Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 555
YUSUF SURESİ TEFSİRİ-25-28.AYETLER
3.04.2010
2168 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 43 YILDIR ÇALIŞIYOR....2008...2009...2010

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜNYA DÜZENİ 555

“ADİL DÜNYA DÜZENİ, III. BİN YIL MEDENİYETİ PROJESİDİR.”

Haftalık Seminer Dergisi             03 Nisan 2010                      Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 555. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00-21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Gayemiz ve Hedefimiz: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır.    Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

***

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;

‘BEN ADİL DÜZENCİ OLMADIM!’

‘BEN HEP KARŞI OLDUM!!!’

PARTİ KAPATMA, YÜCE DİVAN VE

ÇÖZÜM; KESİN VE TEK ÇÖZÜM

***

*İŞLETME SEMİNERLERİ; 105. SEMİNER

Her Hafta PERŞEMBE akşamları; Adres: EMİNEVİMKısıklı Cad. No: 36  Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL  Tel: (0216) 444 36 46

SOHBET…  SEMİNER…  SORULAR-CEVAPLAR…

[Genel Hizmet Kooperatifi Ana Sözleşme Çalışmaları.. şimdilik ertelendi! Demek ki insanların genel olarak “ADİL DÜZEN”e

ve özel olarak “Genel Hizmet”e ihtiyacı yok!.. Biz her şeye rağmen genel hazırlıklarımıza sabır ve sebatla devam ediyoruz… ]

***

Pazar, piyasa ve para

Ölçme, tartma ve para

IMF’siz nasıl döviz bulalım? - 1

IMF’siz nasıl döviz bulalım? - 2

Reşat Nuri EROL

***

YUSUF SÛRESİ TEFSİRİ - 8

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ(1) إِنَّا أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ(2) نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ أَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ هَذَا الْقُرْآنَ وَإِنْ كُنتَ مِنْ قَبْلِهِ لَمِنْ الْغَافِلِينَ(3) إِذْ قَالَ يُوسُفُ لِأَبِيهِ يَاأَبَتِ إِنِّي رَأَيْتُ أَحَدَ عَشَرَ كَوْكَبًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ رَأَيْتُهُمْ لِي سَاجِدِينَ(4) قَالَ يَابُنَيَّ لَاتَقْصُصْ رُؤْيَاكَ عَلَى إِخْوَتِكَ فَيَكِيدُوا لَكَ كَيْدًا إِنَّ الشَّيْطَانَ لِلْإِنسَانِ عَدُوٌّ مُبِينٌ(5) وَكَذَلِكَ يَجْتَبِيكَ رَبُّكَ وَيُعَلِّمُكَ مِنْ تَأْوِيلِ الْأَحَادِيثِ وَيُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَعَلَى آلِ يَعْقُوبَ كَمَا أَتَمَّهَا عَلَى أَبَوَيْكَ مِنْ قَبْلُ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْحَاقَ إِنَّ رَبَّكَ عَلِيمٌ حَكِيمٌ(6) لَقَدْ كَانَ فِي يُوسُفَ وَإِخْوَتِهِ آيَاتٌ لِلسَّائِلِينَ(7) إِذْ قَالُوا لَيُوسُفُ وَأَخُوهُ أَحَبُّ إِلَى أَبِينَا مِنَّا وَنَحْنُ عُصْبَةٌ إِنَّ أَبَانَا لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ(8) اقْتُلُوا يُوسُفَ أَوْ اطْرَحُوهُ أَرْضًا يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ أَبِيكُمْ وَتَكُونُوا مِنْ بَعْدِهِ قَوْمًا صَالِحِينَ(9) قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ لَا تَقْتُلُوا يُوسُفَ وَأَلْقُوهُ فِي غَيَابَةِ الْجُبِّ يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ إِنْ كُنتُمْ فَاعِلِينَ(10) قَالُوا يَاأَبَانَا مَا لَكَ لَا تَأْمَنَّا عَلَى يُوسُفَ وَإِنَّا لَهُ لَنَاصِحُونَ(11) أَرْسِلْهُ مَعَنَا غَدًا يَرْتَعْ وَيَلْعَبْ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ(12) قَالَ إِنِّي لَيَحْزُنُنِي أَنْ تَذْهَبُوا بِهِ وَأَخَافُ أَنْ يَأْكُلَهُ الذِّئْبُ وَأَنْتُمْ عَنْهُ غَافِلُونَ(13) قَالُوا لَئِنْ أَكَلَهُ الذِّئْبُ وَنَحْنُ عُصْبَةٌ إِنَّا إِذًا لَخَاسِرُونَ(14) فَلَمَّا ذَهَبُوا بِهِ وَأَجْمَعُوا أَنْ يَجْعَلُوهُ فِي غَيَابَةِ الْجُبِّ وَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِ لَتُنَبِّئَنَّهُمْ بِأَمْرِهِمْ هَذَا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ(15) وَجَاءُوا أَبَاهُمْ عِشَاءً يَبْكُونَ(16) قَالُوا يَاأَبَانَا إِنَّا ذَهَبْنَا نَسْتَبِقُ وَتَرَكْنَا يُوسُفَ عِنْدَ مَتَاعِنَا فَأَكَلَهُ الذِّئْبُ وَمَا أَنْتَ بِمُؤْمِنٍ لَنَا وَلَوْ كُنَّا صَادِقِينَ(17) وَجَاءُوا عَلَى قَمِيصِهِ بِدَمٍ كَذِبٍ قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ أَنفُسُكُمْ أَمْرًا فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللَّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ(18) وَجَاءَتْ سَيَّارَةٌ فَأَرْسَلُوا وَارِدَهُمْ فَأَدْلَى دَلْوَهُ قَالَ يَابُشْرَى هَذَا غُلَامٌ وَأَسَرُّوهُ بِضَاعَةً وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِمَا يَعْمَلُونَ(19) وَشَرَوْهُ بِثَمَنٍ بَخْسٍ دَرَاهِمَ مَعْدُودَةٍ وَكَانُوا فِيهِ مِنْ الزَّاهِدِينَ(20) وَقَالَ الَّذِي اشْتَرَاهُ مِنْ مِصْرَ لِامْرَأَتِهِ أَكْرِمِي مَثْوَاهُ عَسَى أَنْ يَنفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَكَذَلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْأَرْضِ وَلِنُعَلِّمَهُ مِنْ تَأْوِيلِ الْأَحَادِيثِ وَاللَّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ(21) وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ(22) وَرَاوَدَتْهُ الَّتِي هُوَ فِي بَيْتِهَا عَنْ نَفْسِهِ وَغَلَّقَتْ الْأَبْوَابَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَ قَالَ مَعَاذَ اللَّهِ إِنَّهُ رَبِّي أَحْسَنَ مَثْوَايَ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ(23) وَلَقَدْ هَمَّتْ بِهِ وَهَمَّ بِهَا لَوْلَا أَنْ رَأَى بُرْهَانَ رَبِّهِ كَذَلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّوءَ وَالْفَحْشَاءَ إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَصِينَ(24)

 

وَاسْتَبَقَا الْبَابَ وَقَدَّتْ قَمِيصَهُ مِنْ دُبُرٍ وَأَلْفَيَا سَيِّدَهَا لَدَى الْبَابِ قَالَتْ مَا جَزَاءُ مَنْ أَرَادَ بِأَهْلِكَ سُوءًا إِلَّا أَنْ يُسْجَنَ أَوْ عَذَابٌ أَلِيمٌ (25) قَالَ هِيَ رَاوَدَتْنِي عَنْ نَفْسِي وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ أَهْلِهَا إِنْ كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِنْ قُبُلٍ فَصَدَقَتْ وَهُوَ مِنْ الْكَاذِبِينَ (26) وَإِنْ كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ فَكَذَبَتْ وَهُوَ مِنْ الصَّادِقِينَ (27) فَلَمَّا رَأَى قَمِيصَهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ قَالَ إِنَّهُ مِنْ كَيْدِكُنَّ إِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظِيمٌ (28)

 

وَاسْتَبَقَا الْبَابَ  

(VaSTaBaQa eLBAvBa)

“Bâba istibak ettiler.”

SeBeKa” kökü oyunda konan ödüle denir. Yarışı kazananlar ödülü hak ederler. Yarışçıların birbirleri ile ödülleşmeleri kumardır ve haramdır. Yarışı kazanana başkalarının ödül vermesi haram değildir. İnsanları yarışa götürmek böylece meşru görülmüş, hattâ müsabaka etmek sevap sayılmıştır.

Sülasi ikinci bâbından “sebeka-yesbiku” öne geçti demektir. Yarış amacıyla olmasa da önde olmak sebkat etmek mânâsındadır.

Daha önce görev yapanlara ‘sabık vali’ veya ‘sabık bakan’ denir. Türkçede suç işleyenlere ‘sabıkalı’ denmektedir.

Mufaale bâbında “müsabaka”, yarışma demektir. Burada kişiler doğrudan doğruya birbirini geçmeye çalışıyorlar.

İftial bâbından “istibak”, ödüllü yarıştan çok, bir yere doğru değişik amaçlarla da olsa koşuşmaktır. Burada kapıya doğru yapılan koşuşma ifade edilmektedir.

Yukarıda “kapıları kapattı” dendiği halde, burada “kapıya doğru koştular” deniyor. Yukarıda köşkün dış kapıları, burada ise odanın kapısıdır. Bu kapı o kapılar arasında değildir.

Yusuf kapıdan çıkıp gitmeye çalışmaktadır. Kadın da onu bırakmak istememektedir. Kadın Yusuf’u geçecek ve kapının önüne duracak. Yusuf da kadın kapıya varmadan kendisi kapıya doğru yaklaşıp dışarı çıkma arzusundadır.

Burada yapılan hareket düşünülerek ve hesaplanarak yapılmış bir hareket değildir. Yusuf Rabb’inin burhanını görünce, bu durumdan kurtulmak için odayı terk eder ve kapıya doğru koşar. Çoğu zaman hoşlanmadığımız bir durumla karşılaştığımızda içimizden orayı terk etme arzusu gelir ve terk edip gideriz. Kadın beklenmedik bir durumla karşılaşmıştır. Yusuf’un fevri bir şekilde odayı terk etmesinden şaşırmış ve korkmuştur.

Dışarı çıkan Yusuf ne yapacaktır?

Büyük bir ihtimalle gidip kocasına bunları anlatacaktır. Çünkü Yusuf’un başka bir imkanı yoktur. Ya evde sessiz kalacak ve sonunda kendisine de hakim olamayıp kadının isteğine uyacak, ya da kocasına durumu anlatacaktır. O zaman da kadın kocasından ayrılma durumuna düşecektir. Bütün bunları hisseden kadın Yusuf’un odadan çıkmasını engellemek için arkasından koşar ve arkadan gömleğini yırtar. Gömlek yırtılmış olur.

Gerek Yusuf’un gerekse kadının davranışları, insanda mevcut olan refleks melekesinin dürtüsü ile oluşmuştur. İradî olmayan ve alışkanlığa dayanmayan bu hareketleri canlılar kendilerinde kurulmuş programlarla yapmaktadırlar. Bu arada Allah’ın o esnada onlara yaptığı ilham da devreye girer ve insan iradesi dışında İlâhi takdirin gereği olanını yapar.

Burada cereyan eden olay böyle bir olaydır.

وَقَدَّتْ قَمِيصَهُ مِنْ دُبُر

(Va QadDaT QaMİyÖaHUv MiN DüBüRin)

“Kamisini dübüründen kaddetti.”

Yusuf kapıya koşuyor, kadın arkasından gömleğini tutuyor, gömlek yırtılıyor. Kur’an da gömleği yırtıyor demiyor. İlk anlaşılan mânâ kadının gömleği yırtmak istediğidir. Yani kadın gömleği öyle tutuyor ki gömlek yırtılıyor.

Kadın gömleği niçin yırtmak istesin?

Gömlek yırtılırsa, yırtık gömlekle Yusuf dışarıya çıkamaz. Böylece kadın Yusuf’un istemediği hareketi yapmasını önlemeyi sağlamak amacıyla gömleği yırttığı düşünülebilir. Böyle değil de, Yusuf’u tutmak istemiş, Yusuf da kaçmaya devam edince gömlek yırtılmış olur. Burada kasıt gömlek yırtma olmadığı halde, kasıt varmış gibi gömleğin yırtılması Yusuf’a isnat edilmiş olur. İfadenin bu şekilde getirilmiş olmasıyla müsebbibin mübaşir olabileceği anlatılmış olmakta, yahut başka bir deyişle şibhi amd gibi kabul edilmiştir.

Fıkıhçılar için bu yorum daha uygun bir yorum ise de, biz hakiki mânâsını tercih ederek kadının gömleğini bilmeyerek yırttığı mânâsını çıkarıyoruz.

Yusuf babasının evinde de gömlek giyiyordu. Mısır’da da gömleğin var olduğunu öğreniyoruz. Demek ki o dönemin doğu ve batı uygarlıklarında gömlek bilinmektedir.

Yünden veya pamuktan yahut keten gibi bitki liflerinden kumaşlar dokunmaktadır. İnsanlar ters istikamette ipler geçirerek kumaş yapmaktadır. Bu teknoloji tekerlekten daha önemli bir uygarlık teknolojisidir. Kumaş hâlâ aynı teknoloji ile üretilmektedir. Kumaşın sağlamlığına ipliklerin kalınlıkları ve dokumadaki sıklığı etki etmektedir. Ayrıca ipliğin yapılış teknolojisi de sağlamlığına çok etki eder. Çünkü bir ipliğin en zayıf noktası ne kadar sağlamsa kumaş da o kadar sağlamdır.

Yusuf’un gömleği kolayca yırtıldığına göre gömleğin kumaşı zayıf kumaştır. Demek ki o zamanki dokuma teknoloji o kadar sağlam kumaş üretebiliyordu. Bugün giydiğimiz gömlekler kısa gömleklerdir. O tarihlerde kullanılan gömlekler ise uzun gömleklerdir. Sıcak yerlerde pantolon veya don giyilmez, uzun entari biçiminde gömlek giyilir. Gömleğin kolları vardır. Ama pantolon veya don o günlerde henüz yaygınlaşmamıştır. Gömlek yırtılınca iki taraf şaşalamış ve duraklamışlardır.

Uygarlaşmadan önce yiyecekler ucuz, giyecekler pahalı idi. Zamanla teknoloji gelişti, giyecekler ucuz yiyecekler pahalı olmaya başladı. O günkü bir gömleğin yırtılması, bugün için bir takım elbisenin yırtılması demektir.

Yani, yırtılma olayı dikkatleri zarara çekmiş, taraflar olayla ilgili heyecanlarını kısmen kaybetmişlerdir.  Bugün olduğu gibi evde birkaç gömlek bulunmaz. Evde bir kişinin bir veya iki gömleği olabilir. Şimdi ne olacaktır? Yusuf yamalı elbiseyle mi dolaşacak, yoksa yeni elbise mi alacaktır? Bütün bunlar onların sorunlarını ve konumlarını değiştirmişti. Durum böyle iken kapıda Yusuf’u satın alan kişi görünmüştür.

وَأَلْفَيَا سَيِّدَهَا لَدَى الْبَابِ

(Va EaLFaYAy SayYiDaHAv LaDay eL BAvBi)

“Seyyidine bâbın ledasında ilfa ettiler.”

LFY” bir kimseyi bir yerde bulmak mânâsındadır. İf’al bâbı ile “İlfa” ise karşılaşmaktır.

Lede’l-bâb” kapıda demektir. Üzerinde anlamını taşır. Tam kapının üstünde demektir. “Ledün” yakınında demektir, yakın yanında demektir. “Inde” ise yakınında demektir.

Kapı dışarıya doğru açılırsa, önce seyyid açmış ve bunlarla karşılaşmış olur. Kapı içeriye doğru açılırsa bunlar seyyidi görmüş olurlar. Bu takdirde kapı tarafında olan seyyidle önce karşılaşmış olur. Kur’an’ın ifadesi ikisinin seyyidle birlikte karşılaşmış olduklarını bildiriyor. Demek ki kapı dışarıya doğru açılmaktadır. Seyyid kapıyı açmıştır ve bunlar ikisi birden seyyidle kaşı karşıya gelmişlerdir. “Inde” veya “ledüni’l-bâb” denmeyip “lede’l-bâb” denilmesi, bunlar kapıda değil seyyid kapıdadır anlamındadır. Bunların kapıya doğru şaşkın bir şekilde durduklarını görmektedir. Karşılaşılan kişi bu ifadede tek kişidir, yani kocasıdır.

Seyyid” kelimesi “seyis” kelimesi ile akrabadır. Seyis atları götüren kimsedir veya faytoncudur. Türkçedeki “siyaset” kelimesi buradan gelir.

Seyyid” ekibi yöneten demektir. Kur’an’da peygamberler için geçmektedir.

Daha önce “karısı” denmişti. Burada “seyyidi” denmiştir. Harfi tarifle söylenmiş olsaydı kocasının bir seyyid olduğu anlaşılırdı ama burada “seyidine” dendiğine göre koca seyyid olarak adlandırılmış oluyor.

İnsanlık başlangıçta toplayıcılıkla geçiniyordu, aile üretimi vardı. Kadınlar da üretime eşit şartlarda katılıyordu. Bundan dolayı Kur’an’da Adem ve Havva eşit şartlarda zikredilmektedir.

Avcılık döneminde kadınlar avlanmaya gidememiştir. Kadınların veya erkeklerin çocuklarının yanında kalmaları gerekmiştir. Beden yapıları gereği erkeklerin avlanmaya gitmeleri, kadınların çocukların yanında kalmaları şeklinde uygun iş bölümü oldu. Erkekler avlanmaya gittiler, silahlandılar ve güçlü oldular. Kocalarından uzak kalan kadınların iffetlerini koruma sorunu erkeği kadına hakim kılmıştır.

Fıkıhta kadın ile erkek aile içinde eşit haklara sahiptir. Evin içinde kadın, dışarıda ise erkek sorumlu olmaktadır. Sorumlu kim ise yetkili de odur. Ancak avcılık döneminin erkek hakimiyeti sistemi günümüze kadar gelmiş olup, değiştirilmiş eski medeni kanunumuzda evin reisi erkek kabul edilmiştir. Roma’da ise pater geniş ailenin mutlak hakimidir. Adeta diğerleri köle durumundadır. Roma hukukundaki bu pater sistemi Mısır’dan gelmiş olmalıdır.

Kur’an’ın seyyid kelimesini kullanması Mısır’da ataerkil bir aile yapısının olduğunu gösterir. Bu Mısırlıların örfünün Kur’an’da zikredilmesi bize şeriat olmaz, yani peygamberlerin bunu söylemiş veya yapmış olması gerekir. Koca kadının seyyidi yani başkanı değildir. Bununla beraber Mısırlıların örfü olarak kötülemeden koca için seyyid kelimesini kullanması, Kur’an ehli olmayanların kendi bucak hukuklarında kocaları seyyid saymaları hukuken geçerlidir. Yani öyle bir sözleşme Kur’an dininde meşru değilse de Kur’an düzeninde meşrudur. Doğal başkanlıklar meşru sayılmıştır.

Saltanat, hükümranlığın babadan oğula intikali İslâm dinine göre meşru değildir ama İslâm düzeninde meşrudur. Emevilerin, Abbasilerin, Selçukluların ve Osmanlıların hükümranlıkları meşrudur. Cemal Gürsel’in ve Kenan Evren’in başkanlıkları da kıyasen meşru olur. Ehli sünnetin itikadı böyledir. Bu âyetten de meşruiyet ortaya çıkar.

قَالَتْ مَا جَزَاءُ مَنْ أَرَادَ

(QAvLaT MAv CaZAvEu MaN EaRAvDa)

“İrade edenin cezası ne diye kavl etti.”

Üçü beklenmedik bir şekilde karşı karşıya gelmişlerdir. Seyyid ‘ne oluyor’ diye söze başlamış olabilir. Belki de öyledir. Ama Kur’an kadının söze başladığını ifade ediyor. Hazreti Yusuf ise söze başlamamıştır, kadının önce konuşmasını istemiştir.

Demek ki böyle durumlarda beklemek, sorulmazsa önce konuşmamak sünnettir. Bu tür kötü olayların açıklayıcısı mü’min olmamalıdır ama şehadetten de kaçınmamalıdır.

Kocası konuşmanın başlangıcını yapmamıştır. Kadın ise Hazreti Yusuf’tan önce ve sorulmadan söze başlayarak “davalı” olmaktan kurtulmak için “davacı” olmuştur.

Bu usul hukukta en çok istismar edilen bir usuldür. Haksızlık yapan haksızlığa uğradığını iddia ederek uzlaşma ister. Bu sebepledir ki haklı olduğu halde taviz vererek uzlaşmak meşru sayılmamıştır. Davacı bin lira alacağı olduğunu iddia etse, davalı ‘hayır, borcum yok’ dese, davacı yeter delil getiremezse, davacı davayı kaybeder. Hakemler tarafları uzlaştırarak altı yüz liraya hükmedemezler.

Kadın Yusuf’u itham ederek konuşmak yerine, genel olarak konuşmayı tercih etmiştir.

“Ellezî Erade” demiş olsaydı, Yusuf’un böyle bir fiili işlediğini kastetmiş olurdu.

Men Erade” deyince, burada “Men” umumilik ifade eden kelimedir. Biri irade etse anlamı çıkar. Bu irade eden Yusuf da olmayabilir.

İrade etmek” bir şeyi yapmayı istemek demektir, kalkışmak demektir. İrade etmek bir şeyi yapmış olmayı gerektirmez. Siz murat edersiniz ama o iş olmamış olabilir.

Kadın burada Yusuf’un bir şeyi yaptığını değil, yapmayı murat ettiğini söylemektedir.

بِأَهْلِكَ سُوءًا

(BiEaHLiKa SUvEan)

“Ehline sû’ murad eden kimse.”

“Erade Ehleke” demeyip “Erade Bi Ehlike” demesi, kötülüğü ehline değil ehlini kullanarak kötülüğü yapmış olması anlamına gelmektedir. Ehline sû’ onu dövmek, ona hakaret anlamında olur. Ama ehli aracılığı ile sû’u kocasına sû’ olur. Kocasına diyor ki; bu bana değil sana saldırmıştır. Sen onu cezasız bırakamazsın diyerek kocasını tahrik ediyor. Bu şekilde kendisini masum kılmaktadır. Kocayı seyyid, karıyı ehil diye tâbir ediyor.

Ehli” halkı demektir.

İffetine saldırma yerine ailesine saldırma şeklinde ifade ediyor. Bu konuşma iffetli konuşmadır. Çirkinlik ifade eden kelimeler kullanma yerine, soylu ifadeler tercih edilmektedir. Halkımız tuvalete ‘ayak yolu’ demektedir, 00 diye yazılarak ifade edilmektedir.

Birçok hareketler vardır ki onlar hakiki kelimelerle değil, mecazi kelimelerle ifade edilir. Burada da “zevcine” değil de “ehline” demek suretiyle saldırının türü gizlenmektedir. Bu suretle Yusuf da kadın da cinsi sataşmayı gizlemiş olacaktır.

Su’” kelimesi kötülük ve çirkinlik anlamındadır. Nekre olarak getirilmesi ifadede genellik sağlamaktadır. “Ellezî” yerine “Men” kullanılması, “es-Sûe” yerine “Sûen” kullanılması suretiyle genel olarak bir ifade getirilmiştir.

Birisi senin ailenden birine bir kötülük yaparsa onun cezası ne olacaktır deniyor. Saldırılan kimse veya saldırı şekline bakılmaksızın cezalandırılması gerektiğini söylemektedir. Bu derece beliğ ifadeyi kadın mı kullanmıştır, yoksa Kur’an mı belagatı ile ifade etmektedir? İşte burada da önemli bir sorun vardır. Kur’an belagatı ile ifadeleri aktarıyorsa, kadının söylediklerinden farklı bir şey aktarılmış olur. Kur’an’ın belagatı korunmuş ama olay olduğundan farklı anlatılmış olur. Eğer beliğ bir şekilde kadın söylemişse, o zaman Kur’an belagatında kadın konuşmuştur. Buna vereceğimiz cevap şudur: Bu ifade Kur’an’ın ifadesidir. Çünkü Arapçadır. Oysa Mısırca Arapça değildir. Burada ifade edilen kadının kastıdır, lafzı değildir. Lafız ise Allah’a aittir ve Kur’an icazı ile mucizedir.

إِلَّا أَنْ يُسْجَنَ

(EilLAv EaN YüSCaNa)

“Ancak iscan edilmesidir.”

Sicn” giriş ve çıkışın yasaklandığı, sadece yetkililerin girip çıktığı kapalı yerdir.

Defterlerin ve kitapların konduğu yere “siccin” denir. Gizli evrakların saklandığı yerdir.

Sicn” ise insanların hapsedildiği yerdir, “hapishane” olarak adlandırıyoruz. Belli kişilerin dışarıya çıkmasının yasaklandığı ama başkalarının giriş ve çıkışlarına izin verildiği yerlere ‘sürgün yeri’ mânâsına ‘menfa’ denir.

Kur’an’da hem sicnden hem de nefyetmekten bahsedilmektedir.

Sicn Kur’an tarafından bilinmektedir, ancak İslâm şeriatında buna yer verilmemiştir.

İslâm şeriatında hapis cezası bulunmamaktadır. Sürgün cezası vardır. Bir kentten kişi uzaklaştırılabildiği gibi bir kente de sürgün yapılabilir. Sürgün siteleri kurulur, para cezalarını ödeyemeyenler buralara sürülür. Sürgün sitelerinin yönetimi askeri düzenle yapılır, şeriat düzeniyle yapılmaz. Yani buradaki insanlar kendi içtihatları ile hareket etmezler. Mesela, Akevler Sitesi tarafından yargılanmazlar. Yöneticilerinin emirlerine uyarlar, yöneticilerin takdirlerine göre cezalanırlar. Bu sitelere suçlu olmayanlar da girebilir, istedikleri zaman da çıkabilirler. Orada iş yerleri kurup çalışabilirler, bu suretle suçluların yakınları, eşi ve çocukları mağdur edilmezler. Hapishanelerde ise sadece mahpuslar bulunur, diğerlerinin giriş ve çıkışları ise sadece çok kısa zamanlar için izne tabi tutulur.

Hak uygarlıklarında hapishane yoktur, sürgün yerleri vardır.

Kuvvet uygarlıklarında ise hapishaneler vardır.

Hapishanelere sadece mahkumlar konmaz, sanıklar da konur. Böylece suçsuzlara iftira edilir, sonra da muhakeme edilmek üzere hapishaneye konulur. Kişi yıllar sonra beraat eder ama o arada hapiste kaldığı yılların izi üzerinde kalır.

İslâmiyet’te gözaltına alma, tutuklama ve yakalama yoktur. Herkes kendi iradesi ile hakem kararlarına uyar; uymayanlar hapse atılmazlar, hukukun himayesinden mahrum edilirler.

Kadın burada Mısır hukukuna göre suçluların cezalandırıldıkları hapishane sistemini göstermekte, Hazreti Yusuf’un cezalanmasını talep etmektedir. Şikayetçi durumundadır. Böylece kendisinin suçsuz olduğunu söylemekte, savunma yapmaksızın savunma yapmaktadır. Buradan anlaşılıyor ki, Hazreti Yusuf’u yetiştiren karı koca çok yetenekli kimselerdir. Hazreti Yusuf bunların eğitimini almıştır.

أَوْ عَذَابٌ أَلِيمٌ (25)

(EaV GaÜABün EaLİyMün)

“Veya elim azaptır.”

Elim azap” sıkıcı azap demektir. “Elem” ayağı sıkan ayakkabının verdiği acıdır.

Hapishanenin dışında hapishaneden daha ağır bir ceza ne olabilir?

Bugünkü hapishanelerde hücre hapsi müessesesi vardır. Kişi hücreye kapatılır, diğer mahpuslarla görüşmesi kesilir. Bu gelenek de Mısır’dan gelmiş olmalıdır. Halk arasında kürek mahkumu da denmektedir. Mahkumlar zincire bağlanır, kürekli gemilerde kürek çektirilirdi, ağır suçlulara bu iş yaptırılırdı. Mısır’da da bu tür hapishanelerde ağır cezaların olduğu anlaşılmaktadır.

Elim azap” burada nekre/belirsiz gelmiştir. Demek ki çeşitli ağır hapis cezaları vardır. Kadın önce en hafif cezayı söylemekte, sonra Hazreti Yusuf’u koruduğu anlaşılmasın diye ağır cezayı ilave etmektedir. Ceza verilsin de nasıl ceza verilirse verilsin demek istemektedir.

Bugünkü ceza hukukunda cezalar suçlara göre kanunda sayılmıştır. Kişi işlediği suçun cezasını kanunda belirtilen miktarda çeker, yani hapishaneye giren kişi suçunun cezasını bilmektedir, o kadar yıl hapishanede kalır.

Mısır uygarlığı gibi bir kuvvet uygarlığı olan Roma uygarlığında da ceza hukuku yoktur. Cezalar yöneticilerin takdirlerine bırakılmıştır.

Ceza hukuku doğu hukuklarında vardır.

İslâmiyet’te sopa, kol kesme, kol ve ayak kesme, kısas, diyet ve keffaret cezaları geliştirilmiştir.

Bugünkü Batı uygarlığı hapis cezasını geliştirmiştir.

Elim azap” kelimesinin nekre/belirsiz olmasından anlıyoruz ki, belli suçların belli cezaları yoktur. Ancak “ceza” kelimesinden de karşılık anlamı olduğundan belli suçların belli cezaları vardır. “En Yüscene”de nekre olarak zikredilmemiştir. Marife de değildir. Dolayısıyla ceza hukuku bakımından uygulama şekli bu âyette belirlenmiş olmamaktadır.

Âyetteki “elim azap” ifadesinden bizzat seyyidin Hazreti Yusuf’a uygulayacağı dövme, kemiklerini kırma, gözlerini oyma, öldürme gibi işkenceler de anlaşılabilir.

***

قَالَ هِيَ رَاوَدَتْنِي عَنْ نَفْسِي 

(QALa HiYa RAvVaDaTNİy GaN NaFSİy)

“O nefsimden beni muravede etti diye kavl etti.”

Bundan önce “Kâlet” diyerek kadının söylediğini, burada ise “Kâle” diyerek erkeğin söylediğini ifade ediyor. Kavlin muhatabı “Li” harfi ceri ile getirilir, burada mahzuftur. Seyyid (onu iştira eden) muhataptır.

Kadın Yusuf’u itham etmiş, Yusuf da kendisini savunmuştur.

Seyyid ikisini de dinlemektedir...

Hissî hareket eden kimse onları konuşturmak yerine saldırmaya başlar.

Burada sükunetle onları dinlediğine göre Seyyid görgülü ve kabiliyetli bir adamdır. Allah Yusuf’u terbiye etmek üzere onu seçtiğine göre gerçekten yetenekli olmalıdır.

Muravedet etmek” karşılıklı murad alma demektir. Yani o benden murad almak istedi demek istiyor.

An” kelimesi burada karşılıklı ilişkiyi ifade eder.

Hiye” zamirinin başa gelmesi, ben değil o benden murad almak istedi anlamını vermek içindir. Türkçede de sıra değiştirme önem kazandırır. Vurgu ile de önem kazanır. Arapçada ise kurala göre önce fiil, sonra fail, sonra mef’ul gelir. Faile önem kazandırmak için fail mübteda yapılarak fiilden önce getirilir.

Burada da öyle yapılmış, ‘o benden muravede istemiştir’ denilmiştir.

Burada her ikisi muravedeyi inkâr etmemektedir. Fiilin tevili yapılmamaktadır. Sadece failin kim olduğu tartışılmaktadır. Bir suç eğer gizlenemeyecekse o suç inkar edilmez, suçun cezasından kurtulma yolları aranır. Burada da öyle yapılmıştır.

Şimdi sorun kimin doğru söylediğini ortaya koymadır.

وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ أَهْلِهَا

(Va ŞaHiDa ŞAvHiDün MiN EaHLiHAv)

“Kadının ehlinden bir şahit şehadet etti.”

Kadın Yusuf’un kendisine kötülük yapmak istediğini, Yusuf ise kadının kendisine sataştığını söylemektedir. Seyyid fevri hareketler yapmayıp konuyu kadının ailesine götürmektedir.

Örf bugün bile böyledir. Evlilik sadece karı-koca ilişkisi değildir. Aileler arasında kurulan bir bağdır. Kadının iffeti söz konusu olunca sorun kadının ailesi ile birlikte değerlendirilir. Kadın zorlanmışsa, zorlayana yaptırım birlikte yaptırılır. Kadın kötü yola düşmüşse, kadın boşanıp ailesine iade edilir.

İşte bu örfe uyarak Seyyid ailesine gitmiş ve konuları anlatmıştır. Yusuf’un gömleğinin yırtılmış olduğunu nakletmiştir. Gömleğin nereden yırtıldığını bilmeyen kadının yakınlarından biri yorum yapmaktadır.

Ve” harfi burada zaman aralığında olan bir olayı anlatmaktadır. Kapıda karşılaşılan kimse tek kişidir. Seyyid kelimesi tek başına gelmiştir. Yanında olsa kapıda sadece seyyidi ile karşılaştı denmezdi. Demek ki “ve” harfinde beraberlik gerekmez. Yani sıra ve birlikte olmak şartı “ve” harfinde yoktur. Bu âyet ona delalet eder.

Şehadet etmek” genel olarak gördüğü şeyi söylemek anlamında kullanılır. Burada ise kişi gördüğü şeyi aklın gereği olan muhakeme sonunda oluşmuş bilgiyi vermektedir. Yani bilirkişilik de şahitlik içindedir.

“Şehadet etme”nin yanında “bir şahit” denmektedir. Bu ismi faildir. O anda şahitlik yapan kimsedir. Şehîd mesleği şahitlik olan kimsedir. Bugünkü polisin gördüğü soruşturma görevini görür. Şehîd kelimesinin görgü şahitliği olmadığı bu âyetle açıkça ifade edilmektedir.

Şahit” nekre getirilmiş, yani şehadet eden halktan biridir, soruşturmacı değildir.

Ehlinden” tabiri burada yakınları anlamına gelmektedir. Usul füru kardeşler, yeğenler ve amcalar, dayılar ehlden sayılmaktadır. Fıkıhçılar amca çocuklarını da ehlden sayıyorlar. Kur’an bunlara “fasile” demektedir.

Ha” zamiri kadına girmektedir.

Bu zamirle kocanın kadının ailesine başvurduğu anlaşılmaktadır.

İslâm fıkhında bu husus velayet müessesesi ile düzenlenmiştir. Kadın istediği erkeği kendisine veli yapmaktadır. Veli onun iffetinin bekçiliğini yapmaktadır. Koca gerektiğinde ona başvurmaktadır.

Mısır’daki örf ile benim memleketim Artvin’in bir köyündeki örf arasında 4 bin yıl sonra uyuşma vardır, benzemektedir. Demek ki bu doğal bir olaydır. Kadın kocanın dışında bir hamiye muhtaçtır. Gelişmemiş yerlerde bu, kadının soyudur. Şeriatta ise bu kadının seçmesi ve erkeğin kabul etmesi ile olur.

إِنْ كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِنْ قُبُلٍ

(Ein KAvNa QaMIyÖuHUv QudDA MiN QuBuLin)

“Kamisi kubulünden kaddedilmişse.”

Şahit olayı tahlil etmektedir. Gömleğin yırtılma şekliyle suçlu ve suçsuz ortaya konmaktadır. İnsan zekâsı değişmemektedir. İnsanın bilgisi azdır, zamanla gelişmektedir. Araçları azdır, zamanla gelişmektedir. Ama insanın zekâsı hep aynıdır, zamanla değişmemekte ve gelişmemektedir.

Biz Mısır’da olsak onların düşündüğünden fazlasını düşünemeyiz. Gömlek önden yırtılmışsa, kadın erkeği iterken erkeğin gömleği yırtılmış olur. Bu yırtılma daha zordur. Ancak şahit bu ihtimali kadının lehine kullanıyor. Şahit tarafsız şehadet ediyor. Burada önce gerçek ortaya çıkarılıyor. Bu Yusuf’un ve kadının uzağında kararlaştırılıyor.

Burada “in” şart edatı getiriliyor. Genel kural, “in” şart edatı mazinin üzerine gelirse de, geleceği bildirir şeklindedir. Ancak bu kural burada geçerli olmamaktadır. Çünkü gömlek daha önce yırtılmıştır.

İn Kâne” tamamen geçmişteki olayı hikâye ediyor. Mazinin üzerine gelen “in” maziyi gelecek yapmaktadır. “İn” kelimesi geniş zamanı içerir diyebiliriz. Yani gömlek arkadan yırtılsa şeklinde mânâlandırırız.

Bu âyetten şu kuralı söyleyebiliriz. “İn” eğer “Kâne” üzerine gelirse geçmişin hikâyesidir. Sonra gelen fiili mazi ise o zaman mazi olmuş olur, muzari ise muzari olur.

-Gramer yeniden ele alınmalıdır.

-Kur’an dışında kural kabul edilmemelidir.

-Yani, Kur’an bir kelimeyi neye göre ifade ediyorsa o kural olmalıdır.

فَصَدَقَتْ  

(Fa ÖaDaQaT)

“Kadın doğru söylemiştir.”

Sadaka” kabile başkanına verilen vergidir. Ona bağlı olduğunu da ifade ettiği için “sadakat” kelimesi sadakat anlamına da gelmektedir. Sonraları kişilerin söylediği sözde sadık olup olmadığını belirtir. Kadın doğru söylüyor, sözünde sadıktır demektir. Yani Yusuf ona sû’ murad etmiştir. Gömleğin yırtılması fiziki bir kanıttır.

Olaylar olduktan sonra arkalarında iz bırakırlar. Biz buna “delil” diyoruz. Kişi eline bir şey alıp bırakırsa, onun üzerinde parmak izi kalır. Bugün DNA testleri ile birçok olaylar aydınlatılmaktadır.

Kur’an burada bu olayı anlatmakla bu tür istidlâlin Mısır mantığında geçerli olduğunu belirtiyor. Bizim şeriatımızda ise geçerli olup olmadığı belirtilmemiş ise de “onlar akletmezler mi, onlar akletsinler diye” ifadeleriyle aklı muteber delil olarak göstermiştir.

Öyle ise bir Mısırlı aklını kullanarak doğru sonuca varmışsa, bizim aklımız da yatıyorsa, o zaman o akıl yürütme biçimi bizim için de doğru olur.

Biz biliyoruz ki Mısırlı şahidin yürüttüğü akıl bizi doğru sonuca götürmektedir. Bu akıl yürütmeye bizim aklımız da uymaktadır. O halde bu şekilde akıl yürütme meşrudur. Onun meşruiyeti Mısırlının yürüttüğü aklın bize delil olmasından dolayı değil, aklımızın onu delil kabul etmesinden dolayıdır. Buna “istihsan” diyoruz.

Ebu Hanife aklın bir şeyi doğru kabul etmesine “istihsan” adını vermiştir. Ebu Hanife’ye göre kıyasa kıyas olmaz genel kuralına aykırı olarak istihsana kıyas geçerlidir. Biz de buna dayanarak soruşturmada aklî muhakeme ile sonuçlara varmayı ve bununla şahitlik yapmayı istihsana kıyasla meşru görmekteyiz.

وَهُوَ مِنْ الْكَاذِبِينَ (26)

(Va HuVa MiN el KAvÜiBİyNa)

“O kâziblerdendir.”

“Ve Hüve Kâzibün” demeyip “Ve Hüve Mine’l-Kâzibîn” demesinden, Mısır’da böyle yalan uyduran ve bu yolla topluluğu kandıran bir şebekenin olduğu anlaşılmaktadır. Bunların işi suçları işleyip ondan sonra bu suçları başkasına atmaktır. Mısır’da o dönemde suçları işleyen ve suçları başkalarına atan bir şebekenin var olduğunu anlıyoruz.

31 Mart Vakası, İzmir Suikastı, Sivas Madımak Olayı, Ergenekon ve Balyoz operasyonları hep bu kâzibler örgütünün işidir.

Kadın haklı çıkınca Yusuf yalancı olacaktı. Ayrıca bu kelimenin zikrine gerek yoktu. Bu gereksiz bir tekrar gibi gözükür. Ancak burada anlatılmak istenen Yusuf’un yalancı olduğu değil, Yusuf’un yalancılar örgütüne mensup olduğunu ifade etmektedir.

Olay şudur: Mevki sahiplerine veya zenginlerine örgüt tarafından suç işletilir. Sonra bu suç istismar edilerek zenginlerden para sızdırılır, mevki sahiplerine yolsuzluk yaptırılır.

İşte, Mısırlı şahit, Yusuf’un böyle yalancılar ve suçu başkasına atan örgütün üyesi olduğuna işaret etmektedir. Bunun için bu kelime de zikredilmiştir.

***

وَإِنْ كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ

(Va EiN KAvNa QaMİyÖuHu QudDa MiN DüBüRin)

“Kamisi dübürden kadd edilmişse.”

“Kubul” ve “Dübür” ön ve arkadır. Burada nekre gelmişlerdir. Yani ön ve arka tarafın nerelerinden yırtılmış olursa olsun hüküm doğrudur. Marife gelseydi belli yerinden yırtılma söz konusu olurdu.

Gömleklerde dikiş sağlamsa, gömlek başka yerden yırtılır. Dikiş sağlam değilse dikiş yırtılır. Dikişler gömleklerde yanlarda olur. Gömlek yanlardan yırtılmışsa dikişler zayıftır demektir. Olay aydınlanmış olmaz. Önden ve arkadan yırtılmışsa dikiş kuvvetlidir. O zaman olay aydınlanır.

İkinci cümlenin tekrarı zorunlu olmuştur. Eğer “kubul” ve “dübür” kelimeleri marife yani belirli olarak getirilselerdi, dikiş ön ve arkada olurdu ve yırtılma da dikişten olurdu. Genel olarak kumaşlar tezgahlarda dar olarak dokunur. Ön ve arkada da dikiş olur. Burada da böyle olabilir. Böyle olsa da şahidin muhakemesinde bir hata olmaz. Mısır teknolojisinde dikişin kumaştan daha sağlam olduğunu veya kimisinde kumaşın kimisinde dikişin daha sağlam olduğunu öğreniyoruz. Kubul ve dübürün nekre gelmesi bize bunları anlatıyor.

فَكَذَبَتْ

(FaKaÜaBaT)

“Kadın kizb etmiştir.”

Kadın için “kizb etti / sıdk etti” kelimelerini kullanıyor.

Yusuf için ise “o kâziblerdendir / o sadıklardandır” kelimelerini kullanıyor.

Yusuf’un örgütlere mensup olduğunu söylüyor.

Kadın ise kendi başına hareket etmiştir.

Genel olarak avcılık döneminden beri ev işlerini kendi başına kadın yapar. Geniş örgütlenmeye ihtiyaç yoktur. Erkeğin ise avlanabilmek veya savaşabilmek için örgütlenmeye ihtiyacı vardır. Bir erkeğin bir örgüte katılmadan yaşama şansı yoktur. Bu durum insanlığın devlet aşamasından önce de böyleydi. Kadın suçlanırsa kendisi suçlanır, diğer kadınlar sorumlu tutulmazlardı. Oysa erkek bir suç işlerse kabilesi de sorumlu olurdu.

Bu kural içinde Yusuf mensup olduğu topluluk ile ifade edilmekte, sanki topluluk yalan söylemiş olarak ifade edilmektedir. Yusuf seyyidin âkilesine mensuptur. Dolayısıyla Yusuf’un suçlu olması hâlinde sorumlu olan yine seyyidin kabilesidir. Yani kadının yakını olan Mısırlı şahit gömleğin yırtılma şekli ile suçun kadında mı yoksa seyyidde mi olduğunu belirlemektedir. Bir yabancıyı eve alıp büyütürsen sen suçlu olursun demek istemektedir. Bunun için “o sadıklardandır / o kâziblerdendir” ifadelerini kullanmaktadır. Yani sen sadıksın, sen kâzibsin denmektedir.

وَهُوَ مِنْ الصَّادِقِينَ (27)

(Va HuVa MiN elÖAvDiQİyNa)

“O sadıklardandır.”

Kâzibler bir örgüttür; suç işleyenlerin suçlarını başkasına yükleme ve böylece suçluları kurtarma şebekesidir. Bunların yalancı şahitleri vardır, bunların mafyaları vardır, bunlar iftira mekanizmasını geliştirmişlerdir, bunlar rüşvetle iş yaparlar; bunlar rüşvetle iş yapamazlarsa iftira ederler, güçsüzlere istediklerini yaparlar. Bunu da yapamazlarsa, silah mafyası ile tehdit ederler. Bu örgütler suçlulardan para alarak geçinirler, geçinme kaynakları budur.

Meşru yoldan gerekli kazancı sağlayamayan kimseler bu örgütlere katılırlar.

Bunlardan korunmak için de karşı örgüt oluşturulur. Bunlar sadıklar örgütüdür. Devlet böylece doğmuştur.

Kur’an bu kelimeleri yan yana kullanmakla bu doğal oluşumu da anlatmaktadır.

Mısır devlet yapısında da bu mantığın hakim olduğu görülüyor.

Demek ki haksızlıkları caydırmakla önleyen ve mağdurların mağduriyetini önleyen bir örgüttür. Kâziblere karşı oluşturulmuş sadıklar örgütüdür. Dayanışma ortaklıklarıdır.

***

فَلَمَّا رَأَى قَمِيصَهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ

(FaLamMAv RaEaY QaMiYÖaHu QUdDa MiN DuBuRin)

“Kamisinin dübürden kaddettiğini re’y edince.”

Buradaki “Fe” harfi mahzuf bir fiilin arkasından gelmektedir. Yani bu şekilde kararlaştırdıktan sonra hareket ediyorlar. Yusuf’la kadının bulunduğu yere geliyor ve gömleğin önden mi arkadan mı yırtıldığına bakıyor. İşte bu fiil mahzuftur.

Fe” harfi ya bu mahzuf fiilden önce gelmiştir ya da sonra gelmiştir. Düşündükten sonra hemen hareket etmiştir. Dolayısıyla hemen görmüş olması gerekmez.

Birisine bir taş atsanız. Taş önce bir dala takılsa. Biraz sonra adamın başına düşse ve adam ölse; ölümünün mübaşiri mi olursunuz, yoksa müsebbibi mi?

Mübaşir olmak için  illetle sonuç arasında bir bekleme olmamalıdır. Yani siz bir sebep işlediğiniz zaman olay vuku bulmuşsa o sebep illettir ve siz kasten adamı öldürmüş olursunuz.

Kısas uygulanır, yoksa diyet ödenir.

Diyete dönüşmesi için affa gerek kalmaz.

Yahut adam yaralandı, bir sene sonra o yara sebebiyle öldü, yine kısasa tabi olur mu?

Buradaki “Fe” harfi illetin başlama tarihini esas almaktadır. Dolayısıyla her iki halde de kısas hükümlerinin geçerli olduğunu ifade etmektedir. “Fe” getirilir.

“Ve” getirilmemesi, önce düşünmüş söylemiş, ondan sonra görmüştür anlamını ifade eder. Yani seyyidle konuyu müzakere ederken kadın ve Yusuf yanlarında yoktu. Konu köşkte değil, şahidin evinde müzakere edilmiştir. Köşkte de ayrı odada müzakere etmiş olabilirler. Ama önce Yusuf’u görmüş olur. Dolayısıyla buradaki ifadeyle uygunluk olmaz.

Lemma” kelimesi “İz/İza” kelimeleri ile aynı anlamları taşır.

“İz” geçmişi, “İza” geleceği, “Lemma” da hâli ifade eder.

Bu kuralı buradaki ifadeden tespit ediyoruz. Bütün Kur’an bu amaçla taranmalıdır. Bu kuralın her zaman geçerli olup olmadığı tespit edilmelidir.

Biz böyle yapmıyoruz.

Böyle yaparsak ilerleyemeyiz, günümüzün sorunlarını çözemeyiz.

Bunun yerine o anda aklımıza geleni doğru kabul edip günümüzün sorunlarını çözüyoruz. Şüphesiz hatalarımız oluyor ama günü kaybetmeden yaşamaya şeriat içinde devam ediyoruz. Bunu bizim aklımızla yapmıyoruz, Allah bize böyle emrettiği için yapıyoruz. İçtihat müessesesi budur.

Hayrettin Karaman ve Sabahattin Zaim’in dahil olduğu, Tayyip Erdoğan’ın 1990’larda oluşturduğu on dört kişilik ilim heyeti; “Adil Düzen”de eksiklikler var, hatalar var, dolayısıyla bu çalışmalar Akevler’de fikir bazında kalmalı, parti bundan derhal vazgeçmelidir önerilerinde bulunmuşlar, bir yıl boyunca her hafta toplantılar yaparak bu konuda raporlar hazırlamışlardır. Yani, hatalı olması ihtimali olan “İslâmiyet”ten vazgeçilerek, kesin hatalı olan “zulüm düzeni” uygulanmalıdır diyorlar!

İslâmiyet’te yetmiş iki mezhep vardır. Sünniler kendilerinden başka bütün mezheplerin dalalette olduğunu söylerler. Ama bu mezheplerden hiçbiri hata ihtimali vardır diye içtihadı reddedip zulüm düzenine göre amel edilmesini caiz görmezler.

Hayrettin Karaman’ın bunu nasıl vacip gördüğüne gerçekten aklım ermiyor.

Bunu anlatışımın sebebi; benim Kur’an’ı ilmî bir araştırmayı beklemeden yorumlamamı yadırgayanlara cevap vermem içindir.

Hata yapacağım diyerek hiçbir şey yapmamak doğru bir yol değildir.

قَالَ إِنَّهُ مِنْ كَيْدِكُنَّ   

(QAvLa EinNaHu MiN KaYDiKunNa)

“ ‘O sizin keydiniz’ diyor.”

Kadının akrabası olan şahit yakınını korumaktadır. Yusuf’u istemediğini, onu evden uzaklaştırmak için oyun oynadığını söylemektedir. Böylece muravede olayını onaylamayıp kadını korumaktadır, ‘Bu sizin keydinizdir’ demektedir.

Keyd” tuzak demektir.

“Keyd” var, “mekr” var.

Keyd tuzak demektir.

Mekr ise uzun süreli plandır.

Keyd şeklinde bir tuzak kurdu. Yusuf’u evden uzaklaştırmak için oyun oynadı diyor.

Burada “senin keydin” demeyip “sizin keydiniz” diyor. Buradaki diğer kadınlardır, kadın cinsidir. Siz kadınların keydidir diyor. Yahut bu işi sen kendi başına yapmadın, kadınlar olarak birlikte bunu yaptınız demek istiyor. Böylece işi hafifletiyor. Karısı ile seyyidin arasını da düzeltmeye çalışıyor.

Topluluklarda örfler oluşur. Örf çok güçlü yaptırıma sahiptir. Örfe uymadığınız zaman veya örf sizi dışladığı zaman, size karşı herkes öyle davranır ki, siz artık o toplulukta yaşayamazsınız. Orasını terk edip gidersiniz. Seyyidin hanımından çıkacak böyle bir olay seyyidi orada barındırmaz. İşte zeki olan şahit taraflara bir taktik vermektedir. Yusuf’u evden uzaklaştırma oyunudur. Bu yolla kadın kocasına istediğini yaptıracaktır.

Olaylar farklı şekilde gösterilir. Tarih hep böyle yanlış yorumlarla oluşur. Şahidin bu davranışı bize bunu öğretmektedir. Allah bize bunları anlatarak insanlık tarihi hakkında bilgi vermektedir. Bu yalnız tarihte böyle değildir. Tüm mahkemeler böyle çarpık yorumlarla dolar. Bunu önlemek sanıldığı kadar kolay değildir. Siz kararları bunlara dayandırmak zorundasınız. Bu sebepledir ki İslâmiyet’te mahkemenin doğrudan soruşturması yoktur. Şahitlerin şehadetine dayanılarak karar verilir.

Bir olayı yatıştırmak ve etkisiz hâle getirmek, olayları böyle çarpıtmak, ters yorumlamak meşru mudur?

İslâmiyet’te temel kural şudur. Sonu yararlı ise, çıkar paralelliği içinde yararlı ise, hadiseleri bu şekilde tevil etmede bir günah yoktur.

Böylece kadın ve Yusuf kendilerini kurtarmış oluyorlar.

Sorun, bundan sonra ne olacaktır? Yusuf Mısır’da kendi başına yaşama imkanına sahip midir? Ayrılıp kendi başına yaşayabilecek durumda mıdır?

Önce birden bire onu evden uzaklaştırmak pratik olarak mümkün değildir. Olsa bile, bunu çevreye anlatmak kolay olmaz. Dolayısıyla sıkıntılı bir durum vardır. Şahit çözüme doğru yol almaktadır.

Burada “bu sizin keydinizdir” demiyor. İşaret ismiyle söylemiyor. Zamir ile söylüyor. Bunu böyle söylemiş olmasının sebebi yorumu geniş tutmadır. Kadınların böyle yaptıklarını söylemektedir. Sadece o olayda değil, bütün olaylarda kadınların böyle planlarının olduğunu söylemektedir.

إِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظِيمٌ (28)

(EinNa KaYDaKunNa GaJyIMun)

“Sizin keydiniz azimdir.”

Siz ne kadar da hilekârsınız demek istiyor.

Burada şahit Mısır kadınlarının büyük oyunlar oynadığını söylemektedir. Kadınları bu şekilde ithamı sadece kendisinin sözü değildir. Topluluklarda böyle bilgiler aktarılır. Halk  belli cümleleri ve düşünceleri benimser, konuşurken yeri gelince onu tekrar eder. Atasözleri böyle doğmuştur. Bunlar fıkralar hâlinde oluşur. Şahit olayı bu tür bir anlayışla yorumlamaktadır.

“Keyd” müfret, “Künne” çoğuldur. Burada yaptıkları keydin kollektif keyd olduğunu söylemektedir. Kadınların böylece kollektif keydler ürettiklerini söylemektedir. Hattâ bir olay yayılır, aktif rolü olmayanlara orada rol verilir, bu yaptı denir. O da ona inanır. Artık yapmadığı şeyleri kendisinin yaptığını söylemeye başlar. Burada kadına kurtulma yolu çizilmiş olmaktadır. Kadına bu tür bir uydurma ile kendisini savunmasını anlatmaktadır.

Eşler arasında böyle derin bağlılık vardır. Birbirlerinden ayrılmak ve unutmak kolay değildir. Olayların örtbas edilmesi istenir. Böylece birbirlerini affederler. Hata yapan da bir daha böyle bir hata yapmaz. Vazgeçmiş olur. Kur’an, nüşuzundan korkarsanız kadına uygulama yapın demektedir. Zina boşanma sebebidir. Ama zinayı tasarlama onun terbiye edilmesini gerektirir. Boşanma sebebi değildir. Yani kadının bu durumda olması onun uzaklaştırılmasını gerektirmeyebilir.

İnsanların nefis sahibi olduğu yukarıda belirtilmiştir. Dolayısıyla terbiye edilmesi gerekir. Teşebbüs hukukta önemli bir olaydır. Biri bir şeye teşebbüs eder de başaramazsa durumu ne olacaktır? Diyelim ki biri birine silah attı ama silah kişiyi yaralamadı. Bomba patladı ama kimseye zarar gelmedi. Bu kişiye vereceğimiz ceza ne olacaktır?

İslâm fıkıhçıları bunlara ceza verilemeyeceğinde ittifak hâlindedirler. Ancak bunları da tamamen cezasız bırakmamak için “tazir cezaları” icad etmişlerdir. Başkana uygun gördüğü cezayı verme yetkisi tanınmıştır. Annenin çocuklarını, komutanın erlerini, öğretmenin öğrencilerini, sahiplerin kölelerini veya patronların işçilerini böyle tedip etme yetkileri olduğu varsayılmıştır. Kimi fıkıhçılar da bucak başkanlarının böyle tedip cezaları uygulama yetkileri vardır demektedir.

Biz ise başkanların sadece sürme yetkileri vardır diyoruz. Hazreti Peygamber yalnız bunu uygulamıştır, onun dışında tedip yetkisi yoktur diyoruz.

Biraz daha yetkili kılmayı düşünürsek; başkan, ‘sana dayak atacağım’ veya ‘seni hapsedeceğim’ diyebiliyor; ‘kabul etmiyorsan bucağımdan çık ve git’ deme ve bunu uygulatma yetkisini veriyoruz. Yani bucak başkanının halkını dövme yetkisi yoktur ama sürme yetkisi vardır. Sürülmeyi kabul etmeyen dayak veya hapis cezasına tahammül eder.

Mısır’da laik bir hayat vardır veya şirke dayalı bir hayat vardır. Böyle olmasına rağmen bizim yaşadığımız dünyaya benzer hayatları vardır. Bunlar yalnız Kur’an’da anlatılsaydı Arap anlayışının aksi diye bildirilirdi. Yine de bizden çok uzak bir topluluğun örfüdür. Bizlere ne kadar yakındır? İnsan insandır. Tevrat’ta da bunlar anlatılmaktadır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-555/ADİL DÜZEN DERSLERİ-385   03 Nisan 2010

 

‘BEN ADİL DÜZENCİ OLMADIM!’

‘BEN HEP KARŞI OLDUM!!!’

Tekel sermaye sağcılarla solcuları çatıştırıyor, kavga ettiriyor ve iki tarafı şuna inandırıyordu; karşı taraf iktidar olursa sizi keser!

Çare; kendisini iktidar etmek, yani renksizleri ve çıkarcıları iktidar etmek!

Biz bunu 1960 ihtilalinde gördük ve yaşadık.

Başka yaptıkları bir iş daha vardı. Askere ve yönetime zulüm yaptırıyor, sonra halkı kendi iktidarına düşman ediyordu. Halk bürokratlara düşmanca davranınca, bürokratlar da halka yaptıkları zulmü artırıyordu. Bu neyi sağlıyordu? Bürokratlar ancak sermayenin desteği ile yerlerinde kalabiliyordu. Yani iktidar halktan kopunca ister istemez sermayenin emrine girecektir. Bunları yaşayarak gördük.

 

Bu durumda ne yapabilirdim?

 

Yapabileceğim iş; zulüm yapsalar da, saldırsalar da, solcularla yani Halk Partisi mensupları ile barışmak, bürokratların yaptıklarına sabretmekti...

İşte, 1961 yılında İzmir’e gidince  ben bu siyaseti benimsedim. Benden önce İzmir’de Remzi Güres (eski senatör) ve arkadaşları da bu siyaseti benimsediler. Ahmet Tahir Satoğlu (Prof. Dr., Akevler’in ilk on yıldaki başkanı) ile anlaşarak bu siyaset üzerinde Akevler’i kurduk. Bize kötülükleri olsa da; bürokratlar aleyhinde, ordu aleyhinde bulunmuyorduk, solculara karşı düşmanlık beslemiyorduk. Bizim için Halk Partisi ile Demokrat Parti arasında herhangi bir fark yoktu.

 

Sonra Erbakan’la anlaştık. 1969 yılında 14 kişi bağımsız milletvekili adaylıklarımızı koyduk. Ben Aydın ilinden aday oldum. Erbakan Konya’dan milletvekili seçildi ve parti kurdu, biz de kuruluş çalışmalarına katıldık. MSP kurulduğunda İzmir İl Başkanı oldum. Siyasetimizi şu ilkeye dayandırdık. Halk Partililer zalim değildir, bürokratlar ve ordu zalim değildir; düzen bozuk ve zalimdir. Biz kişilere ve zümrelere karşı değil, sadece zihniyetlere karşı mücadeleye giriştik, Halk Partisi ile koalisyon yaptık.

Çalıştık, çabaladık, “Adil Düzen”i ortaya koyduk. Böylece bütün düzeni değiştirecektik, “Adil Düzen”i getirecektik ve insanlık kurtulacaktı. Zaten şahsen “zalim” olmayan siyasiler ve bürokratlar da “adil” olacaklardı. Yani, biz şuna inandık; “Adil Düzen” gelirse zulüm ortadan kalkar. Çünkü bugün zulmedenler zalim değildirler, şartların ve zulüm düzeninin gereği zorunlu olarak zulüm yapıyorlar.

Bu yolda yürürken birçok kimseler bize katıldı, birlikte mücadele verdik; zalim zihniyetle savaştık, kişilerle değil.

 

Biz bugüne kadar öyle sanıyorduk ki; bizimle beraber bu yolda yürüyüp mücadele edenler de bu gerçekleri gördüler ve bizim yanımızda yer aldılar.

 

Geçen gün bu eski cihat arkadaşlarımızdan biriyle görüştüm.

Bana, Ben hiçbir zaman Adil Düzenci olmadım!’ dedi.

Ben, ‘Siz onların arasında yetişmediniz mi?’ dedim.

Ne dese beğenirsiniz: Ben hep karşı oldum!!!’

Evet, aynen böyle dedi.

Hiç beklemediğim bir sözü duyunca şok oldum, dünyam yıkıldı.

Biz onlarla beraber davamız ve onların başarısı için mücadele ederken…

Meğer onlar bizimle değilmiş, bize karşıymış, bizimle mücadele ediyorlarmış!!!

 

Bunlara, bunların yaptıklarına, bunların gizli gizli karşı olmalarına rağmen; Erbakan’ın ne kadar büyük bir iş başardığını bu vesileyle bir kere daha anladım.

 

Bu söyledikleri karşısında bu eski cihad arkadaşımıza, kırk senesini bizimle omuz omuza Hakkı getirmek için çalışan bu arkadaşımıza ne diyebilirdim ki?!.

Kırk senelik yürüyüşümüzde bu arkadaşımızla hiç ters düşmemiştik, hiçbir sorunumuz olmamıştı. Onun da benimle/bizimle şahsen bir sorununun olduğunu sanmıyorum.

Ama biz “Adil Düzen”i savunurken, bize karşı olduğunu sandığımız CHP zihniyetiyle mücadele etmemişiz, ordu ile mücadele etmemişiz; beş vakit namazlarını kılan, eşlerinin başları örtülü bu görüşteki kardeşlerimizle savaşmışız.

Meğer bugünkü başarısızlığın ve serabın asıl kaynağı bunlarmış!

 

Düşündüm…

Bu durumda ne yapılabilirdi?..

Neden böyle bir duruma düştüm/düştük?!.

Bundan sonra bu yolda yürüyenler ne yapmalıydı?..

Evet, ne yapmalı?..

En yakın arkadaşınız, sizin kötülüğünüzü istediği için değil, aklınca sizin iyiliğinizi istediği için sizin yaptıklarınızı boşa çıkarırsa ne yapmalı?!.

Bizden sonra gelen Adil Düzenciler ne yapmalı?..

 

Kur’an diyor ki:

“Velâ temnun testeksir. /

Çoğalmayı temenni etme.”

Az kal, öz kal.

 

Hatamız, bizim birden çoğalmamız oldu.

Birbirimizi tanımadan ve birbirimizi öğrenmeden savaşa girdik.

Başarısızlıklarımızın asıl kaynağı bu olmuştur; birbirimizi tanımadan beraber olmak.

 

Bizden sonra gelecek Adil Düzencilere tavsiyemiz:

Önce kendi nefsinizle cihat edin...

Siz sakın iktidara yürümeyin…

İktidar sizin ayağınıza gelsin...

Bizim karşı zihniyete uygulamadığımız siyaseti, siz farklı olsanız da aynı zihniyette olan muhaliflerinize uygulayın.

 

Ben o arkadaşı suçlamıyorum. İstanbul’un uleması ve şüyehası bize karşı cephe aldılar, Demirel’in arkasına düştüler; onu da “Adil Düzen”in kötü bir şey olduğuna inandırdılar.

Benim üzüldüğüm şudur.

O arkadaşımız “Adil Düzen”i öğrenmemiş, öğrenememiş, bilmiyor.

Onun için Ben hiçbir zaman Adil Düzenci olmadım!’ diyor.

O halde burada hatalı olan o değil, biziz.

Demek ki biz anlatamamışız.

Ben İstanbul’da değildim...

Erbakan da onlara ve onların bu hallerine sabretti...

Bugün anayasa ekseriyeti ile iktidar oldular ama bulduğumuz şey seraptır.

Demek ki biz eksik çalıştık, hatalı çalıştık; sorun bizde, eksiklik bizde.

 

Duamız; yeni Adil Düzencilerin daha fazla çalışmaları ve sonunda hep beraber bizim günahlarımızın da affına sebep olmalarıdır.

Bütün samimiyetimle söylüyorum: “Adil Düzen”e karşı olanlar dalâlettedirler. Kendileri “zalim” değiller ama “zalim düzen” istiyor ve ona hizmet ediyorlar!!!

 

Onlar kendi yollarına devam edecekler…

Biz de kendi yolumuza devam edeceğiz...

 

Not: Bu kısım yukarıdaki tefsir bölümünden alınmıştır:

 Hayrettin Karaman ve Sabahattin Zaim’in dahil olduğu, Tayyip Erdoğan’ın 1990’larda oluşturduğu on dört kişilik ilim heyeti; “Adil Düzen”de eksiklikler var, hatalar var, dolayısıyla bu çalışmalar Akevler’de fikir bazında kalmalı, parti bundan derhal vazgeçmelidir önerilerinde bulunmuşlar, bir yıl boyunca her hafta toplantılar yaparak bu konuda raporlar hazırlamışlardır. Yani, hatalı olması ihtimali olan “İslâmiyet”ten vazgeçilerek, kesin hatalı olan “zulüm düzeni” uygulanmalıdır diyorlar!

İslâmiyet’te yetmiş iki mezhep vardır. Sünniler kendilerinden başka bütün mezheplerin dalalette olduğunu söylerler. Ama bu mezheplerden hiçbiri hata ihtimali vardır diye içtihadı reddedip zulüm düzenine göre amel edilmesini caiz görmezler.

Hayrettin Karaman’ın bunu nasıl vacip gördüğüne gerçekten aklım ermiyor.

Bunu anlatışımın sebebi; benim Kur’an’ı ilmî bir araştırmayı beklemeden yorumlamamı yadırgayanlara cevap vermem içindir.

Hata yapacağım diyerek hiçbir şey yapmamak doğru bir yol değildir.

 

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-555/ADİL DÜZEN DERSLERİ-385   03 Nisan 2010

 

PARTİ KAPATMA, YÜCE DİVAN VE

ÇÖZÜM; KESİN VE TEK ÇÖZÜM

2003’lerde yazdığım bir yazıda, Ak Parti’nin iki yıllık ömrü olduğunu söylemiştim. ABD böyle anayasa ekseriyetine sahip partiye dayanamaz, onun için altı ay gözetler, altı ay proje yapar, bir yıllığına da CIA’ya ihale eder demiştim.

AK Parti’nin ömrü uzayınca, arkadaşlar benim isabetsiz öngörülerimden bahsettiler.

Haklıydılar, o yazıda Ak Parti’yi tedbire çağırıyordum ama bunu söylememiştim. Öngörüde hata ettiğimi kabullenmiştim. Şimdi ortaya çıkan Ergenekon ve Balyoz operasyon projeleri öngörümün isabetini kanıtlamıştır.

 

Sonra Mesut Yılmaz’ı Yüce Divan’a gönderdikleri zaman bunun bir tertip olduğunu söylemiştim. Mesut Yılmaz aklanacak, böylece ithamlar boşa çıkacak, bu yolla başbakanların Yüce Divan’a gitme yolu açılacak, Tayyip Erdoğan Yüce Divan’a gönderilip mahkum edilecektir. Aklanma kısmı gerçekleşti.

Şimdi sıra Sayın Erdoğan’ın Yüce Divan’a gitmesine gelmiştir.

Orgeneraller yargılanmaktadır. Onlar berat edecek ama bu yolla Mahir Kaynak’ın dediği gibi sıra siyasilere gelecektir.

Ak Parti en büyük hatayı askerleri sivil mahkemelerde muhakeme eden kanunu çıkarmada yaptı. Bu kanun Ak Parti’yi yıkmakla kalmayacak, askerler gerekli tedbiri almazlarsa devleti de yıkabilecektir.

 

Bugün Ak Parti yine çok büyük bir hata yapmaktadır. Partilerin kapatılmasına Meclisin izin vermesi kanununu çıkarmaktadır. Bu kanuna dayanarak Ak Parti diğer partileri kapatma yolunu açsa bile, sonunda Mesut Yılmaz gibi onlar berat edecektir.

Ama gelecek seçimde veya ondan sonraki seçimde Ak Parti en büyük parti olma vasfını korusa bile mutlak ekseriyeti kaybedince, Erdoğan ve arkadaşları Yüce Divan’a sevk edilecek ve Yüce Divan onları en ağır bir şekilde mahkum edecektir.

Yani Ak Parti kendi kuyusunu kendisi kazmaktadır.

Bu endişeyi biz tasa içinde taşıyoruz.

Ak Partililerin ise umurunda değil, ‘haydan gelen huya gider’ diyorlar.

 

Varsayalım ki Ak Parti Meclis’te mutlak ekseriyeti korudu ve Yüce Divan’a gitmedi. Yahut onu koruyan bir güç onu korumaya devam etti. Bir kanun yapılırken onun dengeli olması sağlanmalıdır.

Yargı organlarının üyelerini kim tayin ediyor?

Cumhurbaşkanı ve Meclis.

Sonunda ekseriyete sahip siyasiler yargıda kadrolaşacaklardır. Meclis izin verse de yargının tuttuğu siyasiler aklanacak, tutmadığı siyasiler bertaraf edilecektir.

Bir defa kuvvet kimin eline geçerse sonunda o gurup Meclis’e de yargıya da hakim olacaktır. Yani dikta rejimi doğacaktır.

 

Yirminci yüzyıl dikta yönetimini tasfiye etmiştir. Bugün gelişen haberleşme, ulaşım, serbest piyasa ekonomisi, okul ve üniversiteler dikta rejiminin ayakta kalmasını imkânsız hâle getirmiştir. İstiklâl Savaşı’nı kazanmış, 1920’lerin muzaffer kadrosunun yaptıklarını bugünkü komutanlar yapamaz. Silahlı güce dayanmayan dikta rejimlerin varlığı düşünülemez.

 

O halde Ak Parti bilinçsiz bir şekilde uçuruma doğu gitmektedir.

Yargı üstünlüğüne dayanmayan hiçbir rejim artık varlığını sürdüremez.

O halde yargının yetkilerini kısıtlayan hiçbir yasa bir yere varamaz.

Yaptığın yasayı kim yorumlayacak?

Yargı değil mi?

Ne yazarsan yaz, sonunda o bildiğini okur. Yargı yönetimi doğar, sonunda uçuruma gidilir, asker müdahale etmek zorunda kalır ve yine diktatörlük, yine uçurum.

 

Çözüm: Güçlü ama bağımsız, tarafsız, saygın ve etkin bir yargı sistemini gerçekleştirmektir. Bu ancak beş bin yıllık Hakkı üstün tutan uygarlıkların öğretisi ile mümkündür. O günkü imkanlarla o kadarını yapabilen bu öğreti bugünkü imkanlarla da sorunlarını yalnız o çözebilir.

Adil Düzen Çalışması” işte bu sorunun çözümünü önermektedir.

Öneri basittir: Siyasiler hakemlik ehliyetini tevcih edeceklerdir. Her parti aldıkları oy nisbetinde her ilçede yirmiye yakın hakem, yine her bölgede oy nisbetinde yüksek hakem, devlet merkezinde ise yirmiye yakın ehliyetlilerden seçecektir. Davacı bunlardan bir hakem, davalı bunlardan bir hakem seçecek; iki hakem de baş hakemi seçecektir. Böylece oluşmuş mahkemenin kararı kesin olacaktır. Hakemlerin kararlarına karşı başka hakemlere gidilebilecektir. Yanlış karar bozulmayacak, sadece mağdurların uğradıkları haksızlıklar devlet bütçesinden verilecek ve kasten mevzuata aykırı karar veren hakemlerin hakemlikleri hakemlerin kararı ile iptal edilecektir.

Bu çözüm kesin çözüm ve tek çözümdür.

 

Bunu Allah bildirdi ve Adil Düzen Çalışanları ortaya çıkarıp benimsedi diye karşı çıkarsanız, çözüme karşı çıkmış olursunuz. Sonucun ne olacağını tahmin etmek zor değildir.

Kırk senedir bunları sağır sultan duyacak kadar söyledik. Allah’ın verdiği imkanları sonuna kadar kullanmaya çalıştık. Elbette günahlarımız ve kusurlarımız vardır.

Rabb’imize sığınıyor, bağışlamasını niyaz ediyoruz.

O’ndan ötesi bize ait değildir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

Pazar, piyasa ve para

Reşat Nuri EROL

Üreticiler tarafından üretilen mallar piyasaya ulaştığında, o piyasanın kendine özgü şartlarına göre yani piyasada belirlenmiş bir bedelle alınıp satılır. Piyasa kendi şartlarını öyle oluşturur ki, satın alıcılardaki toplam para satıcılardaki toplam malı satın alabilir.

Fiyatlar böyle oluşur…

Piyasadaki ‘denge’ böyle sağlanır.

Pazarda satıcılardan mallarını hemen acele satmak isteyenler fiyatları ucuz tutar, bu sayede bir an evvel mallarını satarlar. Sabahtan öğleye kadar pazarda böyle bir fiyat politikası vardır. Öğleye kadar satışta tok olan satıcılar pazarladıkları mallarının fiyatlarını düşürmezler. İhtiyaç sahiplerinden bir an evvel alacaklarını satın alıp gitmek durumunda olanlar, fiyatların durumuna bakmaksızın, yüksek fiyatlarla alacakları malları satın alırlar.

Öğleden sonra ise satılmayan malların fiyatları düşmeye başlar...

Halktan parası az olanlar sabahleyin pazara gelir, bildikleri ve her zaman ucuz satanlardan alacakları malları almaya çalışırlar. Piyasanın ilk açıldığı, pazarın ilk kurulduğu saatlerde bunu gerçekleştiremezlerse; öğleden sonrayı, özellikle de akşam pazarı denilen vakti beklemeye ve o saatlerdeki fiyatları takip etmeye başlarlar.

Halk genel olarak böyle hareket eder.

Tüccarın piyasa/pazar davranışları ise tamamen farklıdır.

Halk gibi ihtiyacını gidermekten ziyade, bu işin ticaretini yapanlar ise öğleden sonra, özellikle ‘akşam pazarı’ diye tabir edilen vakitlerde, üreticilerin ve pazarcılık yapan halkın mallarını ucuz olarak alırlar. Alacaklarını ‘ucuz’ almalılar ki, daha sonra aldıkları fiyattan az-çok daha ‘pahalı’ satsınlar ve ‘kâr’ etsinler, bu sayede ‘ticaret’ yapabilsinler.

Pazarda yani piyasada böyle bir ‘pahalı-ucuz dengesi’ vardır.

***

İlk insanlar meyve toplayıcılığı ile geçiniyor, ihtiyaçlarını böyle karşılıyor, para olarak her türlü kuru yemiş ve fıstık gibi meyveleri kullanıyorlardı. Bu dönem ‘toplayıcılık dönemi’dir.

Avcılık döneminde hayvan derileri ‘para’ olarak kullanılmıştır.

Çobanlık döneminde ise yün ve yumurta ‘para’ olarak kullanılmıştır.

Tarım döneminde bakır ve gümüş gibi madenler ‘para’ olarak kullanılmıştır.

***

Mal mübadelesi artıp uluslararası ticaret gelişince; para olarak kullanılan ‘gümüş’ başta olmak üzere kullanılan madenlerin taşınması zorlaştığından, daha az bulunan ve dolayısıyla diğerlerine göre çok daha değerli olan ‘altın’ madeni insanlar ve özellikle uluslar arası ticaret yapan tüccarlar arasında para olarak kullanılmağa başlanmıştır.

Hazreti Nuh Nebi zamanında insanlığın ilk medeniyetinin kurulması, yani Mezopotamya Medeniyeti dönemi ile birlikte uluslararası ticaret başlamıştır. Mezopotamya, Mısır, İran ve Anadolu’da medeniyetler oluşmuş, uluslararası ticaret gelişmiş, ‘altın’ para olarak kullanılmaya başlanmış, ne var ki henüz ‘altın sikke’ çıkarılmamıştır.

Yerel pazarlar/piyasalar ‘altın’ üzerine değil, ‘gümüş’ üzerine kurulur. Çünkü fiyatlar gümüş karşılığı oluşur. Ancak ‘gümüş’ün taşınması zor olduğundan dışarıdan gelen tüccarlar ‘altın’ getirip gümüş karşılığı altınlarını satar, elde ettikleri gümüş paralarla ülkelerine götürecek oldukları malları satın alır; yahut tersini yapar, ‘gümüş’ karşılığında o ülkeye getirdikleri mallarını satar, elde ettikleri gümüş paralarla ‘altın’ satın alır ve onu memleketlerine götürürler.

Bu durumda çıkan sonuç şudur:

‘Gümüş’ ülke içi paradır.

‘Altın’ dış para yani dövizdir.

Gelecek yazımda meselenin ‘ölçme, tartma ve para’ yönü üzerinde duracağım…

 

 

Ölçme, tartma ve para

Reşat Nuri EROL

İnsanlar ilk yaratıldıklarından ve yeryüzünde birlikte yaşamaya başladıklarından beri, hayatlarını idame ettirebilmek için ‘mal mübadelesi’ yapmaktadırlar. Mal mübadelesinin yapılabilmesi için ilk dönemlerde bunu ‘ölçme ve tartama’ işlemiyle, sonraki dönemlerde icat ettikleri ‘madeni paralar’ sayesinde, günümüzde ise ‘kâğıt para’ ile gerçekleştirmişlerdir. 

‘Yumurta’ ve ‘ceviz’ veya ‘koyun’ ve ‘deri’ gibi malları sayarak; buna karşılık ‘tahıl’ ve benzeri bazı tarım ürünlerini de ölçerek karşılıklı mübadele etmişlerdir. Diğer bazı malları ise tartarak veya kendi özel kriterlerine göre takas yaparak değiştirmişlerdir.

İnsanlık tarihinin ilk dönemlerinden itibaren karşılıklı ihtiyaçlar böyle giderilmiştir.

İhtiyaç giderme ve tedarik yerleri olan pazarlar böyle kurulmuş, piyasalar bu şekilde oluşmuştur. Bu ihtiyaçlar giderilirken, insanlığın ilerlemeler kaydetmeye başladığı ilk dönemlerde ‘bakır ve gümüş’ madenleri ‘para’ olarak kullanılmaya başlanmış, daha sonra ticaret ilerleyip geliştikçe özellikle ‘altın madeni’ uluslararası ‘para’ olmuştur.

Burada ölçme ve tartmada kullanılan uzunluk ve ağırlık birimlerinin hepsinin detaylarını girecek değilim. Bir kısmının sadece adını anacak, önemli olanları hakkında kısa bilgiler vereceğim. Öteden beri kullanılıp da artık devre dışı kalan konu ile ilgili hatırlamamız gereken kelimeler şöyle: Dinar, dirhem, miskal, arşın, dönüm, evlek, endaze, fersah, merhale, kulaç, okka, çeki, kantar, batman…

Tartma ilk insanlar tarafından nasıl yapılırdı?

Tartma, bir çubuğun ortasına ip bağlamak ve iki başına birer kefe asmak suretiyle yapılırdı. Kefenin birine ağırlığı bilinen taşlar konulur, diğerine ise tartılacak eşya konurdu. Kefeler denkleşince ağırlıklar eşitlenmiş, böylece tartma işlemi tamamlanmış olurdu.

Çubuk, ip ve kabak kabuklarından oluşan insanların yaptığı ‘ilk teraziler’ ile bugün gramın binde birlerini bile ölçen ‘hassas teraziler’ hep bu sistemle çalışmıştır.

Zamanla, ağırlık birimi olarak kullanılan ‘gümüş’ küçük eşit parçalara bölünmüştür. Bu ağırlıklar terazinin ağırlık kefesine konmaktadır. Bu ağırlık parçaları aynı zamanda ‘para’ olarak da kullanılmaya başlanmıştır. Buna ‘dirhem’ deniyor. Dirhem ağırlık birimi olarak Türkiye Cumhuriyeti dönemine kadar kullanılmıştır. 3,2 gram ağırlığındadır. Gramının fiyatı 0,75 TL olduğuna göre, bir Osmanlı dirhemi gümüş 2,5 TL civarındadır.

Tarih kitaplarından elde ettiğimiz bilgilere baktığımızda, ‘meskuk/sikke para’ M.Ö. yedinci yüzyılda Anadolu’da Lidyalılar tarafından icad edildiği ve kullanıldığı yazılıdır. Dolayısıyla ilk kez 2600 yıl önce Batı Anadolu’da basılan sikkeler, o dönemdeki birbirinden bağımsız olarak yalnızca birkaç toplumda; Anadolu’da, Çin’de ve Hindistan’da vardır.

‘Meskuk’ Arapça bir kelimedir ve para şeklinde olan, yani külçe veya ziynet eşyası şeklinde olmayan madendir. ‘Sikke’ de Arapça bir kelimedir; belli bir ölçüye göre basılan madeni bir paradır ve ilkel çağlardan beri ticarette geçerli olan değiş-tokuş yöntemleri yerine daha kullanışlı bir değişim aracı olarak kullanılmak üzere icad edilmiştir. Sikkenin kâğıt paraya üstünlüğü madenindendir. Kâğıt paranın maddesi değersizdir. Sikkenin hem yapım maddesi değerlidir, hem de daha kullanışlıdır. Bu nedenle daha çok tercih edilmiştir. Eski çağlarda ‘sikkeler’ yapılırken kullanılan başlıca metaller arasında altın, gümüş ve bakır ile yine altın ve gümüş karışımı olan elektron, tunç ve pirinç sayılabilir. Anadolu’daki ilk ‘metal paralar’ elektrondan yapılmıştır.

Değerli metallerin ‘para’ yapımında kullanılması 20. yüzyıla kadar sürmüş, ancak ‘kâğıt para’nın kullanılmaya başlanıp yaygınlaşması ile yavaş yavaş terk edilmiştir. Günümüzdeki ‘bozuk para’ ihtiyacı için yapılan metal paralarda ise nikel, bakır-nikel, tunç, alüminyum ve tunç-alüminyum gibi metal ve alaşımlar kullanılmaktadır.

 

 

IMF’siz nasıl döviz bulalım? - 1

Reşat Nuri EROL

IMF gerçekten Türkiye’den gitti mi? IMF Türkiye’den ümidini tamamen kesti de gitti mi? IMF’nin bir daha ülkemize gelmemek üzere gittiği iddia edilebilir mi?

IMF gittiyse gitti; artık bir daha bizi sömürmeyecek demektir...

Yahut IMF gitmedi; şimdilik taktik veya strateji gereği geri çekildi…

IMF bize karşı boş durmayacak; bir taraftan sinsi sinsi hazırlıklarını yapacak, diğer taraftan fırsat kollamaya başlayacak…

Ve fırsatını bulduğu anda da bizi çökertecek saldırıda bulunacak demektir.

Her ne olursa olsun, yukarıda saydıklarımızdan hangisi gerçekleşirse gerçekleşsin; her halükârda bizim IMF’siz istediğimiz kadar döviz bulabilmemiz gerekir.

Peki, biz IMF’siz nasıl döviz bulacağız?

Bugün bu sorunun çözümü üzerinde duralım.

***

Maliyetleri düşürerek döviz bulmak.

Döviz bulmanın en sağlıklı ve kolay yolu üretim maliyetlerini düşürmedir, ucuza bol mal üretmedir. Üretilen mallar çok ve ucuz olunca, istediğiniz kadar kolaylıkla müşteri bulur, ürettiğiniz mallara uluslar arası piyasalarda Pazar bulur, bu sayede döviz elde edersiniz.

Bunun için neler yapmalıyız?

1) Kredilerin faizlerini sıfırlayamalıyız. Bu uygulama hem stok üretimini sağlar, böylece faiz yükünden ve belasında kurtulan üreticiler üretip stok yaparlar, hem de maliyetleri düşürür, maliyetlere faiz yükü binmemiş olur.

2) Çalışana ‘emek kredisi’ vermeliyiz. İşletmelere ve müteşebbislere ‘ham madde kredisi’ vermeliyiz. Bu krediler altına kote edilir, geri ödemeler altın değeri üzerinden yapılır ama verilen kredilere faiz yürütülmez, cebrî icra uygulanmaz. Bu sayede tam istihdam sağlanır, işsizlik sorunu da çözüme kavuşturulur. Anlattığımız şartlar gerçekleştirildiğinde üretimle birlikte alım gücü de artar. Ülke içinde ve ülke dışında kolayca pazar bulunur.

3) Yeni bir hamle döneminde olduğumuza göre bir-iki seneliğine işçiden vergi alınmaz, sigorta kesintisi yapılmaz. Herkes üretime geçer. Maliyetler düşer. Giderler iç borçlanma veya enflasyonla kapatılır. Enflasyonun kötü etkisini yok etmek için de ödemeler TL üzerinden, borçlanmalar altın üzerinden yapılır.

***

Merkez Bankası dolar ve döviz alacak.

Merkez Bankası dolar/döviz alırken nelere dikkat edecek?

Türk Lirası altına kote edilir ve operasyon buna göre yapılır. Merkez Bankası altını kârsız alır ve satar. Banka tüm taleplere cevap verir. Altın stoku sabit tutulur.

Altının TL cinsinden kuru öyle hesaplanır ki, istenen döviz miktarı ülkemize girsin. Dövizi TL ile satın alan Merkez Bankası istediği kadar döviz bulur. Halk TL’sini altına kote edeceğinden kendi ülke parasını dövizden daha kıymetli olarak görür. Bu şekilde yurt içindeki ve yurt dışındaki halkımızın katılımı ve katkısı sağlanır.

Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, birkaç ay (Ekim) önce yaptığı değerlendirmede, ‘Bugün geldiğimiz noktada dış finansman ihtiyacı azalıyor. Dış ticaret ve cari açığımız azalıyor...’ diyor ve Uluslararası Para Fonu’na (IMF) eskisi kadar ihtiyacımız olmadığını söylüyordu. Başkanın görüşüne bakılırsa, ödemeler dengesinin sermaye hareketleri tarafındaki gelişmelerini de dikkate aldığımızda, Türkiye’nin elde bulunan veriler çerçevesinde dış finansmana çok da ihtiyacı yokmuş. İhtiyacımız azaldığına göre işimiz biraz daha kolaylaşmış demektir.

Dolar/döviz bulmanın iki yolu yukarıda anlattığım gibi olabilir.

Dolar/döviz bulmanın iki-üç yolu daha var, onlar da gelecek yazımın konusudur.

Hoş geldin: Nedim Urhan Hocam, yazılarınla aramıza (Millî Gazete’mize) hoş geldin…

 

 

IMF’siz nasıl döviz bulalım? - 2

Reşat Nuri EROL

Önceki yazımızda ne dedik, neyi sorduk?

“Uluslararası Para Fonu (IMF) gerçekten gitti mi, IMF Türkiye’den ümidini tamamen kesti de gitti mi?” diye sorduk.

İki ihtimal var: IMF gittiyse gitti; artık bir daha bizi sömüremeyecek demektir... Yahut IMF gitmedi, şimdilik taktik veya strateji gereği geri çekildi; fırsat kollayacak ve fırsatını bulduğu anda da bizi çökertecek saldırıya geçecektir...

Her iki durumda da biz, ‘dolar/döviz tedariki derdimiz’ ile baş başa kaldık, kendi derdimizin devasını bulacağız, kendi sorunumuza kendimiz çözüm bulacağız demektir.

Önceki yazımızda, üretim maliyetlerini düşürmek ve Merkez Bankası’nın döviz alması uygulamaları sayesinde bu sorunun çözüme kavuşturulabileceğini anlattık.

Bugün de bu sorunun çözümü yolunda değerlendirebileceğimiz diğer çözüm yolları üzerinde duralım. Önceki yazıda Merkez Bankası’nın dolar/döviz tedarik edebileceğini ve bunun nasıl olabileceğini anlatmıştım. Bugün yine Merkez Bankası’nın çözüm yolunda yapabileceği ikinci bir operasyon şekli üzerinde duracağım.

***

Merkez Bankaları ile karşılıklı kredileşme yapılır.

Dışarıdan mal alabilmek için bize dolar gerek, bize döviz gerek. Bunun için Merkez Bankası dışarıdaki bankalara TL’yi borç verir, onlardan da kendi ülke paralarını borç alır.

Türkiye’de ihracat yapanlar Merkez Bankası’ndan TL karşılığı o ülkenin parasını alır, malı satın alır. Oraya satanlar onların parasını alır, bankaya gidip TL’ye çevirir.

Böylece dövize ihtiyacımız kalmaz.

Herkesten, her ülkeden bizden aldıkları kadar biz de onlardan mal alırız. ABD ve AB ülkeleri ile de böyle ilişki kurarız. Bizimle ticarî ilişkilerini sürdürmek istiyorlarsa, onlara TL’yi kredi olarak veririz, doları ve diğer döviz çeşitlerini kredi olarak alırız.

Burada şöyle bir sorun çıkabilir.

ABD ve AB bizimle bu şekilde kredileşmeye girmeyebilir. Oysa biz ağırlıklı ticaretimizi onlarla yapıyoruz. O zaman ne yapacağız? Hiç merak etmeyin, diğer devletler onlardan döviz alır ve bize satarlar. Belki biraz pahalı satarlar ama ona karşılık bizden mal almak zorunda kaldıkları için bize ucuza gelir.

***

Ormanları rehnederek yani ipotek ederek değerlendirmek.

Döviz tedarik etmenin bir yolu daha vardır, o da Türkiye’nin ormanlarını bir ve/ya birkaç dönümlük parsellere ayırarak değerlendirmedir. Bu parsellere yol, elektrik, su, hattâ gaz gibi altyapı imkanları sağlanır. Sonra bu parseller başta Ortadoğu ülkeleri olmak üzere yurt dışı ve yurt içindeki kimselere kredileşme ilkesi içinde kiraya verilir.

Şöyle ki; kişilerden 20 bin dolar alınır ve altyapısı tamamlanmış bir dönümlük bir dinlenme parseli teslim edilir. İçinde orman ağaçlarının ıskartalarından villalar (ahşap evler) yapılır ve 40 bin dolara teslim edilir. Bu parselleri kiralayanlar istedikleri kadar yararlanırlar, istedikleri zaman dolarlarını alıp arsayı bize iade edebilirler. İsterlerse prefabrik ahşap evlerini de alıp götürürler veya bizim takdir ettiğimiz bedeli alırlar.

Böylece ülkemizin ihtiyacı olan dövizi fazlasıyla tedarik etmiş oluruz.

Ormanlarımızın ormanlık vasfını koruruz. Bu arada ele geçen yeni imkanlarla ağaçsız kırlarımızı da ormanlaştırırız ve onları da böyle değerlendiririz.

***

Ülkemizde bugünlerde başka bir gelişme daha gerçekleşiyor. Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Başkanı, “sukuk” yani “faizsiz bono” ile Körfez ülkelerindeki paraların Türkiye’ye çekilmesi için düzenlemeler yapılacağını açıkladı. Bu da ülkemizin döviz ihtiyacını karşılamak için uygulanacak beşinci bir yol olabilir.

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3488 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2677 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2651 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2166 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2542 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2565 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2300 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2204 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2617 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2496 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 2005 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2362 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2311 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2459 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2455 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2416 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3066 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2689 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2684 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2765 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2972 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3048 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3448 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5510 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3570 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3096 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3885 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3736 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3443 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3896 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3853 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4134 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4667 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3986 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3870 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2882 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2969 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3975 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7762 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5643 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4197 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3599 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3740 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4760 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4477 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4770 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4690 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4846 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4571 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3420 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4494 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3646 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5198 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3874 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5185 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5047 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4958 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3565 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3496 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3707 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5194 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4224 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5456 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4104 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5292 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4489 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4444 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4597 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4790 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5345 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4134 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5283 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4548 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3864 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4413 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4615 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4147 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4121 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4105 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4560 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5673 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9865 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4675 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3726 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3876 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3369 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3404 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3762 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5727 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4265 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3462 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler