Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 583
MUHAMMED SÛRESİ TEFSİRİ -7-11.AYETLER
30.10.2010
1242 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 44 YILDIR ÇALIŞIYOR....2008...2009...2010

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜNYA DÜZENİ 583

“ADİL DÜNYA DÜZENİ III. BİN YIL MEDENİYETİ PROJESİDİR.”

“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 583. Hafta         30 Ekim 2010         Fiyatı: www.akevler.biz’e tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 583. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00-21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Gayemiz ve Hedefimiz: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır.    Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

***

 

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;

KUR’AN VE

ADİL DÜZEN

ÜÇÜNCÜ HAMLE!

***

 

*ÜSKÜDAR SEMİNERLERİ; 133. SEMİNER

Her Hafta PERŞEMBE akşamı; Adres: EMİNEVİMKısıklı Cad. No: 36  Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL  Tel: (0216) 444 36 46

SOHBET…  SEMİNER…  SORULAR-CEVAPLAR…

***

 

Millî Görüş(6):

Şuurlandık, çelikleştik, geliyoruz…

Millî Görüş(7):

İnanç var, her şey var!

Millî Görüş(8):

Ne Komünizm, Ne Kapitalizm; ADİL DÜZEN

Millî Görüş(9):

Kurmak ve uygulamak…

Reşat Nuri EROL

***

MUHAMMED SÛRESİ TEFSİRİ - 3

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ أَضَلَّ أَعْمَالَهُمْ (1) وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَآمَنُوا بِمَا نُزِّلَ عَلَى مُحَمَّدٍ وَهُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَأَصْلَحَ بَالَهُمْ (2) ذَلِكَ بِأَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا اتَّبَعُوا الْبَاطِلَ وَأَنَّ الَّذِينَ آمَنُوا اتَّبَعُوا الْحَقَّ مِنْ رَبِّهِمْ كَذَلِكَ يَضْرِبُ اللَّهُ لِلنَّاسِ أَمْثَالَهُمْ (3) فَإِذا لَقِيتُمْ الَّذِينَ كَفَرُوا فَضَرْبَ الرِّقَابِ حَتَّى إِذَا أَثْخَنتُمُوهُمْ فَشُدُّوا الْوَثَاقَ فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاءً حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا ذَلِكَ وَلَوْ يَشَاءُ اللَّهُ لَانتَصَرَ مِنْهُمْ وَلَكِنْ لِيَبْلُوَ بَعْضَكُمْ بِبَعْضٍ وَالَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَلَنْ يُضِلَّ أَعْمَالَهُمْ (4) سَيَهْدِيهِمْ وَيُصْلِحُ بَالَهُمْ (5) وَيُدْخِلُهُمْ الْجَنَّةَ عَرَّفَهَا لَهُمْ (6)

 

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ (7) وَالَّذِينَ كَفَرُوا فَتَعْسًا لَهُمْ وَأَضَلَّ أَعْمَالَهُمْ (8) ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَرِهُوا مَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأَحْبَطَ أَعْمَالَهُمْ (9) أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ دَمَّرَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَلِلْكَافِرِينَ أَمْثَالُهَا (10) ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ مَوْلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَأَنَّ الْكَافِرِينَ لَا مَوْلَى لَهُمْ (11)

 

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا

(Ya EyYuHA elLaÜIyNa EAvMaNUv)

“Ey iman etmiş olan kimseler.”

Sûre “Ellezîne Keferû” ile başladı.

Sonra “Ellezîne Âmenû” ile devam etti.

Yani; önce “küfredenlerden” sonra “iman edenlerden” bahsetti.

Sûrede “Ellezîne Âmenû” dendiğinde Ehl-i Kur’an’dan bahsedilmektedir.

Kur’an büyük dinlerden ve mensuplarından bahsederken; Yahudilere “ellezîne hâdû” demektedir, Hıristiyanlardan bahsederken “nasara” demektedir, Hindulardan ve Budistlerden bahsederken “sabiin” demektedir.

Bu sûrede önce küfredenler ile iman edenleri tanımladı.

Küfredenler nankörlük ettiler; kendilerinin dalâlette olmaları ile kalmadılar, diğer insanları da insanlığın yolundan saptırdılar.

Buna karşılık Kur’an’a inanan kimseler ise işleri salah üzerinde oturttular.

Böylece Hakkı üstün tutanlar ile kuvveti üstün tutanları tanımlamıştır. Sonra bunlar arasında çatışma olacağını ve Hakkı üstün tutanların üstün geleceklerini belirtmiştir. Şimdi ise Hakkı üstün tutan iman etmiş olanlara hitap etmiş ve onlara görev vermiştir.

Yukarıda önce küfredenlerden, sonra iman edenlerden söz etmiş; burada ise aksini yapmış, iman etmiş olanlara doğrudan hitap etmiş, küfretmiş olanlardan bahsetmiştir.

İman etmiş olan kimselerin” kimler olduğunu hatırlayalım.

Yeryüzünde Hakkı üstün tutanlar vardır, kuvveti üstün tutanlar vardır. Bunlar arasında kıyamete kadar sürecek savaş vardır.

Hakkı üstün tutanlar Allah’ın hizbidir.

Kuvveti üstün tutanlar şeytanın hizbidir.

Allah’ın hizbi her zaman galip gelir ve böylece uygarlık gelişir.

Allah’ın hizbi mensupları mü’minlerdir.

Onu destekleyen ve oy verenler de müslimlerdir.

Mü’minler doğrudan yeryüzünün güvenini temin edenlerdir.

Müslimler ise bu güven içinde yaşayan, üretim yapan ve vergilerini verenlerdir.

Yeryüzünde güvenin tesis edilmesi düzenini yani ilk “Adil Düzen”i Hazreti Nuh peygamber kurmuştur. Mezopotamya’da bu düzen tesis edilmiştir.

Sonra Hazreti İbrahim peygamber gelmiş ve yeryüzünün güvenliğinden onlar sorumlu olmuşlar; İsrail oğulları bunun için seçilmiş, onlara bu görev verilmiştir.

Gerçekten Hazreti Davut ve Hazreti Süleyman Akdeniz’i ve Karadeniz’i birer güvenlik gölü hâline getirmişlerdir. Güvenlik içinde seyreden gemilerle hareket eden Fenikeliler ve Yunanlılar tüm bu denizlerin kenarlarında siteler kurmuş ve uygarlıkları geliştirmişlerdir.

Sonra Hazreti İsa’ya inananlar Roma ve Bizans uygarlıkları ile tüm dünyaya uygarlıkları götürmüşlerdir.

Ne var ki, bu uygarlıklar Hak uygarlıkları olmakla beraber, çalışma şekilleri kuvvete dayanmış, insanlık bu uygarlıkları kabul etmiş ama bir türlü “Adil Düzen”e varamamıştır.

Kur’an’dan sonra bu görev İsrail oğullarından alınmış, tüm insanlardan “mü’min” olanlara verilmiştir. Dünyayı yönetme görevi artık sadece bir ırka değil, dünyadaki gönüllülere yani “mü’min” olanlara aittir. Çünkü herkes her zaman “mü’min” olabilir; yani “asker” olabilir.

Bu sûrenin bize öğrettiği şu gerçek vardır: Yeni insanlık düzeni ancak Kur’an’la kurulabilir. Kur’an’ı kabul etmeyenler yani onun getirdiği şeriatı benimsemeyenler asker olamazlar. Kur’an Hakkı üstün tutanların şeriatıdır. Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed’in getirdiği düzenin kitabıdır. Kur’an 1400 yıl önce gelmiş ve insanlığa bu yeni düzeni öğretmeye başlamıştır. Sonra Kur’an ilimleri doğmuş, özel hukukta Kur’an ahkâmı uygulanmıştır. Kamu hukukunda insanlık henüz o seviyeye gelmemiş olduğundan uygulanamamıştır.

“III. Bin Yıl” Kur’an düzeninin uygulanacağı çağ olacaktır.

Kamu hukukunda da Kur’an ahkâmı uygulanacaktır.

Bu ahkâm Tevrat ahkâmından farksızdır.

Aralarındaki fark, biri yani Tevrat üç bin yıl önceki sorunları çözmektedir.

Kur’an ise çözümleri getirmemiş, çözme metotlarını öğretmiştir.

Bu metot kıyamete kadar değişmeden devam edecektir.

Bu sûre şimdi mü’minlere yeryüzünün güvenliğini sağlama görevini vermektedir. Bakara Sûresi’nde İsrail oğullarının görevleri nasıl yaptıkları anlatılmaktadır. Bu sûrede ise onların yerine geçen iman etmiş olanların görevleri anlatılacaktır.

إِنْ تَنصُرُوا اللَّهَ

(EiN TaNÖuEUv elLAHa)

“Allah’a yardım ederseniz.”

Allah bizim yardımımıza mı muhtaçtır?

Kendisinin gücü yetmiyor da bizden yardım mı alıyor?

Allah kâinatı yaratmıştır, insanı yaratmıştır. İnsanı yeryüzünde halife yapmıştır. Yeryüzü fena âlemidir, yani var olup yok olma arasındaki mücadeledir. Canlı hücreli vücudu yaşatmakta, mikroplar ise öldürmektedir. Bunlar arasındaki çatışma canlılarda evrim meydana getirmektedir.

Kuvveti üstün tutan kimseler mikroplar gibidir; uygarlığı frenlemek ve insanlığı yok etmek için uğraşırlar.

Mü’minler ve onları destekleyen Müslimler ise uygarlığı geliştirmek ve insanlığı yaşatmak için uğraş verirler.

Allah burada, uygarlık için uğraşanlara “Allah’a yardım ederseniz” diyor.

Nusret” düşmana karşı yardımdır.

“Avn” ise işlerine yardımdır.

Allah’a yardım etmek” demek, topluluğa yardım etmek, insanlığa yardım etmek demektir.

Topluluk nerde başlar, nerde biter?

- On aile bir aşireti oluşturur.

- Yüz aşiret bir kabileyi oluşturur.

- Yüz kabile bir şa’bi yani vilayeti oluşturur.

- Yüz şa’b yani il bir kavmi, yani bir devleti oluşturur.

Yeryüzünde yüze yakın kavim vardır, bunlar insanlığı oluşturur.

Bunlar kademe kademe Allah’ın temsilcileridir.

Bunlara yardım etmek Allah’a yardımdır.

Burada “İN” ile getirilmiştir, “İZâ” ile getirilmemiştir. Çünkü savaş asıl değildir, savaş arızidir. Asıl olan barıştır.

Biz ne zaman savaşmak zorunda kalırız?

“Adil Düzen” aşiretini kurarız. Kabilemizi oluştururuz. Şa’bimiz oluşur, devletimiz oluşur. İnsanlığı oluştururuz. Bunların oluşması için çalışmak Allah’a yardımdır; yani topluluğa yardımdır.

“Adil Düzen”in gelmesine dev güçler karşı çıkmaktadırlar. Bu karşı çıkışa rağmen adım adım onları yeniyoruz.

İşte, Allah’a yardım budur.

İnsanlar ancak şeriatlarla uygarlaşmışlardır. Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed; insanlığı bunlar nûra kavuşturmuştur. Savaş her zaman silahla olmaz; ekonomik olur, ilmî olur, dinî olur. “Adil Düzen”e karşı çıkanlarla fikrî savaş da nusrettir.

Bir inkılabın gerçekleşmesi için önce o inkılabın projesi oluşturulur. Sonra onu uygulayacak ekip ortaya çıkar. Sonra o uygulamayı halka benimseten bir grup oluşur. Sonunda uygulanmış olur. Bütün bu safhalarda görev almak Allah’a yardımdır.

يَنصُرْكُمْ

(YaNÖuRKüM)

“Size yardım eder.”

“Adil Düzen” için çalışanlar insanlığa hizmet etmiş olur. Sonra da insanlık onlara yardım eder. Allah için çalışanlar O’ndan yardım almış olurlar.

Eğer burada kâinatı var eden Allah kastediliyorsa, o zaman “Allah da size nusret eder"in mânâsı İlâhi nusrettir. İlâhi nusret iki şekilde olur. Allah’ın emirlerine uyduğunuz zaman, sünnetullah sizi selamete götürür. Bu da Allah’ın yardımıdır. İkinci nusret ise özel olarak sizinle ilgilenmesidir.

Allah böyle özel olarak insanla ilgilenir mi?

Kâinatta hiçbir varlık tıpkı birbirinin aynı değildir. Ama Allah’ın iradesi olmadan bir şeyin oluşması mümkün değildir. Her insanla ayrı ayrı ilgilenmediğini düşünürüz. O halde Allah’ın amellerinizin karşılığı olarak nusreti değil de, doğrudan size yardım etmesidir. Biz Allah için amel-i salih yaparsak, Allah bizim başka işlerimizi kolaylaştırır.

Burada görevli kılınanlar “müslimler” değil “mü’minler”dir.

Gelecek dünyada tüm insanlığı güvene erdirecek bir düzen kurulacaktır. Elbette düzeni bozacak olan kişiler de olacaktır. Aşiretler (ocaklar), kabileler (bucaklar), şa’bler (iller), kavimler (ülkeler) küfür grubunda yer alabilir. Bunlar içinde kuvveti üstün tutan küfretmiş olanlar olacaktır. Mü’min kişinin, mü’min ocağın, mü’min bucağın, mü’min ilin, mü’min ülkenin görevi bunlarla cihat yapmak ve onları etkisiz hâle getirmektir. Bunlar Allah’ın hizbidir. Buna karşı olanlar şeytanın hizbidir.

وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ (7)

(Va YuÇabBiT EaQDAvMaKuM)

“Ve kademlerinizi tesbit edecektir.”

Güreş yapanlar önce ayaklarını sağlam basar, ondan sonra karşı hamle yaparlar. Ayakları kaydığı takdirde karşı tarafa galibiyet imkanını verirler.

Ayakları tesbit etme mecazidir. Yani gerisin geriye gitmeme, savaşı terk etmemedir. Savaş önce biz galip geleceğiz inancı ile başlar. Her iki taraf birbirini küçük görür ve karşı taraf galip geleceğiz diye saldırır. Sonra savaş esnasında bir tarafta aniden mağlup olduk havası doğar. Bu sefer hep birden kaçmaya başlarlar. Kaçanlar kovalanır. Yakalandıklarında direnmezler, teslim olurlar. Sehpaya idama giderken bile direnmezler. Böyle bozgun anlarında güçlü komutan veya içlerinden biri direndiğinde, bu sefer karşı tarafta bozgunluk hâli görülür. Savaş psikolojisi ve mağlubiyet hâli başka bir durumdur. Asla uygun davranışlar yoktur.

İstiklâl Savaşımız bunun örneğidir. Birinci Cihan Savaşı’nda mağlup edilen Türkiye, Allah’ın Türk halkının ayaklarını tesbiti sebebiyle direnmiş ve savaşları kazanmış, düşmanları denizlere dökmüştü. Demek ki bu Allah’ın yardımı ile olmuştur.

Hayatımızda böyle kaçma psikolojisine sık sık düşeriz. Eğer baştan Allah için bir işe başlamışsak, o zaman Allah bize sebat gücünü verir, geri dönmeyiz.

Bu durum yalnızca savaşta böyle değildir.

“Adil Düzen”in gelmesi çalışmalarında da benzer durumlarla karşılaşılır.

Bazı arkadaşlarımız zaman zaman Adil Düzen çalışmalarından vazgeçerler. Üzülürsünüz. Ama sonra tekrar daha güçlü olarak geri dönerler. Bu da Allah’ın onların kademlerini tesbit etmesi ile mümkündür. Nitekim bugünlerde İzmir Akevler’deki arkadaşların bu fetret devresini görmekteyiz.

***

وَالَّذِينَ كَفَرُوا

(VaelLaÜINa KaFaRUv)

“Küfretmiş kimseler.”

“Ellezîne Keferû” bu sûrede 7 defa geçmektedir.

“Ellezîne Âmenû” da 7 defa geçmektedir. 

1-      Sûrenin başında önce “keferû” sonra “âmenû” geçiyor ve küfretmiş olanların amellerinin idlal edildiği, mü’minlerin ıslah edildiğini beyan etmektedir. İdlal-ıslah karşılaştırılıyor. (1,2)

2-      Burada da “küfredenler” önce, “iman edenler” sonra zikredilmiştir. Küfretmiş olanlar bâtıla, iman etmiş olanlar Hakka tâbi olmuşlardır. (3,3)

3-      Burada önce “iman etmişler” sonra “küfretmiş olanlar” zikredilmiştir. Allah’a yardım edenler ve ta’sa uğrayanlar. (7,8)

4-      Burada önce “iman etmiş olanlar” zikrediliyor. Sonra küfretmiş olan kimseler değil de, “kâfirler” olarak bahsediyor. Allah iman etmiş olanların mevlasıdır. Kâfirlerin ise mevlası yoktur deniyor.

5-      “İman etmiş olanlar” önce getiriliyor. “Küfretmiş” olanlar sonra getiriliyor. İman edenler cennette, küfreden kimseler ateşteler. (12,12) Burada yalnız cehennemlikten bahsediyor. Küfretmiş olanların amelleri iptal edilecektir. (32)

6-      Burada sadece mü’minlerden bahsetmektedir. Savaşı isterler. Önce iman edenlerden bahsetmekte, sonra küfretmiş olanlardan bahsetmektedir. (20)

7-      Burada ikinci defa “ey iman etmiş olanlar” olarak başlıyor. Sonra “küfretmiş olanlardan” bahsetmektedir. İman etmiş olanlara Allah’a itaat edin, resule itaat edin denmekte. Küfretmiş olanların mağfiret edilmeyeceğinden bahsetmektedir. (33,34)

Önce küfredenlerden sadece iki defa bahsetmektedir. Kalanında iman etmiş olanlardan bahsetmektedir. Sûrede kâfirlerden bahsetmektedir. Mü’min erkekler ve mü’min kadınlardan da bahsetmektedir. Kâfirlerle savaş durumu anlatılmaktadır.

فَتَعْسًا لَهُمْ

(FaTaGSan LaHuM)

“Küfretmiş olanlara ta’s vardır.”

“Ellezîne Âmenû” mübtedadır. “Fa Ta’san Lehum” haberdir. Haber ile mübteda arasında “Fa” harfi gelmez. Eğer gelirse mübteda şart cümlesi olur ve haber cevap cümlesi olur. Burada “Fa” ile getirilmiş olduğuna göre “küfretmiş olmak” şart cümlesi, “ta’san” da haber cümlesi olmaktadır. Kimler küfretmişse onlar için ta’s vardır denmektedir.

Bu ifadede küfretmiş olmayanlara ta’s yoktur anlamı çıkar mı?

‘Kim bana gelirse ben ona on lira vereceğim’ dersem, gelmeyene vermeyeceğim demektir. Gelmeyenlere vermeyeceğim demek olur.

İstisnada durum böyle değildir. İstisna edilene olur veya olmaz.

Şimdi bu kural doğru mudur?

Kur’an’ın tamamı okunup kontrol edilecektir. Geçmiştekiler bu kuralları Arapçadan aldılar; biz ise doğrudan Kur’an’dan almalıyız. O zaman içtihat etmiş oluruz. Aksi halde sadece taklit etmiş oluruz. Lügatte bütünün ispatı mümkün değildir. Birçok şeyleri doğrudan sünnetten ve icmadan öğrenmek zorundayız.

Ne zaman ispat etmek, ne zaman taklit etmek durumundayız?

İhtilaflı hallerde içtihat yaparız.

İcmada ise ispat etmeye kalkışmak yanlıştır.

Kur’an dilini yeniden ele almalıyız ve asrımıza göre değerlendirmeliyiz.

Bunun için her Adil Düzen Çalışanı Kur’an’ın bir kök kelimesini ele alacak ve ömür boyu üzerinde çalışacak. Kimi de bir kuralı alacak ve onun üzerinde çalışacak.

“Üçüncü Bin Yıl Uygarlığı” böyle kurulacaktır.

Ta’s” çöküntü demektir. İnsan yüz üstü düşerse ta’s etti denir. Gücünü kaybetme, varlığını kaybetme, cesaretini kaybetme anlamına gelmektedir.

Ayağı kayıp yere düşmek ta’sdır. Yani, iman etmiş olanlar sağlam olarak duracaklar, kâfirler ise ayakları kayıp yere düşeceklerdir. Bunlar için ta’s vardır deniyor.

Savaşta kendini üstün görmek kademin sebatıdır. Korkup kaçanlar veya teslim olanlar ise ta’s ile ifade ediliyor.

İnkılap yapıldığı zaman, kendisine saldıranlara karşı, kendi devletine karşı ta’s etmemiş, çökmemiş, ayakları sabit kalmıştır. Sermayenin dinsizleştirme politikasına karşı direnilmiştir. Bunun sayesinde bugün biz iktidar olmuş bulunuyoruz.

وَأَضَلَّ أَعْمَالَهُمْ (8)

(Va EaWalLa EaGMAvLaHuM)

“Amellerini idlal etmiştir.”

Amellerin idlal etmesi” ne demektir?

İdlal etmek” kaybetmek, görünmez hâle getirmektir. ‘Deve dalalet etti’ demek, ‘deve kayboldu’ demektir. Onlar çalışıp çabalayacak ama sonra elde bir şey kalmayacaktır.

Mü’minlere Allah yardım edecektir. Ayaklarını sabit kılacak, küfretmiş olanların amelleri boşa gidecektir.

Canlının hücreleri canlıyı yaşatırlar, yeni benzer canlının oluşmasına imkan verirler. Mikroplar ise canlıyı bitirirler ama aynı zamanda kendileri de helâk olup giderler.

Mü’minler birbirlerinin vârisi olarak yaptıklarını ekleyerek uygarlığı oluştururlar.

Küfretmiş olanlar ise direnirler, sonunda yenilirler, kendilerini helâk ederler ve direnişleri de kırılıp gider.

Bir şey yapmak istiyorlar.

Ne yapmak istiyorlar?

İnsanlığı sermayenin emrinde birleştirmek ve sermayenin gücüyle insanlığa huzur ve saadet getirmek! Bunun için önce tekel sermaye oluşturmak gerekir. Bunun için itaat eden insanlar elde etmek gerekir. Din, aile, mülkiyet ve devlet kalkmalıdır.

İşte bu ana hedefe ulaşmada en kolay din düşmanlığında başarı elde edilebilir.

Mesela, bir cumhurbaşkanı düşünün; Alevidir. Ama gerçekten Alevi değildir. Yani İslâm dini anlayışı söz konusu değildir. Kendisinde Allah korkusu yoktur. Sünnilerce dışlandığından da Tanrı düşmanı olmaktadır.

Türkiye’deki tüm güçlerin sermaye emrinde çalışmaları budur.

Bunların hepsinin amelleri boşa gidecektir.

Onların asıl patronları yani tekel sermaye kötü bir şekilde çökecek, bunlar da dilenerek geçinme durumunda kalacaklardır. Hedeflerine ulaşamayacaklardır. Kendileri çökecek, amelleri de boşa gidecek, varlıkları kalmayacaktır.

***

ذَلِكَ

(ÜAvLiKa)

“Bu böyledir.”

Burada işaret edilen küfretmiş olanların çökmesi ve yaptıklarının da boşa gitmesidir.

Evet, tekel sermaye çökecek ve yaptıklarının hepsi kayıplara karışacaktır. Yani din yeniden dünyaya yol göstertecek, siyasette yerinden yönetimli hakem sistemi gelecek, ekonomide dolar ve euro sıfırlanacak, ilimdeki ateizm ve safsatacılık ortadan kalkacaktır.

بِأَنَّهُمْ كَرِهُوا

(Bi EanNaHuM KaRiHUv)

“Çünkü onlar kerh ettiler.”

Kerh etmek” hoşlanmamak, olmasını istememektir. Şimdiden onlar çöktüler ve yaptıkları da boşa gitti. Çünkü onlar hoşlanmadılar, olmasını istemediler.

İnsanlar, sebebini bilmeden bazı şeylerden hoşlanmazlar. Freud’un “bilinç altı” dediği bir olay vardır. Beyninde belli muhakemeler olur, sonuç ters çıkar. Ama onu açıklayamaz. Çünkü işlem bilinç altı yapılmıştır.

Bu bir hastalıktır. Bunun tedavisi tartışmadır, muhalefettir. Bu sebepledir ki bütün peygamberler muhalefetle karşılaşmıştır. Birçok kimse vardır ki tartışmaz, karşı tarafı dinlemez. Kulaklarını kapatır. İşte bu küfürdür.

Türkiye “Adil Düzen”e tüm basın ve yayın organlarını kapatmıştır. Çünkü “Adil Düzen”den hoşlanmamaktadırlar. Bunun için çöktüler ve amelleri de boşa gitmiştir.

مَا أَنزَلَ اللَّهُ 

(MAv EaNZaLa elLAHu)

“Allah’ın inzal ettiğinden.”

Sûrenin başında da “inzâl ettiği” dendiğinde “”yı getirmiştir. Burada da bunların hoşlanmadığı kitabın kendisi değil içerdiği anlam ve hükümlerdir.

Demek ki “Ellezî Enzele” dendiği zaman lafzı ve manâsı ile indirilen Kur’an’dır.

Mâ Enzelellahu” ise Kur’an’ın içerdiği ahkâmdır. Düzendir. “Adil Düzen”dir.

Burada şu hususa tekrar işaret edelim ki, Kur’an lafzı ile başka kitaplardan farklıdır. Tevrat’ın lafızları ve İncil’in lafızları orada mevcut değildir. Getirdiği ahkâm ise Tevrat’ın, İncil’in ve diğer bütün kitapların içerdiklerini içermektedir.

” burada aynı zamanda âm içindir. Yani onlar yalnız Kur’an’dan değil, tüm semavi kitaplardan hoşlanmadılar.

Tarihte böyle bir nesil gelmemiştir. Her devrin insanları kendi kitaplarından hoşlanmış, sadece 20. yüzyılın ateist insanı şeriattan hoşlanmamıştır. Dolayısıyla hâssaten bu çağın ateist insanına hitap etmiştir. Bu kadar şaşkın insanın bundan sonra geleceğini de zor düşünebiliriz. İlmin çok açık ispatları karşısında bu tür bir kandırma mümkün olmayacaktır. Yalancının mumu yatsıya kadar sürmüş ve öyle zannediyorum ki bir daha yanmayacaktır.

Yukarıda Hazreti Muhammed’e indirilenin “” ile gelmesini zor izah ettik. Ama burada o izahımız teyid edilmiştir.

Hazreti Muhammed’e indirilen Kur’an’dan çok, onun getirdiği hükümleri yani şeriatı benimsemişlerdir. Şeriat aynı olduğu halde değişik uygulamaları vardır.

Onların hiçbirisinden hoşlanmadıklarını anlatmak için “” gelmiştir.

“Nezzele” demeyip “Enzele” demiş olması ve burada “” olarak ifade edilmesi, yukarıda Kur’an’ın Hazreti Muhammed zamanındaki şeriatını kastetmiş olması, burada da zamanımızın şeriatını kastetmiş olmasıdır. Yani burada kastedilen inzâl ile Muhammed’e kastedilen tenzîl başkadır. Çünkü Allah içtihat ve inzalle her bin yılda bir Kur’an’ın başka şeriatını inzal eder. O devrin âlimleri o devrin sorunlarını çözerler.

Burada neden sûrenin başında Kur’an’dan ve onun manâlarından bahsederken Hazreti Muhammed’in ismiyle zikretmiştir. Çünkü burada her bin yılda yeni şeriatın ortaya çıkacağına böylece işaret etmiştir.

Bunu bir örnekle izah edelim.

Kur’an’da; zekâtı verin, sen onların mallarından sadaka al denmektedir. Ayrıca ganimetten bahsederken humustan bahsetmektedir.

Kur’an’da buna benzer hükümlerin dışında onda bir, yirmide birden bahsetmemektedir.

Hazreti Muhammed madenler için beşte bir, tarım ürünlerinden onda bir ve ticaret mallarından kırkta bir verilecektir demiştir. Sünnette develerde kırkta birin nasıl ödeneceği anlatılmıştır.

Deve zekâtı ile devlet idare edilemeyecektir.

TL’nin ve senetlerin zekâtı nelerdir?

Bunların hükümleri Kur’an’da vardır ama sünnette yoktur.

İşte bu hükümler fukahanın koyduğu usulle bugün içtihat edilir. Böylece çağımızın şeriatı oluşacaktır. Yarın deniz kentleri kurulacaktır. İnsanlar ayda şehirler kuracaklar. Oralarda bizim içtihat ve icmalarımız hiçbir işe yaramaz.

Ama Kur’an bizim gibi onlara da hitap edecektir.

“Ellezî” değil de “Mâ” gelmesinin hikmeti budur.

فَأَحْبَطَ أَعْمَالَهُمْ (9)

(Fa EaXBaOa EaGMAvLaHuM)

“Amellerini ihbat etmiştir.”

Bundan önceki âyette idlalden, burada da ihbattan bahsetmektedir. Her ikisinde de fail Allah’tır. Buradaki zamirle Allah’ın inzâl ettiği denmiştir, Allah kelimesi izhar edilmiştir. Birinci zikredilen topluluksa, ikinci zikredilen Allah kâinatın halikıdır.

Burada bilhassa içtihat ve icmanın da Allah’tan gelen ilhama dayandığı anlatılmaktadır. Yani biz içtihat yaptığımızda, hata etsek bile Allah bize hata ettirmiştir. Dolayısıyla bizim öyle yapmamızı istemektedir. İcmada ise zaten hata yok kabul edilir. Bununla beraber mahallî icmalarda hata olabilir. Buradaki amel ile daha önceki amel de farklıdır. Daha önceki amel Adil Düzene karşı açtıkları savaşın amelidir. İkincisi uygarlaşmadaki amelleridir. O ameller de hubut etmiştir.

Şimdi iptal var, ifsat var. İptalde hüküm başlangıçtan itibaren iptal edilir. İfsatta ise hakemin kararından sonra hükümsüz hâle gelir. Amelden birini idlal olarak, diğerini hubut olarak düşünebiliriz. İdlalde amel yok olmuyor. Başka yere gidiyor. Yararlı olmaktan çıkıp zararlı yere gidiyor. Amellerden diğeri ise yok oluyor.

Habata” ishalde dışarıya atılan atıklardır. Develer yazın taze ot yeyince ishal olurlar.

Hubut etmek” ishal olmak demektir.

Amellerinizi hazmedemeyecek, sonra onları dışarı atacaksınız. Yukarıda amellerin başka yerlere gittiğini, o amellerin sonra diğer amellerini attırdığını ifade etmektedir.

Yanlış yapılan işler doğru yapılanların da heder olmasını sağlar. İyi ameller kötülükleri giderdiği gibi; bazı kötü ameller vardır ki iyi amelleri de boşa çıkarmıştır.

Mesela, İstiklâl Savaşımız iyi ameller idi. Lozan bir zaferdi. Sonra inkılaplar o zafer ve o iyi amelleri de götürecek duruma geldi. Daha sonra o kötü gidişten dönülmek istendi, ne var ki hâlâ dönülemedi. Sosyalistler eski düzeni yıkmak istediler. Sonunda düzen bozuldu, hâlâ düzelemiyor.

Şunu kabul etmek gerekir ki; ister Sovyetlerdeki sosyalist inkılaplar, ister Türkiye’deki millî inkılaplar, o günkü toplulukların tutuculuğundan geliyordu. Ömrünü tamamlamış II. bin yıl uygarlığının yenilenmesine hazırlık için gelmişlerdi. Dinsizlik modası bâtıl veya fâsık dinlerin ayıklanması için gelmişti. Ama inkılap yapmak isteyen dinsizlerin akıbeti dalâlet ve hubuttur. Kur’an bunu bildirmektedir. Cumhuriyet karşısında saltanatı yaşatmak mümkün olmazdı. “Adil Düzen” karşısında ekseriyet demokrasisini yaşatmak da elbette mümkün olmayacaktır.

***

أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ

(Ea FaLaM YaSIyRUv FIy eLEaRWı)

“Arzda seyr etmediler mi?”

Ea” nefyi cevaplayan soru edatıdır.

‘Gezmediler mi?’ dendiğinde; gezdiler, gördüler demektir.

Burada bize muhalefet edenlerin yeryüzünü dolaştıklarını ve gördüklerini söylemektedir. Batı’da beşyüz yıldır Rönesans başlamıştır. Rönesans’ın başlangıcından itibaren, tekel sermayenin yönlendirmesi ile Avrupa’da dinsizlik yapılmaktadır.

Aslında bu dinsizlik Avrupa’da Haçlı Seferleri ile bin yıl önce başladı. Hazreti İsa Avrupa’da tanrı kabul ediliyordu. Kur’an bunu reddediyordu. Müsbet ilimler de bu redde girişince Batı’daki inanç sarsıldı. Papa’nın hükmü gittikçe çökmeye başladı. Müsbet ilim Avrupa’nın bâtıl inançlarını yıktı.

Sonunda ne oldu?

Müsbet ilim bâtıl inançları kaldırdı.

Onun yerine müsbet ilimle teyid edilen hak din müsbet ilimce tasdik edildi.

Tevrat’ta Hz. Nuh hikâyeleri anlatılıyordu. Hz. İbrahim’den, Hz. Yusuf’tan, Hz. Musa’dan, Hz. İsa’dan bahsediliyordu. Kur’an bunları tasdik ediyordu. Batı’nın inkarcı ilmi bunları reddediyor, böyle bir dünyanın olmadığını iddia ediyordu. Ne var ki, 20. yüzyılda yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkan tuğla tabletler, Tevrat’ı ve Kur’an’ı onaylıyordu. Bu kitaplar ilk büyük uygarlığın Mezopotamya’da başladığını bildiriyordu.

Burada ‘gezdiler, gördüler’ diye haber veriliyor.

Böyle olmasına rağmen hâlâ “Adil Düzen”e neden inanmazlar diyor.

Kur’an indiği zaman bu Mezopotamya uygarlığından tabletlere ait hiçbir şey yoktu. Bir yerde kazı bile yapılmıyordu. O halde bu hitap o zamanki Araplara olamazdı. Bu hitap ancak günümüzde kazılar yapan, dünyayı tetkik eden, kültür araştırmaları yapan Avrupalılara hitaptır. Kur’an adeta bize, yaşamakta olduğumuz bin yılımıza hitap ediyormuşçasına konuşmaktadır.

Gelecekte yeni bin yıllar ortaya çıkınca onlara daha başka şeyler anlatacaktır.

Seyretmek” bir amaçla dolaşmaktır. Amaçsız dolaşma ise seyahattir.

Seyretmediler mi?” derken, bundan maksat hakikatleri öğrenmek için çaba sarf etmediler ve sonuçlar almadılar mı deniyor.

Bu çabaları yaptıkları halde hâlâ neden III. bin yıl inkılabına akılları ermiyor.

Peygamberlerin ve insanların ortaya koyduğu geçmiş olayları anlatalım.

1-      İnsan yaratıldı. Meyve toplayıcılıkla işe ve hayata başladı. Sonunda nüfus arttı, soğuklar ortaya çıktı, şartlar değişti.

2-      Peygamberler onlara avcılık dönemini önerdiler. Hz. İdris Peygamber geldi, mağaralarda ders vermeye başladı. Direndiler ve helâk oldular. Avcılar dolaşmaya başladılar ve dünyayı kapladılar. Ne var ki nüfus çoğaldı, yeryüzünün her tarafı keşfedildi. Sıcaklar gelmeye başladı, otlar fışkırdı. İnkılap oldu.

3-      Avlanma yerine hayvanları ehlileştirmeyi peygamberler emrettiler; dinlemediler ve helâk odular, dinleyenler yeryüzüne hakim oldular. Çobanlık dönemi başladı.

4-      Bu sefer yine nüfus çoğaldı. Kuraklıklar başladı. Otlar hayvanlara yetmedi. İnsanlık yeni arayışa geçti.

5-      Yine peygamberler insanlara tarımı ve tarım hukukunu önerdiler, tarım düzenini önerdiler. İnsanlık bunu hazmedemedi. Nuh Tufanı oldu. Yeryüzüne tarım hakim oldu.

6-      Ondan sonra uygarlıklar dönemi başladı. İlk uygarlık Hazreti Nuh ile geldi. Sonra Hazreti İbrahim ile geldi. Biri tufanla gelebildi, ikincisi Hazreti Lut’un bombaları ile yeni uygarlık oluştu.

7-      Mısır’da da benzer olaylar oldu.

8-      Hazreti Musa geldi, Filistin'de şeriat uygarlığını kurdu. Eski Yunanlılar onları izledi.

9-      Hazreti İsa geldi. Dünya İlâhi nurla doldu. Direnenler tarihe karıştı.

10-  Nihayet Kur’an geldi, direnenler helâk oldular. Kur’an’ın nuru dünyayı sardı.

Bunlar Batılıların araştırmaları sonucunda ortaya çıkan gerçeklerdir. O halde kâfirlerin direnmesi bitecek, yeryüzüne III. bin yılda Hak uygarlığı hakim olacaktır.

فَيَنظُرُوا

(Fa YaNJuRUv)

“Nazar etmediler mi?”

Nazar etmek” burada seyretmeye “Fa” ile atfedilmiştir ve “nun” düşmüştür. Dolayısıyla “Fa” takip fasıdır. Ve o da “Lem” ile menfidir. Muzari cehd-i mutlaktır yani mazidir. Gezdiler ve gördüler demektir. Araştırdılar, kazılar yaptılar ve tabletleri çıkardılar. Sonuçları gördüler.

Soru sorarak olanları anlatmaktadır. İnsanlığın bugün ulaştığı ilmî mertebeye işaret etmektedir. Batı’nın ateist dünyası ilimde ve sanatta en büyük hamleyi yapmıştır.

Bir tohum atarsınız, önce çimlenir. Sonra yavaş yavaş büyür. Belli büyüklüğe kadar meyve görülmez. Uygun yaşa geldiği zaman tek tük meyve verir. İki üç yıl veya üç-beş yıl sonra artık her sene tonlarca meyve verir.

İnsanlık da böyledir. Bu ağaç Hazreti Nuh zamanında dikildi ve büyümeye başladı. Bakıcılar her bin yılda bir değişti. Son bakıcısı ise Kur’an’ı getiren Hazreti Muhammed aleyhisselâm olmuştur. Onun döneminde tek tük meyve vermiş, örnek uygulamalar olmuştur. Asıl hasat zamanı bugün olmaktadır. Son bakıcılar olan Avrupalılar meyveleri devşirmeye devam ettiler. Elbette bu meyveler esasında tohumda bulunmaktadır. Bundan önceki bakıcıların yaptıkları çok zordu. Çünkü ilk defa meyve devşiriliyordu. Nasıl değerlendirileceği bilinmiyordu. Avrupalılar da medeniyet ağacına büyük katkılarda bulundular. İnsanlığı uygarlaştırdılar.

Ne var ki Batılıların uygarlaştırmaları “teknikte” ve “ekonomide”dir; “yönetimde” ve “hukukta” ise bir katkıları olmamıştır. Yeni teknolojiye beş bin senelik hukuk yeterli olamamaktadır. Dolayısıyla insanlık yeni şeriatı, “sanayi dönemi şeriatını” veya “bilgisayar çağı hukukunu” dört gözle beklemektedir.

Bunun gelmesi için çalışan, hattâ gelmesini önlemeyenlere müjdelenmektedir.

Gelmesin diye direnenler ise mutlaka mağlup olacaklardır.

Allah yeryüzünü zalimlerin elinde bırakmayacaktır.

كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ

(KayFa KAvNa GaQıBaTu elLÜIyNa  MiN QaBLiHİM)

“Kendilerinden kabl olanların akıbeti nasıl oldu.”

Evet, yeryüzünü gezip dolaştılar ve olanları gördüler. Geçmişte nasıl evrim olduğunu bildiler. Direnenlerin sonunda nasıl yok olduklarını anladılar.

Evrim kanunlarını onlar keşfettiler. Dindarları siz gericisiniz diye asırlardır horluyorlar, eziyorlar. Bugün biz Adil Düzenciler ortaya çıktık. Biz tutucu değil, ilericiyiz. Sizin istediklerinizi yapıyoruz.

Demokrasiyi, ama gerçek demokrasiyi, içtihat sistemini getiriyoruz.

Lâikliği ama gerçek lâikliği getiriyoruz.

Çoklu kuvvetler dengesini ve yerinden yönetimi getiriyoruz.

Liberalliği getiriyoruz, ama tekelsiz ve sömürüsüz liberalliği getiriyoruz.

Ve dayanışmacı yeryüzü kira payı olarak sosyalliği getiriyoruz.

Siz bunları istemiyor mu idiniz?

İşte, Allah size istediklerinizi verdi.

Şimdi neden hâlâ küfür ve inadınızda direniyorsunuz?

Sizden önce gelenlerden direnenlerden kimse var mı? Her tutucu yok olmadı mı?

Siz de onlar gibi yok olacaksınız. Bu inadınızla göçüp gideceksiniz. Âhirette neler olacağından şimdilik bahsetmiyoruz. Dünyada sizinle hesaplaşıyoruz.

Yeniden tekrar edelim. Tarihte Hak uygarlıkları ve kuvvet uygarlıkları gelmiştir. Önce Hak uygarlıkları gelir, hukukta ve yönetimde hamle yapar ama daha sonra yaşlanır. Hak uygarlıkları sonra kuvvet uygarlıklarına dönüşür ve ortadan kalkar. Ama yerine mirasçısını bırakır. Kuvvet uygarlığı Hak uygarlığının cenazesini kaldırır. Sonunda cenazeyi kaldıranın cenazesi kalkar ve kuvvet uygarlığı yok olup gider. Şimdi ne Firavunların Mısır’ı, ne Eski Yunan’ın Grek’i, ne de Eski Roma’nın bakiyesi var.

Ama İbrahimî din bütün gücü ile yeryüzüne hakimdir.

İbraniler dünyaya hakimdir. Hıristiyanlar hakimdir. Müslümanlar hakimdir. Brahmanlar ve Budistler hep ayaktalar.

Çünkü Hak tektir. Hak eskimiş değildir. Hakkı götüren kuvvet uygarlığının ömrü dolmuştur. Daha iyi, daha üstün uygarlığa yer versin diye eski uygarlık istirahatgâhına çekilmiştir. Yeni uygarlık yeniden doğmaktadır.

Tarihte hep böyle olmadı mı?

Siz yeryüzünde dolaştınız, araştırdınız da bu gerçeklere siz varmadınız mı?

دَمَّرَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ

(DamMaRa elLAHu GaLaYHıM)

“Allah onları dumura uğrattı.”

Dumura uğratmak” demek, kalıntıları bırakmak demektir. “Dübür” arka demektir. “Dümür” ise arkası kalmak demektir. Bir ağaç yıkılır, filizlenmeyen kökleri kalır.

Kuvvet uygarlıkları da böyle olmuştur. Yıkıldılar, kalıntıları kaldı. İz bırakmadan gitmediler. Uygarlıkların katkıları oldu. Ne var ki onları takip edenler kalmadı. Mikroplar gibi oldular; hastayı yiyip bitirdiler ama kendileri de yok oldular.

Niçin böyle oldu?

Görevleri bitti. Yapacaklarını yaptılar. Çünkü onlar yapıcı değil yıkıcıdırlar. Onlar taşı toprağı yükseltirler, imar ederler. Ama sosyal yapılarda gözleri kördür, kulakları sağırdır. Çok basit şeyleri bile bir türlü anlamıyorlar.

Onların atomları var, onların zehirleri var, onların tankları var. Sinemaları var, tiyatroları var, üniversiteleri var. Orduları var. Hakimleri var.

Biz ise her taraftan garibanız, hiçbir şeyimiz yoktur. Ama adım adım geliyoruz. Bizim çarıklı adımlarımız onların bombalarından daha güçlü hâle gelmektedir. Tüm insanlıkta Allah’a inananlar üstün gelmeye başlamışlardır.

“Adil Düzen” yönetimi geldiği zaman tüm insanlık bizim yanımızda olacaktır. Olmayanlar mağlup olacaklardır.

Evet, doğrudur; biz de bin sene sonra yenileceğiz. O zamandakiler şimdiki ateistlerin değil, o zamanki çapulcuların zulmüne uğrayacaklar. Ama yine dördüncü bin yıl uygarlığı doğacaktır. Bu deveran kıyamete kadar böyle devam edecektir.

Allah” kelimesi burada iade edilmiştir.

Oysa bundan önceki fiillerde Allah izmar edilmiştir.

Çünkü onları dumura uğratacak olan III. bin yıl uygarlığını kuranlar, Hakkı üstün tutan mü’minler olacaktır. Onlar faizsiz düzeni getirecekler. Herkese faizsiz ihtiyaçları olan kredileri verilecektir. Kimse onlardan faizle karşılıksız kredi alamayacaktır. Bankaları ya “Adil Düzen”e gelecek ya da yıkılıp gidecekler, dumura uğrayacaklardır. Çok evlilik müessesesini getireceğiz, artık zina yapan kadın bulunamayacak. Muta nikahını getireceğiz, artık genel evler kalkacak. Hakemler sistemini getireceğiz, artık davalar kırk yıl sürmeyecektir. Onlar rüşvet alamayacaklar.  Rüşveti suç olmaktan çıkaracağız. Adil yönetim gelince zalim yönetime kim rüşvet verir. İşte bu sebeplerden dolayı “Adil Düzen” onları dumura uğratacaktır. Savaşla değil, kılıçla değil, kalemle değil; “Adil Düzen”le onlar silinip gideceklerdir.

Onun için burada “Allah” kelimesini izhar etti, izmar etmedi.

وَلِلْكَافِرِينَ أَمْثَالُهَا (10)

(Va Li eL KAvFıRIyNa EaMÇAvLuHAv)

“Kâfirler için emsali vardır.”

Burada “Ellezîne Keferû” demeyip “kâfirler için” demiştir, ism-i faille getirmiştir. “Ellezîne Keferû”da hem küfür marifedir hem küfredenler marifedir. Kâfirun da ise küfredenler marifedir ama küfür marife değildir.

Burada kastedilen kâfirler zamanımızın kâfirleridir. Yani sömürü sermayesinin aktörleri ve onların ordusu kastedilmiştir. Bugünkü kâfirlerin küfrü ise farklıdır. Bugün kişilerin tanrılığı veya putların tanrılığı değil de, karşılıksız kâğıt paranın tanrılığı iddia edilmektedir. Bu paranın her şeye hakim olduğunu, bu parayı ele geçiren sömürü sermayesinin ilelebet hakim ve galip geleceğini iddia ediyorlar. Bundan dolayıdır ki “Ellezîne Keferû”da marife iken, burada geçmiş kâfirlere benzer durum olduğunu söylüyorsa, küfürlerinin farklı olduğu ifade edilmiştir.

Esasen geçmişte de hep farklı putlara tapılmıştır. Her topluluğun ayrı tanrısı vardır, ona tapılmaktadır. Bunun için o putperestliğe “şirk” denmiştir. Onlar tanrılarını düşünmüşler, ortaklık içinde kâinatı yönettikleri iddia edilmiştir. Bugün ise müsbet ilimlerle kesin olarak anlaşılmıştır ki, kâinat tek kuvvetle var olmuştur ve tek kuvvetle düzenlenmektedir. Bunu çok açık olarak gördükleri halde; görmemezlikten gelmekte, hâlâ dinsizlikte ve “Adil Düzen” dışında olmakta ısrar etmektedirler.

Buradaki “” zamiri akıbete gitmektedir.

Bunların yani bugünkü kâfirlerin akıbeti böyle olacaktır.

Bugün karşılıksız para yeryüzünü sömürmekte, ateşler içinde kavurmaktadır. Bugünün Firavunu karşılıksız faiz parasıdır. Bu para tepetaklak gidecektir. Lut kavminin helâk olması gibi bu karşılıksız para da helâk olacaktır. Bir daha hiçbir zaman karşılıksız para tedavüle girmeyecektir.

“Adil Düzen”in önerdiği “altın, demir, buğday ve toprak paraları” devreye giren emek ve mal karşılığı çıkarılacaktır. Malın karşılığı senet, senedin karşılığı para olacaktır. Ondan sonra kıyamete kadar artık karşılıksız para hortlamayacaktır.

Akıbet aynı akıbet olacaktır.

Burada “emsali olacak” deniyor, “aynı olacak” denmiyor.

Tufan olmayacak, gökten atomlar düşmeyecek…

Ama karşılıksız faizli para tanrısı yer ile yeksan olacaktır.

Bu nasıl olacak?

Etkin bir devlet, ‘ben malımı ancak kendi param ile satarım, yabancı parayı kabul etmiyorum’ dediği anda; dolar ve euro tepetaklak gider ve artık bir daha yeryüzünde görünmez olur. Sovyetlerin parası böyle bir şekilde iki defa bir anda battı.

Yüz hanelik bir semt isterse bu karşılıksız para putunu kendi semtinden uzaklaştırabilir. Yeter ki “Adil Düzen” öğrenilsin ve ona yönelinsin.

***

ذَلِكَ

(ÜAvLiKa)

“Bu böyledir.”

Zâlike” burada mübtedadır, haberi mahzuftur. Zâlike zâ demek olur. Yahut “Zâlike” müptedadır, bundan sonra gelen “Bi” harfi ile başlayan cümle haberdir. Bu şu sebeplerden dolayı böyledir denmiş olur. Her iki durumda da manâ fazla değişmez.

Burada işaret edilen nedir?

Kâfirler için dumura uğrama akıbetidir.

Neden böyle olmaktadır?

Çünkü takdir-i İlâhi böyledir. Şeytan şeytanlığını yapacaktır. Kâfirler küfürlüklerini yapacaklar. Böylece mü’minler arasına karışan münafıklar elenecek, Medine Yahudileri gibi hainler cezalarını çekeceklerdir. Mü’minlerdeki gevşeklik sona erecek ve kendilerine geleceklerdir.

Hâlâ “Adil Düzen” dışında bir çıkış yolu olduğunu sanıp dalâlet içinde sömürü sermayesine hizmet ediyorlar.

Hâlâ sermayenin kontrol ettiği karşılıksız paraları biriktirip onunla İslâmiyet’e hizmet edeceklerini zannedenler var.

Belki de zannetmeyenler sadece birkaç aileden ibarettir.

Sonunda küfür mağlup olacak ve devreden çekilecektir.

Bugün neden devam ediyor?

Saadet Partililer ile Ak Partililerin kafalarına, “Adil Düzen” dışında bir kurtuluş olmadığı hâlâ girmemiştir. Hâlâ bâtılın peşinden koşuyor, oralarda bir şey bulacaklarını sanıyorlar. Onun için hâlâ küfrün zulmü devam etmektedir. Hâlâ biz Adil Düzen Çalışanları bir bakkalı Adil Düzene göre işletip örnek olarak gösteremedik.

Biz çalışıyoruz...

Çalışmamız tamamlanıp ayne’l-yakin gösterilmedikçe, onlar varlıklarını ve üstünlüklerini sürdüreceklerdir.

بِأَنَّ اللَّهَ مَوْلَى الَّذِينَ آمَنُوا

(BiEanNa elLAHa MaVLa elLaÜIyNa EAvMaNUv)

“Çünkü Allah iman edenlerin Mevlasıdır.”

Allah” burada zamirle değil de lafızla beyan edildi. Çünkü bundan önceki “Allah” topluluğu ve mü’minleri ifade etmiştir. Buradaki “Allah” ise kâinatın rabbi olan “Allah” olarak ifade edilmektedir. Çünkü Allah  bu mü’minlerin arkasındadır, Adil Düzencilerin arkasındadır. Onların Mevlasıdır. Onların arkasında ise şeytan vardır.

Şimdi, Allah ile şeytan arasında ne fark vardır?

Şeytanı da Allah var etmedi mi, o halde onların arkasında ne vardır?

Biz top oynamak istiyoruz. Bunun için stadyum yapıyoruz, takımları oluşturuyoruz. Her iki tarafta iyi oyuncular yer aldılar. Oyuncular, takım seçmelerinde, kendilerine ait istekleri ve iradeleri ile o takıma ve bu takıma gittiler.

Spor Genel Müdürlüğü olarak bunu yaptık.

Farz edin ki, PKK’lılarla anlaştık, maç yapacağız, yenen devletimizi yönetecek.

Biz Genel Müdürlük olarak eşit şartlar hazırladık, onlar kaptanlarını kendileri seçtiler. Biz Genel Müdürlük olarak devletimizi korumak istiyoruz, bizim takım galip gelsin istiyoruz. Biz bu maçı ülkemizi PKK’lılara teslim emek için yapmıyoruz. Tam aksine devletimizin güçlü olduğunu göstermek için yapıyoruz. O zaman ne yaparız? Bizim halkımıza biz Genel Müdürlük olarak kaptanlık yaparız. Karşı tarafın bize itiraz hakları yoktur. Biz bu maçı ya siz ya biz diye ayarlamadık. Zaten anlaşmamız böyledir.

İşte; Allah kâinatı yarattı; mikropları da yarattı, şeytanı da yarattı ama onlara mutlak galibiyet tanınmadı. Eşit şartlarla yarışı başlattı ama sonunda mü’minleri galip getirecektir. Onun için Allah iman etmiş olanların mevlasıdır.

“İman edenler” tektir. Sıratı müstakim üzerinde olanlardır. Bunun için kâfirlerde olduğu gibi ism-i faille getirmemiştir. Çünkü mü’minler ahd ile marifedirler, Adil Düzen Çalışanlarıdır. Adil Düzen inananlarıdır. İman ise tektir. Ahd yerine istiğrak içindir. Bir şey tek olunca aynı cinsten olur, ahd için olur, istiğrak için olur.

وَأَنَّ الْكَافِرِينَ لَا مَوْلَى لَهُمْ (11)

(Va EanNa eLKAvFıRIyNa LAv MaVLAv LaHuM) 

“Kâfirlerin Mevlaları yoktur.”

“Kâfirlerin Mevlaları şeytandır” denmemiş de “kâfirlerin Mevlaları yoktur” denmiştir. Çünkü şeytan onların yanındadır, onları isyana ve küfre teşvik etmektedir. Ama bu onların iyiliğini istediği için değildir; onları tuzağa düşürmek, onları batırmak için onların yanındadır. Bir tür Allah’ın casusu olarak oradadır. Allah’ın istediği isyanı ve küfrü yaptırmak, böylece yaşlanmış İslâm uygarlığını kaldırmak, sonra da geri çekilip onların çöküşlerini kıs kıs gülerek seyretmek istemektedir. Bu sebepledir ki onların Mevlaları yoktur. Şeytan onların Mevlaları değil düşmanlarıdır.

Kur’an tarihî gelişmeyi bu kadar açık ve kesin dille anlatmaktadır. Bize ne kadar büyük vazife yüklenmiştir. Peygambersiz olarak ilk uygarlığı kurmada çorbada bizim de tuzumuz olacaktır. Bu şeref, bu imkan her zaman herkese nasip olmaz. Buradaki bu çalışmalarımızla âhirette yüce makamımız olacaktır. Bırakalım cennetteki yüce makamları, cennetin bir köşesinde yerimiz olsa bile yeter. Bu günahkar davranışlarımızın karşılığı Araf olsa bile bin defa hamd etmekteyiz.

BU DURUMDA NE YAPMALIYIZ?

Önce, ilk işimiz, Kur’an’ın Adil Düzene göre yorumunu birlikte okumaya başlayacağız. Karşılıklı müzakere ederek anlamaya çalışmalıyız. Allah bize böyle bir kitabı göndermiş, biz onu okuyacağımıza başka yerlerde başka şeyler arıyoruz. Bâtıl düzende çırpınıyoruz.

Kur’an’ı Adil Düzene göre yorumlayan başka bir yer olmadığına göre; sizler her şeyden önce bu yorumları okuyacaksınız. Katkılarda bulunacaksınız. Bizim bu yorumlarımızı da okumayanlar, Adil Düzen Çalışanı değildir. Onlar yorumlar da biz okumazsak, biz de Adil Düzen Çalışanı olamayız. Her söze kulak vermeliyiz.

İkinci işimiz ise öğrendiklerimizin bir ucundan tutup yapmaya başlamalıyız. Adil Düzene göre bir bakkal, Adil Düzene göre bir atölye açmalıyız. Aramızdaki oluşumları Adil Düzene göre yapmalıyız. Artık “senet” çıkarıp aramızda onunla alışveriş yapmalıyız. Hakemler oluşturup nizaları onlarla çözmemiz gerekmektedir.

Bunları yapmayanlar, doların peşinde koşanlar, davalara boğulanlar…

Kur’an’ı Adil Düzene göre okumayanlar Adil Düzenci olamazlar, sadece kendilerini kandırmış olurlar.

Bunları okurken başkalarını değil, her biriniz kendinizi düşünerek okuyun. Ben Adil Düzen Yorumlarını okuyor muyum, orada emredilenleri yapmaya çalışıyor muyum diyeceksiniz. İşte o zaman Rabbimiz bizim Mevla’mız olur. Yoksa bizim Mevla’mız olmaz, şeytanın seraplarında koşmuş oluruz.

Sözlerim doğru anlaşılmalıdır.

Kur’an’ı Adil Düzene göre anlamaya çalışmayanlar Adil Düzenci olamazlar. Çalışanlar da bir araya gelmiyor. Çalışmalarını birbirine aktarmayanlar da Adil Düzenci olamazlar.

Adil Düzenden öğrendiklerini güçleri yettiği nisbette uygulamayanlar Adil Düzenci olamazlar.

Bu şekilde çalışanların Akevler Adil Düzen Dergisi’ne girip bizi haberdar etmelerini istirham ediyoruz.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-583/ADİL DÜZEN DERSLERİ-413      30 Ekim 2010

 

KUR’AN VE

ADİL DÜZEN

Tarihte kurulan bütün Hak uygarlıklar hep Allah’ın inzâl ettiği kitapların okunması ile başlamıştır. “Birinci Kur’an Uygarlığı” ise tamamen Kur’an’a dayanmıştır.

Kur’an Mekke’de okunmuş, Medine’de uygulanmış, Bağdat’ta beyan edilmiş ve tüm eski dünyada yayılmıştır.

“İkinci Kur’an Uygarlığı” yeni peygamber gelmeden, çağın âlimlerinin Kur’an’ı çağlarının sorunlarını çözecek şekilde yorumlamaları ile doğacaktır.

Buna “Adil Düzen” diyoruz.

Şimdiye kadar yapılanlar; bundan bin sene önceki yorumların bugün uygulanması çabaları şeklinde ortaya çıkmıştır.

Sadece Akevler’de yapılan çalışmalarda; bugün insanlığın ulaştığı müsbet ilimlerin ışığında Kur’an’ı anlama çalışmaları yapılmıştır.

Bu çalışmaların ilk hamlesi ve ilk uygulaması “ADİL DÜZEN” adı altında Necmettin Erbakan’ın önderliğinde sonuçlanmıştır.

1960’larda İslâm’ın bir düzen olduğu, İslâmiyet’te de siyaset yapılması gerektiği duyurulmuş; 1980/90’lardaki ikinci hamlede bu düzenin ne olduğu insanlığa anlatılmış; 2010’larda yani şimdi üçüncü hamlede bunun uygulanarak gösterilmesi gerekmektedir.

Çünkü halk teorilerden anlamaz.

Artık çağımızdaki Mekke devri sona ermiştir; Medine devri başlamıştır...

*

Kur’an Medine’de Cebrail öğretileri içinde uygulanmış, halk görerek Kur’an nizamının ne olduğunu öğrenmiştir.

Bugün Kur’an’a inananlar onun düzen olduğunu ya kabul etmiyor yahut kabul etseler bile üzerinde durmuyor, üzerinde çalışmıyorlar. Kur’an’ın düzen olduğunu kabul ediyor ama bin sene önceki uygulamalardan ibaret olduğunu sanıyor; yeni sorunlarını Kur’an’la değil, akılları yahut Batı modelleri ile güya çözüyorlar!

Oysa bu yaptıklarıyla bir sonuca ulaşmaları mümkün değildir.

*

PEYGAMBERSİZ İLK “KUR’AN UYGARLIĞI” VE

BUNDAN SONRAKİ UYGARLIKLAR NASIL DOĞACAKTIR?

1-      Önce Kur’an bugünkü “müsbet ilmin” yardımı ve ilk müçtehitlerin oluşturdukları “Usûlü Fıkıh” ile anlaşılacak; yani “Beyan İlmi” ile bugünkü sorunlar Kur’an’a göre çözülecektir. Demokrasi, lâiklik, sosyallik ve liberallik bugünkü icma ve içtihatlarla ortaya konacaktır. Bunun için şöyle çalışılacaktır.

a)      Önce bir aşiret/ocak/apartman oluşturulacaktır. Beş (5) veya yirmi (20) aileden oluşacak bu aşiret/ocak/apartman Kur’an’ı çağımızın sorunlarını çözmek üzere okumaya başlayacaktır. Sadece erkekler ve büyükler değil, kadınlar ve çocuklar da bu çalışmalara katılacaktır. İstanbul / Bahçelievler / Yenibosna’da bu çalışmalar başlamış, henüz on (10) aileye varamamıştır.

b)     Bunlar değişik Kur’an tercümeleriyle işe başlayacaklardır. Bizim şimdi bir “Adil Düzene Göre KUR’AN TERCÜMESİ”ne ihtiyacımız vardır. Bu tercüme de mutlaka hazırlanmalı ve her gün okunmalıdır.

c)Sonra; “Kur’an’ın asrımızın sorunlarını çözecek şekilde yorumlamaları (tefsirleri)” yapılmalıdır. Bunun için Arapça öğrenimi yapılmalıdır. Yenibosna’da bu çalışmalar her gün ve her akşam yapılıyor. Üsküdar Altunizade’de haftada bir toplanılıyor. Esenler’de haftada iki gün çalışma vardır. İzmir ve Ankara’da da bunlara talip olanlar vardır. Bursa ve Mardin’den de iyi haberler gelmektedir.

d)     Bu çalışmaların başarılı olması için ekonomik uygulamalarla denemeler yapılması gerekiyor. Yenibosna’da böyle denemeler yapılmaktadır. (Bu haftaki diğer yorumumuzda bu denemelerle ilgili bazı açıklamalarımız vardır.)

Bu çalışmalar ilmî çalışmalardır.

Kur’an bunlara “nebilerin  çalışması” demektedir.

Hazreti Muhammed aleyhisselâm;

“Benim ümmetimin âlimleri, İsrail oğullarının nebileri gibidir.” diyor;

“Âlimler nebilerin vârisleridir.” diyor.

Kur’an, resullerin halifesi olarak emir sahiplerinden bahsetmektedir.

Bir siyasetçi ortaya çıkacak ve nebilerin getirdiklerini uygulayacak.

Resullere ve nebilere Cebrail öğretmişti.

Günümüzün imamlarına/emirlerine ise âlimler öğretecektir.

2-      Âlimler nebilerin vârisleridir. Bunlar içtihat ve icmalarla Allah’ın emirlerini insanlığa ulaştırırlar. Bunların ortaya koyduklarını halka anlatacak “dinî kuruluşlar” ortaya çıkar. Bu dini kuruluş 20. yüzyılın son yarısında “F. Gülen Cemaati” olmuştur. Siyaseti “Millî Görüş”, dinî faaliyeti “F. Gülen Cemaati” yüklendiler. Ne var ki ne Millî Görüşçüler ne de Gülenciler “Adil Düzen”i uygulamadılar, sadece adını duyurdular. Millî Görüş siyaseten onun ne olduğunu ortaya koydu. Şimdi insanlık yeni Erbakan’ı ve yeni Gülen’i beklemektedir.

3-      Âlimler içtihatlarını yaparken bir taraftan yönetimin nasıl olması gerektiğini ortaya koyarlar, diğer taraftan da ekonominin nasıl olması gerektiğini ortaya koyarlar. Örnekleri ile gösterirler. İş adamları da bunları uygularlar. Bugün bu hususta da büyük merhale alınmıştır. Halkımızın kurduğu ‘Anadolu Holdingleri’ faaliyettedirler. MÜSİAD (ASKON, TUSKON ve diğerleri) TÜSİAD ile yarışıyor. Ne var ki bunlar cari faizli sistemde at oynatıyorlar. Artık bu dönem kapanmak üzeredir. Akevler’in “ADİL EKONOMİK DÜZEN” çalışmalarına bunlar da kulak verip yeniden “faizsiz sistem” içinde faaliyete geçmelidirler.

Kur’an’ın çağımızın yorumlarına, yani “Akevler Adil Düzen Çalışmaları”na dayanmayan hiçbir yeni hamlenin herhangi bir başarı şansı yoktur.

Çağımızdaki Mekke dönemi bitmiştir.

Artık çağımızdaki Medine dönemine gerek vardır.

Çağımızdaki yeni şeriata göre uygulamalara gerek vardır.

Herkes işbölümünü iyi anlamalı ve iyi bilmelidir.

Siyasi partiler ve din adamları ekonomik faaliyetler göstermemelidir.

İlim adamları da sadece deneme anlamında uygulamalar yapmalı, ekonomiye bilgi olarak hakim olmalıdır. Ekonomik faaliyetleri ekonomi kuruluşları ve iş adamları yapmalıdır.

“Bir Başkan” olacak, o hiçbir uygulama yapmayacak, sadece bu “ilmî, dinî, iktisadî ve siyasî kuruluşları” kuracak ve aralarında çıkan ihtilafları çözecek, yani “hakemlik” yapacaktır.

Çok yakında “İkinci Adil Düzen Hamlesi” gelecektir.

Beklenen mehdi bundan başkası değil, işte budur.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-583/ADİL DÜZEN DERSLERİ-413      30 Ekim 2010

 

ÜÇÜNCÜ HAMLE! 

1991’de Kırgızistan’a gittim ve onlara burası Asya’nın İsviçre’si olur dedim. Ne yapacaklarını söyledim. Benim söylediklerime kulak vermediler ama “Asya’nın İsviçre’si” sözümü bellediler, her yerde dile getirdiler.

Ahmet Tekdal Millî Gazete’de “Üçüncü Hamle” yaptıklarını yazmaktadır.

“Üçüncü Hamle” nedir, ne demektir? 

Birinci Hamle: 1960’lardaki Türkiye’de insanlar haktan ve adaletten ümitlerini kesmiş olarak, kimileri zulüm düzeninde kendisine yer aramakta, kimileri de gariban olarak kıyameti beklemekteydi. Hiçbiri herhangi bir kurtuluş görmemekteydi.

İşte bu yıllarda insanlığa yeni bir ümit getirdik. Akevler’le birlikte devreye giren Erbakan Türkiye’ye ve dünyaya şunu ilan etti: Evet, yeniden İslâm uygarlığını ortaya koyuyoruz. Zalimler  boşuna ümitlenmesinler. Mazlumlar da hiç ümitsiz olmasınlar. Hak düzen geliyor.

Bu hamle  kısa zamanda büyük başarı olarak sonuçlandı. Millî Selâmet Partisi (MSP) olarak, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile koalisyon yaptık.

*

İkinci Hamle: Birici hamlede söylenen “hak düzen”in ne olduğu ortaya kondu; buna “Adil Düzen” dendi. Böylece hakkı üstün tutan düzen dünyaya anlatıldı, Türkiye’ye anlatıldı.

Bu dönemde birinci parti olduk, iktidar olduk.

Ne var ki “Adil Düzen” söylemi bırakıldı, cari düzende başarılı işler yapılmak istendi.

Bugün cari düzende AK Parti iktidardadır. İktidarda inananların olmasının yeterli olacağı iddia ediliyor. Oysa şimdi iktidar tümüyle (tek başına) inananların elinde ama hiçbir şey yapamıyorlar.

“Adil Düzen” çalışmasını da Erbakan Akevler’le birlikte ortaya koydu.

Bu hamlede “Adil Düzen” teorik olarak anlatıldı ama uygulama örneği yapılamadı.

*

ÜÇÜNCÜ HAMLE:

Üçüncü Hamle “Adil Düzen” uygulamasının yapılması hamlesi olacaktır.

Ahmet Tekdal, bir yazısında “Milli Görüş”ten bahsediyor, yani birinci hamleye dönüyor. İkinci kat bitmiş, üçüncü kata çıkmamız gerekirken o birinci katta dolaşıyor.

Erbakan’a öneride bulundum:

“Sen başkan, ben de sekreter olalım, üçüncü hamleyi beraber yapalım.” dedim.

“Sen cevhersin, kuyumculuğa kalkışma!” dedi.

Buradan anladım ki, şimdilik “Adil Düzen” gelmeyecektir.

Bu seçimi de AK Parti kazanacaktır.

Millî Görüş camiası da AK Parti’yi kötülemenin ötesinde bir şey yapmayacaktır.

Bir de şunu anladım:

-Benim siyasetle uğraşmamam gerekir.

-Bundan böyle siyasette hiç kimseye bir tavsiyede bile bulunmayacağım.

-Önce “Adil Düzen Çalışanlarının ve Çalışmalarının başarıya ulaşması” gerekir.

*

Ankara’ya giderken arabada kayma oldu, kaza yapmadan geri dönüş turu yaptık!

(O gün iki ihtarcık daha oldu: Önce araba geç geldi, sonra geciktik diye hızlı sürerken TEM’de benzinsiz kalıverdik; üçüncüsünde geri dönüş turu ve randevuya iki saat geciktik! RNE)

Bu/nlar da ilâhi ihtar kabul edilebilir.

Bizim İstanbul’daki Adil Düzen Çalışmalarımızı bırakıp Ankara’ya gitmemiz yanlıştır, boşu boşuna zaman harcıyoruz demektir.

Bu ilâhi ihtarlar üzerinde düşünmeliyiz…

*

Çalışmaları Akevler’de yapmak zorundayız.

1-      Elbise askısı ve ayakkabılık dolabı imalatına başladık. Gönülsüz de olsalar; Muhammed Zübeyr Erol, Mehmet Hikmetumut ve Serdar Turan çalışmaya devam ediyorlar. Bu çalışmayı yoluna koymamız gerekiyor. Süleyman Karagülle, Hakan Kandal, Tayyibet Erzen ve M. Zübeyr Erol ile bu konuda çalışmaktayız.

2-      Bunun ikinci ayağı 2000’er lira verecek en az on ortak bulunmasıdır. Bunlar sermaye koyacaklar, biz de “Adil Düzen İşletmesi” çalışmasını yapacağız. Biz talep edeceğiz; vermezlerse, o zaman Allah bize bunları yapmayın diyor demektir.

3-      Bundan sonra üçüncü işimize girişmeliyiz. Market/bakkal binası ve tesisi hâlâ duruyor. Aynı para ile hem market hem atölye çalıştırılabilir. Böylece “Adil Düzen Denemeleri” için kuruluş tamamlanmış olacaktır.

4-      Gerek dolap üretimi ve pazarlanması, gerekse marketin çalışması için araçlara ihtiyacımız vardır. Binek arabamız vardır. Kamyonet aldık. Bir de taşıma/nakliye işletmemizi kurma durumundayız.

*

Bir taraftan “ilmî çalışmalarımız” devam ederken;

Diğer taraftan “Adil Düzen” uygulama denemelerimize de ihtiyacımız vardır.

Zamanı gelince Allah bunların hepsini verecektir.

Bu işlerde ve işletmelerde çalışanları da gönderecektir.

Biz şimdilik elimizde ne imkan varsa onu yapma durumundayız.

Çalışmak bizden, başarı Allah’tandır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.biz       (0532) 246 68 92

 

 

 

Millî Görüş(6): Şuurlandık, çelikleştik, geliyoruz…

Reşat Nuri EROL

ERBAKAN sadece “önder”imiz değil, sadece “lider”imiz değil, sadece “başkan”ımız değildir; ERBAKAN aynı zamanda “Millî Görüş Hareketi”nin başından beri bizim “HOCA”mızdır. Nitekim yaşamakta olduğumuz bu süreçte de hocalığını yapmaktadır.

Geriye dönüp baktığımda; 12 Eylül 1980 darbesi sonunda yurt dışına çıkmak zorunda kaldığımda, henüz seksenli yılların başında Hocamızın bu özelliğinin aynı zamanda uluslararası seviyede olduğunu bizzat yaşayarak öğrendim. S. Arabistan’da yaşadığım yedi yıl boyunca, dünyanın her tarafından gelen Müslümanların “Necmüddîn Erbakan”ı nasıl “önder, lider, başkan ve hoca” olarak benimsediklerini bizzat yaşayarak gördüm.

Sırası ve yeri değil, yoksa bu konuda yazacak ve söyleyecek pek çok sözüm ve hatıralarım var. Sırası geldiğinde onlar da yazılır ve anlatılır inşaallah. Ancak, bu vesileyle -bütün aklımla ve imanımla;- bilen bilmeyen, anlayan anlamayan, inanan inanmayan herkese söylemeden ve yazmadan geçemeyeceğim bir gerçek var:

Erbakan Hocamızın önderliğinde ve liderliğinde başlayan ve hâlen devam etmekte olan “Millî Görüş Hareketi”, daha sonra tarihteki yerini alacak ve yüzlerce, binlerce yıl sonra bile insanlık âlemi tarafından anılacaktır.

***

Bir önceki yazımda da vurgulayarak hatırlattığım üzere, Erbakan Hocamız ve Liderimiz ne diyor? “Ne Komünizm, Ne Kapitalizm; ADİL DÜZEN”.

- Dünyada ve Türkiye’de bunu söyleyen ikinci bir “LİDER” var mı?

“ADİL DÜZEN” sadece iki kelimelik basit bir söz değil, -her vesileyle hep hatırlattığım üzere- var olan “SOSYAL TUFAN”a karşı Türkiye’yi, dünyayı ve bütün insanlığı kurtaracak olan “III. BİN YIL MEDENİYETİ PROJESİ”dir.

Ey Millî Görüşçüler! Ve de Ey Millî Görüşe karşı olanlar!

Erbakan Hocamız “ADİL DÜZEN” derken, bizlere işte bunları anlatıp öğretiyor… Sadece anlatıp öğretmekle kalmıyor; 84 yaşında önümüze düşüp “önderlik, liderlik, başkanlık” yapıyor, “HOCALIK” yapıyor!.. Bütün anlayanlara ve anlamayanlara soruyorum: “GENÇ” olduğu iddia edilenlerden hangisi ERBAKAN’ın bu söylediklerini söyleyebiliyor veya yapabildiklerini yapabiliyor; hangisi, HANGİSİ?!.

***

Her neyse; onlar ne derlerse desinler, onlar “bilerek” veya “bilmeyerek” ne kadar karşı çıkarlarsa çıksınlar; biz Millî Görüşçüler işimize bakalım… Doğru bildiğimiz yolda yol almaya bakalım… Ve bu doğru yolda sağa-sola sapmadan yürürken; Hocamızın son olarak ne dediğine, bu sefer bizlere neler öğrettiğine bakalım: “Bu hizmetleri yapmak için daha fazla ‘şuurlanmamız, çelikleşmemiz ve şahlanmamız’ gerekiyor. İşte son olaylarla Allah’ın lutfu ile bu hamleler gerçekleşmiştir. ŞUURLANDIK, ÇELİKLEŞTİK, GELİYORUZ...

17 Ekim 2010 Olağanüstü Büyük Kongremizin arkasından şuurlu, çelik gibi kadromuzla çok daha güçlenmiş olarak üretim, Milko hamlelerini ve şahlanışımızı gerçekleştireceğiz inşaallah... Böylece Türkiye’miz ve bütün insanlığın kurtulması için beklenen muhteşem hizmetleri Allah’ın lutfuyla ifa edeceğiz...

Değişmeyen gerçekler şunlardır: 1- Saadete ancak Millî Görüşle erişilebilir. 2- Millî Görüş’ün bir tek partisi vardır, o da Saadet Partisi’dir. 3- Millî Görüş’ün temel esaslarını ve uygulama temel esaslarını muhafaza ana vazifemizdir. Çünkü saadete ancak bunlarla erişilebilir. 4- Yolumuz hakkı üstün tutan yoldur ve saadetin tek çaresidir. 5- Zafer inananlarındır ve zafer yakındır.

Onların dağları yerinden oynatacak kadar kuvvetli organizasyonları olsa dahi, biliniz ki Allah’ın dediği olur. Siz Allah’ın yoluna ihlâsla hizmet ederseniz, Allah size yardım eder. Ancak siz galip gelirsiniz, başka kimse galip gelemez.

El âkibetu li’l-müttekîn...” Bi’l-vesile SELÂM, HAMD, ŞÜKÜR ve duâ, duâ, DUÂ...

 

 

 

Millî Görüş(7): İnanç var, her şey var!

Reşat Nuri EROL

Millî Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erakan, Saadet Partisi Genel Başkanı seçildiği Büyük Kongre öncesinde tarihî bir açıklama yapmıştı. Bundan önce yazdığım altı yazı ile bu yedinci yazının temelini, işte o açıklama oluşturmaktadır. Yedi yazı boyunca, Millî Görüş Liderimizin o açıklamalarını değerlendirmeye ve yorumlamaya çalıştım.

Bir nokta çok anlamlı ve dikkat çekiciydi: Erbakan’ın 14 Ekim’de yaptığı açıklama, kendisinin Meclis’e ilk kez girdiği tarih olan 14 Ekim 1969 tarihinin 41. sene-i devriyesinde olması bakımından da derin bir anlam taşıyordu...

Erbakan’ın o açıklamasında iki başlık özellikle dikkat çekiyordu.

Birincisi: “İnanç var, her şey var!”

İkincisi: “Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir.”

‘İnanç’ ve ‘her şey’ ama ‘her şey’… Son aylarda yaşananlar, son yıllarda yaşananlar… Ve bu dünyada başlayıp ebediyete doğru uzanan mücadelemiz…

İşte; ‘her şeyin özeti’ bu değil mi, ‘hayatın her şeyi işte bu kadar’ değil mi?

***

Biz sözü yine Erbakan Hocamızın açıklamalarına bırakalım: “Biz, kısa zamanda ufak oy oranlarından, en büyük oy oranlarına çıkmanın ustasıyız. Çünkü inancımız var.

“İnanç var, her şey var!”

3. Şahlanış başlamıştır. Yeniden iktidara geliyoruz inşallah...

“Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir.”

Tarihimizin altın sayfaları Millî Görüş’le yazılmıştır. Allah hepimizi hidayete erdikten sonra dalâlete saptırmasın. Ne mutlu sebatla, sabırla, sadakatle, ihlâsla, şuurla, Allah rızası yolunda çalışanlara. Birlikte rahmet vardır. Ayrılıkta azap vardır.”

***

“Ne yapacağız?

1) Camianın aydınlatılması.

2) Temel esaslara sımsıkı sarılınması.

3) Şuurlanma ve çelikleşme hamlelerinin gerçekleştirilmesi.

4) Asıl ana gaye göz önünde bulundurularak bütün gücüyle o istikamette çalışılması.

5) Dış güçlerin etkilerine karşı uyanık ve şuurlu olunması ve camianın uyarılması.

6) Sıratı müstakimden şaşmamak esastır.

Diğer partilere heves edilirse yavaş yavaş onlara benzenir, Millî Görüş’ten uzaklaşılır ve adım adım helâk olmaya gidilir. 40 yıllık denemeler bunu tekrar tekrar ispat etmiştir.

***

Millî Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan, tarihî açıklamalarını şöyle sonlandırmıştı: “17 ekim 2010 Olağanüstü Büyük Kongremiz münasebetiyle yapmış olduğum bu açıklamaları sona erdirirken, Cenab-ı Hakk’a bize yaptığı sonsuz yardımlardan dolayı bir kere daha şükrediyorum. Kongremizin Türkiye ve insanlığın kurtuluşuna vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum. Bütün Millî Görüş camiasını gösterdikleri şuur, inanç, sabır, azim ve atılım heyecanından dolayı tebrik ediyorum. Hepinizi gelecek sene iktidar olmanın nasip olması duasıyla Allah’a emanet ediyorum. Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühü.”

***

“İnanç var, her şey var!”ı, Necip Fazıl’ın mısraları ile noktalayalım: “Sen bir devsin, yükü ağırdır devin, / Kalk ayağa dimdik doğrul ve sevin! / Mehmed’im sevinin başlar yüksekte; / Ölsek de sevinin, eve dönsek de. / Sanma bu tekerlek kalır tümsekte... / Yarın elbet bizim, elbet bizimdir. / Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir.”

 

 

 

Millî Görüş(8): Ne Komünizm, Ne Kapitalizm; ADİL DÜZEN

Reşat Nuri EROL

Bu köşe ekonomi köşesi. Sadece ‘ekonomi’ üzerinde durmak, yazmak, okumak ve değerlendirmeler yapmak hem size hem bana çoğu zaman sıkıcı gelebilir ama yapacak bir şey yok; ‘ekonomi’ hayatın dört temel gerçeğinden biri. Diğerleri ‘ilim, din ve siyaset/yönetim’.

Bu dörtlü olmadan hayat olmuyor, bu dörtlü olmadan dünya dönmüyor! Hele hele bu dörtlü arasında ahenk, uyum, denge ve adalet yoksa hiç dönmüyor! Bunlardan herhangi biri olmadan diğeri veya diğerleri olmaz, olamaz; olmuyor...

İlimsiz din olmaz...

Dinsiz ekonomi olmaz...

Ekonomisiz siyaset/yönetim olmaz...

“İLİM” en başta olmak üzere hepsinin rehberi olmadan hiç olmaz!

Nitekim olmuyor, olmuyor; olamıyor…

***

KOMÜNİZM 20’inci yüzyılda ‘din’siz bir dünya hayatını döndürmeye çabaladı; başaramadı, yok olup gitti! Yok olup gitmesine gitti ama insanlığa çok ağır bir bedel ödetti.

Komünist rejimleri idame ettirmek için yetmiş yılda kırk milyondan fazla insanın katledildiği rakamlarla ifade ediliyorsa; sadece bu bile çok ağır bir bedel değil midir?

Dinsiz komünizm diktatoryasının nasıl bir zulüm çarkı olduğunu, bir zamanlar komünizmle yönetilen bir ülkede (Yugoslavya) doğmuş biri olarak çok iyi biliyorum. Ben o komünist ülkede yaşadığım yıllarda çocuktum ama annem ve babam hayatta; zaman zaman bir araya geldiğimizde hâlâ yaşadıkları komünizm zulmü yıllarından hâtıralar anlatırlar…

Komünizmden kaçanlar… Bu topraklarda yani Türkiye’de yaşayan ve herhangi bir Balkan veya Kafkasya ülkesindeki komünizm zulmünden kaçarcasına hicret etmek zorunda kalmış milyonlarca aile var. Akrabalarınız, arkadaşlarınız, komşularınız, tanıdıklarınız…

***

KAPİTALİZM ise herkesin malumu! Son cümlemi yazdıktan sonra neden ünlem(!) işareti koyduğum garibinize gidebilir ama gitmesin! Çünkü gerçekten garip bir ülkede ve dünyanın garip bir döneminde yaşıyoruz! Türkiye sekiz yıldan beri Muhafazakârlarca(!) -faiz meşrulaştırılarak, zina kanunlaştırılarak- kapitalistçe yönetiliyor!!! Kapitalizmin ‘vahşi’ ve de ‘vampir’ olduğunu söyleyen ‘yeni birileri’ de onları taklit etmeye yelteniyor!!!

Kapitalizm komünizm öncesinde de vardı, hâlâ var! Kapitalizm kötüydü ki komünizmi doğurdu ama komünizm yıkılıp gitti; kapitalizm hâlâ ayakta!!!

Kapitalizm kötü ama çağımız dünyası ve Türkiye hâlâ kapitalizm zulmü ile yönetiliyor! Kapitalizm insanlığı krizden krize sürüklüyor ama kapitalizmden vazgeçen yok!

Kapitalizmin sebebiyet verdiği her türlü zulümleri her biriniz bizzat yaşamakta olduğunuz için sizlere kapitalizmi anlatmak abes geliyor; siz kapitalizmi çok iyi biliyorsunuz!

***

Komünizm dedik… Kapitalizm dedik… Kötülüklerini yazdık…

“ADİL DÜZEN” dememiz gerekiyordu… “ADİL EKONOMİK DÜZEN” dememiz gerekiyordu… Onları da dedik… Bu arada dersimizi de çalıştık; hâlâ çalışıyoruz…

Yani; Komünizm ve Kapitalizmin alternatifini getirmemiz gerekiyordu…

“MİLLÎ GÖRÜŞ” Hareketi, 41 yıllık mücadelesinde işte bunu gerçekleştirmeyi başardı. Komünizm ve Kapitalizmin alternatifini getirdi: “ADİL DÜZEN”.

Nitekim, bundan önce yazılan dördüncü ve beşinci yazılarımda önemli hatırlatmalar yaptım. Bana göre o yazılarda geçen vurucu ve çarpıcı cümle şuydu: ‘Ne Komünizm, Ne Kapitalizm; ADİL DÜZEN’. Bu cümleyi ve sloganı söyledik ve yazdık. Erbakan’ın Genel Başkan olduğu gün dediği gibi; artık ‘KONUŞMA’ değil, söyleme değil, yazma değil, ‘KURMA’ zamanı, yapma zamanı, uygulama zamanı; “ADİL DÜZEN”i kurma zamanı!

‘Ne Komünizm, Ne Kapitalizm; ADİL DÜZEN’...

 

 

 

Millî Görüş(9): Kurmak ve uygulamak…

Reşat Nuri EROL

Millî Görüş Hareketi’nin gazetesi Millî Gazete ilk çıktığı günden beri diyor ki:

“Hak Geldi Bâtıl Zâil Oldu.”

Bu cümleyi iyi anlayıp kavramak ve gereğini yapmak gerekiyor.

Öncelikle dikkat edilmesi ve öncelik verilmesi gereken nedir?

-HAKKIN GELMESİ!

Hakkın gelmesi gerçekleştirildikten sonrası kolay! Hak gelirse bâtıl zâil olur; kendiliğinden zâil olur. Çünkü bâtıl zaten zâil olmaya mahkumdur. Söz konusu cümle Kur’an âyetidir ve âyetin devamı da yazdığım son cümledir; yani bâtılın yok olmaya mahkum olmasıdır. Demek ki neymiş: HAK gelince bâtıl yok olurmuş.

O halde bütün mesele, asıl mesele neymiş?

-HAKKIN GELMESİ!

HAKKIN gelmesi; kurulması, kurumsallaşması, yapılması, uygulanması, tatbik edilmesi, yaşanması ve yaşatılması…

***

Anlaşıldığı üzere, bundan önceki sekiz yazım, ağırlıklı olarak Millî Görüş Lideri Prof. Dr Necmettin Erbakan’ın, Saadet Partisi Olağanüstü Büyük Kongresi vesilesiyle, 14 Ekim’de yaptığı açıklamalar esas alınarak yazıldı.

Yaptığım aynı zamanda bir denemeydi; bundan sonra Millî Görüş mensuplarının, çalışanlarının, yazarlarının ve her türlü ilgililerinin de yapabileceği örnek bir deneme: Millî Görüş Lideri’nin bu çok önemli ve tarihî açıklamasının bütününü bölüm bölüm değerlendirmek... Bir-iki hafta boyunca söylenenleri gündemde tutmak... Önemine binaen her gün bazı hatırlatmalarda bulunmak... Ve yaptığım bu örnek çalışmada da görüldüğü üzere; her hafta ve her önemli vesilede, Millî Görüş Lideri ve Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın söylediklerini günlerce değerlendirip yorumlama ve sürekli olarak bütün araçları kullanarak gündemde tutma örneğini vermek…

Ama hepsinden daha da önemlisi: Millî Görüş Liderimizin ne dediğini çok iyi anlamak, kavramak, idrak etmek, şuuruna ermek, çelikleşmek ve gereğini yapmak yani KURMAK, kurumsallaştırmak ve yapmak, uygulamak, UYGULAMAK…

***

Millî Görüş Lideri Necmettin Erbakan, “çıraklık” ve “kalfalık” dönemlerinde yapılanları hatırlattıktan sonra, üçüncü hamle ve şahlanışla başlayan bu yeni “USTALIK” döneminde çok önemli şeyler söyledi, söylüyor; bundan sonra da söyleyecek…

Kanaatim ve görüşüm odur ki; Türkiye’nin ve dünyanın içinde bulunduğu çıkmazlardan, krizlerden ve her türlü ilmî, dinî, iktisadî ve siyasî sorunlardan, yani “SOSYAL TUFAN”dan kurtulması için bu söylenenlere çok dikkat etmesi gerekiyor!

Dikkat etmek, çok dikkat etmek; iyi dinlemek, iyi anlamak, doğru anlamak ve artık yapmak, KURMAK, kurumsallaşmak ve yapmak, uygulamak, UYGULAMAK...

Bundan önce yazdığım sekiz yazıda benim için en dikkat edici cümle, dördüncü ve beşinci yazılarımda geçen ve sekizinci yazıma da başlık olan şu cümleydi:

‘Ne Komünizm, Ne Kapitalizm; ADİL DÜZEN’.

Millî Görüş Lideri Necmettin Erbakan’ın, “Saadet Partisi Genel Başkanı” seçildiği Olağanüstü Büyük Kongre’deki konuşmasında dediği gibi; artık konuşma ve slogan zamanı değil, kurma ve uygulama zamanı: “Bütün insanlığın saadeti için KAPİTALİZM çöktükten sonra bugün yerine ne konacak belli değil. Çünkü KOMÜNİZM gibi o da çökmeye mahkumdur. Kongrede, bunların yerine konacak olan “ADİL DÜZEN”i kurma görevi verilmiştir. Konuşma görevi değil...”

Yazımın ilk bölümündeki cümleyi tekrar hatırlayalım: HAKKIN gelmesi; kurulması, kurumsallaşması, yapılması, uygulanması, tatbik edilmesi, yaşanması ve yaşatılması…

 

 

 

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3488 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2677 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2651 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2166 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2542 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2565 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2300 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2204 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2617 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2496 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 2005 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2362 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2311 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2459 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2455 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2416 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3066 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2689 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2684 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2765 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2972 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3048 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3448 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5509 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3570 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3096 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3885 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3736 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3443 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3896 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3853 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4134 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4667 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3986 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3870 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2882 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2969 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3975 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7762 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5643 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4197 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3599 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3740 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4760 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4477 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4770 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4690 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4846 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4571 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3420 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4494 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3646 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5198 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3874 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5185 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5047 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4958 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3565 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3496 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3707 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5194 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4224 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5456 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4104 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5292 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4489 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4444 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4597 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4790 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5345 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4134 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5283 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4548 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3864 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4413 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4615 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4147 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4121 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4105 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4560 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5672 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9865 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4675 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3726 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3876 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3369 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3404 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3762 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5727 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4265 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3462 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler