Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 559
YUSUF SURESİ TEFSİRİ-38-40.AYETLER
1.05.2010
937 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 44 YILDIR ÇALIŞIYOR....2008...2009...2010

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜNYA DÜZENİ 559

“ADİL DÜNYA DÜZENİ, III. BİN YIL MEDENİYETİ PROJESİDİR.”

Haftalık Seminer Dergisi             01 Mayıs 2010                      Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 559. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00-21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Gayemiz ve Hedefimiz: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır.    Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

***

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;

İŞSİZLİĞİN KAYNAĞI

KAYIT DIŞI EKONOMİDİR

-ÇAĞIMIZDA DEVLET YÖNETMEK İLİM İŞİDİR-

AK PARTİ’Yİ BEKLEYEN

TEHLİKE

***

*ÜSKÜDAR SEMİNERLERİ; 109. SEMİNER

Her Hafta PERŞEMBE akşamları; Adres: EMİNEVİMKısıklı Cad. No: 36  Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL  Tel: (0216) 444 36 46

SOHBET…  SEMİNER…  SORULAR-CEVAPLAR…

***

Tarımda faiz, icra ve iflas

Mahmutpaşa Raporu-1

Mahmutpaşa Raporu-2

İşsizlik ve süper güç Türkiye

Reşat Nuri EROL

***

YUSUF SÛRESİ TEFSİRİ - 12

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ(1) إِنَّا أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ(2) نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ أَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ هَذَا الْقُرْآنَ وَإِنْ كُنتَ مِنْ قَبْلِهِ لَمِنْ الْغَافِلِينَ(3) إِذْ قَالَ يُوسُفُ لِأَبِيهِ يَاأَبَتِ إِنِّي رَأَيْتُ أَحَدَ عَشَرَ كَوْكَبًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ رَأَيْتُهُمْ لِي سَاجِدِينَ(4) قَالَ يَابُنَيَّ لَاتَقْصُصْ رُؤْيَاكَ عَلَى إِخْوَتِكَ فَيَكِيدُوا لَكَ كَيْدًا إِنَّ الشَّيْطَانَ لِلْإِنسَانِ عَدُوٌّ مُبِينٌ(5) وَكَذَلِكَ يَجْتَبِيكَ رَبُّكَ وَيُعَلِّمُكَ مِنْ تَأْوِيلِ الْأَحَادِيثِ وَيُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَعَلَى آلِ يَعْقُوبَ كَمَا أَتَمَّهَا عَلَى أَبَوَيْكَ مِنْ قَبْلُ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْحَاقَ إِنَّ رَبَّكَ عَلِيمٌ حَكِيمٌ(6) لَقَدْ كَانَ فِي يُوسُفَ وَإِخْوَتِهِ آيَاتٌ لِلسَّائِلِينَ(7) إِذْ قَالُوا لَيُوسُفُ وَأَخُوهُ أَحَبُّ إِلَى أَبِينَا مِنَّا وَنَحْنُ عُصْبَةٌ إِنَّ أَبَانَا لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ(8) اقْتُلُوا يُوسُفَ أَوْ اطْرَحُوهُ أَرْضًا يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ أَبِيكُمْ وَتَكُونُوا مِنْ بَعْدِهِ قَوْمًا صَالِحِينَ(9) قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ لَا تَقْتُلُوا يُوسُفَ وَأَلْقُوهُ فِي غَيَابَةِ الْجُبِّ يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ إِنْ كُنتُمْ فَاعِلِينَ(10) قَالُوا يَاأَبَانَا مَا لَكَ لَا تَأْمَنَّا عَلَى يُوسُفَ وَإِنَّا لَهُ لَنَاصِحُونَ(11) أَرْسِلْهُ مَعَنَا غَدًا يَرْتَعْ وَيَلْعَبْ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ(12) قَالَ إِنِّي لَيَحْزُنُنِي أَنْ تَذْهَبُوا بِهِ وَأَخَافُ أَنْ يَأْكُلَهُ الذِّئْبُ وَأَنْتُمْ عَنْهُ غَافِلُونَ(13) قَالُوا لَئِنْ أَكَلَهُ الذِّئْبُ وَنَحْنُ عُصْبَةٌ إِنَّا إِذًا لَخَاسِرُونَ(14) فَلَمَّا ذَهَبُوا بِهِ وَأَجْمَعُوا أَنْ يَجْعَلُوهُ فِي غَيَابَةِ الْجُبِّ وَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِ لَتُنَبِّئَنَّهُمْ بِأَمْرِهِمْ هَذَا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ(15) وَجَاءُوا أَبَاهُمْ عِشَاءً يَبْكُونَ(16) قَالُوا يَاأَبَانَا إِنَّا ذَهَبْنَا نَسْتَبِقُ وَتَرَكْنَا يُوسُفَ عِنْدَ مَتَاعِنَا فَأَكَلَهُ الذِّئْبُ وَمَا أَنْتَ بِمُؤْمِنٍ لَنَا وَلَوْ كُنَّا صَادِقِينَ(17) وَجَاءُوا عَلَى قَمِيصِهِ بِدَمٍ كَذِبٍ قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ أَنفُسُكُمْ أَمْرًا فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللَّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ(18) وَجَاءَتْ سَيَّارَةٌ فَأَرْسَلُوا وَارِدَهُمْ فَأَدْلَى دَلْوَهُ قَالَ يَابُشْرَى هَذَا غُلَامٌ وَأَسَرُّوهُ بِضَاعَةً وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِمَا يَعْمَلُونَ(19) وَشَرَوْهُ بِثَمَنٍ بَخْسٍ دَرَاهِمَ مَعْدُودَةٍ وَكَانُوا فِيهِ مِنْ الزَّاهِدِينَ(20) وَقَالَ الَّذِي اشْتَرَاهُ مِنْ مِصْرَ لِامْرَأَتِهِ أَكْرِمِي مَثْوَاهُ عَسَى أَنْ يَنفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَكَذَلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْأَرْضِ وَلِنُعَلِّمَهُ مِنْ تَأْوِيلِ الْأَحَادِيثِ وَاللَّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ(21) وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ(22) وَرَاوَدَتْهُ الَّتِي هُوَ فِي بَيْتِهَا عَنْ نَفْسِهِ وَغَلَّقَتْ الْأَبْوَابَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَ قَالَ مَعَاذَ اللَّهِ إِنَّهُ رَبِّي أَحْسَنَ مَثْوَايَ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ(23) وَلَقَدْ هَمَّتْ بِهِ وَهَمَّ بِهَا لَوْلَا أَنْ رَأَى بُرْهَانَ رَبِّهِ كَذَلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّوءَ وَالْفَحْشَاءَ إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَصِينَ(24) وَاسْتَبَقَا الْبَابَ وَقَدَّتْ قَمِيصَهُ مِنْ دُبُرٍ وَأَلْفَيَا سَيِّدَهَا لَدَى الْبَابِ قَالَتْ مَا جَزَاءُ مَنْ أَرَادَ بِأَهْلِكَ سُوءًا إِلَّا أَنْ يُسْجَنَ أَوْ عَذَابٌ أَلِيمٌ(25) قَالَ هِيَ رَاوَدَتْنِي عَنْ نَفْسِي وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ أَهْلِهَا إِنْ كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِنْ قُبُلٍ فَصَدَقَتْ وَهُوَ مِنْ الْكَاذِبِينَ(26) وَإِنْ كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ فَكَذَبَتْ وَهُوَ مِنْ الصَّادِقِينَ(27) فَلَمَّا رَأَى قَمِيصَهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ قَالَ إِنَّهُ مِنْ كَيْدِكُنَّ إِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظِيمٌ(28) يُوسُفُ أَعْرِضْ عَنْ هَذَا وَاسْتَغْفِرِي لِذَنْبِكِ إِنَّكِ كُنتِ مِنْ الْخَاطِئِينَ(29) وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَدِينَةِ امْرَأَةُ الْعَزِيزِ تُرَاوِدُ فَتَاهَا عَنْ نَفْسِهِ قَدْ شَغَفَهَا حُبًّا إِنَّا لَنَرَاهَا فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ(30) فَلَمَّا سَمِعَتْ بِمَكْرِهِنَّ أَرْسَلَتْ إِلَيْهِنَّ وَأَعْتَدَتْ لَهُنَّ مُتَّكَأً وَآتَتْ كُلَّ وَاحِدَةٍ مِنْهُنَّ سِكِّينًا وَقَالَتْ اخْرُجْ عَلَيْهِنَّ فَلَمَّا رَأَيْنَهُ أَكْبَرْنَهُ وَقَطَّعْنَ أَيْدِيَهُنَّ وَقُلْنَ حَاشَ لِلَّهِ مَا هَذَا بَشَرًا إِنْ هَذَا إِلَّا مَلَكٌ كَرِيمٌ(31) قَالَتْ فَذَلِكُنَّ الَّذِي لُمْتُنَّنِي فِيهِ وَلَقَدْ رَاوَدتُّهُ عَنْ نَفْسِهِ فَاسْتَعْصَمَ وَلَئِنْ لَمْ يَفْعَلْ مَا آمُرُهُ لَيُسْجَنَنَّ وَلَيَكُونَ مِنَ الصَّاغِرِينَ(32) قَالَ رَبِّ السِّجْنُ أَحَبُّ إِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَنِي إِلَيْهِ وَإِلَّا تَصْرِفْ عَنِّي كَيْدَهُنَّ أَصْبُ إِلَيْهِنَّ وَأَكُنْ مِنْ الْجَاهِلِينَ(33) فَاسْتَجَابَ لَهُ رَبُّهُ فَصَرَفَ عَنْهُ كَيْدَهُنَّ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ(34) ثُمَّ بَدَا لَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا رَأَوْا الْآيَاتِ لَيَسْجُنُنَّهُ حَتَّى حِينٍ(35) وَدَخَلَ مَعَهُ السِّجْنَ فَتَيَانِ قَالَ أَحَدُهُمَا إِنِّي أَرَانِي أَعْصِرُ خَمْرًا وَقَالَ الْآخَرُ إِنِّي أَرَانِي أَحْمِلُ فَوْقَ رَأْسِي خُبْزًا تَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْهُ نَبِّئْنَا بِتَأْوِيلِهِ إِنَّا نَرَاكَ مِنْ الْمُحْسِنِينَ(36) قَالَ لَا يَأْتِيكُمَا طَعَامٌ تُرْزَقَانِهِ إِلَّا نَبَّأْتُكُمَا بِتَأْوِيلِهِ قَبْلَ أَنْ يَأْتِيَكُمَا ذَلِكُمَا مِمَّا عَلَّمَنِي رَبِّي إِنِّي تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ(37)

 

وَاتَّبَعْتُ مِلَّةَ آبَائِي إِبْرَاهِيمَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ مَا كَانَ لَنَا أَنْ نُشْرِكَ بِاللَّهِ مِنْ شَيْءٍ ذَلِكَ مِنْ فَضْلِ اللَّهِ عَلَيْنَا وَعَلَى النَّاسِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَشْكُرُونَ (38) يَاصَاحِبَيِ السِّجْنِ أَأَرْبَابٌ مُتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ أَمْ اللَّهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ (39) مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِهِ إِلاَّ أَسْمَاءً سَمَّيْتُمُوهَا أَنْتُمْ وَآبَاؤُكُمْ مَا أَنزَلَ اللَّهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍ إِنْ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلَّهِ أَمَرَ أَلاَّ تَعْبُدُوا إِلاَّ إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ (40)

 

وَاتَّبَعْتُ

(Va itTaBaGTü)

“Tâbi oldum.”

Nebi Hazreti Yusuf hapishane arkadaşlarına rüya tabirinden önce İslâmiyet’i tebliğ etmektedir. Sadece rüya tabir etse, artık herkes kendi derdine düşecek, Hazreti Yusuf’a kulak vermeyeceklerdir. Onlara rüyayı tabir edecek ama ondan önce tebliğini de yapacaktır.

Biz de böyle yapmalıyız; bir kimse bizden bir şey talep ediyorsa, önce ona “Adil Düzen”i tebliğ etmemiz gerekmektedir. Mesela, bize ‘işsizliğe çare bulalım’ derlerse; bu vesileyle giriş yapıp tebliğimizi yapmamız gerekmektedir. Önerilerde bulunmak üzere belediye başkanlıklarından, genel müdürlerden, mağazalardan randevu istemeliyiz. Bu suretle tebliğimizi yapmış olmalıyız.

Biz gardrop (mobilya) imalatına başlamayı deniyoruz. Mağazalara uğrayıp konsinye bırakacağımızı söylüyoruz. Bu vesile ile veresiyeciliğin zararlarını, konsinyenin meşruiyetini anlatıyoruz. Bu vesile ile tebliğ yapmış olmaktayız. İnternet dergimize ilan vermelerini söylüyoruz. Bu yolla hakemlik sistemini de tebliğ etmiş oluyoruz.

Biz siyasi parti kurup kendilerinden oy istediğimiz zaman “Adil Düzen”i tebliğ ettik. Bu günkü AK Parti iktidarı bu sayede orada oturmaktadır. Burada Nebi Hazreti Yusuf’tan öğrendiğimiz sünnete göre; normal iş hususunda görüşmeler yaptığımızda hep “Adil Düzen”i anlatmamıza vesile olacaktır. O zamanlar insanlar putlara tapıyorlardı. Tebliğ tek Tanrı’ya davet idi. Bugün kimse tek Tanrı’yı inkâr etmiyor ama yapılan tüm uygulamalar şirk içindedir. “Allah’ın düzeni”ni beğenmeyip “Batı düzeni”nden medet ummak, o zamandan daha beter bir şirktir.

Tâbi olmak” onun peşinden gitmek demektir.

Anasının peşinden koşan yavruya “teb’a” denmektedir.

Hazreti Yusuf da Hazreti İbrahim’in milletine tâbi olmuştur. Hazreti İbrahim Allah’tan vahiy almış ve gösterdiği mucizelerin yanında makul konuşması ile insanlara etki etmiştir. Hazreti İbrahim’in babası da Hazreti Yusuf’un atasıdır Ama ona tâbi değildir. Çünkü o salihlerden değildir. Makul olduğu için İbrahim’in milletinden olmuştur, yoksa babası dedesi olduğu için değil.

Biz de geçmişteki peygamberlere tâbi olacağız. Onlara bizim  yakınlığımız olduğu için değil, babalarımızın dini olduğu için değil; Hak dinde oldukları için onlara tâbi olacağız. Onlar bir yoldan yürümüşler ve bugünkü uygarlıkları kurmuşlardır.

Müşrikler ve ateistler şimdi nerededirler? Mısırlılardan bir bakiye görüyor muyuz? Mısır’da Firavunlara ibadet edenler var mı? Grekleri düşünelim, bugünkü Yunanistan’da kimler vardır? Kiliseler vardır ama Yunan tapınakları var mıdır, Zeus’a tapan var mıdır?

O halde biz de peygamberlere tâbi olmalıyız. Hazreti Yusuf’un yaptığını yapmalıyız. Usulde istishab delil midir diye tartışılmaktadır. Başarılı bir uygulama varsa ve başka delilimiz de yoksa, biz onu delil kabul eder ve tâbi oluruz. Madem ki İbrahim milleti başarılı olmuştur; elimizde başka delil yoksa onlara tâbi olmalıyız, başarısız olanlara değil.

مِلَّةَ آبَائِي

(MilLaTa EABAvEIy)

“Eblerimin milletine tâbi oldum.”

Türkçede “din” olarak adlandırdığımız kurum Arapçada “millet”tir. Hazreti İbrahim’in milletinden bahsetmektedir. Melikin dininden bahsetmektedir. “Millet” kelimesini Türkler yanlış kullanmakta, “kavm” olarak adlandırmaktadırlar. Yukarıda Yusuf  Peygamber kavminin milletini terk etmiştir. Onlar babalarının milletine tâbi olmuştur. Burada anlatılan ulusal dinciliktir. Kendi ulusunu üstün görüp ulusal dine ibadet etme kötü gösterilmiştir.

Bu sûrenin bu yerleri adeta zamanımıza bakmaktadır. Bediüzzaman’ın bu tabirini biz de kullanıyoruz. Tarihte kavmî milletler (Türkçedeki dinler) oluşmuş, ulusu adına canını vermek kutsal sayılmıştır. Hazreti Yusuf bunu terk ediyor. Ulusun kutsiyeti yoktur, milletin kutsiyeti vardır. Yani Allah için cihat yapacaksın. Bugün ise ulus devletler vardır. Onların başka ulusları sömürmek için orduları vardır. Süper güçler böyledir. ABD, Sovyetler, AB böyle kuruluşlardır. Bir ulusun kendisini savunması en doğal hakkıdır. Bunun için fertlerinin canını vermesi meşrudur. Allah indinde de makbuldür. Ama bir ulusun başka ulusları sömürmek için ordular beslemesi gayri meşrudur. Türk ordusunun ‘yurtta sulh cihanda sulh’ ilkesiyle başka devletleri istila etme gibi bir gayesi yoktur. Vatanı müdafa esastır. Bu sebepledir ki meşru bir durum alır. Karahanlılar, Selçuklular ve Osmanlılar başka ulusların ülkelerini fethettiler ama onların gayesi yeryüzüne lâik düzen getirmek olmuştur. Oraları istila edip sömürmek değildir. Osmanlılar Yugoslavya’da veya Yemen’de ne kadar yatırım yaptılarsa, Anadolu’da da o kadar yaptılar. Hiçbir yerde dini baskı uygulamadılar. Cumhuriyet döneminde bu amaçla başka devletlere saldırma ilkesinden vazgeçilmiştir.

Görülüyor ki İslâmiyet’te her ulusun kendisini savunma hakkı vardır. Hiçbir ulusun başka ulusları sömürme ve bunun için saldırma hakkı yoktur. Osmanlıların uygulamalarını dahi o günkü şartlar içinde doğru kabul edebiliriz. Bugün artık demokrasi vardır, adil yargı sistemi vardır. Bir milletin başka bir milleti sömürmesi meşru değildir.

Burada çok önemli ikinci bir husus daha vardır. Kur’an’da babaların geleneğine tâbi olma yerilmiş, burada da babaların milletine tâbi olma sünnet yapılmıştır. Bunun anlamı şudur. Eğer ataların kötü tarafları varsa terk edilecektir. Nitekim Hazreti Yusuf terk etmiştir. İyi tarafları varsa ona tâbi olunacaktır. Nitekim Hazreti Yusuf tâbi olmuştur.

Cumhuriyet’in inkılaplarında birbirine zıt ilkeler vardır.

- Cumhuriyetçilik lâikliğe zıttır.

- Devletçilik halkçılığa zıttır.

- Milliyetçilik de inkılapçılığa zıttır.

Bunların dengesi gözetilmiştir.

İnkılapçılık ataların eskimiş, bozulmuş veya kötü olan şeylerini bırakmaktır, terk etmektir. Hazreti Yusuf bunu yapmıştır.

Milliyetçilik de ataların iyi taraflarını alıp onlara tâbi olmak, onları geliştirmek ve yaymaktır. Hazreti Yusuf  bunu da yapmıştır.

Millet” demek en büyük topluluk demektir. Ulusal ideal yerine insanlık idealinin ikamesi demektir. Zaten şirk böyle bir gerçeği kavramamaktan doğmuştur. Her kavim Tanrı’yı kendisinin kabul ederek ona tapmış ama başka kavimlerin tanrısı ile mücadele etmiştir. Oysa İbrahim’in milletinde tek Tanrı vardır. Hazreti Yusuf bunları anlatmaktadır.

إِبْرَاهِيمَ  

(EBRAHIyMa)

“İbrahim”

Âbâının atfı beyanıdır. Babalarından kasıt İbrahim ve İshak demektir. İsim olduğu için hal ve sıfat olamaz, ancak bedel veya atfı beyan olur. Bedelde birincisi ile ikincisi arasında değişiklik vardır.  Burada ise tekit vardır. Aynı kelime ile ifade edilmemiştir. Ama aynı şey kastedilmiştir. O sebeple atfı beyan demekteyiz. Bazı dilciler atfı beyanı bedel olarak görürler.

İbrahim”in kökü “BRH”dir. Kimileri bu yabancı kelimedir, birleşik kelimedir diyorlar. “Ebu rahim” demektir diyorlar. Ben bu görüşe katılmıyorum. Kelimenin gelişi öyle olsa bile, Kur’an onu alırken başka yönüyle almaktadır.

Hazreti İbrahim peygamberler içinde inkılap yapmıştır. Daha önceki peygamberler mucizeleri ile Hakka davet ederken, Hazreti İbrahim ilimle ve mantıkla davet etmiştir. Yıldız, ay ve güneşin hareketleri ile tek Tanrı’ya götürmüş, ‘O öldürür ve diriltir’ demesine karşı ‘ben de öldürür ve diriltirim’ diyene; ‘güneşi batıdan doğur bakalım’ demiştir. Ölülerin dirilmesini alıştırma deneyi ile kanıtlamıştır. Yani “İbrahim” burhandır, delildir, ispattır veya ispatlayıcıdır.

Hazreti İbrahim’in bu düşünme metodu sonra Yunanistan’da felsefeyi oluşturacaktır.

Sonra Ebu Hanife’nin kıyasına ve şimdi de Batı’nın müsbet ilmine götürecektir.

İbrahim” kelimesi böyle bir metoda sahip olan, bunun kurucusu olan demektir. Rasyonalist, pozitivist demektir. Akılcı demektir. Şeriatçı demektir.

Burhan” delil demektir. “berk” kelimesi ile akrabadır. Şimşek demektir. Şimşek çaktığı zaman ortalığı aydınlatır, kendisi gitse bile artık çevremizi görürüz. Sonra o görüntü hep aklımızda kalır. Hazreti İbrahim de böylece şimşek gibi aydınlattı. Kendisi gitti ama şimdi dünya onun arkasındadır, ona tâbidir.

Hazreti İbrahim’in bir oğlu olan Hazreti İsmail Mekke’ye gitmiş ve onun soyundan Kur’an’ı getiren Hazreti Muhammed gelmiştir. Hazreti İbrahim’in Katura ismindeki üçüncü hanımından dört oğlu olmuş, onlar doğuya gitmiş, orada Brahmanizmi kurmuşlardır. Onlardan da Budizm olmuştur. Hindu ve Budizm dinlerine tâbi olanlar onun milletindendir.

İkinci oğlu Hazreti İshak’ın oğlu Hazreti Yakup’tur. Hazreti Yakup’un oğlu Hazreti Yusuf’tur. Hazreti Yakub’un oğulları Mısır’da İsrail oğullarını oluşturacaktır. Hazreti Musa İbranileri eğitmiş ve devlet kurdurmuştur. Hazreti Davut ve Hazreti Süleyman devleti kurmuşlardır. Hazreti İsa Tevrat’ı ve İncil’i dünyaya yaymıştır. Bugün en kalabalık müntesiplere sahiptirler.

Dünyada dört büyük din vardır, dördünün de kurucuları onların torunlarıdır.

وَإِسْحَاقَ

(Va EıSXAvQa)

“Ve İshak”

İshak” Hz. İbrahim’in Hz. İsmail’den sonra doğan oğludur. O da peygamberdir. Hz. İbrahim Filistin’e gelmiş, orada Hz. İshak ile beraber kalmıştır. Hz. İshak orada tebliğe devam etmiştir. Hz. İshak’ın töremesinden başka peygamberler de gelmiştir. Mesela Hz. Yunus, Hz. Eyüp bunlardandır. Bunlar İbranilerden değildir.

İshak” if’al bâbından bir kelimedir. “Suhk” düşen demektir. “Ushak” ise düşüren, galip gelen anlamındadır. Geldikleri yerlerde sürüleri ile yerleşmişler, oraya hakim olmuşlardır. Hazreti İshak’ın Kur’an’da kıssası fazla anlatılmamıştır. Ancak karşı tarafları çökerttiği anlaşılmaktadır. İsrail oğullarına buraları vatan yapma işi ona aittir. Burada yerleşmiştir. Hazreti Yakup peygamber de burada kalmıştır.

O çağın en uygar topluluğu Mezopotamyalılardır. Bunlar Mısırlılardan daha ileri seviyede idiler. Mısırlılar da gelişmişlerdir. Mezopotamya kültürüne sahip olan Hazreti İshak Kenan iline gelmiş ve oraya uygarlığı getirmiştir. Bilgisi ile çevresini etkisi altına almıştır.

Tarihte göçler uygarlıkları taşımışlardır. Köleler uygarlığı öğreten kimseler olurlar. Yani hükmetmek için mutlak silahla galip gelmek gerekmez. Kültürle galip gelinir. Maddî hiçbir gücü olmadığı halde, kişiliği ve bilgisi insanı saygın hâle getirir. Bir yere yabancı geldi mi ona karşı bir direnme başlar. Topluluk onu dışlar. Onu aralarına almak istemezler. Ama ister istemez onu kabul etmek zorunda kalırlar. Zamanla mukavemet edenler çöküp giderler. Gelen insanlar daha uygar olurlarsa, ister istemez o uygarlık sayesinde hakim olurlar.

Elimizdeki kazılar henüz tam olarak o dönemleri anlatmamaktadır. Gelecekte belgeler bulunacak, Tevrat’ın anlattıkları ile “İshak”ın mânâsı daha kolay anlaşılacaktır.

وَيَعْقُوبَ  

(Va YaGQUBa)

“Ve Yakup”

Yakup” takip eden mânâsınadır. Tâbi olandan farkı selef olmaktır. Ona tâbi olmadan ziyade onun başlattıklarını sürdüren demektir.

Türkiye Cumhuriyet’i Osmanlı İmparatorluğu’na tâbi olmamıştır ama onu takip etmiştir. Onun yerini almış ve onun siyasetini değiştirerek sürdürmüştür.

Hz. Yakup da Hz. İshak’ı takip etmiş, Hz. İshak’ın yerini almıştır. Kenan ilinde Hz. İshak’tan sonra Hz. Yakup söz sahibi olmuştur. Bununla beraber onun tabisi değil de takipçisi olmuştur. Babası vefat etmeden önce Hz. Yakup ondan uzakta bulunmaktadır. Kendi başına kalabalık çocukları ve sürüleri ile yaşamaktadırlar.

İlkel topluluklar aşiretler şeklinde yaşarlar. Büyük aile tipi vardır. Roma’da bunlar adeta ayrı birer devlet şeklindedir. Kardeşler genellikle beraber yaşarlar. Çünkü ayrı ayrı yaşamak mümkün değildir. Ancak bir kimsenin eğer çok oğlu olursa babasından ayrılır ve ayrı aşiret kurar. Hz. Yakup da böyledir, on kadar yetişmiş oğlu vardır. Babasının evinde huzursuzluk yaratmaktadırlar. Hz. Yakup kendisine düşecek sürüsünü almış ve babasından ayrılmıştır. Ayrı yerde kendi aşiretini yaşatmaktadır. Babasından uzaktadır. Ancak babası öldüğünde sonra babasının yerine gitmiş olmalıdır ki “Yakup” adını almıştır. Hz. İshak’ın  yanında başka oğlu olmamalıdır ki Hz. Yakup onu takip etmiştir.

Yusuf, İbrahim, İshak ve Yakup” denmekte, bunlar “âbâ” olarak adlandırılmaktadır. “Abâ” dedeleri de içine alır demektir. Mirasta bunun önemi vardır. Âbâ ve ebnâ diyor. O halde dede de torununa vâris olur. Oğlun oğlu da vâris olur. Dede öksüz demek yanlış deyimdir. Fıkıhçılar amcaları varken torunlara miras gitmez diyorlar. Oysa erkeklere giden miras torunlara da gider. Çünkü Kur’an’da “âbâüküm ve ebnaüküm” denmektedir.  

مَا كَانَ لَنَا أَنْ نُشْرِكَ

(MAv KAvNa LaNAv EaN NuŞRiKa)

“Bize işrak etmek olmaz.”

Burada Hazreti Yusuf babalarının inanışını anlatmaktadır. “Bizim şirk etmemiz olmaz” diyor. İfadeyi öyle kullanıyor ki tüm insanları da dahil edebiliyor.

Bize” deyince atalarının milletini anlatmaktadır. Aynı zamanda tüm insanlık için kurallar koymaktadır. Buradaki zamir Hazreti Yusuf’un atalarına raci olur. O zaman atalarının milletini anlatmaktadır. Ama “biz” derken kendisini ve arkadaşını da kastetmiş olabilir.

İşrak etmek” ortak etmek demektir. İnsanlardan hemen herkes tek Tanrı’ya inanmaktadır ama gözleri ile görmedikleri için O’nun yanına gördükleri ve bildikleri güçleri koymaktadırlar.

Bugünkü insanlar şuna inanmaktadırlar; insanlığa hidayet olan büyük dinler artık eskimiştir, günün meselelerini çözememektedir. Bu sebeple biz artık kutsal kitaplara göre değil, kendi anlayışımıza göre amel etmeliyiz. Bu tamamen sömürü sermayesinin ve diktatörlerin kendi isteklerini uydurdukları kandırmacadır. Doların gücü ile insanlar bu saçma anlayışa kanmaktadır.

Evet, Allah insanlara akıl vermiştir. Onunla doğal ve sosyal kanunları anlarlar ve ona göre hidayet bulurlar. Bunu anlamada da İlâhi kitaplar yardımcı olur. Bizim dayandığımız mesnet doğadır. Siz ona “doğa kanunu” deyin, biz ise “İlâhi kanun” diyoruz. Fark etmez. Bizim için değişmez. Bizim inandığımız kitaplarımız bize akıl dışı, ilim dışı bir şey öğretmemektedir. Siz kitapsız hakkı bulacağınızı söylersiniz, biz kitaplarla bulduğumuzu söyleriz. Sonuç ilmin tasdik ettiği bir şey olacaktır.

O halde ayrılığımız nedir?

Ayrılığımız şudur. Diktatörler kendi kaprislerini bize dayatabilmek için, sermaye de kendi sömürüsünü bize yapabilmek için ne ilmî ne de İlâhi olan saçma kurallar koyarlar. Biz de onların dolarları aşkına bunları yutarız.

Onlara göre “zina kutsaldır, idam cezası gayri insanidir” cümleleri ne ile savunulabilir?

Bize göre asrımızın en büyük putu karşılıksız paradır, faiz parasıdır.

Mısır’da Firavun’a, şimdi de paraya tapılmaktadır; sahte paraya tapılmaktadır.

Karşılığı olan para İlâhi nimetin ifadesidir, Allah’ın iktidarıdır.

Karşılıksız para ise şirktir. Karşılıksız paranın peşinde koşmak şirktir.

Biz çözüm buluyoruz.

Peşin ödemeler Türk Lirası ile yapılmalıdır. Borçlanma ise altın veya başka reel değer üzerinden yapılmalıdır. Şirkten ancak böyle kurtulunabilir. Müslümanlar şirkten kurtulmak istiyorlarsa faizsiz kredileşme bankasını kurmak zorundadırlar. Bunu nasıl kuracaklarını bu konuda yazdığımız kitapta gösterdik.

Her devrin sorunu şirk sorunudur. Çağımızın en büyük sorunu şirk sorunudur. Ulusal çıkar deyip hak hukuk tanımamak şirktir.

مِنْ شَيْءٍ بِاللَّهِ

(Bi elLAHi MiN ŞaYEin)

“Allah’a bir şeyi şirk etmek bizim için olmaz.”

Allah” dediğimiz zaman ne kastediliyor?

Biz Ehli Hak olanlar, Kitap Ehli olanlar, kâinatın bir Rabbi olduğuna inanırız. İlim de bunu söyler. İlim kâinatta bir düzen bulunduğunu kabul eder. Kâinatta çelişki yoktur, çatışma yoktur. Kâinat tek kuvvetin eseridir. Bu, bugünkü müsbet ilimle tamamen ispatlanmıştır.

Kâinatta ikinci kuvvete, ikinci güce yer olmadığı çok iyi şekilde bilinmektedir. Nitekim İlâhi kitapları kabul etmeyenler buna “Allah” değil de “tabiat/doğa” diyorlar. Adı ister “Tanrı” olsun, ister “doğa” olsun; kâinat tek gücün eseridir. Materyalistler bunun şuursuz bir güç olduğunu iddia ederler. Oysa var eden var edilenden daima daha üstün olmalıdır. Yoksa kendiliğinden var olma ilkesi kabul edilmiş olur. Bu hususta tabiatçılarla aynı görüşteyiz. Kendiliğinden bir şey var olmaz. Bunun doğal sonucu olarak hiçbir şeyden kendiliğinden daha üstün bir şey çıkamaz. Öyleyse insanı var eden, asgari olarak insanın üstünde bir şuura sahiptir. Var eden şuurlu irade sahibi biri ise O’nun adı “Allah”tır. O’na hiçbir şey işrak etmemeliyiz. Çünkü kâinata tek güç hakimdir.

Hazreti Yusuf arkadaşlarına; “Allah’a bir şeyi işrak etmek bizim için olmaz” diyor.

“Bir kimse” denmeyip “bir şey” denmiş olmasından anlıyoruz ki, işrak edilenin kişi olması şartı yoktur.

Çağımızda diktatörler tanrılaştırılmıştır. İnsan şerikler ortaya konmuştur. Çağımızda karşılıksız para her şeye hakim kılınmış, bu parayı basabilenler kendilerini ilahlaştırmışlardır. Karşılıksız parayı icat eden sömürü sermayesidir, onu kabul edenler de şirk içindedirler.

Biz devlet olsak, karşılıksız parayı, faizli parayı ortadan kaldıracağız ve şirk içinde olmaktan kurtulacağız. Ama biz iktidarda değiliz. Ancak, buna rağmen kendimizi şirkten kurtarabiliriz. O da ancak şöyle yapılabilir: Ödemeler Türk Lirası üzerinden yapılacak; borçlanmalar altın, demir, buğday ve taşınmaz değeri üzerinden yapılacaktır.

İşte, Hazreti Yusuf’un sünneti budur.

Bizim aklımız eğer müsbet ilim içinde kabul edilirse bu İlâhi nimettir. Akla uymak Allah’a uymak demektir. Müsbet ilmin dediklerini yapmak aklın dediğini yapmaktır.

Köleliği, kısası, idamı, çok evliliği doğru görmeyenler hangi ilmî mantığa dayanmaktadırlar? Hangi ilmin verileri içinde konuşmaktadırlar?

Zinayı serbest bırakanların  ilmî akılla alakaları kalmaz.

‘Biz böyle düşünüyoruz’ diyerek ahkam kesmek şirktir. Deliliniz sizin heva ve hevesiniz, sizin çağdaş modanız olmamalıdır. Müsbet ilmin verilerine dayanmalısınız. İlme dayanmalısınız. Böyle yapmayıp sömürü sermayesinin modasına veya birilerinin zulüm isteklerine dayanırsanız, işte o zaman şirk içinde olursunuz.

ذَلِكَ مِنْ فَضْلِ اللَّهِ عَلَيْنَا

(ÜAvLiKa MiN FaWLi elLAHi GaLaYNAv)

“Bu Allah’ın bizim üzerimizde bir fadlındandır.”

Allah” kelimesi burada izhar edilmiştir. “Nüşrike Billah”daki Allah kâinatın Rabbi kabul edilirse, bu Allah topluluktur. O topluluk kabul edilirse, bu âlemlerin Rabbi Allah’tır. Her iki hal de doğrudur. Bu topluluğun yani İbrahim milletinin fadlıdır demek olur. Yani biz bunu milletimizden öğrenmiş bulunuyoruz demek olur. Yahut bunu âlemlerin Rabbi bize öğretmiştir. Topluluğa kimseyi işrak etmememiz gerekir. O zaman mânâsı topluluğa bir şeyi işrak etmemek anlamına gelir.

Tüm insanlık bir ümmettir. Ona bir şeyi işrak etmek yanlıştır. Kavmî taassup bölücülük ve şirktir. Devletler insanlığın birer uzvu olmalıdır. İller devletlerin birer uzvu olmalıdır. Bucaklar illerin birer uzvu olmalıdır. Ocaklar bucakların birer uzvu olmalıdır. Bunlar illere, iller devletlere, devletler de insanlığa karşı çıkarsa, o zaman şirk etmiş olurlar.

Allah insanlığın saadeti ve huzuru için tek Tanrı kavramını ortaya koymuştur. Bunu dünyaya anlatma işini de Hazreti İbrahim’in zürriyetine vermiştir. Bu Hazreti Yusuf ve atalarına Allah’ın bir fadlı olmaktadır. Yani Hz. İbrahim, Hz. İshak ve Hz. Yakup bunları kendi akılları ile bulmamışlar, İlâhi vahiy ile buna nail olmuşlardır. Bu vahiy ise onlara bir fadldır. İsrail oğulları bununla görevli kılınmıştır, bu da onlara yapılan bir fadldır.

Kur’an’a kadar bu görev yani yeryüzünün güvenini sağlamak İsrail oğullarına verilmiştir. Kur’an’dan sonra artık soya dayanan bir fadl kalmamıştır. Bu fadl mü’minlere verilmiştir. Mü’min olmak da insanların kendilerine bırakılmıştır. İsteyenler bedel verip müslim kalırlar, isteyenler de asker olup mü’min olurlar. Kadınlar da mü’min olurlar. Onlar askere gitmezler ama erkekler askere gittiklerinde onların işlerini de niyabeten yaparlar. Bunun için onların seçme ve seçilme hakları vardır. Kendilerine amir olurlar. Zorunlu görevli olmayanlar zorunlu görevlilerin amiri olamazlar.

وَعَلَى النَّاسِ

(Va GALay elNASı)

“Nâsın üzerinde Allah’ın fadlıdır.”

Hazreti İbrahim ve zürriyeti İsrail oğulları tafdil edilmiştir. Ancak bu onların insanlara hükmetmesi anlamında değildir, onlara hizmet etmeleri içindir. İnsanlığın bugün ulaştığı seviye Allah’ın bu lütfü üzerine olmuştur. O peygamberler gelmeseydi, insanlığı hidayete götürmeseydi, bugün biz eski çağın karanlıklarında olurduk.

İnsanlık” bugün uygarlıkta büyük merhaleye ulaşmıştır. Elektrik motoru, bilgisayar, haberleşme sayesinde şaşılacak derecede üstün bir seviyeye ulaşmıştır. İşte bu Hazreti İbrahim’in milleti sayesinde olmuştur. Allah’ın Hazreti İbrahim ve İsrail oğullarına yaptığı fadl ile ulaşmıştır. Mü’minler Allah’ın fadlı ile bugünkü uygarlığa ulaşmışlardır.

Ve” harfi ile atfetmekte, tüm insanlığa fadl olduğunu ifade etmektedir.

Peygamberler ileride ne olacağını bilmektedirler, neye hizmet etmekte olduklarını bilmektedirler. Hazreti Yusuf açıkça tüm insanlığı birleştirmeyi ve bir tek ümmet yapmayı amaçlamaktadır. Hazreti Yusuf’un Mescid-i Aksa’da gördüğü rüya da budur. Osman Bey bir rüya görür, göğsünden çıkan ay batıya ve doğuya uzanır. Rüyayı yorumlayan Şeyh büyük imparatorluğu müjdeler. Öyle olur. Bu bitmez. Osmanlıların fethettiği ülkeler İslâmlaşır.

Hazreti Yusuf şimdi hapishane arkadaşlarına tüm insanlığa bir fadl olduğunu söylemektedir. Hazreti İbrahim’in tüm insanlığı tek millet yapma görevinde olduğunu resuller bilmişlerdir.

لَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ

(LAvKiN EKSaRa elNAvSı)

“Lakin nâsın ekserisi.”

Burada “Ekserehum” denmiyor da “Ekeserennâs” diyor. “Nâs” tekrar edilmiştir. Çünkü birinci nâs kıyamete kadar tüm insanlıktır, onlar için fadldır. İkincisindeki fadl Hazreti Yusuf’un zamanındaki nâstır, yahut zamanımızdaki nâstır.

Bu demektir ki, zaman zaman yaşayanların ekserisi şükreder olurlar. Ama tüm insanlık düşünüldüğünde ekserisi iman etmeyecektir. “Nâs”ın burada izharı, zaman zaman halkın ekserisinin şükreden topluluk olacağına işarettir.

Bizim ümidimiz odur ki, “Üçüncü Bin Yıl Uygarlığı”nda insanların çoğu şükreder olacaklardır. Hıristiyanlar, Müslümanlar, Budistler ve Hindular kendi inançlarını ve kitaplarını müsbet ilimin idraki ile yorumlayacaklar, Kur’an’a göre mânâlandıracaklar ve tüm insanlık taklidî değil tahkikî şekilde inanacaktır. Hepsi Allah’a şükredecektir. Sömürü sermayesi saltanatını kaybedecektir. Ama Filistin’de kendi vatanlarına kavuşan İsrail oğulları Tevrat’ın ilmî yorumları ile Kur’an’la paralellik sağlayarak refah ve adalete ulaşacaklar, onlar da şükredeceklerdir. Şükretmeyenler helâk olacaktır. Üçüncü bin yılı yaşayanların ekserisi iman etmiş olacaklardır. Ancak tüm insanlık tarihi göz önüne alındığında, kuvvet uygarlığında bugün olduğu gibi şükretmeyenler pek çok olacaklardır. Nankörler yani kâfirler en üst seviyede olacaktır. Burada nâsın izharı bize bu mânâları verdirmeye imkan vermektedir.

لاَ يَشْكُرُونَ (38)

(LAv YaŞKuRUvNa)

“Şükretmiyorlar.”

“Hamd etme” daha çok insanın kalbiyle ve diliyle yapılır. “Şükür” ise amelle yapılır. Hazreti Davud’un âline şükre amel edin denmiştir.

Allah’ın bizi tek millet yapmak için gönderdiği nebilerin fadlına karşılık bizim yapacağımız şükür, O’nun dinini yani düzenini tüm insanlığa yaymak ve uygulamak olacaktır.

Bugün insanların çoğu İlâhi vahiyleri sırtlarının arkasına atmış, Allah’ın gösterdiği yolda ameli salih yapmamaktadır. İslâm düzeni olan “Adil Düzen”e inanmamaktadırlar. İslâmiyet’te dine karşı olanların bunu istemesi gayet normaldir.

Anormal olan, kitaplara inanmış, Allah’a ve âhirete inanmış bu kimselerin “Adil Düzen”e karşı olmalarıdır. Tayyip Erdoğan için bunu son derece normal karşılıyoruz. Ama Hayrettin Karaman, Sabahattin Zaim ve Ruşen Gezici arkadaşlarımızın bunların arasında olmalarına cidden hayret ediyor ve üzülüyoruz. Onların Allah’a imanları belki bizden fazladır. Bunu biliyoruz. Ama amellerinde maalesef bizi korkutacak kadar hatalıdırlar. O ekseriyetteki nâsın içinde yer almamaları gerekir. Allah’a tevbe edip bizimle beraber olmalıdırlar.

Biz Türk halkının Allah’a iman sahibi olduğunu yazmışızdır. CHP’lilerin ve Deniz Baykal’ın da bizim yanımızda olduğunu söylemişizdir. Deniz Baykal’ın geçenlerde kutlu doğum haftasındaki konuşması bizi teyit etti ve biz memnun olduk. Karşı olan varsa; biz onlara “Adil Düzen”i tam anlatamadık, biz bilmiyoruz veya onlar bizi bilmiyor demektir. Bildiklerimizi de tam olarak ortaya koyamadık.

Bunun mânâsı nedir?

Bu durumda bizim çok çalışmamız gerekmektedir.

Nasıl çalışacağız?

İnsanlar bizim çalışmalarımıza ya bedenen katılacaklardır, şükrü böyle eda edeceklerdir, yahut maddi katkılarda bulunacaklardır. Böylece “Adil Düzen”i insanlara göstererek anlatacağız.

Yeni projemiz vardır. Muhasebemizi tutar hâle geldiğimizde bunu sizlere açıklayacağım ve o zaman katkılarınızı bekleyeceğim. İnşaallah fadlından bize de imkan verir ve daha çok şükretme imkanına kavuşturur.

Hazreti Yusuf burada İbrahim milletinin büyük projesini anlattıktan sonra rüyanın tabirine geçilecektir.

Kur’an İbrahim sizin atanızdır diyor.

Acaba bugün onun töremesi ne kadardır?

Bunun için şöyle hesab yapabiliriz. Hazreti İbrahim’den sonra 4000 yıl geçmiştir. 30 yılda nesil yenilendiğine göre 300 nesil geçmiştir. Bir babanın üç çocuğu olsa, bugünkü torunları dört milyar civarındadır. İnsanlığın yarısı onun torunudur. Bir nesil sonra 12 milyar olacaktır. Yani tüm insanlık Hazreti İbrahim’in torunları olmuş oluyor. Böylece Hazreti Adem ve Hazreti Nuh gibi Hazreti İbrahim de tüm insanlığın atası olacaktır. Yalnız Hazreti İbrahim’in değil, o zaman yaşayan kimselerin de torunudur bugünkü insanlık.

Hazreti Yusuf’un “bütün nâsa fadl” demesi onun için hakiki mânâda da olacaktır.

***

يَاصَاحِبَيِ السِّجْنِ 

(YAv ÖAXıBaYı elSiCNi)

“Ey iki zindan arkadaşım.”

Buradaki “” yakınlık ifade etmek için gelmiştir. Konu değişmediği halde, ben size bunları siz benim arkadaşlarım olduğunuz için anlatıyorum demektedir. Onlara daha yakın olarak söylemektedir. Bunları herkese anlatmam, size anlatıyorum, çünkü siz benim hapis arkadaşlarımsınız diyor. Hazreti Yusuf bunlarla daha hapishaneye girerken arkadaş olmuştur. Hapishanede aynı zamanda girdikleri için diğerlerinden daha çok birbirlerine yaklaşmışlardır.

Mısır’da hapishanenin kaçar kişilik olduğu üzerinde durulmalıdır. Binlerce senenin uygulaması onları ideal hâle getirmiştir. Tek başına odalarda olmak ruhi çöküntülere ve isyanlara sebep olabildiği gibi, kalabalık koğuşlar da sıkıntı yaratır. İdeali belki de üç kişiliktir.

Bu üçü bir odada hapistirler. Bunun için bunlara “sicn arkadaşım” demektedir.

Sahibey”deki “fetha/üstün” eliften dönüşmedir, iki arkadaşım demektir. “Y” harfi ise izafet yesidir, benim anlamındadır. “Nun” harfi izafetten dolayı düşmüştür.

Ashab” arkadaş demektir. “Ehl” ile “sahib” arasındaki fark; “ehl” devamlı bir yerin mukimi olmak demektir, “sahabe” ise geçici bir arada bulunmadır. Bir köyün halkı ehldir de, bir trenin yolcuları ashaptır.

Sicn” burada marife gelmiştir. Cins için olabilir. Yahut bulundukları hapishane kastedilmiş olur. İnsanlar sıkıntılı zamanlarda birbirlerine arkadaş olurlar. Yolculukta, askerlikte, hastahanede ve hapishanedeki arkadaşlık unutulmaz. İnsanlardaki savunma duyguları onları birbirine yaklaştırır. Askerlikte bunun için sıkıntılar içinde eğitim yaptırılır. Bu onları savaşa dayanıklı yapacağı gibi askerleri de birbirlerine yaklaştırır.

أَأَرْبَابٌ مُتَفَرِّقُونَ

(Ea EaRBAvBun MuTaFarRıQUvNa)

“Müteferrik rablar mı?”

“Ey hapishane arkadaşlarım” deyip dikkatlerini çekerek onlara düşünme imkanını vermektedir. “E” soru edatıdır, inkâr hemzesidir, yani ‘değildir’ anlamına gelir. İki şeyi karşılaştırma anlamına gelen “Em”li cümlenin başına gelmiştir. “Ev/(veya)”den farkı; “Ev”de her ikisi beraber olabilir, oysa “Em”de ancak birisi olur. Yani “Ev”de ikisinden biri vardır. Diğeri var veya yoktur. Oysa “Em”de biri varsa diğeri yoktur demektir. İkisi de olmayabilir. “Ev” üzerinde mantığımızı kurabildiğimiz gibi “Em” üzerinde de kurabiliriz. Burada ya o ya o mânâsınadır.

Erbab” Rabbin çoğuludur. Bunlar kuralsız erkek çoğulu ile çoğaltılmıştır. Çok tanrılara tapanlar tanrıları insan gibi kabul ederler. Onları yöneticiler grubu yaparlar.

Çok tanrıcılığın kaynağı kabileciliktir. İnsanlar önce birlikte tek topluluk iken tek tanrıya tapıyorlardı. Sonra dağılınca her birinin dilleri ayrıldı, Tanrı’nın adı farklılaştı. Sonra yan yana gelince ayrı adlar ayrı tanrı imiş gibi oldu. Her biri kendi tanrısını hak, diğerlerini bâtıl kabul etti. Sonra her kabile kendi tanrısı için savaştı. Uzlaştıkları zaman da değişik tanrıları barıştırmaya çalıştılar. Böylece bir kavim çok tanrıya tapmaya başladı.

Tanrılar aynı zamanda çekişmelerin de kaynağı olmuştur. Kabileler kavga ettiklerinde onlara göre tanrılar da savaşırlardı.

Mezopotamya’da ortaya çıkan bu çok tanrıcılıkla peygamberler mücadele etmişlerdir. Ne var ki onlar Mezopotamya içinde birlik sağlamışlar, bir kavmin bir tanrısı olmuştu. “Enlil” O’nun adıdır. “Allah” kelimesi de buradan gelir.

Hazreti İbrahim peygamber tüm insanlığı birleştirmek, âlemlerin Rabbine ibadet etmeyi yaygınlaştırmak için görevlendirildi. Peygamberlerin görevi tüm insanlığı tek millette toplamak, insanlığı tam barışa kavuşturmak olmuştur. Bunun için İslâmiyet’e “İslâm/barış” adı verildi. Yani insanlığın barışı anlamındadır.

Büyük dinler asla savaşçı değildir. Hele Hıristiyanlık savaşı kökten yasaklamıştır. Ne var ki en büyük savaşlar Hıristiyanlar arasında çıkmıştır. Bu uluslararası çatışmaya son verme işi İslâmiyet’ten (Lâ İkrâhe Fi’d-Dîn / Lekn Dînüküm VeLiye Dîn) Batı’ya geçmiş ve buna ‘lâiklik’ demişlerdir. Değişik inanışların ve ırkların bir arada yaşaması düzenini ilk olarak Kur’an getirmiştir. Bu anlayış bugün gittikçe daha çok kabul görmeye başlamıştır. Ne var ki Kur’an bunun için “yerinden yönetim sistemi” ile “ilmî, dinî, meslekî ve siyasî çoklu dayanışma sistemi”ni getirmiştir. Batı hâlâ yalnız siyasette çoklu partileri benimsemiş ama henüz dinde, ilimde ve ekonomide tekel zihniyetinden kurtulamamıştır.

İbrahimî milletin oluşması için “Adil Düzen”in yeryüzüne yayılması gerekmektedir.

Tek Tanrı kavramı Hazreti Adem ile başlar. Ancak bunlar hep kendi kavmi içinde ele alınmıştır. Tüm insanlık için tek Tanrı kavramını yaygınlaştıran Hazreti İbrahim olmuştur. “Tek Tanrı’yı İbrahim getirmiştir” ifadeleri bunun için söylenmiştir. Hazreti Yusuf Mısır’lı değildir. Tüm insanlığa tek Tanrı’yı anlatmaktadır.

خَيْرٌ

(PaYRun)

“Hayırdır.”

Hazreti Yusuf olanı anlatmamaktadır, olması gerekeni anlatmaktadır.

Bununla ne demek istemektedir?

Tek Tanrı’yı ispat için yepyeni usul getirmektedir. O da şudur. Kâinatta hep iyi şeyler vardır. En doğrusu ve en uygunu ne varsa o olmaktadır. O halde şimdi birbirleriyle kavga eden, fesat çıkaran tanrı/lar mı daha iyidir, yoksa kahhar olan Allah mı? Aklen düşündüğümüzde, boğuşan çokludan çok hakim olan tek güç daha hayırlıdır. Kâinatta hep yalnız hayır olduğuna göre tek Tanrı vardır demektir.

Hazreti Yusuf bunu başka bir mantıkla da anlatmaktadır. Her ulusun kendi tanrısı olsa ve uluslararası savaşlarda tanrılar da birbirleri ile savaşsalar; bu mu iyidir, yoksa tek Tanrı olsa ve barış olsa mı daha iyidir? Farz edelim ki böyle çok tanrılar vardır. Bizim ne yapmamız gerekir? Büyük Tanrı’nın yanında yer alarak onları yenmeliyiz ve tek Tanrı’yı güç hâline getirmeliyiz. Madem ki uluslararası savaş yerine uluslararası barış önemlidir, biz ne yapmalıyız? Uluslararası süper güç oluşturmalıyız. O güç yeryüzüne barış getirmelidir.

Barışın tesisi önemlidir.

Bu güç kimin emrinde olmalıdır?

Allah’ın, âlemlerin Rabbi Allah’ın emrinde olmalıdır.

Bunu nasıl sağlamalıyız?

Hakemler sistemi ile sağlamalıyız. Hakemlerden birini bir taraf, diğerini diğer taraf seçmeli; baş hakemi de hakemler seçmelidir. Bu hakemlerin verdikleri kararlar İlâhi karar kabul edilmelidir. Bu karara uymayanlara karşı tüm insanlar bir olup onu yola getirmelidirler.

İşte, Hazreti Yusuf, “Hangisi daha hayırlıdır?” demekle bunu anlatmaktadır.

أَمْ اللَّهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ (39)

(Emi elLAHu eLVAXıDı eLQahHARu)

“Yoksa tek olan kahhar Allah mı?”

Yeryüzü çeşitli devletlere bölünecektir ama bunların hepsinin tek olan Tanrı’sı olacaktır. Tek yönetim olacaktır. İnsanlar barış içinde yaşayacakladır. Aralarında niza çıkınca hakemlere gidilecektir. Kendi seçtikleri hakemlerin kararları ise İlâhi karar olacaktır.

Kimileri hakemliğe itiraz edip Hazreti Ali ile Muaviye arasındaki hakemliği ifade etmektedirler. Oradaki olayda hakemler seçilmiş ama baş hakem seçilmemiştir. Hakemlerin kararı ilan edilmemiş, hakemliği istismar eden karar ilan edilmiştir.

O olay takdiri İlâhi idi. Zulüm düzeni gelmeseydi İslâmiyet yayılamazdı. Bundan dolayı bindörtyüz sene insanlık henüz o seviyeye gelmiş olmadığı için o öyle olmuştur. Bugün ise insanlık kendi deneyimiyle de Kur’an düzenine yaklaşmış bulunmaktadır.

Buradaki “kahhar” diğer tanrıları yenen anlamındadır.

Hazreti Yusuf onların varsayımları içinde onlara hitap etmektedir.

Her ulusun tanrısı var ve insanlık tanrısına karşı gelmektedir diyelim. Yapacağımız iş ne olacak? İnsanlık Tanrı’sını tüm ulusların tanrılarına karşı galip getirmektir. Bu Tanrı, Hazreti İbrahim’in ortaya koyduğu semavat ve arzın Rabbi Allah’tır. Yıldız, ay ve güneş misali bunun için verilmiştir. Hazreti İbrahim âlemlerin Rabbi Allah’ı anlatmıştır.

Hazreti Yusuf Mısırlı gençlere bunları anlatırken onların bundan yararlanmalarını, bir şey yapmalarını beklememiştir. Sadece Allah’ın emri olduğu için anlatmıştır.

Biz “Akevler Adil Düzen Çalışanları” da böyle birkaç kişiden ibaretiz. Ne kadarlık gücümüz vardır ki. Ama anlatmalıyız, yazmalıyız. Bunların sahibi biz değil Allah’tır. O nereye isterse ona kullanır. Bediüzzaman da birkaç kişiye anlatmıştı ama bugün bütün dünyada okulları var ve hükmediyorlar. Gelecekte sizlerin çalışmaları da böyle semere verecektir.

Dünyada pek çok filozoflar geçti, pek çok anayasalar yapıldı.

Kur’an’ın bu sistemini getiren var mı? Çelişkisiz bir sistem var mı?

Gelin insanlık içinde birleşelim. Hakim olan tarafsız, yansız, etkin ve saygın hakemlerden oluşan bir yargı sistemini getirelim. Sonra da bu hakemlerin kararlarına uymayanlara karşı biz hep birden cephe alalım. Hakemler yanlış karar alsalar bile, taraflar bunu kendi eksiklikleri olarak kabul etsin ve sonunda ölüm de olsa itaat etsin. Kur’an bunu burada bırakmamaktadır. Allah’ın adil bir şekilde âhirette hükmedeceğini bildirerek bizden hakemlere teslim olmamızı istemektedir.

Böyle düşünmek, böyle yapmak daha hayırlı değil mi?

***

مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِهِ

(MAv TaGBuDUvNa MiN DUvNiHi)

“O’nun dışında ibadet ettikleriniz.”

Buradaki “” olumsuzluk edatıdır.

Mısır halkı bizim bugün ibadet ettiğimiz gibi namaz ve oruç benzeri ibadetler yapmıyorlardı. O halde “ibadet ettikleriniz”den kasıt nedir?

İbadet ile amel arasında fark vardır. Amel değişik kişilere yapılabilir. Bugün buna yarın başkasına amel edersiniz. İbadet ise “abd” kökünden gelir, yalnız O’nun (Allah’ın) işçisi olursunuz. Allah, Allah’tan başkasının abdi olmayı haram etmiştir. Köleler bile bir insanın abdi değildir. Bu sebepledir ki onlara rakabe, emet denmiştir.

Namaz insanların mesai saatlerini tanzim eden toplanmadır. Zekât ortak bütçedir. Oruç kişinin ruhi ve bedeni eğitimidir. Hac tüm insanları bir araya getiren bir kongredir. Bunların hiçbirisi Allah’ın işine yarayan ibadetler değildir. Hepsi insanın kendisi içindir.

İnsanların şeriatın dışında kurallar kabul edip veya kurallar kabul etmeyerek topluluğun zararına iş yapması Allah’tan başkasına ibadettir.

Nebi Yusuf arkadaşlarına bunu anlatmaktadır. Doğrudan onlara hitap etmektedir. Ne var ki yalnız ikisini değil de diğer halkları da katmaktadır. İnsanlar tek ümmettir. Kavimler, iller, kabileler ve aşiretler o ümmetin birer parçasıdır. Kavimler olacak, devletler olacak ama insanlık içinde olacaktır Çıkacak ihtilafları hakemler yoluyla çözecek ve barış içinde olacaklardır. İşte Hazreti İbrahim’in dini yani düzeni budur.

إِلاَّ أَسْمَاءً سَمَّيْتُمُوهَا

(EilLAv EaSMAEen SamMaYTuMUvHAv)

“Yalnızca sizin isimlendirdiğiniz isimler”

Bir kural düşünelim, onu biz kural yapmışızdır. Yoksa o yaratılışta kural değildir.

Şeyh de böyledir. Biz onu şeyh yapmışızdır, yoksa onun bizden farkı yoktur, o da bizim gibi bir insandır. Türk Lirasını biz değerli kıldık, yoksa onun bir değeri yoktur. Her şeyin iki değeri vardır. Batılılar “reel değer” ve “finans değeri” diyorlar. Gerçekte ise Allah’ın yarattığı değerlerdir. Diğerleri ise insanların onu değerli kılması ile değerli olmuştur.

İnsanlar Tanrı’nın var ettiklerine değil de kendi var ettiklerine tapıyorlar.

İki türlü para vardır. Biri Allah’ın var ettiklerini temsil eden paradır. Buna değer vermek gerçek tek olan mabuda ibadet etmektir. Buna karşılık bir de karşılıksız para vardır. İşte o da sadece isimlerden ibaret olan paradır. Onu kullanmak şirktir. Bugün TL’nin değeri mevcuttur. Ben kuyumcuya götürsem bir altın vermektedir. O halde peşin işlemlerde Türk Lirasını kullanmak şirk değildir. Tek Tanrı’ya tapmadır. Ama onunla borçlanıp sonra onu ödemek, karşılıksız olduğu için bizim uydurduğumuz değere tapmadır.

Hazreti Yusuf burada Mısır’daki böyle sanal değerleri ifade etmektedir. Mısır bir ülkedir. Gerçek değerdir. Melik ise onu temsil ettiği müddetçe reel değerdir. Ama onun üstüne çıkıp kendisi bir değermiş, bir güçmüş gibi hareket ettiğinde sanal değerdir, şirktir.

أَنْتُمْ وَآبَاؤُكُمْ   

(EaNTuM Va EAevBAEuKuM)

“Siz ve atalarınız.”

Oluşan sanal değerler toplulukta geçmişte oluşur. Gelecekte katkılarda bulunulur ve böylece sanal değerler oluşur. Topluluğun geleneğidir. İnsanlar inanışlara ve ibadetlere uydurma şeyler katarlar, zamanla o topluluğun geleneği olur ve zararlı olmaya başlar.

Kur’an işte bu sanal değerlere karşıdır. Bu şirktir.

Şimdi milliyetçilikle inkılapçılığı karşılaştırabiliriz. Sanal değerleri bırakıp gerçek değerlere geçmek inkılapçılıktır. Gerçek değerleri sürdürmek ve geliştirmek de milliyetçiliktir, yani ulusalcılıktır.

Burada “Ve” harfi ile getirilmiştir. Bu isimler ortaklaşa takılmıştır. Geçmiştekiler uydurmuş, şimdikiler de devam etmektedirler.

Bir başkan cemaati temsil ediyorsa, cemaat onun arkasında ise o gerçek başkandır. Ama başkanı cemaat tasvip etmiyorsa o sanal başkandır; şirktir. İşte demokrasinin delili burada vardır. Bir kural hanedan için de böyledir. Kral halkı temsil ediyorsa gerçek değerdir. Halka karşı ise, yabancı güçleri temsil ediyorsa, bu şirktir. Şirk ile ibadeti ayırmak ince fıkıh ile olur, rusuh ile olur. Başkana itaat Allah’a itaattir. Demek ki başkan başkanı olduğu topluluğu temsil etmelidir. Onlardan kopup onlardan ayrı  olmamalıdır.

مَا أَنْزَلَ اللَّهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍ

(MAv EaNZALa elLAHU BiHa MiN SuLOANın)

“Allah onlarla bir sultan inzâl etmemiştir.”

Burada “LeHa” denmeyip “BiHa” denmiş olması, onun bir işe yaraması için inzâl etmedir. “Sultan” güç demektir, salata, doğranmış demektir. “Sultan” güçtür, silahtır. Allah onları bir işe yarasın diye inzâl etmemiştir, ancak dalâlette olanların işine yaraması için yaratmıştır.

Allah kâinatta her şeyi kanunlar içinde, kurallar içinde olmak üzere yaratmıştır. İnsanlar da şeriat içinde amel edeceklerdir. Kendi şeriatlarını kendileri koyacaklardır. Ama şeriat içinde amel edeceklerdir. Kuralsız hareket, şeriat dışı hareket şirktir. Hakem kararlarına uymamak şirktir. Çünkü hakem kararları İlâhi kararlardır. Haksız karar verseler bile Allah’ın izniyle bu kararı vermişlerdir. Allah öyle istemiştir. Teslim olmak gerekir.

Batılılar hakimlere de hakemler gibi yetkiler vermişler, bağımsız hâle getirmişlerdir. Bu da şirktir. Hakemlikte kişi kendi hakemini kendisi seçmektedir. Karara razı olacaktır. Baş hakemi de hakemler seçmişlerdir. Vekilin tevkil ettiği kimseler aslın vekilidirler.

Burada “BiHa” ve “Min Sultan” denmesi, esmanın gerçek güç olmadığını ifade eder. İnsanlardan müteşekkil olmayan eşya topluluğu da böyle esmadan ibarettir. Dolayısıyla anonim şirket gibi sermaye ortaklıklarının hükmi şahsiyetleri yoktur. Zina ve nikah sorunları da bu isimlendirmeye dayanmaktadır. İslâmiyet’te reel olan cinsi ilişkiye yasak getirilmiştir. Batı ise reel bir olgu olmayan nikaha ceza getirmiştir. Nikah reel olan cinsi ilişkiyi düzenler ama kendisinin bir realitesi yoktur.

إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلَّهِ

(EiNı elXuKMu EilLAv LilLAHi)

“Hüküm yalnız Allah’ındır.”

Yani Allah sultan indirmişse o zaman ona uyulur. Allah öyle hükmetmemişse o zaman ona uyulmaz. Allah’ın hükmünün ne olduğunu anlamamız için ya İlâhi vahiy gelmelidir, yahut müsbet ilim onu söylemelidir.

Bizim uydurma âdetlerimiz bizim isimlendirmelerimizden ibarettir. Birçok kimse kendileri uydurur, sonra ‘bunu Allah emretti’ der. Tarihteki dinler böyle tahrif olmuşlardır. Bizim iman ve ameller de böyle tahrif olmuştur.

Bizim onlardan farkımız, biz kaynaklara sahibiz. İstersek aslına dönebiliriz. İlmihalciler ise buna karşı çıkmaktadır. Kur’an ve sünnete, icma ve kıyasa değil de, atalarının uydurdukları esma üzerinde olmak istiyorlar. Kendileri okuyup öğrenmek istemiyorlar. Bize de karşı geliyor ve isimler takıyorlar. Vahhabi diyorlar.

Sizlere burada kısaca Vahhabiliği anlatmaya çalışacağım. İslâmiyet’i aslına döndürmeye çalışan İbni Teymiye hatalar yapmış olabilir ama arada doğru şeyler de savunmuştur. Osmanlılar bu görüşleri dışlamışlardır. İngilizler bundan yararlanarak Suudileri kışkırtmışlar, Osmanlılara karşı ayaklandırmışlardır. ‘Vahhabilik’ işte bu İngiliz kışkırtmasına âlet olanların adıdır. Osmanlıların buradaki hatası İbni Teymiye’yi dışlamalarıdır.

Benim ne İbni Teymiye ne de Vahhabilik ile bir ilişkim yoktur. Suudilerin yönetimini meşru görmediğim için hacca gitmiyorum, umre yapmıyorum.

أَمَرَ أَلاَّ تَعْبُدُوا إِلاَّ إِيَّاهُ

(EaMaRa EanLAv TaGBuDUv EilLAv EiyYAvHUv)

“Kendisinden başkasına ibadet edilmemesini emretti.”

Hüküm O’nundur. Kendisinden başkasına ibadet edilmemesini emretti. Gerçek olmayan değerlere itaat edilmemesidir. Anayasada belirtilen kurallar vardır. Bu kurallara hepimiz uymak zorundayız. Bunları yorumlamak da uygulayanlara aittir. Uygulayan yanlış yaparsa, hakemlerden oluşan yargıya baş vurulur. Yasalarımız yanlışsa düzeltmeye çalışmalıyız. Ama yürürlükte oldukları sürece yasalara uymak zorundayız. Kimse uymadığı için biz de uymayız ama …

ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ

(ÜAvLıKa elDIyNu eLQayYıMu)

“Kayyım olan din budur.”

Yukarıda milletten bahsetmişti. Burada dinden bahsetmektedir.

Din” düzendir.

Kayyim” mukavim, sağlam, dayanıklı düzen budur.

Yeryüzü bütün insanlığındır. Kâinatı var eden yeryüzünü var etmiş, insanı orada halife kılmıştır. İnsanları kavimlere, kavimleri şa’blere, şa’bleri kabilelere, kabileleri aşiretlere ayırmıştır. Bunlar barış içinde birlikte yaşayacaklardır. Barış içinde yaşayabilmeleri için “hakemlik sistemi” getirilmiştir. Aralarında çıkan nizaları tarafların seçeceği birer hakemle ve hakemlerin seçeceği baş hakemle çözeceklerdir. Hakemlerin kararlarına uymayan olursa bütün insanlar onun üzerine baskı kuracaktır.

İşte “sağlam düzen” budur.

İnsanlar insanlık ideali içinde olacaklardır. Kavim ve kabileler onun içinde yer alacaktır. Tek Tanrı’nın anlamı budur, yani bütün insanlar bir Tanrı’nın kulları olacaklardır.

وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ (40)

(Va LAKinNa EaKSaRanNAvSı LA YaGLaMUVNa)

“Lakin insanların ekserisi bunu bilmiyorlar.”

“Adil Düzen”in, “tek Tanrı düzeni”nin ne kadar sağlam düzen olduğunu bilmiyorlar. Ulusal çıkarları için bâtıl zulüm düzenlerinde çırpınmaktadırlar. İnsanların ekseriyetine bunları anlatmak mümkün olmaz. Ama insanların çoğu zaten güçlüye uyarlar.

İnsanların ekserisi bizimle yani Adil Düzencilerle mücadele etmektedirler. Bize karşı olanları yenip savaşı kazandığımızda, diğer bütün insanlar bundan yararlanırlar.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-559/ADİL DÜZEN DERSLERİ-389   01 Mayıs 2010

 

İŞSİZLİĞİN KAYNAĞI

KAYIT DIŞI EKONOMİDİR

-ÇAĞIMIZDA DEVLET YÖNETMEK İLİM İŞİDİR-

Allah’ın gönderdiği kitaplarda “denge sistemi” vardır; kamu gelirlerini azamiye çıkarır, refahı da en yüksek yerde tutar.

Sömürü sermayesi dünyayı sömürebilmek için insanları dinsizleştirmeyi hedef almıştır. Cumhuriyetin kanunlarında şeriat yasak olmadığı halde; ‘şeriat’ kelimesi irtica olarak kabul edilmiş, insanlar fıkıhtan ve hukuk ilminden uzaklaştırılmıştır. Ondan sonra da sömürü sermayesi kendi sömürü tezgahını ‘hukuk’ diye yutturmaktadır.

Sömürü sermayesi faizi meşru kılmıştır. Bastığı karşılıksız parayı insanlara kredi olarak vermekte, sonra onlardan faiz almaktadır. Verdiği şey boştur. Aldığı faiz büsbütün saçmadır. Bu yolla küçük ve orta işletmeleri çökertmekte, kendi büyük işletmelerini ikame etmek istemektedir. Ne var ki bunu sadece Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinde başarmıştır. Türkiye’de ise tamamen çökertmiş ama kendi sermayesiyle büyük işletmeler kuramamıştır. Böylece “faizli sistem” yalnız ülkemizi yıkmakta, sermayenin sömürüsüne bile yaramamaktadır. Bunu belki de kasden yapmaktadır. Türkiye devletini yıkmayı hedeflediği için buralarda ciddi yatırımlar yapmamaktadır veya yapamamaktadır.

Oysa millî paramızı biz faizsiz işletmelere versek, işsizlik sorununun büyük kısmı çözülmüş olur. Biz ne veriyoruz? Boyalı bir kâğıdı. Üretime verirsek enflasyon yapmaz. Boş kâğıttan ne diye faizi istiyoruz?!. Zaten vergi alıyoruz, yetmez mi?!.

Sermayenin oynadığı oyunlardan biri de “gelir vergisi sistemi”dir. Gelirden vergi aldığı için her işletme gelirini giderini göstermek zorundadır. Küçük işletmeler muhasibi finanse edemediği için bunları yapamamaktadır. Vergi yükü, sigorta yükü, sosyal güvenlik yükü o kadar çok ve ağırdır ki; işetmeler vergiyi tam gösterseler bir-iki yıl içinde iflas ederler. Vergi kaçırmak, kaçak işçi çalıştırmak suretiyle maliyetler düşürülmekte ve bu sayede Türkiye yaşamaktadır. Bunu bilen iktidar bu kaçakçılığa göz yummaktadır. Çünkü yummazsa ülke birden büsbütün çöker.

Bu kaçakçılığa sermaye izin vermektedir. Çünkü kaçakçılık demek kayıt dışı ekonomi demektir. Kayıt dışı ekonomi ise gelişemeyen ekonomi demektir, bugün var yarın yok demektir. O halde işsizliği ortadan kaldırmanın ilk şartı kayıt dışı ekonomiye son vermek demektir. Bunun için devlet faizli işlem yapmamalıdır. Gelir vergisi ve vergi beyannameleri kaldırılmalıdır. Sosyal güvenlik yükünü devlet yüklenmeli, işverenler bu yükümlülükten kurtarılmalıdır. Yabancı işçilerin gelip ülkemizde çalışmalarına izin verilmelidir. İhracat ve ithalat dengesini istiyorsak, gümrükler tek taraflı da olsa kaldırılmalıdır.

Kayıtlar kişilere vergi yükü getirmemelidir. Bu yetmez. Genel Hizmet Kooperatifleri kurulmalıdır. Büyük küçük bütün işletmelerin muhasebesini hizmet kooperatifleri tutmalıdır. Böylece ekonomi kayıt içine alınmalıdır.

Bunu başarabilmemiz için paranın tanımını yapmamız gerekmektedir.

Bugünkü Türk Lirası faiz parasıdır. Tekel sermayeye bağlıdır. Bunu tek taraflı olarak bugün kaldıramayız. Global sermaye dedikleri tekel sermaye ile diyalogda olabilmemiz için bugünkü faizli para aynen devam etmelidir. Ancak çıkaracağımız kanunla enflasyonun etkisini sıfırlayabiliriz.

1-      Devlet altın alıp satmalıdır, kârsız alıp satmalıdır. Bütün arz ve talebe cevap vermelidir. Hazinedeki altın stoka göre Türk Lirası altın değeri ayarlanmalıdır. Böylece günlük olarak gerçek enflasyon ölçülmüş olur.

2-      Her türlü ödemeler Türk Lirası üzerinden yapılacaktır. Kimse altın alıp vermeye zorlanmayacaktır. Ancak her türkü borçlanmalar Altın Değeri üzerinden olacak, günü gelince Altın Değeri hesaplanarak ödenecektir.

3-      Gelir vergisi kalkacak, bunun yerine işletmeler cirodan vergi ödeyeceklerdir. İsterlerse mal senedini, isterlerse parasını vereceklerdir Yani bütün vergiler KDV üzerinden tahsil edilecek. Ancak bir defa üreticiden mal olarak tahsil edilecek, sonra kâr veya zarar edenden vergi alınmayacak. Faizsiz kredi de yalnız üreticiye verilecek. Üretici verdiği kamu payı kadar kredi alma hakkına sahip olacaktır.

4-      İşletmelerden çalıştırdığı kişiler sayısınca bir sigorta payı alınacak; vergi gibi alınacak. Bunlar bir fonda toplanacak. Çalışmayan veya çalışamayanlar bölüşülecek. İşletmeler bordro yapmak zorunda olmayacaklardır.

Bu çağda devleti yönetmek ilim işidir.

Bir usta nasıl bir uçak yapamazsa, bir bilgisayarı inşa edemezse; bugün de ilme dayanılmadan yönetim yapılamaz, devlet yönetilemez.

Nitekim yönetilemiyor.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-559/ADİL DÜZEN DERSLERİ-389   01 Mayıs 2010

 

AK PARTİ’Yİ BEKLEYEN

TEHLİKE

Tayyib Bey bu tür yorumlara uydurma demekte ise de; biz yine uydurmalara devam edeceğiz. Bizim yanılmamız fazla önemli değildir. Hazırlanan Anayasa değişikliği yirmi kusur maddedir. Kavga yalız üç madde üzersindedir. Bu şaşırtmak içindir. Asıl tehlikeli maddeler diğer maddelerdir. Onlardan haberimiz olamadan geçecektir. Ne olduğunu bile öğrenmeyeceğiz. Devlet asıl o maddelerle sarsılacaktır. Bu üç maddede devlet için tehlike yoktur, hattâ yarar vardır. Ne var ki bu üç madde de AK Parti için TEHLİKE arz etmektedir. Yarın AK Parti bu üç madde ile çökertilecektir. Tabii ki Allah izin verirse.

Demek ki bu maddeleri tezgahlayanlar dış güçlerdir. Hedefleri AK Parti’den çok devleti çökertmedir. Çökertemeyeceklerdir. Çünkü Türkiye hukuk devleti değildir ki. Sen ne yazarsan yaz. Hakimler onu kitabına uydururlar. Ordu da kaşlarını çatarsa ona göre daha çok kitaba uydururlar. Bunun böyle olması hakimlerin kusuru değildir. Bu düzende başka bir şey yapılamaz. Türkiye devleti askerlerin himayesinde yaşamaya devam etmektedir.

Bizim önerimiz açık ve seçiktir: Gelin “Adil Düzen”i getirelim diyoruz.

Önerdiğimiz birkaç maddeyi zikredelim.

Devlet Başkanı asker olsun. Ordu doğrudan ona bağlansın. Ordu sivillerin işlerine karışmasın, siviller de orduya karışmasın. Herkes işini bilsin.

Sonra yargı üstünlüğünü mutlak hâle getirelim, bunun için hakemlik sistemini kabul edelim. Yerinden yönetim ilkesiyle illere ve bucaklara bağımsızlık verelim.

Devlet faizi sıfırlasın, çalışana faizsiz kredi versin, çalıştıranlar borçlandırılsın.

Ne kadar basit, değil mi?

Ama bunları duyacak kulak nerde?

Sosyal tufan beklenmektedir.

Bugün benim sizlere asıl anlatacağım bu değildir. Bu yazı yayınlandığında belki Anayasa maddeleri oylanmış olacaktır. Ama ben oylamadan önce yazıyorum…

AK Parti’ye oynanan oyun nedir?

AK Parti’den Anayasa’ya çıkacak oylar Tayyip Erdoğan’a muhalifleri belirleyecektir. Eğer bunların sayısı çok azsa hiçbir denemeye girişilmeyecektir. Eğer bunların sayısı AK Parti’yi mutlak ekseriyeti kaybettirecek durumda ise o zaman hükümetten düşürülecek ve Erdoğan partiden uzaklaştırılacak, AK Parti onların istedikleri ellere verilecektir. Eğer muhaliflerin sayısı üçte bir bile olsa, yeter sayıdaysa, parti bölünecek ve seçimde zayıf duruma düşürülecektir. Bu bölünme seçime çok yakın zamanda gerçekleşecektir. AK Parti’nin toparlanmasına izin verilmeyecektir.

Bana sorsalar; ben AK Partili milletvekillerine eksiksiz Anayasa maddelerine oy vermelerini tavsiye ederdim. Böylece AK Parti’nin parçalanmasını önlerdim. AK Parti’nin parçalanması bugün parçalayanlara da bir yarar getirmeyecektir. Bu Anayasa maddelerinin yakın zamanda bir sakıncası yoktur. İlerisi için ise tehlikesi vardır. Tayyip Erdoğan’ı zorlasınlar, Millî Anayasa yapılsın.

Yapılacak iş basittir. Siyasi partiler “Anayasa İlmî Kurulu”nu oluşturacaklar. Bu kuruldakiler uzlaşarak karar alacaklardır. Uzlaşamadıkları konularda hakemlere gidilecektir. Sonunda hakem kararı ile de olsa uzlaşılmış bir Anayasa hazırlanmış olacaktır. İttifakla bir Anayasa hazırlanacaktır. Orada AK Parti istediği âlimleri atayabilir. Bizi, Akevler’i de unutmamalıdır.

İlmin bir gücü vardır, söylendikten sonra ona karşı gelinmez.

Biz AKEVLER olarak orada varsak, sonunda biz ilmî olarak ne dersek o olacaktır. Çünkü biz haklı olacağız. Hatamız varsa derhal düzeltecek, onu onlardan daha çok biz savunacağız. Onların yaptıklarının hepsi yanlıştır. Doğru olan tektir. O da bizde olandır. Hatalarımız veya eksiklerimiz olabilir; onları düzeltmek ve tamamlamak bizim arzuladığımız bir şeydir. Bizim herhangi bir art düşüncemiz yoktur. Biz hak ne ise ona uyarız.

Bizim bulunduğumuz yerde bu sahte âlimler ne yaparlar bilir misiniz?

Bir bahane uydurup sadece kaçarlar! 

İlmî toplantılara beni dâvet etmezler. Hattâ benim teşvik ettiğim bir toplantıda benim adım geçmez. Niçin, bilir misiniz? Işığın bulunduğu yerde karanlıklar yok olur. Biz varsak ortada bâtıl savunulamaz. O âlimler bulundukları kurumlardaki konumları dolayısıyla bâtılı savunmaktadırlar. Benim bulunduğum yerde bâtılı savunamayacakları için benim bulunduğum yerde olmak istemezler. Listeye bakarlar; ‘Süleyman Karagülle varsa gelmem!’ derler. Toplantıyı tertip edenler de rütbesiz genel toplantı yapamayacağı için ne yaparlar? Beni liste dışında bırakırlar. Böylece bâtıl üzerinde toplanır bâtıl zerinde dağılırlar.

İşte, AK Parti’nin yaptığı da maalesef budur!

Ben bütün bunları “Adil Düzen Çalışanları” için yazıyorum...

Yoksa, onların kulakları var ama duymazlar, gözleri var ama görmezler!..

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

Tarımda faiz, icra ve iflas

Reşat Nuri EROL

Egeliler Manisa’yı, Manisa’daki “Gediz Ovası”nı iyi bilir; İzmirli bir Egeli olarak ben de bu bölgeyi iyi bilirim… Bundan önceki dört yazımda ‘iktisat stratejisi’ dedim, ‘tarım stratejisi’ dedim; genel olarak ekonomi, toprak, tarım planlamasının gerekliliği ve özel olarak bütün bunların olmazsa olmaz şartı olarak “Adil Ekonomik Düzen”in mutlak ve elzem olduğu üzerinde durdum… Bugün, işte o anlattıklarım yapılmadığında neler olabileceğini, Manisa’nın “Gediz Ovası”nda çiftçilerin başına gelen önemli olumsuz örneklerle anlatacağım…

Bu münbit ovamızdaki Saruhanlı’dan bir değil tam 16 bin çığlık, 16 bin feryat yükseliyor!.. Manisa Saruhanlı’da kayıtlı 17 bin ÇİFTÇİMİZ ve bunların tam 16 BİN İCRA DOSYASI var!.. Faizli krediler, borç batağı, icralar, iflaslar ve intiharlar!..

Durumu özetleyelim: Manisa Saruhanlı’da toplam 460 bin dönüm arazi ekiliyor... Bu arazinin yaklaşık 350 bin dönümü ipotek altında... 17 bin kayıtlı çiftçi, 2009 yılı içinde ektikleri üründen toplam 221 milyon TL gelir elde etti… Saruhanlı’nın yüzde 75’ ipotekli!..

Peki bu çiftçilerin “faizli/icralı/ipotekli kredi borcu” ne kadar?

17 bin çiftçinin neredeyse tamamının icra dosyası bulunuyor. Saruhanlı’da 4 icra dairesinde dosya sayısı 16 bin!.. Çiftçilerin toplam borcu ise 350 milyon TL’yi buluyor!..

Sadece Saruhanlı’da yaklaşık 16 bin İCRA DOSYASI işlem sırası beklerken, çiftçilerin borcu 350 milyon TL’yi geçti; her çiftçi en az 20 bin TL borçlu!..

***

Saruhanlı’da neredeyse ipoteksiz tarla yok... Binlerce dönüm arazi ve binlerce traktör ipotek altında... Çiftçiler milyonlarca liraya ulaşan banka kredilerini ödeyemiyor... Ortaya çıkan tablo vahim… Son 10 yıl içinde yaşanan tarım politikaları sebebiyle çiftçinin durumu perişan… Bankalardan, Tarım Kredi Kooperatifi’nden ve Esnaf Kefalet Odası’ndan alınan faizli krediler ödenemez hâle gelmiş... Ve sonunda ortaya tarımın sürüklendiği uçurumu gözler önüne seren tablo çıkmış... Faiz, icra, iflas ve sistemin intikamı

45 yaşındaki çiftçi Nedim’in hikayesi, Gediz Ovası’ndaki acı tablonun küçük bir örneği. 300 dönümü arazisi icrada. Anlatıyor: “Her yıl kurtarmak için daha fazla ektim ama daha da kötü oldu. Şimdi borcum 300 bin TL’yi geçti. Her gün jandarmadan kaçıyorum. Bazen intihar etmeyi düşünüyorum ama çocuklarım aklıma geliyor, vazgeçiyorum…”

Ana sebep ne? Prof. Dr. Tayfun Özkaya durumu şöyle açıklıyor: Özelleştirme, güya serbestleştirme bu duruma yol açıyor. 1980’den sonra uygulanan tarım politikaları çitçinin aleyhine işledi. 1990’dan sonra da Şeker Yasası, Tohum Yasası, Tütün Yasası gibi yasaların yürürlüğe girmesi, özelleştirmelerin yapılması ile durum daha da kötüleşerek bugünkü sonuçları doğurdu. Son olarak TEKEL de özelleştirildi. Uygulanan sistemlerle çiftçi büyük firmalara bağımlı hâle getirildi.

***

Sonuç: Sömürüye dayalı bu “faizli sistem”de çiftçi ürettiği ürünü satabilmek için zamanla otomatik olarak büyük firmalara bağımlı hâle geliyor... Özel bankalar, şu anda tarım kesimine yüzde 30 gibi yüksek faizler uyguluyor... Diğerleri bir yana, Ziraat Bankası bile, kredi vermek için 20 dekar toprağı şart koşuyor; yani 20 dekarın altında toprağı olan çiftçi, çiftçi sayılmıyor ve kredi verilmiyor; “faizsiz kredi” hiç verilmiyor...

Türkiye’de tarım bitiyor, çiftçilik bitiyor; toprak intikam alıyor!..

Çiftçiler ödeme zorluğu çektiğinden, ödemelerini yapabilmek için tarlalarını satışa çıkarıyor ve satıyor… Sonra şehirlere göç ediyor... Geçtiğimiz yıl 1500 çiftçi, çiftçiliği bırakıp büyük şehirlere göçmüş... Böyle giderse, 10-15 yıl sonra büyük şehirlerde nüfus daha da artacak, köyler boşalacak... Sonuçta, Türkiye’de tarım ve çiftçiliğin gün geçtikçe azalarak bitmesi riski ile karşı karşıyayız!..

Faiz, icra, iflas ve “zalim düzen”in intikamı, toprağın intikamı!..

 

 

Mahmutpaşa Raporu-1

Reşat Nuri EROL

Saadet Lideri Numan Kurtulmuş, partisinin “İstanbul İl Başkanlığı Ekonomi Komisyonu”nun Mahmutpaşa esnafı ile görüşerek hazırladığı raporu kamuoyuyla paylaştı.

“Mahmutpaşa” dendiğinde, aslında Türkiye tekstil sektörünün ilk beşiğinden bahsetmiş oluyoruz. Uzun yıllar boyunca geleneksel ticaret anlayışımızla Mahmutpaşa’da çalışan esnafımızın sayısı hâlâ çok. Bunların içinde çok yakın arkadaşlarım var ve bu yakın arkadaşlarımın özellikle son yıllarda yaşadıklarını yakinen bildiğimden, genel olarak “Mahmutpaşa’daki Çöküşü” de iyi biliyorum. Ayrıca geçmiş yıllarda önemli ve marka tekstil firmalarına yurtdışına yönelik danışmanlık yaptığımdan, tekstil sektörünün yaşadığı çöküntüyü, adeta içeriden biri olarak bizzat gözlemledim. “Mahmutpaşa” işte özellikle bu sektörde yaşananların sembol ve laboratuar mesabesindeki merkezidir.

Açıklanan “Mahmutpaşa Raporu” da bundan dolayı çok ama çok önemlidir.

Bu vesileyle önemli bir hatırlatma: Sırada yeni anket ve rapor hazırlıklarının olduğunu yakinen bildiğim “SP İstanbul Ekonomi Komisyonu”nun gayretli çalışmalarının da, pek çok yönden tebrike şayan olduğunu hatırlatırım. Tebrikler…

***

BORÇLU ve ÇOK KÖTÜ!..

Mahmutpaşa esnafının büyük kesimi, “kriz”in uzun yıllardır hep olduğunu, krize karşı esnafın durumunu iyileştirici adımların atılmadığını söylüyor.

Küresel kriz ekonomik olarak sürekli gündemde kalarak devamlı olarak vurgulanmasına rağmen, esnafın yarısı, dünyada ekonomik kriz olmasa bile Türkiye’nin kendi ekonomik krizi olduğunu söylüyor. Mahmutpaşa esnafı yüzde 90 üzerinde bir oranla krizin işlerini “KÖTÜ” ya da “ÇOK KÖTÜ” olarak etkilediğini söylüyor. Mahmutpaşa esnafının yüzde 60 orandan fazlası işletme sabit giderlerini zamanında ödeyemiyor; her 10 kişiden birinin borçları yasal takipte!

Mahmutpaşa esnafının yüzde 80’inden fazlası alacaklarını tahsil edemiyor. Yaklaşık 4 kişiden biri alacakları için yasal takibe başvurmuş! (Borçluların 10’da biri yasal takipte idi. Demek ki; esnaf alacağı için yasal yollara başvuramıyor, ancak borcu için yasal takibe maruz kalıyor.) Ankete katılan 260 kişi içerisinde borçlu 138 esnaftan 91’i borcunu vaktinde ödeyemediğini, sadece yaklaşık 3’te 1’i borcunu zamanında ödeyebildiğini söylüyor. Borçlanan 4 kişiden, bütün esnaftan 9 kişiden biri yasal takip altında BORÇLU!

Ekonomik krizde her 10 kişiden yaklaşık dördü borçlanmak zorunda kalmış. Ankete katılan esnaftan yüzde 80 üzerinde bir oran, ekonomik krizde komşu ve müşterilerinden kepenk kapatanlar olduğunu söylüyor. Esnafın yüzde 43,3’ü sayı olarak belirtemeyeceği kadar çok ya da 5-10 tane kepenk kapatan oldu diyor.

Kalite standartları çerçevesinde yerli üretim teşvik edilmediğinden ve bu sayede istihdam oluşturulmadığı için esnafın yüzde 70’den fazlasının işleri kalite standardı düşük ucuz ve ithal mallar yüzünden “ÇOK KÖTÜ” ya da “KÖTÜ” etkilenmiş.

***

Cevap: HİÇBİRİ!

Bütün bu ekonomik sorunlarla uğraşan esnafı Hükümet, Belediye, Ticaret Odası gibi ‘Yetkililerden sizleri kimler dinledi acaba?’ diye sorulduğunda ise alınan cevap:

Yüzde 88,5 ile HİÇBİRİ!

Biraz iyimser düşünelim… Hükümet, Belediye, Valilik, Ticaret Odası gibi yetkililer esnafı dinlemese bile, farklı yollardan bilgi edinerek ya da yaşanan sorunları ve durumu görerek çözüm getirebilir mi?!. Maalesef çözüm getiren de yok!

‘Sorunlarınıza hangileri çözüm getirdi?’ sorusuna verilen cevap:

Yüzde 91,3 ile HİÇBİRİ!

GEÇMİŞ OLSUN: Ali Haydar Haksal Kardeşim; geçmiş olsun, Allah sıhhat ve âfiyetler versin…

 

 

Mahmutpaşa Raporu-2

Reşat Nuri EROL

Saadet Lideri Numan Kurtulmuş, büyük emeklerle hazırlanan “Mahmutpaşa Raporu”nu açıklarken yaptığı önemli hatırlatmalarla, aslında meselenin özüne işaret etmiş.

Önce onları hatırlayalım.

Türkiye’de 2010 yılı içerisinde 56.8 milyar TL iç “BORÇ FAİZİ” ödeneceğini hatırlatan Numan Kurtulmuş, sözü Mahmutpaşa esnafına getirerek şöyle devam ediyor: “MAHMUTPAŞA’ya bir şey yok ama söz konusu olan büyük finansal kuruluşlar olduğu zaman, bankalar olduğu zaman, oralara kesenin ağzını açmışlar. Ayrıca Sermaye Piyasaları Kurumu’nda (SPK) bir daralma olduğu zaman Merkez Bankası (MB) oraya para aktaracak. Bu milletin parasını özerkleştirilmiş bir Merkez Bankası aracılığıyla uluslararası para fonlarına pompaladın. Kimden geldi bu para; MAHMUTPAŞA esnafının yoktan sıkarak verdiği vergilerden geldi!

Faizli bankalara hep var; Mahmutpaşa esnafına bir şey yok!

Kredi yok, faizsiz kredi yok, destek yok; küçücük bir ‘İLGİ’ bile yok!

Ezenler ve ezilenler, sömürenler ve sömürülenler piramidinin en altında hep çalışan var, hep üreten var, hep işçi vara, hep esnaf var; Mahmutpaşa esnafı var!

***

‘ADALET VE KALKINMA’ NEREDE?

Yukarıdaki bölümde yazdığım üzere, uygulanan ‘adaletsiz ekonomi politikalarını’ gördükçe, insanın ‘Adalet nerede?’ diye haykırası geliyor; ADALET nerede?!.

Bülent Ecevit’in Başbakanlığı döneminde meydana gelen krizi hafızalar henüz unutmadı. Şimdi esnafın o dönemden daha da kötü durumda olduğunu hatırlatan Saadet Lideri Numan Kurtulmuş şu önemli hatırlatmayı yapıyor: “Ama o günlerde Başbakan’ın ayaklarının dibine yazar kasa atıyorlardı. Şimdi ise esnaf daha perişan durumda ama ‘bunlar bizim uşaklar’ diye bir şey demiyorlar. ADALET ‘bizim uşaklar’ haksızlık yaptığı zaman susmak değildir.”

Eğriye eğri, doğruya doğru. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı döneminde Mahmutpaşa esnafı dahil, bütün esnafımız bu adaletsizliklere duçar olmamalıydı… Kalkınma bir yana, Mahmutpaşa esnafımız eskisinden de kötü durumlara düşmemeliydi...

‘Adalet ve kalkınma’ nerede?!.

***

BAŞARISIZ!. KÖTÜ!. UMUT YOK!..

Buraya kadar yazdıklarımla Mahmutpaşa esnafını durumunu özetlemeye çalıştım.

Bu tesbit ve teşhislerden sonra tedavi reçeteleri ve çözüm önerileri üzerinde durmak gerekiyor. Anket yapanlar Mahmutpaşa esnafına bu yönde de sorular sormuşlar ama maalesef aldıkları cevaplar hiç de iç açıcı ve umut verici değil: BAŞARISIZ.. KÖTÜ.. UMUT YOK!..

Anket ve rapordan anlaşıldığı kadarıyla, bu kadar sorunlarla boğuşan Mahmutpaşa esnafının yaklaşık yüzde 60’ı Hükümeti kriz yönetiminde “ÇOK BAŞARISIZ” ya da “BAŞARISIZ” buluyor. Sorulan önemli bir soruya verdikleri cevapta, ‘Türkiye ekonomisini en çok Hükümet yönlendiriyor’ diyenlerin oranı yüzde 20 bile değil! Buna karşılık yaklaşık her 3 kişiden 2’si ekonomimizi IMF veya ABD’nin yönlendirdiğini söylüyor! Başarı notu böyle, ülke ve ekonomi yönetimi ile ilgili görüşler böyle. Demek ki, ateş düştüğü yeri daha çok yaktığına göre, oralardan yükselen feryatlar daha yüksek.

Mahmutpaşa esnafının yüzde 57, 9’u durumunun “DAHA KÖTÜ” ya da “ÇOK DAHA KÖTÜ” olacağını düşünüyor! En çarpıcı sonuçlardan birisi de şu: Gelecekten umutlu olan ve daha iyiye gideceğine inanan esnaf sadece % 10 seviyelerinde! Ateş düştüğü yerleri cayır cayır yakıyor. UMUT YOK!

Çare ve çözüm: Mahmutpaşa esnafı, tamamen batmadan, bütün sorunlarını çözecek “muktedir” bir “iktidar partisi”nin “hükümet” olmasını istiyor ve bekliyor...

 

 

İşsizlik ve süper güç Türkiye

Reşat Nuri EROL

İşsizlik sorunu hep gündemde…

“Türkiye’nin en büyük sorunu işsizliktir” deniyor...

İşsizlik sorununu çözdüğümüzde diğer sorunları da kolayca çözeriz...

Ne var ki, diğer sorunlar çözülmedikçe, onlarla birlikte işsizlik de çözülemez…

*

Hep söylüyoruz: Türkiye’de en kolay çözülecek problem işsizlik problemidir.

Yazdık ve dedik ki: Üç aylık gibi kısa bir zamanda işsizlik çözülebilir...

Bu köşedeki pek çok yazımızda bu çözüm önerilerini hatırlattık...

Sorun çözümsüz beklediğine göre; hatırlatmaya devam…

*

İşsizlik sorununu çözmesine çözelim ama; Batılılar, işsizlik sorununu çözen Türkiye diğer bütün sorunlarını da çözer ve tek “süper güç” olur diye, bu önemli sorunu ve buna bağlı/bağımlı olarak diğer sorunları çözmesini istemiyorlar.

Bizim yöneticilerimiz yüzlerini hep Batı’ya, yani bizi batırmak isteyen AB, ABD, IMF, Dünya Bankası ve benzeri daha nice yerlere yönlendirdiklerinden, sadece onların “güya çözüm olan önerilerine” kulak verdiklerinden, “gerçek çözüm önerilerine” karşı ise sağır ve kör olduklarından, “işsizlik” gibi çok önemli bir sorun hep var olmaya devam ediyor…

Türkiye ne zamana kadar böyle bekler?

İşsizlik başta olmak üzere, önemli sorunları çözüme kavuşturuluncaya kadar.

*

Halbuki Türkiye “süper güç” olabilecek bir potansiyele sahip.

Türkiye “askeri gücü” ile değil, “yeni uygarlık kurma gücü” ile “süper güç” olur.

Türkiye 800 (779.452) bin kilometrekare büyüklüğünde... Güneşi ve suyu en elverişli olan bir ülke konumunda... Yeraltı madenleri zenginliği bakımından da Türkiye üst seviyelerde… Türkiye dünyanın ticarî ve coğrafî merkezi durumunda… Türkiye’nin sanayi, teknoloji, altyapı ve makina ekipmanı da yeterli derecede... Türkiye kilometrekare başına en az 500 kişiyi besleyebilir; demek ki 400 milyon nüfusu barındıracak bir iş kapasitesinde...

Türkiye’nin bugünkü nüfusu 75 milyon... Çalışabilen nüfusu 30 milyon... Bunun yarısı iş bulup çalışamamakta, yani sadece 15 milyon çalışmakta, gerisi işsiz!..

Türkiye’de aylık ücret ortalama 500 dolar… Oysa Orta Asya ve Çin’de ortalama olarak 50 dolar... Kapılarımızı Almanya ve diğer bazı Avrupa ülkeleri gibi açsak, istediğimiz kadar işçi bulabiliriz. Türkiye böyle bir şey yapsa, çok kısa zamanda üretimini on misli artırabilir, yani devlet bütçesi on misli büyüyebilir. Devlet bütçesi bu kadar büyüyen bir ilkede herkes iş bulabilir, Türkiye’nin “işsizlik sorunu” sona erer, Türkler yönetici olur.

*

İçte “işsizlik” dahil bütün ana sorunlarını çözen ve komşuları ile de problemi olamayan böyle bir devletin “süper güç” olması için ne gibi bir mâni kalır; ya da kalır mı?..

Batılılar yani Türkiye’yi batırmak isteyenler ve sömürü sermayesi, işte bunu bildikleri için Türkiye’nin işsizlik problemi dahil olmak üzere, ana sorunlarını ve onlara bağlı/bağımlı diğer sorunlarını halletmesine izin vermezler; vermek istemezler.

Ne yaparlar?

Değişik şekillerde saldırırlar...

Bu saldırılarını ne zamana kadar sürdürürler?

Biz uyanıp da sorunlarımızı çözünceye kadar sürdürürler…

Türkiye “derin” uykusundan uyanıncaya kadar sürdürürler…

Türkiye sorunlarını çözüp de “süper güç” oluncaya kadar sürdürürler…

Türkiye “SÜPER GÜÇ” olup da “BARIŞ ve ADALET”e dayalı “YENİ BİR ADİL DÜNYA DÜZENİ VE MEDENİYETİ” kuruncaya kadar sürdürürler...

 

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3488 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2677 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2651 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2166 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2542 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2565 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2300 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2204 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2617 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2496 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 2005 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2362 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2311 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2459 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2455 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2416 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3066 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2689 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2684 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2765 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2972 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3048 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3448 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5510 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3570 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3096 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3885 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3736 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3443 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3896 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3853 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4134 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4667 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3986 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3870 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2882 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2969 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3975 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7762 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5643 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4197 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3599 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3740 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4760 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4477 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4770 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4690 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4846 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4571 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3420 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4494 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3646 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5198 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3874 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5185 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5047 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4958 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3565 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3496 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3707 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5194 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4224 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5456 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4104 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5292 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4489 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4444 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4597 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4790 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5345 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4134 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5283 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4548 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3864 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4413 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4615 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4147 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4121 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4105 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4560 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5673 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9865 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4675 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3726 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3876 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3369 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3404 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3762 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5727 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4265 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3462 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler