1967...1968...1969....AKEVLER 44 YILDIR ÇALIŞIYOR....2008...2009...2010
BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
ADİL DÜNYA DÜZENİ 580
“ADİL DÜNYA DÜZENİ III. BİN YIL MEDENİYETİ PROJESİDİR.”
“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)
Haftalık Seminer Dergisi; 580. Hafta 09 Ekim 2010 Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!
BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...
“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 580. SEMİNER
“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)
“İ L İ M TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00-21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...
Gayemiz ve Hedefimiz: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır. Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL
***
*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;
OYLAMA!
-KENAN EVREN’İ YARGILAMAK-
-KENAN EVREN TÜRKİYE’Yİ İSLÂM’A YÖNELTTİ-
AYIKLANMALAR;
AKEVLER, ERBAKAN VE
NUMAN KURTULMUŞ …
***
*ÜSKÜDAR SEMİNERLERİ; 130. SEMİNER
Her Hafta PERŞEMBE akşamı; Adres: EMİNEVİM, Kısıklı Cad. No: 36 Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL Tel: (0216) 444 36 46
SOHBET… SEMİNER… SORULAR-CEVAPLAR…
***
Mesele önemli: TUFAN!
Tufandan yeni medeniyete…
Son “TUFAN” yazısı
Hatırlatmalar…
‘Ekonomide Yeni Düzen’
Eksik olan/lar ve yapılması gereken/ler
Reşat Nuri EROL
***
بسم الله الرحمن الرحيم وَالسَّمَاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمِيزَانَ (755/) وَالْأَرْضَ وَضَعَهَا لِلْأَنَامِ (10)
بسم الله الرحمن الرحيم وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ (49)51
بسم الله الرحمن الرحيم وَإِذَا الْعِشَارُ عُطِّلَتْ (4)81
بسم الله الرحمن الرحيم فَصِيَامُ ثَلَاثَةِ أَيَّامٍ فِي الْحَجِّ وَسَبْعَةٍ إِذَا رَجَعْتُمْ تِلْكَ عَشَرَةٌ كَامِلَةٌ 2 (196)
بسم الله الرحمن الرحيم وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَائِقَ وَمَا كُنَّا عَنِ الْخَلْقِ غَافِلِينَ (17)23
بسم الله الرحمن الرحيم اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَوَاتٍ وَمِنَ الْأَرْضِ مِثْلَهُنَّ ُ65(12)
بسم الله الرحمن الرحيم الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَوَاتٍ طِبَاقًا 67(3)
بسم الله الرحمن الرحيم وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ (33)21
بسم الله الرحمن الرحيم لَا الشَّمْسُ يَنْبَغِي لَهَا أَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ (40)36
بسم الله الرحمن الرحيم وَالذَّارِيَاتِ ذَرْوًا (1) فَالْحَامِلَاتِ وِقْرًا (2) فَالْجَارِيَاتِ يُسْرًا (3) فَالْمُقَسِّمَاتِ أَمْرًا (4) 51
وَالسَّمَاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمِيزَانَ
(Va elSaMAEa RaFaGaHAv Va VaWaGa eLMIyZANa)
“Ve Semayı ref’ etti ve mizanı vaz’ etti.”
“Sema” hayvanın sırt tarafıdır. Onun üstündeki bütün alan semadır. Sema yükseklik demektir. Kâinat bitişikti, tek bir bilye idi. Onun dışında ne madde vardı, ne enerji vardı. Zaman yoktu, mekân yoktu. Bundan 13.7 milyar yıl önce patladı ve birbirinden uzaklaşmaya başladı. Işık parçacıkları birbirlerinden altı yana uzaklaşmaya başladılar.
İşte bu semanın ref’idir.
“Sema” ahd için olabilir. O zaman bizim gördüğümüz, yıldızların olduğu ve güneşin bulunduğu, yağmurun yağdığı semadır. Onun ref’i bizden yukarıda olmasıdır.
Bu mânâ elbette doğrudur.
Ama semayı cins isim olarak alabiliriz. O zaman birbirinden uzaklaşan her şeye sema adını veririz. Sema bitişik iken birden parçacıklar uzaklaştı. Işık parçacıkları uzaklaştı. Sonra ışık parçacıklarının bazıları parçalandı, elektron ve pozitron diye parçalara ayrıldı. Bunlar hep semanın ref’i ile ilgilidir. Çünkü elektron pozitrondan uzaklaştı.
Sonra birbirinden ayrılan kardeşler gibi bu parçacıklar birbirini çekmeye başladı. Ne var ki tekrar birleşip eski hâle dönmediler. Birbirlerinin etrafında dönmeye başladılar. Böylece denge kuruldu. Güneş gezegenleri çeker ama gezegenler onun çevresinde dolanarak kendilerini korurlar. Böylece denge sağlandı ve biz bu sayede yaşıyoruz.
Büyük kitleler için durum böyle olduğu gibi en küçük parçacıklar arasındaki durum da böyledir. 1836+1 parçacıktan oluşan en küçük atom kendi içinde dengesini korumaktadır. Ayrıca dışarıda kalan bir elektron onun etrafında dolaşmaktadır. Yani elektronun bulunduğu alan atomun çekirdeğine sema olmaktadır. Kâinat böyle dengelerden ibarettir.
Sema ayrılıkları, arz birliktelikleri temsil eder. Varlıklar böylece oluşmaktadır. Ne birbirinden kopup uzaklaşmakta ne de birbirine düşüp yok olmaktadırlar.
Bu âyet böylece kâinatın düzenini ifade etmektedir.
وَالْأَرْضَ وَضَعَهَا لِلْأَنَامِ (10)
(Va elEarWa VaWaGaHAv Li eLEaNAMı)
“Va arzı enam için vaz’ etti.”
“Sema”dan sonra “arz”ı getirdi. Çünkü asıl olan arz demektir. Arzı vaz’ etti, yerleştirdi. Çekme özelliğini verdi. Gökteki yağmurlar yere düşmekte, taşlar yağmaktadır. Buradaki arz içinde güneş, ay ve yıldızlar vardır. Çünkü onlar çekmektedir. Uzaklığın karesi ile ters orantılı olarak çekmektedir. Her parçacık başkasına yer vermediği için sonunda cisim meydana gelmektedir.
Buradaki “enam” canlılar demektir. Allah kâinatı canlılar için yarattı. Canlıları da türlü varlıklar olarak yarattı. Bunlar melekler, cinler, insanlar ve ruhlardır. Hepsi maddeden ibarettir ve yer içindedirler. Güneşte cinler yaşamaktadır.
Atomlarda da “sema” uzaklık anlamındadır. Atomun arzı ise çekirdek ve elektronlardır. Çekirdek güneşimize misaldir, elektron da yere misaldir. Arzdaki harfi tarifi ahd için alırsak, üzerinde yaşadığımız yeryüzüdür. Cins için alırsak ay, güneş, yıldızlar ve atomlar ile moleküller dahildir. Bunlar arzdır. Bunların hepsinin etki alanları vardır. Onlar da onların semasıdır. Yerin seması taşı bıraktığımızda bize düşüyorsa o bizim semamızdır.
وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ
(Va MıN KulLı ŞaYEin PaLaQNAv ZaVCaYNı)
“Biz her şeyden çift yarattık.”
Dengenin oluşması için çift olması gerekir, tek şeyin dengesi olmaz. Madem ki kâinat denge üzerindedir. Arz ve sema olarak çift yaratılmıştır. Öyleyse her şey çift yaratılmıştır.
İşte, Allah diyor ki, biz her şeyi çift yarattık.
Gerçekten atoma indiğimiz zaman her şey çifttir. Elektron ve pozitron, nötron ve proton. Sonra canlılar da hep çifttir. Denge böyle kurulmuştur. Tek olan Tanrı’dır. Biz ilim yaparken her şeyin daima bir eşini aramamız gerekir. Nitekim mıknatısın artı kutbu varsa eksi kutbu da vardır. Mesela virüsler çiftleşmezler, cinsellikleri yoktur. Ama RNA veya DNA virüsleri şeklinde iki çeşittir. Demek ki ilmî araştırmada temel usul budur.
Biz de müesseseler oluşturduğumuzda ikili sistemi kullanmamız gerekir.
Bugünkü bilgisayarlar hep ikili sistemle çalışmaktadır.
لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ (49)51
(LaGalLaKuM TaÜAkKARUvNa)
“Tezekkür edesiniz diye.”
“Tezekkür etmek” anlamak demektir.
Anlayabilmemiz, onları bilebilmemiz için ikili yarattı.
Biz dışarıdan etkiler alırız. Sıvı, katı ve gaz parçacıkları hâlinde gelir. Katıyı derimizle biliriz. Sıvıyı dilimizle tat olarak biliriz. Gazı burnumuzla koklayarak biliriz. Bunun dışında sıcaklık ve soğukluğu da derimizle biliriz. Ses dalgalarını kulağımızla alırız. Işığı gözümüzle görürüz. Bundan başka eşimizin nerede olduğunu, nasıl olduğunu iç duygularımızla biliriz. Hareketi de öyle yaparız. Açlığımızı, susuzluğumuzu, arızaları acı şeklinde veya doyduğumuzu da yine iç duyularla duyarız. Bütün bunlar sinirler vasıtasıyla beyne gider. Bunlar elektriksel impulslarla gider. O da ancak akım var veya yok şeklinde gitmektedir. Yani çift olması gerekir, yoksa elektrikle işletemeyiz.
Beyinde dış âlemin bir haritası çizilir, bu da elektrik devreleriyle çizilir, 01 sistemi içinde çizilir. Bu suretle kâinatı hafızamıza alırız. Sonra gerekli düzenlemeler yapılarak karar verilir. Bu sefer sinirler vasıtasıyla yine 01’lerle organlarımıza iletiriz. Onlar da konuşur, yapar, yürür vesaire.
İşte bizim beynimiz kâinatın filmini almakta, onu yeni senaryolarla düzenlemekte ve bedenimize emretmekte, bedenimiz de dışarıya emretmektedir. Bu mekanizmanın çalışması için kâinat ikili sistemde yaratılmıştır. Öyle olmasaydı bizim yaşamamız mümkün olmazdı.
Nitekim Batılılar bilgisayarı onluk sisteme göre yapmamış, ikili sisteme göre yapmışlardır. Allah ise canlıları yaratırken hep ikili sistemi kullanmıştır. Bize de bunu bildirmektedir.
وَإِذَا الْعِشَارُ عُطِّلَتْ (4)
(Va EiÜa eLGıŞAvRu QutTiLaT)
“Işar ta’til edildiğinde.”
Kâinatımız 13.7 milyar yıl önce yaratıldı, ölüme doğru gitmektedir. Bunun için birkaç delili vardır. Bunlardan biri entropinin yani bozulmanın büyümesidir. Bir gün gelecek kâinatta denge kaybolacaktır. Bu, bugün ispat edilmiştir. Kâinatta her şey bozulmakta, demire dönüşmektedir. Her şey demir olduğunda elbette artık kalmaz. Güneşin hidrojeni bitince hayat sona erer. Bu zamanlarda ışar ta’til olacaktır.
“Işar” ne demektir?
“Aşiret” on aileden oluşmuş topluluktur. “Aşere” on sayısıdır.
“Işar” da “aşera”nın çoğuludur.
“Işar” onlu sistemdir.
Kâinat ikili ve onlu sisteme dayanmaktadır. Her şey çift olduğu için sistemler de çifttir. Kâinat 2,4,8,16,32,64,128,256,512,1024 ile ikili, 10, 100, 1000 olarak onlu sisteme dayanır. 1000 ile 1024 arasında kırkta birlik fark vardır. Parmaklarımız on olduğu gibi kâinat onlu sistem üzerinde kurulmuştur. Organik kimyada da onlu sistem yer alır.
فَصِيَامُ ثَلَاثَةِ أَيَّامٍ فِي الْحَجِّ
(Fa ÖıYAMu ÇaLAÇaTa EayYAMın FIy eLXacCı)
“Hacda üç gün oruç vardır.”
Hacda kurban bulamayanlar on gün oruç tutacaklardır. Üç günü hacda, kalan yedi günü hacdan döndükten sonra tutacaklardır.
“Selase/Üç” nedir?
Bir ve ikinin toplamı üç eder. Yani ikiden sonra gelen sayıdır. Kendisinden ve 1’den başka sayıya bölünemediği için asal sayıdır.
Kur’an burada ikili sayı sisteminden başka sayıyı da öğretiyor. O da yukarıda geçen onlu sayı sistemidir. Onlu sayı nasıl oluşacaktır? Üç gün hacda ve yedi gün döndükten sonra tutulacaktır. Bunların toplamı tam on etmektedir.
وَسَبْعَةٍ إِذَا رَجَعْتُمْ
(Va SaBGaTün EiÜAv RaCaGTuM)
“Ve yedi gün de rücu ettiğinizde.”
Aslında “seb’a” deseydi yeterdi, “izâ race’tum”a gerek yoktu.
Ne var ki yedi gün oruç hacda tutulmaz.
Burda birçok fıkhî hükümler çıkar.
Yılın orucu yıl içinde tutulmalıdır. Misafir de olsanız, üzerinizde borç varsa, yıl geçmeden tutabilmeniz için misafirken de tutmalısınız. Ayrıca burada bir husus daha ortaya çıkıyor, kalan 7 gün hacda tutulamaz. Bunlar fıkhî hükümlerdir.
Biz burada fıkhî hükümler üzerinde durmuyoruz. Biz burada sayılar sistemi üzerinde duruyoruz. 3’ten sonra gelen asal sayı 5’tir, ondan sonra da 7’dir. 4 de 2’nin katıdır. 6 ise 3’ün katıdır. Bundan sonra gelen 8 sayısı 4’ün, 9 da 3’ün katlarıdır. Demek ki 10’a varıncaya kadar asal sayılar dörttür; 2, 3, 5, 7 ve onların birleştiği sayı da 10’dur.
İki kere beş on eder, 3, 7 daha 10 eder.
2*5=10 ve 3+7=10
Böylece sayılar sistemi tamamlanmış olmaktadır.
Bundan sonra bunların üzerinde sayılar inşa edilecektir.
Bu âyet bize toplamayı da öğretmektedir.
عَشَرَةٌ كَامِلَةٌ تِلْكَ
(TiLKa GaŞaRaTün KaMiLaTün)
“Bunlar kâmil on etmektedir.”
Her tam sayı kâmildir. On sayısı kâmil kabul etmekle onluk sistemini oluşturmaktadır.
Onluk sistem Müslümanlar tarafından Avrupa’ya götürülmüştür. Avrupalılar bunlara Arap rakamları diyorlar. En önemlisi 0 ve sonsuz sayılarının sayılar sisteminde yer almasıdır. Sıfır Batılılar tarafından en küçük sayıdan daha küçük sayı olarak tarif edilmiştir. Kur’an da bunu “Esgar” olarak ifade etmektedir. Sonsuz, en büyük sayıdan daha büyük sayı olarak tarif edilmiştir. Kur’an buna “Ekber” demektedir.
Batılılar onluk sistemine geçmeyi bugün bile tamamlayamamışlardır.
1’den başka 3 ve 7 taban olmak üzere 2’li ve 10’lu sayılar sistemi Kur’an tarafından bize öğretilmektedir. Kâinat bu sayılara göre oluşturulmuştur. Kur’an bu sayılara göre indirilmiştir. Buradan biliyoruz ki Kur’an kâinatı var edenin eseridir.
Sayılar sistemini gösterelim:
1,2,4,8,16,32,64,128,256,512,1024
1,10,100,1000
1,3,6,12,24,48,96,192,384,768
Başka sayılar da vardır.
Biz burada onları anlatmayacağız.
اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَوَاتٍ
(elLAHu elLaÜIy PaLaQa SaBGa SaMAvVAvTin)
“Allah seb’a semavatı halk edendir.”
Elimizdeki boğumlar 3’er 3’erdir. 4*3=12 boğum vardır. Bir parmakta ise 2’dir. Böylece 14 boğum eder. 14 ise 7’nin iki katıdır.
Allah semayı yani yükseklikleri 7’li olarak seçmiştir.
Yeryüzünün üzerinde 7 sema vardır.
1- Yağmurun yağdığı, bulutların olduğu semadır. Uçaklar bunun üzerine çıkıp uçarlar. Buna sema-i mâ diyoruz. Kalınlığı 10 kilometre civarındadır.
2- Bundan sonra uçakların rahat uçtukları hava tabakası vardır. Bunun kalınlığı 100 kilometredir. Kayan yıldızlar burada parlarlar. Buna sema-i şihab diyebiliriz.
3- Bundan sonra ışık tabakası gelir. Sabahleyin güneş doğmadan gelen ışık buradan gelmektedir. Kalınlığı 1000 kilometre civarındadır.
4- Bundan sonra sema-i kamer gelmektedir. O semada olan bir taş yeryüzüne düşer.
5- Bundan sonra sema-i şems gelir. Buraya konan taş güneşe düşer.
6- Bundan sonra sema-i buruc gelir. Burçlar olarak görünen yıldızlar buradadır. Birbirini çekerler. Kâinat büyüdüğü halde bunlar uzaklaşmazlar.
7- En sonunda sema-i hubuk gelir. Bunlar kâinatın büyümesinden dolayı birbirinden uzaklaşmaktadır.
İşte yedi sema budur. Ama bu yedi sema yalnız bizim makro kâinattaki 7 değildir. Atomlarda da yedi sema vardır. Biz aşağıda o semaları daha yakından inceleyeceğiz.
وَمِنَ الْأَرْضِ مِثْلَهُنَّ
(Va MıNa eLEaRWı MIÇLaHunNa)
“Arzdan da mislini yarattı.”
Yerin derinliğine indiğimiz tabakalar mevcuttur.
Merkezde ağır madenlerden oluşmuş katı benzeri bir tabaka vardır. Burada radyasyon olayları olmakta ve yeryüzü bu sebeple sıcak kalmaktadır. Orası bir kömür deposudur. Yoksa orada taşkömürü gibi atom reaksiyonları olmazsa güneşten gelen ısı yetersiz olurdu. Onun üstünde sıvı tabakası, onun üstünde gaz tabakası vardır. Sonra da üç kat kabuk tabakası vardır. Gaz tabakasına yakın taş tabaka, sonra toprak tabaka, sonra sulu tabaka, nihayet bizim yaşadığımız canlıların tabakası mevcuttur.
“Misl” demek, benzer değil de miktarı esas almış demektir.
Miktarıhinne olur. Misl mecaz olur.
“Arz”dan maksat burada maddedir. “Sema” boşluk, ışık demektir. “Arz” ise atomlardan oluşur, madde yapısı vardır. Böyle anladığımızda güneş semadadır ama o da “arz”dır. Her maddi yapı arzdır. Başka bir ifade ile ışık hızında olmayan her şey arzdır.
İşte atomlar da birer arzdır.
Öyleyse “mislehünne” demek onlara benzer yaratıldı demektir ki onların da semaları vardır. Demek atomun yedi seması vardır. Bugün semaları keşfedilmiş, özellikleri belirtilmiştir. Kur’an’ın bildirdikleri müsbet ilim tarafından onaylanmıştır.
الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَوَاتٍ طِبَاقًا
(elLaÜIy PaLaQa SaBGa SaMAvVATın OıBaQan)
“Allah yedi semayı tıbakan halk edendir.”
Yukarıda anlattığımız tabakalar birbirine bitişiktir. Biri biter diğeri başlar. Raflarda dizdiğimiz kitaplar gibidir. Oysa evimizdeki katlar böyle değildir. Birinci kattan sonra bir boşluk vardır, ikinci kata ondan sonra varılır. Eskiden insanlar gökleri kat kat düşünürlerdi. Oysa gökler tabaka tabaka hâlindedirler.
Atomlarda da durum böyle kabul edilir, elektronlar yörüngelerinde yürürdü. Oysa kuantum teorisinden sonra öğrenilmiştir ki atomdaki semalar birbirine bitişiktir. Biri biter, öbürü başlar. Kur’an burada semaların tabaka tabaka olduğunu bildirmekle onların etkilerini de ifade etmiş oluyor. Güneş tabakası, güneşin çekimi nerede etki ediyorsa orasıdır. Güneşe vardığımızda göğe çıkmayız, oranın arzına varırız.
وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ
(VaHuVa elLaÜIy PaLaQa elLaYLa Va elNaHaRa)
“O leyl ve neharı halk eden kimsedir.”
Bizim bildiğimiz “leyl” karanlıktır. Halk edilmemiştir. Gündüzün olmamasıdır.
İşte böyle anladığımızda Kur’an’ın mânâsını anlayamayız.
“Leyl” maddedir.
“Nehar” ise enerjidir.
Madde nedir?
Yer işgal eden, kendi yerine benzerini sokmayan bir şeydir. Bunun bir özelliği vardır. Bu hızlanır. Hiçbir yere gidemezse bile kendi etrafında döner.
İşte bu “leyl”dir.
Buna hız veren bir şey vardır. Buna “enerji” denmektedir.
Enerji kendi başına var olmaz. Maddeden maddeye atlar. Yani birinin hızını düşürür, diğerinin hızını yükseltir. Kuvvet maddeye hız kazandıran şeydir. Maddeyi ve enerjiyi yaratmıştır. Maddesiz enerji olmadığı için de önce zikretmiştir. Güneş yeri çekmekte, yer de güneşin etrafında dönmektedir. O halde yer ile güneş arasında bir enerji bağı vardır. Yer güneş etrafında döndüğü için enerjisi vardır. Bu ½ mv^2 dir. Bir de güneşten uzakta olması nedeniyle bir enerjisi vardır. Bu enerji de uzaklıkla ters orantılıdır. Buna benzer olay da atomlarda vardır. Merkezde çekirdek bulunur. Onun etrafında elektron döner ve kendi dengesini korur. Yani madde ve enerji her yerde birlikte vardır.
وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ
(Va elŞamSa Va eLQaMaRa)
“Şemsi ve kameri de”
Madde elektron parçacıkları şeklindedir. Birleşerek atomları oluştururlar. Elektronların taşıdığı enerji de taneciklidir. Yani sürekli değildir. Oysa bunların birleşmesinde ortaya çıkan güneş ve ay artık sürekli görünebilmektedir.
“Şems/Güneş” sıcak cisimleri, radyasyon yapan cisimleri;
“Kamer/Ay” ise radyasyon yapmayan cisimleri ifade eder.
Burada “yer”in değil de “ay”ın zikredilmesi, yerin çekirdek olaylara sahip olmasındandır. Kamer sönük gezegenleri, yıldızlar ise ışık veren yıldızları temsil etmektedir. Kur’an cins isimlerden çok birer örnek verir ve kıyas yapmamızı ister.
كُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ (33)
(KulLun FIy FaLaKın YaSBaXUvNa)
“Her biri bir felekte sebh eder.”
“Sebh” yüzme demektir.
“Felek” ise alan yüzey demektir.
Her biri bir yüzeyde yüzerler. Madde de enerji de, ay da güneş de bir düzlemde yüzüyorlar. Semanın içinde bir düzlemde yüzüyorlar. “Uçuyorlar” denmiyor da “düzlemde” deniyor. Gelişigüzel düzlem değil de özel düzlemlerde yüzüyor.
Neden yüzüyor deniyor?
Çünkü yüzerek suyun yüzüne çıkılır. Uzayda akarak da düşmekten kurtulunuyor. Işık hızlı olduğu için absorbe edilmiyor.
لاَ الشَّمْسُ يَنْبَغِي لَهَا أَنْ تُدْرِكَ ا لْقَمَرَ
(La eLŞaMSu YaNBaĞıY LaHAv EaN TuDRiKa eLQaMaRa)
“Şemse kameri idrak etmek inbiğa etmez.”
Yani güneş gezegenleri çeker ama onu yutamaz çünkü onu dengede tutan dönme hızı vardır. Burada gezegenlerin dengede oluşu ifade edilmektedir. Ay dünyanın etrafında değil güneşin etrafında dönmektedir. Yer de güneş etrafında dönmektedir. Ay, güneşe biraz yaklaşıp biraz uzaklaştığı için dünyanın etrafında döner görünmektedir.
Eğer yerin güneş etrafında dönüş hızı dursa ayla beraber güneşe düşerler. Bir an için yerin yok olduğunu düşünelim, ay yine güneşin etrafında dönmeye devam eder. İşte bu sebepledir ki ay ile güneş karşılaştırılıyor ve onu yakalayamaz denmektedir.
Bu kural atomlarda da geçerlidir. Çekirdek etrafında dönen elektronları yakalayamaz. Yörünge de dönerler. Biz burada yapamaz diyoruz. Kur’an’da böyle ifade edilmiyor, “inbığa” etmez, uygun değildir deniyor. Eğer böyle bir şey olursa hayat biter. Kimyasal düzen, yakalayamama esası üzerine kurulmuştur. Yakaladığı zaman o atom bombası olur.
وَلاَ اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ
(Va La elLaYLu SaBıQu elNaHaRı)
“Ve leyl neharı sebkat edemez.”
Yukarıda merkezkaç kuvveti tarif etti. Burada ise maddenin ışığı geçmeyeceğini belirtti. Gerçekten madde hızlanır hızlanır, sonunda ışık hızına çıkar, ondan ileri gidemez. Bu fiziğin temel kanunudur. Kâinattaki olaylar buna dayanmaktadır. Kâinat dört boyutlu uzayda ışık hızıyla büyümektedir.
وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
(Va KulLun FIy FaLaKın YaSBaXUvNa)
“Her biri bir felekte sabh etmektedir.”
Buradaki her birinden kasıt “gece ve nehar”dan çok daha önce geçen “arz” kelimesi ile beraber düşünebiliriz. Her biri bir felekte sabh etmektedir. Yani her biri bir felekte sabh ediyor. Böylece yedi sema vardır. Her semanın felekleri vardır. Bu felekler birinci semada bir, ikinci semada iki, üçüncü semada üç felek ve dördüncü semada dört felek olmasını, semanın yükseldikçe büyümesinden anlayabiliriz. Dörtlü sistem ikili sistemin gereğidir. Ondan sonra semaların genişlemiş ama yedide bitmiş olması gerekir. Beşinci semada üç, altıncı semada iki, yedinci semada bir felek olmalıdır. Bozulma oluşmadan daha zor olacağından üçüncü semada dört, beşinci semada üç, altıncı semada iki ve yedinci semada bir felek olarak düşünebiliriz.
Gerçekten de yapılan deneyler de bu ek feleklerin elementleri kararsızdır. Yani ortaya çıkarlar ama bozularak daha aşağı elementlere dönüşürler.
Burada varsayım olarak ele aldığımız konuyu insan hayatı için düşünebiliriz. İnsanın nominal ömrü 100 yıldır. Buna göre insan için en olgun yaş 50 yaşına vardığında olmalıdır. 60 kırklara, 70 otuzlara, 80 yirmilere, 90 on yaşlara tekabül etmelidir. 100 yaş ise doğuma karşı gelir. Ne var ki bu tekabülde yaşlılar çocuklardan daha akıllı olmaktadırlar. Yüz yaşından sonra da yaşama devam eder. Ama eksi on yaşta kimse olmaz. Kur’an’da bu husus bunama âyetinde belirtilmiştir; kimini bunatırız, kimini bunatmayız denmektedir.
وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَائِقَ (17)
(VaLaQaD PaLaQNAv FaVQaKuM SabGa OaRAiQa)
“Sizin fevkinizde seb’a taraik halk ettik.”
Şimdi “Sema” var, “Felek” var, bir de “Tarık” var. Yedi sema, dört felek ve her felekte yedi tarık. Tarık üzerinde gezen gezegenler.
Üstünüzde yedi yol yaptık denmektedir. Felek bir alan olduğu halde, tarık ise bir çizgidir. On kadar gezegen vardır. Bu on gezegenin ikisi güneşe bizden yakındır, yani güneşe göre altımızdadır. Diğer yedisi de bizden daha uzaktadır. Bunlardan her biri bir gezegen içermektedir. Burada “sizin fevkinizde” demekle güneşin de merkez olup altımızda olduğu ifade edilmektedir.
Şimdi atom âlemine dönersek, atomun çevresinde sema vardır. En çok yedi sema vardır. Her semada felek vardır. En çok dört felek vardır. Her felekte tarık vardır. En çok 7 tarık vardır. İşte atomlar bunlardan oluşur.
وَالذَّارِيَاتِ ذَرْوًا
(Va elÜAvRıYAvTı ÜaRVan)
“Zerveler zerv edildiğinde.”
“Zerre” en küçük madde parçacığıdır. Elektronlardır. “Zirve” dağın tepesidir. “Zira’” da ağacın gölgesinin etkilediği alandır. Mıknatısı bakır üzerinde salladığınızda, mıknatısın rüzgarı bakırdaki elektronları harekete geçirir, yerlerinden koparır.
فَالْحَامِلَاتِ وِقْرًا
(Fa eLXAMıLAvTı VıQRan)
“Bunlar yük vıkr ederler.”
Elektronlar bakırın çekirdeğinde iken yüksüzdürler. Oysa kopardığınızda artık negatif yük taşırlar, yüklü olurlar.
Burada kurallı dişi çoğul getirilmiştir. Demek ki parçacıklardan oluşurlar. Kuantum nazariyesi teyid edilmektedir.
“Vıkr” kelimesinin nekre olması vıkrın hep aynı olduğunu ifade ettiği gibi pozitif yük olduğuna da işarettir. İkisinden biri nekredir.
فَالْجَارِيَاتِ يُسْرًا
(Fa eLCAvRıYAvTı YuSRan)
“Kolayca cereyan ederler.”
Yükler yüklenince akarlar, elektronlar devamlı hareket içindedirler. Bunların akması bunları çeken bir gücün olduğunu ifade eder. Elektrik akımları böyle meydana gelmektedir.
Buradaki “Fe” peş peşe olduğunu ifade eder.
فَالْمُقَسِّمَاتِ أَمْرًا
(Fa eLMuQasSıMAVTı EaMRan)
“Emri taksim ederler.”
Bu âyet bize elektronları ve elektrik akımlarını ifade eder. Bunlar ve diğer birçok âyet elektrikî olayı açıklamaktadır.
Şimdi yine atomumuza dönelim.
Demek ki en çok yedi sema ve her semada en çok dört felek vardır. Her felekte en çok 7 tarık vardır. Her tarıkta çift olması gerektiğinden iki vıkr vardır.
Bunları tablo hâline getirebiliriz.
Sema | | | | | | | | |
7 | | | | | | | 1 88 | 3 118 |
6 | | | | | | 1 56 | 3 86 | 5 112 |
5 | | | | | 1 38 | 3 54 | 5(8,9) 80 | 7(8,9) -(1,2,3,4,5) |
4 | | | | 1 20 | 3 36 | 5(8,9) (3,4,5,6,7) | 7-(1,8) 70 | 102 |
3 | | | 1 12 | 3 18 | 5 (4,9) 30 | 48 | | |
2 | | 1 4 | 3 10 | | | | | |
1 | 1 2 | | | | | | | |
Felek | 1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 |
7 sema vardır. Satırlarla gösterdik. Bir semada en az bir felek olmalı. Semanın üstünde olduğu için kaydırarak gösterdik. Yedi semanın her birinde birer felek vardır.
Sonra ikinci semada iki felek vardır. Birinci sema dışında hepsinde ikişer felek vardır. Sonra üçüncü semada üç felek vardır. Üç ve daha büyük semalarda üçer felek vardır. Dördüncü semada dört felek vardır. Dört ve daha büyük semaların hepsinde dördüncü felek mevcuttur.
Bundan sonra artık daha fazla sema olmayacak. Küçülmesi gerekir Yani beşinci semada dört felek (üçü kararlı) felek vardır. Bir de kararsız felek mevcuttur. Altıncı semada iki kararlı felek vardır. Bir de kararsız felek mevcuttur. Yedinci semada bir kararlı felek vardır. Bir de kararsız felek mevcuttur.
Birinci felekte 1 tarık vardır. Dördüncü felekte ise 7 tarık vardır. Kur’an’ın nassı ile sabittir. İkinci felekte 3, üçüncü felekte 5 tarık mevcuttur.
Her tarıkta iki vıkr olduğuna göre tüm atomun yapısı ortaya çıkar.
Öncelik sırası şöyle ortaya çıkar.
Önce semaların birinci felekleri dolar. Yani o semada birinci felek dolmadıkça o semada başka felekte dolu bulunmaz. Sonra daha alt semaların felekleri dolmaya başlar. Dördüncü felek varsa o dolar. Sonra üçüncü felek dolar, sonra da ikinci felek dolar.
Tabloda bunları takip edebilirsiniz.
Bunun bazı istisnaları vardır.
Birinci felek üçüncü feleke birer elektronunu göndererek bir üst semanın ikinci feleki boş kalır. Bir yerde iki felek gönderir. Bunun sebebi dışarıda bulunan felekin tarıklarını bir an önce doldurma istemesidir. Ayrıca dördüncü felek de beşinci feleke elektron gönderir.
Tabloda bunlar görülebilir.
Biz sema yukarda olduğu için aşağıdan yukarıya sıraladık. Batılılar yukarıdan aşağıya sıraladılar. Arapça sağdan yazılır, Latince soldan yazılır. Biz de onlara uyduk, aşağıda yukarıdan aşağıya göre tablo yaptık. Batılıların tablosuna uymaktadır. Ancak biz yukarıdaki sıralamayı tercih ettiğimizden biraz farklı yazdık.
Felekleri sığdırmak için satırları artırdık.
| | 1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 | 11 | 12 | 13 | 14 |
1 | 1 | 1 | 2 | | | | | | | | | | | | |
2 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 | | | | | | |
3 | 3 | 11 | 12 | 13 | 14 | 15 | 16 | 17 | 18 | | | | | | |
4 | 4 | 19 | 20 | 21 | 22 | 23 | 2420 | 25 | 26 | 27 | 28 | | | | |
5 | | 920 | 30 | 31 | 32 | 33 | 34 | 35 | 36 | | | | | | |
6 | 5 | 37 | 38 | 39 | 40 | 41 | 42 | 43 | 44 | 45 | 4638 | | | | |
7 | | 4738 | 48 | 49 | 50 | 51 | 52 | 53 | 54 | | | | | | |
8 | 6 | 55 | 56 | 5771 | 58 | 59 | 60 | 61 | 62 | 63 | 6471 | 65 | 66 | 67 | 68 |
9 | | 69 | 70 | 71 | 72 | 73 | 7456 | 7556 | 7656 | 7756 | 7856 | | | | |
10 | | 7956 | 80 | 81 | 82 | 83 | 84 | 85 | 86 | | | | | | |
11 | 7 | 87 | 88 | 89103 | 90104 | 91103 | 92103 | 93103 | 94 | 95 | 96103 | 97103 | 98 | 99 | 100 |
12 | | 101 | 102 | 103 | 104 | 105 | 106 | 107 | 108 | 109 | 110 | | | | |
13 | | 111 | 112 | 113 | 114 | 115 | 116 | 117 | 118 | | | | | | |
Şimdi Kur’an’da bunların bu sıra ve satırlarını gösteren bir elementin olup olmadığını arayalım. Kur’an’da demir veya taş olun denmektedir. Demek ki demir taş değilmiş. Taş müennes “t”sini içerdiği için bu birleşik cisim olmalıdır. Demir ise basit cisim olmalıdır. Gerçekten basit cisimdir.
Şimdi ‘Ebced Hesabı’ ile “HaDiD” kelimesini toplarsak 8+4+10+4=26 dır.
Gerçekten demir 26 numaralı elementtir.
8 sütun yani felek, 4 de seması olmalıdır.
Gerçekten öyledir.
Öyleyse adlandırmayı bize öğretmektedir. İlk harf sütunu, son harf ise satırı göstermektedir. Ara harfler ise atom numarasını tamamlamaktadır.
Ona kadar sayılar için bu kolaydır. Yüzden yukarıda zaten yoktur. Ama onluklarda 11 12 13 14 vardır. Bunları nasıl göstereceğiz? Yüzlük harfleri kullanmadığımız için 100’ü gösteren Q harfini 11’i, 200’ü gösteren R harfini 12’yi, 300’ü gösteren Ş harfini 13’ü, 400’ü gösteren T harfini 14 olarak alabiliriz.
Buna göre misal olarak 97’inci elementin adını bulalım.
11 satırda ve 11 sütundadır.
Demek ki Q harfi ile başlayacak ve Q harfi ile bitirecek.
Q…Q 97’den 22 çıkarırsak 75 kalır.
70’in karşılığı G, 5’in karşılığı da H’dir.
QGHQ
Söylenişi kolaylaştırmak için H harfini sona alıp T’ye dönüştürebiliriz.
Demek ki bir taraftan Kur’an’ı anlamamız için müsbet ilme ihtiyacımız vardır. Ama müsbet ilimdeki adlandırmayı eğer Kur’an’ın öğretisine göre yaparsak, o zaman ilimleri daha kolay anlarız ve hafızamızı yormayız. Bunu onlu sistemde rahatlıkla görüyoruz. Şimdi kimya da öğreniyoruz.
O halde yapacağımız iş çocuklara dört çeşit alfabeyi öğretmemizdir.
-Latince sesliler alfabesi,
-Arapça sessizler alfabesi,
-Çince hece alfabesi ve
-İnsanlığın gittikçe öğrenmeye başladığı şekil alfabesi, rakamlar ve trafik işaretleri tüm projeler.
| | 14 | 13 | 12 | 11 | 10 | 9 | 8 | 7 | 6 | 5 | 4 | 3 | 2 | 1 |
1 | 1 | | | | | | | 2 باء | | | | | | | 1 ماء |
2 | 2 | | | | | | | 10 حاب | 9ب زاب | 8 واب | 7 هاب | 6 داب | 5 جاب | 4 باب | 3 أب |
3 | 3 | | | | | | | 18 زج | 17 زج | 16 زج | 15 زج | 14 زج | 13 زج | 12 زج | 11 ازج |
4 | 4 | | | | | 28 ديد | 27 ديد | 26 حديد | 25 ديد | 2420 ديد | 23 ديد | 22 ديد | 21 ديد | 20 ديد | 19 اديد |
5 | | | | | | | | 36 كاس | 35 كاس | 34 كاس | 33 كاس | 32 كاس | 31 كاس | 30 كاس | 2920 ا كاس |
6 | 5 | | | | | 4638 الع | 45 الع | 44 الع | 43 الع | 42 الع | 41 الع | 40 الع | 39 الع | 38 الع | 37 ءالع |
7 | | | | | | | | 54 كطز | 53 كطز | 52 كطز | 51 كطز | 50 كطز | 49 كطز | 48كطز | 4738 اكطز |
8 | 6 | 68 ومح | 67 ومح | 66 ومح | 65 ومح | 6470 ومح | 63 ومح | 62 ومح | 61 ومح | 60 ومح | 59 ومح | 58 ومح | 5770 ومح | 56 ومح | 55 ا ومح |
9 | | | | | | 7856 سط | 7756 سط | 7856 سط | 7556 سط | 7456 سط | 73 سط | 72 سط | 71 سط | 70 سط | 69 ا طنط |
10 | | | | | | | 87 | 86 | 85 | 84 | 83 | 82 | 81 | 80 | 7956 |
11 | 7 | | 100 | 99 | 98 | 97102 | 96102 | 95 | 94 | 93102 | 92102 | 91102 | 90102 | 89102 | 88 ق دعب |
12 | | | | | | 110 | 109 | 108 | 107 | 106 | 105 | 104 | 103 | 102 | 101 رفطب |
13 | | | | | | | | 118 | 117 | 116 | 115 | 114 | 113 | 112 | 111 ش |
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-580/ADİL DÜZEN DERSLERİ-410 09 Ekim 2010
OYLAMA!
-KENAN EVREN’İ YARGILAMAK-
-KENAN EVREN TÜRKİYE’Yİ İSLÂM’A YÖNELTTİ-
Askeri harekette bir kural vardır: Galip gelen haklıdır, mağlup olan haksızdır.
Kenan Evren ve arkadaşları ‘ülkenin selameti için’ iddiası ile yönetime müdahale etmişler ve başarmışlardır. Başardıkları için devlet aleyhine de gördükleri kimseleri bertaraf etmişler, onları bir daha ses çıkaramaz hâle getirmişlerdir.
Hukuk bakımından suçlama ayrı şeydir, askeri bakımdan mağlubiyet ayrı şeydir.
Diyelim ki solculara ve milliyetçilere karşı hareket yapsaydılar ve başarsaydılar, elbette müdahale edenlerin başları kesilirdi. Askerliğin kuralı budur. Askerlik hukukun bittiği yerde başlar.
Anayasa değişikliğinde 1980 müdahalesini yapanları yargılamak için bir madde getirilmek istenmiştir. Bu maddenin askeri değeri vardır. Askerlerin yeniden müdahale etmelerine askeri mazeret ortaya çıkar. Herkesin kendisini savunma hakkı vardır. Bu maddenin bundan başka hiçbir hukuki değeri yoktur.
1- Hukukta yasama organlarının af yetkisi vardır ama affı geri alma yetkileri yoktur. İhtilali yapanlar en büyük yasama şekli olan halk oylaması ile affedilmişlerdir. Hattâ yaptıkları suç bile sayılmamıştır. Yüzde 92 ile affedilmişlerdir. Artık yasama organının bir affı geri alma yetkisi yoktur. Kaldı kş af kesin bir ekseriyetle, % 92 ile yapılmıştır. Halbuki bugünkü oylama % 58’dir. % 70’in üstündeki ekseriyet her azman galiptir. Bu muhakemenin hiçbir hukuki değeri yoktur. Sadece muhakemenin haksızlığını belirtmek için zikrettim.
2- Yasalarda geçici maddeler konur. Bunun anlamı, bir defaya mahsus olmak üzere uygulanır ve hükmü sona erer. Kendiliğinden hükmü sona eren bir maddenin kaldırılması anlamsızdır. Zaten ilk uygulaması ile kalkmıştır. Hukuk bilmeyen Prof. Zafer Üskül ve Prof. Ergun Özbudun’a yasa hazırlatırsanız gülünç olursunuz. Meclis 1980 Anayasası’nı geçersiz sayar, af da ortadan kalkacağı için muhakeme edebilirdi. O zaman da AK Parti’nin iktidarı gayrimeşru hâle gelir, çünkü o anayasa ile iktidar olmuştur.
3- Suçlarda müruru zaman vardır. Suç müruru zamanı vardır. Ceza müruru zamanı vardır. Otuz yıldan fazla bir suç takibi söz konusu değildir. Aradan otuz yıl geçtiği için o zaman işlenmiş hiçbir suç takip edilemez.
4- Müdahale eden herhangi bir grup veya örgüt değildir. Türk Silahlı Kuvvetleri müdahale etmiştir. Hiçbir er ve subay karşı çıkmamıştır. Hukuki açıdan suç müştereken işlenmiştir. O gün asker olan herkes suçu işlemiştir. Yarım milyonluk suçluyu bulup muhakeme edemezsiniz. O gün devlet gücü kullanılmıştır. Bütün suçluları muhakeme etme imkanı yoktur. Sadece devrin Genelkurmay Başkanını suçlu bulabilirsiniz. Peki, una yüzde 92 oy veren halk suçlu değil midir? Otuz sene devlet gücünü elinde tutan birini muhakeme etmek devletin değil, ancak çapulcu sermayenin işi olabilir. Hiçbir hukukta yeri yoktur.
Şimdi bütün bu yapılanların asıl amacı hep Kenan Evren’i rahatsız etmedir.
Acaba bunun sebebi nedir?
Adil Düzen Çalışanları dışında bu gerçekleri anlayacak izan kalmamış, dolayısıyla onlar dışındakilerden bir şey beklemiyorum. Adil Düzen Çalışanları meseleyi anlamalıdırlar.
Kenan Evren ırken Türk değildir, Arnavut’tur. Türkiye’de Türk olduğu için değil, Müslüman olduğu için bulunmaktadır. Babası medrese âlimi ve son derece muttaki birisi idi. Rivayete göre abdestsiz boş kağıda bile el sürmezdi. Kenan Evren bu babanın terbiyesini almış ve babasına son derece saygılı biri idi. Zeki, çalışkan ve kabiliyetli olduğu kadar, dengeli ve haksever bir insandır.
Müdahale senaryoları ve şartları CIA tarafından hazırlanır, siviller hiçbir tedbir almazlardı. On senede bir bu oyun oynanırdı. Çünkü Türkiye’nin geri kalması isteniyordu. Kuvvet komutanlarından biri Amerika’ya davet ediliyor ve; ‘Biz Türkiye’yi Sovyetlere teslim edemeyiz, ya siz müdahale edin ya da biz edeceğiz!’ deniyordu. Asker bu öneri karşısında sivil yönetimin gerekli tedbirleri almasını ister. Mesela, medya/basın Türkiye tarafı olmalıydı. Oysa basın tamamen karşı tarafta yer almıştır.
Türkiye’nin dört ana sorunu var; işsizlik, dış borç, yargı bağımsızlığı ve dışa bağımlı basın. Bunları çözemeyen sivil yönetim ordunun güvenini kazanamaz.
Ordu, her seferinde Batı’nın istediği müdahaleyi yaparak devleti savaştan kurtarırdı.
İşte, Kenan Evren de böyle yaptı.
Ancak, Kenan Evren bunları yaparken Türkiye’de büyük inkılâp yaptı, Türkiye’yi İslâm’a yöneltti.
İşte Kenan Evren düşmanlığının ana sebebi budur.
Sayın Kenan Evren böylece günahlarını affettiriyor, derecesini yükselttiriyor.
Allah ondan razı olsun.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
12 eylül’ün sahte demokratları kimler?
Darbe döneminde Kenan Evren'in en yakınındaki isimlerden biri olan dönemin Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı ve Basın Sözcüsü Ali Baransel, o günlere ilişkin çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.
Şimdi eleştirenler geçmişte Evren'in karşısında 'esas duruş'a geçiyorladı. Parti liderleri, bürokratlar odaya 'şak' yapıp piyade eri selamıyla giriyorlardı. Holding patronları komutanların sandal-yesi yanında diz çökerdi. Medya patronları ise yemek daveti için sıraya girerdi.'
Referandum sonrası 7'inci Cumhurbaşkanı Kenan Evren hakkında adeta suç duyurusu yağdı. Darbe döneminde Kenan Evren'in en yakınındaki isimlerden biri olan dönemin Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı ve Basın Sözcüsü Ali Baransel, o günlere ilişkin çarpıcı değerlendirmelerde bulundu. Darbe yıllarında holding patronlarının komutanların sandalyesinin yanında diz çöktüğünü anlatan Ali Baransel, medya patronlarının da Evren'i yemeğe davet etmek için sıraya girdiğini söyledi. Baransel, o gün Evren'in yanında gibi görünen yazar, çizerlerin bugün Evren'i eleştirmelerini acı bulduğunu anlattı. 12 Eylül'ün en yakın tanıklarından Ali Baransel ile olay yaratacak yeni kitabı 'Esas Duruş' ve Kenan Evren üzerine konuştuk.
MİLİTARİST REJİM ÖZLEMİ DUYANLAR VAR
- Nasıl bir darbe süreci yaşandı Türkiye tarihinde?
1980'e kadar darbe teşebbüsleri süreci yaşandı. 27 Mayıs'ta darbe gerçekleşti, sistem çöktü, ardından 21 Mayıs, 22 Şubat'ta askeri ayaklanmaları oldu. 12 Mart'ta bir muhtıra ile iktidar görevini bıraktı. 12 Eylül'de askeri darbe geleneklerine uygun bir yöntemle yine askerler yönetime el koydu. Ardından 28 Şubat süreci yaşandı. Parlamenter sistemin aralıklarla gelip gitmesine yol açan bir süreci yaşadı Türkiye.
- Peki başka bir sistemin özlemi mi yaşanıyor sizce?
Maalesef Türk toplumu içinde militarist rejim özlemi içersinde olanlar var. Toplumun çeşitli katmanlarından, militarist yönetime sıcak bakan insanların da bulunduğunu unutmamak gerekir.
- Kimler bunlar?
Her kesimden olabilir. Esasında toplumun bütün katmanları derken özellikle militarist yönetimi benimseyen bürokratları kastediyorum. Ama basında, yargıda, parlamento içinde de var. Bu kişiler, demokratik-parlamenter sistemin işleyişinde bir tıkanıklık söz konusu olduğunda mutlaka askerin müdahale etmesini, yönetime el koymasını özendiren davranışlar sergiliyor. Şu an etkin değiller, sayıları az da olsa varlıklarını hala sürdürüyorlar. Askeri darbenin Türkiye'nin siyasi, sosyal ve ekonomik yapısını olumlu yönde etkilediğini kimse söyleyemez. Neyse ki darbe dönemleri çok geride kaldı. Türkiye bir daha böyle bir süreçten geçmez!
YAZAR, ÇİZERLER ÇELİŞKİLERİ NASIL AÇIKLAYACAKLAR
- Askeri siyasetin dışında tutmak önemli diyorsunuz yani.
Evet, askerin yıpranmaması için herkesin özen göstermesi gerekiyor. Asker yönetime gelmeden de pekala demokratik sistem içerisinde çözüm bulunabilir. Ama maalesef bu şimdiye kadar yaşanan süreçte olmadı.
- Peki, askeri darbe dönemlerindeki hava nasıldı?
Askeri darbenin yaşandığı dönemlerde bunun tam aksi bir durum vardı. Parlamenter sistemin ılıman rüzgarının estiği dönemlerde, her konuda çok hassas olanlar, her gün yazan çizenler, her konuda toplumu aydınlatmaya özen gösterenler, aynı şekilde askeri dönemleri övmekten de geri kalmıyorlardı. En şaşırtıcı olanı da neydi biliyor musunuz ? Askeri döneme övgüler düzen, bu dönemle ilgili en ufak bir eleştiriden kaçan o insanlar, daha sonra darbeye karşı bir tavır, bir duruş sergilemişlerdi. Sanırım işin en acı tarafı da bu! Peki bu çelişki neden? Bu çelişkili durumu nasıl açıklayacaklar?
SESSİZ KALINMASA BELKİ 12 EYLÜL OLMAZDI
- Basın darbeye karşı bir tavır sergilemedi mi?
27 Mayıs'ın ertesi günü Türk basınının manşetlerine bakın! Hele 12 Eylül sonrası gazetelere bakın! Hiçbir gazetede siyah başlıklarla 'demokrasi katlediliyor, böyle bir şey olmaz' diye bir tavır almadı. Bilakis köşe yazarları darbeyi övmese bile darbeye karşı bir duruş sergilemedi. Tavır koyma refleksi yok. İşte bu demokrasi kültürümüzün eksikliğinden kaynaklanıyor. Suskun bir toplum oluyoruz açıkçası.
- Bugün de aynı şey mi yaşanıyor?
Evet, askeri dönemin ardından toplumun bir travma yaşayacağı, hukukun işlemeyeceği besbelli. Madem öyle, tavrını başında koy değil mi? Ne zaman darbe yapanların toplumdaki etkisi azalıyor işte o zaman etraflarında pervane olanların uzaklaştığını görüyoruz. Daha sonra da o dönem acımasız bir şekilde hırpalanıyor, yargılanıyor.
- Sessiz kalınmasaydı, tepki gösterilseydi 12 Eylül darbesi yaşanmaz mıydı?
Evet. 27 Mayıs'ta, 12 Mart'ta başından tavır konulsaydı, sessiz kalınmasaydı belki de 12 Eylül'ü, 28 Şubat'ı yaşamazdık!
- Ya sonra suskunluk bozuldu mu?
Askeri dönemden sonra tabii parlamenter sistem kaldığı yerden devam ediyor, partiler kuruluyor. Derken bir bakıyorsunuz askeri dönemde susanlar, köşelerinde akılalmaz bir şekilde demokrat kesiliyor. 17 yıl Cumhurbaşkanlığı danışmanlığı ve basın sözcülüğü yapmış biri olarak bu durum beni son derece şaşırtıyor. Neden diyorum? Neden?
'ATATÜRK GİBİ TARİHTEKİ YERİNİZİ ALACAKSINIZ'
- Evren'e en yakın isimlerden biriydiniz. Peki, o dönemde Evren'i eleştirenler olmuş muydu mu hiç?
Kenan Evren'in Cumhurbaşkanlığı döneminde kendisiyle aktif olarak çalıştım. Mümkün olduğu kadar Köşk, basın ve toplum arasında sağlıklı bir iletişim kurmaya çaba gösterdim. Mesela o dönemdeki siyasi partiler, iktidardaki bakanlarla pek çok seyahate gittik. Bırakın eleştirmeyi, bakanların büyük bir bölümü açılış törenlerinde konuşma yaparken Evren Paşa'ya akılalmaz övgüler düzerlerdi.
- Nasıl övgülerdi bunlar?
İşte 'Türkiye'yi bir uçurumun kenarından çekip aldınız, siz Atatürk gibi tarihteki yerinizi alacaksınız' gibi övgüler. Hatta Evren, bunlardan çok rahatsız olmuştu ve 'övgü kısmını geçip sadede gelsinler' demişti. Bizde kalabalığın coşkuları heyecanları anlık oluyor. Anlık heyecanlar, anlık bağlılıklar yaşanıyor.
- Yeni bir kitap yazıyorsunuz. Kitabınızda da bu çelişkili durumu anlatacaksınız değil mi?
Evet. Yöneticileri yüceltme gibi garip bir duygu var. Ama o kişinin toplumdaki etkisini kaybettiğinde yücelttikleri yerden 'şak' diye yere bırakıveriyorlar.
GAZETE SAHİPLERİNDEN YEMEK DAVETİ YAĞDI
- Bir örnek verebilir misiniz, mesela?
12 Eylül yönetiminin neler yapacağı çok merak edilirdi. Merak edenlerin başında da iş alemi gelirdi. İstanbul Yeşilköy'de harp okulunda gerçekleşen bir törene gittik. Konsey Başkanı Evren ve askeri darbeyi yöneten dört komutan törendeki yerlerini aldı. Ben de uzaktan seyrediyordum. Törene katılan herkes el pençe divan, hayret ve hayranlıkla seyrediyordu, Evren ve ekibini. O dönemde çıkan gazeteler 'Yeni yönetim Türk ekonomisinde devletin egemen olmasını istiyor' diye manşetten haberler vermişlerdi. Herhalde başlıklardan o kadar etkilenmişlerdi ki, o koskoca, ulaşılmaz holding patronları, komutanların sandalyesinin yanında diz çökerek dertlerini anlatmaya çalışıyorlardı.
Cumhurbaşkanı Evren'i, aynı holding patronları, gazete sahipleri ve bürokratlar evlerine yemeğe davet ederlerdi. Hatta o kadar ısrar etmişlerdi ki, davetlerin bazılarına kerhen de olsa katılmak zorunda kalmıştı. İşte bu kadar garip bir toplumuz. İnsan duygusunun zaman ve zemine göre şekillenmesinden başka bir şey değil bu! Bunları gördüğüm için üzülüyorum.
Bürokratlar odaya piyade eri selamıyla giriyordu
- Yeni kitabınızın ismi ne olacak?
İnsanlarımız çok çabuk uyum sağlıyorlar. Mesela o dönem Cumhurbaşkanı Evren'in odasına gelen bürokratlar, siyasi parti genel başkanları piyade erleri gibi şak selam verip giriyorlardı. Böyle şey olur mu? O yüzden yeni kitabımın adını da 'Esas Duruş' koydum. Çok oynak, çok kaypak insanlar var. Üstelik zamana zemine göre gidip gelen insan tiplerinin sayısı da giderek artıyor. Toplumun hastalığı bu. Kitabımda işte bunu anlatacağım. 2011 başında piyasaya çıkarmak istiyorum.
Gelene alkış gidene yuh olmamalı
- Hiçbir demokratik ülke askeri darbe ile yönetilmek istemez. Bir ülkeyi darbe noktasına getiren şeyler neler olabilir?
Bunun için darbe öncesinin sorunlarını iyi bilmek gerekir. Darbe noktasına Türkiye nasıl geliyor? O dönemdeki siyasiler gerçekten sistemi antidemokratik birtakım kanallarla mı yöneltiyorlar? Sistemin işleyişinin bozulmasına bir takım kaprislerle davetiye mi çıkarıyorlar? Bunların da araştırılması lazım.
- Dış güçlerin parmağı da olabilir mi?
Okyanus ötesinden alınan birtakım desteklerin önemli payının olduğunu unutmamak gerekir. Darbe, ABD tarafından desteklendi.
- Bunu neden istemiş olabilirler peki?
ABD'nin dünyada 'süper güç' olarak neler yapabileceğini sizler de biliyorsunuz. Diğer ülkelerle olan ilişkilerinde ileriye yönelik planı varsa, çok rahat bir şekilde istediği yönetimleri, yönetim biçimlerini yaptıracak güce sahip. ABD sadece bilgi, teknoloji değil; sosyal senaryolar da ihraç ediyor. ABD tabiri caizse ülkeleri kobay gibi kullanacak bir güç.
- 1982 anayasası değişti ama son ana kadar eleştirildi. Eleştirileri haklı buldunuz mu?
1982 anayasasının kabul edilmesinde herkes hem fikirdi. Yer gök 'evet evet' diyenlerin sesiyle inliyordu. Şimdi beğenilmiyor. Tavırlarını ortaya net bir şekilde koymaları gerekirdi. Nazım'ın dediği gibi 'bu durumlara gelişimizde kabahat biraz da sizde değil mi halkım?'. Gerçekten de kabahat hepimizde! Gelene alkış gidene yuh olmamalı!
Kaynak: Akşam, 24 Eylül 2010
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-580/ADİL DÜZEN DERSLERİ-410 09 Ekim 2010
AYIKLANMALAR;
AKEVLER, ERBAKAN VE
NUMAN KURTULMUŞ …
Koca Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış, yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu.
Osmanlılar yıkılmakta olduklarının şuuru içinde birtakım yeniliklere başlamışlardı.
Cumhuriyeti kuranlar bu yenilikleri devam ettirdiler.
*
Eskiyi bırakmak, yeniyi almak kolay değildir.
Asıl zorluk şuradan geliyordu. Alınacak yeninin ne olduğu bilinmiyordu. Türkler İslâmlaştıkları zaman işleri kolaydı. Hazır olan uygarlığı bulmuş ve onu almışlardı. Biz de Batı uygarlığını hazır bulduk ama bu uygarlık bize pek uymuyordu.
İslâmlaşmak dini de almakla olmuştu.
Bugün ise Batı’nın dini bizim dinimizden çok geride idi.
İslâmiyet’i bırakıp Hıristiyanlığa dönmek mümkün değildi. Nasıl sular geri akmazsa, uygarlıklar da geri akmaz. Zorlamalarla biraz geri akıtırsınız ama canınızı çıkar.
*
İşte, Cumhuriyet Batı’yı alırken İslâmiyet’i kenara itmek zorunda kalmıştır. Çünkü o gün bilinen İslâmiyet ile Batılılaşmak mümkün değildi.
Nihayet 1933 yılında Mustafa Kemal işin gerçeğine parmak basmış; “muasır medeniyetin fevkine çıkılacağını” açıklamıştır.
Batılılaşmada bir mâni vardı: İslâmiyet.
Muasır medeniyetin fevkine çıkmanın iki mânisi vardır:
- Eski bozulmuş İslâmî görüş ve
- Artık çökmeye yüz tutmuş Batı görüşü.
*
Türkiye’de iki uygarlık savaşıyordu:
- Biri hukukta ve yönetimde çok ileri olan İslâmiyet.
- Diğeri teknikte ve ekonomide çok ileri olan Batı.
Birbirlerini yenmeleri olmamakta, uzaklaşmaları da sağlanamamakta idi.
*
1950’de Batıcı olan ama İslâm düşmanlığından vazgeçen Demokrat Parti iktidar oldu ama sorun çözülmedi. Çünkü Türkiye İslâmiyet’i bırakmıyor ama Batılılaşmaya şiddetle devam ediyordu. 1960 ihtilâli ile DP mantığına son verildi ama CHP mantığı da gelmedi. Çatışma durakladı.
*
İşte o yıllarda İzmir’de Akevler Kooperatifi kuruldu.
Akevler Çalışanları İslâmiyet ile Batı uygarlığının uzlaşacağına inandı. Bunlara Millî Görüşçüler ve Gülenciler de katıldılar. Batı medeniyeti ile uzlaşmış yeni bir İslâm medeniyetinin oluşacağına inandılar. Yarım asır bunun mücadelesini verdiler.
“Adil Düzen” denen bu yeni oluş, asrın idrakine Kur’an’ı söyletmek ve muasır medeniyetin fevkine çıkmaktır; Mustafa Kemal ile Mehmet Akif’i bir arada barındırmaktır.
*
Önce iki cephe oluştu.
Demirel cephesi ve Erbakan cephesi.
Demirel İslâmiyet’in ‘düzen’ olarak değil, sadece ‘din’ olarak korunmasını öneriyordu.
Oysa Akevler’in desteklediği Erbakan ise Kur’an’ın her şeye hakim olmasını öneriyordu.
Demirel sadece Batılılaşmayı hedefliyordu.
Erbakan muasır medeniyetin fevkine çıkmayı hedefliyordu.
*
1969’da koyduğumuz bağımsız adaylıklarımızda beklenmedik başarı elde edildi. Konyalılar Erbakan’a bir milletvekilliği için gerekenden daha fazlasıyla teveccüh gösterdiler, üç misli oy verdiler. Bu beklenmedik başarı bizim zararımıza oldu, çünkü kurulan partiye hemen çıkarcılar dolmaya başladılar. Partilerimiz kapandıkça bir taraftan çıkarcıları atıyorduk, diğer taraftan partilerimiz büyüyordu. Ama her seferinde yine çıkarcılar doluşuyor, partimiz yine kapanıyor ve bu vesileyle yine ayıklanıyordu.
Bu hep böyle devam edip gitmiştir.
Önce Turgut Özal ANAP’ı kurarak “Millî Görüş”e uyamayanları alıp götürmüştür.
Sonra yine benzer bir hareket, gömlek çıkarma, R. Tayyip Erdoğan ve AK Parti!
Şimdi de Numan Kurtulmuş ve arkadaşları benzerini yapmaya çalışıyor!
*
BUNLAR NEDİR?
İhtiyaç fazla olduğunda yeni hareket olgunlaşmadan büyür ve bozulma tehlikesi ile karşı karşıya kalır. Sonunda bozulur ve girişim başarısızlıkla biter. Ya da o kuruluş dışarıdan gelen etkilerle kapanır. Çıkarcılar ayrılıp gider.
Girişimciler ise daha sağlam ve daha güçlü hamle yaparlar.
Hareket böylece büyür ve gelişir, aslına sadık kalır.
İşte mesele budur.
Budandıkça kurumayan gittikçe gelişir.
*
Akevler bunu şu şekilde korudu. Kendisi büyümedi, başkalarının büyümesine katkıda bulundu. Akevler uygulamalarda büyümedi. Uygulamalarda ilmî adımlar atıldı.
*
Şimdi neler olabilir?
Önce Numan Kurtulmuş’un ve onun gibi olanların gitmesi hayırlı ayrılıktır. Böylece Saadet Partisi arınmış olacaktır. Ayrılanlar ‘hain, zalim’ gibi isimler vermek hatalıdır.
Bize uyamayanlar gitmelidirler.
İçtihadına muhalif bir yerde zorunlu olarak uymak kuvvet düzeninde geçerlidir.
Çıkarcılar ayrılıp yeni bir parti kurmalıdırlar.
Çıkarcılar orada olmalıdırlar.
*
Asıl sorun şudur.
Birinci Adil Düzen Çalışmaları Dönemi devrini tamamlamıştır.
Akevler, ilim yoluyla nebilerin vârisi olarak Kur’an’dan istidlâller yapmıştır.
Erbakan resul yerine onların çalışmalarına sahip çıkmış ve devre tamamlanmıştır.
*
Şimdi yeni bir oluşa ve yeni bir döneme gidilecektir.
İlmî çalışmayı yine Akevler yapmalıdır. Nitekim yapmaktadır.
Yeni uygulama Erbakan’ı izleyenlerin mi olacak?
Yoksa başka birisi mi ortaya çıkacak?
Bu Erbakan’ın kararına bağlıdır.
Erbakan Saadet Partisi ile bu yeni hamleyi yapmazsa;
Artık bu iş için yeni Erbakan’ı beklememiz gerekecektir.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
Mesele önemli: TUFAN!
Reşat Nuri EROL
Evet, mesele önemli, hem de çok önemli ama bu önemi anlayan, kavrayan ve gereğini elinden geldiğince yapan idrak ve izan sahipleri yok denecek kadar az. Bana sorarsanız, şimdilik bir elin on parmağını bile bulmuş değil, yani ‘on kişi’ bile yok!
Binlerce yıl önceki Hazreti Nuh Nebi zamanında da ‘TUFAN’ olduğunda, O’na inanan ve gemiye binenler kaç kişiydi?
Hazreti Nuh ve hanımı; üç oğlu Ham, Sam, Yafes ve onların hanımları.
Hepsi kaç kişi?
Gemiye binenlerin hepsinin toplamı ‘on kişi’ bile değil!
İşte, Nuh Tufanı’ndan binlerce yıl sonra, bugünkü durum da aynen öyle!
Söz konusu ‘önemli meselenin’ veya ‘dünyanın içinde olduğu tehlikenin’ ne olduğunu, bu köşeyi dikkatli okuyorsanız biliyorsunuz; çünkü her vesileyle defalarca hatırlattım. Bilmeyenler için iki kelimeyle bir kere daha hatırlatayım:
SOSYAL TUFAN!
Ya da, çağımız dünyasının dinî, ilmî, iktisadî, siyasî ve sosyal sorunlarıyla içinde bulunduğu girdabı ‘tek kelime ile açıkla’ diyenlere o biricik kelimeyi haykırıyorum:
T-U-F-A-N-!
***
Bundan önceki iki yazımda ‘Dünya, Türkiye ve benim hayalim’ ile ‘Dünya arayışta…’ diyerek meramımı anlatmaya çalıştıktan sonra, sözü şöyle bağladım: Meselenin daha geniş ne daha önemli boyutları üzerinde durmaya devam edeceğim… Öyleyse bugün, yerimizin müsaadesi nisbetinde o ‘meselenin daha önemli boyutları’ üzerinde duralım.
Önce, bu hafta için hazırlamakta olduğum (578. Hafta) ‘Kur’an ve İlim Seminerleri’ notlarımızdan ibret alınası ve gereği yapılası minik bir bölüm:
Bugün insanlık “SOSYAL TUFAN” seviyesindeki sorunlarla karşı karşıyadır.
-Toprak, su, hava ve canlı kirlenmektedir.
-Doğum kontrolü, çöken aile kurumu, kitle imha savaşları ve tedavi tababeti insan neslini dejenere etmektedir.
-Atom silahları, tahrip edici silahlar, biyolojik silahlar ve kimyasal silahlar yeryüzünü barut fıçısı hâline getirmektedir.
-Rüşvet mafyaları, iş mafyaları ve senet mafyaları ile her türlü silahlı mafyalar yani ‘mafyalar düzeni’ çağımız dünyasını yaşanmaz hâle sokmuştur.
Bütün bu sorunlar çağımız dünyasındaki “SOSYAL TUFAN”ı haber vermektedir.
“ADİL DÜZEN” bu sosyal tufana karşı inşa edilen bir “SOSYAL GEMİ” gibidir. Biz kırk yıldan beri sabır ve sebatla işte bu gemiyi inşa ediyoruz...
Evet, bu “Sosyal Gemi” yani “Adil Düzen Gemisi” bizi kurtaracaktır.
İnkâr ve inadında devam edenler ise tufan deryasında gark olup gideceklerdir.
Görünen köy kılavuz istemez. Onların görmek istemediği “SOSYAL GEMİ”dir.
***
Kanser hastasına diyorlar ki; ‘Sen hastasın, acı çekiyorsun, ömrün bitiyor, gel tedavi edelim.’ O ise inkâr ediyor ve diyor ki; ‘Hayır! Bakın, ben ölmedim, hâlâ yaşıyorum!’
Evet, yaşıyorsun ama ıstıraplar içinde yaşıyorsun, korkular içinde yaşıyorsun, acılar içinde yaşıyorsun...
Bugünkü anayasa da korku anayasasıdır. Anayasa ekseriyetiyle iktidar olan veya son Anayasa maddeleri referandumunda yüzde 58 oy alan AK Parti de kendisini güya kurtarmaya çalışıyor; “Sosyal Gemi”ye bineceğine, “Adil Düzen” gemisine bineceğine, aklı sıra “Sosyal Tufan”a karşı dağlara sığınıyor!..
Dağlara sığınıyor!!!
Tufandan yeni medeniyete…
Reşat Nuri EROL
Madem mesele geçmişteki ‘TUFAN’ yani hepimizin çok iyi bildiği ‘Nuh Tufanı’ ya da bizim çağdaş tanımlamamızla ‘SOSYAL TUFAN’ derecesinde önemli; o halde bu önemli meselenin daha da iyi anlaşılması için biraz daha üzerinde duralım.
Nitekim bundan önceki iki yazımda ‘Dünya, Türkiye ve benim hayalim’ diyerek meseleye giriş yaptıktan sonra, ‘Dünya arayışta…’ başlığı altında bu girizgâhı biraz daha genişlettim. Sonra ‘Mesele önemli: TUFAN’ diyerek ‘günümüz insanlığının bu en önemli meselesinin daha başka boyutları’ üzerinde durdum.
Bu zaruri hatırlatmayı, meselenin bütününü daha iyi kavramak isteyen okuyucularım için yapıyor ve bugünkü yazımda çağımız dünyasının ve insanlığın bu en önemli meselesinin daha geniş ne daha önemli boyutları üzerinde durmaya devam ediyorum.
***
Konuyu iyice anlamak için meseleyi tarihî süreç açısından da açmak ve iyi kavramak gerekiyor. Hazreti Adem’den günümüze yaşanan merhaleleri bu vesileyle hatırlayalım:
-EKONOMİDE insanlık; Toplayıcılık, Avcılık, Çobanlık, Tarım, Pazar Mübadelesi, Tüccar Mübadelesi ve bugünkü “İşçilik Düzeni” dönemlerini geçerek “Adil Düzen Ortaklık Dönemi”ne yani “Adil Düzen Senet Mübadelesi Dönemi”ne gelmektedir…
-İLİMDE insanlık; Görenek, Tedris, Tümdengelim ve Tümevarım metotlarını geçerek “Adil Düzen Teminatlı Ehliyet Dönemi”ne geçmektedir…
-DİNDE insanlık; Hazreti İbrahim peygamberin ilimde gelişme, Hazreti Musa peygamberin yönetimde gelişme, Hazreti Davud peygamberin ekonomide devletçilik gelişmesi, Hazreti İsa peygamberin dinde gelişme ve Hazreti Muhammed peygamberin özellikle içtihat ve icma sistemlerinde gelişme dönemlerinden sonra; bugün “Adil Düzenin değişik dinlerin birlikte devlet düzeninde yönetim kuvveti olarak yer alması dönemi”ne geçmektedir…
-SİYASETTE insanlık; Mezopotamya ile Mısır, İbrani ile Elen, Hıristiyanlık ile Roma-Bizans ve İslâmiyet ile Avrupa-Batı medeniyetlerini yaşayan insanlık; bugün kuvvete dayalı “Avrupa-Batı Medeniyeti”nin zirvede olup çökmeye başladığı ve Hakka dayalı yeni “İslam-Barış Medeniyeti”nin doğmaya başladığı dönemi yaşıyor…
***
İşte, “Millî Görüş Hareketi”nin ve bu hareketin Önderi-Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın Türkiye’ye ve bütün dünyaya en önemli önerisi olan “Adil Düzen Projesi”, yeni gelmekte olan bu bin yıllık medeniyetin, Hakka dayalı “III. Bin Yıl Medeniyeti”nin çekirdeğini oluşturmaktadır.
Birleşmiş Milletler bugünlerde BM’ye üye olan ikiyüze yakın (189) devletin lider veya temsilcileri toplanıyor ve insanlığın ana sorunlarını tartışıyorlar ya…
Bu toplantıya ‘Bin Yıl Kalkınma Hedefleri Zirvesi’ ismini veriyorlar ya…
Aslında bu mesele veya meseleler, benim birkaç gündür bu köşede anlatmaya çalıştığım boyutları ile BM’de ele alınmalı ve BM Dönem Başkanı TC Cumhurbaşkanı Abdullah Gül meseleyi çözüm önerileri ile birlikte bu şekilde takdim etmeliydi ama…
“Ama” bu fırsatı Türkiye’de, AB’de, ABD’de ve dünyada yani Birleşmiş Milletler toplantılarında yakalayan, bir zamanlar bu yollarda beraber yürüdüğümüz AK Partili kardeşlerimiz; maalesef “Millî Görüş Gömleği”ni çıkarmaları ve “Adil Düzen”i tamamen inkâr etmeleri sebebiyle, ele geçen bu fırsat ve daha nice fırsatları heba ettiler…
Hâlen de heva ve hevesleri ile inkârları sebebiyle heba etmeye devam ediyorlar…
Yapılanların tamamını ibretle izliyor ve bekliyoruz; bakalım böyle nereye kadar?!.
Dünya ve âhirette bu gidişatla nereye kadar?!.
Nereye kadar?!.
Son “TUFAN” yazısı
Reşat Nuri EROL
Beşi bir yerde olmak üzere, bu beşinci yazı ile geçmişteki “Nuh Tufanı”ndan çağımızdaki “Sosyal Tufan”a yazılarıma şimdilik son noktayı koyuyorum. “Tufandan medeniyete” yazımda, insanlığın ekonomi, ilim, din ve siyaset/yönetim alanlarında yaşadığı geçişleri anlatmıştım. Görülen odur ki, çağımız dünyası dört değişimin “Sosyal Tufan” merhalesinde düğümlendiği noktadadır.
İnsanlık bundan önce nebati ilişkiler içindeydi, sosyal olarak yakın “Komşuluk İlişkileri” ve ekonomik olarak da “Mal Mübadelesi” içinde yaşıyordu. Çağımızda ise insanlık “Geniş Hayat İlişkileri” içindedir, topluluğun yani bütün insanlığın sinir sistemi olan “Bilgisayar ve Haberleşme Çağı”na geçmektedir.
Tarihte böyle büyük bir inkılâp sadece bir defa olmuş, insanlık o zaman diliminde “Göçebe Dönemi”nden “Tarım Dönemi”ne geçmiştir. Dünya şimdi de “Tarım Dönemi”nden “Sanayi Dönemi”ne geçmektedir. Geçmişte “gaz” hâlinden “katı” hâle geçmiş, şimdi de “katı” hâlden “sıvı” hâle geçiyor. Bugünkü geçiş önceki geçişten daha büyük ve daha zor bir geçiştir. İnsanlık “nebati” hâlden “hayati” hâle inkılâb ediyor.
İnsanlık “Göçebe Dönemi”nden “Tarım Yaşayışı”na kolay geçememiş, ancak “Nuh Tufanı” sonrasında bu yeni hayata intibak edilebilmiştir. Çağımız dünyasında “Nuh Nebi döneminden kalma bir düzen” devam ediyor. Bu düzen “Tarım Dönemi Düzeni”dir. Sanayi dönemine uymuyor. Bundan dolayı insanlığı büyük bir “Sosyal Tufan” bekliyor.
Evet, bu “Sosyal Tufan” geliyor, geldi veya şu anda bu tufanı yaşıyoruz...
Tufanın geliş şeklinin veya yaşanmakta olan musibetlerin aşağıda sadece isimleri bir defa daha verilecek ve bu vesileyle bir hatırlatma daha yapılmış olacaktır.
I. ÇEVRE KİRLİLİĞİ: a) Hava Kirliliği, b) Su Kirliliği, c) Toprak Kirliliği, d) Gıda Kirliliği ve Kıtlığı. II. NESLİN BOZULMASI: a) AIDS gibi zührevi hastalıklar, b) Seleksiyonun bozulması, c) Evlilik müessesesinin çöküşü, d) Kişisel veya toplu intiharlarla hayat bağının kopuşu. III. KİTLE İMHA SİLAHLARI: a) Biyolojik silahlar, b) Kimyasal silahlar, c) Yangın ve yıkım silahları, d) Atom bombası. IV. ANARŞİK OLAYLAR: a) Rüşvet eşkıyası, b) Senet eşkıyası, c) İş hayatı eşkıyaları/mafyaları, d) Dağ, terör eşkıyaları.
Görülüyor ki insanlık 16 koldan uçuruma doğru gidiyor...
Bu gidişata dur denmediği ve gerekenler yapılmadığı için her geçen yıl bu bozulmalar daha da artıyor. Bozulma bu artış hızıyla devam eder de durdurulmazsa; yapılan hesaplamalara göre insanlık 100 ile 200 yıl sonra yok olacak ve yeryüzü yaşanamayacak bir gezegene dönüşecektir. “Karalarda ve denizlerde insanların işledikleri işlerden dolayı fesat zuhur etti.” âyeti, çağımızdaki bu bozulmayı en açık bir şekilde anlatmaktadır.
“Göçebe Dönemi”nden “Tarım Dönemi”ne geçişteki “NUH TUFANI” yerine, bugün “Tarım Dönemi”nden “Sanayi Dönemi”ne geçişte “SOSYAL TUFAN” yaşanmaktadır. Yukarıda bu sosyal tufanın 16 şeklini kısaca hatırlattım.
Bu “Sosyal Tufan” ancak “sosyal bir düzen” ile önlenebilir. İşte bu sosyal düzenin adı “ADİL DÜZEN”dir; “ADİL EKONOMİK DÜZEN”dir.
Hazreti Nuh peygamber gemiyi yaparken, inanmayan inkârcılar dalga geçiyor, ‘dünyayı sular kaplayacakmış, her taraf deniz olacakmış, bu tahtalar onları kurtaracakmış’ deyip gülüyor, geminin yapıldığı yerden gelip geçtikçe alay ediyorlardı.
Şimdi de kimileri “Adil Düzen” ile eğleniyor, gülüyor ve ciddiye almıyor...
Biz “Adil Düzen Çalışanları”, bu beş yazının sonununda, bir sonuç ve hüküm cümlesi olarak şu hatırlatmayı yapıyoruz: “Sosyal Tufan”a karşı sosyal bir gemi olan “ADİL DÜZEN GEMİSİ”ne binenler kurtulacaktır. “ADİL DÜZEN”i inkâr eden ve alay edenlerin tümü “Sosyal Tufan” deryasında boğulurken, sadece “ADİL DÜZEN GEMİSİ”ne binenler kurtuluşa ereceklerdir.
Ve’s-selâm…
Hatırlatmalar…
Reşat Nuri EROL
Son iki aydır yazdıklarımla ilgili bazı hatırlatmalar: Ağustos ayı sonunda; ‘İnsanlık çare arıyor-1,2’ ve ‘ÇARE-1,2’ başlıkları altında toplam ‘dört yazı’ yazdım...
Özetle dedim ki: Büyük sömürü sermayesi zamanla sistem olarak ‘kapitalizm’ dediğimiz şekle dönüştü, halkı sömürmeye başladı; hâlâ sömürüyor… İnsanlık bu sömürüye karşı, zamanla ‘vahşi/vampir kapitalist faizli ekonomik sistem’e dönüşen ve sürekli olarak ‘KRİZLER’e sebebiyet veren bu ‘ZALİM DÜZEN’e karşı çare ve çözüm arıyor… / Sosyalizm/komünizm yıkıldı gitti... / Kapitalizm son demlerinde can çekişiyor… / Ve sonuç olarak bugün insanlık çıkmazda, çare arıyor... / Artık ‘komünizm’i ağzına alan yok; ‘kapitalizm’in perişan hâli ise ayan beyan ortada... / Bu durumda herkes, bütün insanlık ‘yeni bir düzen’ arıyor, ‘çare’ arıyor...
‘ÇARE’ yazılarımda özetle dedim ki: Çare “Adil Düzen”dir. / Çare “Adil Ekonomik Düzen”dir. / Çare faslında son söz büyüğümüzün: Millî Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Anadolu Gençlik Derneği (AGD) Kocaeli Üniversitesi Mezunları Grubu’nun iftarında, “Ya Siyonizmin kölesi olacağız, ya da Millî Görüş’e sarılıp ecdadımız gibi tüm insanlığı kurtaracağız” dedikten sonra, şöyle devam etti: “Komünizm, nasıl 80 sene insanlara zulmedip yok olduysa, Siyonizmin nizamı da yok olmaya mahkumdur. Bu nizamla yaşamak mümkün değildir. Komünizm gitti, Siyonizm gidecek, geriye ne kaldı? “ADİL DÜZEN”. “Adil Düzen” bir tercih değil, bir zaruret, kurtuluş ilacıdır. Ecdadımızın yaptığı gibi Millî Görüş’e sarılırsak kurtuluşumuz mümkündür.”
***
Eylül ayı sonundaki ‘beş yazı’da: Önce iki yazıda ‘Dünya, Türkiye ve benim hayalim’ diyerek meseleye giriş yaptıktan sonra, ‘Dünya arayışta…’ başlığı altında bu girizgâhı biraz daha genişlettim. Sonra ‘Mesele önemli: TUFAN’ ve ‘Tufandan yeni medeniyete’ yazılarının ardından, ‘Son TUFAN yazısı’ ile süreci tamamladım. Özellikle son beş yazımı, Birleşmiş Milletler’in ‘Bin Yıl Kalkınma Hedefleri Zirvesi’ vesilesiyle yazdım.
Zirvenin gündeminde yoksulluk, açlık, hastalık ve eğitim sorunlarıyla mücadele vardı... BM’ye üye 189 ülkenin devlet ve hükümet başkanları bundan 10 yıl önce, 2000 yılında, yoksulluğun 1990 yılına oranla 2015 yılına kadar yarı yarıya azaltılması yönünde bir dizi hedef belirlemişti... Bu hedefler arasında açlık çekenlerin, anne ve çocuk ölümlerinin ve ayrıca eğitim sorununun yarı yarıya azaltılması bulunuyordu... Netice: Geçmiş on yılda sağlanan ilerleme beklenen düzeyde olmadı! Bu nedenle zirveye katılan liderlerin yeni bir eylem planı ile açlıkla mücadele çabalarına hız vermesi bekleniyormuş... Geriye sadece beş yıl kalmış! Kaybedilen on yıl ve kalan beş yıl!
‘Dünya, Türkiye ve benim hayalim’ başlıklı yazımda, bir hayalimden söz etmiştim. Şöyle ki: Türkiye ve Türk milleti kadir kıymet bilseydi de kırk yıldan beri Millî Görüş Lideri Necmettin Erbakan’a her seçimde sahip çıksaydı… Türkiye’deki düzen 12 Eylül ve 28 Şubat darbeleri ile O’nun önünü kesmeseydi… Önce birkaç on yıl ‘başbakan’ olsaydı ve ‘Adil Düzen, Adil Ekonomik Düzen’ ile Türkiye’yi çağımız dünyasına örnek olacak bir ‘süper güç’ yapsaydı… Ve bugünlerde, ‘III. Bin Yıl’ın başından beri ülkenin başındaki ‘Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Necmettin Erbakan’ olarak, insanlığı ‘Sosyal Tufan’dan kurtaracak ‘Nuhun Gemisi ADİL DÜZEN’i Amerika’daki BM toplantısının ‘Bin Yıl Kalkınma Hedefleri Zirvesi’nde anlatsaydı… Benimki de böyle bir hayaldi işte…
***
Millî Görüş Lideri, kırk yıldan beri bize, Türk milletine ve bütün dünyaya bir şeyler anlatıyor ya… Saadet Partisi yeni bir kongreye gidiyor ve yeni genel başkanını seçiyor ya… Bizim için geçmişte ve bugünlerde yaşananlar ile bundan sonra yapılması gerekenler var ya… İşte, bütün bunlarla ilgili -bir köşe yazısına sığacak kadar- bazı hatırlatmalar…
‘Ekonomide Yeni Düzen’
Reşat Nuri EROL
Bundan önceki altı yazım, TC Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de katılımıyla gerçekleşen, Birleşmiş Milletler’in ‘Bin Yıl Kalkınma Hedefleri Zirvesi’ vesilesiyle yazıldı. Sayın Cumhurbaşkanı, Amerika’dan döner dönmez -ayağının tozuyla ve Anadolu Ajansı’nın (AA) ifadesiyle- ‘Ekonomide Yeni Düzen’ istedi. İstanbul’da, Çırağan Sarayı’nda düzenlenen “Yeni Normal Dünyada Türkiye’nin Yeni Konumu, Yeni Gücü” konulu panelin açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Gül, “Hâlen etkilerini hissettiğimiz küresel ekonomik kriz, uluslararası yönetim zafiyetini ortaya koymuştur. Ekonomik alanda da yeni ve normal bir düzen kurma gereği ortaya çıkmıştır.” dedi.
Tamam, ‘Ekonomide Yeni Düzen’ ama önce ‘Yeni Dünya Düzeni’ gerekiyor… Kırk yıllık Millî Görüş Hareketi son on yıllarda bu dünya düzeninin “ADİL” yani siyaseti ve ekonomisiyle “ADİL DÜZEN” olması gerektiğini, hattâ elzem olduğunu söylüyor…
Uluslararası sistemin üç boyutlu bir eksik denge hâlinde olduğunu düşündüğünü ve bu üç eksik denge hâlinin siyasî, iktisadî, beşerî boyutlu açıklardan kaynaklandığını da değerlendirdiğini ifade eden Gül, stratejik ve siyasi bakımdan tecelli eden eksik dengenin temel sebebinin “Soğuk Savaş”ın ardından “yeni bir uluslararası düzen”in kurulamaması olduğunu belirtti. Günümüzde “Soğuk Savaş ve Dehşet Dengesi”nin dayattığı dinamiklerle yola devam edilmesinin artık mümkün olmadığını ifade ederek, gezegenin artık iki süper gücün etrafından dönmediği gibi, Batı’nın ağırlığının da giderek azaldığını kaydetti.
Sayın Cumhurbaşkanımızın yukarıdaki tesbitlerine aynen katılmakla birlikte, gördüğüm bazı eksikliklere bu yazımda değinmeyeceğim. Çünkü genel olarak görüşleri öylesine olumlu ki, kimi eksiklikleri şimdilik görmemezlikten gelmemiz gerekiyor. Bugünlük, Sayın Cumhurbaşkanı A. Gül’ün bazı önemli tesbitleri üzerinde duralım: Öte yandan hâlen etkilerini hissettiğimiz küresel ekonomik kriz, uluslararası yönetim zafiyetini ortaya koymuştur. Ekonomik alanda da yeni ve normal bir düzen kurma gereği ortaya çıkmıştır. Bir taraftan mâli disiplin ve kamu finansmanı bakımından günlük açıklar veren gelişmiş ekonomiler, diğer tarafta yüksek büyüme gösteren bir cari denge fazlası nedeniyle devasa egemen fonlar oluşturan yükselen ekonomiler, bir taraftan artan petrol ve emtia fiyatlarıyla ihya olan bir avuç ülke, diğer yandan yüksek petrol, emtia ve bu fiyatların pençesinde kıvranan en az gelişmiş ülkeler...
Tüm bunlar, uluslararası ekonomik sistemde eksik denge hâlinin olduğunu gösteren emarelerdir. Bu durum yeni ve normal bir dengeye kavuşuncaya kadar, küresel ve bölgesel düzeyde simetrik şoklarla karşılaşmak ihtimali daima vardır...
ADİL ve sağlam temellere dayanan, doğru fikir üretenlerin karşısında dünyanın en iyi orduları bile dayanamamaktadır. Türkiye, adalet ve güç arasında sağlam bir dengenin tesir edildiği yeni ve normal bir dünyada yaşama arzusunun samimiyetle seslendirmeye devam edecektir… Sadece yenenlerin ödüllendirildiği, kaybedenlerin cezalandırıldığı bir “sistem” yerine, yenenlerin kazanıldığı bir “düzen” olmalıdır ki düşmanlıklar olmasın. Katılımcı, ADİL ve herkesi kucaklayan, ancak tehditleri de göğüsleyebilecek güç, araç ve düzenlemelerine sahip bir uluslararası DÜZEN. Çok kültürlü, çok boyutlu heterojen bir DÜZEN. Kimlik ve inançların, hiyerarşik olarak sınıflandırılmadığı, ötekileştirilmeyen bir DÜZEN… Güç merkezlerini çoğullaştıran ve birbirine muhtaç kılan bir dünya. Sembollere değil, niteliklere bakarak tavır almayı tercih edenlerin dünyası… Türkiye’nin iç ve dış politikasının değişmez hedefi; çağımızın siyasi, iktisadi ve beşeri alanda sağlanabilen en ileri standartları Türk halkına sunmak olmalıdır. Bu nedenle yeni normal dünya için sağlam, ayakları yere basan gerçekçi bir vizyonu oluşturmamız gerekmektedir. Bireysel hak ve özgürlüklerden demokratik toplumun dinamiklerine milliyetçilikten laikliğe, eşitlikten adalete kadar pek çok kavrama bakışımızı gözden geçirmemiz gerekmektedir...
Eksik olan ve yapılması gereken
Reşat Nuri EROL
Hâlen yaşayan nesillerin ilk ilmî, dinî, iktisadî siyasî ve sosyal faaliyetleri altmışlı yıllarda başladı. Bütün bu faaliyetlerin ve yapılanmaların çok önemli bir eksiği vardı: Bütün kurum ve kuruluşlar; dernekler, vakıflar, şirketler, partiler ve diğerleri oluştururken ‘cari sistem’ içinde oluşturuldu, ‘Batı kuralları’ içinde oluşturuldu. Mesela, şirket veya fabrika kuruluyorsa, kapitalizmin kurallarına göre kuruluyordu. Faaliyetlere başlanmasından beri aradan elli yıl geçmiş olmasına rağmen, hâlâ aynı şekilde kuruluyor!
Bu önemli eksikliğin iki sebebi vardı.
Birincisi: O zamanki memurlara ve bürokratlara, o dönemdeki yöneticilere ‘yeni bir şey’ anlatamazdık. Çünkü onlar yürürlükteki kanunlarla değil de, geleneklerle devleti yönetiyorlardı. Daha evvelkilerin yaptıkları onlar için ‘değişmez kural’ yani kanun gibi idi.
İkincisi: Halkımız bilmediği bir sisteme nasıl götürülecekti. Başka bir ifade ile biz de o zaman “Adil Düzen”i ve “Adil Ekonomik Düzen”i bilmiyorduk. Ne dersiniz, bu ikinci eksiklik, birincisinden daha önemli gibi görünmüyor mu? Bence daha önemli.
***
“Gümüş Motor” mücadelesinden itibaren, aradan kırk-elli yıl geçti ve bugünlere geldik. Bugün görünen o ki, yazımın yukarıdaki bölümünde işaret ettiğim merhale aşılmış, eksikler büyük ölçüde tamamlanmıştır.
Artık bütün ilmî, dinî, iktisadî, siyasî ve sosyal faaliyetlerimizi yürüttüğümüz kurumlarımızı “ADİL DÜZEN”e ve “ADİL EKONOMİK DÜZEN”e uygun olarak yeniden yapılandırmalı ve ona göre işletip yönetmeliyiz.
Bunun mânâsı ‘yürürlükteki kanunlara aykırı oluşturmalıyız’ değildir; tam tersine, ‘yürürlükteki kanunlara uyarak, memurların/bürokratların/yöneticilerin bilmediği kanunları onlara öğreterek’ kurumlarımızı yeniden yapılandırmalıyız veya yenilerini kurmalıyız. Kanunlar zaten genel olarak hukukun genel mantığına ve ruhuna uygundur. Mesela, bugünlerde yine/yeniden gündemde olan ‘başörtüsü/türban’ kanunen yasak değildir, başörtüsünü yasaklayan bir kanun maddesi yoktur ama kanunsuz yasak uygulaması var! Demek ki bizim sorunumuz kanunlar değildir; kanunların birileri tarafından yanlış, kötü, tek taraflı ve zalimane uygulanmasıdır.
Ne oluyor, neler yapılıyor, nasıl zulmediliyor? Birileri kendi safsatalarını kanun diye yutturuyorlar! Hukukumuzda kesinlikle ‘kamu alanı’ diye bir şey yoktur. Ama birileri böyle bir saçmalığı yetmiş milyona yutturdu; hâlâ yutturuyorlar, hâlâ uğraşıyoruz!!!
***
Yazımızın başlığında ‘eksik olan’ dedik ve eksikliği anlattıktan sonra ‘bu eksikliğin nasıl çözümlenmesi gerektiğini’ yazdık.
Kırk yıllık mücadelemizde önce “MİLLÎ GÖRÜŞ” dedik…
Sonra “ADİL DÜZEN” ve “ADİL EKONOMİK DÜZEN” dedik.
Bu mücadele yollarında bir zamanlar beraber yürüdüğümüz bir grup arkadaş; “Millî Görüş Gömleği” ile bu işlerin olmayacağını iddia ettiler ve gömlek çıkardılar, “Adil Düzen”i ise başından beri hep inkâr ettiler. Sonra AB ile ABD yollarına düştüler, Siyonistlerden ödüller aldılar, her şeylerini “Batı düzeni”ne göre yapılandırdılar. Yani siyaseten irtidat ettiler; şimdi ikinci bir grup da onların yolunu izliyor!..
Gidenler için yapacak bir şey yok! Liderimizin ve Önderimizin dediği gibi; ‘Allah hidayet versin, Allah şuur versin…’ demenin ötesinde, onlara diyecek bir şey de yok!
Ama kalanlara tekrar ve bir defa daha ehemmiyetine binaen hatırlatıyoruz: Artık bütün ilmî, dinî, iktisadî, siyasî ve sosyal faaliyetlerimizi yürüttüğümüz kurumlarımızı “ADİL DÜZEN”e ve “ADİL EKONOMİK DÜZEN”e uygun olarak yeniden yapılandırmalı ve ona göre işletip yönetmeliyiz.