Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 553
YUSUF SURESİ TEFSİRİ-20-22.AYETLER
20.03.2010
1255 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 43 YILDIR ÇALIŞIYOR....2008...2009...2010

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜNYA DÜZENİ 553

“ADİL DÜNYA DÜZENİ, III. BİN YIL MEDENİYETİ PROJESİDİR.”

Haftalık Seminer Dergisi             20 Mart 2010                      Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 553. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00-21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Gayemiz ve Hedefimiz: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır.    Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

***

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;

IMF GİTTİ! [mi?]

ERMENİ MESELESİ

***

*İŞLETME SEMİNERLERİ; 103. SEMİNER

Her Hafta PERŞEMBE akşamları; Adres: EMİNEVİMKısıklı Cad. No: 36  Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL  Tel: (0216) 444 36 46

SOHBET…  SEMİNER…  SORULAR-CEVAPLAR…

[Genel Hizmet Kooperatifi Ana Sözleşme Çalışmaları… Şimdilik ertelendi!]

***

IMF GİTTİ!

IMF’nin alternatifi nedir?

IMF’ye alternatif sistemin detayları

IMF’siz yapılacaklar  ve   M U C İ Z E !

Ekonomik ve sosyal sorunlar…

İşsizlik sorunu çözülemiyor

Reşat Nuri EROL

***

YUSUF SÛRESİ TEFSİRİ - 6

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ(1) إِنَّا أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ(2) نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ أَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ هَذَا الْقُرْآنَ وَإِنْ كُنتَ مِنْ قَبْلِهِ لَمِنْ الْغَافِلِينَ(3) إِذْ قَالَ يُوسُفُ لِأَبِيهِ يَاأَبَتِ إِنِّي رَأَيْتُ أَحَدَ عَشَرَ كَوْكَبًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ رَأَيْتُهُمْ لِي سَاجِدِينَ(4) قَالَ يَابُنَيَّ لَاتَقْصُصْ رُؤْيَاكَ عَلَى إِخْوَتِكَ فَيَكِيدُوا لَكَ كَيْدًا إِنَّ الشَّيْطَانَ لِلْإِنسَانِ عَدُوٌّ مُبِينٌ(5) وَكَذَلِكَ يَجْتَبِيكَ رَبُّكَ وَيُعَلِّمُكَ مِنْ تَأْوِيلِ الْأَحَادِيثِ وَيُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَعَلَى آلِ يَعْقُوبَ كَمَا أَتَمَّهَا عَلَى أَبَوَيْكَ مِنْ قَبْلُ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْحَاقَ إِنَّ رَبَّكَ عَلِيمٌ حَكِيمٌ(6) لَقَدْ كَانَ فِي يُوسُفَ وَإِخْوَتِهِ آيَاتٌ لِلسَّائِلِينَ(7) إِذْ قَالُوا لَيُوسُفُ وَأَخُوهُ أَحَبُّ إِلَى أَبِينَا مِنَّا وَنَحْنُ عُصْبَةٌ إِنَّ أَبَانَا لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ(8) اقْتُلُوا يُوسُفَ أَوْ اطْرَحُوهُ أَرْضًا يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ أَبِيكُمْ وَتَكُونُوا مِنْ بَعْدِهِ قَوْمًا صَالِحِينَ(9) قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ لَا تَقْتُلُوا يُوسُفَ وَأَلْقُوهُ فِي غَيَابَةِ الْجُبِّ يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ إِنْ كُنتُمْ فَاعِلِينَ(10) قَالُوا يَاأَبَانَا مَا لَكَ لَا تَأْمَنَّا عَلَى يُوسُفَ وَإِنَّا لَهُ لَنَاصِحُونَ(11) أَرْسِلْهُ مَعَنَا غَدًا يَرْتَعْ وَيَلْعَبْ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ(12) قَالَ إِنِّي لَيَحْزُنُنِي أَنْ تَذْهَبُوا بِهِ وَأَخَافُ أَنْ يَأْكُلَهُ الذِّئْبُ وَأَنْتُمْ عَنْهُ غَافِلُونَ(13) قَالُوا لَئِنْ أَكَلَهُ الذِّئْبُ وَنَحْنُ عُصْبَةٌ إِنَّا إِذًا لَخَاسِرُونَ(14) فَلَمَّا ذَهَبُوا بِهِ وَأَجْمَعُوا أَنْ يَجْعَلُوهُ فِي غَيَابَةِ الْجُبِّ وَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِ لَتُنَبِّئَنَّهُمْ بِأَمْرِهِمْ هَذَا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ(15) وَجَاءُوا أَبَاهُمْ عِشَاءً يَبْكُونَ(16) قَالُوا يَاأَبَانَا إِنَّا ذَهَبْنَا نَسْتَبِقُ وَتَرَكْنَا يُوسُفَ عِنْدَ مَتَاعِنَا فَأَكَلَهُ الذِّئْبُ وَمَا أَنْتَ بِمُؤْمِنٍ لَنَا وَلَوْ كُنَّا صَادِقِينَ(17) وَجَاءُوا عَلَى قَمِيصِهِ بِدَمٍ كَذِبٍ قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ أَنفُسُكُمْ أَمْرًا فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللَّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ(18) وَجَاءَتْ سَيَّارَةٌ فَأَرْسَلُوا وَارِدَهُمْ فَأَدْلَى دَلْوَهُ قَالَ يَابُشْرَى هَذَا غُلَامٌ وَأَسَرُّوهُ بِضَاعَةً وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِمَا يَعْمَلُونَ(19)

 

وَشَرَوْهُ بِثَمَنٍ بَخْسٍ دَرَاهِمَ مَعْدُودَةٍ وَكَانُوا فِيهِ مِنْ الزَّاهِدِينَ (20) وَقَالَ الَّذِي اشْتَرَاهُ مِنْ مِصْرَ لِامْرَأَتِهِ أَكْرِمِي مَثْوَاهُ عَسَى أَنْ يَنفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَكَذَلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْأَرْضِ وَلِنُعَلِّمَهُ مِنْ تَأْوِيلِ الْأَحَادِيثِ وَاللَّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ (21) وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (22)

 

وَشَرَوْهُ

(Va ŞaRaVHu)

“Ve onu şira ettiler.”

Yusuf’u bir esir imiş gibi satmışlardır. Yusuf bu satışa ses çıkarmamış, kabullenmiştir. Yapacağı başka bir şey yoktur.

Kur’an Arapçasında satma anlamında iki kelime vardır: Şira ve Bey’.

Satın alma anlamında da iki kelime vardır, ikisi de iftial bâbındandır: İştira ve İbtia.

Kur’an Arapçasında aynı mânâya gelen iki kelime yoktur.

Mutlaka aralarında fark vardır.

Bey’” kelimesi  tokalaşma anlamına gelen “BYG” kökünden gelmektedir. Alıcı ve satıcı el ele tutuşur, biri teklif eder, diğeri kabul eder. Eller bırakılmazsa rücu hakları vardır. Ellerini bıraktıkları takdirde akit tamam olmuş demektir. Bu alışverişte böyle olduğu gibi seçimde de böyledir. Biat alan elini üst tarafta tutar. Biat eden ellerini alt tarafta tutar ve mubayaa ederler. Böylece başkan seçilmiş olur veya dayanışma ortaklığı oluşmuş olur. Alıcı ve satıcılar ellerini yan yana tutarlar ve eşitlik içinde bey’ olmuş olur. Kur’an da “Bey’” ve “Bayi’” kelimeleri vardır, “İbtia” kelimesi yoktur.

Şira” ise atardamardır. Nabız anlamındadır. Bu satış pazarlıksızdır. Satıcı satacağı malın fiyatını söyler, alıcı ya kabul eder veya etmez. Bu satış esnasında satıcı periyodik olarak bedelini bağırarak ilan eder, kim önce ‘aldım’ derse ona satılmış olur. Çağımızda etiketleyip satmak veya tellal vasıtası ile satma veya internetle satma veya ihaleler böyle yapılır. Teklifi kabul eden tarafından yapılan açık artırma veya açık eksiltme meşru değildir. Satıcı ve alıcı tek fiyat ilan eder, istediği zaman bunu değiştirir. Karşı taraf ‘aldım’ veya ‘sattım’ dediğinde akit tamam olmuş olur.

Gelecekte  satış ve alışlar internette sunulacak, kim önce ‘kabul ettim’ derse akit tamamlanmış olacaktır.

Yani mübadele veya iş anlaşmaları bey’ usulü ile değil, şira usulü ile olacaktır.

Yusuf’u şira usulü ile sattılar, yani bedelini ara ara ilan ettiler ve bu bedeli ilk kabul eden Yusuf’u satın almış oldu.

بِثَمَنٍ بَخْسٍ

(Bi ÇaMaNin BaPSin)

“Bahs bir semen ile sattılar.”

Bahs” zayıflamış, kuru kemik kalmış; kuru kemik el ve ayak demektir.

Semenin Bahsin” demek, ucuz demek, az paraya satılmak demektir.

Mallar piyasada belirlenmiş bir bedelle alınıp satılır. Piyasa öyle oluşur ki, satın alıcılardaki toplam para satıcılardaki toplam malı satın alabilsin. Fiyatlar böyle oluşur. Pazarda satıcılardan acele satmak isteyenler fiyatları ucuz tutar, bir an evvel mallarını satarlar.

Öğleye kadar satışta tok olan satıcılar fiyatları düşürmezler, bir an evvel satın alıp gitmek durumunda olanlar yüksek fiyatlarla malları satın alırlar.

Öğleden sonra ise satılmayan malların fiyatları düşmeye başlar.

Yusuf’u satanlar bir an evvel satmak için Yusuf’un bedelini ucuz tutmuşlardır.

Halktan parası az olanlar sabahleyin pazara gelir, böyle ucuz satanlardan almaya çalışırlar. Ticaret yapanlar ise öğleden sonra halkın mallarını ucuz olarak alırlar.

Yusuf’u erken saatlerde ucuz satarak bu işin ticaretini yapan köle tüccarlarının eline düşürmek istememişlerdir. Böylece Yusuf’u kendisi için satın alan birini bulmuşlar, dolayısıyla onu rahat edeceği bir yere satmışlardır.

Köleler iki maksatla satın alınır.

Ya ev için satın alınır, ev işleri görmek üzere istihdam edilir. Bunlar şanslı kölelerdir. Sabahleyin ucuz satılmakla Yusuf bu şansı elde etmiştir.

Ya da köleler işçi ve ırgat olarak çalıştırılmak üzere büyük işletmeler tarafından satın alınırlar. Bunlar köle tüccarları tarafından temin edilirler.

Yusuf küçük olduğu için tüccarlar nezdinde değeri yoktur. Oysa ev için istihdam edenler küçüklerden daha çok hoşlanırlar, tüccarlardan daha çok para verirler. Küçükleri istedikleri gibi eğitip yetiştirirler, küçükler kendilerine daha çok bağlı kalırlar.

Yusuf’u satanlar pazarın bu özelliklerini iyi bilmektedirler.

Bahs” kelimesi, ucuzluk anlamı yanında, fiyat anlamında da kullanılır. Farsçadan gelmiş olan Türkçedeki “pahalı” kelimesi, “bahs” kelimesinin Türk hançeresine göre söylenişidir. Fransızca’daki “pri” kelimesi ile Gürcüce’deki “pasi” kelimesi fiyat anlamındadır. Bütün bu kelimeler “bahs” kelimesi ile akrabadır.

دَرَاهِمَ

(DaRAHiMa)

Dirhemlerle

Derahim” “dirhem”in çoğuludur.

İlk insanlar toplayıcılıkla geçiniyor, para olarak kuru yemiş veya fıstık gibi meyveleri kullanıyorlardı.

Avcılık döneminde hayvan derileri para olarak kullanılmıştır.

Çobanlık döneminde ise yün ve yumurta para olarak kullanılmıştır.

Tarım döneminde bakır ve gümüş gibi madenler para olarak kullanılmıştır.

Uluslararası ticaret gelişince; ‘gümüş’ün taşınması zorlaştığından, daha az bulunan ve dolayısıyla çok daha değerli olan ‘altın’ para olarak kullanılmağa başlanmıştır.

Hazreti Yakup zamanında uluslararası ticaret başlamıştır. Mısır, Mezopotamya, İran ve Anadolu’da uygarlıklar oluşmuş ve uluslararası ticaret gelişmiş, ‘altın’ para olarak kullanılmaya başlanmış, ne var ki henüz ‘altın sikke’ çıkarılmamıştır.

Pazarlar ‘altın’ üzerine değil, ‘gümüş’ üzerine kurulur. Çünkü fiyatlar gümüş karşılığı oluşur. Ancak ‘gümüş’ün taşınması zor olduğundan dışarıdan gelen tüccarlar ‘altın’ getirip gümüşle satar, onunla ülkelerine götürecek oldukları malları satın alır yahut gümüşle mallarını satar, onunla altın satın alır ve onu memleketlerine götürürler.

‘Gümüş’ iç paradır, ‘altın’ dış para yani dövizdir.

İnsanlar ilk yaratıldıklarından beri mübadele yapmaktadırlar. ‘Yumurta’ ve ‘ceviz’ veya ‘koyun’ ve ‘deri’ gibi malları sayarak, tahıl gibi bazı malları da ölçerek satıp almışlardır. Bazı malları ise tartarak değiştirmişlerdir.

Tartma nasıl yapılır?

Bir çubuğun ortasına ip bağlamak, iki başına birer kefe asmak suretiyle yapılır. Kefenin birine ağırlığı bilinen taşlar konulur, diğerine ise tartılacak eşya konur. Kefeler denkleşince ağırlıklar eşitlenmiş olur. Çubuk, ip ve kabak kabuklarından oluşan ilk terazi ile bugün gramın binde birlerini ölçen teraziler hep bu sistemle çalışmıştır.

Tarih kitaplarında meskuk (sikke) paranın çok sonraları Lidyalılar tarafından kullanıldığı yazılıdır. Altın için bu doğru olabilir. Gümüş için durumun böyle olmadığı Kur’an’ın bu ifadesinden anlaşılmaktadır.

Ağırlık birimi olarak gümüş küçük eşit parçalara bölünmüştür. Bunlar terazinin ağırlık kefesine konmaktadır. Bu parçalar aynı zamanda para olarak kullanılmaktadır. Buna ‘dirhem’ deniyor. Dirhem ağırlık birimi olarak Türkiye Cumhuriyeti dönemine kadar kullanılmıştır. 3,2 gram ağırlığındadır. Gramının fiyatı 0,75 TL olduğuna göre, bir Osmanlı dirhemi gümüş 2,5 TL civarındadır. Mısır dirheminin de bundan pek farklı olmadığını düşünebiliriz. Bu dirhemlerin üzerinde herhangi bir yazı yoktur. Ama Mısır’da bu dirhemleri devlet çıkarmaktadır. Ağırlıkları birbirine eşittir. Ayrıca büyük boy yani 5 dirhemlik veya 20 dirhemlik gümüş parçalar çıkmış olabilir.

Biz bunları Kur’an’ın ifadeleri ile yorumluyoruz.

Tevrat, kazılar ve papirüslerle tahkik edilebilir.

Tarihî bilgimize göre meskuk para o zaman yoktur ama terazi vardır. Devletçi olan Mısır yönetiminde ağırlık birimleri olarak taşların bulunacağı kesindir. Çünkü Mısır’da terazi vardır. Belli olmayan bu taşların para olarak da kullanılıp kullanılmadığı hususudur.

“Dram” kelimesi damla ile akrabadır. Kafkas dillerinde çok az bir şey demektir.

مَعْدُودَةٍ

(MaGDUvDaTin)

“Ma’dud dirhem.”

Ma’dud” sayılı demektir. Baktığın zaman saymaya gerek görmeden miktarını bilebildiğin çoklukta olanların sayısına ma’dut sıfatı getirilir.

“Derahime” mecrurdur; iki illet yerine geçen cem ile gayri munsariftir, fetha ile mecrurdur. Sıfatı olan “ma’dudetin” kesre ile mecrurdur. “Ma’dudedetin”deki “t” cem/çoğul “t”esidir.

Burada “ma’dudetin” denmiş olmasıyla anlıyoruz ki, dirhem para birimi olarak kullanılmaktadır demektedir. Yoksa “kaliletin” derdi.

Bu açık ifadedir. Bunun araştırılması gerekir.

Yusuf’u ucuz fiyatla, yani birkaç dirhemle satmışlardır. Maksatları az bir para kazanmanın yanında çocuğu telef olmaktan kurtarmaktır. Allah’ın takdirine göre Hazreti İbrahim’in torunu olan Hazreti Yakup’un çocuklarını Mısır’a götürüp yerleştirmektir.

Bize göre en küçükleri olan Yusuf’un başkanlığında bu kardeşler oraya yerleştirilecektir. Yusuf yerine büyüklerden biri seçilseydi, Mısır’da Mısır uygarlığını zor öğrenirdi. Oysa Yusuf küçükken Mısır’a götürülmüş ve kendisi kolayca Mısır uygarlığını öğrenmiştir. Orada yönetici olma eğitimini almıştır. Kendisine gelen vahiy ile Mısır uygarlığına katkıda bulunmuştur. Bu sebeple küçük kardeş seçilmiştir. Diğer kardeşler ise peygamber Hazreti Yakup’un Mezopotamya uygarlığını öğrenmişlerdir. Sayıları on kişi kadar olan bu kardeşler aşiret oluşturmuşlar ve kendi aşiretlerini kurmuşlardır. Yani iki uygarlığı bilenler önce aşiret, sonra kabile, sonra da şa’b seviyesinde bir topluluk oluşturmuştur.

“III. Bin Yıl Uygarlığı” da böyle iki uygarlığın sentezinden doğacaktır.

Bugünkü uluslara baktığımızda görüyor ve anlıyoruz ki; çağımız dünyasında bununla görevlendirilmiş ulus Türkiye Türkleridir.

Kur’an’da Hazreti Yusuf’un, Hazreti Musa’nın, Hazreti Davut ve Hazreti Süleyman’ın anlatıldığı âyet ve sûreleri bu gözle tetkik edip değerlendirmemiz gerekmektedir.

وَكَانُوا فِيهِ مِنْ الزَّاهِدِينَ (20)

(Va KAvNUv FİyHi MiNa elZAvHiDİyNa)

“Onlar onda zahidlerden idiler.”

Fihi”deki “Hi/o” Yusuf’a gitmektedir.

Kânû” fiil-i nakıstır, oldular mânâsı da verilebilir.

Zahid olmak” demek, önem vermemek demektir. “Zühd”ün kökü, çoğun yanında artık olan azdır. Bir ağacın meyvesini devşirdikten sonra üstünde kalan meyveler zühd olup sahipleri onları devşirmeye gerek görmezler.

Yusuf’u satanlar Yusuf’un değerine fazla önem vermemişlerdir. Anlaşılan kazançları yüksek olan bir kafile idi. Para kazanmaktan çok, bir an evvel Yusuf’u elden çıkarıp kendi işlerine bakmak istiyorlardı.

Burada “Fihi” kelimesi getirilmese idi, “Min” teb’iz için olurdu, o zaman onların iyi insan olduklarını anlardık. “Fihi”den sonra “Min” geldiği için, “Min” teb’iz için değil cins için olduğundan; onlardan zahid olanları değil de, onların hepsinin zahid olduklarını söylüyor.

Fihi”deki “Hi” zamiri Yusuf’a gidebileceği gibi semene de gidebilir; onlar paraya fazla önem vermeyen kimselerdi anlamı çıkar. Yusuf kötü bir yere satılsa da bize para gelsin diyenlerden değillerdi anlamı çıkar. Bu taktirde Yusuf’u uygun kimseye bilerek satmışlardır.

“Şeravhu” yerine “Bauhu” olsaydı bu mânâyı verebilirdik. “Şeravhu”da bu mânâyı vermek daha zordur. Bununla beraber satılacak şey vitrine konur, fiyatı yazılmaz, müşteriler uğrayıp bir fiyat verirler; satıcı “evet” derse akit tamamlanır. Bu da şiradır. Böyle de yapmış olabilirler. Satın almak isteyene bakarak elbisesinden onun kim olduğunu anlar ve “evet” veya “hayır” demiş olabilirler.

Mısır’da halk vardı, köleler vardı, yabancılar vardı, esnaf vardı, bürokratlar vardı. Bunların elbiseleri farklı idi. Genel olarak bürokratlar zengin değillerdi ama üstün yaşama şartları içindeydiler. Yusuf’u pahalı satsaydılar bürokratlar alamazdı. Yusuf için iyi olmazdı. Allah bunlara ucuz sattırmış ve Yusuf’u bürokratlardan biri almıştır.

Burada kimin aldığına bir işaret yoktur. Ama ucuza satmış olmalarının hikmeti budur. “Mine’z-zahidîn” buna işaret eder.

***

وَقَالَ الَّذِي اشْتَرَاهُ

(Va QAvLa elLaÜİy iŞTaRAyHu)

“İştira eden kimse kavl etti.”

‘Onu ucuz olarak sattılar’ diyor ama satanların kimler olduğunu söylemiyor. ‘Sattılar’ sözünden ‘satın alanın’ olduğunu öğreniyoruz.

İştira eden/ Satın alan” mahzuftur ve nekredir. Böyle mezkur olmayan isimlere zamir göndermek caiz ise de tercih edilmez. Oysa böyle isimlerin ismi mevsul ile tavsif edilmeleri veya tarif edilmeleri caizdir. Bu ismi mevsul zikredilmeyen isim olsa da marife mevsul ile vasl edilebilir. O kelimenin gösterdiği kimse ahdi zihni olmuştur.

Ellezî işterahu” “Kale”nin failidir. Sıfat değil de isim olan mevsuldür. “Hu” zamiri Yusuf’a racidir. “İştera” bundan önce geçen “şeravhu” kelimesine karşı kullanılmıştır.

Satıcılar Yusuf’u bedelini belirterek veya belirtmeden arz ettiler. Bu “şeravhu” kelimesiyle ifade edilmiştir. Sonra, zaman geçtikten sonra, Yusuf’u ya ilan edilmiş olan fiyat ve değer üzerinden veya satın alanın kendisinin verdiği değer üzerinden satın almıştır. Bu da “iştera” kelimesi ile ifade edilmiştir. Yani “şira” arz, “iştira” da taleptir.

İşte, Dr./Müh. M. Lütfi Hocaoğlu arkadaşımızın hazırlamakta olduğu “Bilgisayar Muhasebe Programı”nda “şira” ve “iştira” kavramları “arz” ve “talep” olarak ayrı ayrı zamanlarda kaydedilecek ve kayıt tamamlanmış olacaktır.

Kur’an burada bu iki kelimeyi aynı yerde kullanmakla bize bunu da öğretmektedir.

“Bey’”de ise icap ve kabul aynı zamanda olmaktadır. Muhasebede “bayi’” kelimesi kullanıldığında icap ve kabul aynı zamanda yapılmış olur.

Demek ki Kur’an’ı muhasebeleştirmek için baştan başlayıp sonuna kadar böyle bir yorum yapmamız gerekmektedir. Bugün bu çalışmaların henüz çok başlangıcındayız.

مِنْ مِصْرَ

(MiN MıÖRa)

“Mısır’dan satın alan kimse.”

Hazreti Yusuf’un Mısır’a gittiğini buradan öğreniyoruz.

Hazreti İbrahim doğudan Ur şehrinden çıkmış, sürülerle Kenan iline gelmiştir. Hazreti Yusuf oradan daha batıya gitmiştir.

Türkler de doğudan Anadolu’ya gelmişlerdir. Türklerin Mısır’ı Avrupa’dır, Hazreti Yusuf gibi Viyana’lara kadar gitmişler, sonra Hazreti Musa’nın hurucu gibi Avrupa’dan çıkmışlardır. Şimdi Anadolu’da “III. Bin Yıl Medeniyeti”ni kuracaklardır.

Kur’an’da topluluklar “nâs” (millet), “kavm” (ulus), “şa’b” (il), “kabile” (bucak), “aşiret” (ocak) şeklinde iç içe örgütlenmişlerdir.

Toprak ise “karye”lere (köylere), “belde”lere (ilçelere), “medine”lere (bölgelere), “mısr”lara (kıta merkezlerine) ayrılmıştır.

Mısr/Mısır” mega kent demektir. Kıta merkezlerinde bulunur. Munsarif olarak kullanılırsa cins isimdir, gayri munsarif olarak kullanılırsa o zaman özel isim olur. Alemiyyet ve ucme ile gayri munsariftir. Burada “Min”den sonra fethalı geldiği için Kahire’nin olduğu Mısır ülkesinden bahsedilmektedir. Mısır o zamanın iki uygarlığından birinin merkezidir.

Demek ki her kıta ayrı uygarlık olacaktır. Biz “III. Bin Yıl Uygarlığı”nın uygarlıklarını Güney Amerika, Kuzey Amerika, Afrika, Avrupa, Çin, Hint ve Avustralya olarak düşünüyoruz. Ortadoğu ise Doğu Avrupa, Orta Asya ve Sibirya ile birlikte ayrı kıta olabilir. Afrika’nın mısrı da Mısır olabilir.

Kur’an’da “Mısr” kelimesi hem munsarif hem de gayri munsarif olarak geçer. “Min Mısra”daki “Min” harfi ceri “Fî” mânâsında olabilir. Mısır’ın belli yerinde onu yani Hazreti Yusuf’u satın alan kimse mânâsını ifade eder yahut mahzuf olan nâsın teb’izi için olur. “Min Nâsi Mısra” takdirindedir. Mısır halkından onu alan kimse demektir. Yani Mısır’ın yerlilerinden biri onu almış demektir. Hazreti Yusuf’un Mısır’a gittiğini anlatmış olduğu gibi; “Bugün Ankara’dan biri gelecek” dersem, “Ankara’nın eşrafından biri gelecek” demiş olurum. “Mısır’dan onu satın alan” derken, Mısır’dan onu satın alan eşraftan biri mânâsı da çıkar. Tavsif tazim için olabilir.

لِامْرَأَتِهِ

(Li iMRaEaTiHİv)

“Mer’esine dedi.”

Mer’e” kelimesi burada marifedir. Hazreti Yusuf’u satın alanın bir karısı vardır. Yoksa “Mer’e” nekre gelir, “Lehu” ile izafe edilirdi; “Mer’etün Lehu” denirdi. “Karısı” tabiri kullanıldığından demek ki Mısır’da evlilik vardı. Oysa Mısır sosyalist bir ülkedir.

Sömürü sermayesi dünyayı ikiye ayırırken Sovyetler’de gerçek sosyalizm olmaması için sosyalizme aile düşmanlığını ve din düşmanlığını eklemiş, böylece sosyalizmin başarısını önlemiştir. Oysa Mısır’da sosyalizm aileye ve dine dokunmadığı için ilk kuvvet uygarlığının merkezi olarak ömrü iki bin yıl kadar sürmüştür. Bütün insanlarda evlilik vardır ve zina gayri meşrudur. Bunun tek istisnası Marksizm’dir.

Kur’an “limreetihi” kelimesini kullanmakla nikahın kâfirler ve müşrikler arasında da geçerli olduğunu belirtir. Biz de bütün nikâhları meşru sayarız. Bir kadının iki erkekle nikahlanmasını meşru saymayız.

أَكْرِمِي مَثْوَاهُ

(EaKRiMİy MaÇVAHu)

“Mesvasını ikram etti.”

“Mesva” kuru üzüm asması demektir.

İkram” asmayı çardağa almak, bakımını yapmak demektir.

Yusuf’a ikram et, durumunu güzelleştir, bakımını iyi yap demek istemektedir.

Mesva” nedir?

Çobanlar hayvanlarına önü açık ağıl yaparlar. Buna “saya” derler. “Sayvan” da önü açık barınaklardır. Mastar olarak konaklamak, yerleşmek anlamındadır. “Mesva” ismi mekan veya mastarı mimidir; kalacağı yeri güzel yap, temizliğini yap ve iyi yer seç demektir.

Bir yere yeni birisi geldi mi kendisine bir yer açılır. Orada yerleştirilir. Gelen kalıcı ise ona kalacak yer ayrılır. Oraya yatak bırakılır. Genel olarak eskiden gece yatak serilir, gündüz kaldırılır, oda gündüzleri başka amaçla kullanılır. Uygarlaşan topluluklarda daima serili olan yataklar kullanılır, yatak odaları başka amaçla kullanılmaz.

Mısır’da o zaman durum nasıldı? Devamlı serili yatak ve karyola var mıydı, yoksa gündüz kaldırılan gece serilen  yatak sistemi mi vardı?

Bu ifade ayrı yatak odasının olmasını daha muhtemel kılmaktadır. Yoksa “mesva” mastarı mimi olması anlamına gelir. Bakımını iyi yap anlamı çıkar. Ancak sadece “ekrimî” kelimesini söyleseydi zaten bu anlam çıkardı. “Mesva” kelimesi de getirildiğine göre “mesva” kalınacak yerdir.

عَسَى أَنْ يَنفَعَنَا

(GaSAy EaN YaNFaGaNAv)

“Bize menfaat verebilir.”

Asâ” muhtemel olan olayların başına getirilir. Daha çok olması istenen olaylar için söylenir. “Lealle” kelimesi ile mânâ yakınlığı vardır. “Lealle”de talep vardır. “Leallehu Yenfeuna” denseydi, o zaman ikram et ki bize menfaati olsun anlamı çıkar. İkram menfaatin illeti olurdu. “Asa En Yenfaana”da ise böyle bir illet yoktur. İşimize yarar mânâsındadır.

Mısır uygarlığında toprak devletin idi. Halk ücretle çalıştırılıyor, elde edilen mahsul sonra satılıyordu. Bu ekonomi sisteminde iki türlü işçi vardı. Biri, kralın temsilcileri işverenlerdi. Kral vezirlerine işler verir, onlar da daha alttakilere işler verir, böylece topraklar kademe kademe bölüştürülürdü. Görevliler kralın değil, görevlilerin görevlileri idiler. İşçiler de en alt görevlilerin işçileri idiler. Görevlilere toprak verilir, onu işlemek için gerekli para kredi olarak verilirdi. Üretilen mahsul ambara konulurdu. Görevliler yanlarında yardımcı köleler bulundururlardı. Bu köleler işçi değil, kalem ehli yardımcılar idiler.

Bize menfaat verebilir” derken, işte böyle bir yardımcı aranmaktadır. Satın alan kimsenin bir görevli olduğu, bir köle yardımcısını bulunduracak kadar üst kademede bir görevli olduğu anlaşılmaktadır.

Hazreti Yusuf böyle bir tarım işletmesinin yöneticisi olan birinin yanında büyümektedir. Gelir-gider hesaplarını öğrenmiştir. Bolluk ve kıtlık yılları yaşanmıştır. Sonra kralın gördüğü rüyayı tâbir etmesi, hazinelerin başına geçtiğinde başarılı yönetimde bulunması, burada öğrendikleriyle mümkün olmaktadır. Satın alanın karısına söylediği ‘bize menfaat verebilir’ sözünden, menfaatin ne olduğunu düşündüğümüzde bunlar aklımıza geliyor.

Papirüsleri tetkik ederek Mısır ekonomisinin yapısını öğrendiğimizde, buradaki “bize menfaat verebilir” sözünün mânâsını daha kolay anlıyoruz.  

أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا

(EaV NatTaPıÜaHUv VaLaDan)

“Yahut onu veled ittihaz ederiz.”

Bu ifadeden anlıyoruz ki, satın alan kimsenin çocuğu yok. Yine bu ifadeden anlıyoruz ki, Mısır’da çok evlilik yaygın değildir. Yusuf’u evlat da edinebilirler.

Demek ki Mısır’da evlat edinme müessesesi vardır.

İslâmiyet’te evlat edinme yoktur. Bununla beraber akrabalığın tesisi vardır. Bu akrabalık ya süt ile doğar ya da azatlık ile doğar. Köle azad edilirse azad edenlerin akrabası olur. Başka mirasçıları yoksa vâris de olur.

Hazreti Yusuf’un durumu buna yakındır. Kendisi doğruluğunu kanıtlarsa onu azad edip akraba olacaklar, çocukları olmadığına göre onların vârisi Yusuf olacaktır.

Mısır’da evlilik kayıtları var mıdır, evlat edinme müessesesi nasıl çalışmaktadır?

Bu hususta bilgiler edinirsek buradaki evlat edinme tâbirini daha iyi anlarız. Hazreti Yusuf’un ve Hazreti Musa’nın kıssaları aynı zamanda Mısır tarihini de bize öğretmektedir.

“Yahut onu evlat ediniriz” derken, “ev/veya” kelimesini kullanmaktadır. Evlat edindikleri takdirde yine de menfaatleneceklerdir. O halde “ev/veya” kelimesi ikisinden birisi olanı gösterdiği gibi, ikisinin olmasını da muhtemel kılar.

Veleden” burada hâl olduğu için nekre olarak gelmiştir. “Veled” isimleşmiş sıfat-ı müşebbehedir. Demek ki bunlarda hâl olabilir veya ittihazen mefulü mutlakın sıfatı olabilir. İttihaz edinmek demektir. “Ahz” kökünden iftial bâbıdır.

وَكَذَلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْأَرْضِ 

(Va KeÜALiKa MakKanNAv Li YUvSuFa Fİy eLEaRWi)

“Biz Yusuf’u arzda böylece temkin ettik.”

Arz” burada marifedir, Mısır kastedilmektedir. Yer küresine “arz” dendiği gibi herhangi bir memlekete de “arz” denir. “Fîhi” yani Mısır’da demeyip “Fi’l-arzi”  demesi, Mısır’ın bir ülke olmasından ileri gelmektedir.

Ülke demek imar edilmiş toprak demektir. İmarın temeli yollardır.

Mısır Nil’in kenarında kurulmuş, yerleşim yerlerinin birliği ile oluşmuştur. Nil bunu sağlamaktadır. Kürekle veya yelkenle çalışan takalar Nil’de çalışabilmektedir. Nil  çok yavaş akmaktadır. Nehir ulaşımcılığı yapılabilmektedir. Ayrıca Nil’in kıyıları da karayolları yapımına elverişlidir. Bu suretle Mısır ülke olmuştur.

Türkçede harfi tarif olmadığı için nekre arz yer olarak söylenmektedir, marife arz ise yurt olarak söylenmektedir. Ocak “el-arz”dır, bucak “el-arz”dır, il “el-arz”dır, ülke “el-arz”dır, nihayet yeryüzü de “el-arz”dır.

“Bi’l-arzi” demeyip “fi’l-arzi” demiş olmasından, satın alan kimsenin bütün Mısır’da etkili bir kimse olduğu anlaşılmaktadır. Yani Mısır’ın bir yerinde değil, her yerinde imkan sahibi kıldık demektedir.

Mekkennâ” “Mekene”nin tef’il bâbıdır. Yerleştirdik mânâsına geldiği gibi; etkili kıldık, imkân sahibi yaptık anlamına da gelir. Buradaki “el-arz” istiğrak anlamında olup onu bütün Mısır’da etkili yaptık demektir. “Mekkennâ” deyip “Emkennâ” denmemesinden, bu imkânların kendisine tedrici bir şekilde verildiği anlaşılmaktadır. Satın alan kimse de Mısır’da mevkii olan kimse olmalıdır. “Biz bu imkânları verdik” demesi ile bunların tesadüf olmadığı, takdiri ilâhi sonucu olduğu anlaşılmaktadır.

Bütün insanların hayatı görünürde böyle tesadüflerden oluşur, gerçekte ise takdir-i ilâhidir. Bundan dolayıdır ki biz sonuçlardan değil, davranışlarımızdaki kasıtlarımızdan sorumluyuz. “Yusuf için imkânlar hazırladık” denmektedir. Yani Mısır uygarlığı Hazreti Yusuf için oluşturulmuştur.

Mezopotamya ve Mısır uygarlıkları ilk uygarlıklardır.

Doğuda site devletleri oluşmuştur.

Batıda ise merkezi devlet oluşmuştur.

Bunların sentezi ile Filistin’de İbrani uygarlığı oluşmuştur.

I. Kur’an uygarlığı ise bütün dünya uygarlıklarının sentezi ile oluşmuştur.

Kur’an’la insanlık büluğa ulaşmış ve bundan dolayı da nübüvvet son bulmuştur.

Fi’l-arzi”den maksat yeryüzü olabilir. O günkü dünyanın iki uygarlığı da kastedilmiş olabilir. O zaman mânâsı, tüm yeryüzü, İsrail oğullarının kuracağı İbrani uygarlığının başlangıcını yapan Hazreti Yusuf’a hizmet etmesi için oluşmuş oluyor.

Yusuf” izhar edilmiş, izmar edilmemiştir. Çünkü bundan evvelkilerde kişi olarak Yusuf ele alınmış, burada ise uygarlığın kurucusu olan Hazreti Yusuf’tan bahsedilmiştir. Zamir yerine başka kişinin ifadesi anlamındadır.

وَلِنُعَلِّمَهُ مِنْ تَأْوِيلِ الْأَحَادِيث

 (VaLiNüGalLiMaHUv Min TaEVİyLi eLEaXADİyÇi)

“Ve hadiselerin tevilini talim etmemiz için.”

Burada “Ve”li atıf vardır. Daha önce “Li” ile başlayan bir ifadeye atıf yapmaktadır. Halbuki böyle bir ifade cümlede yoktur. O halde cümle hazfedilmiştir. Hazfedilen cümleyi nümekkinu diye takdir edebiliriz. Yusuf’u yerleştirdik ve imkânlar sağladık anlamı çıkar. Birinci temkin yerleştirmek için, ikinci temkin ise imkânlara kavuşturmak için olmuş olur. Birinci ifade her iki mânâyı da taşıyabildiğinden ikinci ifade hazf olmuş ve hazfettiğini ifade için de burada “Ve-li” getirilmiştir.

Burada müşterek olan bir kelimenin Kur’an’da ayrı ayrı olmak üzere iki mânâsı ile getirilmiş olabileceği usulünü de öğrenmiş oluyoruz. Mesela Kur’an’da “Allah alimdir” ifadesinde Allah hem semavat ve arzın Rabbini hem de devleti ifade edebilir. Ancak ikisi birlikte değil, ikisi ayrı ayrı düşünülebilir. Buna göre hükümler çıkarılabilir. Böyle yapılabileceğine bu âyet delil olur.

“Ve ona hadiselerin tevilini talim edelim diye” derken, demek ki Hazreti Yusuf’a olaylarla Allah talim ediyor.

Karşılaştığımız olaylardan dersler almalıyız. Allah insanlara sezi ile yani ilhamla bir şeyler öğretir. Bir de biri gelir ve bize bir şey söylerse, Allah onu bize söyletmiş olur. Bizim o sözü değerlendirmemiz gerekir. Ayrıca bir olayla karşılaştığımızda, o olayla bizi karşılaştıran Allah bize bir şeyler bildiriyor. Biz düşünüp olaydan dersler çıkarmalıyız.

Bize gelen kötülükler bizi uyandırmak içindir.

Birinci Cihan Savaşı’nda yenilmiş olmamızı, Cumhuriyetteki inkılâpları, askeri müdahaleleri, partilerin kapanmasını, Akevler’in yerinde saymasını (örnek olarak marketi bir müddet açmamıza rağmen sürekli çalıştıramamamızı), hep bizdeki eksikliklerden ileri geldiğini düşünerek ne yapmamız gerektiğine kararlar vermeliyiz.

Hadiselerin tevili budur.

Sûrenin başında babası Yusuf’a “Allah sana hâdiselerin tevilini öğretecek” diyor.

İşte burada da Allah Yakub’un söylediklerinin nasıl gerçekleştiğini ifade ediyor.

Yusuf’u satın alan kimse Mısır’da etkin kişidir. Sohbetlerde olaylar tahlil edilmektedir. Yusuf bunları duymakta ve siyaseti öğrenmektedir.

Kur’an diyor ki; Yusuf’u öyle bir kimseye satın aldırdık ki, biz Yusuf’a hâdiselerin tevilini öğrettik diyor. Demek ki hâdiselerin tevilini öğretecek olan satın alan kimse değildir. Satın alan kimse hâdiseleri öğretecek, Allah da bu hâdiselerin tevilini öğretecektir.

İşte, “Adil Düzen”in yaptığı da budur.

Bugünkü uygarlığı Batı’dan öğreneceğiz, onun geliştirdiği müsbet ilimlerden öğreneceğiz; uygarlığın sorunlarını ise Kur’an’la çözeceğiz, yani Allah’tan öğreneceğiz.

Sorunların ne olduğu öğrenilmeden onların çözümü de öğrenilemez.

Hazreti Yusuf da  uygarlığın hâdiselerini öğrenmeden onların tevilini öğrenemezdi.

Bu ifade “Adil Düzen” çalışmasındaki metodu teyid etmektedir.

Tevil” başa dönmek demektir. Yani Allah o olayla bizi karşılaştırmıştır. Bununla bize bir şeyler anlatmaktadır. Anlattığı şeyi bulmak tevildir.

Hazreti Yusuf Mısır’da yönetici olmuştur. İşi devletin mâliyesini tedvirdir. Sonra kardeşleri de bu işlerde görev almışlar, Mısır’ın mâliyesini bunlar geliştirmişlerdir.

Orada öğrendikleri ile bugün tüm dünyanın ekonomisinde hakimdirler. Eski Sovyet ülkelerinde yani bugünkü Rusya’da ve diğer ülkelerde mâliye ellerindedir. Kaç bin sene evvel öğrendiklerini bugün kullanıyorlar. Allah’ın talimi işte böyledir.

Bütün peygamberler insanlara böyle kalıcı bilgiler vermişlerdir.

وَاللَّهُ غَالِبٌ

(Va elLAHu ĞAvLiBun)

“Allah galiptir.”

Allah kâinatı yaratmış, kâinatta olaylar zincirlerini takdir etmiş, kâinat oraya doğru gitmektedir... Kâinat içinde insanı yaratmış, insanlık da takdir edilen hedefe doğru gitmektedir...

Gerek kâinat gerekse insanlık evrim içindedir.

Evrim demek değişme demektir.

Değişmeden gelişme olmaz.

Değişme, eskilerin gidip yenilerin gelmesi demektir. İşte ömürlerini tamamlayanlar giderler, yerine daha gelişmiş olanlar gelir, gençler gelir.

Yenileri getirmek bir iş olduğu gibi eskileri götürmek de bir iştir.

Böylece yenileri getirmeye uğraşanlarla yaşlanmış ve eskimiş olanları alıp götürenler arasında devamlı çatışma vardır. Galip gelenler hep yenilikçiler ve ilericilerdir. Ancak bunların ilerlemeleri ve gelişmeleri götürücülerin baskısı ve denetimi altında olmaktadır. Gevşeme olunca veya yerinde durmaya başlayınca götürücüler faaliyete geçip duranları ve bozulanları alıp götürürler, yenilere yer açarlar. Götürücülerin görevi yok etmek değil, yenilere yer açmaktır. Bu itibarla Allah emrinde galiptir.

Kâinat varlığını sürdürecek, hayat devam edecek, insanlık evrimleşecektir.

Kâinat yaşlandığı zaman yıkılacak, onun yerine daha gelişmiş ileri kâinat gelecektir.

Kur’an’daki âhiret kavramı budur.

Allah emrinde galiptir” demek, takdir ettiği kaderini gerçekleştirir, O’na mâni olmak isteyenler başaramazlar, mağlup olurlar, çünkü takdiri ilâhi öyledir.

İnsanlığın evriminde takdir uygarlaşmadır. Yani bir uygarlık yaşlanınca o uygarlık sona erer, yeni uygarlık doğar. Bu takdiri ilâhidir.

Galip” kelimesinin nekre gelmesi demek, insanlık sonuna kadar varlığını ve üstünlüğünü sürdürecektir demektir. Allah’tan başka galip olan var demektir, o da insanlıktır ve uluslardır.

عَلَى أَمْرِهِ

(GaLAy EaMRiHİv)

“Emri üzerine galiptir.”

Kâinat bir oluş içindedir. Varlığını sürdürmesi için bir güce ihtiyacı vardır. Bu güç ortadan kalkarsa kâinat da ortadan kalkar. Yani kâinat var olmak ve yok olmamak için direnmektedir. Allah onun yok olmaması için gücünü kullanmaktadır. Atalet momenti gibi yokluk momenti vardır. Allah kâinatla ilgisini kesse kâinat yok olur. Oysa Allah işlerinde galiptir. Kâinatta hiçbir şey yok olmuyor. Madde yok olmuyor, ilk yaratıldığı gün kaç tane ise bugün de o kadardır. Allah emrinde galiptir, eksilmesi yoktur. Bu parçacıkların hızları vardır. Hızların kareleri toplamı da enerjileri oluşturur. Bu da sabittir, azalmamaktadır. Çünkü Allah işinde galiptir. Böylece kâinat varlığını sürdürmektedir.

Topluluklarda evrime ayak uyduramayanlar yok olup giderler, çünkü Allah emrinde galiptir. Bir anne baba gençken evlenirler ve çocuk yaparlar, çünkü gelecekte yaşlanacak ve öleceklerdir. Yerlerine yeni nesil bırakma hazırlığındadırlar.

Mısır ve Mezopotamya medeniyetleri bu tarihlerde daha genç ve dinçtirler ama ileride yaşlanıp çökeceklerdir. Onların yerine geçecek yeni uygarlık için şimdiden hazırlıklar başlamıştır. İşte Hazreti Yusuf’un Mısır’a gitmesi böyledir. Bir uygarlığın döllenmesidir. Doğum ise Hazreti Musa aleyhisselâmın Mısır’dan çıkmasıdır.

İbrahimî uygarlık sonraları gelişecek ve Kur’an’la büluğ çağına erecektir.

 Bu takdiri ilâhinin gerçekleşmesi için Hazreti Yusuf’un Mısır’a götürülüp orada yetkili birisine satılmış olması gerekir. Allah bunu planlamıştır. Plan da harfiyen yerine gelmiştir. Hazreti Yusuf’un kardeşleri Yusuf’u etkisiz hâle getirmek için planlar kurarken, Allah’ın planına göre hareket etmişlerdir.

Tarihî olayları biz böyle anlamalıyız.

28 Şubat olmasaydı, 3 Kasım 2002 de olmayacaktı. 3 Kasım olmasaydı, geleceğin “Adil Düzen”ini ülkemize getirecek olan beklediğimiz gün de olmayacaktı.

Allah işlerinde galiptir. “Adil Düzen”i getirecek olan Yusuf, Musa, İsa ve Muhammed’leri getirecektir ve emrinde galip olacaktır.

ولَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ (21)

(VaLaKinNa AeKÜaRa eLnNAvSi Lav YaGLaMUvNa)

“Velakin nâsın ekserisi bilmiyor.”

Allah emrine galiptir. O’nun takdiri ne ise o olur. İnsan takdirin ne olduğunu bilmemektedir. Kendisi takdiri oluşturmakla yükümlüdür. Allah ona ne emretmişse onu yapmaya çalışmalıdır. Sonuç Allah’ın takdiri ile biter.

Bu hususta Kur’an’da da belirtilen bir örnek verelim; mü’minlere yüklenilen tebliğ görevini ele alalım: Biliyorsunuz ki kâfire yapılan bir tebliğ onun bir işine yaramaz, onu imana getirmez. Ama senin görevin ona tebliğdir. Onun iman edip etmemesi seni ilgilendirmez. Sen tebliğ edersen görevini yapmış olursun, etmezsen görevini yapmamış olursun. Hattâ senin görevin sadece tebliğ etmeye çalışmandır. Allah imkân verirse tebliğ edersin, vermezse edemezsin. Çaba göstermen sevap alman için sana yeter.

Şimdi şu durumla karşı karşıya kalırız: Ben İslâm ülkesinde doğdum, babamla annemden ve çevremden İslâmiyet’i öğrendim. Ne yapacağımı biliyorum. Yapmazsam cezamın ne olduğunu biliyorum. Hindistan’ın bir köyünde doğan çocuk anne babasından ve çevresinden ineğin tanrı olduğunu öğrenmiştir. Allah bana doğru yolu göstermiş, hakikati anlatmış ama ona anlatmamış. Başka bir ifadeyle; beni hidayete eriştirmiş, onu dalâlette bırakmıştır. İşte Allah’ın mü’minlere verdiği görev, tebliği o Hint köylüsüne ulaştırmaktır. Tebliğin ona ulaşmamasından ben sorumluyum. O Hintli köylü de tebliğin ulaştığı kadarından sorumludur, daha fazlasından değil.

Allah insanları yaratmış, ilim bakımından birbirinden farklı kılmıştır. Kimilerine kabiliyet ve imkanlar sayesinde yüksek ilim vermiştir. Kimilerini akıl hastası yapmış, derece derece bilgisiz bırakmıştır. Herkesi bilgisi kadarıyla sorumlu yapmıştır. Çok bilenlerin sevapları belki çoktur ama bilmeyenlerden daha çok sorumlulukları vardır; bildikleri ile amel etmezlerse günahları daha büyüktür.

Şimdi bir farklılık ortaya çıkıyor: Kimi çok biliyor, mükafatı ve mücazatı daha çok; kimi daha az biliyor, mükafatı ve mücazatı daha az. Kim kârlı, çok bilen mi az bilen mi?

Bunu ölçmek mümkün değil.

Dünyada mevcut insanların çoğu az sorumlu insanlardır. Az kimseler çok bilip daha çok sorumlu olanlardır. Bu yolla insanlık toplu yaşamak zorunda bırakılmıştır. Bilmeyenler bilenlere tâbi olmak zorunda kalırlar. Bilenler çok olsaydı o zaman insanlar arasında birlik sağlanamazdı.

Allah adildir. Bunun anlamı eşitçilik değildir, yani Allah her şeyi eşit yaratmıştır denemez. Göz kulağa, el ayağa eşit değildir. Ay da Güneş’e eşit değildir. İnsan ile melek birbirine eşit değildir. Sinek ile kurt birbirine eşit değildir. Bunlar eşit olsaydı hayat olmazdı.

İnsanlar da birbirine eşit değildir. Ama Allah adildir. Her şeye ve herkese verdiği güce ve imkana göre görev ve iş vermiştir. İnsanları da farklı yaratmıştır. Ama kimseye zulmetmemektedir. Herkes kendi imkan ve gücüne göre görevlidir ve sorumludur.

***

وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ

(VaLamMA BaLaĞA EaŞüdDaHUv)

“Eşüddüne baliğ olunca.”

Eşüdd” en şiddetli demek, en güçlü olduğu zaman demektir.

İnsanda beden ve zihin farklı şekillerde gelişmektedir.

Zihnin en üst olduğu yaş kırk ile altmış üç yaş arasıdır.

Zirvede olduğu yaş elli yaştır, elli yıldır.

İnsanın nominal ömrü de yüz yaştır, yüz yıldır.

Zihnen en yüksekte olduğu yaş ellili yaşlardır.

Bedenen en güçlü olduğu yaşı yarılama sistemi ile yirmi beş olarak bulabiliriz.

Yirmi beş yaşına kadar insan güçlenmekte, kırk yaşından sonra ise güçten düşmektedir.

Kur’an’da kırk yaşından ve burada olduğu gibi eşüddünden bahsedilmektedir.

Eşüdd” olan yaş kırktan farklı olmalıdır. Biz bu yaşı yirmi beş olarak belirliyoruz. Kırkın yarısı yirmi de olabilir, altmış üçün yarısı otuz bir de olabilir.

Bu kelimelerin Kur’an’da geçiş yerlerine göre değerlendirilip içtihat edilmesi gerekir.

Bu sebeple biz sadece usul olarak örnekler veriyoruz.

Kur’an’ın üçüncü bin yıl için tam olarak yorumlanıp uygulama yapılabilmesi için birlikte işbölümü içinde çalışmak gerekir. Bir kişinin, üç kişinin veya beş kişinin çalışması ile yeter derecede isabetli sonuçlara varılamaz.

Yaşın tesbiti, kamu görevi ve genel hizmet yüklenme bakımından önemlidir. Hangi yaşta ne gibi görevlerin yüklenebileceğini tesbit etmiş oluruz.

Biz insanlık anayasasında akademik kariyer için otuz, yüksek tahsil için yirmi beş, orta tahsil için yirmi, ilk tahsil için onbeş yaş şartını getirmişizdir. Otuzun yarısı onbeş eder. Otuz da altmış üçün yarısı civarındadır.

Hazreti Yusuf’a yirmi beş veya otuz yaşında hüküm ve ilim verilmiştir. Buna göre  bizim yaş gruplamamız arasında paralellik kurmaktayız.

آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمً

(EAaTaYNAvHu XuKMan Va GıLMan)

“Ona hüküm ve ilim verdik.”

Hazreti Yusuf’a kuyuda iken vahyedilmiş, kardeşlerinin yaptıklarını kendilerine bildireceğiz denmişti. Demek ki o zaman  hüküm ve ilim verilmemişti, o vahiy risalet vahyi değildi. O vahiy insanlara yapılan sezi şeklindeydi. Yusuf gördüğü rüya ile kardeşlerinin kendisine tâbi olacağını düşünmüştür.

Ona hüküm verdik, ilim verdik” deniyor.

Hapishaneye gitmeden önce Hazreti Yusuf’un bir kamu görevi yoktu. O halde burada bahsedilen ‘hükmetme’ değil, ‘hüküm verme’ kabiliyetidir. Esasen hükmün anlamı güç kullanabilme değildir, yani hükümet etme değildir.

Hüküm vermek” sadece haklının haklılığını söylemekten ibarettir. Verilen hükmü yerine getirmek hükmedenin yetkisinde değildir. Yargının icra gücü yoktur. Hakemlerin verdiği kararları yönetim icra eder, imam ve emir icra eder.

Burada hakemlerin icra gücü olmadığı anlaşılıyor, çünkü Yusuf’a “hüküm verdik” deniyor. O zaman yani o dönemde Hazreti Yusuf’un bir gücü yoktur.

Hüküm” ayrı “ilim” ayrı oluyor.

İlim” delile dayanarak sonuçları ortaya koymadır. Sadece bilgidir. Geçmişte veya gelecekte olmuş veya olacak olayların ifadesidir.

Hüküm” ise böyle olsun veya şöyle olsun diye karar vermedir. İçtihat yapabilmedir.

Burada “hüküm” de “ilim” de nekre getirilmiştir.

Demek ki hükmün de ilmin de dereceleri vardır.

Kur’an ilmin derecelerini saymıştır: Ümmî, sâil, âmil, ehl-i zikr, fakih ve rasih.

Hükmün dereceleri de buna kıyas edilmelidir.

“Adil Düzen Anayasası”nda bu şekilde maddeler konulmuştur.

Hazreti Yusuf’a daha yüksek seviyede ilim sonra verileceği için burada hüküm ve ilim nekre getirilmiştir. Belki de fakihlik seviyesine yükseltilmiştir.

İçtihat yapma bunların yani bu seviyede olanların yetkisindedir. Demek ki içtihat için ilim ehli olmak yetmez, hüküm ehli de olmak gerekir. İlim imtihanlarla tespit edilir. Hüküm ise biatlerle teslim edilir. Yani müçtehidini herkes kendisi seçer.

İnsanlar bilen olarak derece derecedirler.

Rasihler” en başta gelir. En çok bilenlere yani ilimde otorite olanlara “rasih” diyoruz. Bu mertebede olanlar kendileri içtihat yapar ve amel ederler.

Fakihler” ise kendileri içtihat yapamazlar ama değişik müçtehitlerin içtihatlarını telif ederek kendilerine mezhep oluştururlar. İnsanlar onunla amel ederler.

Ehl-i zikr” ise kendisine bir rasih seçer, onun veya onu seçen fakihlerin  kitaplarıyla amel eder. Halk ise kendilerine seçtikleri ehl-i zikrin fetvaları ile amel ederler.

Baliğ olan yüz kişinin kendisine müftü kabul ettiği kimse ehl-i zikrdir.

Yüz ehl-i zikrin kendisini müçtehit kabul ettiği kimse rasihtir.

İşte buna yani bu usule/metoda “biat usulü” diyoruz.

İlmî mertebeler ise yapılan imtihanlarla belirleniyor.

Burada “hükmen ve ilmen” denip “ilmen”i sonraya almış olması, önce imtihansız biat yoluyla müçtehitler oluşacak, sonra müçtehitler imtihan yoluyla fakih ve ehl-i zikr ilmî mertebelerini tesbit edecek demektir.

“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda düzenleme böyle yapılmıştır.  

وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ

(Va KaÜAvLiKa NaCZiy eLMuXSiNİyNa)

“Biz muhsinlere böyle ceza veririz.”

Ceza” karşılık demektir. İyiliğe iyi karşılık, kötülüğe kötü karşılık. Türkçede iyiliğe karşılık mükâfat olarak söylenir. Kur’an’da mükâfat kelimesi yoktur. Türkçede yalnız kötülüğe karşı kötülük çektiğinde kullanılır.

İşte, kelimeler zamanla veya dilden dile geçtiğinde böyle anlamlarını değiştirirler. Bu sebeple Kur’an Arapçası ile bugünkü Arapça arasında  ayrı dil imiş gibi fark vardır.

İhsan” iyilik etmek demektir.

İyilik edenleri biz böyle mükâfatlandırırız” diyor, yani onlara mükâfat ve hüküm veririz denmiş oluyor.

Birinin “muhsin” olduğunu nasıl bileceğiz?

Biat yani seçme bize kişinin muhsin olduğunu belirleyecektir. Eğer insanlar ona biat ediyorlarsa, onu kendilerine dayanışma ortağı olarak seçiyorlarsa, o muhsindir demektir.

Muhsin” kurallı erkek çoğulu ile getirilmiştir. Böylece hüküm ve ilim sahibi olan birisine bağlı olanlar, onun içtihatları ile amel edenler muhsin sayıyorlar. Muhsin  olan cemaatte bir sorumlu oluşuyor. O sorumlunun etrafında olanlar yani dayanışma ortaklığı kuranlar muhsin olurlar ve ona göre mükâfatlanmayı hak ederler.

“Adil Düzen Anayasası”nda bu husus şöyle düzenlenmiştir:

Herkesin ilmî, dinî, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklığı vardır.

Kur’an’da bu ortaklıklardan “şir’a, minhac, mensek ve viche” olarak bahsedilmektedir. 

Dayanışma ortaklıklarına; a) ortaklarının sayısınca, b) ortakların ödediği vergi miktarıyla, c) ortakların az suç işlemesiyle ve d) dayanışma ortaklıklarının arasında tertiplenen yarışmalardaki başarıları ile dayanışma ortaklıklarının ihsan dereceleri tesbit edilmektedir. Bu derecelere göre kendilerine yetki verilmekte ve haklar tanınmaktadır.

Örnek olarak; her dayanışma ortaklığının ortaklarına tevcih edeceği meslekî derece miktarı vardır. Bu miktar ihsan derecesi ile tesbit edilmektedir.

“Biz muhsinleri böylece mükâfatlandırırız” derken, işte bu sistemi anlatmaktadır.

Topluluk içinde sosyal guruplar oluşacaktır ve bu guruplar ihsan derecelerine göre mükâfatlandırılacaktır.

Bu resmî derecelendirme ve ona göre mükâfatlandırma Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan kamuya aittir, devlete aittir. Bununla beraber muhsin olan topluluk markalaşır, halk onlara güvenir. Dolayısıyla onlarla yaptıkları ilişkide onların iyiliğine uygun şekilde davranırlar, doğa kanunu gereği mükâfatlandırılırlar.

Hazreti Yusuf kaderine teslim olmuş, kaderinin yolculuğunu uysallık içinde yapmıştır. Satılırken sorun çıkarmamıştır. Satın alanın yanında da sadık bir kişi olarak hizmet etmiştir. Böylece bütün bu maceraların içinde “hüküm ve ilim sahibi” olmuştur.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-553/ADİL DÜZEN DERSLERİ-383   20 Mart 2010

 

IMF GİTTİ! [mi?]

Bir senedir ‘ha anlaştık, ha anlaşmadık’ derken, elimiz kolumuz bağlı olarak, ucuz para almadan bir senemizi doldurduk.

‘Gölge etme başka ihsan istemez’ sözü, IMF’nin gölgesi içinde geçti.

Bize ihsan etmedi ama zarar da vermedi.

Bu sayede dünya ekonomi krizini en az zararla savdık.

Artık IMF’nin gölgesi de gitti.

Şimdi  ülkemizi istediğimiz gibi idare eder ve bir yıl içinde işsiz insan bırakmayız.

Üç dört sene sonra Almanya ve Japonya’yı geçeriz.

 

Yapacağımız işler nelerdir?

1- Devlet tüm ödemeleri ve tahsilatı TL üzerinden yapacak, dövizi ve yabancı parayı asla kullanmayacaktır.

2- Borçlanmaları ise altın değerinden yapacak, faizleri sıfırlayacaktır. Yani altın değeri üzerinden alacaklı ve borçlu olacak, tahsilatını ise tahsil tarihindeki altın karşılığı değer üzerinden yapacaktır.

3- Merkez Bankası altını kârsız olarak alıp satacaktır. Merkez Bankası kendisine yıl başında bir altın stoku belirleyecek, bu stokun seviyesi ile altının TL cinsinden  değerini bilgisayara hesaplatacaktır. Altının stoku yükselirse değeri düşecek, düşerse yükselecektir.

4- Yukarıdaki tedbirleri aldıktan sonra Merkez Bankası bankalara altın değeri üzerinden faizsiz kredi verecektir. Bankalar da işletmelere altın değeri üzerinden faizsiz kredi açacaklardır. Kredileşme ilkesi içerisinde bu kredi çalışacak, yani işletmeler ne hacimde (adata) mevduat yatırırlarsa o hacimde faizsiz kredi kullanacaklar. Bankalar işletmelerin cirolarından alacakları belli yüzdelerle çalışacaklardır. İşletme satın aldığı malın parasını senetle ödeyecek, banka senedin tam karşılığını müşteriye para olarak ödeyecek. Banka ödediği senet miktarının % 2’sini işletmeden tahsil edecektir.

5- Her çalışana çalışma kredisi tanınacak, kişi istediği işletmede üretici olarak çalışacak, ücretini bankadan alacak, üretici firma borçlanacak, üretici firma çalıştırdığı işçiye veya iş türüne göre ham madde kredisini alacak ve ürettiği ürünü ortak ambara koyacaktır. Üretici ürünü sattığı zaman banka alacağını tahsil edecektir.

Böylece piyasaya sürülen para kadar mal stoklanmış olacağından enflasyon olmayacaktır. İşsizlik sorunu ve pazar sorunu bu şekilde çözülecektir.

 

Eskiden beraber yolculuk yaptığımız Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kardeşimiz!

IMF’yi gönderdin.

Şimdi bürokratların bizimle görüşsünler ve pazarlık yapsınlar.

Biz onlara, akılları ererse ve yeterse, sıfır faizli en ucuz kullanabildikleri kadar TL ve döviz bulalım. Bir sene de bizimle görüşsünler. Şeriatın ne dediğini öğrensinler.

Yoksa Allah’ın değeri IMF kadar da mı yok? 

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-553/ADİL DÜZEN DERSLERİ-383   20 Mart 2010

 

ERMENİ MESELESİ

Yahudi deyince İsrail oğullarını anlıyoruz. Yahudilik dindir, İsrail oğulları ise bir kavimdir. Gerçi Yahudilik İsrail oğullarının dinidir, ancak kötülüklerden bahsettiğimiz zaman sanki Yahudilik dini kötülük yapıyormuş gibi anlaşılıyor.

Yahudilik hak dindir, onda bir kötülük yoktur. Dolayısıyla kötülük dinde değil, İsrail oğullarındadır. Bütün İsrail oğulları da kötü değildir. Kötü olanlar faizci sömürü düzenini sürdürme ısrarında olan tekel sermayedir.

Bizim karşı olduğumuz bu sermaye de değildir, bu sermayenin sömürmesidir.

Kur’an’ın da bildirdiğine göre; bu sermayenin gücü insanlar arasında fitne çıkarıp savaştırmak ve onları savaşta desteklemek, onlara yani savaşan iki tarafa silah satmak, sonra her ikisine de kendisinin hakim olmasıdır.

Osmanlı İmparatorluğu’nu, hakimiyetinde olan halkları kışkırtarak çıkardığı isyan ve karışıklıklarla yıkmıştır. Önce Hıristiyanlar, sonra Araplar cephe almışlardır. Şimdi de Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı Kürtleri ve Alevileri  kışkırtmakta ve desteklemektedir.

İstiklâl Savaşı’ndan sonra mübadele formülü ile Ermeni ve Rumları Türkiye’den sürdürmüştür. Sonraları Anadolu’yu Müslümanlardan daha kolay alacağını ümit etmiştir.

Türkiye güçlenmiş ve İslâmiyet’ten ayrılmamıştır. İsrail devleti de Türkiye’yi işgal edecek kadar güçlenememiştir. Ne yapacağını şaşıran tekel sermaye, şimdilik ümidini Türkiye’nin komşuları ile çatışmasına ve savaşmasına bağlamıştır.

Türkiye’nin komşuları İran, Irak, Suriye, Yunanistan, Gürcistan ve Ermenistan ile çatışma içinde olmasını istemektedir. Bunun için ne gerekiyorsa onları yapmaktadır.

ABD senatosundaki Ermenistan tasarısı bu çabanın bir ayağıdır.

Türk ordusu 2002 yılında siyasetini değiştirmiş, ABD’ye yakınlıktan AB yakınlığına kaymıştır. Bu amaçla AK Parti’nin iktidar olmasını istemiştir. AB’nin Ortadoğu siyaseti, Ortadoğu’nun barış içinde güçlenmesidir. Böylece kendisinin boğazı olan Ortadoğu’nun ABD veya Rusya’nın eline geçmesini önleyecektir.

AK Parti Türk ordusunun siyasetine paralel olarak bütün dünya ile, bu arada komşu ülkelerle iyi geçinme siyasetini takip etmeye başlamıştır. İran’la, Irak’la, Suriye’yle, Yunanistan ve Bulgaristan’la, Ermenistan ve Gürcistan’la dostluk siyasetini canlandırmıştır.

Cumhurbaşkanımız Ermenistan’a gitmiş ve kapalı bulunan Türkiye-Ermenistan kapılarının açılması hususunda adım atmıştır. Sonra dışişleri bakanları seviyesinde görüşmeler devam etmektedir.

Sömürü tekel sermayesi önce Azerbaycan’ı kışkırtmış… Şimdi de Ermeni soykırımı tasarısını ABD senatosundan geçirmektedir...

Bununla Ermenilerle olan dostluk ilişkimizi engellemek istemektedir.

Bu hamlelere karşı neler yapılmalıdır?

1- Önce komşularımızla iyi geçinmeye, onlarla dostluk kurmaya, onlarla işbirliği yapmaya ve onları zengin etmeye devam etmeliyiz. Gerekirse onlara bazı tavizler de vermeliyiz. Bilhassa Ermenistan’la olan ilişkimizi üst seviyeye çıkarmalıyız. Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki çatışmayı sona erdirme çabasında olmalıyız. Azerbaycan da  bazı tavizler verebilir. Ortadoğu’da barış pekiştikçe sömürü sermayesinin çatıştırma çabası da son bulur. ABD’nin yaptığı faaliyetler ters tepince o da siyasetini değiştirir.

2- Biz bütün dünya devletleri ile bir anlaşma yaptık. İmparatorluğumuzu dağıttık. İmparatorluğun borç ve alacaklarını tasfiye ettik. Mübadele kararlarını orada aldık. Biz, Ermenistan ve Yunanistan dahil, hepimiz Osmanlı İmparatorluğu’nun vârisiyiz. Mirasımızı paylaştık, birbirimizi ibra ettik. Osmanlı İmparatorluğu’nun yaptıklarından, hattâ Lozan’dan önce Cumhuriyetimizin yaptığından kimse sorumlu değildir. Sorumlu olsak bile, Türkler kadar Ermeniler ve Rumlar da sorumludurlar.

3- Sorumsuzluk ilkesi kabul edilince, ABD senatosundan geçecek olan tasarı ile bizim ilgilenmememiz gerekir. Biz ne bağırıp çağırıyoruz ki, bize ne. Belki ABD bu tasarıyı geçirdikten sonra ikinci adımını atacak, Türkiye’ye yaptırımlara girişecektir. Yaptırıma niyeti varsa, bu tasarı geçse de geçmese de onu uygulayacaktır. Biz bağırıp çağırdıkça kendimizi mahkum ediyoruz, ABD’den korkuyoruz demektir. Lozan’daki ibramızı kabul etmiyoruz demektir. Korkunun ecele çaresi yoktur. Sonuna kadar bize saldıranla savaşırız. Yenilirsek yok oluruz, yenersek de yok ederiz. Biz herkesle barış ve dostluk içinde yaşamak istiyoruz. Ama istemeyenlere de teslim olmayız.

4- Sorunlar iki şekilde çözülür; ya silahla, ya da yargı ile. Biz ikisine de varız. Tercihi ABD’ye bırakıyoruz. Türkiye’ye silahla gelsin, boylarımızı ölçelim. İsterse hakemlere gidelim, hakemlerin verecekleri karara razıyız. Ama sizin parlamentonuz varsa bizim de var ve biz de size karşı kararlar alabiliriz.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

IMF’nin alternatifi nedir?

Reşat Nuri EROL

Küresel tekel sömürü sermayesi, ABD Merkez Bankası’nı (FED) devlet bankası gibi değil de, ‘özel sektör bankası’ gibi kurmuş… Dolar, karşılığı olmayan dolar, kâğıt parçası olan dolar onun parası… Birkaç sentlik/kuruşluk kâğıt parçasını matbaada bastıktan sonra yüz dolar hâline getiriyor, ABD’ye yani devlete, devletin Merkez Bankası’na borç/kredi diye veriyor!.. Devletin kendisi para bas(a)mıyor, sömürü sermayesinden borç/kredi alıyor!..

IMF’nin konuşlandığı süper güç ABD işte böyle bir devlet!

Küresel tekel sömürü sermayesi, ABD denen işte bu ülkede IMF’yi ve Dünya Bankası’nı kurmuş, bunlara devletleri üye/ortak etmiş… Bu şekilde kurduğu tezgahla dünya devletlerinin Merkez Bankalarını emrine almış... Böylece bütün dünyayı ‘karşılıksız faizli tek para sistemi’ ile emrine almış, dünya çapında ekonomi tekeli kurmuş...

***

Önce şunu açıklıkla söyleyelim ki; bugünkü dünyada, ‘vahşi/vampir kapitalizme dayalı bu dünya sistemi’nde, ‘ekonomi düzeni’ ancak böyle kurulabilir... Sistem/düzen değişmediği yani alternatif getirilmediği sürece bu durum böyle devam eder gider…

Bugünkü ‘zalim dünya düzeni’nde, bir an için ABD Merkez Bankası’nın iflas ettiğini, IMF’nin kapandığını, Dünya Bankası’nın çöktüğünü ve tekel sermayenin yok olduğunu düşünelim; dünyanın hâli ne olur?!.

Dünya devletleri perişan olur, hükümetler apışıp kalır, insanlar çaresizlik içinde ne yapacaklarını şaşırır, belki bazıları parasızlık ve açlıktan kırılır...

İşte bu gibi sebeplerden dolayı, alternatif oluşturmadıkça IMF’ye ve Dünya Bankası’na karşı olmak yanlıştır. Malum olduğu üzere, tabiat boşluk kabul etmez, boşluk bir şekilde birileri tarafından doldurulur. Hak gelmeden bâtıl zâil olmaz. İşte bundan dolayı alternatif düzen hazır olup uygulanmadıkça, IMF’ye sadece karşı olmak doğru değildir.

***

Her şey gibi tekel sömürü sermayesinin de ömrü vardır ve her geçen gün bu ömrü tükenmektedir… Bugünkü bu hâliyle ne ABD Merkez Bankası, ne IMF, ne Dünya Bankası, ne de bunların benzerleri dünyanın ekonomisini dengede tutamaz...

17. asırda Avrupa’da, özellikle Hollanda’da Lâle Senetleri vardı ve bunlar altından daha kıymetliydi. İnsanlar bir sabah uyandıklarında senetlerin değeri sıfırlanmış, 1637 yılında Lâle Piyasası çökmüş, Lâle Senetleri sahibi milyarderler bir gecede iflas etmişti...

İşte buraya yazıyorum; aynen bunun gibi bir gelişmenin sonucunda, bir gün insanlar uyandıklarında ‘karşılıksız faizli kâğıt para’nın sıfıra doğru gittiğini veya sıfırlandığını, hiçbir değerinin kalmadığını göreceklerdir...

Enflasyon, devalüasyon ve hiç bitmeyen ekonomik krizler bunun habercileridir.

Vahşi/vampir kapitalizmin kurumlarına, IMF’ye ve Dünya Bankası’na teslim olmak; uçuruma doğru yuvarlanan dünya ekonomisi içinde helâk olmak demektir.

***

İşte, yukarıda sıraladığım gerekçelerden dolaydır ki; biz IMF’ye karşı olmakla vakit geçirmedik, alternatif geliştirdik ve dünyaya ‘faizsiz karşılıklı para ekonomisi sistemi’ni getirdik... Biz sermayeyi dışlamadık, ona düşmanlık yapmadık… Bilakis, onu da uçurumda helâk olmaktan kurtarmak için çözümler ürettik...

Bu alternatif sisteme/düzene “Adil Düzen” dedik…

Bu çare ve çözüme “Adil Ekonomik Düzen” dedik...

Erbakan işte bu alternatifi insanlığa sundu, kurtuluş çözüm ve çarelerini gösterdi ve ondan sonra bu alternatife dayanarak IMF’nin faiz sömürüsüne ‘HAYIR’ dedi...

IMF’nin alternatifi işte budur.

Biricik alternatif budur.

Vesselâm…

 

 

IMF’ye alternatif sistemin detayları

Reşat Nuri EROL

IMF ile ilgili eleştirilerimizi yaptık…

İki yazıda IMF ve ikiz kardeşi Dünya Bankası’nı tanıttık…

Bugün de alternatif olarak önerdiğimiz sistemin bazı detaylarını verelim.

Bizim bu konudaki tavsiyelerimiz nelerdir?

-IMF’ye karşı olmayın…

-IMF’ye teslim de olmayın…

-IMF’ye karşı ‘alternatif çözüm’ üretin...

-Bizim kırk yılda ürettiğimiz “Adil Düzen” alternatifine, “Adil Ekonomik Düzen” alternatifine ve özellikle de “Faizsiz Selem Senedi” sistemine sahip çıkın...

IMF’nin alternatifi “Adil Ekonomik Düzen”de para IMF’nin parası olarak devam edecektir ama mal ile para arasına “Mal Senetleri” girecektir...

Böylece periyodik krizlerle yuvarlanmakta olan insanlık ekonomisi frenlenerek düzlüğe çıkacak, ondan sonra “faizsiz para/senet ekonomisi”ne geçilecektir...

***

Bunun nasıl yapılacağını izah edelim:

Belediyeler kendi arsaları, kendi yapıları, su ve elektrik gibi tesisleri karşılığında kentlerinin “İmar Senedi”ni çıkarırlar. Komisyonculara, belediyenin arsaları ve yapılarının karşılığı çıkarılan senetler, halka satılmak üzere verilir. Halk bu arsa ve yapıları alabilmek için belediyeden senetleri para ile satın alır. Belediyede nakit fon birikir. O senetlerle halk komisyonculardan taşınmazları satın alır. Komisyoncular aynı şekilde bu senetlerle halktan arsa ve yapıları alır. Halk elde ettiği senetleri bankaya giderek paraya çevirir. Böylece belde/kent içindeki taşınmazlar para ile değil, “senetler”le alınıp satılmaya başlanır. Senetler karşılıksız olmaz. Çünkü bütün senetlerin arsa ve yapı olarak karşılığı vardır. Yani halkın elinde senet varsa, belediyenin kasasında karşılığı vardır, veya komisyoncuların hesabında arsa ve yapıları vardır. Demek ki, karşılıksız para karşılıklı hâle getirilmiştir; arsa ve yapıların değerleri de para ile değil, senetle ölçüldüğü için faizsizdir ve enflasyonsuzdur.

Mağazalar mallarını para ile değil “mal/mağaza senedi” ile satarlar. Halk senedi kasadan parayla satın alır. Elde edilen bu parayla mağazalar piyasadan mal satın alırlar. Sonraları mağazalar malları da senetle almaya başlar; yani paraları olan tüccarlar piyasadan mal satın alır, mağazaya senetle satar, senedi kasada parayla değiştirirler. Halk senedi parayla tedarik eder, sonra mağazadan senetle mal alır. Böylece mağazanın içinde para çalışmaz. Mağaza senedinin karşılığında daima mağazada mal bulunur. Fiyatlar da mağaza senediyle oluşur, dolayısıyla paradaki dalgalanmalar mağazaya etki etmez.

***

Görülüyor ki; IMF’nin müdahale ettiği Merkez Bankası’nın çıkardığı TL’ye dokunmadan, kentlerdeki gayrimenkullerimizin değerleri “senet”le belirlenmekte, alınıp satılmaktadır; mağazalardaki malların değeri de “senet”le belirlenmekte ve alınıp satılmaktadır.

Burada önemli olan nedir?

Dikkat edilirse, bizim geliştirdiğimiz “Selem Sistemi” faizli karşılıksız para sistemini ortadan kaldırmıyor, ona zarar vermiyor...

Para malı alıp satacağına, malı temsil eden “senetler” alınıp satılıyor...

Dolayısıyla paranın temsil ettiği değerler sisteminde bir değişiklik olmamakta...

Geçmişteki ve günümüzdeki gelişmelere baktığımızda görüyoruz ki; faizli karşılıksız para sistemi ortadan kalkacak ama bunu senet kaldırmayacak… Senet sistemi olmasa da, ‘faizli karşılıksız para sistemi’ kendi kendine yok olup gidecek...

Alternatif olarak geliştirdiğimiz ve önerdiğimiz “Selem Senedi Sistemi” o para sistemini de ıslah edebilir ve yok olmasını önleyebilir.

 

 

IMF GİTTİ!

Reşat Nuri EROL

Evet, -şimdilik- IMF gitti!..

‘IMF tekrar gelir mi?’ diye soranlara cevabım; -şimdilik- onu bilemem!..

Bilemem; çünkü onun cevabını sadece ‘ben’ tek başıma değil, ‘biz’ yani ‘hepimiz’ hep beraber vereceğiz de ondan bilemem!..

‘IMF tekrar gelir mi, bilemem’ dedim ama şunu çok iyi biliyorum:

Biz

Halk olarak biz

Hükümet olarak biz

Muhalefet olarak biz

Her türlü ekonomik kuruluş ve varlıklarımızla biz

Ama özellikle ‘ilim/teori’ ve ‘amel/pratik’ olarak ‘BİZ’ gerekli hazırlık ve çalışmalarımızı yaparsak… Önceki iki yazımda da yazdığım üzere, ‘BİZ’ derslerimize iyi çalışıp ödevlerimizi yaptıktan sonra ‘IMF’ye alternatif sistem/düzen’e geçersek…

Yani…

‘BİZ’ bir bütün olarak hepimiz, elbirliği içinde dört elle sarılmamız gereken esbaba sarılıp yine bir bütün olarak yapılması gerekenleri yaptıktan sonra…

‘Hah, işte şimdi HAK geldi BÂTIL zâil oldu’ diyecek duruma geldikten sonra…

İşte o gün şunu çok iyi biliyor ve diyorum ki:

Bir daha gelmemek üzere IMF gitti!..

IMF GİTTİ!

***

Hatırlasanıza, son bir-iki senemiz nasıl ve ne gibi oyalamalarla geçti?

‘Efendim, IMF heyeti geldi, geliyor, gelecek; yok gelmiyor!..’

‘Ha anlaştık, yok anlaşmadık; efendim, görüşüyoruz, anlaşmak üzereyiz!..’

Böyle diye diye, elimiz kolumuz bağlı, ucuz para da alamadan, ekonomimizi bir türlü düzlüğe çıkaramadan, yapılması gerekenleri yapamadan bir-iki senemizi kaybettik!..

‘Gölge etme başka ihsan istemez’ sözü, herhalde böyle bir durum için söylenmiş olsa gerek... Günlerimiz, haftalarımız, aylarımız, yıllarımız IMF’nin gölgesinde geçti...

IMF son zamanlarda bize ‘ihsan’ etmedi ama elhamdülillah ‘zarar’ da ver(e)medi...

Bu sayede dünya ekonomi krizini en az zararla savuşturduk...

Artık IMF’nin gölgesi de gitti...

IMF GİTTİ!

***

ASKON toplantısında Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, söz sırası kendisine geldiğinde, Saadet Partisi Lideri Numan Kurtulmuş’un ‘yapıcı, yol gösterici ve sonuç alıcı’ mahiyetteki ‘IMF ile anlaşma yapmayın’ uyarısına ne demişti?..

‘Numan Bey Kardeşim!..’ diye söze başlamış, gerekçelerini sıraladıktan sonra IMF ile ilgili düşünce ve görüşlerini dile getirmişti…

Sayın Başbakanımızın o gün verdiği cevabı biliyorsunuz…

O uyarıdan birkaç gün sonra IMF gitti!..

IMF GİTTİ!

***

Sayın Başbakan’ın Numan Beye hitap ettiği gibi biz de ona hitap ediyor ve diyoruz ki:

Eskiden Millî Görüş yolunda beraber yolculuk yaptığımız Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Bey Kardeşimiz! IMF’yi gönderdiniz, IMF gitti. Şimdi bürokratlarınız bizimle görüşsünler. Biz onlara sıfır faizli, en ucuz, kullanabildikleri kadar TL ve döviz bulalım. Birkaç ay veya bir sene de bizimle görüşsünler ve öğrensinler... Vesselâm…

IMF gerçekten gittiyse; bundan sonra yapılması gerekenler, gelecek yazımızda...

 

 

IMF’siz yapılacaklar ve mucize! 

Reşat Nuri EROL

Son yazımızda ‘IMF GİTTİ’ dedik…

IMF gerçekten gittiyse, o zaman biz bize kaldık demektir… 19. IMF Stand-By’ının sona ermesinden bu yana geçen 22 aylık sürede devam eden görüşmelerden sonra, 20. IMF Stand-By’ı yapılmayacaksa, artık kendi başımızın çaresine bakacağız demektir…

IMF gittiğine göre; IMF’siz ne yapmalı, nerden başlamalıyız?

Biz bize kaldıysak, dışa bağımlılığımız bittiyse; şimdi ülkemizi istediğimiz gibi kendimiz idare eder ve bir yıl içinde işsiz insan bırakmayız... Hep hatırlattığımız üzere, “İŞSİZLİK ve istihdam ülkemizin bir numaralı sorunu” olduğuna göre, önce işsizlik sorununu -bu köşede zaman zaman anlattığım şekilde- acilen çözmeliyiz… 

Bunu başardığımızda, çok değil, sadece üç-dört sene sonra önemli bir mesafe kat ederiz… Hani hep gıpta edilerek söylenir ya, hani hep ‘Almanya’ ve ‘Japonya’ örnekleri verilir ya; hattâ daha sonraları ‘Kore’ ve bilmem ‘nire’ örnekleri de verilir ya…

İşte o Almanya ve Japonya’yı yakalar ve de geçeriz...

Bir müddet sonra da bütün dünyaya örnek ‘süper güç’ oluruz…

***

Bunu, bu ‘mucize’yi gerçekleştirmek için yapmamız gereken işler nelerdir?

1. Devlet tüm ödemeleri ve tahsilatı TL üzerinden yapacak, dövizi ve yabancı parayı asla kullanmayacak... [Bu konuda yapılması gerekenlerle ilgili bazı detaylar önceki yazılarımda ve diğer çalışmalarımızda bulunmaktadır.]

2. Borçlanmaları ise altın değerinden yapacak, faizleri sıfırlayacak... Yani, devlet yeni bir anlayış ve uygulamayla ‘altın değeri’ üzerinden ‘alacaklı’ ve ‘borçlu’ olacak, tahsilatını ise tahsil tarihindeki ‘altın karşılığı değer’ üzerinden yapacak...

3. Merkez Bankası altını kârsız olarak alıp satacak... Merkez Bankası kendisine yıl başında ‘altın stoku’ belirleyecek, bu stokun seviyesi ile altının TL cinsinden değerini bilgisayara hesaplatacak... Altının stoku yükselirse değeri düşecek, altının stoku düşerse değeri yükselecek...

***

4. Yukarıdaki tedbirleri aldıktan sonra Merkez Bankası bankalara altın değeri üzerinden faizsiz kredi verecek... Bankalar da işletmelere altın değeri üzerinden faizsiz kredi açacak... Kredileşme ilkesi içerisinde bu ‘kredi sistemi’ çalışacak; yani işletmeler ne hacimde mevduat yatırırlarsa o hacimde ‘faizsiz kredi’ kullanacak...

Bankalar işletmelerin cirolarından alacakları belli yüzdelerle çalışacak... İşletme satın aldığı malın parasını senetle ödeyecek; banka senedin tam karşılığını müşteriye para olarak ödeyecek; banka ödediği senet miktarının yüzde 2’sini işletmeden tahsil edecek...

***

5. Her çalışana ‘çalışma/emek kredisi’ tanınacak… Kişi bu emek kredisini kullanarak istediği işletmede ‘üretici’ olarak çalışacak, çalışma yerini kendisi seçecek… Ücretini bankadan alacak, üretici firma borçlanacak…

Üretici firma çalıştırdığı işçiye veya iş/letme türüne göre ‘ham madde kredisi’ alacak; üretim yapılacak ve üretilen mal satıldıktan sonra kredi ödenecek…

- Bütün bu işlemler ve hazırlıklar gerçekleştirildikten sonra üretim yapılacak…

- İşletme üretimi yaptıktan sonra ürettiği ürünü ‘ortak ambar’a koyacak...

- Üretici ürünü sattığı zaman banka/lar alacaklarını tahsil edecek...

***

Önemli bir hatırlatma: Ekonominin önemli sorunlarından olan ‘enflasyon’ bu sistemde problem olmayacaktır. Neden olmayacaktır? Bu sistemde piyasaya sürülen ‘para’ kadar ortak ambarlarda üretilen ‘mal’ stoklanmış olacağından enflasyon olmayacaktır.

Ve ‘mucize’: İşsizlik, istihdam, üretim ve pazar sorunu bu şekilde çözülecektir.

 

 

Ekonomik ve sosyal sorunlar…

Reşat Nuri EROL

Sabah okumalarımı bitirince, yazı yazmaya oturdum… Mazur görürseniz, yine ‘IMF meselesi’ merkezli bir yazı olacak… ‘Yine mi IMF?’ demeyin; çünkü ‘sorunlar’ var olamaya ve ‘çözüme’ kavuşturulmamaya devam ettiği sürece, bizim görevimiz ‘sorunları’ elbette ‘çözümleri’ ile birlikte hatırlatmak… Biz görevimizi yerine getiriyoruz… Mart ayı başından beri IMF merkezli 12 yazı yazmışım… Konu ASKON toplantısında AK Parti Lideri Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, SP Lideri Numan Kurtulmuş’a verdiği cevap üzerine açıldı ve ilk yazımı (1.3.2010) ‘Kusura bakma, IMFci/FAİZciyim!’ başlığı altında, son yazımı (14.3.2010) da “IMF’siz yapılacaklar ve mucize!” başlığı altında yazdım… Malum, görüşmelerin sonuna doğru Türkiye yetkilileri IMF ile -şimdilik- stand-by anlaşması yapmayacaklarını ilân ettiler!.. Üşenmedim, o günkü bütün günlük gazetelerin birinci sayfalarına baktım ve konu ile ilgili haber başlıklarını not ettim…

Milli Gazete: Bendenizin ‘IMF’nin alternatifi nedir?’ başlıklı yazımın (11.3.2010) yanında, ilan sebebiyle tek ekonomi sayfası olmasına rağmen, tam altı IMF haberi ile konuyu önemini vurgulayarak duyurdu… Sabah: ‘IMF ile anlaşma ortadan kalktı’… Zaman: Görüşmeler bitti, IMF ile anlaşma yok… Tercüman: IMF’ye güle güle… Türkiye: IMF’ye gerek kalmadı… Yeni Şafak: IMF’ye veda… Star: Yarım asır sonra IMF’ye veda… Güneş: IMF’ye rest… Bugün: IMF ile yeni anlaşma yok… Akşam: Ekonomide normalleşme.. IMF dayatmasına ‘EVET’ demeyiz… Habertürk: 22 ay sonra IMF anlaşması rafa… Vatan: ‘IMF ayakta duramayana gider’… Ortadoğu: IMF ile görüşmelere ara verildi… Vakit: Türkiye-IMF ilişkileri askıda… Taraf: Bahara kadar mola… Milliyet/internetin başlığı bana haberlerin en ilginci gibi geldi: Seçim yakın, IMF uzak… Piyasa analistleri IMF ile stand-by yapılmayacak olmasını “Erken seçim ufukta” diye yorumlarken, Başbakan görüşmelerin ‘belediyeler’ konusunda tıkandığı mesajını verdi

Başbakanımızın bu ‘belediyeler’ meselesini aklınızın bir köşesine not edin, gerekebilir... ‘Neden?’ derseniz; şimdilik, ‘özelleştirme’ adı altında sekiz yılda seksen yıllık KİT’lerimizin satıldığını ve sıranın belediyelerin BİT’lerine geldiğini  hatırlatırım… 

***

Yazımın başında, bu sabahki okumalarımdan söz açmıştım… Bugün en çok ekonomi editörü ve yazarımız Necmettin Çakmak arkadaşımın yazısını, özellikle yazı başlığını sevdim: IMF gitti, dertler bitti mi?.. Yazıda vurgulanan meseleler dikkat çekici:

Yani ortada bir yanıltmaca vardır; kandırmaca vardır.  Evet, IMF ile sadece bu dönemdeki pazarlık süreci bitmiştir… Türkiye, bugün için IMF ile stand-by anlaşması yapmayacaktır ama IMF programının dikte ettiği bütün talepleri Orta Vadeli Program (OVP) çerçevesinde yerine getirecektir… Özü itibariyle IMF’nin stand-by anlaşmalarından farklı olmayan OVP ve Mali Kural, AB’nin neo-liberal politikalar çerçevesinde hazırlanmıştır. Dolayısıyla ekonomi yönetiminin IMF’nin mi yoksa AB’nin mi ya da OECD’nin güdümünde yürüdüğünün fazla bir önemi yoktur…

Necmettin Çakmak (okumadıysanız, dikkatlice okumanızı tavsiye edeceğim) yazısını şöyle sonlandırmış: Sonuçta yeterli tepki gösterilmediği sürece kapitalizmin hangi kurumu üzerinden gelirse gelsin işsizlik, yoksulluk ve sömürü giderek derinleşecektir. Bir vesayet/manda kurumu olan IMF’nin boyunduruğundan ülkemiz asla kurtulamayacaktır...

***

Vahşi/vampir kapitalizm… IMF başta olmak üzere kapitalizm kurumlarının boyunduruğu… İŞSİZLİK, yoksulluk, iç ve dış BORÇLAR , sömürü, ‘millî’ olmayan MEDYA, ‘âdil’ olmayan YARGI, yeni ANAYASA… Ve daha niceçözümbekleyen ‘sorunlar, sorunlar, sorunlar’… Bu köşede hep bu ‘sorunları’ gündeme getiriyor, ardından sabır ve sebatla ‘çözümleri’ bilebildiğim kadarıyla yazmaya gayret ediyorum...

‘Ekonomik ve sosyal sorunların çözümleri’ bundan sonraki yazımın konusudur.

 

 

İşsizlik sorunu çözülemiyor

Reşat Nuri EROL

Mart ayının ilk gününden beri yazdığım 14 yazı ile ben neyi anlatmaya çalışıyorum?

‘Vahşi/vampir kapitalizm’in ‘IMF, BORÇ, FAİZ’ sarmalı merkezli, hem de ‘FAİZLİ BORÇ’ merkezli ekonomi politikaları ile bir yere varılamayacağını anlatıyorum…

İşte görüyorsunuz, demokrasi tarihimizde ender rastlanan bir şekilde bir partimiz, hem de iddialı bir şekilde ve anayasa çoğunluğu ile sekiz yıldan beri tek başına iktidarda…

‘İktidar’da olmasına iktidarda ama; ‘işsizlik, borçlar, medya ve yargı sorunları’ dediğimiz ve hep hatırlattığımız üzere, artık ‘SOSYAL TUFAN’a dönüşen ülkemizin ana sorunlarının hangisini çözmeye muktediroldu; hangisini?!.

Cevap: Hiçbirini!

Bu arada seksen yılda kıt kanaat imkanlarla kurduğumuz KİT’lerimiz de özellikle son sekiz yılda ‘özelleştirme’ kılıfı altında, sabık Maliye Bakanı’nın tâbiriyle söylersek, ‘babalar gibi satılmak’ suretiyle uçtu gitti ama ‘borçlar’ aynen duruyor!..

‘Borçlar aynen duruyor’ dedim ama yanlış ve eksik söyledim: Maalesef aynen durmuyor; bu iktidar döneminde borçlarımız iki misli artmış olarak yerinde duruyor!..

Peki, ya İŞSİZLİK?!.

***

Aslında bugünkü yazımda, dün söz verdiğim üzere ‘dört temel ekonomik ve sosyal sorunun çözümleri’ üzerinde duracaktım ama yine olmadı, çözümler yarına kaldı…

Çözümler neden yarına kaldı?

Yarına kaldı, çünkü ana sorunlarımızın en başta geleni ‘İŞSİZLİK’ ile ilgili olarak dün çok önemli ve ürkütücü ‘resmî rakamlar’ açıklandı… Bu resmî açıklamaya göre Türkiye’deki Aralık dönemi işsizlik oranı yüzde 13,5 olarak belirlendi...

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) üçer aylık dönemler itibariyle her ay açıkladığı Hanehalkı İşgücü Araştırması, “Kasım, Aralık 2009, Ocak 2010” dönemini kapsayan “Aralık” ayı sonuçlarına göre, Türkiye genelinde işsiz sayısı, geçen yılın aynı dönemine göre 29 bin kişi artarak, 3 milyon 361 bin kişiye yükselmiş... Kasım döneminde ise işsizlik oranı yüzde 13,1 seviyesinde... Buna göre işsizlik oranında 0,4 puanlık artış var…

2005 yılından itibaren Hane Halkı İşgücü Anketi tahminleri, hareketli üçer aylık dönem ortalamaları esas alınmak kaydıyla aylık olarak yayınlanıyor. Bu seride ilgili üç aylık dönemin ağırlıkları, dönem ortası aya ilişkin nüfus projeksiyonları esas alınarak hesaplanırken, ifade kolaylığı açısından tahminler de dönem ortası ay adıyla ifade ediliyor.

‘Resmî rakamlar’ böyle ama bizim tespitlerimiz farklı: Bize göre Türkiye’de 15-16 milyon çalışabilecek insan var... Bunun yarısı, 7-8 milyon kişi çalışmamakta, yani işsiz… Çalışanların da en az yüzde 25’i gizli işsiz, yani çalışır gözükmekte ama çalışmamakta... Ülkemizdeki tüm ekonomik sorunların ana kaynağı işte budur; ‘İŞSİZLİK’tir...

Sonuç: Türkiye’nin en önemli sorunu ‘İŞSİZLİK’ çözülemiyor…

***

Destek mahiyetinde olmak üzere bugünkü yazımı iki görüşle bitireyim.

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Yönetim Kurulu Üyesi ve Antakya Ticaret Borsacı Başkanı Mehmet Ali Kuseyri, ekonominin düzeldiğinin iddia edildiği bir ortamda işsizliğin artmasının çelişki yarattığını söylüyor ve diyor ki: ‘İŞSİZLİK’ hükümetin öncelikli çözmesi gereken konu olmalı, aksi halde ‘sosyal patlamalar’ yaşanır... Bunu hiçbirimiz arzu etmeyiz…

Hatay Genç İşadamları Derneği (HAGİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Aykut Özbuğday da; ülkenin en büyük sorununun ‘İŞSİZLİK’ olduğunu, hükümetin ekonomiye ağırlık vermesi gerektiğini söylüyor...

Bu bölgeden üçüncü bir görüş daha var; ona da belki gelecek yazımda yer veririm.

‘Ekonomik ve sosyal sorunların çözümleri’ bundan sonraki yazıya kaldı…

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3488 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2677 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2651 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2166 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2542 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2565 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2300 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2204 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2617 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2496 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 2005 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2362 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2311 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2459 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2455 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2416 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3066 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2689 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2684 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2765 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2972 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3048 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3448 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5510 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3570 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3096 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3885 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3736 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3443 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3896 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3853 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4134 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4667 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3986 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3870 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2882 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2969 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3975 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7762 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5643 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4197 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3599 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3740 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4760 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4477 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4770 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4690 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4846 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4571 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3420 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4494 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3646 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5198 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3874 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5185 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5047 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4958 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3565 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3496 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3707 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5194 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4224 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5456 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4104 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5292 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4489 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4444 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4597 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4790 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5345 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4134 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5283 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4548 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3864 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4413 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4615 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4147 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4121 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4105 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4560 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5673 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9865 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4675 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3726 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3876 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3369 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3404 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3762 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5727 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4265 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3462 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler