Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 585
MUHAMMED SÛRESİ TEFSİRİ -15.AYETLER
12.11.2010
1185 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 44 YILDIR ÇALIŞIYOR....2008...2009...2010

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜNYA DÜZENİ 585

“ADİL DÜNYA DÜZENİ III. BİN YIL MEDENİYETİ PROJESİDİR.”

“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 585. Hafta         13 Kasım 2010         Fiyatı: www.akevler.biz’e tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 585. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00-21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Gayemiz ve Hedefimiz: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır.    Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

***

 

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;

AK PARTİ’Yİ YENMEK;

“ADİL DÜZEN”İ

UYGULAMAK

BAŞÖRTÜSÜ

YASAĞININ

ANA SEBEPLERİ VE

ÇÖ-ZÜ-MÜ

***

 

*ÜSKÜDAR SEMİNERLERİ; 135. SEMİNER

Her Hafta PERŞEMBE akşamı; Adres: EMİNEVİMKısıklı Cad. No: 36  Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL  Tel: (0216) 444 36 46

SOHBET…  SEMİNER…  SORULAR-CEVAPLAR…

***

 

Sosyal Devlet

Sömürü düzeni yıkılıyor

Sömürüyü nasıl bitirelim?

Sömürü  nasıl  yok  olacak?

Sömürenler ve işbirlikçilerin sonu

Reşat Nuri EROL

***

MUHAMMED SÛRESİ TEFSİRİ - 5

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ أَضَلَّ أَعْمَالَهُمْ (1) وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَآمَنُوا بِمَا نُزِّلَ عَلَى مُحَمَّدٍ وَهُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَأَصْلَحَ بَالَهُمْ (2) ذَلِكَ بِأَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا اتَّبَعُوا الْبَاطِلَ وَأَنَّ الَّذِينَ آمَنُوا اتَّبَعُوا الْحَقَّ مِنْ رَبِّهِمْ كَذَلِكَ يَضْرِبُ اللَّهُ لِلنَّاسِ أَمْثَالَهُمْ (3) فَإِذا لَقِيتُمْ الَّذِينَ كَفَرُوا فَضَرْبَ الرِّقَابِ حَتَّى إِذَا أَثْخَنتُمُوهُمْ فَشُدُّوا الْوَثَاقَ فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاءً حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا ذَلِكَ وَلَوْ يَشَاءُ اللَّهُ لَانتَصَرَ مِنْهُمْ وَلَكِنْ لِيَبْلُوَ بَعْضَكُمْ بِبَعْضٍ وَالَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَلَنْ يُضِلَّ أَعْمَالَهُمْ (4) سَيَهْدِيهِمْ وَيُصْلِحُ بَالَهُمْ (5) وَيُدْخِلُهُمْ الْجَنَّةَ عَرَّفَهَا لَهُمْ (6) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ (7) وَالَّذِينَ كَفَرُوا فَتَعْسًا لَهُمْ وَأَضَلَّ أَعْمَالَهُمْ (8) ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَرِهُوا مَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأَحْبَطَ أَعْمَالَهُمْ (9) أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ دَمَّرَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَلِلْكَافِرِينَ أَمْثَالُهَا (10) ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ مَوْلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَأَنَّ الْكَافِرِينَ لَا مَوْلَى لَهُمْ (11) إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَالَّذِينَ كَفَرُوا يَتَمَتَّعُونَ وَيَأْكُلُونَ كَمَا تَأْكُلُ الْأَنْعَامُ وَالنَّارُ مَثْوًى لَهُمْ (12) وَكَأَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ هِيَ أَشَدُّ قُوَّةً مِنْ قَرْيَتِكَ الَّتِي أَخْرَجَتْكَ أَهْلَكْنَاهُمْ فَلَا نَاصِرَ لَهُمْ (13) أَفَمَنْ كَانَ عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّهِ كَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهِ وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ (14)

 

مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّتِي وُعِدَ الْمُتَّقُونَ فِيهَا أَنْهَارٌ مِنْ مَاءٍ غَيْرِ آسِنٍ وَأَنْهَارٌ مِنْ لَبَنٍ لَمْ يَتَغَيَّرْ طَعْمُهُ وَأَنْهَارٌ مِنْ خَمْرٍ لَذَّةٍ لِلشَّارِبِينَ وَأَنْهَارٌ مِنْ عَسَلٍ مُصَفًّى وَلَهُمْ فِيهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ وَمَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ كَمَنْ هُوَ خَالِدٌ فِي النَّارِ وَسُقُوا مَاءً حَمِيمًا فَقَطَّعَ أَمْعَاءَهُمْ(15)

 

مَثَلُ الْجَنَّةِ

(MaÇaLu eLCanNaTi)

“Cennetin misali”

Bu sûre mü’minlerle kâfirleri karşılaştırmakta, dünya ve âhiret hayatlarını ortaya koymaktadır. Birinci bölümde küfretmiş olanlar ile iman etmiş olanları ayırmıştır.

Sonra aralarındaki savaş ahkâmını koymuştur.

Sonra velayet müessesesine işaret etmiştir.

Sonra âhiretteki durumlarını anlatmıştır. Şimdi de âhiret hayatını açıklıyor.

Kendi anladıklarımızı anlatacak olursak: Allah insanı yaratmış ve bu dünyaya getirmiştir. Burası eğitim ve imtihan yeridir. Sonunda imtihanı kazananlar cennete, kazanamayanlar ateşe gideceklerdir.

Allah bu dünyadaki imtihanı da insana şeytanı musallat ederek yapmaktadır. Şeytan durmadan insanları Rablerine isyan ettirmektedir. İnsanları şeytanın azdırmasından korumak için de onlara peygamberler göndermiş, kitaplar indirmiştir.

İmtihan böyle yapılmaktadır.

Şeytana uyanlar cehenneme, peygamberlere uyanlar cennete gidecektir.

Şeytana uyanlar ile peygamberlere uyanlar arasında kıyamete kadar sürecek savaş vardır. İki takım vardır, isteyen istediği takımda yer alır.

Sûrenin ikinci kısmında bu savaş anlatılmıştır.

Savaşta zafer kazanmak için örgütlenme gerekir. Bu örgütlenme “dayanışma ortaklıkları” şeklinde ortaya çıkar. Düzenli ordular oluşur ve bu düzenli ordular başıbozuk kitlelere hakim olurlar.

Peygamberlerin tarafına geçenler birlik içindedirler, tek ordu oluştururlar. Karşı taraflar ise bir baş etrafında birleşemezler. Mü’minlerin Mevlası Allah olduğu halde onların Mevlaları yoktur.

Bu iki grup bu dünyada savaştadır ve onlar yani kâfirler en sonunda daima mağlubiyet içindedirler, âhirette de cehenneme gitmektedirler. Allah’ın grubu ise cennete gitmektedir.

Bu âyette cennet ve cehennem anlatılmakta, âhiretteki durum açıklanmaktadır. Önce cennet daha uzun olarak açıklanmakta, sonra cehenneme kısaca değinilmektedir. Asıl olan cennettir. Nasıl okulda asıl olan sınıfı geçip mezun olmaksa, Allah için asıl istenen cennete gitmedir. Nasıl bugün Millî Eğitim Bakanlığı durmadan kalanlara af çıkarıp yeniden imtihana sokuyorsa, Allah da insanları cehennemde sık sık imtihan ederek cennete sokacaktır. Yahut oradan çıkaracak veya oraya alışacaklardır.

“Muttakilere vaat edilen cennet” demeyip;

Muttakilere vaat edilen cennetin meseli/benzeri” anlatılmaktadır.

Neden benzeri, neden meseli?

Çünkü âhiret hayatı, oranın kanunları buradaki hayattan farklıdır. Burada ölümlü hayat vardır. Burasının entropisi büyümektedir. Kâinat ölüme doğru gitmektedir. En basitinden güneşimiz daha birkaç milyar yıl yaşayacak ve bize hayat verecek, ama sonunda hidrojeni tükenecek ve artık bize ışık gönderemeyecektir. O zaman bizim ve diğer canlıların varlıklarını sürdürmeleri imkansız olacaktır.

Kâinatımızda iki türlü olay cereyan etmektedir. Biri bizim yaşadığımız moleküller âlemi, yani moleküllerin değişmesine dayanan âlemdir. Bu âlemde elektronlar atomdan atoma geçmektedir. Bu da atom çekirdeğinin 1837 de biridir. Önce sekiz yüzlüde 16 tanesi yerleşmişti. Biri de merkezdedir. 17 eder.

Altı 17’nin toplamı 102 etmektedir.

Altı 102’nin toplamı 612 eder.

Üç 612’nin toplamı 1836 edip merkezde elektronun biri bulunur.

Toplam 1837 etmektedir.

Bunun karşıtı elektrondur ve bu da hidrojen atomunun çekirdeği ve elektronudur. Eğer elektron da çekirdekle birleşmişse o zaman nötron olmuş olur. İşte bu “atom”dur. Atomların çekirdekleri birleşerek diğer atomları oluştururlar. Elektronlar hep dışarıda kalırlar. Buna “molekül” denir. İşte bizim hayatımız böyledir.

Oysa cinlerin hayatında elektronların oluşturduğu moleküller değil, çekirdeklerin oluşturduğu atomlar devrededir.

“Güneşte Hayat” adlı uzun makalemizde bu anlatılmıştır.

Bu dünyada böyle olduğu gibi âhirette de iki hayat vardır; cinlerin yaşadığı cehennem ve insanların yaşadığı cennet. İnsanların iyileri cennete, kötüleri cehenneme gideceklerdir. Ne var ki bu cennet ve cehennem ölümlü cennet ve cehennem olmayacak, orada kalıcı olacaklardır. Bu sebepledir ki Kur’an cennetin kendisinden değil de meselinden bahsetmektedir.

Mesel” benzer demektir. Birinde ne varsa diğerinde de o vardır. Aynı fonksiyonları görürler. Ne var ki aynı değillerdir. Mesela bitkilerin de ağzı vardır, kökleri ile besin alırlar. Ama onların ağızları bizim ağızlara benzemez.

Bu âyette âhiret meseli yani benzeri ile anlatılmaktadır.

Mesela Allah bize benzetilerek anlatılır. Biz Allah’ın meseliyiz. Görür, işitir, irade sahibidir gibi. Oysa Allah bize benzemez.

İşte, âhiret hayatı da bunun gibidir. Âhiret bu dünya benzeri ile anlatılır ama bu dünya hayatına benzemez. Allah ne kadar bizden büyük ve üstünse, âhiret hayatı da benzer bir şekilde bizim hayatımızdan üstündür.

الَّتِي وُعِدَ الْمُتَّقُونَ

(elLaTIy VuGıDa eLMutTAQUvNa)

“Muttakilere vaat edilmiş cennet.”

Büyük Kur’an’ın ilk sûresinin birinci âyetinde “Bu kitapta reyb/şüphe yoktur, muttakilere hidayettir.” denmiştir. (Bakara, 2)

Burada işte orada vaat edilen cennetin meseli anlatılacaktır.

“Cennet” burada tavsif midir, takyid midir; yani bütün cennetler bunun benzeri midir, yoksa sadece muttakilere vaat edilen cennet mi böyledir; muttaki olmayanlar da cennete gidebilecek midir? Bu husus tartışılabilir. Gerçek olan cennetler farklıdır. Muttaki olmayanların da girecekleri cennetler vardır ama konforu bu cennet kadar olmayabilir.

Birbirlerini sevenler, birbirlerine yakın olanlar ne yapacaklardır, birbirlerine gidecekler midir? Elbette gideceklerdir. Nasıl bu dünya hayatında farklı durumda olanlar bir araya gelebiliyorlarsa, âhirette de farklı villalara sahip olanlar birbirlerine elbette gidebileceklerdir. Ancak meskenleri daha üst yerlerde olacaktır.

Bütün bu açılamalarımız da birer misaldir.

Yukarıda “cennatin” demiş,  çoğul ve nekre getirmiştir.

Burada hem “el-cennet” denmiş, hem de marife getirilmiştir.

Demek ki “muttakilere vaat edilmiş cennet” farklı cennettir. O cennet hiç olmazsa ahdi zihni ile maruftur; yani farklı olduğunu biliyoruz ama farkı bilemiyoruz demektir. Onu da burada öğreneceğiz.

Kur’an burada müminlere yani askerlik yapanlara hitap etmektedir. Adil Düzen Çalışanlarına hitap edilmektedir, Adil Düzen Çalışanlarına vaat edilmiş cennet anlatılmaktadır.

Âhirette ulaşacağımız cennet bu dünya meseli bir cennettir. Demek ki bu dünyada ileride gerçekleşecek cenneti anlatan bir cennettir. Aşağıda anlatılan cenneti biz bu dünyada kurabiliriz, âhirette ise onun benzerine nâil olacağız, hem de bir daha kaybetmemek üzere ulaşacağız demektir. Muttakilere âhirette vaat edilen cennetin benzerine burada da ulaşılactır demektir.

İşte, “Adil Düzen” insanlara bu cenneti vaat etmektedir.

Muttekûn” burada kurallı erkek çoğul gelmiştir. O halde tek başına ittika eden değil, birlikte ittika edenler bu cennetlere kavuşacaklardır.

Gerçek odur ki; bir çok cemaat ittika içindedir, ne var ki birlik içinde değildirler. Biz ittika edenleri birleşmeye davet ediyoruz. Açık olarak söylüyoruz. Beş vakit namazı kılan herkes ittika içindedir. Namaz kılmayanlar ittika içinde değildir demiyoruz ama namaz kılanlar ittika içindedirler. Kılamayanlar içinde muttaki olanlar olabilir, olmayabilir de. Onları bilemediğimiz için bir şey demiyoruz. Ama namaz kılan cemaatlere sesleniyoruz: Muttakilere vaat edilen cenneti istiyorsanız birleşiniz, bir başkan etrafında birleşiniz. Karşı taraflarla savaşmak için değil, ittika etmek için yani kendi kendimizi hidayete erdirmek için birleşeceğiz. Dünyamızda âhiret cennetinin benzerini yapmak için birleşeceğiz. Sonra diğer insanlarla da cennetimizi paylaşacağız.

Ben şahsen İslâmî toplantılara fazla katılmıyorum. Birkaç senede bir bu toplantılara gider, sonra üzülerek dönerim. Hep aynı kişiler, hep bin sene önce söylenen sözleri tekrar eder dururlar! Bir de İslâmiyet’ten bîhaber olanlar çıkıp Müslümanların birleşip Hıristiyanlara, Siyonistlere, komünistlere karşı nasıl direneceklerini hamaset içinde tekrarlarlar!

Oysa bizim asıl işimiz nedir?

Kur’an bizi muasır medeniyetin fevkine nasıl çıkaracak… Bize saldıran insanları kendimize nasıl dost yaparız, onları “Adil Düzen”e nasıl getiririz…

Biz asıl bu meselelerle meşgul olmalıyız.

Onları korkutarak değil, nefret ettirerek değil; tebliğ ederek, sevdirerek, anlatarak, örnekler göstererek bu işi nasıl yapacağımızı görüşmeliyiz.

فِيهَا أَنْهَارٌ مِنْ مَاءٍ غَيْرِ آسِنٍ

(FıyHAv EaNHAvRun MıN MAEiN ĞaYRı EAvSiNin)

“Orada âsin olmayan sudan oluşan enhar vardır.”

Nehr” akan sulardır. “Bahr” duran sulardır.

Akarsuların özelliği temiz olmalarıdır, kirliliklerini atmalarıdır. Toprak ve kum aktıkça yere çöker. Diğer zararlı maddeleri yaşayan canlılar temizlerler.

“Nehar” gündüz demektir. Çünkü orada da ışığın akışı vardır.

Bu mânâsıyla anladığınız zaman kapalı borularda akan sular da nehirdir. Mesele akmış olmasıdır. Akarsuların temiz olması için güneş ışığını da görmesi gerekir, çünkü bu sayede suları temizleyecek canlılar oluşurlar. Akarsuların temiz olması için ayrıca havalanması gerekmektedir. Demek ki borular şeffaf olmalıdır ve akan sular havalandırılmalıdır. Sürekli akıntı sağlanmalıdır. Bugün ulaştığımız teknoloji ile bunlar çok kolay sağlanabilir.

Buradaki “MiN” tebyin-i cins içindir.

Sulardan ırmaklar, sonra sütten ırmaklardan bahsedilmektedir. Bu da borulardan oluşmuş şebekedir. Yani ilkin su şebekelerinden bahsetmektedir. Çünkü suya olan ihtiyacımız havadan sonra ikincidir. Su hayattır. Susuz hayat olmamaktadır. Havaya gelince, suda hava da vardır. Nitekim denizlerde canlılar sudaki hava ile yaşamaktadırlar. “Yuska min main vahit”ten öğreniyoruz ki su tek çeşittir.

Buradan anlıyoruz ki buradaki suyun nekre olması sadece cins içindir. Bununla beraber su pek çok maddeleri içine alabilmektedir. Bu yönüyle sular çeşit çeşittir ve bundan dolayı nekredir.

Âsin olmayan su” ne demektir?

Âsin” kelimesi çok önemli olmalıdır.

Gayr” dışında demektir. “Gayr” genellikle azdan çoğunu istisna eder. “İllâ” ise çoktan azını istisna eder.

Âsin olan sular âsin olmayanlardan azdır. Başka bir tabirle, suların âsin olması asıldır. Arızi sebeplerle âsin olurlar. O halde sadece “gayr” kelimesinden yararlanarak, gayri âsin sulardan maksat bozulmamış suları anlayabiliriz. Kirlenmemiş sular demektir. Bunun fıkhi manâsı şudur. Suları eğer damıtır da özel şekle sokarsak, sonra dıştan müdahale olmadıkça bozulmazlar. Bu kural bize borular içinde suları akıtarak sağlıklı sular elde edilebileceğini anlatmaktadır.

Akevler sözlüğünde “Sin” diş demektir, “Sene” yıl demektir, “Esene” yıllanmış, uzun zaman geçmiş, bozulmuş anlamındadır.

Demek ki sular akarsa, havalanırsa, ışık alırsa gayri âsin olmaktadır. Taze sular anlamındadır. Göllerde arıtılan sular gayri âsin olacaktır.

En iyi arıtma suları buharlaştırıp damıtmadır. Sıvılar aynı zamanda buharlaşmazlar. Suları kaynatmaya çıkarmadan açık havada ısıtmak gerekir. Böylece sudan evvel kaynayanlar uçmuş olurlar. Sonra da yüz dereceye gelince artık kapalı kaynatmak gerekir. Yalnız basınç değişmelidir. Su hep yüz derecede kaynamalıdır. Böylece sudan daha sonra kaynayanlar da suda kalırlar. Suları yarıya kadar kaynattıktan sonra o suyu değiştirmeli, yeni su kaynatılmalıdır.

Bu şekilde elde edilen suların tam sağlıklı olması için bazı metal eriyiklerinin içinde bulunması gerekmektedir. Bu da bu metal filizlerle temas ettirilirse sağlanır. Bunların havalandırılması ve ışıklandırılması gerekir. Bu şekilde gayri âsin olur.

Demek ki cennette akan çeşmeler vardır. Su boruda devamlı akmaktadır. Biz kullanacağımız zaman açarız, daha çok sular akar. Sular devamlı bozulmamış durumdadır.  Pınarlardan içilen sulardan daha sağlıklı ve tatlı sulardır.

Burada suların arıtılması ve dağıtılması teknolojisine işaret etmektedir.

Sular genellikle dört çeşittir.

a)      İçme ve yemeklerde kullanılan sular.

b)     Temizlik ve ev işlerinde kullanılan sular.  

c)      Hayvanların sulanmasında kullanılan sular.

d)     Bahçeleri ve tarım arazilerini sulama suları.

Bu sular geri dönünce tekrar arıtılır ve kullanılır hâle getirilir.

Yeryüzünde sular böyle arıtılmaktadır. Güneş denizlerdeki suları buharlaştırmaktadır. Sabit basınçta buharlaşmaktadır. Sonra yağmur olarak yağmaktadır. Sonra bu yağmur suları toprağa girerek pis gazları oralarda bırakırlar. Ayrıca yeraltı maddelerini de eritirler. Yeryüzüne pınar olarak çıkıp akarlar. Biz ise bunları daha kısa döngüde arıtabiliriz.

İşte cennette de buna benzer bir mekanizma olacaktır. Herkesin firdevsi olacak ve orada kendisine yetecek taze suyu bulunacaktır. Çeşmeden sürekli pınardan akar gibi akacaktır.

وَأَنْهَارٌ مِنْ لَبَنٍ لَمْ يَتَغَيَّرْ طَعْمُهُ

(Va EaNHAvRun MiN LaBaNın LaM YataĞayYar TaGMuHu)

“Ve ta’mı tagayyür etmemiş lebenden nehirler vardır.”

Demek ki gelecekte evimizde iki çeşme olacaktır. Borularla süt bize gelecek ve akacaktır. Nehir olması akar olması demektir. Suyu boşa akıtma yerine boru var, su devamlı akmakta, geriye dönmekte, kontrollerle tazelenmektedir. Biz çeşmemizi açtığımızda borudaki akar sıvılardan su veya süt alırız.

Süt gölü oluşturulacaktır. Sütü üretenler sütü satacaklar ve toplanan sütler süt gölüne dökülecektir. Ondan sonra borularla evlere kadar gelecek ve eksilmeden geri dönecektir. Bu sürekli olarak akıntı hâlinde olacaktır. Havuzda devamlı tamamı kontrol edilerek sağlıklı tutulacaktır. Taze süt olacaktır. Biz musluğumuzu açtığımızda akar nehirden su alır gibi süt alacağız.

Bunu nasıl sağlayacağız?

Yeryüzünün hemen her yerinde bitkiler yetişmektedir. Açık alanlarda ve seralarda devamlı olarak bitkiler yetişmektedir. Yem fabrikaları kurulacak, halk otları ve ağaç yapraklarını kesip fabrikaya getirip satacak, parasını alıp gidecektir. Bu satış da otun cinsine göre ucuz veya pahalı olacaktır. Bunlar yeşil olarak, taze olarak hayvanlara verilecektir. Ayrıca kuru yemler de imal edilecektir.

İneklerin memelerine bağlanan sağma makineleri sütü sağacak ve sağılan sütler buralara pompalanacaktır. Süt saati borudan geçen sütleri ölçecektir. Sonra bunlar ana havuza ulaşmadan önce elektronik cihazlarla kontrol edilecek, ayrı havuza gönderilecektir. Onlardan zehirli olmayanlar yine ineklere verilecektir. Normal sütler havuzda toplanacak ve geri dönen borularla evlere kadar ulaştırılacaktır. Evdekiler çeşmelerini açıp sütlerini alacaklardır.

Kur’an sulardan sonra sütlerden bahsetmektedir.

Nasıl bütün enerjiler elektrik enerjisine çevriliyorsa, diğer bütün besinler sonunda inek sütüne çevrilebilir. Borulardan akıtılabilir. Bu bakımdan süt seçilmelidir.

Sütün başka bir özelliği de insanın muhtaç olduğu bütün besinleri içermesidir. Nasıl küçük çocuğa süt verdiğimiz zaman yeteri kadar besin temin ediyorsa, inek veya koyun sütü de böyledir. Tam besindir. Sadece sütle beslensek bile bize yeterli olmaktadır. Çünkü sütün içinde bütün besinler mevcuttur.

Besinler dört çeşittir.

a)      Şekerler bize enerji sağlar.

b)     Proteinler bizim vücut yapımızı oluşturur.

c)      Vitaminler, vücudumuzdaki canlılık olaylarının yürüyebilmesi için gerekli araçlardır. Bunlar evdeki buzdolabı gibi araçlardır, tabak, çatal, bıçak gibi araçlardır.

d)     Bazı metaller yani organik olmayanlar, tuzlardır.

Sütte bütün bunlar uygun bir şekilde yer almıştır.

O halde sulardan sonra sütten nehirlerin olması buradan gelmektedir.

Biz otobur hayvanların sütlerini almaktayız. Dolayısıyla hem hayvansal hem de bitkisel besinlerin oluşumu olan süt insanın ana gıdası olmaktadır.

Değişik hayvanların sütleri vardır. Kur’an’da da belirtildiği gibi geviş getiren çift tırnaklı hayvanlar sekiz çifttir. Hörgüçlü ve hörgüçsüz develer, keçi ve koyun, inek ve manda, zürafa. Bunların ülkemizde olmayan çiftleri vardır. Bunların sütleri ayrı ayrıdır.

İnekler daha çok büyük çayırlıklarda yüksek otları otlarlar. Keçiler ormanlarda çalılardan kopardıkları yapraklarla beslenirler. Develer çöl dikenlerini yerler. Zürafalar ağaçlardan kopardıkları yapraklarla yaşarlar.

Bu bitkilerden her biri ayrı maddeleri içerirler. Dolayısıyla sütler hep aynı vasıfta değildir. En iyisinin elde edilmesi için bunların harman edilmesi ile ortak süt elde edilmesi gerekir. Bunun için enterkonnekte şebeke sistemi ile yapılmış su boruları olmalıdır. Nasıl elektriği dünyaya satabiliyoruz, alabiliyoruz; süt boruları ile sütler de takas edilip harmanlaştırılacak ve her çeşit hayvanın sütleri birleştirilecektir.

Hacda kurban etlerini Hazreti Peygamber böyle birleştirmişti.

Zemzem suları da böyle birleştirilmiş su olmalıdır. Tenekelerle buralardan götürülüp orada karıştırıldıktan sonra getirilmelidir.

Akarsuları aynı zamanda birbirine karışan sular şeklinde düşünebiliriz.

Önce bir bucaktaki sular bucak şebekesine bağlanmıştır. Bu şebekeler suları veya sütleri birbirine karıştırmalıdır.

Sonra aşiretler birer boru ile ocaklarına getirip göndermelidirler. Aileler de bu borulardan sütlerini doldurmalıdırlar. Her eve götürülmesi gerekmez.

Sonra bu ortak şebekeler illere, ülkelere, insanlığa kadar ulaştırılmalıdır.

وَأَنْهَارٌ مِنْ خَمْرٍ لَذَّةٍ لِلشَّارِبِينَ

(Va EaNHAvRun MiN PaMRın LaüÜaTin LieLŞaRıBıYNa)

“İçenler için lezzetli olan hamrdan nehirler.”

Arapça kurallarını bilmeyenler veya Arapça kuralları ile mânâlandırmayanlar bazı tereddütlere ve yanılgılara düşerler.

Hamr” Kur’an’da yasaklandığı halde, burada cennetteki hamr ırmaklarından bahsedilmektedir. Biz dünyada da benzeri gerçekleşecektir diyoruz. Öyleyse bu çelişkidir. Hem ileri uygarlığı şarap ırmakları ile tarif ediyor, hem de onu haram kılıyor.

Hamr” Kur’an’da marife ve nekre olarak geçmektedir. “Hamr” kelimesi Kur’an’da altı defa geçmektedir. Üçü marife olarak geçmektedir ve buralarda hamrın haramlığından bahsedilmektedir. Üçü de nekre olarak geçmektedir. İkisi Yusuf Sûresi’nde rüya ve rüyanın tâbirlerinde geçmekte, cins isim olarak zikredilmektedir. “Şeribtü mâen” dediğiniz zaman kastettiğiniz “mâ” benzeridir. Burada ise nekre olarak geçmektedir ve bu nekre haramlarda bahsedilen hamrdan ayrıdır. Demek ki haram olan hamr vardır, helal olan hamr vardır. Haram olan hamr sarhoş eden hamrdır. Hamrın illeti icma ile sükriyettir.

Şimdi bir soru sorulabilir: Sarhoş etmeyen hamr nasıl bir hamrdır? Hangileridir?

Bira, kımız, boza, koka kola bu hamrlardan olabilir. Yahut henüz bilmediğimiz bir hamr olabilir. Hamr doğada ayrı bir madde olarak yoktur. Bizim mayalarımızla ortaya çıkar. Bundan sonra da bir mayalama usulü ile sarhoş etmeyen hamr bulabiliriz.

Bugün üzümden yapılan şarapta yüzde 12 civarında alkol vardır. Kalan yüzde 88’i başka maddelerdir. Çoğu sudur. Ama şeker gibi besleyici maddeler de vardır. Vitaminler vardır. Hattâ öyle vitaminler vardır ki yalnız alkolde erirler. O vitaminleri doğrudan alabilmemiz için şarabın içinde eritmemiz gerekir.

Önce bugün elde ettiğimiz teknik imkanlarla bir şarabın içinde hangi maddeler vardır ve bunların yaklaşık nisbetleri nedir, onları tesbit etmemiz gerekir. Bunu kimya ilmi tesbit eder. Sonra bu maddelerin canlıda ve insanda yaptığı etkiler incelenmelidir. Bu maddeler ikiye ayrılmalıdır; yararlı olanlar, zararlı olanlar. Sonra elde edilen şarabın zararlarını ayıklayan yararlı olanları bırakan fermenteler aramamız gerekir. Çeşitli bakteriler ile denemeler yapılarak farklı içecekler elde edilebilir. Nitekim sirke böyle alkolün fermente edilmesinden elde edilmektedir.

Demek ki bu âyet zararlı olmayan, dolayısıyla haram olmayan şarabın elde edilebileceğini haber vermektedir. Böyle bir içeceğin de insanlara gerekli olduğunu bildirmektedir. Bunu şöyle söyleyebiliriz. Birçok meyveler vardır. İnsan meyvecil bir canlı olarak yaratılmıştır. Bebeği büyüten süt büyüğe yetmemektedir. Meyvelerden alınması ve yenmesi gerekmektedir. Nitekim meyve suları bugün satılmaktadır. Bugün süt ve meyve sularının bozulmaması için katkı maddeleri bulunmuş, katılmaktadır. Bunlardan biri de sodadır. Gazlar içeceklerin bozulmasını önlemekte, insana zarar vermemektedir.

Nasıl sütleri karıştırarak tüm özellikleri içeren bir süt yapıyor ve bunları borularla apartmanlara ulaştırıyorsak, değişik meyve sularının birleştirilmesi ile ortak bir içecek elde edilebilir. Bunlar bir döner boru şebekesi ile evlere kadar götürülür. İnsanlar bardaklarını doldurarak içerler.

Bu yönde büyük adımlar atılmıştır. Bugün artık her tarafta meyve suları satılmaktadır. Sağlık bakımından tam inceleme yapılmamıştır. Sonra karıştırılacak ve üretilecek meyve suları karışmadan dolayı zararlı hâle gelebilir. İyi incelenmelidir. Özel bir meyve suyu bulunmalıdır. Alkolün özelliği, alkol bozulmayı önlemektedir. Dolayısıyla içeceklere öyle bir madde katılır ki o madde bozulmayı önler. Bu alkol müdür, başka bir şey midir, incelenmesi gerekir. Bu maddenin zararı var mıdır yok mudur, incelenmelidir.

Bugün bu incelemeler tekel sermaye tarafından yapılmaktadır. O insanlığın sağlığı için değil, kendi sermayesini artırmak için araştırmalar yapmaktadır. Bunun için sigara ve alkol durmadan rağbet gören maddeler olmaktadır. Bizim onların incelemelerine güvenmemiz söz konusu değildir. Bizim yetiştireceğimiz âlimler, bizim kuracağımız laboratuar ve hastahanelerde inceleme yapmalıdırlar, bizim âlimlerimiz içtihat yapmalıdırlar, icma yapmalıdırlar. Bizim ona göre amel etmemiz gerekir.

O halde bu âyet bize ne emrediyor?

Kimya fakültelerini kurun diyor.

Başka ne emrediyor?

Biyoloji fakültelerini kurun diyor. Ziraat fakültelerini kurun diyor. Tıbbi araştırma merkezlerini kurun diyor.

Çelişki varmış gibi görünen bu âyette ne kadar büyük hikmetler olduğunu görüyoruz. 

Evet, diyor ki; şaribler yani içenler için lezzetli olan bir hamr vardır diyor, âhirette o hamrdan ırmaklar olacaktır diyor.

Şarapta hem yararlı hem de zararlı maddeler vardır. Yararlı maddeler tatlı maddelerdir, zararlı maddeler acı maddelerdir. Şarap bir taraftan tatlı, diğer taraftan acı bir maddedir. Eğer acı tarafı olmayan bir hamr üretebilirsek o helaldir ve faydalıdır.

Burada lezzetin lilşaribîn takyidi sıfattır, tavsifi sıfat değildir. Çünkü her şarap lezzetli değildir. Şimdiye kadar sesler tahlil edilmiştir. Dalga boyları ile bilebiliyoruz. Işık renkleri ile belirlenmiştir. Sıcaklık artık ölçülmektedir. Sertliğin ve yumuşaklığın birimleri vardır. Koku ve tat henüz ölçülür bir duruma gelmemiştir. Gelmesi de beklenemez. Çünkü koku gazların, tat sıvıların özelliğidir. Her cismin kendisine özgü tadı ve kokusu vardır. Ses ve ışıkta olduğu gibi dalga boyuna benzemez.

Şarabın tatlı ve acı tarafları deney canlıları üzerinde denenmelidir.

وَأَنْهَارٌ مِنْ عَسَلٍ مُصَفًّى  

(Va EaNHARun MiN GaSaLin MuÖafFayn)

“Ve musaffa aselin balından bir enhar.”

SU, SÜT, HAMR ve BAL; dört çeşit ana besin sayılmıştır.

SU insan vücudunda canlılık, olayların yürümesi için vasat oluşturan araçtır.

SÜT amino asitleri içeren bir araçtır.

HAMR ise enerji üreten bir maddedir.

BAL ise vitamin ve enzimlerin kaynağıdır.

Evinizde bir çivi çakmak için nelere ihtiyacınız vardır. Birincisi çividir. Sonra çakılacak yerdir. Bunlar sizin yapı malzemelerinizdir. Bunları “süt” sağlamaktadır. Çakabilmeniz için sizin çekice ihtiyaç vardır. Bu “enzim”dir. Ayrıca elinizin gücüne ihtiyacınız vardır. Bu da “hamr”dır, yani bunu hamrdan elde edersiniz. Çivi çakmak için bazen bunlar yeterlidir. Bazen ise bunu yapamazsınız. Önce bir burgu bulup sert maddeyi delmeniz ve çiviyi yağlamanız gerekir. Bunlar da vitamindir. İşte bunları sağlayan yani vitaminleri bize getiren de “bal”dır.

Allah çiçekleri yaratmış. Bunların meyve verebilmesi için döllenmeleri gerekir. Döllenebilmesi için başka çiçeklerden çiçek tozu gelmesi gerekir. Kendi çiçek tozları ile döllenmezler. Kardeşi ile evlenme olur ki bu da sağlıklı eşleşme olmaz. Uzaktan çiçek tozunu kim getirsin? Bunun için çiçek bal özü dediğimiz arıların ham maddesini hazırlar. Bir de rengarenk taç yapraklarını açar, arılara gelin size ziyafet hazırladım der. Ayrıca özel koku salarak arılara bulundukları yerleri bildirir. Kendilerini tanıtır. İşte böylece arılar çiçekleri dölleme karşılığı bal özünü alınca kovanlarına dolarlar. Değişik çiçeklerden getirdikleri bal özünü peteklerin gözlerine koyarlar. Onlara çeşitli maddeler katarak istenilen balı üretirler. Demek ki bir kaşık bal onca değişik çiçeklerin minik fabrikalarında üretilen küçücük özlerden sonra yüzlerce, belki binlerce arının zahmetli çalışmaları ile üretilmektedir Bu sayede canlılar her çeşit vitamin ve enzimlerini bulabilmektedirler.

Bugün ilaç aldığımızda yan tesirlerden koruyan başka ilaç da almaktayız. İşte balda o ilaçların hepsi birden vardır.

Değişik kovanlarda üretilen ballar harman yapılmalı ve ortak karakterli bal meydana getirilmelidir. Aynı bölgenin balları birleştirildiği gibi dünya balları da birleştirilir. Balların beşte biri bucaklarda, beşte biri illerde, beşte biri ülkelerde, beşte biri de insanlıkta birleştiriliyor. Beşte biri de üreticide kalıyor.

İşte, bucakta bir şebeke olacak, balları ocaklara ulaştıracaktır. Buraya ilden gelen ballar katılacaktır. İllere ülkeden gelen ballar katılacak ve ülkelere de insanlıktan gelen ballar katılacak. Karıştırılıp tahlil edilecek ve boru şebekesine verilecektir.

Bal fazla akışkan değildir. Yirmi beş derecelik borularda yavaş akış içinde akıtılır. Böylece birleştirilir.

Bugün insanlığı petrol boruları bağlamaktadır. Gelecekte de belki petrol boruları olacaktır. Enerji elektrik merkezine çevrilecek ve onunla sevk edilecek. Gaz ve sıvı enerji elektrikle yerinde üretilecektir. Bunun yerine su, süt, hamr ve bal boruları tüm dünyayı saracak ve birleştirecektir. Böylece insanlık bir vücut gibi olacaktır. Kimyasal silah, biyolojik silah gibi tahrip edici silahlar yasaklanacak, imalatları da durdurulacaktır. İnsanlar savaşları belki kılıçlarla yapmak durumuna geleceklerdir.

İşte böyle bir dünyaya doğru giderken, âhiretteki cennetin bir benzerine varacağız. Âhirette ise bunlar daha ileri bir teknikle oluşturulacaktır.

Acaba âhirette bu işleri kimler yapacaktır?

Dünyada canlılar yapmaktadır.

Âhirette de başka canlılar yapabilirler.

Bu dünya hayatında insanlar hiçbir şeyin iyisini yapamamaktadır. Oysa arılar ve diğer bütün canlılar en idealini yapmaktadırlar. Âhirette de bu tesisleri kuranlar en ideal şekliyle kurmuş olacaklardır.

Bugün güneş enerjisini hidrojenin helyuma dönüşmesiyle elde ediyoruz. Eğer pil gibi mesela sudaki enerjiyi helyuma çevirebilsek, artık güneş enerjisine ihtiyacımız kalmaz. Aynı şeyi bitkiler yapabilirler.

Sokrat diyor ki; bir şey biliyorum, o da hiçbir şey bilmediğimdir.

Bugün insanlık bir şeyi biliyor; o da hiçbir şeyi bilmediğidir.

Âhirette ise bilme imanına ulaşacağız, belki.

وَلَهُمْ فِيهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ

(Va LaHuM FIyHAv MıN KulLi elÇeMeRavTı)

“Onlara orada her çeşit semerelerden vardır.”

Semerât” burada marifedir. Dişi kurallı çoğuldur. Bunun anlamı şudur. İnsanlardaki vitaminleri ve enzimleri üreten farklı meyveler vardır. İnsanın bütün vitamin ve enzimlerini karşılayan meyveler topluluğu semerât ile ifade edilmiştir. Marife üzerine getirilen “külli” kelimesi varlığın küllünü içerir.

“Külli Semerâtin” olsaydı bütün semerelerin hepsinden manâsını taşırdı.

Min Külli’s-Semerât” olunca bir semerât grubunun tamamı anlamına gelmektedir.

Yukarıda bahsettiği besin ırmaklarının dışında “Ve” ile atfederek meyvelerinin olduğunu da bildirmektedir. İsim cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir.

“Meselü’l-Cenneti” mübtedadır. “FîHâ Enharun” ise cümle olarak haberdir. “Ve”lerle haberler atfedilmiştir.

Buradaki “VeLehüm” muttakilerin hâli de olabilir. Ne var ki hâl ile mahal arasına başka cümleler girmiştir. Buradaki zamir “cennet”e gittiği gibi “enhâr”a da gidebilir. O takdirde o ırmaklar bütün semereleri içermiş olur. O takdirde haberin hâli olur. Yani balın içinde bütün meyvelerin özü vardır anlamı çıkar. Yahut dört nehirde insan için bütün semereler vardır. Dört çeşit ırmak sayesinde insan tam gıdayı almış olur. Eğer böyle değil de “” zamirini cennete gönderirsek, o zaman bu dört ırmağın dışında her türlü meyve var demektir.

Asıl besin nebati kaynaklıdır. Gövde besini taşımaya, yapraklar besini üretmeye yarar. Meyveler ise canlının hayatını sürdürmesi yani neslini yaşatmasına yarar. Bunun için tohumların uzağa gitmesi gerekir. Bitkiler tohumların etrafında hayvanların yiyecekleri maddeleri depolarlar. Hayvanlar da onu yerler. Mideleri öyledir ki tohumlar erimez. Sonra hayvan gider onu uzak yerlerde pisler. Böylece o bitkinin tohumu yayılır. İnsan da bu hayvanlardan biridir. Burada biz hayvanlara yardım edelim diye yemiyoruz. Armut da bundan habersizdir. Hepsini Allah böyle düzenlemiştir.

Âhirette de meyveler olacağına göre, onların tohumları olacak mıdır?

Bugün çekirdeksiz portakal yetiştirilmiştir, çekirdeksiz üzüm yetiştirilmiştir. Her meyveden çekirdeksiz meyveler yetiştirilememiştir.

Âhirette acaba meyveler sadece insanlar yesin diye mi olacak ve çekirdekli meyveler olamayacak mıdır? Meyveler orada da tohumları ile mi çoğalacaklardır? Hep onlar da insanların hizmetinde midirler?

وَمَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ

(Va MaĞFiRaTun MiN RabBiHiM)

“Ve Rablerinden mağfiret vardır.”

Mağfiret” kelimesi; “mağfiretün” haberdir, onlar için mağfiret vardır.

“Orada” kaydı buna da şamil midir, orada yani cennette mağfiret var mıdır?

Genel olarak mağfiret vardır. Yani yukarıda zarflı cümledir, burada “FîHâ” kelimesinin tekrar edilmesi daha beliğ olur. Bununla beraber her iki manâyı birden verebiliriz.

Demek ki cennette de insanlar hata yapacaklardır, yanlış işler yapacaklardır ama Rableri onları mağfiret edecektir.

“Rablerinden” kelimesi getirilmiştir. Yani cennette de Allah Rab sıfatı ile tecelli edecektir. Evrim orada da devam edecektir. Orada evrimin durması dünyadan daha kötü durumun olması demektir.

O halde âhirette de dünyadaki çabalar olacak, hatalar olacak ama cezalar olmayacak, belki mükafatlar düşük olacaktır.

Bu dünyada da böyle bir düzen kursak acaba başarılı olur muyuz?

Farz edelim ki herkese çalışmasa da bin liralık mal veriyoruz. Ama suç işleyenlerden bu bin lirayı kesiyoruz, ayrıca iş de vermiyoruz.

Durum ne olur?

Âhirette yaşamak ve rahat etmek için gerekli maaş veriliyor. Ama daha fazlası çalışma karşılığı veriliyor. Âhiret üzerinde çalışmalar yaparsak inancımız gittikçe gelişir. Âhiret hayatını anlatan filimler olmalıdır. Halk bunları seyrede ede onlara kanaat getirmeye başlar.

كَمَنْ

(KaMaN)

“Gibidir.”

Mübteda burada mahzuftur.

“Haülai” yani bunlar, muttakiler, cennette dört ırmağa sahip olanlar, meyve bahçeleri bulunanlar ve mağfirete erenler şimdi size anlatacağımız kimseler gibi midir?

Ke” benzetme edatıdır.

‘Ahmedu Ke Mehmedi’ derseniz, Ahmet Mehmet gibi midir, Ahmet Mehmet’e denk midir? Soruda değiştir manâsı vardır. Ahmet Mehmet gibi değildir şeklinde mi, yoksa Mehmet Ahmet gibi değildir şeklinde mi anlama hususunda tereddüt vardır. Bu husus tarafımdan çözülememiştir. Mübteda haber olduğu için Türk dil mantığına uyar. Eğer “Leyse” olarak takdir ederseniz, o zaman da Türk dil mantığının aksi olur. “Leyse’l-Muttakuna Ka Men” şeklinde mânâlandırmamız daha uygundur.

Demek ki mukayeselerde mübteda haber olarak takdir ettiğimiz zaman ikincisi önemlidir. Faili mef’ul olarak takdir ettiğimizde birincisi önemlidir.

Burada mahzuf olan muttakiler daha önemlidir. Onlar bunlar gibi değildir manâsı çıkacaktır. “Leyse’l-Muttakuna” olarak takdir edeceğiz. Cennet halkı cennette dünya hayatında olduğu gibi molekül yapısı ile yaşarken, cehennem halkı ateşte çekirdek yapısıyla yaşamaktadırlar. Bunlar onlar gibi değildirler.

Kâinatta evrim vardır. Yani daha ileriye gitme, daha üstün hayat sürme. Ve bu üstünlük sürüp gidecektir. Evrim de ayıklama ile olacaktır. Yarışı kazananlar yaşarlar, kazanamayanlar ayıklanırlar. Kazanamayanları yok etme yerine yarışa devam etme sünnetullahtır. Cehennem bu yarışı sürdürmedir.

Cehennem bir intikam yeri, bir üzme ve sıkıntı verme yeri değil, eğitme yeridir.

Bunu nerden biliriz?

Bizzat “cehennem” ve “cehim” kelimelerinden biliriz. Bunlar fırın demektir. Madenlerin arıtıldığı fırın ve ham olan yani pişmemiş olan yemeklerin pişirildiği fırın. “Tennur” ise enerjinin üretildiği fırındır.

هُوَ خَالِدٌ فِي النَّارِ

(HuVa PAvLıDun Fiy elNAvRı)

“O ateşte haliddir.”

Muttakiler ateşte hâlid olan gibi midir?

Burada “Men” getirilmiştir. “Men” müfret ve cem için getirilir. Ona raci olan zamir müfret olmasa da manâsı çoğul olabilir. Burada böyledir. Nitekim aşağıda çoğul zamiri gönderilmiştir.

Cennette olanlar için “Halid” kelimesini getirmediği halde burada bilhassa “Halid” kelimesini getirmiştir. Cennette ve cehennemde ebedi kalma konusu en çok tartışılan konudur. Cennette halid kalma evrimi durduran bir olaydır. Kur’an “Sonra Allah’a rücu edeceksiniz” demektedir. Bu Tanrı’ya yaklaşma demektir.

Bunu şöyle bir misalle anlatalım. Buradan Ankara’ya yolculuk yapsanız, size bir şart koysalar. Birinci gün yarısına, ondan sonra onun yarısına, ondan sonra onun yarısına varacaksınız. Acaba Anakara’ya ne zaman varırsınız? Matematikte ispatlanır ki, hiçbir zaman varamazsınız. Sürekli olarak ilerleme vardır ama hiçbir zaman hedefe ulaşma yoktur. İnsanlar sürekli olarak Tanrı’ya yaklaşırlar ama hiçbir zaman varamazlar.

Kur’an cennet halkı için de cehennem halkı için de orada haliddirler, orada ebediyen haliddirler kelimelerini kullanmaktadır.

Huld” kelimesi kalıcı olma, sürekli olma, oradan ara sıra da olsa çıkmama anlamındadır. “Ebed” kelimesi sonuna kadar orada kalma demektir. Biri süreklilik, diğeri sonuna kadar kalma anlamına gelmektedir.

Eğer âhiretin ömrü sonsuzsa, onlar da orada sonsuz kalacaklardır; âhiretin ömrü sona eriyorsa, o zaman âhiretin ömrünün sonuna kadar orada kalacaklardır demektir.

Kur’an’da cehenneme girenlerin çıkacaklarına dair açık ifade yoktur. Yalnız orada krizalit devresini geçirecekleri vardır. Orada ne yaşar ne ölürler deniyor.

Hâsılı, bu konuda tam kanaate varmış olmamakla beraber, cehennemdekilerden hiç olmazsa bazıları âhiretin sonuna kadar orada kalacaklardır. Sonra âhiretin âhireti olacak ve cehennemdeki amel-i salihlerle cennetten de üstün olan yerlere gidebilirler. “Sen yetmiş defa istiğfar etsen de biz onu mağfiret edecek değiliz” ifadesinden anlıyoruz ki, âhirette en yakın olanlar bile birbirlerinden ayrılacaklardır.

Burada bir soru sorulur: Allah zerre kadar zulmetmez, kimseye fazla ceza vermez. Bu dünyada işledikleri kötülüğün cezası sonsuz olamaz. Sonra nasıl olacak da hepsi eşit şartlarda cehennemde kalacaklardır. Zaman zarfı olduğu için herkes için ayrı uzunlukta olacaktır. Ayrıca cehennemde de rahat hayat sürebilirler. Balıklar için deniz cennettir, karalar cehennemdir. Diğer canlılar için de deniz cehennemdir, karalar ise cennettir.  

وَسُقُوا مَاءً حَمِيمًا

(Va SuQUv MAvEan XaMIyMan)

“Ve hamim mâ ile saky olunurlar.”

Muttakiler için sudan, sütten, hamrden ve baldan ırmaklar bulunduğu halde, cehennemde olanlar için sıcak su vardır. İnsanın ihtiyacı sudur, sıcak ve soğuk olsa da su olma özelliğini korur. İster sıcak olsun, ister soğuk olsun, durum değişmez.

Suyun ayrıca soğutma özelliği vardır. Motorlarda su biterse motor çatlar. Suyun birçok özelliği vardır. Bunlardan biri de ısınma ısısı en fazla olan bir maddedir, yani en çok soğutma kabiliyeti olan maddedir.

Sıcak su içene zevk vermez. Lezzetin lişşaribîn olmaz. Tamamen aynı hayatı yaşadığımız halde birimize acı olan diğerine tatlı olan olabilir. Acılık veya tatlılık maddenin kendisinde değil, beynimizin onu o amaçla kodlamasından doğar. Yani acı veya tatlı olmak hılkî değil vaz’îdir. Bize acı gelen bir madde başka hayvana tatlı gelebilir. Onun için o yararlı olduğu için onun hoşuna o gider. Bir inek için “ot” çok iyi iken “et” hiç iyi değildir. Cehennemde yaşayanlar hayatlarını acı olarak yaşayacaklar, cennette olanlar zevk alacaklardır. Mesela bir yara tedavi edilirken çok büyük zevk alabiliriz. Nitekim yaramızı kaşırken hoşumuza gider.

Burada “içerler denmiyor, “Allah içirir” de denmiyor; “Saky olunurlar” deniyor, yani “içirilirler” deniyor.

Kim içirir?

Cennette de cehennemde de görevliler vardır. İnsanların hayatını onlar düzenlerler. Cennetteki görevliler cennettekilere cenneti cennet yapar, cehennemdeki görevliler cehennemi cehennemdekilere cehennem yaparlar.

Hamim” sıcak su demektir, kaynar su demektir.

Hamama gittiğiniz zaman oradaki sıcaklık normal sıcaklığın üstünde sıcaklıktır. İçtiğimiz çay sıcaklığı hamam sıcaklığıdır. Buradaki sıcaklıktan murad tatsız demektir. Yukarıdaki lezzetin lişşaribîn karşılığı kullanılmıştır.

Demek ki cehennem hayatı böyle bir hayattır.

İştahla yemek yiyen de yemek yer, iştahsız yemek yiyen de yemek yer.

Böylece cehennem hayatı ile cennet hayatı paraleldir.

Dünyada yaptığı günahlar için çekeceği azap ayrıdır, azabı çektikten sonra oranın hayatında isteksiz yaşama ayrıdır.

Burada başka bir soru ile karşılaşırız:

Âhirette çalışarak mı yaşama vardır, yoksa çalışmadan mı yaşama vardır?

Cennette yaşamak için çalışma şartı yoktur diye kabul ediyoruz. Bunu şöyle açıklayabiliriz. Eski Yunanistan’da aristokrat sınıfı çalışmazdı. Köleleri çalışır, aristokratlar geçinirlerdi. Bunun felsefesini yapmışlardı. Filozoflar diyorlardı ki; biz çalışmıyoruz ama felsefe yapıyoruz, çalışsak kim felsefe yapacak? Bu felsefe yapma işi âhirette de geçerli kabul edilebilir. Yani âhirette de çalışma vardır. Ama mü’minler ilim yapacaklardır, vakitlerini üretimde değil ilimde geçireceklerdir. İşleri ise cennetin diğer görevlileri yapacaklardır. Huriler ve gılmanlar yapacaktır.

Cennetteki sorun böylece açıklanmış oluyor.

Cehennemdeki durum nedir? Cehennemde ise cehennem halkı çalışarak geçinecek midir, yoksa onlar da çalışmadan mı geçineceklerdir?

Bu âyet çalışmadan geçinme anlamında işaret taşımaktadır.

Bu konuda hakikate daha çok yaklaşmak için cennet ve cehennemle ilgili âyetlerin daha çok okunması ve üzerinde durulması gerekmektedir.

فَقَطَّعَ أَمْعَاءَهُمْ(15)

(Fa AQaoOaGa EaMGAEaHuM)

“Em’aları kat’ etmiştir.”

Sıcak su mideleri kesmiştir. Buradaki “kat’” bağırsakları parçalamak manâsında olmamalıdır. Acı şekilde öldürme sıcak su içirilmesi olsaydı bağırsakların parçalanmasını öyle anlardık. Cennette olsun cehennemde olsun ebedilik, hâlidlik olduğuna göre insan yaşayacaktır. Yaşaması için bağırsakların yerinde durması gerekir. O halde buradaki kesme veya kırma ishal olma anlamındadır.

Mideye yaramayan şeyler girince mide onları ya kusarak atar, ya da bağırsaklarda ishal hâlinde atar. Oradaki besinler bu şekildeki besinlerdir.

İshal olacak olanlar acaba ilaç alıp da ishalden kurtulacak mıdırlar, yoksa öyle devam mı edecekler? Orada da hastalık var mıdır? Tedavi için hastahaneler var mıdır?

Şu gerçektir ki, cennet hayatı bu dünya hayatından daha yücedir. Bu dünyada olan bütün nimetler orada vardır; ayrıca daha fazlası vardır. Cehennem de bu dünyadan daha kötüdür. Bu dünyada mevcut tüm kötülükler orada fazlasıyla vardır.

Bizim bu dünya hayatında yapacaklarımız neler olabilir?

Bir site veya kent kurarız, orada seçkinler yerleşir. Evleri orada olur. Bunlara zekâtın müellefe faslından pay verilir. Bunlar orada ilim yaparlar, sanat yaparlar ama çalışmazlar. Ortak bütçeden masrafları giderilir.

Bunun dışında normal siteler hukuk düzeni içinde yaşarlar. Kimse kimsenin uşağı değildir. Herkes kendi imkanları ile yaşar.

Bir de cehennem siteleri veya kentleri kurarız. Burada hukuk düzeni yoktur, askeri düzen vardır. Zorla çalıştırılırlar. İshal yapacak kalitesiz yiyecekler buraya gönderilir.

Mü’minler de askeri düzende yaşarlar ama onların yönetme hakları vardır. Kendi iradeleri ile kendi komutanlarını kendileri seçerler. İstedikleri zaman komutanlarını değiştirirler. İstedikleri zaman askeri alanlardan çıkabilirler.

Oysa sürgün sitelerinde yaşayanlar oradaki yöneticileri kendileri seçmedikleri gibi oradan ayrılamazlar. Ayrıca orada alçaklardandırlar.

Bu hükümler cehennem hükümleridir. Meselini burada tesis ederiz.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-585/ADİL DÜZEN DERSLERİ-415      13 Kasım 2010

 

AK PARTİ’Yİ YENMEK;

“ADİL DÜZEN”İ

UYGULAMAK

AK Parti’nin bir siyaseti vardır; İslâm dinini serbest hâle getirmek, insanlara inançlarını yaşatma imkanlarını hazırlamak.

AK Parti’nin başka bir hedefi de halkımızın refah ve saadet arasında yaşamasını sağlamaktır. Bunu esas hedef kabul etmiştir.

AK Parti’nin başka bir hedefi de gerginlik yapmadan, uzlaşarak, sabrederek hedefe ulaşmak, anti demokratik uygulamaları uzlaşarak ortadan kaldırmak.

AK Parti’nin başka bir siyaseti ise uluslararası platformda tarafsız olmak, herkesle iyi geçinmek, komşularla olan sorunları sıfırlamak yönündedir.

AK Parti’nin bu siyaseti şimdilik geçerlidir ve AK Parti’yi hiçbir siyaset alt edemez.

Bu seçimde AK Parti yüzde elliler civarında oy alacaktır.

Bu durum bizi fazla memnun eden bir şey değildir.

*

-Bu siyaset işsizliği çözmüyor...

-Bu siyaset PKK sorununu çözmüyor...

-Bu siyaset rüşveti ve ahlâksızlığı kaldırmıyor...

-AK Parti’nin siyaseti başörtüsü vs. zulümlerini yok etmiyor...

*

Öyleyse ne yapılmalıdır?

“ADİL DÜZEN” getirilmezse sorunlar çözülmez, çözülemez...

Gittikçe kötüye giden duruma dur diyebilmek ancak “ADİL DÜZEN” ile mümkündür. “ADİL DÜZEN” gelmedikçe, uyuşturucu ilaçlarla ağrı kesilir, yapılan zulümlerin acısı dindirilir ama her türlü hastalıklar şiddetlerini giderek artırır.

*

“ZALİM DÜZEN”DEN “ADİL DÜZEN”E KİM GEÇEBİLİR?

Önce şunu açıkça ifade etmek isterim ki; birileri gelip bugün iktidarı bize teslim etseler, “Adil Düzen”e geçemeyiz. “Adil Düzen”e geçmek için bilgiye ihtiyaç vardır.

Her şeyden önce yeterli “Adil Düzen” bilgisi var mıdır?

Bunun ortaya çıkması için halkın “Adil Düzen”i tartışması gerekir. Ancak ondan sonra “Adil Düzen”i bilip bilmediğimizi anlarız. Bu tartışma bugüne kadar yapılmadı. Bu sebepledir ki biz de kendi bildiklerimizden emin değiliz.

Siyasi partiler “Adil Düzen”i getireceğiz diye vaat etmemelidirler; “Adil Düzen”i tartışmaya açacağız demelidirler.

Halk “Adil Düzen”i teorik olarak anlamaz.

Biz de tartışmadıkça kendimizden emin olamayız.

Örnek uygulama yapmalıyız. Uygulayarak teorimizden emin olmalıyız. Halka da göstererek anlatmalıyız. Bunun için bir bakkal/market işletmesinden başlayabiliriz. Orada hem eksiklilerimizi görürüz hem de elemanlar yetiştiririz.

Partilerden istediğimiz bu bakkal işletmesine katılmalarıdır. Bakkalımıza ortak olarak bizi denetlemeleri ve hesaplarımızı takip etmeleridir.

*

Seçime girmeden önce halka örnek göstermeli, sonra o örnekten yola çıkarak devlet yönetimimizi anlatmalıyız. Nasıl bir hücre canlının kendisine benzerse; onun gibi bir bakkal da devlete benzer. Bakkalın sorunları ile devletin sorunları aynıdır. Çözümler de birbirine benzer. “Adil Düzen”de bu böyledir. “Adil Düzen”de devlet büyümüş bir aşirettir.

Sonra seçimi kazanı Meclis’e girdiğimiz takdirde Meclis’le ilgilenmeliyiz.

Yüzde on kadar oyu da alamamışsak, Meclis’te bir işimiz yoktur!

O zaman “Adil Düzen”i Meclis’teki başka partilere anlatmamız gerekir.

Mümkün olursa koalisyonlara girip hükümette “Adil Düzen”i anlatmalıyız. Uzlaşarak iş yapmalıyız. Ekseriyet bizde, o halde istediğimizi yaparız görüşü “Adil Düzen”e uymaz.

*

NE YAPACAĞIZ?

Uzlaşamadığımız hususlarda herkes kendi görüşünde kalmalıdır. Uzlaştığımız hususlarda birlikte uygulama yapmalıyız. Öyle işler olur ki uzlaşmak zorunda kalırız.

Mesela, trafikte sağdan mı yoksa soldan mı gidelim konusunda anlaşmak zorundayız. O halde o hususta anlaşma yolunu bulmak zorundayız.

Ortak vekil seçeriz. Yani bütün partilerin anlaştığı bir vekil seçeriz. O karar alır; onun aldığı karar hepimizin kararıdır. Kararı ittifakla almış oluruz. Dolayısıyla herkes alınan karara isteyerek uyacaktır. Bazen bu ortak hakem de hata yapmış olabilir. O zaman da hakemlere gidilir. Hakemlerin kararları uygulanır. Hakemler de hata yapmış olabilir. Hakemlere karşı da hakemlere gidilebilir. Böylece uzlaşma imkanını bulmuş oluruz.

*

Görülüyor ki, biz partilere bilmedikleri “Adil Düzen”i kabul ettikten sonra hemen uygulayın demiyoruz.

Tam tersine; önce kuvvete dayanan “zalim düzen”i terk edin, sonra Hakkı üstün tutan “Adil Düzen”i kabul edin diyoruz.

Bizimle diyalog kurun, karşılıklı tartışalım, hakkı arayalım; anlaşırsak uygulayalım.

Siz ne yapıyorsunuz?

İlgilenmiyorsunuz, görüşmüyorsunuz, tartışmıyorsunuz...

İşte suçunuz ve günahınız buradadır.

Bu husus bütün partiler için geçerlidir.

Saadet Partisi’nin de diğer partilerden farkı yoktur.

Erbakan da sadece otuz-kırk sene önceki seviyesinde “Adil Düzen”i biliyor. İktidar olduğu zamanlarda uygulayamadı. Şimdi de uygulayamaz.

*

Biz Akevler olarak bütün partileri “Adil Düzen”i bizimle tartışmaya davet ediyoruz. Bizsiz sizin bu işi yapmanız mümkün değildir.

Allah her görevi herkese vermemiştir.

Öğrenmek bizden, yapmak sizden olmalıdır.

Bize yardım edin, denemeli uygulamaları yapalım; sonra siz uygulayın.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-585/ADİL DÜZEN DERSLERİ-415      13 Kasım 2010

 

BAŞÖRTÜSÜ

YASAĞININ

ANA SEBEPLERİ VE

ÇÖ-ZÜ-MÜ

Bir sorunu çözmek istediğiniz zaman önce o olayın sebeplerini tesbit etmek gerekir.

Başörtüsü sorunu nerden ortaya çıkmıştır, bu sorunu kim icad etmiştir?

Önce bunları tesbit etmek gerekir.

Tarihî gelişmeden başlayalım.

Allah insanları yarattı. Toplayıcılık, avcılık, çobanlık, tarımcılık dönemlerini geçen insanlık Mezopotamya’da kentleşmeye başladı.

Hazreti Nuh ilk defa şeriat düzenini kurdu, yazılı hukuk oluşturdu.

Hazreti İbrahim tüm insanlığı tek uygarlığa götürme ile görevlendirildi. Onun çocukları insanlığı büyük uygarlığa ulaştırma görevini aldılar.

Gaye insanlığı tek uygarlığa götürmektir.

*

Bu yola götürmek için ilk  görevi İsrail oğulları almıştır. Dünyayı onlar yönetmişlerdir. Tüm uygarlıklar onlardan doğmuştur. Kur’an’dan önceki uygarlıklar Tevrat uygarlıklarıdır. Bu önemli görevi tarihte bir çok sıkıntılar çekerek başarmışlardır.

Kur’an geldikten sonra bu görev mü’minlere verilmiştir; bir ırka veya kavme değil, bütün insanlardan isteyenlere yani gönüllülere verilmiştir. Kur’an nâzil olduktan sonra artık “Tevrat düzeni” yerine “Kur’an düzeni” hakim olacaktır.

Aralarında büyük fark yoktur. Sadece Tevrat’ta içtihat ve icmalar yoktur. Tevrat’ın aslı mevcut değildir. Kur’an’ın ise aslı ile mevcuttur, icma ve içtihat müesseseleri ile her devre ve ulusa hitap etmektedir.

*

Hiçbir şey birden değişemez. Tevrat uygarlığının son uygulaması bugünkü Avrupa uygarlığıdır. Geçiş dönemi uygarlığıdır. Tevrat uygarlığından Kur’an uygarlığına geçişin sonudur. Bundan önceki  bin beşyüz yıllık uygulama devir teslimdir. Yani Tevrat uygarlığının görevi tamamen devretmesi dönemidir.

Batı sermayesi bu uygarlığa son katkısını yapmıştır. Artık görevi bitmiştir. Ne var ki bunu idrak edemiyor. Tek sermaye devletini kurmak istiyor ve Kur’an uygarlığına devir teslimi yapmamakta direniyor.

Bu direnmenin teorisini Marx oluşturmuştur. Marx’a göre; insanlıktan mülkiyet  kavaramı alınmalıdır, din ortadan kalkmalıdır, aile müessesesi sona ermelidir ve nihayet devlet de kalkmalıdır. Yani tek devlet olmalıdır; tek dünya devleti!

Marx’ın bu teorisini uygulamaya koymak isteyen sömürü sermayesi, Türkiye’den başlamak üzere 20’inci yüzyılı dinle savaşmakla geçirmiştir.

*

Bu meyanda Lozan anlaşmaları ile Türkiye’ye ateist bir düzen getirmesi şartı ile Türkiye devletine yaşama imkanını vermiştir. Bunun içinde şapka örtme ve kadınları tesettürden uzaklaştırma şartı da vardır. Böylece halk hem dininden hem de iffetinden olacaktır. Tüm okullar ve medya bunun için seferber edilmiştir.

İşte, başörtüsü sorununun ana kaynağı, sömürü sermayesinin Türk halkını dinsizleştirmek ve ahlâksızlaştırmak için bulduğu bir araçtır.

*

Şimdi günümüze gelelim.

Tekel sermaye 20’inci yüzyılın son çeyreğinde ulaştığı en büyük gücü kaybetmeğe başlamıştır. Sermayenin yıkılışı bizim Halk Partisi ile yaptığımız koalisyonla (CHP-MSP Koalisyonu) başlar. Bu koalisyonla sağ-sol çatışmasına Türkiye’de son verilmiştir. Bu uygulama önce İran’a sıçramış (İran inkılâbı), oradan Sovyetlere (Sovyetler Birliği’nin glasnost ve perestroyka ile dağılması) ve bütün dünyaya yayılmıştır...

Sol din düşmanlığından vazgeçmiştir.

Sömürü sermayesi ikinci büyük darbeyi Irak tezkeresinde (1 Mart 2003 Tezkeresi) almıştır. Türkiye ABD’nin istediğini yapmamış ve direnmiştir. Fransa ve Almanya Türkiye’nin yanında ye almış ve bunlara Rusya ve Çin de katılmıştır. Böylece ABD süper devlet ve süper güç olmaktan çıkmıştır.

Daha büyük olaylar oldu.

ABD İslâm âlemini anarşist/terörist gösterip soykırımına uğratmayı önerirken, Putin Rusya’nın da İslâm devleti olduğunu beyan etmiş ve İslam Konferansı Örgütü’ne (İKÖ) katılmak istediğini bildirmiş; müşahit olarak katılmıştır.

Bu yetmemiş, ABD’de halk bir Müslümanın oğlu olan bir zenciyi başkan yapmıştır.

Papa Türkiye’ye gelerek Sultan Ahmet Camii’nde dua etmiştir.

Bütün bunlar,  İsrail oğullarının görevi mü’minlere terk etmenin kıyısına geldiğimizi göstermiştir. Kur’an’ın bildirdiğine göre yönetimi Hıristiyanlar ve Müslümanlar devralacaklardır. Hıristiyanların şeriat kitapları yoktur. Kur’an gelmeden önce onlar Tevrat’a sahip çıkmışlardır. Şimdiden sonra Kur’an’a sahip çıkacaklar, böylece hakimiyetleri devam edecektir.

*

“BAŞÖRTÜSÜ PROBLEMİ” bugün gelinen noktada, “AK Parti’nin bilgisizlik, cehalet ve acziyetinden kaynaklanan bir problem”den başka bir problem değildir.

BAŞBAKANIN BİR KIYAFET GENELGESİ YAYINLAMASI VE POLİSİN BAŞÖRTÜSÜNE MÂNİ OLANLARI KARAKOLA ÇAĞIRIP MAHKEMELERE VERMESİ İLE BİTER.

Ama Sayın Başbakan senelerden beri bizimle görüşmüyor, çözümlerimizi dinlemiyor! AK Partililerin tamamı bizim çare ve çözümlerimize kulak vermiyorlar!

Ne yapalım;

Onlar gafletten uyanıp gerçeği görünceye veya sorunu çözecek başka birileri ortaya çıkıncaya kadar, daha çekeceğimiz çileler ve zulümler var demektir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

Sömürüyü nasıl bitirelim?

Reşat Nuri EROL

Bundan önceki yazımızda “katmerli bir şekilde sömürülüyoruz” dedik…

Önce, karşılığı olmayan “dolar” denen “kâğıt parçası” ile nasıl sömürüldüğümüzü…

Sonra, üstüne üstlük bu karşılıksız sözde paraya bir de nasıl “faiz” verdiğimizi…

Yetmedi, sonrasında “enflasyon” sebebiyle bir kere daha sömürüldüğümüzü…

Bu da yetmemişçesine, daha sonraki “başka çeşit para oyunlarıyla” ve maalesef bizzat kendi “Merkez Bankamız” tarafından nasıl sömürüldüğümüzü; yani birkaç defa katmerli bir şekilde nasıl soyulduğumuzu bütün detaylarıyla anlattık…

***

Peki, acaba bu sömürüyü engellemek ve bitirmek için ne yapmalıyız?

Bu katmerli sömürü ve soygundan kurtuluşumuz nasıl olacaktır?

***

Bunun yani bu katmerli sömürü ve soygunun bilincine ulaşmış kimseler, her şeyden önce bir “kooperatif” kuracaklar... Kooperatif bankada bir hesap açacak... Kooperatif üyesi olan “ortaklar” ellerindeki paralarını o hesaba yatırıp çekecekler...

Kendi aramızda yaptığımız bütün alışverişlerde kendi “Kooperatif Senedimizi” kullanacağız... Böylece hiç olmazsa kendi aramızdaki ilişkilerde o karşılığı olmayan sözde para denen kâğıt parçaları ile sömürülmeyeceğiz...

İstanbul halkı veya ülkemizdeki herhangi bir şehrimizin halkı, semt semt “kooperatifler” kuracak ve aralarında kendi “kooperatif Senetlerini” hiç olmazsa kendi aralarında “para” olarak kullanacaklar...

Sonra bu kooperatifler birleşip bir “Merkez Kooperatif” kuracaklar...

Önce o il veya ilçeden TL ve dolar bertaraf edilecek…

Sonra bütün İstanbul’da böyle yapılacak...

Sonra bütün Türkiye’de…

Sonra dünyada…

***

İşte bu şekilde ülkemizde ve dünyada dolar sömürüsü bitecek.

Görülüyor ki sömürü sermayesi bizim aptallığımızdan yararlanıyor.

Bütün mesele insan psikolojisini bilmek, ekonominin reel kurallarını bilmek. İnsan psikolojisini ve gerçek ekonomiyi bilirsek, bu sömürü ve soygunu bitirebiliriz. Karşılıksız paranın biricik alternatifi “karşılığı olan para” çıktığı anda bu sömürü ve soygun biter.

Aksi halde katmerli sömürü ve soygun devam eder gider…

***

Bu arada sömürenlere de söyleyeceğimiz bir iki sözümüz vardır:

Tamam; “faiz ve sömürü” sayesinde “sermaye terakümü” oldu, bu sayede “sanayi devrimi” gerçekleşti ve çağımız dünyası uygarlık olarak bugünkü seviyeye ulaştı…

Sömürdünüz…

Katmerli şekilde sömürdünüz…

Sömürdünüz, kalkındırdınız, uygarlaştırdınız...

Sanayileşme, sayenizde Türkiye dahil bütün dünyaya yayıldı…

Artık şunu anlamanızın zamanıdır:

Bundan sonra “sömürü düzeni” bitmiştir.

Ancak “uygarlaşma” bitmedi, insanlığın uygarlaşma hamleleri devam edecektir.

Yeni düzende, geleceğin dünyasında varlığınızı ve etkinliğinizi sürdürmek istiyorsanız; “faizli sömürü düzeni”nden vazgeçip “faizsiz ortaklık sistemi”ne gelmelisiniz. Yani uygarlaşma çabasına devam etmelisiniz. Yoksa bütün gericiler gibi zamanla siz de tarih olursunuz, yok olup gidersiniz.

Yok olmak istemiyorsanız bu sese ve seslenişe kulak verin!

 

 

 

Sosyal Devlet

Reşat Nuri EROL

Bir an için hayal edelim: Öyle bir ülkede yaşıyorsunuz ki, orada sadece “para” derdiyle çalışmanıza gerek yok, “topluluk” gerçekten “sosyal topluluk” olmuş, “devlet” de sözde değil gerçekten “sosyal devlet” olmuş ve sizin hayatınızı garanti etmiş.

Ne demek istediğimi, başından geçen ve yaşanan bir olayı hocamın anlatımıyla aktarayım: “Dün, lise talebesi iken yakın dost olduğum ama uzun zamandır görüşmediğim bir arkadaşım geldi. Kendisi benden üç-dört yaş büyük, yani epey yaşlı. Kırk sene önce birisine yardın olmak üzere bir ortaklık kurmuştuk. Ben ona …. lira ile katılmıştım, bir yer almıştık. O yerimiz imar vermediklerinden hâlâ duruyor! Arkadaşım hastalanmış, hastahanelere düşmüş... Hastalık sebebiyle her şeyini yitirmiş olduğundan, kırk sene önce verdiği …. lirasını almak için geldi; ne yazık ki ben o zamanın …. lirasını verme imkanına sahip değilim.”

İşte, “sosyal güvencesi olmayan insanlar” bugün böyle yaşıyorlar. Güya “sosyal güvenlik” var, güya anayasamızda “sosyal devlet” söz olarak var ama mekanizması yok! Özel hastahanelerdeki gariban hastalar “can” derdinden çok “para” derdine düşmüş!!!

İşte, biz böylesine “dünya cehennemi” olan bir “zalim dünya düzeni” istemiyoruz.

***

Devlet sözde değil özde ve gerçekten “Sosyal Devlet” olmalıdır. Para ile tedavi yasaklanmalıdır. Madem ki özel hastahanelere izin verildi. Devlet hastahaneleri kendisi yapsın, doktorlara versin. Devlet ilacını bedava versin. Devlet elektrik ve ısıtma masraflarını karşılıksız versin. Herkes bir doktora bağlansın ve onların sayısı kadar onlara para verilsin. İnsanlar “hastalık ağrısı” çekerken bir de “para ağrısı” çekmesin.

Taraflar arasında niza olduğu zaman “hakemler” devreye girsin ve tarafların sorunları hemen çözülsün. İnsanlar onlarca yıl “Adalet Sarayı!” denilen mahkemelerde onlarca yıl adaletin gecikmesinin sebebiyet verdiği adaletsizlik sebebiyle sürünmesinler; ayrıca adaletin gerçekleşmesi için bir bedel ödemek durumunda olmasınlar.

Herkesin yeryüzünün sahibi olmaktan dolayı asgari bir “kira payı” olsun. İşte, sözünü ettiğimiz o “Sosyal Devlet”in masrafları kişiler için bu kira hakkından temin edilsin. Yani bu dünya insanlar için “cehennem gibi değil, “cennet gibi” olsun.

Hastalık ve ölüm önlenemez, insanlar arasında niza olmadan geçecek bir hayat düşünülemez ama insanlar acı ve korku içinde yaşamasınlar; dünyaları “cehennem gibi” olmasın, “cennet gibi” olsun.

***

“SOSYAL DEVLET” sadece ve sadece “ADİL DÜZEN” ile tesis edilebilir. “Adil Düzen”den yalnız Adil Düzenciler değil, tüm insanlık yararlanacaktır; hattâ baştan karşı gelip “Adil Düzen”i getirmemek için karşı olan, savaş veren, darbe hazırlıkları yapan herkes yararlanacaktır; inansın inanmasın herkes ondan istifade edecektir.

Arabistan’da binlerce yıl devlet yoktu, sürekli kabile kavgaları vardı. Kimse güvenlik içinde değildi. İslâmiyet gelip de “Barış Devleti” kurunca, kurtlar ile kuzular barış içinde birlikte yaşamaya başladılar.

***

Şimdilik küçük “sosyal patlamalar” başladı, “SOSYAL TUFAN” kapıda!

Bu tufandan kurtulmak için “ADİL DÜZEN”e ihtiyaç vardır.

Bugün parası olmayana “sosyal güvenlik” yoktur.

“Adil Düzen”de herkese “sosyal güvenlik” sağlanacaktır.

“ADİL DÜZEN”in getirdiği bu “dünya cenneti”nin ve “SOSYAL DEVLET”in ne olduğunu öğrenmek isterseniz; “Adil Düzene Göre İNSANLIK ANAYASASI” çalışmalarımızı anlayarak okumanız, iyice anlayıp kavradıktan sonra da gerçekleştirmek için uygulamanız gerekmektedir.

Vesselâm…

 

 

 

Sömürü düzeni yıkılıyor

Reşat Nuri EROL

Sömürü sermayesi ne yapmak istiyor? Tüm insanları işçi hâline getirmek ve böylece bir ve tek “dünya sermaye devleti” kurarak dünyayı sadece kendisi idare etmek istiyor.

İnsanları “işçi” yani “köle” hâline getirebilmesi için birtakım tedbirler almaktadır.

a) Önce faizi meşrulaştırmakta, gelir vergisini uygulatmakta, ağır vergi ve sigorta işlemleri içinde küçük ve orta işletmeleri ortadan kaldırarak tekel bir küresel sömürü gücü oluşturmak istemektedir.

b) Gümrükler ve vizelerle serbest gidiş-gelişleri ve alış-satışları engellemekte, böylece herkesi kendisinden alışveriş yapmaya zorlamaktadır. O ülkelere güya ‘sizin sanayiniz, sizin üretiminiz, sizin ülkeniz korunsun’ diye bu saçmalıkları yaptırmaktadır.

c) Tüm basın ve yayın organlarını, ülkelerdeki bütün ana medya organlarını elinde tutarak, insanlığa ve ülkelere gerçeklerin anlatılmasını her türlü medya aracılığıyla engellemekte, insanların gafletten uyanmalarını önlemektedir.

d) Tüm üniversitelerde ve her türlü eğitim kurumlarında eğitim programlarını merkezileştirerek kendi isteğine göre saçma sapan şeyleri sadece ezberletmekte, öğretim bile yaptırmamakta, insanların gerçek anlamda eğitim almalarını engellemektedir.

Sömürü sermayesi bunların dışında; “aile” düşmanlığı, “din” düşmanlığı, “devlet” düşmanlığı ve “mülkiyet” düşmanlığı yapmakta, bunu timsahın iki çenesi olan “zalim komünizm” veya “vahşi kapitalizm” aracılığıyla gerçekleştirmektedir. Böylece insanları “ferdileştirerek” ve “yalnızlaştırarak” sadece kendisine “köle” yapmak istemektedir.

***

Yukarıda anlatılan tesbitler, bizim haftalık olarak yapmakta olduğumuz “Kur’an ve İlim Seminerleri” notlarımızdan derlenmiştir. İşte; Allah bunların amellerinin boşa gittiğini, başarıya ulaşmayacaklarını, sonunda mutlaka hüsrana uğrayacaklarını haber vermektedir.

Bundan elli sene evvel bu işi başaracakları sanılıyordu.

Ancak, belli bir zaman geçtikten sonra yeryüzünde beklenmedik olaylar oldu. Sovyetler yıkıldı. İnsanlık düşmanı canavarın alt çenesi gitti. Papalık ve din Batı dünyasında yeniden etkin olmaya başladı. “Sermaye tekeli kapitalizm” ve “devlet tekeli sosyalizm”in yanında “halk ekonomisi ve sanayi üretimi” bütün dünyaya legal veya illegal olarak da olsa yayılmaya başladı. Böylece sömürenlerin amelleri yavaş yavaş boşa çıkmakta, yani yaptıkları yüzlerce yıllık sömürü plan ve projeler çökmektedir.

Sömürü sermayesi, sömürüsünü gerçekleştirmek için “Birinci ve İkinci Cihan Savaşları”nı çıkardı, “Osmanlı İmparatorluğu” dahil imparatorlukların yıkılmasına sebebiyet verdi, “nasyonal” ve “enternasyonal” dikta rejimlerini kurdu, kurdurdu.

***

Ancak;

Zamanla o dikta rejimleri ve o diktatörler yok oldular.

- Artık ne Lenin var, ne de Stalin.

- Artık ne Hitler var, ne de Mussolini.

- Artık ne Baba Bush var, ne de Oğul Bush.

- Zamanla hepsi yok olup gittiler, tarih oldular.

Yani Allah’ın “edalle e’mâlehüm” ifadesinin büyük kısmı gerçekleşti.

Şimdi henüz edalleye uğramayan iki amelleri, iki müesseseleri kalmıştır:

- Biri insanların emeklerini vampir gibi emdikleri “karşılıksız kâğıt para” ve

- Diğeri de sömürü sermayenin emrindeki her türlü “millî olmayan medya”lardır.

Bunların da sonları yaklaşmaktadır. Yakında “karşılıksız faizli para” olan “dolar” tepetaklak gidecek ve tekel sermayenin ana sermayesi iflas etmiş olacaktır. Yakında bütün ülkelerde “millî medyalar” oluşacak ve artık tekelci sermayenin yanıltmaları, sömürü sermayesinin aldatmacaları sona erecektir. Evet, Kur’an bunun haberini vermektedir.

 

 

 

Sömürü nasıl yok olacak?

Reşat Nuri EROL

Sömürü sermayesinin yok olması için her şeyden önce devletler kendileri devlet olarak yalnız “kendi paralarını” kullanacak, bankalarında “yabancı para” bulundurmayacaklardır. Parayı “döviz” ile değil “altın” ile dengeleyeceklerdir.

Bunu “öncü bir devlet” uyguladı mı, “diğer devletler” birkaç ay yapılan bu uygulamaya bakarlar; bu uygulama başarıya ulaştı mı, “her devlet” bu yola gider. Devletler bu yola gidince “sömürü sermayesinin karşılıksız kâğıt parası iflas edecek” demektir.

Sömürü sermayesinin bugünkü sömürü tekeli, basında, medyada “basın ve yayın kooperatifleri”nin oluşması ile sona erecektir. Bunun için devlet basını/medyayı destekleyecek, “basın kooperatifleri” kurulacak, bu kooperatifler “vergiden muaf” tutulacaktır. Basın ürünlerinin “dağıtım ve nakliyesi” bedava yapılacaktır. Devlet “yazarlara mâli destek” verecek, bunun karşılığında devletin kendi ilanları basın organlarında karşılıksız yayınlanacak, “devletin vergisi” bu olacaktır.

***

Sömürü sermayesi devletleri dünyayı sömürmek için kendilerine göre bir “zalim düzen” oluşturmakta, bir önceki yazıda söz ettiğim şekilde “gümrük ve vize” uygulamalardan yararlanarak kendi sömürülerini sürdürmektedir.

Oysa iman etmiş olan sömürmeyenler “iç ve dış güvenliği” sağlayarak, “gümrük ve vizeleri” kaldırarak yeryüzünü “güvenlik içinde üretim ve dolaşım alanı” hâline çevirmektedirler. İnananlar teşkilatlanacaklar, “siyasi dayanışma ortaklıkları” kuracaklar, bedenen savunmaya katılan müminler olacaklardır. Bunlara katılmayıp mâlen “bedel” verenler olacaktır. Böylece yeryüzünün güvenliği sağlanacaktır. Nöbet ve bedel, ocak ve bucak ile il ve ülkede gerçekleşecektir.

Türkiye’de 1960’lardan itibaren bu sistem “Millî Görüş ve Adil Düzen” olarak ortaya konmuş ve tüm insanlığa anlatılmış olmaktadır.

***

Evet, insanlık yeryüzünün güvenini sağlayacak, sömürü sermayesinin zulüm ve tasallutundan kurtulacaktır.

Dünyanın her yerinde kurt ile kuzu bir yerde ve bir arada yaşayacak, kuzular saldırıya uğramadan rahatlıkla otlayacaktır.

Bucaklarda insanlığın ideal ve gerçek demokratik düzeni kurulacak, iller iç güvenliği sağlayacak, devletler dış savunmalarını yapacaklardır.

Hakimlik ve savcılık düzeninin yerine “hakemlik sistemi” gelecek, gerçek adalet tesis edilecek, silahlı güçler hakemlerin verdiği kararların icra organları olacaklardır.

Hakka ve adalete dayalı bu düzeni (Adil Düzen) kabul etmeyen mikroplar her zaman bulunacak, “barış devletleri” bu mikropları etkisiz hâle getireceklerdir.

***

Bugün ben bahçemde, arazimde, tarlamda, seramda domates yetiştiriyorum. Bu domates ulaşım sayesinde Avrupa’nın bir şehrinde ve köyünde yenebiliyor. Bunun gerçekleşmesi için vizelerin ve gümrüklerin olmaması gerekir; yani bütün yolların açık olması gerekir. Bunun için araçların ve ulaşım imkanlarının olması gerekir. Eğer bunlar varsa, benim domatesim bir Almanyalının veya bir Rusyalının sofrasında yemek olur; bunlar yoksa benim domatesim tarlada çürür, Alman veya Rus da bu nimetten yoksun kalır.

O halde insanlar arasında işbölümünün doğması, aralarında iletişimin oluşması, yani “barış ve adalet düzeni”nin gerçekleşmesi için devletlerin yani iman etmiş olanların yapması gerekenler işte yukarıda anlatılanlardır.

Yani…

“Adil Düzen”…

“Adil Ekonomik Düzen”…

 

 

 

Sömürenler ve işbirlikçilerin sonu

Reşat Nuri EROL

Ne olur? “Yaşlanan sistem” ömrünü tamamlamış olduğundan bir şekilde devre dışı kalır ve atılıp gider, yerine “yeni bir sistem” gelir, “yeni bir düzen” gelir.

Bizim yeni bir “sistem”, yeni bir “düzen” olarak önerdiğimiz “Adil Düzen” nedir?

“Adil Düzen” insanlığın “tarım uygarlığı”ndan “sanayi uygarlığı”na geçme düzenidir. Batı dünyası sanayide inkılap yaptı, gelişmiş ekonomiyi sanayide oluşturdu ama tarımda henüz gelişmiş ekonomileri oluşturamadı.

Tekel merkezî sistemde tarım gelişmez, gelişemez. Tarımın, tarlanın, toprağın ayağına gitmek gerekmektedir. Tarımda “hükmedici” değil, “hizmet edici” olunacaktır. Tarımda verim emekle orantılı değildir. Tarımda şartlar sanayideki gibi birbirine benzemez. Her tarım arazisinin kendine özgü özellikleri ve şartları vardır. O şartları bilmeyen ve onlara uyum sağlayamayanlar tarımda başarılı olamazlar. Nitekim olamıyorlar... 

***

O halde “yeni düzen”de, “yeni medeniyet”te, insanlığın geçiş yapmakta olduğu “yeni bir çağ”da “sanayi”nin yanında “tarım”ı da geliştirmemiz gerekir.

Bu da ancak adil bir düzen ve o düzendeki “selem sistemi” ile mümkündür.

Meselenin anlaşılırlığını biraz daha açalım: Bu sistemi gerçekleştirmek için yeni ve çağın şartlarına uygun bir “hukuk sistemi” ile yeni bir “yönetim sistemi” gerekmektedir. Birkaç bin yıllık “tarım dönemi hukuku” yani “Nuh Nebi’den kalma hukuk sistemi” ile “sanayi ve bilgi/sayar çağı”nın sorunlarını çözemezsiniz… Türkiye’de olduğu gibi; anayasa çoğunluğunuz olsa bile, “yeni bir anayasa” yapmayı beceremezsiniz, bocalar durursunuz…

Bize göre bu beceriksizlik ve bocalamaların çare ve çözümleri vardır.

Hukuk sistemi için bk.: Adil Düzene Göre İNSANLIK ANAYASASI…

Yönetim sistemi için bk.: ADİL DÜZEN ve ADİL EKONOMİK DÜZEN…

***

“Kur’an” ve Kur’an’ın çağın idrak seviyesine göre anlaşılmasını kolaylaştıran “müsbet ilimler” bize işte bunları öğretiyor.

Millî Görüş liderimiz ve önderimiz diyor ki: “İman var, her şey var.” 

İman edenler, Allah’ın inzâl ettiklerine uyanlar, sosyal evrime ayak uyduranlar, beşikten mezara kadar Kur’an ve ilim üzerinde çalışanlar evrimleşiyorlar...

Tekel sömürü sermayesi (ve onunla birlikte hareket eden işbirlikçiler), sömürüsünü devam ettirmek için küfründe direniyor, dünyanın ve insanlığın sosyal evrimine karşı çıkıyor. Oysa sosyal evrimi ve bu yöndeki gelişmeleri  durdurmak mümkün değildir.

Tekel sömürü sermayesinin yapacağı bir iş vardır: “Faizli kapitalist sistem”i terk edecek ve “faizsiz ortaklık sistemi”ne geçecek; “karşılıksız para” basımını ve ihracını sonlandıracak, insanları sömürme hakkı olduğu şeklindeki inanışına son verecek.

Böyle yaparsa varlığını devam ettirecek; aksi halde eskiyen “zalim faizli kapitalist düzen/sistem” ile birlikte kendisi de yok olup gidecek.

***

Soru: Sadece sömürü sermayesi mi yok olacak? Cevap: Hayır?

Sömürü sermayesi ile birlikte hareket eden, onunla işbirliği yapan veya onun peşinden gidenler de yok olacak, yapıp ettikleri dünya ve âhirette boşa gidecektir…

Onlar kendilerini biliyorlar ama biz bilmeyenler için hatırlatalım: Onlar “Millî Görüş gömleğini çıkaranlar” ile “Adil Düzen ceketini hiç giymeyenler”dir…

***

Bâtıl yollarda olanlar sömürürler…

Hakka tâbi olanlar ise sömürmez, hizmet ederler…

Peygamberler sisteminde olanlar sömürmezler, sadece hizmet ederler...

Vesselâm mea’d-duâ, duâ, duâ…

 

 

 

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3488 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2677 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2651 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2166 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2542 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2565 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2300 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2204 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2617 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2496 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 2005 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2362 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2311 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2459 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2455 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2416 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3066 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2689 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2684 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2765 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2972 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3048 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3448 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5509 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3570 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3096 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3885 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3736 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3443 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3896 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3853 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4134 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4667 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3986 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3870 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2882 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2969 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3975 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7762 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5643 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4197 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3599 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3740 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4760 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4477 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4770 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4690 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4846 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4571 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3420 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4494 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3646 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5198 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3874 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5185 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5047 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4958 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3565 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3496 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3707 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5194 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4224 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5456 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4104 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5292 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4489 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4444 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4597 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4790 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5345 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4134 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5283 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4548 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3864 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4413 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4615 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4147 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4121 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4105 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4560 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5673 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9865 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4675 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3726 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3876 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3369 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3404 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3762 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5727 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4265 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3462 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler