Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 558
YUSUF SURESİ TEFSİRİ-35-37.AYETLER
24.04.2010
1328 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 44 YILDIR ÇALIŞIYOR....2008...2009...2010

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜNYA DÜZENİ 558

“ADİL DÜNYA DÜZENİ, III. BİN YIL MEDENİYETİ PROJESİDİR.”

Haftalık Seminer Dergisi             24 Nisan 2010                      Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 558. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00-21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Gayemiz ve Hedefimiz: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır.    Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

***

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;

ÖRGÜTLENME

A Ç I L I M

İNSAN, AİLE/EV, APARTMAN, BUCAK, İLÇE, İL, BÖLGE, ÜLKE, İNSANLIK

***

*ÜSKÜDAR SEMİNERLERİ; 108. SEMİNER

Her Hafta PERŞEMBE akşamları; Adres: EMİNEVİMKısıklı Cad. No: 36  Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL  Tel: (0216) 444 36 46

SOHBET…  SEMİNER…  SORULAR-CEVAPLAR…

***

İktisat stratejisi

Toprak, tarım ve ‘tarım stratejisi’

Toprak/tarım stratejisi ve “ADİL DÜZEN”

Strateji ve planlamaya devam…

Reşat Nuri EROL

***

YUSUF SÛRESİ TEFSİRİ - 11

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ(1) إِنَّا أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ(2) نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ أَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ هَذَا الْقُرْآنَ وَإِنْ كُنتَ مِنْ قَبْلِهِ لَمِنْ الْغَافِلِينَ(3) إِذْ قَالَ يُوسُفُ لِأَبِيهِ يَاأَبَتِ إِنِّي رَأَيْتُ أَحَدَ عَشَرَ كَوْكَبًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ رَأَيْتُهُمْ لِي سَاجِدِينَ(4) قَالَ يَابُنَيَّ لَاتَقْصُصْ رُؤْيَاكَ عَلَى إِخْوَتِكَ فَيَكِيدُوا لَكَ كَيْدًا إِنَّ الشَّيْطَانَ لِلْإِنسَانِ عَدُوٌّ مُبِينٌ(5) وَكَذَلِكَ يَجْتَبِيكَ رَبُّكَ وَيُعَلِّمُكَ مِنْ تَأْوِيلِ الْأَحَادِيثِ وَيُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَعَلَى آلِ يَعْقُوبَ كَمَا أَتَمَّهَا عَلَى أَبَوَيْكَ مِنْ قَبْلُ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْحَاقَ إِنَّ رَبَّكَ عَلِيمٌ حَكِيمٌ(6) لَقَدْ كَانَ فِي يُوسُفَ وَإِخْوَتِهِ آيَاتٌ لِلسَّائِلِينَ(7) إِذْ قَالُوا لَيُوسُفُ وَأَخُوهُ أَحَبُّ إِلَى أَبِينَا مِنَّا وَنَحْنُ عُصْبَةٌ إِنَّ أَبَانَا لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ(8) اقْتُلُوا يُوسُفَ أَوْ اطْرَحُوهُ أَرْضًا يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ أَبِيكُمْ وَتَكُونُوا مِنْ بَعْدِهِ قَوْمًا صَالِحِينَ(9) قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ لَا تَقْتُلُوا يُوسُفَ وَأَلْقُوهُ فِي غَيَابَةِ الْجُبِّ يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ إِنْ كُنتُمْ فَاعِلِينَ(10) قَالُوا يَاأَبَانَا مَا لَكَ لَا تَأْمَنَّا عَلَى يُوسُفَ وَإِنَّا لَهُ لَنَاصِحُونَ(11) أَرْسِلْهُ مَعَنَا غَدًا يَرْتَعْ وَيَلْعَبْ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ(12) قَالَ إِنِّي لَيَحْزُنُنِي أَنْ تَذْهَبُوا بِهِ وَأَخَافُ أَنْ يَأْكُلَهُ الذِّئْبُ وَأَنْتُمْ عَنْهُ غَافِلُونَ(13) قَالُوا لَئِنْ أَكَلَهُ الذِّئْبُ وَنَحْنُ عُصْبَةٌ إِنَّا إِذًا لَخَاسِرُونَ(14) فَلَمَّا ذَهَبُوا بِهِ وَأَجْمَعُوا أَنْ يَجْعَلُوهُ فِي غَيَابَةِ الْجُبِّ وَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِ لَتُنَبِّئَنَّهُمْ بِأَمْرِهِمْ هَذَا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ(15) وَجَاءُوا أَبَاهُمْ عِشَاءً يَبْكُونَ(16) قَالُوا يَاأَبَانَا إِنَّا ذَهَبْنَا نَسْتَبِقُ وَتَرَكْنَا يُوسُفَ عِنْدَ مَتَاعِنَا فَأَكَلَهُ الذِّئْبُ وَمَا أَنْتَ بِمُؤْمِنٍ لَنَا وَلَوْ كُنَّا صَادِقِينَ(17) وَجَاءُوا عَلَى قَمِيصِهِ بِدَمٍ كَذِبٍ قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ أَنفُسُكُمْ أَمْرًا فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللَّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ(18) وَجَاءَتْ سَيَّارَةٌ فَأَرْسَلُوا وَارِدَهُمْ فَأَدْلَى دَلْوَهُ قَالَ يَابُشْرَى هَذَا غُلَامٌ وَأَسَرُّوهُ بِضَاعَةً وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِمَا يَعْمَلُونَ(19) وَشَرَوْهُ بِثَمَنٍ بَخْسٍ دَرَاهِمَ مَعْدُودَةٍ وَكَانُوا فِيهِ مِنْ الزَّاهِدِينَ(20) وَقَالَ الَّذِي اشْتَرَاهُ مِنْ مِصْرَ لِامْرَأَتِهِ أَكْرِمِي مَثْوَاهُ عَسَى أَنْ يَنفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَكَذَلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْأَرْضِ وَلِنُعَلِّمَهُ مِنْ تَأْوِيلِ الْأَحَادِيثِ وَاللَّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ(21) وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ(22) وَرَاوَدَتْهُ الَّتِي هُوَ فِي بَيْتِهَا عَنْ نَفْسِهِ وَغَلَّقَتْ الْأَبْوَابَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَ قَالَ مَعَاذَ اللَّهِ إِنَّهُ رَبِّي أَحْسَنَ مَثْوَايَ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ(23) وَلَقَدْ هَمَّتْ بِهِ وَهَمَّ بِهَا لَوْلَا أَنْ رَأَى بُرْهَانَ رَبِّهِ كَذَلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّوءَ وَالْفَحْشَاءَ إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَصِينَ(24) وَاسْتَبَقَا الْبَابَ وَقَدَّتْ قَمِيصَهُ مِنْ دُبُرٍ وَأَلْفَيَا سَيِّدَهَا لَدَى الْبَابِ قَالَتْ مَا جَزَاءُ مَنْ أَرَادَ بِأَهْلِكَ سُوءًا إِلَّا أَنْ يُسْجَنَ أَوْ عَذَابٌ أَلِيمٌ(25) قَالَ هِيَ رَاوَدَتْنِي عَنْ نَفْسِي وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ أَهْلِهَا إِنْ كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِنْ قُبُلٍ فَصَدَقَتْ وَهُوَ مِنْ الْكَاذِبِينَ(26) وَإِنْ كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ فَكَذَبَتْ وَهُوَ مِنْ الصَّادِقِينَ(27) فَلَمَّا رَأَى قَمِيصَهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ قَالَ إِنَّهُ مِنْ كَيْدِكُنَّ إِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظِيمٌ(28) يُوسُفُ أَعْرِضْ عَنْ هَذَا وَاسْتَغْفِرِي لِذَنْبِكِ إِنَّكِ كُنتِ مِنْ الْخَاطِئِينَ(29) وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَدِينَةِ امْرَأَةُ الْعَزِيزِ تُرَاوِدُ فَتَاهَا عَنْ نَفْسِهِ قَدْ شَغَفَهَا حُبًّا إِنَّا لَنَرَاهَا فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ(30) فَلَمَّا سَمِعَتْ بِمَكْرِهِنَّ أَرْسَلَتْ إِلَيْهِنَّ وَأَعْتَدَتْ لَهُنَّ مُتَّكَأً وَآتَتْ كُلَّ وَاحِدَةٍ مِنْهُنَّ سِكِّينًا وَقَالَتْ اخْرُجْ عَلَيْهِنَّ فَلَمَّا رَأَيْنَهُ أَكْبَرْنَهُ وَقَطَّعْنَ أَيْدِيَهُنَّ وَقُلْنَ حَاشَ لِلَّهِ مَا هَذَا بَشَرًا إِنْ هَذَا إِلَّا مَلَكٌ كَرِيمٌ(31) قَالَتْ فَذَلِكُنَّ الَّذِي لُمْتُنَّنِي فِيهِ وَلَقَدْ رَاوَدتُّهُ عَنْ نَفْسِهِ فَاسْتَعْصَمَ وَلَئِنْ لَمْ يَفْعَلْ مَا آمُرُهُ لَيُسْجَنَنَّ وَلَيَكُونَ مِنَ الصَّاغِرِينَ(32) قَالَ رَبِّ السِّجْنُ أَحَبُّ إِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَنِي إِلَيْهِ وَإِلَّا تَصْرِفْ عَنِّي كَيْدَهُنَّ أَصْبُ إِلَيْهِنَّ وَأَكُنْ مِنْ الْجَاهِلِينَ(33) فَاسْتَجَابَ لَهُ رَبُّهُ فَصَرَفَ عَنْهُ كَيْدَهُنَّ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ(34)

 

ثُمَّ بَدَا لَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا رَأَوْا الْآيَاتِ لَيَسْجُنُنَّهُ حَتَّى حِينٍ(35) وَدَخَلَ مَعَهُ السِّجْنَ فَتَيَانِ قَالَ أَحَدُهُمَا إِنِّي أَرَانِي أَعْصِرُ خَمْرًا وَقَالَ الْآخَرُ إِنِّي أَرَانِي أَحْمِلُ فَوْقَ رَأْسِي خُبْزًا تَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْهُ نَبِّئْنَا بِتَأْوِيلِهِ إِنَّا نَرَاكَ مِنْ الْمُحْسِنِينَ(36) قَالَ لَا يَأْتِيكُمَا طَعَامٌ تُرْزَقَانِهِ إِلَّا نَبَّأْتُكُمَا بِتَأْوِيلِهِ قَبْلَ أَنْ يَأْتِيَكُمَا ذَلِكُمَا مِمَّا عَلَّمَنِي رَبِّي إِنِّي تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ(37)

 

ثُمَّ بَدَا لَهُمْ

(ÇümMa BaDAy LaHuM)

“Sonra onlara bedvetti.”

Sonra baştan i’raz et dedi, şahit öyle karar verdi. Ne var ki dedikodu yayıldı, çevrede duyuldu. Kadınlar toplandı. Konuşmalar oldu. Bu konuşulanlar yayıldı. Sonra yeniden istişare ettiler, görüştüler ve eski kararlardan sonra kararlarını değiştirdiler.

Burada olayları kapatma çabası vardır. Allah’tan korkmayıp insanlardan korkmak ve onu gizleme çabası insanlarda yaygındır.

Bu hususta en çok korunmuş olan Hazreti Muhammed’dir. Hiçbir olayı halktan gizleme ihtiyacı duymamıştır. Kendisi açıklamasa bile Kur’an ortaya koymuştur.

Biz kendi hayatımızda bunu ne kadar başarıyoruz. Birisiyle konuştuğunuz zaman, ‘bu duyulmasın’ der. Bazen siz bile bunu söylersiniz. 

İşte burada bu yapılmaktadır. Olayı halka olduğundan başka türlü göstermek için kişi hapishaneye atılabiliyor. Hattâ daha fazla kötülükler de yapılabiliyor.

Bedâ Lehum” onlara öyle göründü.

“Badiye” açık alan, çöl demektir, alabildiğine  görünen demektir.

Görüşme sonunda bir karara varıyorlar. Karar onlara açıkça doğru göründü, sorunlarını çözdüler demektir.

Lehüm/Onlara” tabiriyle, ikiden fazla insan kastedilmektedir. Bunların içinde kadın ve kadınlar yoktur, kocası ve şahit vardır. Başka kimseler de katılmıştır.

Hapsetmeye kim karar verir, nasıl karar verilir?

Bugünkü Türkiye’de hapsedilmesini savcı teklif eder, hakim karar verir.

Onlarda yani eski Mısır’da durum nasıldır?

Bu hususta burada belirlilik yoktur. Ancak “Hüm/onlar” zamirinden, orada hapse girmek için belli şeklî muamelenin olduğu anlaşılıyor. Anlaşılan hapsedilmesini uygun görünce şikayet ediliyor ve yetkililer onu hapse alıyorlar.

Bugün tutuklama, yakalama, gözaltına alma ve hapse alma gibi değişik merhaleler mevcuttur.  

İki çeşit yönetim vardır. Hak yönetimi ve kuvvet yönetimi.

Hak yönetiminde mağdur olanlar hakemlere başvururlar. Hakemlerden birini bir taraf, diğerini diğer taraf seçer. Baş hakemi hakemler seçer. Bunlar soruşturmacıların soruşturmasını yeterli görürler. Duruşmada soruşturmacılar beyan ederler. Hakemler de kararlarını verirler. Sonra siyasi güç hakemlerin kararlarını infaz eder. Burada herhangi siyaset yoktur. Siyasi sebeple insanlar hapse gönderilmez veya dayak atılmaz. Gizli bir şey yoktur.

Bazen hukuk düzeni güvenliği sağlamayabilir. O zaman sıkıyönetim ilan edilir. O şartlar altında hukuk düzeni değil de kuvvet düzeni geçerli olur. Orada komutan gerekli siyasi davranışlar da yapabilir. Ama hukuk düzeninde bu olmaz.

Oysa kuvvet düzeninde devamlı askeri düzen vardır. Yöneticiler gerekli gördüklerine siyaset yaparlar, adil olmasa da hapse gönderir ve öldürürler.

İşte derin devlet anlayışı buradan doğmaktadır.

“Adil Düzen” gelmedikçe, derin devlet olmadan devlet yaşamaz.

Mısır uzun zaman kuvvet düzeni içinde varlığını sürdürmüştür.

Hazreti Yusuf kendi aşiretine yalnız hukuk düzeni kurallarını değil, aynı zamanda askeri düzen kurallarını da öğretecektir. Bunun en ileri olduğu ülke Mısır’dır. Orada bu eğitimi de almaktadır. Savaşta ve sıkıyönetim hallerinde askeri düzen uygulanacaktır.

مِنْ بَعْدِ مَا رَأَوْا الْآيَاتِ

(Min BaGDi MAv RaEaVu eLEavYAvTı)

“Âyetleri görmelerinin arkasından.”

Âyât” deliller demektir. Gerek şahidin şehadeti gerekse kadınların gördükleri ile anlaşılıyor ki, -zaten kadın da itiraf etmektedir- Hazreti Yusuf’ta hiçbir hata yoktur. Suç tamamen kadındadır.

“Âyât” burada marife/belirli ve çoğul gelmiştir. Gömleğin yırtılması, kadınların ellerini ısırması veya kesmesi. Kadının itirafları. Bütün bunlar Hazreti Yusuf’un masumiyetine delil teşkil eder. Bundan tamamen haberdar olmuşlardır.

Âyât” kelimesi kurallı dişi çoğul gelmiştir. O halde deliller birbirini tamamlamıştır. Karar bir bütün olarak verileri gerektirir. İçtihatta da böyledir. Tek başına bir âyetle, bir hadisle amel edilemez. Âyetler, hadisler, icmalar ve istihsan birlikte düşünülür; o âyât olur. Hüküm ona göre verilir. Bununla beraber her delilden bağımsız olarak hükümler çıkarılır, ondan sonra birlikte değerlendirilir.

Hazreti Yusuf’un suçsuz olduğu açıkça değişik delillerle ortaya çıktığı halde, onlar yine de Hazreti Yusuf’u hapse atmayı uygun görmektedirler.

Kuvvet düzeninde düzen başka türlü korunamaz. Mısır’ın düzeni için buna gerek vardır. Çünkü Mısır’da düzen kuvvetle sağlanmaktadır, yani insanlar korkutularak sağlanmaktadır. Hukukla sağlanmamaktadır. Halk hakka değil kuvvete inanmaktadır. Yöneticilerin zafiyeti kuvveti zayıflayınca halkın onlara olan saygınlığını yitirmeleridir.

Oysa hak düzeninde insanlar kuvvete değil hakka inanmaktadır. Haklı olan ‘haklı isem ben güçlüyüm’ diyor. Çünkü devlet haklının yanındadır. Haklı olduğu da hakemlerden oluşmuş yargı ile belirlenmektedir. Kişi kendi seçtiği hakeme inanmaktadır. Dolayısıyla adil yargıyı oluşturma ve adil olma durumundadır.

Bugün Türkiye’de de yöneticiler hukuk dışına çıkmakta iseler, bunda zaruret vardır. “Adil Düzen” gelmedikçe bunlar olacaktır. Bu sebeple diyoruz ki, bakan veya orgeneral seviyesine yükselenler artık muhakeme edilmemelidir. Suçlular yine askeri yöntemle cezalandırılır ve etkisiz hâle getirilebilir. Nitekim Balyoz ve Ergenekon davalarında durum böyledir. Ama bunlar sivil mahkemelerde muhakeme edilemez, mahkum edilemez.

Biz bunları söylerken akrabalarımızı korumuyoruz.

Devletin korunması için böyle olması gerektiğini söylüyoruz.

Bize kulak vermeyenler sonunda kendileri zararlı çıkarlar.

Biz bunları kendiliğimizden söylemiyoruz.

لَيَسْجُنُنَّهُ حَتَّى حِينٍ (35)

(La YaSCuNanNaHUv XatTAy XIyNın)

“Bir hîne kadar onu tescin ederler.”

Bir zamana kadar onu hapse atmalıdırlar. Başka çaresi yoktur.

Hîn” burada nekredir. Hapishanede ne kadar kalacağı belli değildir. Bu konuşmalar ortadan kayboluncaya kadar hapishanede kalması uygun görülmüştür.

Bugün de böyledir. Kişiler gözaltına alınır. Dava sürer. Kişi hapishanede kalır. Sonra beraat eder ve çıkar. Bediüzzaman’a mahkemede ‘Sabıkan var mı?’ diye sorarlar, o da der ki; ‘Ben bir gün bile mahkeme kararı ile mahkum olmadım ama 27 senelik zulmün mahkumuyum!’ O zaman 163’üncü madde yoktu. Kanunlara öyle saçma maddeler konmamıştı. Ama bunların da baskı altına alınması gerekiyordu. Bunun için böyle hapsedilmesi ve toplumdan tecrit edilmesi uygun görülenler 27 sene mahkumiyetsiz hapsedilirler, sonra da beraat ederlerdi! Hakimlere baskı yoktu. Savcılar bu işi ayarlarlardı.

Bitti mi?

Hayır! Bugün de aynı mekanizma devam ediyor.

“Adil Düzen” gelmedikçe başka türlü düzen kurulamaz, güven sağlanamaz.

Kuvvet düzeninde dokunulmazlık zorunludur. Yalnız milletvekili dokunulmazlığı değil, memur dokunulmazlığı da zorunludur. Halk Partisi memur dokunulmazlığına dokunmuyor, çünkü memurlar onun tarafı. Milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasını istiyor. Neden? Nasılsa ona memurlar dokunmayacaklar, diğer partiler haklı da olsa bertaraf edilecekler. Burada Halk Partisi’ni de suçlayamayız. Madem kuvveti var, kuvvet düzeninde onu kullanacak. Biz ise “hak düzeni”nin, “barış düzeni”nin, “adalet düzeni”nin, yani “Adil Düzen”in gelmesini savunuyoruz. Kur’an bunu savunuyor.

Bugün de sanık hapsedilmez, ama eğer kaçacaksa ve eğer deliller gizlenecekse, o zaman gözaltında tutulur. Peki, kaçmaya ve delilleri gizlemeye sanığın yöneleceğine kim karar verecek? Savcı veya hakim. Milletin seçtiği ve gerçek kuvveti elde tutan bakan bu işi yapmayacak da, herhangi bir savcı veya hakim bunu nasıl yapacaktır?  İşte arkalarına Halk Partisi’ni alan bürokratlar güçlü olduklarını iddia ediyorlar. Batı, demokrasi iddiasıyla halkı bürokratlara karşı organize ediyor. Böylece çatışmalar olacaktır. Sonunda düşmanlar ülkemizi istila edeceklerdir. O halde Mısır’ın bin seneden fazla yaşamasının sebebi iktidarda olanların mutlak tahakkümüdür. Biz de iktidarı zayıflatmayacağız. İktidarı hakemlerden oluşan yargı ile sınırlayacağız. Ama iktidar mutlaka muktedir olmalıdır.

***

وَدَخَلَ مَعَهُ السِّجْنَ فَتَيَانِ 

(Va DaPaLa MaGaHu eLSiCNa FaTaYAaNi)

“İki feta onunla sicne duhul etti.”

Hapsetmeye karar verdiler denmişti ve hapsettiklerine dair ifade  söylenmemesine rağmen “Ve” harfiyle hapsettiklerini anlıyoruz. Yani burada bir cümle mahzuftur.

Şu sorular sorulabilir: Hazreti Yusuf hapishaneye nasıl götürülmüştür? Tutuklanarak elleri kelepçeli olarak mı götürülmüştür? Yoksa Yusuf’a zindana git denmiş, Yusuf da kendiliğinden teslim mi olmuştur?

İslâm’ın hukuk düzeninde tutuklama, yakalama, kelepçeleme, sürükleme yoktur. Hakemler karar verdikten sonra suçlu kendi iradesi ile yönetime teslim olur, yönetim de cezayı infaz eder. Kendiliğinden gelip teslim olmazsa, hakemlerin kararı ile tenkiline hükmolunur.

Mısır’da bu kural böyle midir?

Yoksa bugün olduğu gibi görevliler yakalayarak zorla hapishaneye koyarlar.

Ve onunla dahil oldu” ifadesiyle, Hazreti Yusuf ve gençlerin kendi iradeleriyle hapishaneye geldikleri anlaşılmaktadır. Bu da gösteriyor ki Mısır’da da İslâmî uygulama sistemi vardır. Yani suçlular kendi iradeleri ile gelir ve teslim olurlar. Hapishane belli zamanlarda suçluları kabul etmektedir. Hazreti Yusuf teslim olmaya geldiğinde iki genç daha teslim olmaya gelmiştir. Böylece üçü daha hapishaneye girmeden evvel arkadaş olmuşlardır.

Trenin bir kompartımanına binenler arkadaş olurlar. Yeni birisi kapıyı açıp girmek istediğinde onun girmesini istemezler, rahatsız olurlar ama girdikten sonra o da onlarla arkadaş olur, bu sefer yeni gelene birlikte ‘dolu’ derler. İnsan psikolojisi böyledir.

Eski mahpuslar hapishanede arkadaş olmuşlardır. Hapishaneye yeni gelenler dışlanır ve ezilirler. Bu üç kişi  hapishanede dışlandıkları ve ezildikleri için birbirlerine çok yakın arkadaş olmuşlardır. Burada Allah’ın iki takdiri vardır. Birincisi, Hazreti Yusuf hapishaneye tek başına girmemiştir. Bundan dolayı sıkılmamıştır ve ezilmemiştir. İkincisi ise bu iki arkadaş sayesinde sonra hapishaneden çıkarılacak ve Mısır’da mevki sahibi olacaktır. İşte takdir böylece onları Hazreti Yusuf’a arkadaş etmiştir.

Feteyan” iki genç, iki köle demektir. Mısır’da kral var, azizler var, din adamları var, sihirbazlar var. Bunlar yönetici sınıftır. Diğer bütün Mısırlılar kralın kölesi hâlindedir. Kral onları çalıştırmaktadır. Onlara geçinmeleri için maaşlar vermektedir. İşsiz kimse kalmasın diye boş zamanlarda halk yani köleler büyük mezarların inşasında çalıştırılmaktadır. Hapishaneler halkın yani kölelerin tedip edilmesi için inşa edilmişlerdir.

Buradaki “feteyan” genç olmalarından ziyade iki köle anlamındadır. Hapishanelerin köleler için inşa edildiğine işarettir. Saray erkanı ise belki de hapishanelere konmuyor, onlara başka ceza usulleri uygulanıyordu. Hapishanelere konanların cezalanmaları sistemi kuvvet düzenine göre oluyor. Bununla beraber Firavun sarayda kuvvet düzenini, halk da kendi aralarında hukuk düzenini uygulamış olabilir.

Osmanlılarda da buna benzer uygulamalar vardır.

Bugün de dokunulmazlıklar bu uygulamaların devamı mahiyetindedir.

Yöneticilerin farklılığını ortadan kaldıran, bütün insanları hukukta eşit yapan sistem Tevrat’ta tedvin edilmiştir.

قَالَ أَحَدُهُمَا إِنِّي أَرَانِي أَعْصِرُ خَمْرًا

(QALa EaXaDuHuMAy EinNİy EaRAyNİy EaGÖıRu PaMRan)

“Onlardan biri ‘kendimi hamr usr ediyor olarak re’y ediyorum’ diye kavl etti.”

Burada “Raeytü” demeyip “Erâ” demiş olması ve uykuda dememiş olması, kendi düşüncesinde ve yapısında şarap sıkıyor olarak görmüş olmasındandır.

İnsan ne zaman kendisini bir şeyle meşgul eder görür?

Bir şeyi yapmak istediği zaman onu tasavvur eder. Başka birisi söylediği zaman bazen aklından hep onu geçirir. Korku veya sevinç zamanlarında hayal kurar. Eğer uykuda benzer rüyaları görürse hep onun üzerine düşünmeye başlar. Buna ‘sayıklama’ diyoruz.

Hazreti Yusuf’un arkadaşı bir defa gördüğü bir rüyayı anlatmamaktadır. Geceleri rüyada kendisini şarap sıkar görmekte ve kendisi de ayıkken hep şarap sıkma senaryolarını hayal etmektedir. İnsan bu durumu kendi iradesiyle meydana getirmez. İradesi dışında böyle bir durum meydana gelir. Yani rüyayı gösteren kimse var; hayalleri de o kurduruyor ve arzuları da o doğuruyor. Roman yazanlar da böyle yazıyor ve ona birileri hayal kurduruyor. Demek ki roman ve tiyatrolar da rüya gibi gerçektir.

Hamr” üzüm suyundan yapılan içkidir. İnsanlar başlangıçta yaz kış meyve veren bir yerde yaratıldılar. Sonra mevsimlik yiyecek buldukları yerlere taşındılar. En büyük sorunları meyvelerin olmadığı mevsimlerde yiyecek bulma sorunudur. Bunun için meyveleri kuruttular veya suyunu sıkıp pekmez yaptılar veya şarap yaptılar. Şarap insanları sarhoş etmektedir, ancak aynı zamanda yararlı vitaminler de taşımaktadır. Kuru üzüm veya pekmez birtakım vitaminleri bozmaktadır. Tevrat’ta domuz eti haram kılınmıştır. Şarabın haramlığından bahsedilmemektedir. Çünkü o günkü insanlar için şarap zaruret idi.

Bugün ise besinlerin taze olarak her mevsimde bulunma imkanı sağlanmıştır. Soğuk hava depoları, turşu ve reçel gibi vitaminleri bozmayan saklama usulleri, değişik yerlerde her mevsimde üretim yapılması ve sera teknolojisi şaraba ihtiyaç bırakmamaktadır.

Zaten bugün alkol yalnız sarhoş olmak için içilmektedir. İşte bu sebepledir ki Kur’an alkollü içkileri haram etmiştir. Mısır’da ise şarap temel gıdalardan birisidir.

Üzüm cendereye konur, sıkılır, mayalanır, sonra ekşimeye bırakılır, böylece şarap elde edilir. Şarap mayalanırsa sirke olur ve helaldir. Dolayısıyla şarap sıkma bugün de meşrudur.

Burada üzüm sıkma yerine şarap sıkma tabiri geçmektedir. Bu tabir odun yakma yerine ateş yakmaya benzer bir kinayedir.

وَقَالَ الْآخَرُ إِنِّي أَرَانِي أَحْمِلُ فَوْقَ رَأْسِي خُبْزًا

(Va QAvLa eLEAvPaRu EinNİy EaRAyNİy EaXMiLu FaVQa RaESİy PuBZan)

“Ve âheri ise ‘ben kendimi ra’simde hubz hamlediyor re’yediyorum’ dedi.”

Diğeri de, ‘ben kendimi başımda ekmek taşıyor görüyorum’ diyor. Bu da rüya gördüğünü söylemiyor, ben kendimi öyle görüyorum diyor. Birçok kimseler ölmeden önce öleceklerini hissederler, vasiyet eder ve ona göre hazırlık yaparlar.

Bunlar insandaki ruhi oluşlardır. Bu oluşlar rüya kadar önemlidir. İnsanda zeka dediğimiz olay vardır. Hayvanlarda zeka yoktur. Akıllarına yeni şey getirip düşünmezler.

Acaba insan nasıl oluyor da düşünebiliyor?

Yoksa ona birileri ilham mı etmektedir?

Kur’an, “Allah İnsana takvasını da fücurunu da ilham etmektedir” diyor.

Zeka da böyle ilhamdan gelmektedir. Allah o anda bize onu ilham etmektedir. Bu ilham farklıdır. Çünkü aynı şartlarda olanlar aynı şeyi düşünmemektedir. Aynı rüyayı görmemekte, aynı hayalleri kurmamaktadır. Aynı konuda roman yazanlardan hiçbiri aynı şeyleri yazmaz. İnsandaki bu farklılık insanlığın sonucudur. Mağaralarda bulunan âletlerde farklılık varsa, resimler birbirine benzemiyorsa, bu demektir ki onlar insanın eseridir.

İkisi hapiste cezalarını beklemektedir. Belki de aynı suçtan suçlanmaktadırlar. Her biri hâlimiz ne olacak diye düşünmektedir. Bunların ikisi birden rüya görüyor.

Demek ki bu rüyada tesadüfün dışında bir oluş vardır. İkisi de yiyecekle ilgili rüya görmektedir. İkisi de yememekte, yiyeceği imal veya taşıma konusunda rüya görmektedir.

İşte rüyaların yorumunda bunlar önemlidir. Eğer aynı günlerde değişik kimseler benzer rüyalar görmekte ise onun gerçekleşmesi o kadar muhtemel hâle gelir. Rüya tarih boyunca insanların kararlarına etki etmiştir. Gelecekte rüyalar daha ilmî şekilde ele alınacaktır.

İnternetteki sitemizde bir “rüyalar” bölümü açacağız. Yorumlarda herkes gördüğü rüyaları yazacaktır. Hafta içinde yayınlamayacağız, hafta sonunda yayınlayacağız. Benzer rüyalar bizim için önemli olacaktır.

Örnek verelim: Asker ile yargı çatışma içindedir. Askerler muhakeme ediliyor. Bunun adalet gereği olduğu söylenemez. Beş-altı sene önce işlenmiş bu suçlar neden beş sene beklemiş de bugün bir İsrail oğlunun ihbarı sonunda faaliyete geçmiştir? Demek ki dışarıdan tahrik vardır. Burada savcı ve hakimleri suçlamıyorum. Onlar kurallara göre hareket edecektir. Asıl suçlu olan AK Parti’dir. Askerleri -emekli de olsalar- sivil mahkemelerde muhakeme etmekte ve yanlış yapmaktadırlar.

Bu mesele ile ilgili gelecekte ne olacaktır?

Ordu mağlup olacak ve mahkum olacaktır.

Yargı mağlup olup etkisiz hâle gelecektir.

İşte rüyalar bunun üzerine tahlil edilebilir. Demek ki aynı hafta benzer konularda rüya görenler çoğalmışsa, o rüyalarda bir gerçeklik payı var demektir.

Mısırlıların gördüğü rüyalarda görülenlerin biri ekmek, biri şaraptır. Şarap gören daha kötü bir şey görmelidir. Ekmek daha kutsi sayılmaktadır. Ancak şarap sıkan elleriyle şarap sıkmaktadır. Bu normal olaydır, normal bir şey yapmaktadır. Oysa başında ekmek taşıyan normal olmayan bir iş yapmaktadır. O halde rüyada görülen ters işlemler olmayan veya olmaz işlere, işlerin aksi istikamette gideceğine delalet eder demektir. Başka bir şey, kuşların ekmeği yemeleridir. Kuşların alıp götürmeleri kötü bir şey demektir. Bu da ikincinin rüyası kötü rüyadır diyebiliriz.

تَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْهُ

(TeEKuLu elOaYRu MinHu)

“Ondan tayr ekl ediyordu.”

Başında ekmek taşıyormuş kuşlar ondan yiyordu.

Tayr” kuş sürüsüdür. Bir tek kuşa “tair” denmektedir. Başında kuşlar ekmek yiyormuş. Rüyanın uygun rüya olmadığı anlaşılmaktadır. Bunun tevili adamın asılması olmalıdır. Oraya nasıl varılacaktır? O tevili yapma rüya görenin durumu ile ilgilidir. Asılıp asılmayacağını düşünen birinin böyle rüya görmesi rüyanın o mânâya geleceği anlamındadır.

Ölüleri değişik şekilde defnederler. Bizi ve Hıristiyanları gömerler. Mısır’la ilgili bilgimiz de büyük büyük mezarlara gömdükleri şeklindedir. Doğu uygarlıklarında ise yakarlar. Bazı kabileler ise ölüyü ağaçta çıplak olarak asarlar, kuşlar gelip etlerini yerler. Buradaki rüya onların bu anlayışını hatırlatmaktadır.

Mısır’da böyle bir âdeti olan topluluk da olabilir. O kişi de o topluluğa mensup olabilir. O zaman rüyanın tâbiri tam uyacaktır.

نَبِّئْنَا بِتَأْوِيلِهِ

(NabBiENa BiTaEViYLiHIy)

“Onun tevilini bize bildir.”

Rüya iki tanedir. İki ayrı kişiler rüya görmüşlerdir.

Nebi’nâ” ikisi birden bize tevilini haber ver diyorlar. Zamir erkek tekil gelmiştir. Görünürde zamir ikili gelmeli idi.

İşte Kur’an’da böyle görünüşte kurallara aykırı gibi ifadelerle karşılaşırsınız. İlk bakışta sanki yanlışlık varmış gibi gelir. Oysa o derin mânâlar içermektedir.

Buradaki bu zamir de böyledir.

Ayrıca “tabir” yerine “tevil” getirilmektedir.

“Tevil” ilke dönmek, asla dönmek demektir. Rüyaların gerçek mânâlarını bulmak demektir. Bir tarafa yönelme varsa, rüya ile o taraf belirlenir demektir.

Tenbi’ etme” haber vermektir. Arkadaşları Hazreti Yusuf’tan rüyalarının açıklanmasını istiyorlar. Rüya üst üste görülüyorsa gerçeklik payı büyüktür demektir.

Demek ki rüyaların tevilinde şimdilik üç ipucu öğreniyoruz.

a)      Rüya üst üste görülüyorsa o rüyada gerçeklik payı vardır demektir.

b)      Benzer rüyalar değişik kimseler tarafından görülüyorsa, o rüyalarda bir gerçeklik payı vardır demektir.

c)      Olağan halleri görmek hayır demektir, olmaz ters şeyleri görmek demek de bir aksilik vardır demektir.

Freud rüyaların sayıklama olduğunu, yaşanan hayatın etkisi ile görüldüğünü söylemektedir. Hazreti Yusuf burada kişilerin rüyalarını yorumlamaktan kaçınmıyor. Oysa gördükleri rüya çok düşünceli oldukları zamana rastlamaktadır. Olayların etkisi ile görülen rüyalar daha çok yoruma müsaittir. Rüya orada kişiye geleceği hakkında haber vermektedir.

إِنَّا نَرَاكَ مِنْ الْمُحْسِنِينَ (36)

(EinNAv NaRAyKa MiNa eLMuXSiNIyNa)

“Biz seni muhsinlerden görmekteyiz.”

Burada bir atıf yapılmamıştır, “İnne” getirilmiştir. Hazreti Yusuf’un muhsinliğinde tereddüt yoktur. Biz seni böyle görüyoruz, böyle biliyoruz demektir.

Muhsin olma” demek, iyilik yapan kimselerden ziyade; sizi iyilerden görüyoruz, velilerden görüyoruz, keramet sahiplerinden görüyoruz demektir.

Bütün topluluklarda kutsallaştırılan insanlar vardır. Onlar adeta hata etmez ve Tanrı ile doğrudan ilişkili olarak görülürler. Şirk de zaten buradan doğar.

Sen bize bunun tevilini yap, çünkü biz seni onlardan görmekteyiz diyorlar. İnanışta bunlar bir topluluk olarak kabul edilir. Bugün Türkiye’de yaygın bir inanış vardır, ‘yediler, kırklar’ derler. Bunlar dünyayı yönetirler. Mısırlılarda böyle bir inanış olmalıdır ki “Biz seni muhsinlerden görüyoruz” diyorlar.

Gerçekten böyle kimseler var mıdır? Bunlar varsa ne iş yaparlar?

Şeriatçılara göre bunlar mevcut değildir.

Peygamberler var. Onlar Allah’tan vahiy almışlardır. Onların görevi sadece tebliğden ibarettir. Kâinatı yönetmek ise Allah’a aittir.

Ehli tarikat ise böyle kimselerin olduklarını söylemektedirler.

Hazreti Yusuf ne diyecektir? Muhsinlerden olduğunu kabul mu edecektir, yoksa reddedecek midir? Hazreti Yusuf rüyaların tevilini o muhsinlerden olduğu için mi bilmektedir?

Burada yine değişik bir anlayış içinde olmalıyız. Bir kimse iyi ustadır. Sıvayı güzel yapıyor. Bunu öğrenmiş midir, yoksa Allah tarafından mı ona verilmiştir? Allah’ın insanları farklı kabiliyette yarattığı kesindir. Bununla beraber sadece kabiliyet yeterli değildir. Ayrıca o kabiliyeti değerlendirmek gerekir. Aramızda çok kabiliyetli kardeşlerimiz vardır. Ne var ki bu kabiliyetlerini heder etmektedirler. O halde kabiliyet yetmez, kesb de gerekmektedir. Rüya tabiri de böyledir. Rüya tabiri ilhama dayanmaktadır. Kişinin muhsinlerden olması gerekmektedir. Mısırlıların söylediklerinde hata olmasa gerektir.

Burada şunu da öğrenmiş oluyoruz ki, isabetli rüya tabir edenler muhsindirler.

Maddî dünyanın yanında manevi dünyanın da olduğunu inkâr etmemiz mümkün değildir. İşte tarikatlar bu âlemde ihtisas sahibidirler. Biz nasıl onların âleminde ihtisas sahibi değiliz, onlar da şeriat âleminde ihtisas sahibi değildirler. Bizim karşı çıktığımız kısım, akılla halledilebilecek sahalarda da rüya veya ilhamlarla hareket etmeleridir. Bunu yaparken isabetli de hareket etmemektedirler.

Biz “Adil Düzen”le ortaya çıktığımız zaman beklerdik ki tarikat ehli manevi gözle gerçekleri görsün ve bizim lehimizde beyanlarda bulunsunlar. Ne yazık ki onlar karşı çıkıp Demirel’in yanında yer aldılar. Ama halk ve müntesipleri onları muhsinlerden görüyor!

Rüyalara müfret zamirin gelmesi tevillerin topluca yapılacağını ifade eder. Yani değişik kimseler değişik rüyalar göreceklerdir. Biz o rüyaları birlikte düşünmeli ve süratle tevil etmeliyiz. Görülen rüyaların tek başına ayrı ayrı değil de birlikte düşünülmesi gerektiğini ifade eder. Mısırlıların da böyle düşünmekte oldukları anlaşılmaktadır.

***

قَالَ لاَ يَأْتِيكُمَا طَعَامٌ  

(QAvLa LAv YaETIyKuMAv OaGAMun)

“Size taam gelmeden dedi.”

Hazreti Yusuf cevap veriyor ama rüyayı tabir etmiyor. Onlara zaman veriyor. Saat olmadığı için “size taam gelmeden” diyor. Zamanı getirilerek ifade ediliyor. Taam nekredir. Herhangi bir taamdır. Mutat taam olsaydı marife olurdu. Demek ki beklenmedik bir yemek gelecektir. Bilinmeyen bir zamana izafe edilmektedir.

Hazreti Yusuf rüyayı yorumlamıyor, yorumlayacağını söylüyor. Demek ki biz de bize rüya anlatıldığı zaman hemen yorumlamamalıyız. Zamanın geçmesini beklememiz gerekir. Bize ne zaman ilham gelirse o zaman yorumlamalıyız. Kendi gördüğümüz rüyalar da böyledir. Zamanla düşünmeliyiz. Ne olacağını olmakta olan olaylarla karşılaştırmalıyız.

Taam” nekredir, muhatap ikidir. Belki de ikisine birden yemek gelmektedir. Bugün de hapishanelerde yemek verilmekte, sonra da parasını istemektedirler. Parayı almasalar bedava beslemiş olurlar. Parayı almaları da mantıksızdır. Çalmasını engelleme, parasını al. Bu sebepledir ki İslâmiyet’te hapishane yoktur, zorunlu çalışma yerleri vardır. Burada askeri yönetim geçerlidir.

Hazreti Yusuf peygamber acaba neden rüyayı yorumlamayı gelecek yemeğe bağlamıştır? Ondan önce tevilini bildirecektir. Tevil uzun sürmez. Kısa zamandan sonra yapacağım diyor. Bununla beraber sözü uzatmakta, “Turzekani” demektedir.

تُرْزَقَانِهِ

(TuRZaQAyNıHIy)

“Siz o taamı rızk edersiniz.”

Zamir “taam”a gitmektedir. Burada bildirilen normal yemek değildir. Bir yerlerden bir yiyecek gelecektir. O yiyecek ikisine ait olacak, onlar ondan doyacaklardır. Bu yemeğin geleceğini haber veriyor. Ondan önce bildireceğini söylüyor. Hazreti Yusuf  böyle bir yemeğin geleceğini haber vermektedir. Böylece onlara mucizesini göstermektedir.

Kur’an’dan önce peygamberlere mucize verilmiştir. Halk o mucizeye bakar ve onun Allah’ın elçisi olduğuna inanırdı. Kur’an’dan sonra artık mucize gösteren resuller gelmemektedir. Kur’an kendisi mucize olmaktadır.

Burada bir hususu belirtmekte yarar vardır. Keramet var mıdır, mucizeden farkı nedir?

Kelam kitaplarında evliyanın kerameti haktır diye yazılıdır. Ancak keramet ile mucize arasında ne gibi fark vardır? Bunu tam olarak açıklamamaktadırlar. ‘Şeyh uçmaz, müritler uçurur’ derler. Kerametler anlatılarak halk şeyhlere bağlanmaktadır. Yakıştırarak bir keramet söylenir, sonra ona kendisi de inanır. Menkıbeler nesilden nesile aktarılır. Topluluk böylece o zatları çok muhterem görür ve onların mezarlarından istimdat ederler. Tarikatlardaki bu oluşum güçlü cemaatleri oluşturmaktadır. Zamanla tarikatlar büyümekte ve müntesiplerini kötü yollara düşmekten korumaktadır. Bu cemaatler İslâmiyet’e hizmet etmektedirler.

Şer’an haram, hattâ şirk olan bazı davranışları şeriatçılar şiddetle reddederler. Oysa Kur’an Hazreti Musa’nın yolculuk hikayesinde Hz. Musa’yı yani şeriatçıyı uyarmaktadır.

Demek ki biz şeriatçıların aklının ermediği olaylar vardır. Bizim yapmamız gereken onlar hakkında hiçbir şey söylememek ve susmaktır. Yani onların kerametlerine biz görmediğimiz için inanamayız ama inkar da etmeyiz. Bizim için o kerametler yoktur ama onlar için olabilir. Dolayısıyla onları hatalı görmeyiz, onları tekfir etmeyiz. Biz amellerine bakarız; iyi ameller yapıyorlarsa onları hak tarikat kabul ederiz, kötü ameller yapıyorlarsa onları hak tarikatından saymayız.

إِلاَّ نَبَّأْتُكُمَا بِتَأْوِيلِهِ

(EilAv NabBaETuKuMAv BiTaEViLiyHa)

“Ben size tevili hakkında tenbi’ etmiş olacağım.”

Burada üzerinde duracağımız iki husus vardır.

Cümle muzari ile geldiği halde istisna edilen mazi gelmiştir. Gelecekte geçmiş hikayesi böyle yapılır. Türkçede ‘gelmiş olacağım’ şeklinde ifade edilmiş olur. Gelmiş mazidir, olacağım muzaridir. Mazi o zamanı hikaye etmektedir. Arapçada Türkçede olduğu gibi değişik fiil çekimleri yoktur. Kâne vardır. Daha çok geçmişi hikaye eder. Geleceğin hikayesini burada olduğu gibi muzari ile hikaye edip mazi ile istisna ederek yapabiliriz.

Buradaki ikinci önemli husus, size tevili haber vereceğim ve anlatacağım derken, if’al bâbı ile yapmayıp tef’il bâbı ile yapmış olmasıdır. Çok açık bir şekilde anlatacağım anlamına gelir. Yahut ikinizin rüyasını ayrı ayrı anlatacağım anlamına gelir.

قَبْلَ أَنْ يَأْتِيَكُمَا ذَلِكُمَا  

(QaBLa EaN YaETIYaKuMAy ÜAvLıKuMAy)

“O size gelmeden önce ben size anlatacağım.”

Size bir yemek gelecek. O yemek size gelmeden önce ben size onun tevilini bildireceğim diyor.

Dilde icaz vardır, itnab vardır. İcaz demek, bazı şeyleri söylemeyip dinleyenin anlayışına bırakmaktır. İtnab ise sözü uzatmaktır. Her birinin yeri vardır. Mânâda bunlar anlatılır. Burada anlatılış şekillerini inceleyelim.

Birinden diyelim ki 100 TL borç isteyeceksiniz. Bunu değişik şekillerde yaparsınız.

1- ‘Ben sizden 100 TL borç isteyeceğim’ der ve susarsınız. Karşı tarafın zihninde niçin borç istediğinizi anlatmış olursunuz. Ne cevap vermesi gerektiğini düşünmeye imkan vermezsiniz. Genellikle red cevabı alırsınız.

2- ‘Ben sizden 100 lira borç isteyecektim’ der, sonra da niçin bunu istemek zorunda kaldığınızı anlatırsınız. Bu şekildeki ifade karşı tarafı düşündürür, konuyu öğrenmiş olur. Ama baştan borç istediğinize dair zihni hazır olmadığı için asıl istediğiniz kaynar. O da başka şeyler anlatır ve yine sonuç alamazsınız.

3- En etkin anlatış şekli, önce bir giriş yapıp konuya muhatabın zihnini hazırlamak, sonra da talebenizi açıkça bildirip sözü kesmemek, konuşmayı uzatıp karşı tarafa düşünerek konuşmasını veya söylemesini sağlamak, refleks hareketlere imkan vermemektir.

Hazreti Yusuf Peygamber önce “yemek size gelmeden” diyerek arkadaşlarının zihnini rüya tabirinden uzaklaştırıp gelecek yemeğe çevirmiştir. Böylece onların beklediği tevilden onlar uzaklaşmış olmaktadır. Buna “konuyu değiştirme” diyoruz. Sonra yine konuya gelmekte, salim zihinlerini tevili ertelemeye götürmektedir. Böyle yapmasa, arkadaşları tebliğ dersinde oldukları için Hazreti Yusuf’u dinlemeyeceklerdir. Oysa Hazreti Yusuf’un derdi tebliğdir. Kur’an bize burada bu sanatı da öğretmektedir.

Bugün basın tekel sermayenin elindedir. Bütün bu uygulamaları yapmaktadır. Konuyu ortadan kaldırmak istediği zaman başka konuyu ortaya koymaktadır. Böylece basın aldığı emir gereği konu rafa kaldırılabilmektedir. Bu bizim için kötü olmakta, tehlikeli olmaktadır. Ne var ki böyle bir mekanizmanın olması da gerekmektedir. Topluluk gereksiz yere bazı konular üzerinde fazlaca durur, onun da zararı olur. Tekel sermaye futbol gibi oyalama konuları icat ederek halkın heyecanının oralarda boşalmasını sağlamaktadır.

Bunun ülkenin yöneticileri için de gerekliliği vardır. Halkın heyecanlanıp taşkınlık yapmaması için halkı oyalayacak bir şeyleri bulmanız gerekir. Yöneticilerin ve tekel sermayenin çıkar paralelliği içinde bu uygulamaları ülke için zararlı olmaktadır. İnsanlar çalışmamakta, kültürlerini geliştirmemektedir. Böylece hem kültür bakımından hem de ekonomi bakımından geri kalmaktayız.

Bunu bilen sosyalistler ve nasyonalistler devletçiliği önermektedirler. Onlara göre basın serbest olmamalıdır. Yöneticilerin emrine girmelidir. Yani tekel sermayenin değil yöneticilerin emrinde basın olmalıdır diyorlar. Bu önerileri ilk bakışta makul görülüyorsa da, basın özgür olmadığı için gelişemiyor, fonksiyonunu icra edemiyor. Kaldı ki tekel sermaye bu sefer yöneticilere baskı yapıyor veya satın alıyor, halkın aleyhine olan aynı şey gene gerçekleşiyor.

“Adil Düzen” bunu şöyle çözmektedir. Yazarlara maaş bağlamakta, yazarları bağımsız hâle getirmektedir. Yazarlar sermayenin de yöneticilerin de emrinden çıkmaktadırlar. Yazarlar milletin ferdi olduklarından onlar ayrı ayrı ve çoklu gruplar hâlinde ülkenin zararına iş yapmazlar. Bunun dışında basın ve yayın vergiden muaf tutuluyor. Bunun yerine sahife veya yayın saatlerinin beşte biri yöneticilerin emrine verilmiş olmaktadır. Yöneticiler veya dayanışma ortaklıkları bu yerleri ülkenin çıkarına doldururlar.

İşte burada Hazreti Yusuf peygamberin böyle bir itnabı yapması bunun meşruluğunu ifade eder. Halkın temsilcisi olan siyasi partilere böyle imkan verilmelidir.

مِمَّا عَلَّمَنِي رَبِّي

(MimMAv GalLAMaNIy RabBIy)

“Rabbimin bana ilm ettiklerinden.”

Min” teb’iz içindir. Rabbin kendisine ilm ettiklerinin bir kısmını kullanacak ve rüyayı tevil edecektir. Bana talim etmiş olduklarından diyerek, bundan sonra ilham ettiklerinden dememektedir. O halde rüya bir ilimdir. Metodu öğrenilirse tevil edilir.

Peygamberler vahiy alırlar, öğrenirler ve onları da halka öğretirler. Artık o nâsın ilmi olur. Rüya da böyledir. İnsanlık ilimdeki gelişmeyi çok yavaş yapmaktadır. DNA’ları yirminci yüzyılda öğrendik. O zamana kadar biyoloji belki ilim değildir. Ama şimdi ilimdir.

Rüya üzerinde ilmî çalışmalar yapılmamıştır. Dolayısıyla rüya tabiri henüz ilim olmamıştır. Ders kitaplarında rüyadan bahsedilmemektedir. Oysa tüm insanlık hemen her gece rüya ile karşılaşmaktadır. Bunun ilmî tahlili yapılmalıdır.

“Rabbim bana talim etti” diyor. Tef’il bâbını kullanıyor, yani ilmi vehbî değil kesbîdir. Belki bu ilmi melek öğretmiştir. Ama artık öğrenmiştir. Onun müktesebatındandır. Sadece talim eden belki beşer değildir.

Rabbim” kelimesini getirmiştir. Yani onu terbiye eden yetiştiren öğretmiştir.

O halde insanlık rüya ilmini öğrenmeli, anlatmalı, yorumlar yapılmalı, sonra tahakkuk ettiğinde ona göre rüya hakkında ilim sahibi olmalıyız.

İnternet grupları oluşturmalıyız. Birbirimizin rüyalarını okuyup yorumlamalıyız. Böylece rüya gruplarında önemli rüya ve tabirler seçilip merkezi gruplara götürülmelidir. Grubun temsilcileri orada kendi sitelerinin rüyalarını aktarmalıdırlar. Bir rüya örgütlenmesi oluşmalıdır. Böylece insanlık veya ülkeler veya iller rüyaları ile nereye gittiklerini bileceklerdir.

Kur’an falcılığı haram kılmıştır. Ama rüyayı böyle anlatmaktadır. Burada “Allemenî” demekle bizim de rüya ile ilgilenmemiz gerektiğini ifade etmektedir. Yoksa “Mimmâ Yuha İleyye” der, Rabbimin bana vahy etmesi üzerine size anlatırım derdi.

Hazreti Yusuf onların rüya tabirlerini ertelemiştir. Çünkü onlara rüya tabirini yapsa artık onlar onu dinlemeyecekler, herkes kendi dünyasına gidecektir. Ama rüya tabirini yapacağını ve bunu çok kısa zamanda yapacağını bildiriyor. Onlara sonra rüyayı nasıl tabir edeceğini anlatmaya başlıyor. Önce rüya tabirinin bir ilim olarak yapacağını bildiriyor. Rabbinin ona öğrettiğini söylüyor. Bundan sonra da Rabbini izah ediyor.

إِنِّي تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ

(EinNIy TaRaKTu MilLaTa QaVMin)

“Ben bir kavmin milletini terk ettim.”

Bugün Türkçede “millet” kelimesini “kavm” anlamında kullanmaktayız. Oysa burada kavm millete izafe edilmiştir. Muzaf muzafun ileyhten ayrıdır. O halde biz “millet” kelimesini yanlış olarak “kavm” yani “ulus” karşılığı kullanıyoruz. Ayrıca “din” kelimesini de yanlış kullanıyoruz. “Din” inanç ve ibadetlerden ibaret değildir, din “düzen” demektir.

İşte, “din” yerine Kur’an “millet” kelimesini kullanmaktadır.

Bir kavmin dinini terk ettim anlamındadır.

Bu yanlışlıklarımızı nasıl düzelteceğiz?

Düzeltmek gerçekten zor.

Kavm” nekre gelmiştir. “Kavmî” yani “benim kavmim” de dememiştir. Burada Hazreti Yusuf’un daha evvel başka kavmin milletinden olduğunu ifade ediyor. Demek ki peygamberler masum değildirler.

Hazreti Yakub’un oğlu olduğu halde hangi kavmin milletinden idi?

Demek ki o zaman Hazreti Yakup çevreye hakim değildir. Halk o millete göre ibadet ediyor. Bunlar katılmıyor. Tarik (terk eden) oluyorlar. Yoksa daha önce şirk içinde idiler anlamını vermeyebiliriz. “Kavmim” dememekle kendi kavminden bahsetmemektedir. Bunlar muhacirdirler. O kavmin müntesibi olmamışlardır.

Şimdi bu âyete dayanarak örgütlenmeyi yapabiliriz.

Örgütlenme nasıl yapılacak?

Ocaktan başlayarak yere göre örgütler oluşacak. Kur’an bunlara “aşiret, kabile, şa’b, kavm ve nâs” diyor. Bir de dayanışma ortaklıklarına göre insanlar teşkilatlanacaktır. Bu da millet olarak sınıflanmayıp din olarak sınıflanıyor. Millet yani Türkçede yanlış olarak kullandığımız din inanışa dayanmaktadır. Burada “kavm” nekre olduğu gibi “millet” de nekredir. Yani bir kavmin değişik dinleri/düzenleri yani milletleri olabilmektedir.

لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ  

(LAy YuEMiNUvNa BilLAHi)

“Allah’a iman etmiyorlar.”

Mısır’da tek tanrı anlayışı var olmalıdır ki, “Onlar Allah’a iman etmiyorlar” diyor. Hazreti Yusuf hapishane arkadaşlarına Allah’a iman ediyorlarmış gibi hitap ediyor. Onların rüya tabirine inandıkları kesindir. Rüyaya inanmak demek, gelecekte olacakların şimdiden belli olması demektir, kadere inanmak demektir; bu da takdir edene inanmak demektir.

Yirminci yüzyılda dört boyutlu uzay keşfedilmiştir. Eskiden dünyanın durduğu, yıldızların döndüğü sanılırdı. Bugün ise kimse böyle düşünmüyor. Eskiden geçmişin yok olduğu, geleceğin ise yeniden var olduğu sanılırdı. Oysa bugün biliyoruz ki, biz zaman içinde yolculuk yapmaktayız. Geçmişi arkada bıraktık, orada duruyor. Gelecek de önümüzdedir, orada duruyor. İstanbul’dan Ankara’ya yolculuk yapan Adapazarı’ndan sonra Bolu’ya gideceğini biliyorsa, dört boyutta dolaşabilen kimse geleceğini de görür, yani gelecek zamanı da bilir. O halde rüya dediğimiz zaman dört boyutlu uzaydan olayları görmek demektir.

Rüyaları biz görmüyoruz. Gören ve bilen biri bize temsili olarak gösteriyor.

Hz. Yusuf’un arkadaşına asılması başında kuşların ekmek yemesi olarak gösterilmektedir.

O halde birileri gelecekte olacak olayları senaryolaştırıyor ve bize bildiriyor.

Rüyayı görüyoruz. Kimse rüyayı inkar edemez. Çünkü rüya görmeyen insan yoktur. Rüya görülüyor. Aynen görülse, geleceği görüyoruz, uykuda dört boyutlu uzaya geçiyoruz diyebilirdik. Oysa temsili olarak bize anlatılıyor. O halde bir aracı vardır. İşte bu ya Allah’tır ya da görevli meleklerdir. Allah yapıyor dersek, bize bir şey kalmıyor. Allah meleklere veya doğa kanunlarına yaptırıyor dersek, biz orada aktif hâle geliriz.

İşte, rüya vesilesiyle Hazreti Yusuf hapishane arkadaşlarına ve bize bunları anlatmaktadır. “Rabbim” dedikten sonra Allah’tan bahsetmektedir. Bütün bunların terbiye ile alakalı olduğuna da işaret etmektedir. Allah böyle yapıyor. Niçin yapıyor? Bizi eğitsin diye böyle yapıyor. Allah’a iman etme insanın kendisini terbiye etmesi anlamına gelir.

وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ (37)

(Va HuM Bi eL EaPiRaTi HuM KaFiRUvNa)

“Onlar âhirete de kâfirdirler.”

Rüya ile âhiret arasında da büyük ilişki vardır.

Uyku nedir?

Ruh ile bedenin uykuda ayrılmasıdır.

Biz nasıl yaşıyoruz?

Beynimiz bir bilgisayardır. Dışarıdan gelen bilgiler beynimizde toplanarak saklanır. Ruhumuz bu bilgilere ulaşır. Ruhumuz beynin program çalışmalarına müdahale eder ve kararlar alır. O kararlar da bedene ulaşır, böylece iş yaparız.

Uyku ruhun beyinle irtibatını kesmesi hâlidir.

Rüya ise ruhun beyinle irtibat kurmasıdır ama beynin vücutla irtibatının kesilmiş olmasıdır. Bu sefer beyin başka ruhlarla etkilenmektedir. Onlar programa müdahale ederek rüya görülmektedir. Araba tamir eden arabayı çalıştırıp döner. Rüyada beynimizin bakımını yapanlar onu çalıştırmaktadır. Biz de onları görürüz. Bazen görmeyiz. Tamir edenler biz uykuda iken ve rüya görmezken hazırlık yaparlar, bize gösterecekleri sahneleri ekrana aksettirir ve ruhumuzu çalıştırırlar. Uyandığımız zaman gördüğümüz filmlerin bazılarını hatırlarız.

Kur’an’da, ‘insanların amellerini takdir ederek yazanlar vardır’ denmektedir. Biri sevaplarımızı yazar, diğeri günahlarımızı yazar. Sevap ve günahı dereceleri ile yazarlar. Derecelerin takdiri ise ihtilaflı olabilir. Bir üçüncü melek daha vardır, o melek hakemlik yapar. Bizim önerdiğimiz hakemlik sistemimiz buna kıyasen oluşturulmuştur.

İşte burada âhiret hakkında bilgi edinmemiz mümkündür.

Madem ki rüyada bize gelecekte olanlar bildirilmektedir. Geçmiş yerinde durmaktadır. Gelecek de vardır. Düşüncelerimizi biraz daha ileri götürebiliriz.

Bugün fizik ve astronomi ile biliyoruz ki sonunda kâinat bitecektir.

Sonra ne olacaktır?

Genel kanun vardır; hiçbir şey yok olmaz, başka şekle değişir/dönüşür ama yok olmaz. O halde kıyametten sonra da kâinat vardır. Ruhlarımız da yok olmayacak, çünkü yok olma diye bir şey yoktur. O halde kıyametten sonraki âlemde ruhumuz yeniden bir beden bulabilir ve orada yeni hayat başlayabilir.

Varsayalım ki İlâhi kitaplar gelmemiştir, yahut biz onlara inanmıyoruz. Rüya âleminin araştırılması ile âhireti bulabiliriz. Başka bir kanun da şudur. Evrim vardır, ölüm vardır. Canlılar ölürler ama yerlerine daha gelişmişleri ortaya çıkar. Yeryüzü bu sayede canlılarla dolmuştur. Şimdi uzaya gidiyoruz. Yarın uzayda tarlalar olacak. Orada hayvanlar olacak. Yani canlılardaki evrim devam edecektir. O halde kıyamet kâinatın ölümü olduğuna göre bu kâinattan daha gelişmiş kâinata geçeceğiz demektir. Şimdi mevcuttur ama bizim ruhumuz burada eğitildikten sonra oraya geçecektir.

Görülüyor ki âhiret kavramı ilmî kavramdır, insan yaratıldığından beri bilinmektedir.

Âhirete iman etmiyorlar” demek, geleceklerini güven altına almıyorlar demektir.

Hazreti Yusuf arkadaşlarına önemli bir hitabette bulunmaktadır. Öleceğini bildireceği kimseye âhireti telkin edip ölümün fazla önemi olmadığını anlatmaktadır. Burası yani dünya misafirhanedir. Er geç burasını terk edeceğiz. O halde burasını terk etmenin endişesini duymamalıyız. Bizim asıl düşünmemiz gereken gelecektir, âhirettir.

Allah’a iman etmiyorlar ve onlar âhirete de kâfirdirler” deniyor. Âhirete iman etmiyorlar denmiyor. Çünkü onların hepsi âhiretin varlığını biliyorlar ama bilmemezlikten geliyorlar. Öyle ameller yapıyorlar ki âhireti yok sayıyorlar.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-558/ADİL DÜZEN DERSLERİ-388   24 Nisan 2010

 

ÖRGÜTLENME

İNSANLAR İÇİN EN ÖNEMLİ OLAN EKONOMİK ÖRGÜTTÜR

Bir “bucak”ta, bir “il”de, bir “ülke”de ve tüm “insanlık”ta UYGULARIZ

En üst vasıflı tuğla, fayans, kiremit, doğrama bir araya gelip yığılsa, hiçbir işe yaramaz. Buna karşılık çok kötü malzeme bile bir bina inşa edilse, uygun yere yerleştirildiği zaman işe yarar hâle gelir. İçine girip barınırsınız.

Topluluk da böyledir. Kişiler yerlerine oturduğu, işbölümü olduğu zaman büyük başarılar elde edilir. Hayat başlar.

Bu örgütlenme nasıl gerçekleşmektedir?

İnsanlar için en önemli olan ekonomik örgüttür.

İstanbul’da on beş milyon insan yaşamaktadır. Bu akşam bu insanların hepsi karınlarını doyurmuşlardır. Açlıktan ölen hiç olmamıştır.

Bu nasıl olmuştur?

Herkes ya iş bulmuştur, ya da bir yerden yardım almıştır.

İşte bu örgütlenmedir.

Ne var ki bu örgütlenme gelişigüzel, kuralsız ve garantisiz örgütlenmedir.

İleri seviyedeki gelişmiş topluluklar öyle örgütlenir ki, herkes ertesi gün ekmek bulur ve karnını doyurur. Nasıl bulacağını bilir. Aç kalırım diye korkusu yoktur.

İşte, “Adil Düzen” bunu sağlayan bir sistemdir.

“Adil Düzen” bunu nasıl gerçekleştirir, herkesi nasıl sigortalar?

Herkes, nasıl, yarın aç kalacağım korkusu içinde olmaz?

Bunun için bulunan çözüm şudur.

Çalışan herkese “çalışma kredisi” verilir. Bu basılan bir kâğıttır. İstanbul Belediyesi bunu “senet” olarak basıp çıkarabilir ve her çalışana kredi olarak verir. Onlar giderler ve istedikleri yerde çalışırlar. Ücretlerini bankadan alırlar. İşveren borçlanmış olur.

İşverenlere ayrıca “ham madde kredisi” verilir. İşçi bulan kimse sermayesizlik sebebiyle üretimden geri kalmaz.

Sonra bugün elde edilen üründen yani çalışanların ürettiklerinden “kamu payı” alınır. Çalışmayanlara bölüştürülür; dolayısıyla çalışmayanlar da aç kalmaz. Çalışanlara faizsiz ve icrasız kredi verilir, çalışmayan veya çalışamayanlara ise o günkü hâsıladan pay verilir. Böylece insanların hayatları sigortalanmış olur.

Şimdi şu soru sorulabilir:

-Biz çalışmayanlara para dağıttık, çalışanlara kredi verdik; bu enflasyon yapmaz mı?

İşte “Adil Düzen”in keşfi ve mucizesi buradadır. Bu enflasyon yapmaz. Çünkü biz krediyi üretime veriyoruz. Üretmeyene kredi vermiyoruz. Maliyeciye kredi vermiyoruz. Krediyi yalnız üreticiye veriyoruz. Üreticiden mal olarak vergi alıyoruz. Dolayısıyla piyasaya sürdüğümüz para üretilen mal kadardır. Mal ne kadar üretilmişse o kadar para piyasaya girmiştir. Dolayısıyla enflasyon olmaz.

İkinci soru şudur:

-Peki, öğretmen nasıl geçinecek, subay nasıl geçinecek? 

Üretici ürettiği malı ambara koyduğu zaman ondan mal olarak vergi alıyoruz. Bu vergi bizim aldığımız toprak kirasıdır. İşte o paradan çalışmayanlara pay verdiğimiz gibi, çalışıp da üretmeyenlere de pay veriyoruz. Dolayısıyla onlar da genel güvenlikten yararlanmaktadırlar. Bugünkünden farkı şudur. Bugün karşılıksız bir para öğretmene, subaya ve doktora verilmektedir. Az üretim olursa enflasyon olmaktadır. Biz ise bugün ne kadar üretilmişse onun karşılığı kadar pay belgesini veriyoruz. Yani enflasyon korkusu yoktur. Ama aldığı maaş az veya çok olmaktadır. Beğenmiyorsa üretime gider ve orada dolgun ücret almış olur.

Demek ki örgütlenmeyi “kredi” yoluyla sağlıyoruz. Bunu üretimden alınan vergiden sağlıyoruz. Üretim dışındaki gelirlerden vergi almamaktayız.

Bir adam 5 kilo patates aldı, 10 liraya sattı, 5 lira kâr etti; bundan 2 lira “vergi” alıyoruz. Oysa patates artmadı.

Halbuki bizim sistemimizde patates üretildiği zaman, ilk ambara girerken patates olarak vergi alıyoruz. O bize 5 kilo patates teslim ediyor, biz ona 3 kiloluk patates belgesini veriyoruz. 2 kilo patatesin senedini ise çalış(a)mayanlara ve üretim dışı çalışanlara bölüştürüyoruz. O sene mahsul bol alınmışsa herkes bol bol yiyor; az alınmışsa az yiyor. Refah “herkes için refah” oluyor; kriz “herkes için kriz” oluyor.

Ambarlarımızda geçmişten kalan stoklar vardır. Kriz ve kıtlık yıllarındaki mevsimleri de onunla geçiriyoruz. Dolayısıyla bu yıl çok az üretim olsa veya hiç üretim olmasa bile, geçmiş üretimden bugüne pay ayırıyoruz; dolayısıyla kriz ve kıtlık günleri ve mevsimleri de sigortalıdır. Bunu şöyle yapıyoruz. Bugün ürettiğimizi elli haftaya bölüyoruz, ellide birerleri elli haftaya gitmiş oluyor. Bu haftanın geliri geçmiş elli haftadan gelenlerdir. Dolayısıyla hiçbir zaman üretimsiz kalmıyoruz.

Bu sistemi bir “bucak”ta, bir “il”de, bir “ülke”de uygulayabildiğimiz gibi, tüm “insanlık”ta da uygularız. Böylece sigorta aylara ve yıllara göre yayıldığı gibi, ülkelere göre de yayılır, hep beraber “dayanışma ortaklığına” girmiş oluruz. Böylece insanlığı ekonomi bakımından örgütlemiş, genel güvenliği de sağlamış oluruz. Bu liberalizm içinde gerçekleşir. Fiyatlara ve ücretlere de müdahale etmemiş oluruz.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-558/ADİL DÜZEN DERSLERİ-388   24 Nisan 2010

 

A Ç I L I M

İNSAN, AİLE/EV, APARTMAN, BUCAK, İLÇE, İL, BÖLGE, ÜLKE, İNSANLIK

İnsanın iki özelliği vardır.

Her insanın başkası ile paylaşmadığı kendisine özgü hayatı vardır. Bazen yalnız kalmak ister. Kendi dünyasında yaşar.

İnsanın ikinci tarafı vardır, hayatını başkaları ile paylaşmak ister. Yalnız kaldığı zaman canı sıkılır. Topluluğa karışmak ister. Birini bulup onunla sohbet etme arzusundadır.

Hemen her insanda bu iki özellik beraber bulunur. Uyumak, ayık olmak gibi insan ardı ardına toplulukta, olmak sonra yalnız kalmak arzusunu duyar. Sonra tekrar topluluğa döner.

İnsandaki bu özellik kişiden kişiye, yaştan yaşa, çalışma ve yaşama durumlarına, hayattaki başarılarına göre değişmektedir. Alışkanlığın da büyük etkisi vardır.

İleri toplulukta olmak, “Adil Düzen”de olmak, insana bu değişik yaşama şansını tanımak ve imkanlarını sağlamaktır. İsteyen istediği zaman uzlete çekilip kendi başına kalabilmeli, isteyen de istediği zaman istediği çevreye karışabilmelidir. Bunu sağlayan topluluk huzur içindedir. Çalışmada ve yaşamada bu hayat sağlanmalıdır. Öyle düzende olmalıyız ki, kişi kendi başına yaşamak istediği zaman, kendi başına çalışmak istediği zaman bu imkana sahip olmalıdır. İstediği zaman topluluğa karışabilmeli ve birlikte çalışabilmelidir.

Bunu sağlayabilmemiz için önce herkesin bir “evi ve ailesi” olmalı, evinde kendi odası olmalı, eşinden bile ayrı bulunabileceği “oda”sı olmalıdır. Ayrıca ortak oturacakları yer olmalıdır. Böylece aile içinde ayrı yaşayabilmelidir. İstediği zaman da bir araya geliyor, birlikte oturuyor ve yiyorlar. Burada “düzen”i ilgilendiren her aileye nüfus sayısından bir fazla “bölme” verilmelidir, “evlerin planlaması” böyle yapılmalıdır.

Bizim geliştirdiğimiz ikinci plan ise yüz dairelik “apartman”lardır. Her katta on daire vardır. Artı iki dairesi ortak yerdir. Kadınlar ayrı erkekler ayrı toplanırlar. Bir de ortak mescitleri vardır; kadın erkek namaz vakitlerinde beraber olurlar. Her katın çatısı apartmanın ortak yeridir. Burada apartman halkı toplanır. Apartmanın altında dükkanlar vardır. Her ailenin bir iş yeri olur. Burada tek başına çalışmak isteyenler çalışırlar. Yüz dairelik apartman buna göre planlanmıştır.

On apartman birleşecek bir bucak oluşturacaktır. Bucaklıların haftada bir toplandıkları meydanları vardır. Bucak merkezinde Pazar kurulur. Birlikte yaşarlar. Her bucakta kendi dilleri ile ilk öğrenimlerini yapacaklardır. Kendi yaşama kanunlarını kendileri yapacaklardır. Kendi başkanlarının önderliğinde onların arasında hukuk düzenini kuracaklardır. Bu toplulukta herkes birbirlerini tanımaktadır. Günlük yaşayışlarında hep birbirleri ile karşılaşılır.

İlçede ise resmi işyerleri kurulur, daha çok erkekler orada toplanır, birlikte çalışırlar. Apartmanlarda ayrı iş yaparlar, ilçelerde ise birlikte iş yaparlar. İsteyen kendi apartmanında kendi başına çalışır, isteyenler ilçeye gidip ortak çalışırlar.

İller ise lise tahsilini kendi dileri ile yaparlar. Halk birbirini tanımaz, tanıyanları tanırlar. İki kişi karşılaştıkları zaman mutlaka ortak tanıdıkları ve tanıştıkları kişi vardır.

Bölge merkezlerinde ağır sanayi oluşturulur. Halk daha çok geniş kitle içine karışır.

Ülkede ise aynı dili konuşurlar, serbestçe ve kolayca anlaşılırlar.

Ayrıca uluslararası insanlık yerleri vardır. Buralara girip çıkma izne tâbi değildir.

Bizim siyasi örgütlenme çalışmalarımız bu sorunu çözme ile ilgilidir.

Merkezler ortak yaşama ve çalışma yerleridir. Burada insanlar daha geniş anlayışlı insanlarla karşılaşırlar. Farklı yaşama hürriyetine sahiptirler. Oysa taşralar daha kapalı topluluklardır. Kendilerine özgü yaşayışları vardır. Birbirlerine daha yakındırlar ama hürriyetleri daha çok kısıtlanmıştır.

Yerinden yönetim sistemi” işte budur.

İnsan kendisine dönmek isterse; kendi aşiretine/ apartmanına, kendi kabilesine/ bucağına, kendi şa’bine/ iline, kendi kavmine/ ülkesine döner ve onlarla yaşar.

İsteyenler veya istediği zaman ortak açık köye, ortak beldeye, ortak bölgeye, ortak kıta merkezlerine gider ve onlarla birlikte yaşar. Kişinin psikolojisine göre örgütler yaygınlaşmış, böylece bir düzenleme yapılmıştır.

Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası” Kur’an’ın öğrettiklerine göre düzenlenmiştir. Aynı zamanda sosyolojik ve psikolojik kanunlara uygundur.

Herkes yaptırmak istediği işi internete girecek ve ilan edecek, bedelini bildirecektir. Yatsı zamanında toplandıkları zaman internete girecek, herkes kendi işini kendisi seçecektir. Böylece kişi istediği işi seçebilecektir. Nerede isterse orada işini bulmuş olacaktır.

Çalışana faizsiz ve icrasız kredi verilmekle işçi iş aramayacak, işverenler işçi arayacaklardır. İşçi bulan işçilere “ücret/emek kredisini” faizsiz almış olacak, ayrıca “ham madde kredisi” de icrasız ve faizsiz olacaktır. Demek ki bu düzende işçi bu işyerine sahip olacak, dolayısıyla hür olacaktır. İşveren de “faiz baskısı” altında olmadığı için işçi gelmezse sıkıntıya girmeyecektir. İşi bırakıp kendisi işçi olacaktır.

Sonuç olarak  “ A Ç I L I M ”  böyle bir çalışma ve yaşana düzeni ile sağlanır.

Yoksa masa başında ‘biz anlaştık, açılım yaptık’ demekle açılım olmaz.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

İktisat stratejisi

Reşat Nuri EROL

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda Türkiye’nin bir ‘iktisat stratejisi’ vardı ve ülke ekonomisi 1950’ye kadar bu strateji ile yönetildi. 1950’ye kadar bu yönetim devam etti. Sonra olanlar oldu, devran döndü, DP iktidarı geldi; Osmanlı Devleti’nin son döneminde olduğu gibi dış borçlanmalar başladı ve bu iktisat politikalarıyla günümüze kadar gelindi…

Peki, günümüzdeki Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gerçekten bir ‘iktisat stratejisi’ var mıdır; varsa nedir? Türkiye’nin bilinen malum iktisadî sorunlarını kökünden çözecek bir ‘iktisat stratejisi’ yoksa; iktisadî sorunların çözümleri vahşi kapitalist piyasanın işleyişi ile insafına ve küreselleşen dünyanın akışına bırakılmış demektir!

Ancak şu gerçek unutulmamalıdır: Tabiat boşluk kabul etmediğine göre; siz planlama yapıp strateji belirlemeseniz bile, birileri bu boşluğu doldurur, planlama ve strateji yapar, siz de onların dümen suyunda gitmek zorunda kalırsınız.

‘Eh, zaten öyle olmuyor mu?’ dediğinizi duyar gibiyim…

Evet, maalesef altmış yıldır aynen öyle oluyor…

Son yıllarda da ‘aynı şey’ devam ediyor…

Yani olmuyor, olmuyor, olmuyor...

Sorunlar bir türlü çözülemiyor…

***

Anketler yapılıyor, halka sorular soruluyor, halkımız da cevap veriyor; yapılan bütün anketlerde halkın bir numaralı sorununun açık farkla iktisat/ekonomi ile istihdam/işsizlik olduğu ayan beyan görülüyor. Bu bir numaralı sorunumuzun çözümü yolunda ortalıkta bir ‘iktisat stratejisi’nin varlığı görünmediğine göre; sade bir vatandaş olarak ve  halkımız adına halk deyimiyle söyleyeyim, ‘işimiz Allah’a kaldı’ gibi görünüyor!

‘İstihdam ve işsizlik’ dendiğinde ne düşünülüyor?

İşsizliğin yatırımlarla önlenebileceği düşünülüp söyleniyor ama ülkemizin bir ‘iktisat stratejisi’ olmadığından, bu yatırımlara piyasanın karar vermesi bekleniyor!.. Piyasaları kimlerin yönettiği ve yönlendirdiği ise herkesin malumu; pek çok şeyin yanında piyasanın ipleri de malum birilerinin elinde…

Siyasiler ve yetkililer alternatif çözümlere kulak bile ver[e]miyor! Siyasiler kulak vermeyince altmış yıldır ve son sekiz senedir hep olmuyor, sorunlar çözülmüyor!.. İktisadî ve siyasî sorunlar çözüme kavuşturulmayınca, her geçen gün daha da büyüyor ve ‘Sosyal Tufan’ seviyesinde sorunlar olarak karşımıza çıkıyor…

Oysa; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulduğu dönemde olduğu gibi bir ‘iktisat stratejisi’ belirlenebilir ve ekonomi bu stratejiye göre yönetilip yönlendirilebilir.

***

Genel olarak “Adil Düzen” ve özel olarak “Adil Ekonomik Düzen”de genel bir kural vardır; bu kural ‘makroda planlama, mikroda serbestlik’ kuralıdır.

Her şeyden önce ‘yatırım ile üretim arasındaki denge planlanmalı’dır. Bir örnek vermek gerekirse, inşaat sektöründe ‘faizsiz kredilerle’ yapılacak veya yaptırılacak yapıların işçilik bedeli sabit tutularak bu denge planlaması sağlanır. İnşaat sektöründeki bu uygulamadan sonra, ‘tüketim mallarının üretim miktarları da yıllık olarak planlanmalı’dır. Bu planlama ve uygulama da ‘selem senedi’ ile sağlanır. Bu arada ‘ihracat ile ithalat arasındaki denge de planlanmalı’ ve uygulanmalıdır. Bu planlama ve uygulama da ‘selem kredisi’ ile sağlanır, gerekli dengeler gerçekleştirilir. Ülkemizdeki olumsuz ihracat ve ithalat makası böyle açık vermeye ve gün geçtikçe daha çok açılmaya devam ederse; Türkiye dahil hiçbir ülke buna dayanamaz, batar.

Sonuç: “Adil Ekonomik Düzen”, fiyatlara ve ücretlere müdahale etmeden, girişimciliği kısıtlamadan, tekel oluşturmadan, ‘faizsiz krediler’ sayesinde ekonomide olması gereken dengeleri kurma düzenidir. İktisat stratejimiz bu olmalıdır.

 

 

Toprak, tarım ve ‘tarım stratejisi’

Reşat Nuri EROL

Türkiye önemli bir ülke… Türkiye ekonomisiyle önemli bir ülke… Türkiye şimdilik dünyanın ilk yirmi ekonomisinden biri ve önümüzdeki dönemde ilk ona girmeye, hattâ ‘süper güç’ olmaya aday bir ülke… Türkiye bir zamanlar tarım üretimi kendi kendine yeten dünyadaki nadir birkaç sayılı ülkeden biriydi ama şimdi maalesef öyle değil!..

Topraktan yaratıldık, toprakta tarım yaparak ürettiklerimizle bir ömür boyu beslenip yaşıyor ve sonunda yine toprağa dönüyoruz. Bir zamanlar tamamen “tarım toplumu” idik, şimdi şehirleşiyor ve “sanayi toplumu” hâline dönüşüyoruz ama toprak ve tarımdan tamamen kopmamız mümkün değil. Şu andaki nüfusumuzu 70 milyon kabul edelim; ortalama 15 milyonumuz köylü, 55 milyonumuz şehirli veya kasabalı; giderek tarımdan kopuyoruz... Tarımda kalanlarımız yaşlanıyor... Eski tarım arazilerimiz gerektiği gibi değerlendirilmiyor, terk ediliyor ve çoraklaşıyor... Daha da önemlisi; içine sanayi ile teknolojiyi katarak “yeni tarım usullerini” öğrenmeden “eski tarım usullerini” unutuyoruz, toprağa ve bildiğimiz binlerce yıllık tarım usullerine ihanet ediyoruz...

Sonuçta toprağa ve tarıma olan bu ilgisizliğimiz, bilgisizliğimiz ve ihanetimiz bize tarımda dışa bağımlılık olarak geri dönüyor. Artık tarım ve gıdanın bazı kalemlerinde dışa bağımlılığımız giderek artıyor. Bu durum beraberinde açlık, işsizlik, sefalet, zulüm ve başta “kanser” olmak üzere değişik sağlık sorunlarını getirdi. Kuraklık ve kıtlık yılları ile kriz dönemlerinde, Eski Mısır toplumları gibi daha da zorlanıyoruz. Çağımızın Yusuf’larına (mesela Erbakan’a) da toplum olarak kulak vermiyoruz. Toprağa ve tarıma gerekli değeri vermeyenler, bu alanda çağımızda yapılması gerekenleri yapmayanlar, çağdaş Firavunlara ve zalim Firavun düzenlerine mahkum olup en sonunda Firavunlar ile onların askerleri ve halkları gibi yok olurlar.

***

Kanaatimce çok hem de çok önemli olan yukarıdaki hatırlatmalardan sonra, tekrar konumuza dönelim. İnsanın en önemli ihtiyaçlarının başında tarım ürünleri gelir. Malum olduğu üzere, “tarım ve gıda ürünlerinin üretimi ve tüketimi” olmazsa “hayat” olmaz, “ekonomi” de olmaz. Bundan dolayı tarım öncelikli alan olarak belirlenmeli, ülkemizin “tarım stratejisi” net bir şekilde ortaya konmalı ve çağımızın gerektirdiği işletmeler tarafından uygulanması sağlanmalıdır. Bunun gerçekleştirilmesi için çağımız insanının ulaştığı bilgi, teknoloji ve sanayi seviyesinden de yararlanılarak, tarım alanlarının en verimli ve rantabl şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir.

Kimi görüşlere göre bu amaçla ‘kamulaştırma’ veya küçük arazileri bir araya getirip ‘birleşmeler’ teşvik edilmeli, bu veya benzeri bir model bu amaçla kullanılmalı ve bunun gerçekleştirilmesi için gerekli finansman Merkez Bankası tarafından kredilerle sağlanmalıdır. Bu modelin enflasyona sebep olacağı endişesi yersizdir. Toprağını satan köylü bunu tüketim amacıyla harcamaz. Bu para onun tasarrufudur ve muhtemelen taşınacağı yeni yerde yani şehirlerde konut alımında kullanır. TOKİ bu evlerin sağlanmasında yardımcı olabilir ve sonuç olarak tarım kesimi borçlu, Merkez Bankası alacaklı olur.

Madem konu buraya geldi, önemli bir sorunun çözümnü açıklayalım: Adil Düzen”de yatırım “toprak”, sanayi üretimi “demir”, tarım üretimi “buğday” ve ticaret “altın parası” ile yapılır. Bunların kurları bunlar arasında dengeyi sağlar. Siz yatırıma kredi açarsanız, herkes iş bulur, bu vesileyle işsizlik sorununu da çözersiniz, ülke imar edilir ama tarıma gerekli önem verilmediğinden insanlar aç kalır. Çünkü tüketim malları çok pahalanır. Tüketim kredisini fazla verirseniz bu sefer fiyatlar çok düşer ve üretilen mallar elde çürür. Yukarıda sözünü ettiğim kimi görüşlerin müdahale önerisi yerinde olabilir ama o mekanizma çalışmaz. Önce enflasyona sebep olur, sonra da tarım ürünleri ziyan zebil olur.

Tarım ve tarım stratejisi çeşitli yönleriyle çok önemli bir konu; devam edeceğim…

 

 

Tarım stratejisi ve Adil Düzen

Reşat Nuri EROL

Tarım kesiminde artan üretim burada tüketilmez, çünkü oradaki halk zaten tarımsal ürüne doymuştur ve başlangıçta artan gelirini borcunu ödemekte kullanır. Daha sonra tarım ürünlerinin fiyatları düşer ve şehirlere gönderilen tarım ürünleri hızla artar.

Gelirin artışı tarım ürünleri tüketimini artırmaz. Artan gelir borçların ödenmesinde kullanılır, enflasyon da yapmaz. Bu teşhis tamamen yerindedir. Gelir artışı sanayi ürünlerinin tüketimini kamçılar. Önemli bir nokta; tarıma verilen kredi dolayısıyla sanayiye de verilmiş olur. Burası da doğru teşhistir ve yararlıdır ama tarım ürünlerinin gereğinden fazla üretilmesi fiyatları çok düşürür, Tarım sektörünü zora sokar. Tarım alanında çalışanları gelecek yıllarda yapılacak tarım üretiminden caydırır. Burası zararlıdır.

İşte burada da sorunun çözümü için “Adil Düzen”e ihtiyaç vardır. “Adil Ekonomik Düzen”de “selem senedi” ile tarım üretimi ihtiyaca göre sınırlı tutulur, köylerde artan emek küçük sanayi işletmelerinde değerlendirilir.

***

Tarım ürünleri insan ihtiyaçlarında en ön sırada yer alır ve bu ihtiyaç giderilmedikçe diğer mallar talep edilmez. Ekonomist ve yazar Mahir Kaynak mesele üzerinde durmuş, diyor ki: Yıllar önce yaptığım bir çalışmada insan ihtiyaçlarının üst üste konulmuş küpler gibi olduğunu, en alttaki çekilirse hepsinin kırılacağını yazmıştım. En altta gıda ve barınma geldiğinden, bunlar sağlanmadan diğer mallara talep olmaz. Ancak bazı insanların bu temel ihtiyaçları karşılanmasa bile diğerleri daha önemsiz malları talep edebilir. Bu durum bir yandan “açlık ve işsizliğin olduğu”, diğer yandan “lüks tüketimin arttığı” halk açısından hiç de istenmeyen bir “ekonomi modeli” oluşturur.

Bu istenmeyen durumun olmaması için “insan emeği” önce “tarım” kesiminde harcanıp değerlendirilir.

Üretilen tarım ürünleriyle gıda ihtiyacımızı gideririz ve yaşarız.

Artan emek tarımda değerlendirilemez, sanayide değerlendirilir ve kullanılır.

Daha konforlu hayatımızı ve üretim teknolojimizi bu artan emek sağlamış olur.

***

Ancak, sanayi  ürünlerinin tüketimi de sınırlıdır.

Ayrıca inşaata ve kültüre de emek ayırmamız gerekir.

Bütün bunların “makroda planlanması” gerekmektedir.

“Adil Ekonomik Düzen”de bu dengeler para çeşitliliği ile sağlanır.

Bu vesileyle Adil Düzen”de yatırımların “toprak”, sanayi üretiminin “demir”, tarım üretiminin “buğday” ve ticaretin “altın parası” ile yapılacağını tekrar hatırlatıyorum.

Kültüre ve sanata ayrılacak emeğin dengelenmesi ise “işsizlik payı” ile gerçekleşir. İşsizlere yani kültür ve sanat faaliyetleri çalışanlarına ayrılacak pay ile dengelenir. Pay büyükse insanlar işe gitmez, kültür ve sanat yaparlar; pay küçükse kültür ve sanat faaliyetlerini yapanlar azalır. Böylece “denge” gerçekleştirilmiş olur.

“Adil Düzen” ve “Adil Ekonomik Düzen”de her şey dengededir.

“Adil Düzen” işte bundan dolayı aynı zamanda “denge düzeni” demektir.

Erbakan’ın da dediği gibi; sorunlar için tek çare ve çözüm “ADİL DÜZEN”dir.

 

 

Strateji ve planlamaya devam…

Reşat Nuri EROL

Bir ülke düşünün; bu ülke Türkiye olsun... İşte bu ülkede herkes iş bulabiliyor. Bu durumda onların tüketmek üzere talep edeceği malların da üretilmesi gerekir. Genel kanıya göre “piyasa”nın kendisini bu talebe göre uyarlayacağı biçimindedir. Ancak gıda maddelerinde fiyat artışı üretimi artırmaya fırsat vermeden maliyetleri artırır. Çünkü emeğin de bir maliyeti vardır ve gıda maddeleri bunun en önemli bölümünü teşkil eder. Gıda maddelerinin uzun zaman stok edilmesi mümkün olamadığından, arz ve talep kanunlarına göre büyük piyasalarda bu durum dengelenemez, denge gerçekleştirilemez.

Burada “arz ve talep kanunları”nı çalıştırabilmemiz için “Adil Ekonomik Düzen”de halka “ön ödemeli sipariş kredisi” verilir. Bizim “Selem Kredisi” dediğimiz şey işte budur. Halk, peşin para ödeyerek yıllık ihtiyacını yılbaşında sipariş olarak vermiş olur. Bunun çok önemli bir yararı vardır: Bu sayede yıllık ihtiyaç yılbaşında halk tarafından tespit edilmiş, dolayısıyla “yıllık planlama” yapılmış olur.

“Piyasa” dediğimiz şey nedir, “planlama” nedir?

“Piyasa” ekonomik hayatın yaşandığı ortamdır. “Planlama” yapmadan, hele hele yıllık, beş yıllık on yıllık planlar yapmadan, bundan önceki yazılarımda yazdığım üzere, bir “strateji” belirlenmeden, “iktisat stratejisi” belirlenmeden, “tarım stratejisi” belirlemenden, her şeyi piyasanın işleyişine bırakmak ne gibidir biliyor musunuz? Aynen bir ormanda veya dağ başında yaşamak gibidir. Oysa “ekonomi” de insan hayatındaki önemli her şey gibi mutlaka yönlendirilmeli ve “planlanmalı”dır. Bu yönlendirmede sadece parasal büyüklükler değil, onun arka planındaki mal hareketleri de hesaba katılmalıdır. Hep söylüyoruz, aslında insanlara iş bulmak kolaydır. İnsanlık ilerliyor, verimlilik artıyor ve aynı miktardaki mal daha az insanla üretilebiliyor.

***

Bir soru: Peki, hızla artan nüfus ve yeni iş gücü nerede kullanılabilir?

Başta ne dedik? “Bir ülke düşünün; bu ülke Türkiye olsun...” dedik. Türkiye’nin karayolları, Türkiye’nin demiryolları, Türkiye’nin daha başka alt yapıları ve üst yapıları tamamlanmış mıdır?  Cevap: Hayır, hayır, hayır!!!

Bir soru daha: Peki, devlet (elbette hükümeti de kastederek söylüyorum) ne diye para basıp da bu alt yapıları yapmaz veya yaptırmaz?

Birileri hemen şöyle bir soru soracaktır: Efendim, karşılıksız parayı nasıl basalım?.. Efendim, enflasyon olur, şu olur, bu olur!..

Cevap: Ee, ne yapalım, IMF’den, Dünya Bankası’ndan ABD’den veya bilmem nereden, hem de “faizli borç” mu alalım? Cevabın devamını bir soru ile verelim: Peki, onların verdiği o “faizli kâğıt para”nın karşılığı var mı?!. Ve final soru/cevap: Peki, sen de devlet/hükümet olduğun halde, başka bir devletten/hükümetten veya uluslararası sömürü kuruluşundan “faizli borç almak” dünyanın en büyük ahmaklığı değil midir?!.

***

Sorun nedir, insanlığın bugünkü en önemli sorunu nedir?

Kapitalizm sistemi” çerçevesinde “serbest piyasa” çalışmadığı içindir ki “sosyalizm” ve “karma ekonomi” uygulamalarına geçilmiştir... Bugün saf “sosyalizm” ve saf “kapitalizm” kalmamıştır, herkes “karma ekonomi” içinde çalkalanmakta...

“Karma ekonomi” kuralsız ekonomidir...

“Adil Düzen” ve “Adil Ekonomik Düzen” ise değişik görüşleri ve sistemleri sentezleyen “sistem”dir. Bu sistem bütün sistemlerin kötü taraflarını atmış, onların iyi taraflarını almış, “karma” olmayan tamamen “sentezlenmiş” bir “sistem”dir.

Her şeye topyekün cevap mahiyetinde son bir soru daha: Ne dersiniz, “insanlığın bu sistem üzerinde önce durma ve düşünme”; “sonra genel strateji ile özel planlama ve uygulamalarını bu sisteme göre düzenlemesi zamanı” gelmedi mi?

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3488 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2677 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2651 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2166 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2542 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2565 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2300 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2204 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2617 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2496 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 2005 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2362 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2311 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2459 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2455 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2416 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3066 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2689 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2684 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2765 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2972 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3048 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3448 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5510 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3570 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3096 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3885 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3736 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3443 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3896 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3853 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4134 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4667 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3986 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3870 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2882 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2969 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3975 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7762 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5643 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4197 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3599 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3740 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4760 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4478 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4770 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4690 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4846 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4572 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3420 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4494 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3646 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5198 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3874 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5185 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5047 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4958 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3565 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3496 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3707 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5194 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4224 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5456 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4104 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5292 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4489 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4444 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4597 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4790 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5345 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4134 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5283 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4548 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3864 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4413 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4615 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4147 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4121 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4105 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4560 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5673 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9865 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4675 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3726 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3876 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3369 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3405 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3762 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5727 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4265 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3462 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler