ADİL DÜZEN 223
Haftalık Seminer Dergisi 29-30 AĞUSTOS 2003 Fiyatı: SEMİNERE KATILMAK veya www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 223. SEMİNER (CUMA-CUMARTESİ) İstanbul, 22-23 Ağustos 2003
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİ BOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Caddesi, No: 31 ÜSK./İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ (CUMARTESİ GÜNLERİ “YENİ BOSNA”; Saat:18.00-21.00)
ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ – IV
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنْ النِّسَاءِ وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنْ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْأَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ذَلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاللَّهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَآبِ(14)
قُلْ أَؤُنَبِّئُكُمْ بِخَيْرٍ مِنْ ذَلِكُمْ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَأَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِنْ اللَّهِ وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ(15)
*HAFTALIK YORUMLAR (53): (CUMA GÜNLERİ “ÜSKÜDAR”; Saat: 19.00)
Bir Âyet:
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
فَإِنْ تَوَلَّوْا فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُبِينُ(82)
“Tevelli ederlerse senin üzerinde mübin tebliğden başkası yoktur.”
“Kulak vermezlerse sana düşen açık duyurudan başkası değildir.” (Nahl[16];82)
O halde savaşmamıza gerek yoktur. Barış içinde olalım deniyor. Ama dinlemiyorlarsa; “Sana düşen sadece tebliğden ibarettir.” deniyor. Onlara cezalarını biz değil Allah verecektir. Burada tebliğin açık olması istenmektedir.
Açık tebliğ nedir? Kişiye gerçekleri söylersin, değişmesi gerektiğini anlatırsın, ama öyle söylersin ki o alınmaz. Kendisi üzerine almaz. İşte böyle idareli söylemeyi istemiyor. Çok açık ve net söylemenizi istiyor. Biz de bu yazılarımızda bunu yapıyoruz.
Biz bunu onlara karşı olduğumuz için değil; tam tersine onları sevdiğimiz için bunu yapıyoruz, kurtulmalarını istiyoruz…
Adil Düzen:
“ADİL DÜZEN”DE YARGI
Devlet demek yargı demektir. Bağımsız, yansız, etkin ve saygın yargı olmadıkça yargı yoktur demektir.
Yargı yoksa, devlet de yoktur demektir. Şimdi bu kavramları tanımlayalım…
Bir Sorun - Bir Çözüm:
YOLSUZLUKLAR
Türkiye’de yolsuzluk var. Bunu yargı yoluyla kaldırmak mümkün değildir. Çünkü yolsuzluğun kaynağı düzendir.
Bir ülkede faiz serbestse enflasyon olur. Türkiye’de bugün sıfır enflasyonda faiz yüzde kırklarda dolaşmaktadır. Bu faiz düşmez. Memleket dayanamaz, ani patlama olur.
Faiz enflasyonu, enflasyon işsizliği, işsizlik açlığı, açlık borçlanmayı, borçlanma yolsuzluğu, yolsuzluk rüşveti, rüşvet ayaklanmayı, ayaklanma da baskıyı getirir. İç savaş başlar… Bunun sonu o devletin ölümüdür…
Demek ki, yolsuzluğu önlemek için:
a) Her türlü nakit ödemeleri Türk Lirası üzerinden yapmalıyız, ama borçlanmalar altın üzerinden olmalıdır.
b) “Kredileşme Kooperatifleri” kurulmalı, ortaklar ortak hesapta paralarını toplayıp değerlendirmelidir.
c) “Mala-Mal Marketleri”ni kurarak fiyatları enflasyondan korumalıyız.
d) “Kuyumcular Kooperatifi” kuracağız ve bunlarla mevduatımızı altın değeri ile yapacağız. Bankalar bizi hortumlayamamalıdır.
Bir Yorum:
IRAK’TA BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’E SALDIRI
ARTIK SİYASET ZAMANI: YA “ADİL DÜZEN”İ BENİMSEYEN BİR PARTİ; YA “ADİL DÜZEN PARTİSİ”
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 223. SEMİNER Tefsir İstanbul, 23 Ağustos 2003
ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ - IV
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنْ النِّسَاءِ وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنْ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْأَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ذَلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاللَّهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَآبِ(14)
قُلْ أَؤُنَبِّئُكُمْ بِخَيْرٍ مِنْ ذَلِكُمْ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَأَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِنْ اللَّهِ وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ(15)
زُيِّنَ (ZuyYiNa) “Tezyin olundu. Süslendirildi.”
“Ziynet”, süs demektir. İnsanın baktığı zaman gözüne hoş gelen görünüştür. “Hüsn” kelimesi vardır. “Hüsn” genel görünüştür. “Ziynet” ise genel içinde dağınık görünüştür. Genel görünüş de bir yerde tekzib edilmiş görünüştür. Ziynet, gökyüzündeki yıldızların görünüşüdür. Burçlar, bu yıldızlar arasında bir arada bulunan yıldız gruplarıdır. Hüsn ise uzaktan görülen dağlardır. Kürm, asma bağındaki salkımlardır. Hubb ise; habbe, tohum demektir, sevmek anlamındadır. Vud’ da sevmedir. Muhabbette, sevgi ile bağlanmada, ondan uzaklaşmamada ona karşı duyulan sıcak histir. Meveddet ise başka kimseye karşı duyulan yardım hissidir.
Allah insanları yaratmış, onlara yaşamaları için gerekli hisleri vermiştir. Bu hisler sayesinde insan varlığını sürdürmektedir. Bu duyguların içinde insana mahsus olanlar da vardır.
“Ziynet” kelimesi yardımcı fiillerdendir. “Züyyine’l-kıtalu. / Savaş tezyin edildi. Topluluklar onu hoş gördüler.” İnsan doğduğu toplulukta bazı kurallar bulur. O kurallar her zaman mantıklı değildir. Çok kötü ve acı olsa bile insanlara o ziynetli gösterilmiştir. Kız çocuğunu diri diri gömmek insan için tezyin edilmiş olabilmektedir. İnsanın çevrenin adetlerine uyması tezyin edilmiştir. Kan davaları ve töreler böyle zinetlerdendir.
لِلنَّاسِ (LıenNAvSı) “Nâsa, kişilere süslendirildi. Tezyin edildi.”
Buradaki “Nâs” cins isimdir. İstiğrak içindir. Mü’min olsun kâfir olsun, büyük olsun küçük olsun, insanlar tezyin edilmiştir. Bu dünya hayatı böylece sürdürülebilir olmuştur. Sûrede bundan önceki âyette mü’min ve kâfir gruplar ele alınmış, gerek mü’min gerek kâfir gruplar arasında rusuh sahibi olanlar ve kalblerinde zayğ olanlar olarak tasnif edilmiştir. Şimdi de insanlar başka cihetle tasnif edilmiştir. İnsan ya fikirleriyle hareket eder, ya da hisleriyle hareket eder. Fikirlerde birlik sağlanabilmektedir. Hislerde birlik sağlanamaz.
Başlangıçta insanlar ayrı yaşıyorlardı. Daha çok hislerle hareket ediyorlardı. Zamanla evrimleştiler. İnsanlar bir taraftan ilimde ilerleme yaparak fikirlerle harekete başladılar, diğer taraftan da birleşerek aralarında işbölümü yaptılar. İşte, içtihat demek, insanını hislerden sıyrılarak fikirleri ile hareket etmeye doğru gitmesidir.
Bununla beraber insanlar hiçbir zaman hislerden tamamen kurtulup akılları ile hareket edemezler. Hisleriyle hareketlerine devam edeceklerdir. Dolayısıyla insan daima hürriyetini koruyacaktır. Kişiliği var olacaktır. Zaten içtihat farklılıkları da buradan gelmektedir.
Allah bu âyetlerde insanın temel hislerini saymaktadır.
حُبُّ الشَّهَوَاتِ (XubBu elŞaHaVAvTı) “Şehvetlerin hubbu.”
Şehvetlerin hubbu, hayvanların duyduğu arzu demektir. Bu ihtiyaçlardan doğan arzudur. Suya karşı, yemeye karşı, cinsi ihtiyaçlara karşı, makam ve mevkiye karşı, zenginliğe karşı duyulan arzulardır. İsteklerdir. İnsanlarda böyle arzular olmasaydı insanlar yaşayamazdı, canlılar yaşayamazdı. Acıkmasaydılar karınlarını doyurmazlardı. Cinsi arzuları olmasaydı evlenmezlerdi, çocuk yapmazlardı. Çocuk sevgisi olmasaydı onları büyütmezlerdi. Bu hisler hayvanlarda da vardır. İnsanlarda ise bunun biraz ilerisi de vardır.
Topluluk bu duyguları teyit etmektedir. Evlenmeyen, evlendiği halde çocukları olmayan, çalışmayan, varlığını kullanmayan topluluklar kişileri dışlarlar. İnsan topluluk içinde olma arzusu nedeniyle bu isteklerini gidermek zorundadır. İşte bu sebepledir ki “Hubbibe” denmemiş de “Züyyine” denmiştir.
“Şehvet” biyolojik arzulardır, “Hubb” psikolojik arzulardır, “Ziynet” de sosyal arzulardır. Allah insanlarda bu arzuları bir araya getirerek bir hisler manzumesini oluşturmuştur. Bunun karşısında bunları dengede tutan fikir vermiştir. Fikir sayesinde insan hislerini dengeler. Hisler insanı aktif hâle getirir. Fikir ise ona fren yaparak dengeyi sağlar. Arabada nasıl gaz var, fren varsa; insanın gazı hislerdir, freni ise fikirlerdir. Yani içtihattır. Hisler insanın sorunlarını ortaya koyar, fikirler yani içtihat ise bu sorunları çözer. Hislerimiz olmasaydı sorunlarımız olmazdı, sorunlar olmayınca da onların çözümü söz konusu olmazdı.
İşte içtihat âyetlerinden sonra bu âyetleri burada onun için getirdi.
مِنْ (Min)
Bundan sonra sayılanların başına gelmiştir. Nisadan, beninden, kanatırdan, haylden, en’âmdan ve harsın şehvetinden demek olur. Burada “Min” değişik manâlarda olabilir.
Buradaki “Min” teb’iz içindir. Yani kadınların bir kısmını, oğlanların bir kısmını anmasındandır. Çünkü insan bütün kadınları değil kendi kadınlarını, bütün oğulları değil de kendi oğullarını, bütün malları değil de kendi mallarını sevmektedir. Bu sebeple “Min” kullanılmıştır. Bundan sonra gelenlerin marife olması bunu ifade etmesi içindir. İnsandaki hislerle fikirler arasında bu bakımdan çelişki vardır. İnsan hisleri ile kendisine ait olanları sevmektedir. Halbuki fikirler yani fıkıh, insana kendi çıkarını düşündüğü gibi başkalarının olanlarını düşünmesini de emrediyor. Fıkıh bu sınırı çiziyor. Ziynet ile şehvet arasındaki fark budur. Ziynet, başkasının mallarına saygı duymadır. Benim mallarım nasıl benim için iyisi ise; başkasının malları da onun için iyidir. Ona saygılı olmalıyım der. Şehvet ise tam tersine başkasının olanı da kendisine istemektir. İşte hayvanların şehveti ile insanların şehvet muhabbetinin ziyneti arasındaki fark budur.
النِّسَاءِ (elNiSA)
“Nesy” konak yerinde olanlar demektir. Ava veya savaşa çıkan oba bir yerde konaklar, erkekler yani rical, ayaklı olanlar ava veya savaşa çıkarlar. Çocuklar, kadınlar, yaşlılar ve eşya menzilde bırakılır. “Rical” karşılığı “Nisa” kullanılır. Kadın ve erkek için “Zeker” ve “Ünsa” kullanılır. Karı-koca çiftine de “Mer’” ve “Mer’e” denir. Kadın olsun erkek olsun, çocuk olsun büyük olsun, herkeste bir aile sevgisi vardır. Bu sayededir ki insanlar çoğalmaktadır. Bu sayededir ki insanlar zayıf günlerinde birbirlerine bakmaktadır. Aile fertleri arasında, akrabalar arasında bu sevgi konmamış olsaydı elbette yaşamak mümkün olmazdı. Bunun en açık örneği, sakat ve dilsiz bir çocuğa karşı tüm ailenin duyduğu sevgi hiçbir akılla izah edilemez. Bu durum ancak aile sevgisi, yakınlık sevgisi ile açıklanır. İnsan için en büyük bağlılık aile bağlılığıdır.
وَالْبَنِينَ (Va eLBeNİyNa) “İbinler, oğullar.”
“Benîn”i Kur’an “Emvâl”a karşı getirmektedir. Toplulukların ailelerin dışında erkekleri vardır. Kadınlar çocuk doğurup büyütmekle yükümlüdürler. Erkekler ise nafaka temin edip korumakla yükümlüdürler. Kadınlar kendi görevlerini ocak içindeki dayanışma ile giderebildikleri halde; erkekler gerek üretim yapabilmek, gerek savunma yapabilmek için organize olmak zorundadırlar. Bucak, il, ülke ve insanlık olarak teşkilatlanırlar. Bu teşkilata kadınlar da isterlerse katılabilirler. Ama teşkilat erkeklerin teşkilatıdır.
İşte Kur’an’daki “Nisa”ya karşı getirilen “Benûn” bunlardır. “Ebnâ” değil de “Benûn” kelimesi getirilmiştir. İnsanların bunlara karşı yani devlete karşı bir istekleri vardır. Bu sayede topluluk oluşmakta ve bugünkü uygarlık doğmaktadır. İnsanların yine buna karşı öyle meyilleri vardır ki devletleri için savaşıp ölmektedirler. Bu da ancak şiddetli topluluk şehveti ile gerçekleşmektedir.
Bu iki sevgi sosyal sevgidir. Buna karşı mal sevgisi vardır. Onları da dört grupta toplamıştır.
وَالْقَنَاطِيرِ (Va elKaNAOıRı) “Kantarlan. Tartılmış demektir.”
“Kantar” büyük terazi demektir. “Kutr” kelimesinden oluşmuştur. “Kutra” damla demektir. Bir ağırlık terazinin bir tarafına asılır, diğer taraftan öbür tarafa da bir su kabı asılıp su damlatılır. Damla sayısı ile ağırlık ölçülebilir. Burada katre kitlenin büyüklüğünü göstermiş olur. Terazinin uzak koluna altın veya gümüş konur, kısa kolunda ise satılacak mal asılırdı. Her mal için ayrı terazi veya kol kullanılırsa çarpmaya gerek kalmadan kaç gram altın verilmesi gerektiğini göstermiş olur. İşte böylece her şey altın ile tartılmış olmaktadır. Bugün bir kilo patates şu kadar gram altın eder demek, bu mal altın olsaydı ağırlığı o kadar altın olurdu demektir.
الْمُقَنْطَرَةِ (eL MuQaNOaRaTı) “Tartılmış demektir.”
“Kantar” yükün adı olur. Yani kantara konan mal demektir. Bu mal ne ile değerlendirilmiş, altın ve gümüşle değerlendirilmiş demektir. Yeryüzünde pek çok eşya vardır. Bunların çoğu ihtiyacımızı giderse de para değeri yoktur. Satılamaz, alınamaz. Hava böyledir. Deniz suyu böyledir. Deredeki çakıl taşları böyledir. Ancak para ile değerlendirildiği zaman o mal olmaktadır. Altın ve gümüşle değerlendirilmiş olması gerekmektedir. Yani insanlar onu satın alırlarsa değeri vardır. Yeryüzünde diğer alınıp satılan mallar vardır. Karşı tarafta ise mallar vardır. İşte o malların fiyatları ile çarpılıp toplamları altın gümüş toplamına eşit olacaktır. Böylece ekonominin genel kanunu ortaya çıkacaktır. Para=Mal*Fiyat olacaktır. Elektrikte eksi yük artı yüke eşittir. Burada da para mala eşittir. Sadece kimyada olduğu gibi kitleler farklıdır.
مِنْ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ (MiNa elZaHaBı Va eLFıwWati) “Zeheb ve fiddeden kantarlanmış kantarlar.”
“Min” harfi getirilmiştir. “Bi” harfi gelmeli idi. Çünkü altın ve gümüşle tartılmış yükler anlamını taşırdı. O zaman gerçek manâsında karşısına altın ve gümüş konmuş olurdu. Oysa altın ve gümüşten oluşmuşlarla ölçülüp tartılmış anlamını taşımaktadır. Yani altın ve gümüşün kendisi ile değil, altın ve gümüşten imal edilmiş bir şey ile tartılmış anlamını taşımaktadır. Yani para ile ölçülmüş anlamını taşımaktadır. Para altın ve gümüşe dayanmalıdır. Ama para altın ve gümüş olmamalıdır. Bugünkü paralar böyledir. Ne var ki, bugün karşılıksız para çıkarıldığı için sahte para olmuştur. Altın ve gümüşle tartılmış kâğıt para ile değerlendirilmiş mallar ifade edilmiştir.
“Min” ile altının kendisi değil de onunla imal edilmiş kâğıt para kastedilmiş olmaktadır. “Zeheb” marife olarak kullanılmıştır. Böylece altının element olduğuna işaret edilmiştir. Yani çeşitli altınlar yoktur, çeşit altın vardır. “Fıdda” da marife getirilmiştir. Demek o da elementtir. Gerçekten de bugün kimyada bilinmektedir ki altın da gümüş de element olan madendir. Bütün madenler elementtir. Gümüş 47’inci elementtir. Atom ağırlığı 107.870’dir. Altın gümüşün hemen altında 79 numaralı elementtir. Atom ağırlığı 196.967’dir. Bu ağırlıklar 6*10^23 atomun sayısıdır.
Bir atom gümüş 179.778 10^(-24) bir atom altın ise 328.278 10(-24) gramdır. Bunun iki katı 656.5 gram eder. Bu yüzde bir cumhuriyet altını etmektedir.
“Zeheb” giden anlamında olup ülkeler arası dolaştığı için zeheb denmiştir. Altın ülkeler arası paradır. “Fıdda” ise yayılan, dağılan anlamındadır. Ülke içi paradır. Ülke içi para olarak gümüş, ülkeler arası para olarak da altın kullanılacaktır.
Para olarak her zaman altın ve gümüş kullanılmıştır. Kâğıt paralardan sonra bile gümüş para her zaman basılmıştır. Gümüş para sikke olarak basılacak ve halkın elinde bulunacaktır. Altın para ise sikke olarak basılacak ama halkın elinde bulunmayacak, kuyumcuların elinde bulunacaktır. Halkın elinde tasarruf ve süs aracı olarak bulunacaktır. Para olarak da altın karşılığı çıkarılan ve beş katı daha fazla dolaşan bir para olacaktır.
Kur’an Allah’ın para olarak altın ve gümüşü yarattığını beyan etmektedir. Allah’ın bu haberi bugün gerçekleşmiştir. Alüminyum ilk defa elde edildiğinde birkaç yüz gram altın değerinde idi. Ama şimdi en ucuz madenlerdendir. Çünkü çoktur. Altın da böyle olabilir, çok bulunduğundan kıymetsiz olurdu. Ama böyle değildir. Altının miktarı yeryüzünde o kadar azdır ki, bu sebeple insanlar onu para olarak kullanmaktadır.
“Adil Düzen”de insanlık “altın para”yı çıkarmaktadır. İlçelerde bulunan kuyumculara dağıtmaktadır. Onlar altınla satmaktadır. Altın ile satılan altın para miktarının daha dört katı altın para çıkarılmaktadır. Biri ülkelere verilmekte, onunla “toprak parası”nı çıkarmaktadırlar. Biri illere verilmekte, onunla “demir parası”nı çıkarmaktadırlar. Biri bucaklara verilmekte, onunla “buğday parası”nı çıkarmaktadırlar. Biri de döviz bürolarına verilmekte, onunla “işletme senetleri”ni alıp satmaktadırlar. Toprak parası ile emek ve taşınmazlar değerlendirilmektedir. Demir parası ile inşat malzemesi değerlendirilmektedir. Buğday parası ile selem senetleri değerlendirilmektedir. Sonunda her şey altın ile ölçülmektedir. Üretici olmayan emeklerin karşılığıdır. Standart olmayan malların piyasasıdır. Meskük halde olacaktır. Karşılığında senet çıkarılmayacaktır.
وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ (VaeL PaYLı elMuSavVaMati) “Müsavveme olan hayl.”
“Hayl” at sürüsü veya süvari birliği demektir. Atın adı Arapçada “Feres” ise de Kur’an’da geçmemektedir. Kur’an hayldan katır ve eşekle beraber bahsetmektedir. Burada “Musavvameti” denmektedir. Musavvama, kendi kendine beslenen anlamındadır. Atlar çayırlıklara salınır, orada otlarlar. Yazın yukarılara çıkar, kışın aşağı inerler. Eğitilmiş bu atlar damgalıdır. Herkes kendi atını bilmektedir. O sebeple “müsavvama” denmiştir. “Sem” damga demektir. Burada marife getirilmiştir. Bunlar süvari birliklerinin beslediği atlardır. Savaşta en önemli ve iyi tarafları, yol istemden her yerde gitmelerinin yanında, yakıtın bitmesinin söz konusu olmamasıdır.
Tarihte atlar savaşlarda çok önemli roller oynamışlardır. Süvari birlikleri olan devletler olmayanlara karşı üstünlük sağlamışlardır. Sonra eyer bulunmuş ve bir üstünlük daha elde edilmiştir. Sonra üzengi bulunmuş ve ikinci derecede bir üstünlük daha kazanmıştır. Daha sonra tunçtan at arabaları ile üçüncü üstünlük elde edilmiştir. At, eyer, üzengi ve araba; böylece at savaşta dört defa evrim yapmıştır. Bugüne kadar süvari birlikleri hep savaşta var olmuştur.
Gelecekte de süvari birliklerine ihtiyaç olacaktır. Savunma savaşı süvari birlikleri ile kazanılabilir. Bunlar zırhlı birlikler olan tanklara kıyas edilebilir. Bunlar para ile alınıp satılan mallar arasında zikredilmemiştir. Çünkü bunlar serbest piyasada iş görmez. Sadece devletçe savaş için hazır bulundurulur. İnsanların ata olan ihtiyaçları kıyamete kadar sürecektir. At beslemeyen ordular yakıtları bitince teslim olurlar. At beslemeyen ordular dağlara çekilip savaşamazlar.
وَالْأَنْعَامِ (Va eLEaNGAMı) “Hayvanlar”
“En’âm” geviş getiren çift parmaklı hayvanlardır. Bunların başında deve gelmektedir. Deve her şeyi ile yararlanılan bir hayvandır. Eti, sütü, yünü, yük taşıması için elverişlidir. İnekte yün yoktur. Koyunda da güç yoktur. Bunun dışında bir de zürafa vardır. Ancak bunların beslenmeleri zor olduğu için insanlar ehlileştirip yararlanamamaktadır.
Bunlara yakın başka hayvanlar da vardır. İnsanlık için en’âm da önemini her zaman koruyacaktır. Onlar sayesinde her türlü bitkiler bizim için gıda olmuştur. Çobanlığın en büyük avantajı göç etmenin mümkün olmasıdır. Hayvanlarla yola çıkarsanız, dolaşıp durursunuz. Yine savaşlar için de hayvanlar çok önemlidir. Geri çekilme zorunluluğu olduğu zaman hayvanları da yanınıza alırsanız, başka ikmale gerek kalmadan hayatınızı sürdürürsünüz.
Tarihte devletler kervansaraylar yapmışlar. Çevrelerindeki meraları bunlara vermişler. Ayrıca belli sayıdaki hayvanı da karz-ı hasen olarak vermişler. Savaşa kadar otlat, besle, yararlan. Ama savaş zamanı bana hayvanlarımı teslim et. Bu sayede uzak yerlere gidilip savaş yapılması mümkün olmuştur. Bugün de aynı şeylere ihtiyacımız vardır. Savunma savaşının en önemli öğesi dayanabilmedir. Tecrit edildiğiniz zaman eğer dayanma şansınız varsa sonunda yenersiniz. Bu sebepledir ki bugünkü ordular hem süvari birlikleri bulundurmak durumundadır, hem de hayvan beslemek zorundadır. Bu hem orduyu bütçeye yük olmaktan kurtarır, hem de savunma savaşında atom bombasından çok daha önemli araçtır. Bunlar para ile elde edilemez. Bu sebepledir ki Kur’an bunları para ile ölçülenlerin dışında bırakmıştır.
وَالْحَرْثِ (Va eLXaRÇi) “Ekin”
“Hars” ekin demektir. Meyvelikler ancak yıllar içinde yetişebilmektedir. Dolayısıyla barış içinde önemlidir. Ama savaşta işe yaramaz. Oysa ziraat öyle değildir. Ekinler birkaç ay içinde yetişebilmektedir. Kavun, karpuz, hıyar, kabak, patates hep mevsimliktirler. Askeri birlikler bu tohumları hep yanlarında bulunduracaklar ve yerleştikleri yerde ekin yapıp kendi gıdalarını sağlayacaklardır. “En’âm”a kıyas yoluyla tavuk da beslenecektir.
Demek ki bu âyette zikredilen üç husus askeri birliklerin mutlaka bulundurmaları gereken değerlerdir. Ordu bunları para ile temin etmez. Tam tersine kendisine teslim edilen dağlarda, kırlarda kendi ihtiyacı için kendisi üretir.
ذَلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا (ÜAvLıKa MaTAGu elXaYAvti elDuNYAy) “Bunlar dünya hayatının metaıdır.”
Dünyada yaşamak için bu değerlere önem verilmelidir. Dünya hayatı demek yakın hayattır. Yani kıyametten önceki hayattır. Burada “Tilke” denmemiş de “Zâlike” denmiştir. Çünkü dördü bir bütünlük oluşturmaktadır. Tek sayılmıştır. Çoğulların çoğuludur. her biri ayrı ayrı çoğuldur. Dördü bir arada ise “Zâlike” ile ifade edilir.
Sömürücü sermaye orduları bu gibi teçhizatta tecrit etmiştir. İşi paraya bağlamıştır. Sermaye sömürü için bunu böyle yapmak zorundadır. Adil Düzenciler ise ordularını buna göre teçhiz edeceklerdir.
Batı’nın telkinleri ile Türk ordusundan süvari birliklerinin kaldırılması istenmiştir. Mareşal Fevzi Çakmak buna karşı çıkmış ve motorizeye karşı diye propaganda yapmışlardır. Yarın Adil Düzenciler ikinci istiklâl savaşını yapmak zorunda kalacaklardır. Çünkü kimileri Kur’an’dan bunları öğrenip ona göre silahlanacağı yerde, Kur’an düşmanlığını yapmaktadır. Düşmanlarımız ordularımızı dağıtmış olabilirler. Ama biz yine de Türk cumhuriyetini ve istiklâlini koruyacağız. Türk halkı buna göre at, hayvan beslemeli ve tarım yapmalıdır. Hepimizin birer dönüm yeri olmalı, orada bunları örnek olarak yapmalıyız. Kentten kaçmak zorunda kaldığımızda orada yaşayabilmeliyiz.
وَاللَّهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَآبِ (Va elLAHu XuSNu MeEAvBı) “Allah’ın yanında ise meabın haseni vardır. Allah’ın yanında en güzel barınma imkânı varıdır.”
“Evb” kelimesi ev kelimesi ile akrabadır. Yuvaya dönmek demektir. Yukarıda sayılan hususlar, kişilerin savunmada tek başlarına yaşamaları içindir. Buna gerek de vardır. Ama asıl olan birlikte hukuk düzeni içinde yaşamaktır. Dolayısıyla bir taraftan dinlenme yerlerinde birer dönümlük yerlerimiz olacaktır, diğer taraftan kentin içinde de evlerimiz olacaktır. Uygarlığın bütün nimetlerinden yararlanacağız. Ama savaşa da hazırlıklı olmalıyız.
Bizim Adil Düzencilere önerdiğimiz hayat bu hayattır. Kentte siteleriniz olacaktır. Kırda ise dinlenme yerleriniz olacaktır. Orada oturanlar hayvan besleyecek, tarla kazıyacak. Siz onların mamullerini alacaksınız. Ev bedava olacak. Sizin de orada eviniz olacaktır. Hem tabiî gıda ile gıdalanacak ve aracıyı devreden çıkaracaksınız, hem de savaşa hazırlıklı olacaksınız. Burada “Allah”ı siz “devlet” olarak alabilirsiniz, “topluluk” olarak alabilirsiniz. Ama Ahireti de düşünür, hüsn-ü meâbı oraya hamledebilirsiniz. Ancak bundan sonraki âyet böyle bir manâyı vermeye manidir. Çünkü bundan daha hayırlısı Ahirette vardır, denmektedir. O halde buradaki hüsn-ü meâb dünyevi hüsn-ü meâbdır. O da barış düzeninde tüm uygarlığın gerekleri ile yaşamaktır. Dünya pazarlarına açık olacağız. İşbölümü içinde verilmiş işlerde çalışacağız.
قُلْ (QuL) “Kavlet. Söye.”
İki önceki âyet kâfirlerle ilgili idi. Onlara söyle denmişti. Bundan önceki âyet insanlara hitap etmektedir. Burada söylenecek olan bütün insanlardır. Bütün insanlara bu sözleri ulaştırabilmemiz için bir teşkilata ihtiyaç vardır. Bir vakıf kurmalıyız. O vakıf 10 000 hanelik bir site kurmalıdır. Bu bir ilçedir. 100’er dairelik 100 apartman yapmalıyız. Apartman 10 katlı olmalıdır. Ayrıca altta iki kat işyeri olmalıdır. Çatı katında sosyal hizmetler görülmelidir. Her katta mescit olmalıdır.
Her kata ayrı dil konuşan kimseleri yerleştirmeli ve onlara iş vermeliyiz. Her lisan için 10 aile yerleşmelidir. Bu ilçede Arapça tedris edilmeli ve Arapça konuşulmalıdır. İşte biz bunlara tebliğ etmeliyiz. Bunlar da memleketlerine döndüklerinde halkına tebliğ etmelidirler. Çıkaracağımız Arapça dergiyi bunlar kendi dillerine çevirmelidirler. Televizyonlarda Arapça yayın yapılmalıdır. Her yerde kendi dillerine çevrilmelidir.
İşte buradaki “Kul” emri bize bu külfeti yüklemektedir.
Kimse bize kulak vermiyor. Demek ki helâk olacaklardır. Siz de kurtulabilmeniz için bu yolda çalışmalısınız. “Qul” bağlayıcıdır, icabı içerir. Biz yalnız söylemeyeceğiz; aynı zamanda ortaklıklar kurup tüm insanları bir araya getirmeliyiz.
أَؤُنَبِّئُكُمْ (Ea EuNaBBıEuKuM) “Size tenbih edeyim mi?”
“Haber” geçmişte olmuş olayı bildirmektedir. “Nebe’” ise gelecekten haber vermektir. Allah yukarıda insanların özelliklerini anlattıktan sonra, Ahiret hayatına devem etmektedir. Bizim insanlara Ahiret hayatımız hakkında bilgi vermemiz gerekmektedir. Ahiret hayatının varlığı bugün ilmen tesbit edilmektedir. Ancak ne olduğu bilinmemektedir. Bu hususta bilgi vermek için mutlaka vahiy gerekmektedir. Kur’an bunu yapmakta, bize bu haberi insanlığa ulaştırmamız emredilmektedir. İnsanlık Ahirete inanmakla huzura erecektir. Kur’an’ın emrettiği ibadetlerle insanın mükellef olması için kişinin ayrılıp Kur’an’a inanan cemaate katılması gerekir. Ama Kur’an’a inanmamış olabilir. O kendi cemaatine katılmış kalabilir. İşte “İmanı olan Cennete gidecektir.”in manâsı budur. İnsanları buna inandırabilmemiz için onlara ilim yoluyla hitap etmeliyiz.
بِخَيْرٍ مِنْ ذَلِكُمْ (Bı PaYRın Min ÜAvLıKuM) “Bundan daha hayırlısını”
Bundan daha hayırlısını size bildireyim mi diye sor diyor Kur’an. Burada aynı zamanda tebliğ metodunu öğretmektedir. Tek taraflı radyo ve televizyonla tebliğ olmaz. Bizzat kendileriyle ikili diyalog kurmamız gerekmektedir. Onun için soru şeklinde ifade edilmiştir. Soru sorabilmek ancak karşılıklı konuşma ile olabilmektedir.
“Daha hayırlısını” demekle, yukarıda sayılan para ile ölçülen değerler demektir. Meralarda otlayan atların, davarların ve ekinin de hayır olduğunu, ancak bunlardan daha hayırlısını bildireyim mi diyor. Bunlar Ahirette olacak. Bizi bu dünyaya bağlayan zevklerimiz vardır. Bunlar bu dünya hayatının yürümesi içindir. Ahirete gittiğimizde de zevklerimiz olacaktır. Bizi cennete bağlayacaktır. İşte bu âyette o zevkler hakkında bilgi vermektedir. Orada çocuklar yetiştirmeyeceğimiz için çocuklara duyduğumuz duygular olmayacaktır. Ancak olgunlar arasındaki sevgi bu dünyadakinden çok üstün olacaktır. Oralarda kendimizi korumak için ordularımız olmayacaktır. Ancak kadın-erkek gruplar oluşturup ortak çalışmalar yapabileceklerdir. Bu çalışma insanın bilgisini artırma şeklinde olacaktır. Orada insanlar cinsi ilişkiler kurup çocuk yetiştirmeyeceklerdir. Ancak eşler arasında çok daha ileri anlamda bağlılık olacaktır.
لِلَّذِينَ اتَّقَوْا (Lı ellAĞIyNa itTaQaV) “İttika edenler için”
İttika edenler için bu üstün hayat olacaktır. Dünyevi zevklerin yerini onlardan çok daha ileri uhrevi zevkler alacaktır. Acıkan insan için yemek en zevkli bir şeydir. Kirlenen yıkandığı zaman zevk alır. Ahirette hastalık ve ölüm olmadığına göre zevkler eksiklikleri tamamlamak şeklinde değil, artırma ve kemale gitme insan için zevk olacaktır. Cehennemde olanlar için de benzer zevkler vardır. Ancak onlar cezalarını çektikçe azabın hafiflemesinden doğan zevklerdir. Sıcaktan bunalan kimsenin serinlikten hoşlandığı gibi bir hoşlanma olacaktır.
عِنْدَ رَبِّهِمْ (GıNDa RabBıHıM) “Rab’lerinin indinde”
Rab’lerinin indinde dendiği zaman sadece Allah kastedilir. Sadece Allah kelimesi ile ona giden zamir topluluğu temsil eder. Böylece burada söylenenlerin Ahiretteki nimetlerden olduğu teyit edilmektedir. Ahiretteki Cennet nimetlerine bugün biz ulaşamadığımız için ona Rab’lerinin indinde denmektedir. Ahiretin değerlerini üç noktada toplamaktadır. İçinde yaşanılan bağlık; dünya hayatını yaşamak için duyulan zevklere tekabül etmektedir. Mutahhar eşler; bu da dünyadaki nisa ve benuna tekabül etmektedir. Allah’ın rızası; bu da hayl, en’âm ve harse tekabül etmektedir. Hüsn-ü meabın mukabili; Allah’ın ibadını görmesidir. Bunlar da Ahiretin insana zevk veren hususlarıdır.
جَنَّاتٌ (CenNATun) “Cennetler.”
Cennetler, ağaçlı meyvelikler demektir. Hem nekire getirilmiştir, hem de kurallı dişi çoğul ile çoğaltılmıştır. Demek ki değişik bağlıklar olacak, ancak bunlar birbirini tamamlayacaktır. Canlıların birçok besin maddelerine ihtiyacı vardır. Bunlar zor ölçülecek derecede az olabilir ama bunlara ihtiyaç vardır. Bilgisayarların cipleri dört değerli yarı metaller içine çok az miktarda üç veya beş değerli elementler karıştırılırsa yarı iletken olurlar. Bilgisayarlarımız hep bu teknikle üretilmektedir. Mesela, germanyuma üç değerli gandiyum veya beş değerli selenyum karıştırılınca yarı iletken olurlar. Böylece her canlı birçok az miktarda değişik maddeleri diğer canlılardan almaktadır. Tek çeşit gıda bu sebeple yeterli değildir. Değişik bahçelerin olması bu gıda dengesinin sağlanması içindir. Hac kurbanı, zemzem suyu, taşlama, Hacer-i Esvede el sürme bu sebeple teşri edilmiştir.
تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ (TaCRIy MiN TaPTıHıMu elEaNHARu) “O bağlıkların altında nehirler akar.”
Buradaki “Taht” kelimesi de çok önemlidir. İçinde ırmaklar akar denmeyip, tahtında akar denmiştir. İleride tarım şöyle olacaktır. Seraları düşünelim. Künkler döşenmiş ve künklerin içinde sular akmaktadır. Bitkiler kökleri ile bunların etrafını sararak emerler. Yaprakları ile havaya verirler. Hava rutubetini alan bir mekanizma suları tekrar künke göndermektedir. Burada hiç su zayiatı yoktur. İşte Âhiret hayatındaki tarlaları sulama bu teknikle olacaktır. Yağmur yağmayacaktır. İnsanlar bunların gölgeleri altında dolaşacaklardır. Sıcaklık da serinlik şeklinde sürekli olacaktır. Ne soğuk ne de sıcak olacaktır. Deneyler göstermiştir ki bitki kökleri suyun olduğu tarafa yönelir ve künklerden suyunu ve gıdasını almış olur. Orada süt, bal, içki ve su ırmakları vardır. Akarlar. İnsanlar onlardan beslenirler. Gıdalar tam gıda olduğu için arkadan pislik çıkmayacaktır. Önden de pis olmayan su çıkmış olacaktır. Su orada da hayat için şart olacaktır.
خَالِدِينَ فِيهَا (PaLiDIyNa FIyHA) “Orada halittirler.”
Zaman da mekân gibi sonradan var edilmiştir. Mekânsız zaman olmaz. Zaman olmayan yerde huld da yoktur. Kâinat on milyar yıl önce yaratıldı. Daha on milyar yıl var olacaktır. Eğer dünyada halid olsaydık, Kâinat’ın yaratıldığı tarihten beri olmasaydık, kıyamete kadar varlığımızı sürdürürdük. Halid olmak demek, o Kâinat içinde halid olmak demektir. Peki, sonra ne olacaktır? Kur’an’da daha üstün hayata geçiş olduğu bildirilmiştir. Bu dünyanın zevkleri orada isteyenlere vardır. Ama daha da üstün olanları vardır. Gerçek olan bir şey vardır ki, yok olma mevcut değildir. Esasen beş boyutlu uzayda zaman olmadığı için orada var olma ve yok olma da söz konusu değildir.
وَأَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ (Va EaZVACun MuOahHARAtün) “Mutahhar ezvâc vardır.”
Dünyada evlilik çocuk yetiştirme müessesesi olarak vardır. Ahirette çocuk yetiştirme söz konusu olmayacağına göre bu müessese olmayacaktır. Bununla beraber nasıl yaşlılar da evli olarak kalıyorlarsa, kardeşler arasında sevgi varsa, ana-oğul arasında sevgi ve saygı varsa; orada da bu tür sevgilerin daha ilerisi olacaktır. İnsanlar dünyadaki bütün zevklerini ve daha fazlasını alacaklardır. İnsandaki zevk kodlanmış elektrikî uyarılarından oluşmaktadır. Beyne bunlar elektrik uyarıları olarak gelmekte ve beyinde sayısal sisteme çevrilmekte, oradan da üstün hız dalgaları ile ruha ulaştırılmaktadır. Ruh o dalgalardan zevk almaktadır. O halde Allah için bunlar son derece kolay işlerdir.
Ne var ki, her duygunun bir işi var. Boşu boşuna bir şey var edilmemiştir. Ahiretin bu zevkleri ne amaçla var olacaktır? Niçin eşler vardır? Sırf zevk için mi bu eşler vardır? Orada da işler vardır. Derecelerin yükselmesi için amel vardır. Sadece ceza yoktur. Orada da topluluklar ve işbirlikleri vardır. İnsanlar mı topluluk içindir, yoksa topluluk insanlar için midir? Dünyada insanlar topluluk içindir. Ahirete hazırlama bakımından topluluklar insanlar içindir. Ahiretteki topluluklar bu dünya toplulukları olmayacaktır. Orada ezvâc olacaktır. Oraya göre düzenlenmiş ezvâc olacaktır.
Arapça kelimeler erkek ve dişi olurlar ama bazı kelimeler dişi oldukları halde hem erkek hem de dişiyi ifade ederler. “Nefs” kelimesi böyledir. Bazı kelimeler erkek olduğu halde hem erkeği hem dişiyi ifade ederler. “Zevc” böyle bir kelimedir. Arapçada “Zevce” yoktur. Dolaysıyla buradaki “Ezvâc” erkek ve kadın ayırımı olmadan eşleri ifade eder. Bu eşler sadece karı-koca eşleri olmayıp, gruplaşma anlamındadır. Onun maddî nimetleri yanında sosyal nimetlerden bahsetmektedir. “Mutahharat” kelimesini kullanmıştır. Çünkü insanlar bir araya gelince çevre kirliliği doğmaktadır. Ahirette ise insanlar kirletici olmayacaktır. Kirlenme de olmayacaktır.
وَرِضْوَانٌ مِنْ اللَّهِ (Va RıWVaNun MiNelLAHi) “Allah’tan rıdvan olarak”
Bahçeler ve eşlerden sonra, Allah’ın rızası nimet olarak sayılmıştır. İnsan güven içinde olmayı ister. Bir yöneticinin iltifat göstermesi bizi memnun eder. Ahirette ise Allah bize iltifat edecektir. Bu da bizim için en büyük mutluluk olacaktır. Allah da zaten insanları onlarla dostluk kursun diye yaratmıştır. Hâlık olan Allah’tır. Hiçbir şey yapmayan, muhatabı bulunmayan bir varlık Allah olamaz. Allah’ın muhatabı olmak demek, bir tür O’nun kişiliğini kazanmak demektir. Devletler kişileri muhatap almaz, onları tanımak istemezler. Görüşmek istediğin insan seninle görüşmezse sıkılırsın. Allah’ın rızası esas gayedir. İnsanlar Allah’tan razı olacaklar, onlar da Allah’tan razı olacak. Kâinat’ın yaradılış sırrı budur.
وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ (Va elLAHu BaÖIyRun Bi eLGıBADı) “Allah ibadları basirdir.”
Genel kanı Ahirette ibadet olmadığıdır. Bunun hatalı olduğu burada belirlenmiştir. Bu âyette Ahirette Allah ibadını gözetir denmektedir. Yani orada da ibadet vardır. O ibadetlerin karşılığı da verilecektir. Allah’ın razı olması ile Allah’ın basirun bi’l-ibadi olması farklı olmalıdır ki Allah kelimesi tekrar edilmiştir. Allah’ın oradaki rızası rahman sıfatı ile olacaktır. Dünyadaki amellerine karşılık insanlar Cennete girmişlerdir. Artık onlar orada suç işlemeyecek ve cezalandırılmayacaklardır. Bu Allah’ın rızasına dayanır. O kadar çok Allah’ın sevgisini kazanmışlardır ki artık onların hiçbir kusuru görülmeyecektir. Kulları basir olması ise orada yapacakları ibadetlere karşılık orada kendilerine verilecek mükâfatlardır.
İçtihat âyetlerinden sonra bu Ahiret hayatından neden bahsetti? İçtihat âyetleri ile dünya düzeni anlatılmıştır. Ahiret düzenine ulaşabilmemiz için dünyada eğitim görmüş olmamız gerekir. Bu eğitim evrim eğitimidir. İleride olmak değil, daha ileri gitmektir. Bu sebepledir ki çobanlık dönemindeki bir insanla elektronik dönemindeki bir insan aynı eğitimi almaktadır. Maksat ileriye gitme eğitimidir. Buluş eğitimidir. Cennette de bu ilerleme devam edecektir demektir.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92