç ortada, ödenen ağır bedeller ortada, yaşanan vahşet ve katliamlar ortada!

Bir yüzyıl boyunca dinlere ve inançlara karşı sadece kötülük düşünülmüş, düşmanlık yapılmış, inananlara zulmedilmiş, dindarlar katledilmiş…

Şimdi ise insanlar yeniden normal düşünmeye başlamış...

Gelecekte, yakın gelecekte insanlar “Adil Düzen”i benimseyecekler, “Adil Düzen” ve “Adil Ekonomik Düzen” karşısındaki yanlış düşüncelerini düzelteceklerdir.

“Adil Düzen” istemeyenler neyi isteyecekler; “zalim düzen” mi isteyecekler?!.

Günü gelince sapkınlıklarını elbette anlayacaklar, dalâlet çukurlarından çıkacaklar, elbette Hakka yönelecekler, yeniden hidayete ereceklerdir…

İnsanlar bugün, çağın idraki demek olan gelişmiş ve hâlen gelişmekte olan “müsbet ilimlere” dayanarak Kur’an’ı okudukça, okuyup da daha iyi anladıkça, elbette onu hayatlarının ana rehberi yapmayı ve temel prensiplerini uygulamayı düşüneceklerdir. Çünkü insanlık bugünkü hâliyle tam bir şaşkınlık içindedir, yaptıkları hep boşa gitmektedir. Ancak ve ancak Kur’an’a uymakla ve onun temel esaslarını uygulamakla her şey düzelecektir.

***

Bir kimse “Adil Düzen”i ve “Adil Ekonomik Düzen”i yanlış öğrendiği veya öğrenemediği için karşı olabilir, bundan dolayı da birtakım yanlışlıklar yapmış olabilir.

Ama Hakkı öğrendikten sonra, kendisine tebliğ ulaştıktan sonra, gerçekleri bütün çıplaklığıyla kavradıktan sonra artık onun herhangi bir mazereti olamaz.

Tam tersine, Hakkı öğrendikten sonra bile bile, ısrarla ve de inatla karşı çıkar da “Adil Düzen”e değil “zalim düzen”e tâbi olarak devam ederse; işte onun ve onun gibilerin bütün amelleri, bütün yaptıkları boşa çıkar, etkisiz olur, iki cihanda da perişan olur. Ve’s-selâm…

 

 

 

Sorun ve tek çözüm

Reşat Nuri EROL

Sorun önce “Adil Düzen”in, “Adil Ekonomik Düzen”in anlaşılmamasıdır. “Adil Düzen” anlaşılmadıkça, karşı çıkanların elbette mazeretleri vardır. Biz “Adil Düzen”i yeterince anlatabildik mi? Anlatamadık! Önceleri biz de yeterince bilmiyorduk ki anlatalım. Sonra, biz uygulamamıştık ki örnekleriyle anlatalım. Halkımız yazılanlardan ve anlatılanlardan çok, gözleriyle gördüğüne inanır; bundan dolayı uygulama örnekleriyle göstermek gerekiyor, uygulamalı anlatmak gerekiyor. Ne zaman yeteri kadar öğrenir ve uygularsak, o zaman “Adil Düzen, Adil Ekonomik Düzen” hükümran olmaya başlayacaktır.

İşte o zaman insanlar iki grup olacak; birileri görerek ve anlayarak “Adil Düzen”e katılacak, birileri de görecek ve anlayacaklar ama katılmak istemeyeceklerdir.

İşte o katılmayanlar “inançsız, münkir”, katılanlar ise “inançlı, mümin” kimselerdir.

***

Malum olduğu üzere, “Hak” var, “bâtıl” var. Hak” nedir, “bâtıl” nedir?

-“Doğru, iyi, yararlı ve adil” olan “Hak”tır.

-“Yanlış, kötü, zararlı ve zalim” olan “bâtıl”dır.

Meseleyi biraz açalım: İnsanda dört meleke vardır; fikir, his, irade, ünsiyet. -Fikirler doğruyu yanlıştan ayırır. -Hisler iyiyi kötüden ayırır. -İrade yararlıyı zararlıdan ayırır. -Ünsiyet adil olanı zulümden ayırır. İnsan melekeleri sayesinde bunları ayırmayı bilmektedir.

Tekrar edelim: -“Doğru, iyi, yararlı ve adil” olan “Hak”tır. -“Yanlış, kötü, zararlı ve zalim” olan “bâtıl”dır. Hakka tâbi olanlar “müminler”, bâtıla tâbi olanlar “münkirler” yani örtenlerdir. Nankörler Hakkı terk edip kendileri bâtıla tâbi oldular, bile bile tâbi oldular.

Burada bir sual sorulabilir: Acaba nankörler neden bâtıla tâbi olurlar?

Bâtıla tâbi olurlar, çünkü onlar mevcut zalim ve bâtıl düzenin içinde varlık sahibi olmuşlar, makam/mevki sahibi olmuşlar, güç sahibi olmuşlar. Kendi varlıkları, makamları ve güçleri devam etsin diye insanlığın ilerlemesini önlemeye çalışırlar. Oysa inkılaplar olmazsa, ilerleme olmazsa insanlığın varlığı da sürdürülemez. İnkılaplar varlığın sürdürülmesidir.

Hak gelince onların tâbi olduğa bâtıl/lar elbette zâil olacaktır.

Bugünün bâtılları nelerdir? Faiz ve zina serbestliği, dinleri dışlayan lâiklik, ekseriyet demokrasisi, dayatılan çeşitli zorunluluklar, hakimlik sistemi ve ekonomide faiz, faiz, FAİZ…

İşte bunlar bâtıllardır. Onlar işte bu bâtıllara tâbi olmuşlardır.

***

“Kapitalizm” nedir; “ticaret” serbest, “faiz” serbest!

“Komünizm” veya “sosyalizm” nedir; “ticaret” yasak, “faiz” yasak!

“Adil Ekonomik Düzen” nedir; “ticaret” serbest, “faiz” yasak, yani iki “im”in vasatı, ikisinin ortası, yani “denge düzeni”dir.

“Millî Görüş” ve “Adil Düzen” dünyada “kapitalizm” ve “komünizm”in sebebiyet verdiği işte bu “zalim” gidişatı sona erdirmektedir. Evet, bütün sorun işte budur; ticaretin serbest ama faizin yasak olmasıdır. “Adil Düzen” demek denge düzeni demektir, “Adil Düzen” demek herkesin hakkını ve hukukunu koruyan düzen demektir.

“Adil Düzen Çalışmaları” 1960’larda İzmir’de başlamıştır... 1969’dan itibaren Millî Görüş Hareketi ile birlikte bu çalışmalar siyasi söyleme dönüştü... Erbakan’ın tesbitiyle, 1990’larda Refah-Yol Hükümeti uygulamalarıyla “Adil Düzen”in kokusu gösterildi…

Sonra, araya bir “fetret devri” girdi; “Millî Görüş gömleğini çıkaran, Adil Düzen ceketini hiç giymeyen” bir grup anayasa ekseriyeti ile iktidar oldu! “Millî Görüş” ve “Adil Düzen, Adil Ekonomik Düzen” olmayınca, sekiz yıl sonrasında sonuç ortada! Sonuç ortada olduğuna göre; demek ki “SORUN” neymiş? Sorun “zalim/vampir kan emici kapitalist faizci düzen” imiş, yani “bâtıl düzen” imiş, yani “sömürücü düzen” imiş…

AK Parti iktidarının da sorunları çözemeyeceği anlaşıldığına göre; sorunun tek çaresi, tek çözümü “Millî Görüş” ve “Adil Düzen, Adil Ekonomik Düzen”dir.

 

 

 

Bu zulüm biter!

Reşat Nuri EROL

Günümüz Türkiye’sinde doğru dürüst bir “nizam/düzen” yoktur, “barış” yoktur, “adalet” yoktur, “huzur” yoktur, “saadet” yoktur, “refah” yoktur... Dağlarda silahlı çatışmalar vardır... Sokaklar korku içindedir... Kimse ne terörden ne hukuktan emin değildir... Mahkemeler baskı içinde neye karar vereceklerini bilemez durumdadır... Bu ülkenin, bu devletin halkı ve siyasiler memnun eden bir anayasası bile yoktur; daha ne olsun?!.

Özetle: Türkiye’de hükümran bir “zalim düzen” vardır.

Bu böyle gitmez, elbette her “zalim düzen”in sonu vardır ve ülkemizdeki bu “zalim düzen”in de sonu gelecektir. Aslında bu “zalim düzen”in sonu gelmiştir ama henüz yerine “adil bir düzen” veya bizim kırk yıldan beri üzerinde çalıştığımız “ADİL DÜZEN” gelmediği, getirilmediği, birileri engel olduğu için “zalim düzen” devam ediyor, devam ettiriliyor; hem de maalesef bizim kendilerini çok yakından tanıdığımız ve “bir zamanlar o yollarda birlikte yürüdüğümüz birileri” tarafından devam ettiriliyor, zalim düzeni onlar uyguluyor!!! Ama bu böyle gitmez, elbet bir gün BU ZULÜM BİTER!

Ne zaman biter?

***

Ülkelerin ömründe birkaç yıl, birkaç on yıl ne ki; bu “zulüm yılları” da elbet bir gün biter! Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın bir zamanda “ADİL DÜZEN” geldiği zaman; artık “nizamsızlık/düzensizlik sorunu” kalmayacaktır, PKK başta olmak üzere “barışsızlık sorunu” kalmayacaktır, hakemlik sistemi uygulanmaya başladığında mahkemelerdeki ve her alandaki “adaletsizlik sorunu” kalmayacaktır, ekonomide “selem sistemi” ile birlikte “faizsiz ortaklık ve faizsiz emeğe kredi sistemleri” uygulanmaya başladığında “refahsızlık ve gelir dağılımı adaletsizlikleri sorunu” kalmayacaktır…

“Adil Düzen, Adil Ekonomik Düzen” geldiğinde bu sorunlar olmayacaktır.

Herkesin “güvenliği, huzuru, saadeti, refahı” sağlanacaktır.

Bütün bunlar nasıl yapılacaktır?

Her şeyden önce “Adil Düzene Göre İNSANLIK ANAYASASI” örnek alınarak gerçek bir “ANAYASA” yapılacak, hukuk sistemi revize edilerek “HAKEMLİK SİSTEMİ” her alanda gerçekten uygulanacak, böylece mahkemelerin yansızlığı, bağımsızlığı, etkinliği ve saygınlığı tesis edilecek, devlet gerçek “HUKUK DEVLETİ” olacaktır. Sonra da “YERİNDEN YÖNETİM SİSTEMİ” ile silahlı güçler hakemlerin yani halkın emrine verilecek, onlar yapılması gerekenleri yerine getireceklerdir.

***

Yukarıda “zalim düzen”in sebebiyet verdiği zulümleri saydık, bu zulümlerin sona erdirilmesi ve tamamen bitirilmesi için yapılması gerekenleri sıraladık.

“Adil Düzen” işte bunların bir ocakta, bir sokakta, bir semtte, bir bucakta, bir ilde, bir ülkede, bir toplulukta ve bütün insanlıkta gerçekleşmesini hedefleyen bir “düzen”dir.

Bizim ortaya koyduğumuz “Adil Düzen”de hatalarımız olabilir, eksiklerimiz olabilir.

O hatalar ve eksikler “Adil Düzen”in hataları ve eksikleri değil, bizim hatalarımız ve eksiklerimizdir. Bize muhalefet edenlerin yapacakları biricik ve tek şey; bizim hatalarımızı düzelterek, eksiklerimizi tamamlayarak “Adil Düzen”e katkıda bulunmaktır. Böyle yapmayıp “sadece muhalefet etmek” ne insanîdir, ne İslâmîdir, ne de ilmîdir. “Adil Düzen”i reddetmek, inkâr etmek, görmemezlikten gelmek, bahşettiği nimetler karşısında nankörlük etmek, ortaya koyduğu değerleri ve temel esasları inkâr etmek ise; sadece yaşanılan ülkedeki halka değil, bütün insanlığa karşı yapılan en büyük ihanettir. Çünkü “ADİL DÜZEN” sadece bir parti programı değil; çağdaş “faizli zalim kapitalist sömürü düzeni” karşısındaki “biricik alternatif” olmasının yanında, batmakta olan “Batı Medeniyeti” karşısında insanlığı “Sosyal Tufan”dan kurtaracak olan “biricik medeniyet projesi”dir. Ülkemizdeki ve dünyadaki zulüm işte böyle biter! Vesselâm…

 

 

 

Hak, doğru, iyi ve ‘yeni medeniyet’

Reşat Nuri EROL

Hak-bâtıl mücadelesi hep vardı, şimdi de var, bundan sonra da hep olacaktır. Peygamberler “bâtıl”a karşı “Hakk”ı getirmişlerdir. O halde “Hakk”ı açıklayalım.

Hak; doğru ve iyi olanı söylemek ve onu bilmektir. Ekonomide finans ekonomisi vardır. Buna karşı reel ekonomi vardır. Reel ekonomi “sevap”tır, “doğru”dur, “iyi”dir. Çünkü dışarıda olan olaylara ve karşılığı olan varlıklara tekabül eder. Bunun yalanı nedir? “Burada 50 ton buğday var” dediğinizde, eğer 40 ton olmuşsa, bu doğru değildir.

“Yalan”ın ve “yanlış”ın değil de, “doğru”nun ve “iyi”nin peşinde gidilecektir.

“İyi” nedir? İyiliğin tesbiti çok zordur. İneği kurban etmek “iyi”dir ama insanı kurban etmek “kötü”dür. Bunu nasıl izah edeceğiz? Varlık yokluktan iyidir. Evet, biz inekleri kesiyoruz ama ineklerin nüfusu nerede ise insanların nüfusu kadardır. Eğer inekleri sadece besler de kesmezsek, o zaman nüfusları yabani inek benzeri hayvanlar kadar olur ki, inekler onların sayılarının yüzde biridir. Oysa insan kesmede/öldürmede bir çoğalma yoktur, azalma vardır. İşte “iyi” olmanın böylesine kriterleri vardır. Varlık yokluktan iyidir, yarar zarardan iyidir, birlik ayrılıktan iyidir, ilerilik durağanlıktan iyidir ve tropi entropiden (düzelme bozulmadan) iyidir. Başkasının zararına olmayan, yararlı olan iyidir.

“Hak” ve “doğru” olan ile başladık, “iyi” olan ile devam ettik. Tekrar “Hakk”a dönelim. Asıl olan herkese aynı hakkı tanımadır, herkese hakkını vermedir. Birlikte yaşamak için herkese hakkını vermek gerekir.

Hak da iki sebeple oluşur:

1. Çalışırsınız, emek verirsiniz, üretirsiniz; o sizin hakkınız olur.

2. İhtiyacınız, zaruri ihtiyacınız da hakkınız olabilir; hakkınızdır.

***

Kur’an peygamberlerin kıssalarını/hikâyelerini anlatmakta, bu arada Son Peygamber Hazreti Muhammed’i de anlatmaktadır. Bu kıssalar bizlere örnek olsun diye anlatılmaktadır, anlatılanlardan ibret almalıyız. Kur’an bütün insanların yararlanması için indirilmiştir.

Çekim kanununu Newton bulmuştur ama bütün insanlar yararlanıyorlar. Eğer Newton buldu diye insanlar ondan yararlanmasaydılar bugünkü makine uygarlığı oluşmazdı.

Eğer Kur’an Hazreti Muhammed’e nâzil oldu diye ondan yararlanmayacaksak, o zaman geri kalmaya mahkum oluruz. Amerikalı bir yazar, yazdığı kitapta en etkin birinci insan olarak Hazreti Muhammed’i, ikinci olarak da Newton’u göstermiştir.

Newton bugünkü sanayi uygarlığının kurucusu olarak görülüyor; yönetim ve hukukun mimarı da Hazreti Muhammed olmaktadır. İnsanlık Newton’dan yararlandığı gibi Hazreti Muhammed’den de yararlanmıştır; bundan sonra da yararlanmalıdır.

***

Hazreti Muhammed aleyhisselâm neler yapmıştır?

1. Önce Mekke’de insanlara Kur’an’ı okumaya ve öğretmeye başlamıştır...

2. Sonra Medine’ye gitmiş ve Kur’an’a göre ilk İslâm devletini kurmuş, kendisinden sonra gelen dört halife o devleti imparatorluk seviyesine yüceltmişlerdir...

3. Kur’an’ın ve Hazreti Muhammed’in öğretilerine dayanan müçtehit imamlar ve fakihler müsbet ilimlerin metotlarını ortaya koymuşlardır…

4. Hakka dayalı “İslâm Medeniyeti” işte yukarıdaki bu temel esaslara ve verilere dayanarak kurulmuştur.

Müslümanlar dilde, hukukta ve yönetimde Hakkın, doğruluğun, iyiliğin ve müsbet ilmin kurallarını uygulamışlar; Avrupalılar da tabiî ilimler ile sanayide bu metotları uygulayarak “medeniyetler” kurmuşlar. Bugün kurmamız gereken ‘yeni medeniyet’ten önceki medeniyetler, yani “İslâm Medeniyeti” ile “Batı Medeniyeti” işte bu temel esaslara ve verilere dayanmıştır. “Hakka dayalı yeni medeniyet, III. bin yıl barış ve adalet medeniyeti” de bu temel esaslara ve verilere dayanacaktır. Ve’s-selâm…

 

 

 

 

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3488 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2677 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2651 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2166 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2542 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2565 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2300 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2204 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2617 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2496 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 2005 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2362 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2311 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2459 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2455 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2416 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3066 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2689 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2684 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2765 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2972 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3048 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3448 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5509 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3570 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3096 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3885 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3736 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3443 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3896 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3853 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4134 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4667 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3986 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3870 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2882 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2969 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3975 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7762 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5643 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4197 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3599 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3740 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4760 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4477 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4770 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4690 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4846 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4571 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3420 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4494 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3646 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5198 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3874 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5185 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5047 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4958 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3565 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3496 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3707 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5194 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4224 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5456 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4104 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5292 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4489 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4444 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4597 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4790 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5345 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4134 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5283 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4548 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3864 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4413 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4615 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4147 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4121 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4105 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4560 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5673 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9865 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4675 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3726 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3876 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3369 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3404 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3762 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5727 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4265 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3462 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler