Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 584
MUHAMMED SÛRESİ TEFSİRİ -12-14.AYETLER
6.11.2010
1210 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 44 YILDIR ÇALIŞIYOR....2008...2009...2010

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜNYA DÜZENİ 584

“ADİL DÜNYA DÜZENİ III. BİN YIL MEDENİYETİ PROJESİDİR.”

“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 584. Hafta         06 Kasım 2010         Fiyatı: www.akevler.biz’e tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 584. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00-21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Gayemiz ve Hedefimiz: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır.    Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

***

 

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;

PARTİLER

SAADET PARTİSİ

VE ERBAKAN

***

 

*ÜSKÜDAR SEMİNERLERİ; 134. SEMİNER

Her Hafta PERŞEMBE akşamı; Adres: EMİNEVİMKısıklı Cad. No: 36  Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL  Tel: (0216) 444 36 46

SOHBET…  SEMİNER…  SORULAR-CEVAPLAR…

***

 

İŞSİZLİK(1): Halk işsiz ve aç!

İŞSİZLİK(2): Semt işyerleri

İŞSİZLİK(3): “Semt Senedi”

Yok olmadan UYANALIM!

Katmerli sömürülüyoruz!

Reşat Nuri EROL

***

MUHAMMED SÛRESİ TEFSİRİ - 4

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ أَضَلَّ أَعْمَالَهُمْ (1) وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَآمَنُوا بِمَا نُزِّلَ عَلَى مُحَمَّدٍ وَهُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَأَصْلَحَ بَالَهُمْ (2) ذَلِكَ بِأَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا اتَّبَعُوا الْبَاطِلَ وَأَنَّ الَّذِينَ آمَنُوا اتَّبَعُوا الْحَقَّ مِنْ رَبِّهِمْ كَذَلِكَ يَضْرِبُ اللَّهُ لِلنَّاسِ أَمْثَالَهُمْ (3) فَإِذا لَقِيتُمْ الَّذِينَ كَفَرُوا فَضَرْبَ الرِّقَابِ حَتَّى إِذَا أَثْخَنتُمُوهُمْ فَشُدُّوا الْوَثَاقَ فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاءً حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا ذَلِكَ وَلَوْ يَشَاءُ اللَّهُ لَانتَصَرَ مِنْهُمْ وَلَكِنْ لِيَبْلُوَ بَعْضَكُمْ بِبَعْضٍ وَالَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَلَنْ يُضِلَّ أَعْمَالَهُمْ (4) سَيَهْدِيهِمْ وَيُصْلِحُ بَالَهُمْ (5) وَيُدْخِلُهُمْ الْجَنَّةَ عَرَّفَهَا لَهُمْ (6) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ (7) وَالَّذِينَ كَفَرُوا فَتَعْسًا لَهُمْ وَأَضَلَّ أَعْمَالَهُمْ (8) ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَرِهُوا مَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأَحْبَطَ أَعْمَالَهُمْ (9) أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ دَمَّرَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَلِلْكَافِرِينَ أَمْثَالُهَا (10) ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ مَوْلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَأَنَّ الْكَافِرِينَ لَا مَوْلَى لَهُمْ (11)

 

إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَالَّذِينَ كَفَرُوا يَتَمَتَّعُونَ وَيَأْكُلُونَ كَمَا تَأْكُلُ الْأَنْعَامُ وَالنَّارُ مَثْوًى لَهُمْ (12) وَكَأَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ هِيَ أَشَدُّ قُوَّةً مِنْ قَرْيَتِكَ الَّتِي أَخْرَجَتْكَ أَهْلَكْنَاهُمْ فَلَا نَاصِرَ لَهُمْ (13) أَفَمَنْ كَانَ عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّهِ كَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهِ وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ (14)

 

إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ

(EinNa elLAHa YuDPıLu)

“Allah idhal eder.”

İnne” aksini bilen kimselerin bilgilerini düzeltmek için getirilir.

İnsanların âhiret hakkındaki bilgileri eksiktir, yanlıştır. Öldükten sonra hayatın olmadığını kabul eden çok az insan vardır. Eğer öyle olsaydı herkes hemen intihar ederdi. Nasılsa biraz sonra yok olunacaktır. Bu çile ve meşakkate gerek olmazdı. Esasen dünyaya gelmemizin manâsı nedir. Ağlayarak doğduk, acılar içinde öleceğiz.

O halde her insan madem ki yaşamak istiyor, akıbetinden emin değildir. Bilgisizliği giderecek bir şey ortaya çıkar diye yaşamak istemektedir.

İnsan yalnız kendisinin yaşamasını istemekle kalmayıp neslinin, çocuklarının, torunlarının yaşamasını istemektedir; devletinin ve milletinin yaşamasını istemektedir. Demek ki insanın dünyadan beklediği bir şey vardır.

Bu ölümlü dünyadan ne beklenir?

Âhiret hayatı beklenir, öldükten sonra yaşama beklenir.

Sûrenin bundan önceki bölümünde insanların “kâfir” ve “mü’min” diye ikiye ayrıldığı ve mü’minlerin galip geleceği anlatılmıştır. Dünyada olacaklar bildirilmiştir. Şimdi ise âhiret hayatını anlatacaktır. Ey kâfirler; siz bu dünyada mağlup olacaksınız ama âhirette de daha kötü ve acı durumunuz vardır denmektedir.

“Allah idhal edecektir.”

Burada “Ve” harfi veya “Fe” harfi getirilmemiştir. Zira dünya hayatının olaylarını bırakıp âhireti anlatmaya başlamıştır. Dünya cennetlerine girmesi söz konusu olsaydı “Ve” harfini getirirdi ve “Allah” kelimesini iade etmezdi. Demek ki kelimeyi izhar etmenin başka bir kuralı da, konu değişirse ve kişi yeni konuya eski konunun faili veya mef’ulü olarak değil de yeni hüviyetiyle girerse lafız iade edilir. ‘Abdullah çok iyi cumhurbaşkanlığı yapıyor, tarafsızlığını koruyor’ dediğimizde, ‘o ailesine de düşkündür’ dersem; onun ailesine düşkün olmasından dolayı iyi cumhurbaşkanlığı yapıyor anlamı çıkar. Ama onun Akevler’de yetiştiğini söylersem ve buradaki kastım da onun Akevler'de yetişmesi ile cumhurbaşkanlığı arasında bir ilişki kuruyorsam, ‘Abdullah Akevler’de yetişmiştir’ derim. “Fe” harfini getirmediğim gibi zamirle de ifade etmem. İşte, Allah burada âhiret hayatını anlattığı için “Ve” harfini getirmediği gibi “Allah” kelimesini iade etmiştir.

Allah kâinatı bundan 13.7 milyar yıl önce yarattı. Sonunda insanı var etti. Kâinatın emanetini insana verdi. Kâinat ölüme doğru gitmektedir. Yani, kâinat da tıpkı insan gibi doğmuştur, büyümektedir, gelişmektedir; yaşlanacak ve sonunda ölecektir. Bu tesbit bugün müsbet ilim tarafından onaylanmıştır. İkinci kural şudur. Var olan hiçbir şey yok olmaz. Başka şekle girer ama yok olmaz. Maddenin enerjiye dönüştüğü bilinmektedir. Ama enerji de maddeye dönüşür ve asla zayiat olmaz, yenisi de eklenmez.

Bunu ruh için de söyleyebiliriz.

O halde ruh da yok olmaz.

Hemen şu soru akla gelir: Peki, ne olacaktır?

Evrim kanununa göre daha üstün bir hayata geçilecektir. Sonbaharda yapraklar dökülür; ilkbaharda daha genç ve fazla yaprak çıksın diye. Bu kâinatın sonu vardır; daha üstün kâinata geçilmesi için.

İşte, Allah o hayatı bize haber veriyor.

Niye burada haber veriyor?

Bir taraftan bize niçin ölmeyi göz önüne alacağımızı anlatmak istiyor, diğer taraftan “Adil Düzen”e karşı olanlara da sizin akıbetiniz kötüdür diyor.

الَّذِينَ آمَنُوا

(elLaÜIyNa EAvMaNUv)

“İman etmiş olan kimseler.”

Bu sûre iman etmiş olanlarla küfretmiş olanları karşılaştırıyor. Karşılaştırmada “onlar” denmeyeceğinden izhar edilmektedir, izmar edilmemektedir. Bu kural da bilinmelidir. Eğer zamirde belirsizlik ortaya çıkıyorsa, o zaman zamir değil isim zikredilir.

Burada kastedilen “iman etmiş olan kimseler” kimlerdir?

Yeryüzünün güvenini ve düzenini sağlamayı kendilerine görev kabul eden kimselerdir. Bunlar da iki gruba ayrılmaktadır; bedel verenler ve bedenen katılanlar.

Esas iman etmiş olanlar bedenen katılanlardır. Ama bedel verenler de taban mü’minlerdendir, yani bedel verenler de onlar gibi cennete gireceklerdir.

O halde şöyle diyebiliriz. Mü’minlere yüklenen genel güvenlik görevini bedenen ifa edenler vardır, bir de amelen ifa edenler vardır. Yönetme bakımından bedenen katılanlar yetkilidirler. Ama yararlanma bakımından bedenen de mâlen de katılanlar yararlanırlar. O halde burada cennetten yararlanma olduğu için müslimler de mü’minler gibi yararlanacaklardır. Demek ki yararlanma bakımından mü’min ve müslim birdir. Sadece görev bakımından, dolayısıyla yetki bakımından mü’minler müslimlerden üstündür.

Ebu Hanife İslâm ve iman birdir demektedir.

Yararlanma bakımından bu söz doğrudur.

وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ

(Va GaMıLUv elÖAvLıXATı)

“Ve salih ameller işlemiş olanlar.”

Burada “Ve” harfi ile atfetmiştir.

“Ellezî”neyi iade etmemiştir.

Dolayısıyla aynı kimselerdir.

Yalnız iman etmek bir manâ taşımaz; yalnız salih amel etmek de bir sonuç getirmez.

Salih amel” ne demektir?

Canlılar başlangıçta tek hücreler hâlinde yaratıldı. Evrimleştiler ve büyük canlılar oldular. İnsanlar da başlangıçta fertler hâlinde yaratıldı. Zamanla çoğaldılar. Tıpkı hücreler gibi çoğaldılar ve ayrıldılar. Sonra birlikler oluşturdular. Aşiretler/ ocaklar kurdular, kabileler/ bucaklar kurdular, şa’bler/ iller kurdular ve kavimler/ devletler oluşturdular. Şimdi de tüm insanları içine alan insanlığı oluşturmaktadırlar.

İşte bu birlik nasıl oluşur?

Amel-i salih ile oluşur.

“Amel-i salih” ne demektir?

Eğer benim yaptığım araba lastiği sizin yaptığınız arabaya uyuyorsa, biz amel-i salih içindeyiz demektir.

Salih amel tek taraflı gerçekleşmez.

Tüm topluluk salih amel içinde olursa o zaman ortak üretim doğar.

Allah bizden ne istiyor?

İman edip genel güvenliği sağlamamızı ve salih amel yapıp birlikte yaşamamızı istemektedir.

Genel güvenliği nasıl sağlarız? 

Askeri örgüt kurarız. Ast-üst oluştururuz, emir ve komuta zinciri içinde silahlı güçle genel güvenliği sağlarız. Hakemlerin verdikleri kararları yerine getiririz. Müslimler de buna maddi destekle katılmış olurlar.

Salih amel için  bazı tedbirlerin alınması gerekmektedir.

a) Genel planlama yapılmalıdır. İnsanlık yeryüzünün planlamasını yapmalıdır. Ülkeler ülke, iller il, bucaklar bucak planlamalarını yapmalılar. Siteler ve yapılar planlama üzerinden yapılmalıdır. Çünkü başka türlü amel-i salih olmaz.

b) Üretimde standartlar oluşturulmalı, birilerinin yaptıkları parçalar diğerlerinin yaptığı parçalara uymalıdır, üretilenler birbiriyle uyumlu olmalıdır.

c) Faizsiz kredileşme ile insanlar işbölümü yapabilmelidir. Çalışanlarla işverenler arasında “kredi” ile diyalog kurulmalı, “adil ücret zinciri” kurulmalıdır.

d) Elde edilen ürünler hak sahiplerine ve muhtaçlara ulaştırılmalıdır. Bu da “adil pazar mekanizması” ile olur.

Demek ki “amel-i salihat” derken “Adil Düzen” denmiş olmaktadır. Yani amel-i salihat demek, “Adil Düzen”e göre yapılan işler demektir.

Mü’minlerin görevleri yalnız güvenliği sağlamak demek değildir. Aynı zamanda herkesin aş ve iş bulduğu düzeni kurmak gerekmektedir.

Amel-i salihatın oluşması için neler yapılmalıdır?

Onu yeniden hatırlatalım.

Yeryüzü kıtalara ayrılmalı, her kıta kendi planlamasını ve çalışmasını yapmalıdır. Kıtalar uluslara temlik edilmeli, onlar kendi planlamalarını yapmalıdırlar. Ülkeler bölgeler şeklinde organize olmalı, kendi planlama ve organizasyonlarını yapmalıdırlar. Bölge topraklarından bir kısmı illere temlik edilmelidir. İller ilçeler olarak teşkilatlanmalıdır. Topraklarından bir kısmı bucaklara temlik edilmelidir. Semtler şeklinde organize olmalıdır. Topraklardan bir kısmı ocaklara mesken siteleri olarak temlik edilmelidir.

Bu yerinden yönetimin yapılması için ilmî, dinî, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıkları kurulmalıdır. Bunların her biri kendilerine düşen görevleri yapmalıdırlar. Sonra ihtilaflar hakemler yoluyla acilen çözülmelidir. Hakemlerin kararlarına uymayanları yola getirmek için güvenlik kuvvetleri oluşmalıdır.

Böylece amel-i salihin işlenmesi için gerekenler yapılmış olur.

Bugün mevcut olan devletler aslında bunların hepsini yapmak istemekte, ne var ki başaramamaktadırlar.

“Adil Düzen” bunların nasıl yapılacağını açıkça anlatmaktadır.

İnsanlık uğraşacak, başka yollar arayacak ve sonunda “Adil Düzen”e teslim olunacaktır. İnsanlık tav’an veya kerhen İlâhi düzene gelecektir.

İşte yeryüzünde böylece “Adil Düzen”i tesis edenler için âhiret müjdesi verilmektedir.

جَنَّاتٍ

(CanNAvTın)

“Cennetlere”

Cennet” bahçe demektir, ağaçlı meyveliklerin bulunduğu bahçe demektir. Dışarıdan içi görünmediği için “cennet” denmiştir. “Cin” kelimesi de buradan gelmektedir.

Dünyadaki seralar da birer cennettir, kapalı bahçelerdir.

Âhiret cennetlerden oluşacaktır. Cennetlerin kapıları vardır ama ayrı cennetler yoktur. Mekân birdir. O mekân içinde değişik bahçeler vardır. Bunlar birbirini tamamlamaktadır.

Yeryüzündeki bahçeler de böyledir. İnsan için gerekli maddeleri üretirler. Nasıl değişik maddeleri değişik fabrikalar üretirler, her fabrikada istediğimiz mallar bulunmazsa; canlılar da böyledir. Değişik canlılar değişik maddeleri üretirler, sonra besin zincirleri sayesinde bunları birbirlerine aktarırlar.

Âhirette de değişik bahçeler bulunacak, bahçelerde değişik meyveler üretilmiş olacak, değişik kanallardan bize geleceklerdir. Âhiret hayatı da bu dünya hayatı gibidir. Fark; burada ölüm vardır, orada ölüm yoktur.

Bugün bedenimizde hücreler vardır. Birçok hücreler sık sık değişmektedir. Maddenin tamamı birkaç yıl içinde yenilenmektedir. İnsan bir göl gibi akan maddelerle oluşmaktadır. Gölün suyu aynı kalmakta ama suyun kendisi sürekli değişmektedir.

Bu durum âhirette de böyledir. Nebati hücreler sık sık değişecek, maddeler yenilenecek ama bizde yaşlanma olmayacaktır.

Bugün bir araba alsanız zamanla ömrü biter, sonunda onu bir hurdalığa atarsınız. Öyle araba yapalım ki parçalar ucuzdur ve sürekli değişmektedir. Ömrü biten parçaları atarız, başka parça alırız. Böylece yeni araba almamıza gerek kalmaz. Sürekli olarak parça değiştirmekle arabayı eskimeden kurtarırız.

İşte, âhirette de bizim hayatımız böyle olacaktır.

Bu dünyada amel-i salih işleyenlere âhirette cennetler vardır.

تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ 

(TaCRIy MıN TaXTıHAv eLENHARu)

“Tahtlarında nehirler cereyan eder.”

Taht” alt demektir.

Toprağa gömülmüş nehirler akar. Buralara alınmış sular vardır. Künklerde akan sular vardır. Uygarlık ilerledikçe cennet hayatına yaklaşıyoruz. En ileri teknoloji sayesinde cennet insanların saadet içinde yaşadığı bir ülke olacaktır.

Âhirette doğa kanunları değişecek mi, yoksa aynı kanunlar mı olacaktır?

Entropinin büyümesi olmayacaktır. Düzelme ve bozulma bir arada olacaktır. Entropi aniden asgariye iner, sonra yavaş yavaş değişebilir. Bugünkü hayatımız böyle olmalıdır. Yahut entropi birden büyür, sonra yavaş yavaş küçülür.

Beslenmemiz ancak entropinin büyümesi ile mümkündür. Âhirette de beslenmeden bahsedildiğine göre bu dünya hayatına benzer bir hayat olacaktır. Yani entropi birden küçülecek, sonra yavaş yavaş büyüyecek, biz o sayede yaşayacağız.

Bugün iki havuzu bir boru ile birleştirirsek, yukarıda olan su aşağıya akar. Biz arada türbin koyarız ve yararlanırız. Eğer hayatımız tersine akarsa su yukarıya boşanır. Bizim için fazla bir şey değişmez, yani türbinimiz yine çalışır.

Âhirette entropi sorunu şöyle çözülmüş olabilir.

Biz entropinin düşmesi ile yaşayabildiğimiz gibi yükselmesi şeklinde de yaşarız. Yahut bizdeki entropi düşmesini başka canlılar yükseltebilirler. Onlar başka doğa kanunlarına tâbi olmuş olur. Suların akması hayatın sularla olmasıdır. Kullanılan sular kirlenir. Akıntılar  gölü temiz tutar. İnsan bedenindeki madde değişimi de bedeni temiz tutar. Bu durum âhirette de devam edecektir. Allah’ın evrim kanunu eskisini ortadan kaldırıp yenisini getirme şeklinde değildir. Eskinin üzerinde değişiklik yapılır, yeniden organize edilir.

Şöyle ifade edebiliriz. Bir ev yaşlanınca yıkılıp yenisi yapılır. Yeni evin projesi eskisinden farklıdır. Daha ileri projedir. Ancak genel olarak eskinin oluşmuş tarafları korunur. Âhiret bütün hayatın başkası olmayacak, bizde değişiklik olmayacaktır. Gözlerimiz, kulaklarımız, ayaklarımız, ellerimiz, hattâ simamız bile değişmeyecektir.

وَالَّذِينَ كَفَرُوا

(Va elLaÜIyNa KaFaRUv)

“Küfretmiş olan kimseler.”

Sûre baştan itibaren küfretmiş olanlarla iman etmiş olanları karşılaştırmaktadır.

Bu bölümde kâfirler ile mü’minler âhirette karşılaştırılmaktadır.

“Adil Düzen”i kabul edip işsizlik son bulunca bu dünyada başarıya ulaşacağız.

Bu işi nasıl halledeceğiz?

Halka “faizsiz sipariş kredisi” vermek, çalışanlara da “faizsiz çalışma kredisi” vermekle bu iş çok kolay çözülmektedir.

Oysa küfretmiş olanlar sömürülerini devam ettirmek için karşılığı olmayan kâğıt parayı -bir generalimizin dediği gibi yeşil boyalı kâğıt zaten karşılıksız paradır- bize borç olarak vermektedirler. Üstüne bir de o karşılıksız paradan faiz istemektedirler. Zaten bedava karşılıksız kâğıtla bizden istediğini alıyor, sonra onunla bize saldırıyorsun. İnsaf et de bari faiz isteme.

Farz edelim ki sermaye İstanbul’u bombalamak veya bombalatmak istiyor. Boş kâğıdı Almanlara veriyor. Almanlar boş kâğıdı bize veriyor, bizden portakal alıyorlar. Borçlarına karşı sermaye çalışıyor, fabrikalarında silah üretiyor. Sonra da o silahları İsrail’e veya başka herhangi bir komşumuza veriyor ve İstanbul’u bombalatıyor.

Yani, insafsız kâfir bizi kendi emeğimizle vuruyor.

Bu da yetmiyor. Ayrıca Almanlara verdiği para için Almanlardan faiz alıyor, o da onun acısını bizden çıkarıyor.

İşte bunlar küfretmiş olan kimselerdir. Nankördürler. Avrupalılar İspanya ve Almanya’da onları keserken bize sığınmışlar ve bugünkü güce böyle ulaşmışlardır.

İşte, bugünkü düzeni sürdürüp “Adil Düzen”e karşı çıkanlar, ‘Ben “Adil Düzen”e karşıyım!’ diyen, bizim kendilerini çok sevdiğimiz gafiller, adlarını söylüyorum, R. T. Erdoğan ve H. Karaman bu gaflet içindedirler. Bu kimseler kâfirleri kendilerine evliya edinmiş, biz mü’minleri terk etmişlerdir.

Bütün gönlümüzle onların tevbelerini bekliyoruz...

يَتَمَتَّعُونَ

(YaTaMatTaGUvNa)

“Tamattu’ ediyorlar.”

Bugün faizli sömürü sistemi sayesinde çağımızın en büyük gücü olan ve ABD’de yerleşmiş bulunan birkaç yüzü geçmeyen İsrail oğullarından gelenler, ABD kulelerini yıkmış ve ABD’yi Müslümanlara saldırtmış, böylece dünyayı kana boyamışlardır. Ne var ki ABD halkı uyanmaya başlamış ve sermaye emrindeki partiyi iktidardan indirmiş, yerine bir zenci ve Müslüman olan kişinin oğlunu başkan yapmıştır.

Bundan elli sene evvel sermayenin iki çenesi vardı: ABD ve Sovyetler Birliği.

Bugün çenelerin ikisi de düşmüş bulunmaktadır. Artık silah zoru ile bir şey yapamaz hâle gelmiştir. Ne var ki “boyalı kâğıt” yani “karşılığı olmayan kâğıt para/dolar” hâlâ ellerindedir ve onun sayesinde dünya basını ellerindedir.

Temettu’ ediyorlar.

Birbirlerini sömürüyorlar.

Bu ifade onların sömürüsüne boyun eğenlerin de onlardan olduğunu ifade diyor.

“İstimta’ etmek” başkalarını sömürmektir.

Temettu’ etmek” ise birbirlerini sömürmektir.

“İstimta’” yerine “temettu’” kelimesini getirmiş olmakla sömürenlerle sömürülenleri bir arada zikretmektedir. Onlar birbirlerini sömürüyorlar.

“Adil Düzen”e karşı olanlar, “Adil Düzen”i uygulamayanlar sömürülmektedir.

Burada korkunç olan, böylece sömürülenlerin de küfretmiş olanlar arasında zikredilmiş olmasıdır. Bu sömürüye karşı çıkmayan, bunlarla cihad etmeyenler de küfreden kimselerdir.

Hepimiz elbirliği ederek bu “zalim düzen”in yerine “Adil Düzen”i getirmeliyiz.

Ben bu yazıları yazanları, okuyanları, değerlendirenleri, üzerinde çalışmalar yapanları Adil Düzen Çalışmalarına davet ediyorum.

a)                 İstanbul’da Lütfi Hocaoğlu’nun Adil Düzen çalışma arkadaşlarına…

b)                Üsküdar’da Reşat Nuri Erol’un Adil Düzen çalışma arkadaşlarına...

c)                 Esenler’de (İst.) Bünyamin Demir'in Adil Düzen çalışma arkadaşlarına...

d)                Bursa’da Zafer Kafkas’ın Adil Düzen çalışma arkadaşlarına…

e)                 Mardin’de Vahap Alma'nın Adil Düzen çalışma arkadaşlarına...

f)                  Ankara’da Ali Erişen’in Adil Düzen çalışma arkadaşlarına…

Sömürüye karşı doğrudan ve fiilen harekete geçmeleri için bu âyet ile hatırlatıyorum.

Sonra;

-Süleyman Akdemir’in Başkanlığındaki İzmir Akevler Kooperatifi camiasını…

-Necmeddin Erbakan’ın Başkanlığındaki tüm Millî Görüş çalışanlarını…

-Recep Tayyip Erdoğan’ın Başkanlığında bütün AK Partilileri…

-Fethullah Gülen’in çevresindeki Risale-i Nur şakirtlerini…

-Süleyman Tunahan’ın yolundan gidenleri…

-Haydar Baş cemaatini ve partililerini…

-Ve isimlerini sayamadığımız diğerlerini…

Bu âyeti değerlendirmeye davet ediyorum...

“Adil Düzen” için cihad etmeyenler, yani sömürüden kurtulmağa çalışmayanlar için küfretmiş olanlar denmektedir.

İslâmiyet’in yanında yer almamakla beraber, İslâmiyet’e karşı olmayan MHP’lileri “Adil Düzen”e davet ediyorum.

Bu arada BDP de yol ayırımındadır. Temsil ettiği halk Müslümandır ve İslâmiyet’e büyük hizmetleri olmuştur, olacaktır da; onların da bizim yanımızda yer alıp küfürden kurtulmalarını istiyorum.

CHP üstün devlet anlayışındadır, sömürüye karşıdır. Tek ilaç “Adil Düzen”dir. Gelin, 1973 hatırasına, o zamanki koalisyon hatırına bir daha birlikte hamle yapalım.

ANAP bizden kopmadır, DYP ile Refah-Yol koalisyon birlikteliğimiz vardır.

Haydi, ne duruyoruz?

Birden yüklenelim de insanlığı sömürü âfetinden kurtaralım. Sadece bizler değil, bizzat sömürenler de bu beladan kurtulsun. Biz onların ne kendilerine ne de sermayelerine karşı değiliz, biz onların sadece sömürülerine ve fitnelerine karşıyız.

وَيَأْكُلُونَ كَمَا تَأْكُلُ الْأَنْعَامُ

(Va YaEKuLUvNa KaMAv TaEKuLu eLEaNGAMu)

“En’amın eklettiği gibi ekl ederler.”

Burada örnek olarak davarlar yani geviş getiren hayvanlar gösterilmiştir.

Bunların özellikleri nelerdir?

Ne bulurlarsa onu o gün otlarlar, yarını düşünmezler. Günlük geçinirler. Hepsi kendi karınlarını doyurmaya bakar, yanındakileri düşünmezler, düşünemezler. Hayvanların karnını doyurma dışında herhangi bir hedefleri gayeleri yoktur, niçin var edildiklerini ve yaşadıklarını bilmezler. İnsanlar için yaratılmışlardır ve o sayede bereketli olarak vardırlar.

Bugünkü sömürenler ile sömürülenlerin durumu budur. Günlük kazanma peşindedirler. Herkes ‘ben kazanayım’ diyor, yanındakileri düşünmüyor. Hiçbir idealleri veya görevleri yoktur, niçin yaratıldıklarının farkında değildirler.

Ve sömürenler de sömürülenler de neye hizmet ettiklerini bilmemektedirler.

Şuursuz ve bilinçsiz bir şekilde yaşamaktadırlar.

Oysa mü’minler önce yarını düşünürler, gelecekte biçmek için bugün ekerler. Tohumu toprağa atıp önce çürütürler, meyvesini sonra toplarlar. Bunlar âhirete inanmaktadırlar. Bugüne değil öldükten sonraki hayata hazırlanmaktadırlar. Bunların idealleri vardır. İnsanlığı refaha, saadete, selamete ve huzura kavuşturmak istiyorlar. Çünkü bunları Allah var etmiş, onlara bu görevi vermiştir. Onlar bu görevlerini yapacaklar ve öldükten sonra O’na yani Yaratıcılarına kavuşacaklardır.

Mü’minler kendileri için istediklerini başkaları için de isterler.

‘Benim olsun’ demezler, ‘bizim olsun’ derler.

Kur’an âhiret hayatından bahsettiğinde kâfirlerin durumu ile mü’minlerin durumunu böylece açıklamaktadır.

Mü’minler görevlerini bilmektedirler. Niçin yaratıldıklarını, ne yapmaları gerektiğini ve ne yaparlarsa sonunda ne ile karşılaşacaklarının bilincindedirler.

Tekrar baştan alalım.

“Adil Düzen” diyoruz, barış düzeni diyoruz, Hak düzeni diyoruz, şeriat düzeni diyoruz. Bunların bize göre ne olduklarını söylüyoruz. Ama herkesle bu konuları tartışmaya, uzlaşmaya hazırız. Hakemlere gidebiliriz. Bizim dayatmacılığımız yoktur. Bizim insanlardan istediğimiz yalnız kendi çıkarlarını düşünmemeleri ve en’am gibi bilinçsiz hareket etmemeleridir, sömürülmeye veya sömürmeye rıza göstermemeleridir.

Biz hakemler sistemini istiyoruz.

Neden?

Çünkü “hakimler sistemi” sömürüye dayanır. Sömürenlerin yargıca müdahalesi demektir. Siz de hakim bağımsızlığını istiyorsunuz ama siz sadece sizi dinleyen hakimin bağımsızlığını istiyorsunuz. Biz ise tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın bir yargı istiyoruz.

Siz istemiyor musunuz?

Diyeceksiniz ki, biz de onu istiyoruz.

Demek ki anlaştık!

Şimdi bir adım ileri gidelim.

Bu sorun nasıl çözülecektir? Böyle bir yargı nasıl kurulacaktır?

Önce ilmî araştırma yapalım. Fikren tartışalım. Sonra deneyelim. Pilot bölgeler seçelim, orada uygulayalım, kendi aramızda uygulayalım. Uygulandıktan sonra tekrar ilim adamları devreye girsin, sonuçlarını ortaya koysunlar. Görelim bakalım, “Adil Düzen” nedir.

Aslında yerinden yönetimi getirsek bu sorun kendiliğinden çözülür. Her bucak yerel olarak kendi uygulamasını yapar. İstediği düzeni uygular. Sonra her birinin ayrı ayrı başarısına bakarız. Başarı kriteri ise oraya göç edecekler ile oradan göç edeceklerin farkıdır. Nüfus artıyorsa o yönetim iyidir. Nüfus azalıyorsa o yönetim kötüdür.

وَالنَّارُ مَثْوًى لَهُمْ (12)

(Va elLNAvRu MaÇVan LaHuM)

“Nâr onların mesvasıdır.”

Seva” son duraktır. Bir şey yuvarlanır, yuvarlanır sonunda bir çukura varır ve durur. Geri dönüşü olmayan menzile, son menzile “seva” denir.

Mesva” ism-i zaman, ism-i mekan ve masdar-ı mimidir. Son varış yerleridir demektir. Ateş onların son varış yerleridir.

Canlılar dört çeşittir.

Bâtınî âlem varlıkları vardır; bunlar ruhlar ve meleklerdir.

Zahirî âlem varlıkları vardır; bunlar insanlar ve cinlerdir.

Ruhlar ve insanlar, zahirî âlemin molekül yapısı ile yaşayanlardır.

Bâtınî âlemde olanlar ise çekirdek yapısıyla yaşarlar.

Bunların bugün fizikte oluşumları belirlenmiştir.

İnsanlar âhirete vardıklarında yine insan olarak kalacaklardır. Yani yapıları insan yapısında olacak, molekül yapısında olacaktır. Çevreleri de bugünkü dünya moleküllerine benzeyecektir. Doğa kanunlarında değişiklik olmayacak, sadece insandaki bazı genetik düzenlemelerle insan ölümsüz hâle gelecektir. Diğer varlıklar için böyle bir şey söylenemez. Madem ki onlar bize besin oluyorlar, demek ki orada da ölüm vardır.

Orada yalnız insanlar mı ölümsüz, yoksa bazı gelişmiş canlılar da mı ölümsüz?

Bizim görüşümüz; yalnız insan, cin, melek ve ruh ölümsüzdür. Bunların birbirleri ile görüşmeleri de mümkündür. Âhiret hayatının yapı şeklini tam anlamamız için daha fazla fizik ve kimya bilgilerine ihtiyacımız vardır. Zaten bize gereken oradaki hayatın fizik ve biyoloji bilgileri değildir. Oranın varlığına inanmak gerekir. Orada cennet ve cehennemin olduğuna kani olup ona göre amel etmek önemlidir.

Mesva” son duraktır. Daha ileri gidilecek bir yer yoktur. Daha kötü bir yer de yoktur. Ama oradan geri dönülmez, çıkılmaz anlamında değildir. Karargâh orasıdır.

Biz diyoruz ki; cennetten sonra daha üst bir durak vardır. Cennetteki ömür dolduğunda daha üst yeni cennete gidilecektir. Onun için cennet mesva değildir, yani son durak değildir. Ama cehennem son duraktır. Yeni ikinci âhiret hayatı başladığında cehennemdekilerin durumu daha kötü olmayacaktır demektir.

***

وَكَأَيِّنْ

(Va KaEayYıN)

“Ve nice”

Buradaki “Ve” hâl vavıdır. Onlar temettu’ ediyorlar ve hayvanların eklettiği gibi ekl ediyorlar. Oysa biz nice karyeleri helâk ettik. Onların yardımcıları bulunmadı. Bunları da helâk etmeye gücümüz yeter.

Bugün helâke müstahak olanlar karşılıksız para ile dünyayı sömüren tekel sermayedir. İnsanlık “tarım dönemi”nden “sanayi dönemi”ne geçti. Bu geçiş birtakım sıkıntılı asırlar içinde oldu. Geçişin sağlanması için tekel sermayeye bazı imkânlar verdi. Şeytana iğva imkânı verdiği gibi onlara da faizli işlem yapma iznini verdi. Âhiretteki hesapları kendilerine aittir. Bu dünyada olup bitenler yararlı olmuştur. Çağımızdaki uygarlık tekel ekonomi ile gelmiştir.

Ne var ki, şimdi görevleri bitti, artık sömürmeye devam için bir gerekçe yoktur. Faizli düzeni sürdüremezler.

Yaşamak istiyorlarsa faizsiz “Adil Düzen”e geçmeleri gerekir.

Yapacakları basittir.

Faizli karşılıksız paraya son verecekler, banknotları altına kote edeceklerdir. Kuyumculara banknotları borç verecekler, altın alacaklı hâle getireceklerdir. Kuyumcular o banknotla altın alıp satacaklardır. Ne var ki banknotun satış değeri, altının banknotla alış değeri sabit olacaktır. Diğer paralarla banknotun ve altının alış ve satış değerleri serbest olacaktır. Uluslararası para budur. Yani bugünkü “dolar” ve “euro”nun yerini “altın para” alacaktır. Tekel sermaye bunu yapabilir ve bu sayede 500 sene, hattâ daha fazla ömrünü uzatabilir.

Allah’ın tekel sermayeden istediği basittir.

Önce ekonomide sömürü sistemini kaldırın, faizi yok edin. Kredileşme sistemini getirin. Karşılıksız para çıkarmayın. Ama sizin sermayeniz yine sizin olsun, dünya üzerindeki uluslararası ticaret yine sizin olsun.

Bir de ilimle meşgul olun. İnsanlığı uygarlaştırmaya devam edin.

Siyasete karışmayın. Siyaset sizin işiniz değildir. Siyaset mü’minlerin işidir.

Dine ise kimse karışmasın, herkes kendi dinini kendisi yaşasın. Siz de sizin dininizi yaşayın. Düzen ise Tevrat ve Kur’an düzeni olsun.

Böyle yapmazsanız, bilin ki geçmiştekileri helâk ettiği gibi Allah sizi de helâk edecektir. Mesvanız da ateş olacaktır.

Bu kadar güçlü oldukları halde bir avuç sömürücüye âlet olup dünyanın sömürülmesine hizmet eden Hıristiyanlara da aynı ihtarı yapmaktadır: Mesvanız cehennemdir.

Bu ihtardan Müslümanların kurtulacaklarını sanmak büyük gaflettir. Hepimiz bu hitabın muhatabıyız ve hepimiz sorumluyuz.

KeEyyin” aslı “Kem Eyyin”dir. Ne kadar da çok demektir. “Eyyin” “Eyyu”nun kurallı çoğuludur. “Eyyu” hangisi demektir. Nicelerini demek olur. Yani birçok demek olur.

Allah geçmişte değişime ayak uyduramayanları helâk etmiştir.

Hazreti Muhammed aleyhisselâm Arabistan’da başarıya ulaştı.

Neden başarıya ulaştı?

Yaptığı inkılâplar Arabistan’ı göçebelik döneminden uygar döneme geçirdi; devletsizlik aşamasından devletlilik aşamasına geçirdi. Bu çok ileri bir hamle idi. Başarıya ulaşması kesindi.

Bugün de  insanlık ileri hamleye geçecektir.

Kur’an’ın yeniden hâkim olacağından kimsenin şüphesi olmasın.

مِنْ قَرْيَةٍ 

(MiN QaRYaTin)

“Karyelerden”

“Karyelerden nicelerini helâk ettik” diyor.

Karye” kelimesi kullanılmaktadır.

“Belde, medine, mısr” yerine “karye” kelimesi gelmektedir.

Arapçada kural vardır. Birbirine benzeyen kelimelerden birini onların ortak adı olarak kullanabilirsiniz Aslında pek çok Erbakan soyadlı kimse vardır. Ama biz “Erbakan” dendiğinde “Necmettin Erbakan”ı anlarız. Oysa Erbakan soyadı bir çok kimseleri içerir.

Bunun gibi; “karye” kelimesi yüz haneli bir köy anlamına geldiği gibi “belde, medine ve mısr”ı da içeren bir sözdür de. Aynı zamanda burada “karye”den maksat “belde, medine ve mısr”ları içeren bir manâ taşımaktadır. Zaten helâkler genel olarak yerel olmaktadır.

هِيَ أَشَدُّ قُوَّةً

(HiYa EaŞadDu QuvVaTan)

“Kuvveten eşedd idi.”

Şiddetli” demek sıkı demek, gergin demektir.

Kuvvet” güçlülük ve sağlamlık demektir.

Kur’an burada önceki kavimlerin Mekke kavminden daha güçlü olduklarını ifade etmektedir. Sûrenin Hazreti Muhammed’e nâzil olduğu yukarıda belirtilmişti. O halde buradaki muhatap Hazreti Muhammed’dir. Bu durumda helâk edilen karyelerin Mekke karyesinden daha şiddetli oldukları ifade edilmiştir. Bu husus doğrudur.

Uygarlaşma yani devlet aşamasına gelme demek, askerler besleme ve mahkemeler kurma demektir. İlk uygarlık Mezopotamya’da doğmuştur. Milattan önce 3000 yıllarında ilk uygarlaşma başlamıştır. İlk helâk da tufanla olmuştur. Ondan beşyüz yıl sonra Mısır’da devlet kurulmuştur. İran ve Anadolu’da devletler oluşmuşsa da, bunlar yeni uygarlık yerine o uygarlığın uygulamaları olmuştur. Üçüncü uygarlık Hindistan’da görülmüştür. Milattan önce 2000’li yıllarda oralarda da devletler kurulmuştur. Ondan beşyüz yıl sonra Çin’de uygarlaşma olmuştur. Milattan önce bin yıllarında Orta Asya’da ve Kuzey Avrupa’da da uygarlaşma başlamıştır.

İşte, Kur’an’ın nâzil olduğu dönemlerde dünyanın birçok ülkelerinde uygarlaşma gerçekleşmiştir. Arabistan ise henüz uygarlaşmamıştı. Mekke ve Medine kentlerinde henüz devlet örgütü yoktu.

Devlet örgütü olmayan topluluklar ilkel topluluk kabul edilir.

Genel olarak durum şöyledir. Gün geçtikçe devlet güçlenmekte, devlet çok etkili hâle gelmekte, ancak yöneticiler etkilerini yitirmektedir. Günümüzün yöneticileri eski yöneticilere nisbetle halk üzerinde çok az etkilere sahiptir. Fatih ve Kanuni zamanında ‘kaldır’ dediği zaman cellat onu öldürüyordu. Aynı şeyi Abdülhamit yapamıyordu. Bugünkü cumhurbaşkanının ise hiçbir ceza verme yetkisi yoktur.

İşte bu âyet devletlerin gittikçe zayıflayacaklarını değil, güçleneceklerini, yöneticilerin halkına hakimiyetinin zayıflayacağını göstermektedir.

Burada “karyenin ehli” şeklinde hazf edebiliriz ama “başka karyenin emirleri” şeklinde de hazf ediliyor. Yani burada kastedilen yöneticilerdir.

Günahlar iki türlüdür. Yasak olan günahlar ve yasak olmayan günahlar. Dünyevi helâkler yasak olan günahlara gelir. Yasak olmayan günahların cezası ise âhirette verilir.

Daha şiddetli idiler” demek, kamuya karşı işlenen suçlarda daha çok etkin idiler demektir.

مِنْ قَرْيَتِكَ الَّتِي أَخْرَجَتْكَ 

(MiN QaRYaTiKa elLaTIy EaPRaCaTuKa)

“Seni ihraç eden karyenden daha şiddetli idiler.”

Örnek olarak Firavunları verebiliriz.

Firavun Hazreti Musa ile cidale başlamış, sonunda boğulmuştur.

Günümüzde de Stalin’i, Hitler’i, Çavuşesku’yu ele alabiliriz. Bir ara ABD Başkanı Bush da diktatörlüğe soyunmuş; ‘Ya bizdensiniz ya karşımızdasınız’ demişti!

ABD’de tekel sermayenin planları vardı. Dünyayı ikiye bölüyor, Doğu-Batı çatışması ile dengesini kurmak istiyordu. Tarihte Hıristiyanlarla Müslümanları çatıştırmış, bu sayede bugünkü güce ulaşmıştı. Dinler etkilerini kaybedince rejimler savaşı ile varlığını sürdürmüştür. Rejimler de etkisini kaybedince yeni gruplaşma cihetine gidecekti. Bu coğrafi bölünmedir; Doğu-Batı bölünmesi. Doğu Budizm ve Hindu dinlerinde, Batı ise Hıristiyan olacaktı. Ne var ki Müslümanların yarısı doğuda yarısı batıda idi. Müslümanların soykırımı planlanmıştı.

İşte, tekel sermaye sahipleri ABD’de fitne çıkarmak için yıkacakları kuleleri önce Yahudilerden başkalarına sattılar. Sonra kendi uçakları kulelere çarptığı gün de bütün Yahudileri oradan boşalttırdılar. Dünyada suni bir güç oluşturdular: Bin Ladin, yani Donkişot, Müslümanların büyük gücü (!). İki kuleyi yıktılar.

İki gayeleri vardı.

Biri; suçu Müslümanlara atıp Müslümanları soykırımından geçirmek.

İkincisi ise; Yahudileri eski dünyaya taşınmaya zorlamak.

Merkezin neresi olacağı hususunda bir bilgi edinemedim.

Ondan sonra da o günkü güçlü insan ‘Ya bizdensiniz ya karşımızdasınız’ dedi! Türkiye’yi yanına almak istedi. Türkiye’ye 50 000 veya daha fazla asker getirecek, sonra İran’la Türkiye’nin arasını açacak ve savaştıracaktı.

Cengiz Çandar gibi şişirilmiş yazarlar; Türkiye ABD’nin yanında olmazsa Müslümanlar soykırımına uğrarlar diye yazılar yazdılar.

Sonra ne oldu?

TBMM’den 1 Mart Tezkeresi (2003) geçmedi. Almanya ve Fransa yanımızda yer aldı. Rusya ve Çin de onları destekledi. Böylece ABD’nin süper güçlüğü sona erdi. Şimdi de başkanlık tahtında Obama oturuyor.

İşte, Allah basit bir tezkere ile tüm saltanatı sona erdirebilir.

Şimdi Hitler var mı, Mussolini var mı, Stalin var mı?

أَهْلَكْنَاهُمْ

(EaHLaKNAvHuM

“Onları helâk ettik.”

Helâk olan karye değildir, helâk olan karye halkıdır.

Zalim yöneticiler olduğunda halkın yapacağı şey yöneticileri yola getirmektir.

Türk halkı bunu başarmıştır. Cumhuriyet kurulduktan sonra güçlü bir yönetim oluşmuş ve halkı ezmiştir. Halkın kendi inançlarına müdahale edilmiş ve karanlık günler yaşanmıştı. Türk milleti sabırla direndi ve Türkiye’de devrim olmadan demokrasiye geçildi. Askeri müdahalelerle devrim önlendi. Dış güçlerin ayarladığı isyanları askerler müdahalelerle bastırdılar. 1960 ve 1980’de yönetime el koydular. 1970 ve 1990’larda ise uzaktan müdahale ettiler. Türkiye bu ıslahtan dolayı helâke uğramadı. Romanya’da olduğu gibi birçok ülkelerde yönetimler helâk olup gitti.

Türkiye İstiklâl Savaşı’ndan sonra saltanatı kaldırdı ama onlara dokunmadı, yurt dışına gönderdi. Oysa bu çok tehlikeli idi. İslâm âlemini Türkiye aleyhinde organize edebilirlerdi. Ama hanedan asaletini gösterdi ve Türkiye aleyhinde harekete geçmedi. Biz onların Türkiye’ye gelmelerini ve Türkiye’de mesela Söğüt kasabasında kendilerine has bucak oluşturmalarını uygun buluruz.

فَلَا نَاصِرَ لَهُمْ  (13)

(Fa LAv NASıRa LaHuM)

“Onlara yardım edecek yoktur.”

Evet, karyenin zalim yöneticileri helâk oldular. Onlara yardım edecek kimse yoktur.

Helâk ettik, o zaman yardım edecek yoktu denmiyor da, yardım edecek şimdi de yoktur denmektedir.

Faşistler gitti, Naziler gitti, sosyalistler gitti...

Kimse onları geri getirecek güçte değildir.

Bugün ABD halkı Obama’yı başkan seçti. Dünyaya şunu duyurdu: Biz ne zenci düşmanıyız, ne Müslüman düşmanıyız. Biz insanları severiz. Düşmanlık iddiaları tamamen tekel sermayenin fitnesinden ibarettir. Ellerindeki medya yoluyla bize yapılan iftiradır. Obama’nın seçilmesi “Adil Düzen”in kapıya gelmiş olması demektir. Amerikan halkını  bu seçimleri sebebiyle tebrik etmeliyiz.

Bugün Rusya’daki en etkin kişi Putin’dir; İslâm Konferansı’na ben de İslâm devletiyim diye başvurmuştur…

Yarım asır içinde nerden nereye geldik.

Papa İstanbul’a gelmiş, Sultan Ahmet Camii’nde âlemlerin Rabbine dua etmiştir.

Mehmet Akif’in; “Doğacaktır sana vaad ettiği günler Hakkın, / Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın.” sözleri bugün kapımızı çalmıştır.

***

أَفَمَنْ كَانَ عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّهِ  

(EaFaMaN KAvNa GaLAy BayYıNaTın MıN RabBiHiM)

“Rabbinin beyyinesi üzerinde olan kimse.”

Fa” burada sebep fasıdır.

Neden helâk etti?

Neden mü’minleri galip getirdi.

Neden onların âhiretleri de mamur bulunmaktadır?

Onun sebebini anlatmaktadır.

Burada çok önemli tahliller yapılmaktadır.

Mü’minler neden hidayettedirler, kâfirler neden helâktedirler.

Bunun sebebini açıklamaktadır.

Onlar Rablerinden beyyine üzerindedirler. Yani Rableri onlara beyyine göndermiştir. “Beyyine” sabit demektir; açık olan, sabit olan demektir.

Mahkemede şahitleri getirip onlar lehine şehadet ettirmek bir beyyinedir.

Bizim elimizde Kur’an vardır. Bu beyyinedir. Açık ispattır. Kur’an’ın Allah sözü olduğu ilmen sabittir. Tarafımızdan yazılan kitapta 25 (yirmi beş) delil ikame edilmiştir.

Sizlere özetle arz edelim.

Kur’an, kendisinden sonra kitap ve nebi gelmeyecektir demiş ve bu gerçekleşmiştir. Bugün kimse ben peygamberim diye iddia edemez. Yalnız İslâm âleminde değil, dünyada da peygamberlik iddiası ile kimse çıkmamıştır. Kur’an’ın yerine ikame edilen bir kitap getiren olmamıştır.

Bu kitabın tahrif edilemeyeceğini beyan etmiş ve başka hiçbir kitabın  ulaşamadığı bir titizlikle günümüze kadar harfi harfine gelmiştir. Burada mucize olan sadece gelmesi değildir, Kur’an’ın bunu bildirmesidir.

Kur’an Hazreti Muhammed’i Kur’an’ı yorumlamaktan men etmiş, Biz sonra onu beyan edeceğiz demiştir. Ondan sonra ekoller oluşmuş, bugün Batı ilimlerinin de kaynağı olan beyan ilimleri gelişmiştir. Dünyada başka hiçbir dile böyle bir ilim nasip olamamıştır. Bundan sonra da olması beklenemez. Kur’an kendisinin nasıl beyan edileceğini bizzat kendisi anlatmıştır. Sonra müçtehitler ona göre beyan ilmini geliştirmişlerdir.

Kur’an’da muhkem âyetlerin olduğunu, onun yanında diğerlerinin müteşabih olduğunu belirtmiş ve onları ancak ilim adamlarının anlayacağını, hepsini değil bir kısmını zaman geçtikçe ilimin gelişmesiyle daha çok anlaşılacağını ifade etmiştir. İlmin de daima gelişeceğini bildirmiştir. İlme uymayan ifadelerin müteşabih olduğunu anlatmış, ya işe göre yorumlamayı yahut bu sonra anlaşılacaktır deyip geçmemizi öğretmiştir. Kur’an insanlığın hidayeti için ve Kur’an’ın anlaşılması için ilmi bir araç yapmış, böylece insanlığı müsbet ilme götürmüştür.

Şimdi de bu anlattıklarımız içinde hatalar vardır. Onlar bizim hatalarımızdır. Allah size de akıl vermiş, onları ayırabilirsiniz. Ama içindeki doğrular tamamen Allah’ın bize yaptığı beyanlardan ibarettir. Hepimiz Kur’an üzerinde çalışacağız, ittifak ettiğimiz hususlar doğrudan Allah’ın vahyidir. Onda hata olmaz. İcma budur. Sadece bu varsayım bile Kur’an’ın İlâhi kitap olduğunu ispat etmeye yeterlidir.

“Rabbinden gelen beyyine üzerindedir”in mânâsında olduğu gibi; Allah onları beyyine üzerine bırakmıştır.

Herkes kendisini düşünsün...

Nasıl beyyine üzerinedir, hidayeti nasıl bulmuştur?

Birçok tesadüfler veya tevafuklar bizleri hidayete ulaştırmıştır. Bu tesadüfler Allah’ın takdiridir. Bizi hidayete koymak için bunları yapmıştır. Buradaki bizim iyi niyetimizden dolayı Allah’ın ihsanıdır, yoksa biz hiçbir zaman bu yerlere gelemezdik.

Bilesiniz ki, biz “Adil Düzen”den bahsediyorsak bu O’nun lütfüdür

Siz de bizden bunları duyma imkanına ulaşmışsanız, bu da Allah’ın lütfüdür.

Yoksa sadece bizim çalışmalarımızla bir yere varmak mümkün değildir.

İşte Allah bu âyette bunu bildirmektedir.

“Rabbi tarafından ihsan edilen beyyine üzerinde olan” diyor.

كَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهِ

(KaMaN ZuyYıNa LaHU SUuEu AmaLiHIy)

“Kendisine amelinin sûu tezyin ettiği kimse gibi midir.”

Kendisine amelinin kötülüğü Allah tarafından tezyin edilmiştir.

Kötü niyetli olanlara yaptıkları kötü işler iyi görünür.

Burada “zeyyene” denmeyip “züyyine” denmesi, beyyinedeki ikinci mânâyı teyid etmektedir. Yani beyyine üzerinde olmamız bizim emeğimizle olmuş bir şey değildir. Allah lütfetmiştir. Onlara da Allah lütfetmiştir.

Bunun sebebi nedir?

Sadece niyet sözkonusudur. İyi niyetli iseniz, Allah sizi beyyine üzerine koyar; kötü niyetli iseniz sizi kötülük yapmaktan alıkoymaz, sizi korumaz, bu yetmiyormuş gibi bir de size yaptığınız kötülükleri iyi gösterir. Böylece kötülükte devam edersiniz.

İşte, şimdi iyilik yaptığımız zaman iyi olduğu için bize iyi görünür. Ama kötülük yaptığımızda o iş de bize iyi görünür.

O halde, biz amelimizin iyi olup olmadığını nasıl bileceğiz?

İşte burada bazı kriterler ortaya koymamız ve kendimizi kontrol etmemiz gerekir. Kur’an bunları bize şu kurallarla öğretmektedir.

“Siz onları seversiniz, onlar sizi sevmez.” O halde bir amel tüm insanlık için hattâ sizi sevmeyenler için de yararlı ise o amel-i sâlihtir. Yani çıkar çatışması kötü, çıkar paralelliği iyidir.

1- Her söze kulak vermek ama sonra kendi içtihadınla hareket etmek gerekir. Başkalarının sözlerini değersiz görme ucubedir. Başkalarının sözlerini aklınızla ve ilminizle değerlendirmeden koşulsuz kabul etmek şirktir, onu tanrı kabul etmedir.

2- İyilikte karşılıklı yardımlaşma, kötülükte yardımlaşmama esası vardır.

3- Biz kimin söylediğine bakmayız, ne söylediğine bakarız. Biz kimin yaptığına bakmayız, ne yaptığına bakarız. İyi bir şey yapıyorlarsa biz destekleriz.

4- Kur’an’ın emrettiği dördüncü esas, hükmettiğiniz zaman adaletle hükmedin emridir. Söz söylerken hakkı söyleyeceğiz.

Bu dört ilke ile kendimizi kontrol etmeliyiz.

Yaptığımız bu ilkelere uyuyorsa o zaman bizim yaptığımız doğrudur.

Bunun kontrolü Hakkı tavsiyeleşmek ve sabrı tavsiyeleşmektir.

وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ  (14)

(Va itTaBaGUv EaHVAEHuM)

“Ve onlar hevalarına tâbi oldular.”

Heva” ne demektir? “Haviye” kelimesi ile akrabadır. Çukura yuvarlanmak demektir. Kendimizi hislerimize bırakır da aklımızı kullanmazsak çukura yuvarlanmış oluruz.

Onlar hevalarına tâbi olmuşlardır. Sermaye dünyayı yönetme hevasına düşmüştür. Yeryüzünde tek devlet olma sevdasına düşmüştür. Oysa Allah güvenliği ülkelere yani kavimlerin mü’minlerine tevdi etmiştir.

İnsanlık tek devlet olmayacak, ilimde âlimler öncülük edeceklerdir. Dünya devleti oluşamaz. Buna heves eden sermaye hevasına uymuştur.

Allah’ın beyyinesine uymayanlar hevalarına uymuş olurlar. Çünkü bir şey ya Haktır ya dalâlet. Haktan sonra yalnız dalâlet vardır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-584/ADİL DÜZEN DERSLERİ-414      06 Kasım 2010

 

PARTİLER

Üç dört asırdır Türkiye’de dört eğilimin temsilcileri yönetime hakimdirler: Devletçiler (Osmanlıcılık, Cumhuriyetçilik), Milliyetçiler, İslâmcılar ve Batıcılar.

Bugün CHP devletçileri, MHP milliyetçileri, Millî Görüş İslâmiyetçileri temsil etmektedir. Batıcıları temsil eden parti ise DP/ Demokrat Parti’dir.

Türkiye’de bir de bölücü parti vardır: BDP.

AK Parti ise Batı ile uzlaşmış İslâmcı partidir! Bu partinin ömrü uzun sürmeyecektir.

Dört eğilimli partiler her zaman mevcut olacaktır.

Bölücü partiler de AK Parti gibi ortadan kalkacaktır.

AK Parti bugünkü durumda Batıcılarla İslâmcıları uzlaştırmış olduğu için bu seçimi de kazanacaktır. Diğer partilerin bugünkü durumları ile kazanma şansları yoktur.

*

1-                  Cumhuriyet Halk Partisi devletçi partidir. Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşaması ve bağımsız olması onun temel ilkesidir. “Birinci vazifen Türk istiklâlini ve cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafa etmektir.” CHP bu ilkeden vazgeçtiği takdirde başarı aşnsı ortadan kalkar. Milletimiz hâlâla Cumhuriyet Halk Partisi’nin arkasından gidiyorsa, bu hedefin hatırı ve hatırasınadır. Cumhuriyet Halk Partisi, bu hedefine ulaşmak için din düşmanlığından vazgeçmelidir. Devletimizin İslâmiyet’le yaşayacağını bilmeli ve İslâmiyet’e sahip çıkmalıdır. Sadece bin sene evvelki İslâmiyet’e değil, günümüzün sorunlarına cevap veren İslâmiyet’e sahip çıkmalıdır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin sarılacağı ikinci ilke ise müsbet ilmin meşalesinde muasır medeniyetin fevkine çıkmak olmalıdır. Görüşleri ve iddiaları müsbet ilmin verilerine ağırlıklı olarak oturtmalı, günlük polemik ve konuşmalardan uzak durmalıdır.

2-                  Milliyetçi Hareket Partisi de İslâmiyet’e sahip çıkmalıdır. Türk halkının tamamına yakını Müslümandır. Bundan dolayı MHP İslâmiyet’le en az sorunu olan parti olmalıdır. Ne var ki, bu parti hâlâ İslâmiyet’e yakın duramıyor, halk arasında İslâmcı olarak görülmüyor. Parti namaz kılmayan Müslümanlar görüntüsünü vermektedir. Oysa partide namaz kılanlarla kılmayanlar eşit rol oynamalıdırlar. Bunun dışında MHP milliyetçiliği ırka değil kültüre dayatmalıdır. Bunu da herkesin Türkçeden başka dil konuşmaması şeklinde değil de, Türkçeyi konuşabilmesine bağlamalıdır. Bunun dışında zaten başka bir kültür farklılığımız yoktur. Türkçülüğü halkların üstünde ama değişik halkları kabul ederek ortaya koymalıdır. Kürtlerin haklarını diğer halkların hakları kadar savunmalıdır.

3-                  Demokrat Parti politikası da Batılılaşma uğruna her şeyi feda etme şeklinde olmamalıdır. Önce millî varlığımızı koruyacağız. Yerinden yönetime saygılı olmalıdır. Bunun dışında Batılıların uydusu değil, Batılıları da muasır medeniyetin üstüne çıkaracak çizgide siyaset yapmalıdır. İslâmiyet’i sadece “din” değil, aynı zamanda “düzen” olarak kabul etmelidir. Devlet yönetiminde rüşveti mübah sayan ve hukuk dışı düzeni hoş karşılayan anlayıştan uzak olmalıdır.

4-                  BDPye gelince: Bu parti yalnız Kürtlerin haklarını değil, tüm halkların haklarını koruyan bir parti hâline gelmelidir. Eyaletlerin değil, illerin bağımsızlığını savunan, yerinden yönetimi yerleştiren bir parti olmalıdır. Bunun için de Türkiye’nin her tarafında tüm halkları içine alan bir parti hâline gelmelidir. Bunun dışında PKK ile doğrudan mücadele ederek kendisi yok etmelidir. Doğu halkları PKK’yı desteklemezse PKK mensupları dağda eşkıyalık yapamaz. BDP halkı organize edip orada bir tek PKK’lıyı bırakmalıdır. Koruculuk sistemi ile değil, tüm halkın PKK’nın karşısında olması ile bu sağlanır.

5-                  Saadet Partisi. Saadet Partisi’nin çıkmazı şuradadır. İslâmiyet hem dindir, hem şeriattır. Ama Kur’an daha çok şeriat kitabıdır. Size Musa gibi bir resul geliyor denmiştir. Sermayenin uyutması ile gerek tarikat ehli, gerekse İlâhiyatçılar, Diyanetçiler, Nurcular ve benzerleri Erbakan’a cephe almışlardır. Erbakan’dan vazgeçememişler ama onu şeriattan ve Akevler’den uzaklaştırmaya çalışmışlardır. Erbakan kırk sene iki tarafı birlikte tutabilme sanatını göstermiştir. Son zamanlarda ise tarikatçıların yanında yer almış ve on sene “Adil Düzen”den bahsetmemiştir. Şimdi yeniden “Adil Düzen”e yönelmiş ama hâlâ onlarla yani tarikatçılarla bu işi yapacağını sanmaktadır. Ben kendisinin partide genel başkan olmasını istedim. Ama benim genel sekreterlik teklifimi kabule etmedi. Ben ona yardın edecektim, Akevleri ona getirecektim. Bütün kalbimle başarılı olmasını dilemekteyim. Ama başarı ümidim yoktur. Başarılı olmasının şartı Akevler’le çalışmasıdır. Akevler buna talip değildir; o Akevler’e talip olmalıdır. Vazife istenmez, verilir!

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-584/ADİL DÜZEN DERSLERİ-414      06 Kasım 2010

 

SAADET PARTİSİ

VE ERBAKAN

Topluluklar gelişigüzel kurallara değişmez âyetler gibi inanır. Mesela, parti aile partisi hâline getiriyor derler. Böyle yapmak kötü bir şeymiş gibi hareket ederler. CHP/SHP’de Erdal İnönü genel başkanlığa getirildiği zaman kimse ses çıkarmamıştır. Amerika’da Baba Bush’dan sonra oğul Bush gelmiş, ABD’de devlet başkanlığı aileleşti denmemiştir.

Peki, oralarda ses çıkarmayanlar, Erbakan olunca neden dünya yıkılıyor?

Lâik düşünenlerin akılları böyle çalışır. İşlerine geldiği şekilde sömürenler halkı sloganlarla kandırır ve sürüklerler.

Mü’minler ise hiçbir şeyi söylentilere göre değerlendirmezler. “Kur’an ne diyor?” diyerek soruyu Kur’an’a sorarlar; sünnetlere ve icmalara bakarak, kıyas yaparak sorunlarını çözerler.

Tarihte Hazreti İbrahim’in oğulları peygamberler olmuşlardır. Hazreti Zekeriyya’nın oğlu Hazreti Yahya da peygamber olmuştur. Ne var ki bunlar devlet başkanı değildir. Devlet başkanlarını peygamber oğullarının oluşturduğu bir yer bilmiyoruz.

*

Bizim içtihadımız şudur: Dayanışma ortaklıkları kurulur. Halk burada ortak olur. Sonunda kurucu başkanların nasıl geleceği hususu ise ortaklığın sözleşmesinde yazılıdır. Ona göre ortaklığın yöneticisi oluşturulur. Bunda gayrimeşruluk yoktur.

Bir kimse bir iş kuruyor, servet kazanıyor, sonra serveti oğluna bırakıyor. Hattâ bırakmak zorundadır. Başka biri parti kuruyor ve etrafına insanlar topluyor. Neden  yönetimi vârislerine intikal etmesin? Aynı şekilde biri tarikat kuruyor, cemaat topluyor; neden onun vârisine intikal etmesin? İlmî dayanışma ortaklıkları böyledir. Yani babanın oluşturduğu ortaklık elbette vârislerine intikal edecektir.

İslâmiyet bu hususta ikinci bir ilke getirmiştir, bu da “ehliyet” ilkesidir. Baba partisini, şirketini, tarikatını, ekolünü pekala vârislerine vasiyet edebilir; ne var ki vâris olan ehil olmalıdır, yani vasiyet edilen kimse o yükü taşıyacak ehliyete sahip olmalıdır.

Mesela, ülkede parti başkanı olabilmek için akademik kariyer sahibi olmak gerekir.

İkinci şart ise; yönetim iki kişiye bırakılamaz. Vâris olsun olmasın, tek kişiye bırakılmalıdır.

Erbakan pekala kendi yerine ehil olan herhangi birisini bırakabilir. Bu kimse oğlu, kızı, damadı olabilir. Burada ne kanuni ne de şer’i bir mâni vardır.

*

Çok parti var, çok tarikat var, çok şirket var, çok ekol var. Beğenmeyen ayrılıp gider ve başka bir kapıyı çalar. Hattâ kendisine güvenen kendi partisini kurabilir. Nitekim R. Tayyip Erdoğan böyle yapmıştır. Hattâ Millî Görüş gömleğini çıkararak onun oyuna bile talip olmadığını bildirmiştir. Bunun böyle olmasında başka bir zaruret daha vardır.

İslâmiyet’te  başkanın mameleki başkan olduğu yerin mameleki birleşebilir. Ancak o sayede bir kuruluş oluşturulabilir. Nice parti kuranlar vardır, servetlerini harcamış ve sonunda partileri de kapanmıştır. O halde zarar nasıl kurucuya aitse kâr da onun olmalıdır.

Bucak, il ve devlet başkanlıkları ise böyle değildir. Devlet birçok partinin ortak kuruluşudur. Tarikatların, mesleki kuruluşların, ilmi kuruluşların ortak kuruluşudur. Burada başkanlık verasetle intikal etmez. Burada sıralama ve biat usulü ile başkan atanmalıdır. Başkan vârislerine kendi özel mallarını bile bırakamaz.

*

Bir partinin babadan oğluna kalmasını yadırgayanlar bugünkü sistem içinde haklı olabilirler. Partiler ekseriyet sistemi ile çalışmaktadırlar. Parti kurmak ve parti değiştirmek zor olduğuna göre parti başkanlığının babadan oğula intikalini doğru bulmayabiliriz.

Erbakan yeni bir söylemle ortaya çıktı, halk bu söylemi benimsedi, dünya bu söylemi benimsedi ve kendisini mâlen destekledi. Para yardımı alamadığı için Erbakan’ın şahsına bu yardım yapıldı. Yani Erbakan’ın mal varlığı partinin değil, Millî Görüşündür. Ne var ki Erbakan bu mal varlığını başka amaçlarla kullandığı zaman Allah indinde sorumlu olur. Başkalarının da bu amaçla kullanmalarına izin verirse sorumlu olur. Numan Bey böyle bir hedef gözetlemiş, Allah da izin vermemiştir.

Bu makaleyi sadece Erbakan’ı savunmak için yazmıyorum. Şeriatın hükmünü size beyan ediyorum. Nasıl şirket kurmak serbestse; onun gibi parti, tarikat ve ekol kurmak da serbest olmalıdır. Ve yönetim ekseriyet seçimi ile değil, kurucunun koyacağı kurallarla yürütülmelidir. Ekseriyet sistemi sermayenin sömürmesi için konmuş bir sistemdir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

İŞSİZLİK(1): Halk işsiz ve aç!

İşsizlik aldı başını gidiyor…

İşsizlik sorununun çözümü konusunda AK Parti iktidarı bir arpa boyu yol alamadı…

Özelleştirmelerle seksen yıllık birikimler sekiz yılda tarümar edildi, satılacak bir şey kalmadı; artık yollar, köprüler, barajlar, nehirler, limanlar satılacakmış veya satılıyormuş!!!

Sömürücü yabancı kaynak miktarı Eylül sonunda 117 milyar dolara çıkmış; 75 milyarı borsada, 33 milyarı hazine bonolarında, 10 milyarı mevduatta; yani tamamı FAİZDE!

İşsizlik sorununu çözecek “üretim”de tek kuruş yok; hepsi FAHİŞ FAİZDE!

Cari açık, bütçe açıkları, ithalat patlaması gibi konulara hiç girmiyorum…

Ekonomi genel olarak sade vatandaş için hiç de iç açıcı değil…

İşsizlik başta, ekonomik sorunları çözmek gerekiyor…

İktidardan ümidimi kestim; ümidim halkta…

İşimize bakalım, sorunu kendimiz çözelim.

***

Ortada temizlenmesi gereken bir pislik varsa, temizlersiniz. Bir evi temizlemeye başladığınız zaman birden temizleyemezsiniz; bir kenardan süpürmeye başlarsınız...

İşsizliği çözerken de, sorunu ülkenin yahut beldenin bütününde çözemezsiniz. İşe bir semtten başlanmalıdır. Kırda, köyde, kentte, taşrada bir sokaktan işe başlamalıyız...

-Semtteki bir müteşebbis “bir bakkal/market” açıyor, parasıyla mal alıyor ve satıyor.

-Başka bir vatandaş da sokakta “bir işyeri” kuruyor ve orada insanları çalıştırıyor.

-Semttekiler/sokaktakiler işyerinde para kazanıyor, bakkaldan alışveriş yapıyor.

-Köylerdekiler, taşralardakiler de çalışıp zirai mahsullerini üretiyorlar.

Bizim sokaktaki bakkalı/ minik marketi işletmeyen başka bir “müteşebbis” vatandaş da onların yani o köylülerin tarım mahsullerini alıyor ve götürüp pazarda ve bizim bakkalda satıyor. Böylece tarım ürünlerini satan köylü, köyünde bu sistemle kurduğumuz bakkaldan sanayi ürünlerini alarak yaşıyor. Kriz olmayan normal zamanlarda bu böyle devam ediyor...

***

SÖMÜRÜ SERMAYESİ boş durmuyor, “suni krizler” çıkarıyor; veya KAPİTALİZM kendiliğinden zaten hep “krizler” üretiyor… TÜRKİYE de kapitalizmle ve sömürü sermayesinin direktifleriyle güya yönetiliyor; daha doğrusu sömürülüyor… Yani; köyün, semtin, sokağın dışında, ülke içinde veya ülke dışında zaman zaman “KRİZ/LER” oluyor!.. Semtte, sokakta üretilen sanayi mamulleri satılmıyor… Veya köylünün üretiği tarım ürünleri satılmıyor; tarım ve hayvancılık tamamen çökmüş durumda!.. Satılanlar da para etmiyor, üretim maliyetlerini bile karşılamıyor...

Semtteki, sokaktaki imalathane kapanıyor...

Köylerimizdeki tarlalar hacizde!..

Halk işsiz ve çaresiz!..

Üretim stop!

Halk bakkaldan alışveriş yapamıyor; bakkalı işleten de bakkalını kapatıyor.

Sonuç: HALK İŞSİZ VE AÇ! 

***

İşte, bir ülkede “İŞSİZLİK VE KRİZ/LER” böyle başlar...

Bunu gidermek için devlet güya destek/ler veriyor...

Zoraki olarak işler güya ite kaka yürüyor...

DEVLET gittikçe borçlanıp batıyor...

Bunun sonu Osmanlılarda olduğu gibi yıkılmakla sonuçlanır. Türkiye göz göre göre işte böyle yıkıma doğru sürükleniyor. Bir ülke halkıyla birlikte işte böyle batırılıyor.

***

Merak etmeyin; çare ve çözüm var.

Çare ve çözümler gelecek yazılarda...

 

 

 

İŞSİZLİK(2): Semt işyerleri

Reşat Nuri EROL

Ülkemizde uygulanmakta olan ve son sekiz yıldaki iktidar döneminde zerre kadar değişmeyen “faizli kapitalist sömürü düzeni”nde “İŞSİZLİK var, halk işsiz ve aç” dedik... Malum olduğu üzere; biz temel prensibimiz ve metodumuz gereği bir şeyi sadece “tesbit ve teşhis” etmekle iktifa etmez, sadece eleştirmekle yetinmeyiz.

Uyarı mahiyetindeki bu görevlerimizi yerine getirdikten sonra, bize göre “tedavi, çare, çözüm, alternatif” ne ise onu da apaçık ortaya koyarız.

O halde, madem bu ülkede “İŞSİZLİK var, halk işsiz ve aç” dedik; şimdi bize göre “Adil Ekonomik Düzen”de neler olur, “İşsizlik Sorunu Nasıl Çözülür” onları görelim.

***

Vakıflar Bankası faizsiz çalışan bir bankadır veya faizsiz çalışmalıdır.

Banka bir semtte üretim yapılacak bir “İŞYERİ” kuruyor, veya bir “Bakkal/Market” için gerekli tesisleri yaptırıyor. “İşyeri”nde veya “Bakkal”da çalışacak kimseye bir lojman veriyor, bir binek, bir de nakliye arabasını satın alıyor.

Üretim yapılan bir işyeri…

Veya tüketim mallarının satıldığı bir işyeri…

Bunların tamamı ortalama 300 bin liraya mâl oluyor.

- Banka bunları, bakkalı işletecek kimseye “cirodan” kiraya veriyor

- Veya üretim yapacak usta başına veya mühendise “cirodan” kiraya veriyor...

***

Semtte, semt sakini olarak oturan ve çalışabilen ortalama 200 kişi vardır. Bunlar üretim yapılan işyerinde çalışıyır ve semt bakkalında alışveriş yapıyor. Bakkalda olmayan ve ihtiyaç görülen tüketim mallarını da yine o semtin bakkalı sipariş veriyor.

Semt sakinlerinin kişi başına aylık gelirleri ortalama bin liradır; yani 200 bin kiralık iş yapılıyor, satılıyor ve bakkaladan/marketten de 200 bin liralık alışveriş yapılıyor diyelim.

Banka bakkaldan ve işyerinden % 1 (yüzde bir) kira payı alıyor; yani 200 bin lira ciroya ayda 4 bin lira kira alıyor. Bunun toplamı senede 50 bin lira eder; yani yıllık % 25 (yüzde yirmibeş) gelir getiriyor demektir.

Semt sakinleri sadece % 2 (yüzde iki) ile katılıyorlar. Fert başına 20 TL düşmektedir. Saati beş liradan dört saat fazla çalışıyorlar demektir.

***

Banka bir şey yapıyor, KİRA getiren tesislerin “HİSSE SENETLERİ”ni çıkarıp halka satıyor. Böylece banka parasını geri çektiği gibi; semt sakinleri de artık bankaya “KİRA” da vermiyorlar, kendi semtlerindeki işyerlerinin sahibi oluyorlar.

Hayat normal olarak devam ediyor...

Anlattığımız bu durum, bugünkü durumdan daha iyidir.

Ama biz bu durumu şimdilik eşit kabul edelim. Yani; kriz olmadığı zaman, faizli kapitalizmin içinde yaşadığı gibi yaşandığını kabul edelim.

Kira vermeden, faiz vermeden yaşıyor. Bu onun kazancıdır. Ama asgari durumu ele alalım, kapitalizmdeki kadar yaşıyor kabul edelim.

İşte bu kadarcık iyileştirme bile muazzam bir iyileştirmedir.

Daha fazlası, daha iyisi ve daha güzeli gelecek yazıda…

***

SEMT, KÖY, SOKAK

“Semt” dedik; semti ve diğerlerini tanımlayalım.

-Yüz haneli topluluklara “semt” diyoruz.

-Tarım semtlerine ise “köy” denmektedir.

-Sanayi semtlerine de “sokak” denmektedir.

 

 

 

İŞSİZLİK(3): “Semt Senedi”

Reşat Nuri EROL

İşyerinde çalışan semt sakinlerine veya tarladan/köyden mal getirip satan köylüye para ödenmiyor; onun yerine kurdukları kooperatifin “Semt Senedi” ödeniyor.

Halk aldığı “Semt Senedi” ile bakkala gidiyor ve istediği malları alıyor.

Bakkalından alış-veriş etmiyorsa, kasaya gidiyor ve senedi paraya çevirtiyor.

Yani işçinin ücreti Türk Lirası ile belirsizdir. Onunla bakkalına gidiyor, alış-veriş yapabiliyor, kasaya gidiyor ve o günkü değeri ile satıyor.

***

Kooperatifin ortağı olan “Semt Tüccarları” vardır.

Bakkal onlardan istediğine “Semt Senedi” veriyor ve istediğ malı alıyor.

Semtin “Bucak Tüccarları” bu senetleri işyerlerine götürüp malları satın alıyorlar.

Sonra götürüp dışarıda satıyorlar.

Elde ettikleri para ile yeniden mal alıp getiriyorlar ve bakkalda sattırıyorlar.

Böylece bakkal ve işyeri “Bucak Tücarları” sayesinde çalışmayı sürdürüyor.

Bucak Tüccarları” on kişi kadar oldukları için aralarında rekabet vardır. Bundan dolayı halk sömürülmez; sömürülemez.

Bucak tüccarları isterlerse “Semt Senetleri”ni kasada değiştirirler. Onunla satacakları malları semt işyerinden satın almış olurlar.

***

Burada ücret ve fiyat nasıl oluşacak?

KOOPERATİF ücret ve fiyatları şöyle düzenliyor: Raflardaki malların fiyatlarını raf stoklarına göre düzenler. Tüccarlar fazla mal getirirlerse fiyatını düşürür; çok mal getirdikleri zaman fiyatını yükseltir. Bakkala cirodan pay vereceği için bakkalın kârı yaklaşık olarak sabit kalır. Yani alış ve satış arasında yüzde birler civarında fark olur.

İşyerlerindeki “ücretler” ve “fiyatlar” da “ortaklık sistemi” içinde düzenlenir. Kasadaki senet para değerleri kasa stoklarına göre düzenlenir. Yani burada serbest piyasaya müdahale etmeksizin “ücretler ve fiyatlar” düzenlenmiş olur.

***

Kriz olunca ne olur?

KRİZ olduğunda mamul mallar satılmaz. Satılması için fiyatları düşürmek gerekir, ücretleri düşürmek gerekir. Bunu merkezden yapamazsınız. Çünkü merkez kimin ücreti ne kadar düşüreceğini, kimin fiyatları ne kadar düşüreceğini bilemez. Oysa kasadaki senedin değerini bir formüle göre düşürürseniz, bütün ücretler düşmüş olur, fiyatlar da düşer. Ama tüccarlar daha pahalı mal getirecekleri için düşmez.

Yani; kriz zamanında ücretler düşmez, aynı kalır. Malların değeri yükselir.

Bunun aile ekonomisine etkisi ise; eskiden günde beş saat çalışarak aile geçindirirken, çalışanlar şimdi sekiz saat, belki on saat veya daha fazla çalışarak geçinirler.

Mamul malların fiyatları düçeceği için mallar satılmaya devam eder. Bakkal da köylüden malları satın almaya devam eder. Onların eline para geçeceği için kısa zamanda kriz biter ve hayat/ekonomi normale döner.

Bunu şöyle açıklayabiliriz: Araba yolda sağa giderken siz direksiyonu sola çevirirsiniz, böylece araba yol almaya devam eder. Ama direksiyonu bıraktığınız zaman araba devrilir. Direksiyon “Senedin Değeri”dir, otomatik olarak ayarlanır.

***

İDDİA EDİYORUZ:

VAKIFLAR BANKASI’NIN YÖNETİMİNİ BİZE VERSİNLER;

EN ÇOK İKİ SENE İÇİNDE İŞSİZLİK SORUNUNU BİTİRELİM.

 

 

 

Yok olmadan UYANALIM!

Reşat Nuri EROL

İktidar partisinin “muhafazakar demokrasi” diye isimlendirdiği, kendine göre bir siyaseti vardır:

-İslâm düzeni olmaksızın; kendilerine göre anladıkları klasik dinî inançları serbest hâle getirmek, insanlara inançlarını yaşatma imkanlarını hazırlamak...

-Bazı alanlarda adalet olmasa da; kendi anlayışlarına göre adaleti tesis etmek, ülkemizin kalkınmasını, halkımızın her alanda refahını ve saadetini sağlamak...

-İçte ve dışta malum birileriyle gerginlik yapmadan; uzlaşarak, sabrederek hedefe ulaşmak, anti demokratik uygulamaları uzlaşarak ortadan kaldırmak...

-Millî Görüş gömleği olmasa da olur anlayışıyla; uluslararası platformlarda tarafsız olmak, herkesle iyi geçinmek, komşularla olan sorunları sıfırlamak…

İktidar partisince sekiz seneden beri uygulanmaya çalışılan siyaset budur.

-Ancak, sadece bu siyaset anlayışı ile ülke sorunları çözülememiştir.

-Ülke sorunları çözümsüz olarak var olmaya devam etmektedir.

Bu durum bizi ve halkı memnun eden bir durum değildir.

***

Türkiye’nin çözüm bekleyen dört ana sorununu her vesileyle hep hatırlatıyoruz: İŞSİZLİK, iç ve BORÇLAR, millî olmayan MEDYA ve bir türlü var olmayan etkin, saygın YARGI/ADALET. (“Adalet Sarayları” inşa ediliyor ama Firavun sarayları gibi lüks binalarla “ADALET” gelmiyor! Bu kadar mahkeme binasına muhtaç olmak da ayrı bir “adaletsizlik” yani “zulüm” alâmeti; demek ki halkımız mahkeme saraylarında sürünüyor!)

AK Parti sekiz yıldan beri tek başına iktidarda ama yukarıda özetlediğimiz siyaset anlayışı ile Türkiye’nin ana sorunlarından hiçbiri çözümlenmiş değil.

Çözülmek bir yana; bu sorunlar maalesef giderek daha da büyümekte, kangrenleşmekte ve ülkeyi tamamen yıkılmaya doğru sürüklemektedir. Çünkü sorunlar çözülmedikçe ekonomik, siyasi ve sosyal hastalıklar hâline dönüşmekte, çok yakın zamanda “sosyal patlamalara” sebebiyet verecek seviyelere doğru tırmanmaktadır. Aklı başında olan, gören gözleri olan, işiten kulakları olan herkes çok iyi biliyor ki; “Sosyal Tufan” içindeyiz!

Yani…

-Bu siyaset İŞSİZLİK sorununu çözmüyor...

-Bu siyaset PKK ve terör sorununu çözmüyor...

-Bu siyaset rüşveti ve ahlâksızlığı ortadan kaldırmıyor...

-AK Parti’nin siyaseti başörtüsü vs. zulümlerini yok etmiyor...

Adında “ADALET” kelimesi olan sekiz yıllık iktidar partisinin hükümet olduğu dönemde, pek çok alandaki “zulümler” ve “çözümsüzlükler” aynen devam ediyor…

Demek ki, sadece isimle veya lafla “adalet ve kalkınma” olmuyormuş. Ağır bir bedel ödedik ama karşılığında AKP gibi bir siyasi anlayış ve zihniyetle olamayacağını öğrendik!

*

Bu durumda ne yapılmalıdır?

“ADİL DÜZEN” getirilmezse sorunlar çözülmez, çözülemez...

Gittikçe kötüye giden duruma dur diyebilmek ancak “ADİL DÜZEN” ile mümkündür; “ADİL EKONOMİK DÜZEN” ile mümkündür...

“ADİL DÜZEN” gelmedikçe, “ADİL EKONOMİK DÜZEN” gelmedikçe; uyuşturucu ilaçlarla ağrı kesilir, yapılan zulümlerin acısı dindirilir ama her türlü hastalıklar şiddetlerini giderek artırır...

Artırır, artırır, artırır ve bir gün topyekün bütün ülkeyi batırır!

Batmak istemiyorsak bir an önce uyanalım…

Derin uykudan, gafletten uyanalım…

Yok olmadan UYANALIM!..

 

 

 

Katmerli sömürülüyoruz!

Reşat Nuri EROL

İş hayatında veya normal hayatta öyle işler vardır ki, tek başına yapılmaları mümkün değildir. Mutlaka yardımlaşma gerekir. Bir masayı tek başınıza kaldıramazsınız. Kestiğiniz ağaçları tek başınıza kaldırıp götüremezsiniz. Bunun için karşılıklı yardımlaşma gerekir.

Bir adada yaşayan iki kişi anlaşıyor. Biri diğerine yardım ediyor. Biri bir gün 3 saat yardım ettiyse, diğeri de başka bir gün ona 3 saat yardım ediyor. Bunun için ilk çalıştıran kimse diğerine bir gün borçlu olduğuna dair bir “belge” veriyor. Sonra çalıştıran yeni belge tanzim etmiyor, önceden aldığı “belge”yi iade ediyor. Sonra birincisi tekrar yardım ettiğinde aynı “belge”yi veriyor. Böylece “belge” ikisi arasında gidip geliyor.

Şimdi, diyelim ki “belge”nin üzerinde ad yazılı değil, kimin önce çalıştırıp verdiği belli değil. Sonunda “belge” ikincisinin elinde kaldığı takdirde, ikinci bir gün veya o kadar saat birinciye bedava çalışmış olur.

Bir adım daha atalım: Bu iki kişi arasında olan “belge/para” çok kişi arasında olabilir. Adada on kişi varsa, biri on kişiyi de çalıştırıyor ve onlara on kadar “belge”yi dağıtıyor. Adadakiler artık birbirlerini çalıştırdıkları zaman o “belgeleri” verip alıyorlar. Kimse ilk çalıştırana gidip sen de çalış demiyor. Böylece ilk çalıştıran on kişiyi böyle çalıştırıyor.

***

İşte, dünyada tedavülde olan “karşılıksız dolarlar”ın anlamı budur.

Durum aynen yukarıda anlattığımız örnekte olduğu gibidir.

İşte bu şekilde sömürüldükçe sömürülüyoruz…

***

Karşılığı olmayan doları ilk çıkaran bizden alın terimizi yani emeğimizi alıyor ama sonra o bize bir şey vermiyor! Biz onun verdiği o kâğıt parçası ile aramızda alıp veriyoruz. O ise bizi kandırmış olmanın zevkiyle karşıdan bize bakıp kıs kıs gülüyor…

İş bu kadarla kalsa yine iyi. Başlangıçta bizi sadece bir kereliğine bedava çalıştırmış olmuyor. Bir de üstüne üstlük, karşılığı olmayan o kâğıt parçasını bize “FAİZ” ile veriyor! Biz onun boş kağıdına önce alın terimizi yani emeğimizi veriyor, bir de faiz ödüyoruz! Yani bizden istediklerini “katmerli” olarak karşılıksız alıyor!

Böylece sömürü katmerleşerek ve katlanarak devam ediyor...

Ama karşı tarafın sömürüsüne bu da yetmiyor...

Sömürü başkalaşıp devam ediyor…

Durmadan karşılıksız kâğıt para çıkararak “ENFLASYON” yapıyor...

Cebimizdeki paraları çalıyor, sabah uyandığımızda cüzdanımız eksiliyor! .

O ise enflasyondan yararlanarak durmadan yeni paralar çıkardıkça çıkarıyor!

***

Başka bir şey daha yapıyor: Dolar çıkarmıyor, dolara kote edilmiş TL çıkartıyor; Türkiye yeni para basınca, ona karşılık olan doları Merkez Bankası’na koyuyor! Böylece biz sadece dolar kullanmış oluyoruz!

Sonra Türk Lirası’nı batırıyor, sıfırları attırıyor, yeni para ürettiriyor. O da dolara kote edilmiş olduğu için biz yeni parayı çıkardığımızda aslında doları çıkarmış oluyoruz! Bunu yapan hükümet, maliye bakanı veya sözde iktidar, bu yaptığını bize “ekonomik başarı” diye yutturuyor!

Yani; birileri karşılıksız kâğıt parçası para basıyor ve bizden karşılığını alıyor; emeğimizi alıyor/çalıyor, fahiş faiz alıyor, enflasyonla bizi soyuyor, ulusal paramızı IMF ile kendisine kote ettiriyor ve bizim çıkardığımız yeni TL’ler sadece ona hizmet ediyor.

Demek ki, doları kullandığımızda, Merkez Bankası dolar alıp sattığında, sömürülmeye devam ediyoruz demektir. Hep sömürüldük, hâlâ katmerli bir şekilde sömürülüyoruz… Son sekiz-on yılda da değişen bir şey yok; daha çok sömürülüyoruz…

Hem de katmerli bir şekilde sömürülüyoruz…

 

 

 

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3488 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2677 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2651 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2166 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2542 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2565 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2300 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2204 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2617 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2496 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 2005 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2362 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2311 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2459 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2455 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2416 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3066 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2689 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2684 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2765 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2972 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3048 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3448 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5509 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3570 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3096 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3885 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3736 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3443 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3896 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3853 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4134 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4667 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3986 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3870 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2882 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2969 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3975 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7762 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5643 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4197 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3599 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3740 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4760 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4477 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4770 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4690 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4846 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4571 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3420 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4494 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3646 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5198 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3874 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5185 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5047 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4958 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3565 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3496 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3707 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5194 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4224 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5456 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4104 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5292 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4489 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4444 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4597 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4790 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5345 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4134 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5283 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4548 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3864 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4413 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4615 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4147 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4121 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4105 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4560 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5673 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9865 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4675 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3726 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3876 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3369 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3404 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3762 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5727 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4265 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3462 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler