Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 551
YUSUF SURESİ TEFSİRİ-11-15.AYETLER
6.03.2010
1189 Okunma, 0 Yorum

1967...1968...1969....AKEVLER 43 YILDIR ÇALIŞIYOR....2008...2009...2010

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜNYA DÜZENİ 551

“ADİL DÜNYA DÜZENİ, III. BİN YIL MEDENİYETİ PROJESİDİR.”

Haftalık Seminer Dergisi             06 Mart 2010                      Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR... ÇOĞALTABİLİR... DAĞITABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 551. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da C.tesi günü 18.00-21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Gayemiz ve Hedefimiz: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunması, değerlendirilmesi, anlaşılması ve uygulanmasıdır.    Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

***

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;

ASKON  TOPLANTISI

VE YAPILMASI GEREKENLER

Devlet Başkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı;

ÜÇ KİŞİ ÜÇ SAAT TOPLANDI…

***

*İŞLETME SEMİNERLERİ; 101. SEMİNER

Her Hafta PERŞEMBE akşamları; Adres: EMİNEVİMKısıklı Cad. No: 36  Altunizade - Üsküdar / İSTANBUL  Tel: (0216) 444 36 46

SOHBET…  SEMİNER…  SORULAR-CEVAPLAR…

[Genel Hizmet Kooperatifi Ana Sözleşme Çalışmaları… Şimdilik ertelendi!]

***

Bizim krizimiz ve ‘çıkış yolu’

ASKON; sorunlar ve Genel Kurul

Hukuk,  demokrasi  ve  müdahaleler…

‘Kusura bakma, ben IMFci ve FAİZciyim!’

KOBİ’ler… Faizler… ve Faizsiz krediler…

Adalet... Medeniyet… IMF… ve FAİZ…

ADALET.. REFAH.. ÖZGÜRLÜK…

Türkiye Gemisi batmasın diye…

Reşat Nuri EROL

***

YUSUF SÛRESİ TEFSİRİ - 4

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ(1) إِنَّا أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ(2) نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ أَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ هَذَا الْقُرْآنَ وَإِنْ كُنتَ مِنْ قَبْلِهِ لَمِنْ الْغَافِلِينَ(3) إِذْ قَالَ يُوسُفُ لِأَبِيهِ يَاأَبَتِ إِنِّي رَأَيْتُ أَحَدَ عَشَرَ كَوْكَبًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ رَأَيْتُهُمْ لِي سَاجِدِينَ(4) قَالَ يَابُنَيَّ لَاتَقْصُصْ رُؤْيَاكَ عَلَى إِخْوَتِكَ فَيَكِيدُوا لَكَ كَيْدًا إِنَّ الشَّيْطَانَ لِلْإِنسَانِ عَدُوٌّ مُبِينٌ(5) وَكَذَلِكَ يَجْتَبِيكَ رَبُّكَ وَيُعَلِّمُكَ مِنْ تَأْوِيلِ الْأَحَادِيثِ وَيُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَعَلَى آلِ يَعْقُوبَ كَمَا أَتَمَّهَا عَلَى أَبَوَيْكَ مِنْ قَبْلُ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْحَاقَ إِنَّ رَبَّكَ عَلِيمٌ حَكِيمٌ(6) لَقَدْ كَانَ فِي يُوسُفَ وَإِخْوَتِهِ آيَاتٌ لِلسَّائِلِينَ(7) إِذْ قَالُوا لَيُوسُفُ وَأَخُوهُ أَحَبُّ إِلَى أَبِينَا مِنَّا وَنَحْنُ عُصْبَةٌ إِنَّ أَبَانَا لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ(8) اقْتُلُوا يُوسُفَ أَوْ اطْرَحُوهُ أَرْضًا يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ أَبِيكُمْ وَتَكُونُوا مِنْ بَعْدِهِ قَوْمًا صَالِحِينَ(9) قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ لَا تَقْتُلُوا يُوسُفَ وَأَلْقُوهُ فِي غَيَابَةِ الْجُبِّ يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ إِنْ كُنتُمْ فَاعِلِينَ(10) 

 

قَالُوا يَاأَبَانَا مَا لَكَ لَا تَأْمَنَّا عَلَى يُوسُفَ وَإِنَّا لَهُ لَنَاصِحُونَ (11) أَرْسِلْهُ مَعَنَا غَدًا يَرْتَعْ وَيَلْعَبْ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ (12) قَالَ إِنِّي لَيَحْزُنُنِي أَنْ تَذْهَبُوا بِهِ وَأَخَافُ أَنْ يَأْكُلَهُ الذِّئْبُ وَأَنْتُمْ عَنْهُ غَافِلُونَ (13) قَالُوا لَئِنْ أَكَلَهُ الذِّئْبُ وَنَحْنُ عُصْبَةٌ إِنَّا إِذًا لَخَاسِرُونَ (14) فَلَمَّا ذَهَبُوا بِهِ وَأَجْمَعُوا أَنْ يَجْعَلُوهُ فِي غَيَابَةِ الْجُبِّ وَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِ لَتُنَبِّئَنَّهُمْ بِأَمْرِهِمْ هَذَا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ (15)

 

قَالُوا  

(QAvLUv)

“Kavlettiler.”

Yusuf’un kardeşleri Yusuf’u kuyuya atma önerisine sükutla cevap verdiler, yani sükut ikrardandır şeklinde bir anlaşma ile eve dönüyorlar.

Bir öneri ortaya sunulur, kimse itiraz etmezse, sonra da herkes o öneriye göre davranmaya başlarsa, karar kabul edilmiş olur. Kardeşler eve babalarına gelince Yusuf’u kendilerine katmasını öneriyorlar. Söyleyenler aynı kimselerdir ancak muhatap değişmiştir. Bu sebeple “Kâlû/kavlettiler” kelimesi tekrar edilmiştir.

Daha önce kardeşler birbirlerine söylerken, şimdi birlikte babalarına söylemektedirler.

Koro hâlinde hep birlikte söylemiş olmayacaklarına göre, biri konuştu diğerleri sükut etti, dolayısıyla konuşmak için birlikte geldiklerinden hepsi birden söylemiş durumdadırlar.

İştirak etmek istemeyenler ya ekibe katılmazlar ya da aksi görüş beyan ederler.

Kur’an, sözcünün söylemesini diğerleri susunca hepsi söylemiş olarak kabul ediyor ve buna göre hüküm koymuş oluyor.

Kim konuşmuştur?

Genel kurala göre en büyük olan kardeşin konuşmuş olması gerekmektedir. O onların doğal sözcüsüdür. Anadolu’da hâlâ ağabey baba yerindedir geleneği devam etmektedir. Sözcünün muhataba bildirilmesi gerekmez. Birlikte gelinir, biri konuşur diğeri dinlerse, muhatap onu sözcü olarak kabul eder, sükut edenler ‘ben o teklife katılmadım’ deme hakkına sonradan sahip değildirler. Başkanın önerilerine de toplantıda itiraz etmezler ise öneriyi hepsi kabul etmiş sayılırlar. Ne var ki biri itiraz ederse, diğerleri itiraza sükut ettikleri için onlardan sükut edenler de itiraz etmiş olurlar.

Burada “Yusuf’un kardeşleri dediler” denmiş olduğuna göre, bu fikre kimse itiraz etmemiştir demektir. Bu karar grupta bulunmayanların hükmü ise ve grup kararlarına itiraz etmemişlerse onlar da katılmış olurlar.  

يَاأَبَانَا

(YAvEaBAvNAv)

“Ey babamız.”

Burada kardeşler babalarına hitap etmektedirler.

Yâ Ebânâ/ Ey Babamız” kelimesi, konuşanın sözcü olduğunu ifade eder. Kendi başına konuşsa idi “Yâ Ebeti / Ey baba” derdi.

Babamız” marifedir. Yukarıdaki “ıhve”nin yani “kardeşler”in babalarını tarif eder, bütün kardeşleri içine alır. Sözcü bütün kardeşlerini temsilen konuşmuştur. Yusuf ve kardeşi de bu “” zamiri içindedirler. Yusuf küçüktür. Ancak ağabeyleri ile o da meraya gitmeyi arzulamaktadır. O ve kardeşi de sükut ederek bu öneriye katılmışlardır.

مَا لَكَ لاَ تَأْمَنَّا

(MavLaKa LATaEManNAv)

“Neden bize emanet etmiyorsun?”

” soru edatıdır. “Leke” senin lehine anlamındadır. Ne yararın var demektir.

Daha önce Yusuf ağabeyleriyle gitmek istemiş ama babaları göndermemiş olabilir. Kardeşleri bunun babalarının kendilerine güvenmeme durumundan ileri geldiğini anlamış olabilirler. Gerçekten de babaları onlara güvenmemiş olabilir. Yahut küçük olduğu için babası onu kardeşlerine katmamış ve onlarla göndermemiş olabilir.

Kardeşleri “emanet etmiyorsun” diyerek babalarını böylece zorlamış olabilirler.

Hazreti Yakub’un bütün serveti çocuklarının otlattığı sürüden ibarettir. Güvenmediğini izhar ederse, çocuklarının da babalarından ayrılıp kendi işlerini kendilerinin yapması durumu ortaya çıkabilir. Çobanlık döneminde varlığı sürdürmek için büyük aile yapısına ihtiyaç vardır. Kardeşler, Yusuf ve kardeşi ile anne babasını bırakıp gitseler, Hazreti Yakup kendi hayatını sürdüremez durumdadır. Oysa kardeşler başlangıçta sıkıntı çekerler ama sonraları aralarında birliği sağladıkları takdirde onların yaşamaları çok daha kolay olacaktır.

Hâlen ülkemizin kır hayatında tarım ve çobanlıkla geçinenler büyük aile tipi bir yaşayış içindedirler. Birinci hanımdan büyümüş ve evlenmiş çocukları varken, birinci hanımı vefat eder ve ondan sonra evlenir, küçük çocukları olur. Ailenin geliri büyük çocuklar tarafından sağlanmaktadır. Baba, karısı ve küçük çocukları ile daha çok ilgilenmektedir. Sonra babaları ölmüş gibi miras taksimi yapılır. Kardeşleri kendi hayatlarını sürdürmeye başlarlar.

Hazreti Yakup böyle bir dağılmanın olmasından korktuğu için çocuklarına ‘ben size güvenemiyorum’ diyemeyecektir. Bunu bilen kardeşler ‘yoksa bize güvenmiyor musun’ hitabı ile babalarını baskı altına almaktadırlar.

Günümüze kadar gelen bu sorun nasıl çözülecektir?

Önce, Hazreti  Yakup bir peygamberdir. Onun yaptığı bir şey Kur’an’da anlatılıyor ve yanlış olduğu söylenmiyorsa, peygamberin yaptığı bize de şeriattır. Demek ki böyle durumlarda Allah’a tevekkül edip birliği bozmamak için tavizler vermek meşrudur. Bu hükmü genişletip diyebiliriz ki; topluluğun dağılmaması için başkanlar kendi kanaatleri dışında da topluluğa uyabilirler.

عَلَى يُوسُفَ

(ALa YUvSuvFa)

“Yusuf üzerine.”

“Yusuf’u bize emanet etmiyorsun” demiyorlar da;

Yusuf üzerine bize güvenmiyorsun” diyorlar.

Babaları çocuklarının Yusuf’u koruyamayacaklarını, yani güçleri yetmeyeceğini, onun için yanlarına katmadığını düşündüklerini söylüyorlar. Yani, Hazreti Yakup çocuklarının ihanet edeceğini düşünmüyor, çocuklarının O’nu korumaya güçlerinin yetmeyeceğini düşünüyor. Çocukları babalarına böyle düşünerek söylüyorlar.

İşte bu da iki bakımdan büyük sanat örneğidir.

Birincisi; karşı tarafı kötü düşünür şeklinde görüp ona cephe almaktır.

Diğeri ise karşı tarafın davranışlarına karşılık iyi niyete dayalı tahliller yapmaya yönelmedir. Böylece babalarına olan saygılarını korumaya çalışmakta, babalarına kendilerinin Yusuf’u korumaya güçlerinin yettiğini inandırmaya çalışmaktadırlar.

Başka bir yoruma göre de; “Yusuf’u bize niye emanet etmiyorsun?” deseler, o zaman kötü niyetli olduklarını da açıklamış olurlar. Dolayısıyla bu ifade kötü niyetli kardeşlerin çok ustaca söyledikleri bir sözdür.

Kıssa gerçekten ahsen-i kasastır. Hazreti Yakup aslında oğullarının kötü niyetli olduklarından şüphelenmektedir. Yusuf’a bunu daha önce açıkça söylemiştir. Ne var ki Hazreti Yakup oğullarına bu kuşkusunu açıklamamaktadır.

Burada ‘Yusuf ve kardeşinin üzerinde bize güvenin yok’ demiyorlar da, bunu yalnız Yusuf için söylüyorlar. Bu, ya Yusuf’un kardeşinin kendileri ile beraber gitmiş olmasından dolayıdır. Babaları yalnız Yusuf’u göndermemektedir. Ondan dolayı böyle diyorlar. Ya da Yusuf’un kardeşi henüz çok küçüktür, onun için ondan bahsetmiyorlar.

Zaten kuyuya atma hususundaki meşveretlerinde yalnız Yusuf’u atmayı düşünüyorlar, kardeşinden bahsetmiyorlar.

Babaları büyük kardeşlerden ayrılıp Yusuf ve kardeşiyle yalnız kaldığı takdirde ne olur Hazreti Yakup kendi hayatını sürdürebilir mi?

Tek başına bir oğlu ile kalırsa ayrı hayat sürdüremez. Bu sebepledir ki iki kardeşi birden yok etmeyi düşünmüyorlar. Esasen buna güçleri de zor yetecektir. Yusuf’u tercih etmelerinin sebebi, babalarının Yusuf’u daha çok sevmiş olmasındandır. Ayrıca Yusuf daha küçüktür. Onu bertaraf etmek daha kolaydır.

وَإِنَّا لَهُ لَنَاصِحُونَ (11)

(Va İnNAv LaHUv La NaÖıXUvNa)

“Biz onun nasihi olacağız.”

Anne ve babanın çocuğu büyütmesine “terbiye” denmektedir. Bir ustanın çırağını, bir öğretmenin öğrenciyi yetiştirmesi ise “nasihat” kelimesi ile ifade edilmektedir. Yani kardeşleri Babalarına diyorlar ki; Yusuf’u bize kat, biz onu çobanlıkta yetiştirelim.

Burada “İnnâ” ve “Le” ile iki defa tekit edilmiştir.

Babaları Yusuf’u çok sevdiği için böyle bir eğitimin yapılmasını istememektedir, oğluna kıyamamaktadır. Çocukları babalarına bunu tekiden hatırlatmaktadırlar.

Nasihat” kelimesi Kur’an’da çokça geçmektedir. Peygamberler kendilerinin nasihatçi olduklarını belirtmişlerdir. “Rab” Allah’ın sıfatıdır. Anne babanın çocukları yetiştirmesi “terbiye” kelimesi ile ifade edilmektedir. “Nasuh tevbe” eğiten tevbe demektir. Allah ve resulüne yani hakemlere nasuh olmayı da emretmektedir.

Küçük çocuklara ve akıl hastalarına velilik doğrudan anne ve babalarına aittir. Sefih olanların veya borçlu olanların veya nüşuz edenlerin velileri ise hakemlerdir. Yani hakemleri seçebilme ehliyetine sahip olanlar hakemleri tarafından kısıtlanabilirler. Ustaların çırakları yetiştirmeleri de nasihat kabilindendir.

Yakup peygamber oğullarının buradaki sözlerine itiraz etmemiştir.

O halde takrir yoluyla bu hüküm bize de meşru olmuştur.

“Biz ona nasihat ederiz” demiyorlar da, “biz nasihat edenleriz” diyorlar. Kurallı erkek çoğulu getirilmiştir, yani biz eğitmekle görevliyiz. Ağabeyleri olarak biz bunu yapmakla mükellefiz. Siz bu görevi yapmamıza mâni olamazsınız. Böylece babalarını iyice sıkıştırıyorlar. Fıkıhta da  görevini yapmayan velinin azli caizdir. Bunu diğer akrabalar talep eder ve mahkemenin kararı ile yürürlüğe girer.

***

أَرْسِلْهُ مَعَنَا غَدًا

(EaRSiLHu MaGaNAv ĞaDan)  

“Gaden/yarın onu bizimle beraber irsal et.”

Gaden/yarın” dediklerine göre, akşamleyin babalarıyla ertesi gün yapacakları işi müzakere ediyorlar demektir.

Peygamber olarak Hazreti Yakup bu şekilde akşamleyin müzakere yaptığına göre, bizim de öyle yapmamız gerekir. Hazreti Muhammed aleyhisselâm da böyle yapıyordu.

Yatsıdan evvel toplantı yapılır, kadın ve çocuklar da bu toplantılara katılır. İki-üç saat süren bu toplantıda görüşmeler yapılır, anlaşmalar yapılır, yarın yapılacaklar kararlaştırılır, herkes evine döner ve uyur. Sabah namazından sonra geceleyin kararlaştırılan işleri yapar.

Burada kardeşlerini meraya götürmek için babalarından izin istiyorlar. Hazreti Yakup peygamber de buna müsade ediyor. Demek ki onbeş yaşından küçük çocukların eğitimi anne babalarının iznine tâbidir. İzni anasından değil de babasından istemeleri gösteriyor ki, çocuğun velayet hakkı yani “meslekte eğitim hakkı” babaya aittir.

Şimdi Kur’an’da geçmiş peygamberlerin kıssalarının bize niçin anlatıldığını daha iyi anlıyoruz. Onların hayat hikayelerini okuyarak, kendimizi onların yaptıklarını örnek alarak eğitmemiz gerekmektedir.

Meanâ” kelimesi ile beraberlik ifade edilmektedir. Yani Yusuf kendi başına yürüyecek ve kafile içinde yaşayacak, kendi başına davranacak bir yaştadır. Mesleki eğitim on yaşlarında başladığına göre Yusuf’un yaşı da bu civardadır.

Ersil” kelimesi serbest bırakmak veya görevlendirmek anlamına gelmektedir. Oğulları babalarına artık Yusuf’u da işe koş demektedirler.

Yine fıkıhtan biliyoruz ki, on yaşına gelen çocuğa babası belli işleri yapmak üzere izin vermeye başlar hükmü vardır. Onbeş yaşlarına gelince bütün işler için çocuğa izin verilmiş olur. Demek ki burada istenen, çocuğun artık ağabeyleri ile hayvan sürülerini gütmeğe Yusuf’un görevlendirilmesidir. Burada velayet devri yoktur, yani ağabeyleri babalarının yerine geçmemektedir. “Ersilhu” kelimesini bunun için kullanıyorlar. Çocuk artık bu hususlarda mezun olmaktadır. Büyümüş gibi muamele görecektir.

يَرْتَعْ وَيَلْعَبْ 

(YaRTaG va YaLGaB)

“İrtia etsin ve lağb etsin.”

Ragy etmek” sürüyü gütmek demektir. İftial babından “irtia” kendi kendini gütme demektir, yani gütmeyi öğrenme demektir; yani ağabeylerinin gösterdiği şekilde hayvanları ragy edecektir.

Ragy etmek” yalnız çobanlık yapmak değildir, aynı zamanda yönetmek demektir. Komutanların birlikleri sevk ve idare etmesi bir “ragy”dir. “İrtia” ise kişinin kendi kendisini yönetmesi demektir. Artık oğluna izin ver de erginliğe doğru yürüsün diyorlar.

Büyük sürülerin otlatılması kolay bir iş değildir. Çobanlar işbölümü yaparlar. Yayılımın belli yerlerinde görev alır, beklerler. Hayvanların dağılmasını önlerler, dışarıdan gelecek olan canavarları ve çapulcuları gözlerler. Böylece her biri kendi sahasında dikkatli ve uyanık durumdadır. Vakti gelince sürü çobanlarla beraber hareket eder. Hareket esnasında çobanlar yine görevli oldukları yerlerde bulunarak yürürler.

Sürü sabahleyin meraya gider. Öğleyin suya döner ve tekrar gider. Akşamleyin ağıla getirilir. Çobanlara köpekler eşlik eder. Sıcak günlerde hayvanlar geceleyin otlamaya çıkarılır, gündüzleri ağıla alınır. Bazen fırtına olur, sürü ve çobanlar herhangi bir yerde yakalanırlar. Bazen sis olur, hayvanlar kaybolur, onları arayıp bulmak gerekir.

Bazen hayvanlar merada doğururlar. Yavruları kucakta taşımak gerekir. Bazen hayvanlar kendileri yuvalanır. Çobanlar yiyeceklerini sırtlarına alıp götürürler. Hayvanların ve karıncaların yiyeceklerini yememeleri için ağaç dallarına veya kayaların başlarına koyarlar.

Hâsılı, çobanlık bir ekip çalışmasıdır ve zorlu bir meslektir.

Çocuklar da burada yetişirler. Önce büyüklerinin yanında bulunurlar. Sonra adım adım kendi başlarına iş yapacak hâle gelirler.

İşte, Yusuf’un bu eğitime alınmasını babalarına teklif ediyorlar.

Çobanlar bazen boş kalırlar. Hayvanların dinlenme zamanlarında veya bir yere gidemeyecekleri zamanda çobanlar bir araya gelir ve oyunla zamanlarını geçirirler. Çobanların oyunları sadece bir eğlence değildir. Aynı zamanda bir korunma ve savunma eğitimidir. Bedenin mücadeleye alıştırılmasıdır.

Yusuf ağabeyleri ile otlağa gelince önce oyunları seyrederek oynama eğitimini alacak, daha sonra da kendisi oynamaya başlayacaktır.

Gelsin ve oynasın” diyorlar.

Bugün kentliler top seyrediyorlar; ne seyredenlere bir yararı var ne de oynayanlara!

Çobanların ise top gibi meşhur çelik çomak oyunları vardır. Bir de on santimden biraz büyük çelik denilen ağaçtan yapılmış  çomakları vardır. Bunlarla oynanır. Çeliğin bir ucu kırkbeş derece yontulmuştur. Çelik yontulan tarafı yere gelecek şekilde yere konur. Çomakla bu uca vurulur. Çelik havaya fırlar, sert bir şekilde yandan çomakla vurulur. Karşı taraf onu havada yakalarsa oyuncular yerlerini değiştirirler.

Şimdi, Hazreti Yakup peygamber zamanında bu oyun var mı idi veya ne tür oyun vardı; bu kazılar ve mukaddes kitaplardan öğrenilebilir. Kur’an bize buna benzer bir oyunun var olduğunu bildiriyor. Hazreti Yakup peygamber bunu tasvip ettiğine göre; bizim için bu tür oyunları öğrenip oynamanın meşru olduğunu öğreniyoruz.

“Oyunu seyretsin” demiyorlar da “oynasın” diyorlar.

Demek ki sünnet olan, meşru olan futbolu seyretmek değil, bizzat oynamaktır. Seyir sporu değil oyun sporu gerekir. Profesyonel spor değil, kitle sporu gerekir.

وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ (12)

(Va EinNAv LaHUv La XAvFiJUvNa)

“Biz onun muhafızıyız.”

Yukarıda “biz onun nasihiyiz” demişlerdi.

Burada da “biz onun muhafızıyız” diyorlar.

Usta-çırak ilişkisinde usta çırağı eğitirken aynı zamanda çırağı korumakla ve gözetmekle yükümlüdür. Genel kural şudur: Çocuk onbeş yaşına gelinceye kadar anne babasının korumasındadır, anne babası ona zarar gelmemesi için çocuğu korur. Çocuğun başkasına zarar vermemesi için de çocuğu kollar. Çocuk herhangi bir zarar iras ederse, zararı babası veya babasının dayanışma ortaklığı tazmin eder. Onbeş yaşından sonra çocuk artık kendisi sorumlu olur, kendisine kısas uygulanır, kendisi ve âkilesi tazmin eder. Velisinin izni olmaksızın çocuk ıslah evine konamaz. Çocuk velisinin izni ile ustaya çırak verilir. Usta onu meslekte yetiştirir.

Bu durumda fıkhi bir sorun ortaya çıkar: Çocuk çırak olarak çalışırken bir zarar verirse veya bir zarar görürse sorumluluk kime aittir? Velisi veya velisinin âkilesi mi, yoksa ustası veya ustasının âkilesi mi zararı tazmin edecektir?

Bu âyetler sorumluluğun ustaya ait olduğunu belirtiyor.

Hazreti Yakup peygamber bu isteklerini olumlu karşıladığına göre bu hüküm bizim için de geçerlidir. Nasih olma ve hafiz olma kelimeleri erkek kurallı çoğulla getirildiğine göre sorumluluk kollektiftir. Birlikte çalışan bütün ustalar dayanışma içinde sorumludurlar.

Kasamenin hükümleri de bu âyetten istidlâl edilebilir.

Fıkıhta bedeni cezalar için kesin ispat ve şahsi sorumluluk ilkesi vardır. Tazminatta ve mâli sorumlulukta bu kesin ispat ve şahsi sorumluluk ilkesi yoktur. Aksi olsaydı dayanışma ortaklığı meşru olmazdı. Batılılar bu ayırımı benimsemeden kesin ispat ve şahsilik ilkelerini fıkıhtan almak istemişler ama becerememişlerdir.

***

قَالَ إِنِّي لَيَحْزُنُنِي أَنْ تَذْهَبُوا بِهِ 

(QAvLa EinNIy LaYaXZuNUvNy EaN TaÜHaBUv BiHy)

“Onunla zehab etmeniz beni mahzun eder.”

Mahzun olmak” üzülmek demektir.

Hayvanlar kendilerini savunacak, ihtiyaçlarını giderecek melekelere sahiptirler. Bunlardan biri de hüzündür. Anne baba yavrusundan uzak kalmak istemez. Yavru da bilhassa annesinden uzak kalmak istemez. Bu duygular yavrunun korunmasını sağlar. Hayvanlar yavru küçükken onunla ilgilenirler. Yavru büyüyünce artık akrabalık ilişkileri biter.

İnsanlarda ise akrabalık duygusu ölünceye kadar devam eder.

Hattâ öldükten sonra onunla ilgili hatıraları devam eder.

Hüzün gayri iradidir. Yani üzülmemek elden gelmez.

Hazreti Yakup peygamber çocuklarının kıskançlık duygularından şüphelenmektedir. Ancak bunu çocuklarına hissettirmemek için diğer mazeretleri ileri sürmektedir.

Onu götürmeniz beni mahzun eder” diyor.

Basit insani duygularla çocuklarının isteklerini zora koymaktadır.

Hazreti Yakup çocukları ile beraber olmanın yollarını aramaktadır. İnsan hisleri ile fikirleri arasında dengesini korumak durumundadır. Hazreti Yakup bir yandan Yusuf’un ağabeyleri ile gidip orada mesleki eğitim almasını ve korunma talimi yapmasını istemekte, çocuklarının bu isteklerini haklı bulmaktadır. Onun için onların bu isteklerini reddetmiyor. Başka engelleri ortaya koyuyor. Reddetmemesi tasvip anlamına gelmektedir.

Bundan dolayı çocukların önerileri bizim için de şeriat olmaktadır.

وَأَخَافُ أَنْ يَأْكُلَهُ الذِّئْبُ

(Va EaPAvFu EaN YeKuLaHUv el ÜiEBü)

“Ve zi’bin onu ekletmesinden havf ediyorum.”

Hayvanlar günü yaşarlar; geçmişi hatırlayamazlar, geleceği düşünemezler.

İnsan ise geçmişini ve geleceğini bildiği için hâlini onlarla birlikte yaşar.

Hüzün hâl içinde yaşanır.

Yusuf ayrılmadan evvel hüzün olmaz, ancak insan ayrılması hâlinde hüzün olacağını, ayrıca ileride olacak olaylardan dolayı şimdi havf eder. Yani “havf” insan için gelecekte olacak olayları da içine almaktadır.

“Yahzununî”de mütekellim olan Yakup mefuldür.

“Ehafu”da ise Yakup faildir.

İkisi de fiil-i muzaridir.

Muzariler geniş zamanı, hâli ve gelecek zamanı ifade edebilirler; yani korkarım, korkuyorum, korkacağım ifadeleri Arapçada aynıdır ve bu mânâlar da müşterektir.

Burada korkuyorum veya korkarım mânâlarını verebiliriz.

Onu zi’bin/kurdun ekletmesinden korkuyorum” ifadesinde o devrin en büyük sorununu ortaya koyuyor. Doğada kuzular kurtların avları olarak vardır. Kuzular ot otlar, kurtlar ise kuzuları yer. Otlar azalır, kuzular zayıflar, kaçamazlar. Böylece kurtlar tarafından kolayca avlanırlar. Kurtlar kuzuları yedikçe semirir ve çoğalırlar. Kuzular ise azalırlar. Kuzular azaldıkça otlar bollaşır. Kuzular azaldığında kurtlar çoğalır ve zayıflarlar. Kuzular ise semirir ve eskisi kadar avlanmazlar.

Böylece denge devam eder.

İnsan dünyaya gelmeden önce bu böyle idi. İnsanlar avcılık döneminde kurtlara ortak oldular, onlar da kuzuları avlamağa başladılar. İşte insanlarla kurtlar arasında çatışma o tarihte başladı. Sonra insanlar çobanlık dönemine gelince bu çatışma daha da büyüdü. İnsanların besleyip büyüttükleri kuzuları kurtlar kapıp yemeye başlar. İnsanlarla kurtlar arasındaki çatışma en şiddetli bir durum alır. Kurtlar insanlardan daha güçlüdürler. Boğuştuklarında insanları hemen alt ederler. İnsanlar bunlara karşı ancak taş ve sopa kullanarak kendilerini savunur olurlar. Ama yine de çok zayıf durumdadırlar.

İnsanlık bu durumdan demirin icadı ile biraz rahatlamıştır. Kurtların koparıcı pençeleri ve kesici dişleri karşısında insanların bıçakları ve baltaları olmuştur.

Ne var ki Hazreti Yakup zamanında henüz demir icad edilmemiştir. Yakub’un yaşadığı yıllar M.Ö. 1700-1800 yılları olmalıdır. Demir ise M.Ö 1200 yıllarında yaygınlaşır.

Bugün kurdun insanı yemesi hemen hemen mümkün değildir. Bir kurşunla kurt uzaktan etkisiz hâle getirilmektedir.

O zamanki en büyük sorun ise sürünün kurtlardan ve diğer vahşi hayvanlardan korunma sorunudur. Çocuklar avlanma ve otlatma yerlerine götürülemiyordu. Mağaralarda yırtıcı hayvanların resimleri çizilir ve çocukların eğitilmesi resimlerle yapılırdı. Ancak çocuk on yaşlarını geçince, güçlü çobanların yanında meraya hayvanları otlatmaya götürülürdü. Eğer çobanlar güçlü değilse, o zaman çocuklar onbeş yaşına yaklaşınca götürülürler.

İşte, Yusuf’un kardeşleri kendilerinin güçlü olduğunu ifade ederek otlatmaya kardeşlerini götürmeyi teklif ediyorlar. Hazreti Yakup da korkunun devam ettiğini söylüyor. Bu sebepledir ki biz Yusuf’un o zaman on yaşlarında olduğu görüşündeyiz.

وَأَنْتُمْ عَنْهُ غَافِلُونَ (13)

(Va EaNTuM ĞAvFiLUvNa)

“Siz ondan gafil iken.”

Tüfek icad edildikten sonra yırtıcı hayvanlar sindirilmiş, meskun olan yerlerde görünmez olmuşlardır. Hayvanlar birbirleriyle haberleşirler. Bir yerde kendilerinden biri öldürülürse, bütün yırtıcılara tehlikeli yerleri haber verirler. Kolay kolay meskun yerlere zorda kalmadıkları taktirde girmezler. Bu sebeple bugün küçük sayıda sürüyü tek başına bir kişi sürebilir. Eskidense böyle az sayıda çobanla sürüyü gütmek mümkün değildi. On kadar çoban bir araya gelir ve büyük sürüyü canavarlardan ve çapulculardan korurlardı.

Yukarıda söylediğim gibi zaman zaman çobanlar bir araya gelip oyun oynarlardı. Kurtlar veya bir kurt pusuya girer, kendisini kamufle eder, fırsat beklerdi. Çobanlar oyunda iken sürüye dalar ve sürü ürkerek kaçışırken en zor koşan ve en geride kalanın peşine düşer, onu yakalayıp kaçırır. Eğer sürünün içinde çocuk varsa, çocuk koşamayacağından kurt onu kapıp kaçacaktır. Yani en tehlikede olan küçük çocuktur.

Hazreti Yakup mahzun olmanın yanında, kurdun Yusuf’u yemesinden korktuğunu söylemektedir. Bu mazeretleri ortaya koyuyor ama göndermeyeceğini beyan etmiyor. Konuyu çocukları ile tartışıyor, çocuklar Yusuf’u otlatmaya katılması gerektiği gerekçelerini ortaya koyuyorlar. Hazreti Yakup da engellerini saymaktadır.

Demek ki başkanlar istişare sırasında karar vermeden önce kendi görüşlerini de ortaya koyabilirler. İstişarede başkan da görüşmeye katılır, karar ise en sonunda kendisi tarafından verilir. Kararda başkanın görüşlerine karşı çıkılabilir. Karşı görüşler savunulabilir. Başkan karar verdikten sonra artık itiraz edilmez.

***

قَالُوا لَئِنْ أَكَلَهُ الذِّئْبُ

(QALUv LeEin EaKaLaHUv eLÜiEBu)

“Eğer zi’b onu ekl ederse dediler.”

Görüşmede karşı fikirler devam ediyor, yani istişarede başkanın sözlerini onaylama zorunluluğu yoktur. Hazreti Yakup çocukların karşı fikirlerini de dinlemektedir.

Peygamber olarak bunu yaptığına göre bu husus bizim için de şeriattır.

Zi’b” kelimesi burada izhar edilmiştir. Oysa Yusuf izmar edilmiştir. Zi’bin izharı onun tahkiri içindir. Biz bu kadar güçlü bir ekipken kurt mu gelip birimizi yiyecek demek istiyorlar. Lam harfi ile de tekit ediyorlar. Babalarının yanlış düşündüğünü söylüyorlar.

Şimdi istişarenin fıkhını ortaya koyalım:

Toplulukta kararlar ittifakla alınır. Çünkü karara katılmayan karara uymak zorunda değildir. Herkes ancak kendi aldığı kararı yapmakla yükümlüdür. Kimse başkalarının kararı ile hareket etmek zorunda değildir.

Ne var ki bir işte kararın alınması gerektiğine ittifak edebilirler, ama kararda ittifak edemeyebilirler. Sağdan veya soldan yürümesine ittifak edebilirler ama  hangisinden yürüyeceklerinde ittifak etmeyebilirler.

İşte o zaman ortak vekil seçerler ve ortak vekilin aldığı karar ittifakla alınan karar olur. Ortak vekil karar vermeden evvel müvekkilleri ile istişare eder ve onlardan talimat alır.

Bu sebepledir ki istişare esnasında müvekkil ile vekil eşit seviyededirler. Rahatlıkla onunla tartışırlar. Ama karar ortak karar olduğu için vekaleten de olsa ittifakla karar alındığı için alınan karar herkesi kayıtsız şartsız bağlar.

وَنَحْنُ عُصْبَةٌ

(Va NaXNu GuÖBeTun)

“Oysa biz bir usbeyiz.”

Bu cümle “Hu” zamirinin hâlidir.

Yani, biz böyle güçlü bir topluluk iken onu kurt nasıl yiyecek?

Nahnu” biz demektir. Mübtedadır. Haberi “Usbe”dir. Cümle hâldir. Yusuf’un hâlidir.

Yani, biz bir usbe iken kurt Yusuf’u mu yiyecek demektir.

Usbe” bir kökten çıkan çalının dallarının topuna denmektedir; birisine “asabe” denir.

İnsan vücudundaki kan damar gurubuna, sinir gurubuna da “usbe” denmektedir.

Bir atadan gelip dallanan kimselere “usbe” denmektedir. Irkçılık anlamındadır.

Sonra milliyetçiliğe de teşmil edilmiştir.

Etin içindeki sert kısma, damar veya sinirlere “usbe” denir.

Sonraları güçlü mânâsına da gelmiştir.

Biz usbeyiz” derken, biz bir ekibiz, biz kalabalığız demektedirler.

“Yevmi asib” toplanma günü demektir. Zorluklar olduğu zaman insanlar bir araya gelir ve sorunları birlikte çözerler. Onun adı “yevmi asib”dir.

Babalarına aynı zamanda kendilerinin güçlü olduklarını ima ediyor, Yusuf’a olan meylinden rahatsız olduklarını çok uzaktan hatırlatıyorlar. ‘Biz usbe olduğumuz halde Yusuf’u kurt yiyecek hâ’ diyorlar. Belki de biz yeriz demeye getiriyorlar. 

Her ne olursa olsun, sonuç olarak ustaca ve diplomatik konuşmalar geçmektedir.

Kur’an, bu tartışmalardan sonra nasıl devam ettiler ve ne karara vardılar, bundan bahsetmemekte, buraları anlatmamaktadır.

Bir olayı hikâye ederken bazen gereksiz teferruata girersiniz. Dinleyicinin zihnini olaya teksif etmek için önemsiz detaylara girersiniz. Ama sonra bazı detayları atlar ve o arada olan bazı detayları anlatmazsınız.

Böylece dinleyenin o sahalarda kendi hayalini oluşturup hükümlere varmasını istemiştir. Bundan sonraki âyetlerden Hazreti Yakub’un çocuklarının istediğini yapmış, Yusuf’u alıp götürmelerine izin vermiştir. Konuşmalar elbette burada bitmemiş, tartışmalar devam etmiştir. Ama Kur’an o sahaları anlatmamaktadır. Onu okuyucularının kendi zihinlerinde tamamlamalarını teşri etmektedir.

Meanide hazflar uzun uzun anlatılır. Hazfedilenlerin hükümleri de zikredilenlerin hükümleri gibidir. Ne var ki hazfin yerine dinleyen kendisi değişik çözümler getirebilir.

Bir proje yapılırken bazı ölçüler kendiliğinden kesin olarak bilinir. Yahut yerine göre değişik olur. Projede o sayı yazılmaz, uygulayan onu kendisi kararlaştırıp koyar. Şeriatta da böyledir. Esas noktalar belirtilir. Araların doldurulması uygulayıcıya bırakılır.

Tarihte dilin kuralları ayrı, fıkıh ayrı gelişmiştir. Ama zamanla bu kuralların paralel olduğu görülmüş ve ona göre karşılaştırma yapılmıştır.

Allah kâinatı yaratırken analog yaratmıştır.

Lütfi Hocaoğlu şimdi Kur’an Arapçası ile bilgisayar programını birleştirmektedir. Muhasebeyi Arapça gramere göre düzenlemektedir. Biz fıkhın muhasebeleşmesini söylüyorduk. Hocaoğlu muhasebeyi fıkıhlaştırmaktadır.

Bütün Adil Düzenciler bu çalışmaları desteklemelidirler.

إِنَّا إِذًا لَخَاسِرُونَ (14)

(EinNa EiÜan LaPAvSiRUNa)

“Biz o zaman hasirler oluruz”

Bu cümle şartın cevap cümlesidir.

Biz böyle usbe iken Yusuf’u kurt yerse o zaman biz hasir oluruz.

Hasir olmak” zararda olmak demektir. Öyle olsaydı koyunlarımız yenmiş olurdu ve biz çobanlık yapamamış olurduk. Oysa bundan önce bu kadar sürü otlatılmıştır. Kurt gelip kapmamış da şimdi Yusuf’u mu kapacaktır. O kadar bize güveniniz yoksa, o zaman koyunları bize nasıl emanet ediyorsun? Biz gaflette iken kurdun Yusuf’u kapması düşünülemez.

İşte bu sözde çocuklar daha diplomatik konuşmaktadırlar.

Bu tartışmaların sonunda babaları Yusuf’u onlara katmaya razı olmuştur.

Çobanlık döneminin tek geçim kaynağı sürüdür. Sürünün korunması da ancak güçlü çoban ekibi ile olmaktadır. Hazreti Yakub’un kardeşler ile arasının açıldığını varsayın. Hazreti Yakup hayatta bile kalamaz. Kardeşlerin de babaları olmadan birlikte kalabilecekleri çok şüphelidir. Çocuklar makul ve doğru konuşmaktadırlar. İster istemez babaları razı olmuş, alıp götürmelerine izin vermiştir. Geceleyin ertesi gün olacakları düşünerek sabahlamışlardır. Sabahleyin Yusuf’u alıp götürmüşlerdir.

Babası geceyi nasıl geçirmiştir?

Gündüzün akşama kadar ne sıkıntılar çekmiştir.

Onlar burada anlatılmamaktadır.

Yusuf’un hayatını filmleştirmek isteyenler buralara o geceyi canlandırarak anlatabilirler. “İzen”  “Na”nın zarfı olur, hâli olur.

***

فَلَمَّا ذَهَبُوا بِهِ

(FaLamMA ÜaHaBUv BiHİy)

“Onunla zehab ettiklerinde.”

Konuşma bitmemiştir. Çünkü Hazreti Yakup henüz bir şey söylememiştir. Yani götürün dememiştir. Ama bu konuşmanın sonunda aldıkları izinle Yusuf’u alıp götürdükleri anlaşılmaktadır.

Buradaki “Fe” takip “Fe”si değildir. Çünkü konuşma gece olmuş, gitme ise gündüz olmuştur. O halde “Fe” netice “Fe”sidir, yani bu konuşmaların sonunda Hazreti Yakup, Yusuf’un götürülmesine izin vermiş, onlar da bu izne dayanarak Yusuf’u alıp götürmüşlerdir. Orada hazfedilen kelimeleri “Fe” harfi izah ediyor. Sûrenin başka yerinde de çocuklarına; ‘daha  önce Yusuf’u size nasıl emanet ettimse,  şimdi de kardeşini öyle size emanet ediyorum’ demektedir. Yani o ifadeden ve buradaki  “Fe” harfinden anlıyoruz ki, Hazreti Yakup Yusuf’u ağabeylerinin yanına katmıştır. Sabahleyin hayvanlar yola konunca Yusuf da onlarla beraber olmuş ve yürüyerek meraya gitmişlerdir.

Zehebe” fiili “Bi” harfi ile müteaddi olmuştur. Bu aynı zamanda beraber yürümeyi ifade eder, yani Yusuf kendisi yürümüş. Yaşı buna müsaittir. Kardeşleri taşımamıştır.

Lemmâ” harfi “İzâ” mânâsındadır, ancak “Lemma”da şart yoktur. “Fe” harfinden sonra “Lemmâ”nın gelmesi, “Fe” harfinin takip “Fe”si olmadığını ifade eder. “Lemmâ” ile başlayan cümle şart cümlesi olmadığı için cevap cümlesi de olmayacaktır.

وَأَجْمَعُوا

(Va AeCMaGUv)

“İcma ettiler.”

Cuma” yumruk demektir. Eldeki parmaklar bir araya gelir ve birleşirler, yumruk olurlar. Bir maksatla bir araya gelme anlamındadır.

Bir şey yapmak üzere bir amaç uğruna bir araya gelme ise if’al bâbından “icma” ile ifade edilir. Yani birleştirme, bir araya getirme amacıyla bir araya gelme demektir.

Dün Yusuf’un kuyuya konmasında sözde anlaşmamışlardı, sadece sükut etmişlerdi, sükutî icma oluşmuştu. Bugün ise fiilen hepsi bu işe koyulmuşlardır, yani fiilî icma olmuştur.

Burada düşünülecek şey Yusuf’un anadan kardeşinin nerede olduğudur. Ya bu kardeş Yusuf’tan daha küçüktür, bu işte onların arasında değildir, yahut kardeşler bu işi ondan gizli yapmaktadırlar.

Çobanlıkta bu tür işleri birisinden gizli yapmak kolaydır. Ona tek başına uzakta bir görev verirsiniz, aranızdan uzaklaştırırsınız, siz yapacağınızı yaparsınız.

Bu kardeş de küçüktür ve anadan ayrıdır. Dolayısıyla bu nevi işlerde onun haberdar edilmemesi doğaldır. Bununla beraber kardeşler içinde tektir, onlardan korkup sesini kesmiş olması da muhtemeldir.

أَنْ يَجْعَلُوهُ فِي غَيَابَةِ الْجُبِّ

(EaN YaCGaLUvHu Fİy ĞaYABaTi eLCübBi)

“Onu cübbün gayabesinde yapmaya koyuldular.”

Daha önceleri görüşme yaparken “cübbün gayabetine ilka edelim” demişlerdi. Şimdi Allah onların yaptıklarını anlatmakta ve “onu gayabetin cübbüne ca’lettiler” demektedir.

Yani “ilka”dan “ca’l”e geçilmiştir.

Aralarında ne fark vardır?

“İlka” sadece koymayı ifade eder.

Ca’l” ise filler manzumesini içerir.

Bunu nasıl başardılar?

On yaşındaki çocuğu nasıl kuyuya koydular?

Aralarında idiyse, bu fiili yaparken diğer kardeşinden bunu nasıl gizlediler?

Kur’an bunları anlatmamakta, ancak “cealû” sözü/fiili ile bütün bunları başarılı bir şekilde yaptıklarını bildirmektedir.

Hayvanları uygun tarafa sevk etmeye karar vermişler, hayvanları o tarafa yönlendirmişlerdir. Önlerine de Yusuf’un kardeşini ve diğer bir iki kardeşini koymuşlardır. Bir iki kardeş de sürüyü arkadan sürmektedir. Böylece asıl işi yapacaklar serbest kalmışlardır.

Cübb” cepli kuyu demektir. Yani önce geniş olarak kuyu kazılır, suyun bulunduğu yere inilir, sonra daha dar olarak suyun toplanacağı kuyu açılır. Kuyunun başına bir çıkrık konur, ucuna kova bağlanan halat çıkrığa sarılır. Halat boşaltılarak kova suya indirilir. Bazen kuyunun temizlenmesi veya içine düşen parçaların çıkarılması için kovaya basılır, halata ellerle tutunulur ve çıkrıkla kişi sekiye indirilir, sonra da aynı şekilde çıkarılır.

Yusuf bunları hep yeni görmektedir. Ağabeyleri ne söylerse ona inanmaktadır. Önce kardeşler kuyuya indirilmekte ve çıkarılmaktadır. Yusuf bunları seyreder. Sonunda Yusuf’a sıra gelir, Yusuf da cesaretle kovaya biner ve kuyunun gayabetine iner.

Belki de kardeşlerinden birisi sonra yanına iner, “Sen burada dur, biz seni biraz sonra gelir alırız, canın sıkılmasın, korkma!” der. Böylece Yusuf kardeşlerinin gelip almasını sabırla bekler. Ama bağırıp çağırmaz.

Kardeşlerinin yapacağı ikinci iş kalmıştır. Onu da sürüyle beraber olan kardeşlerden bir grup yapmış olabilir. Bir kuzuyu kesiyorlar, kanını Yusuf’un gömleğine bulaştırıyorlar.

Gömleği nerede buluyorlar?

Yusuf’un üstünden çıkarmış olamazlar. O zaman bağırıp çağıracak, işler sükunetle hallolmayacaktır. Evden Yusuf’un başka bir gömleğini götürmüş olmalıdırlar. Bu iş de kolay değildir. Anası gömleğinin kaybolduğunu bilecek ve kanı bulaştırılan gömleğin o kaybolan gömlek olduğunu anlayacaktır. Bunun için de  başka bir tertibe ihtiyaç vardır. Bu da rıza ile veya hile ile gömlekleri değiştirme şeklinde olabilir. Genellikle kuyuya inilirken gömlek çıkarılır, sadece bele sarılmış peştamal ile inilir. Bu takdirde gömlek yukarıda kaldığı için kana bulaştırılıp eve götürme işi kolaylaşır. Ancak bunun için ya sürüden bir koyun ayırıp bekletmeleri, ya da Yusuf’u kuyuya koyan kardeşlerin orada bu işi yapmaları gerekir.

Birinci ihtimal daha çok muhtemeldir.

Ceale” kelimesi böyle bir senaryonun olduğunu anlatmaktadır. Senaryonun şeklini bize bırakmakta ve bu hususta düşünmeye yönlendirmektedir.

Cübbün gayabeti” sözü iki defa tekrar edilmiştir. Bununla önemli bir şey anlatılmaktadır. Hayvanlar girmesin, insanlar düşmesin diye kuyunun ağzına duvar örülür, sadece kovanın sarkıtılacağı yer alçakta bırakılır, üstüne kapı konulur. Kuyunun içine yalnız buradan bakılabilir, diğer taraflardan dibi görülmez. Sekinin büyük kısmı bu kapıdan da bakılsa görünmez. İşte bu taraflara gayabet denir. Karanlık tarafı demektir. Çünkü kuyunun üstü de örtülür, uçan hayvanların kuyuya düşmesi önlenir.

وَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِ

(Va EaVXaYNAv EiLaYHi)

“Ve ona vahyettik.”

Kuyuya koydular. “Ve biz ona vahyettik” deniyor. Beklerken belli zaman geçmiş, kendisini kuyudan çıkarmamışlardır. İşte o zaman ona vahiy gelmiştir. Yani kendisinin orada terk edildiğini anlamıştır.

Kur’an’da “vahiy” kelimesiyle meleğin gelerek bizzat görünmesi ile duyulan ses anlaşıldığı anlamında kullanıldığı gibi; bir insanın içinde doğan kesin olarak inandığı seziye de “vahiy” denmektedir. Cebrail gelmiş, ona vahyetmişse, peygamberliği çocuk yaşta başlamış demektir veya baliğ olmuştur.

Genel olarak Hazreti Yusuf’un görevi, İsrail Oğullarını seçilmiş bir kavim oluşturacak şekilde kardeşler arasına şeriatın hükümlerini yerleştirmektir. Gelen vahiy bu amaca yöneliktir. Hazreti Yusuf’un şimdiden bu vahye ihtiyacı vardır. Hazreti Musa’nın annesine ve Hazreti Meryem’e yapılan vahye benzer bir vahiy olarak da düşünebiliriz.

Kur’an’dan sonra bu tür vahiyler devam etmektedir. Zorluklar içinde kaldığımızda bu tür vahiyler ve yardımlar almaktayız. Kur’an’la sona eren vahiy ilahi kitapların vahyidir. Çünkü Kur’an son kitaptır ve ekmel kitaptır. Artık bize yeni kitap gelmemekte, onun yerini içtihat ve icmalar almaktadır.

Bu vahiy ne zaman oluştu?

Kardeşlerinin onu terk ettikleri zaman oluştu. Seyyareler gelmeden bu vahyi aldığı söylenebilir. Gerçi cümle “Ve” harfi ile atfedilmiştir. Tertibi ifade etmez. Bununla beraber Eserrû ile söylenmesi vahyin olmasıdır. Demek ki Hazreti Yusuf kervan gelmeden önce  terk edildiğini anlamış olmalıdır. Vahyettiği şey önemlidir.

لَتُنَبِّئَنَّهُمْ  

(La TunBiEanNaHuM)

“Biz onlara tenbî edeceğiz.”

Onlara yaptıklarını anlatacağız. Evet, Hazreti Yusuf’un görevli olduğu ve gördüğü rüya gerçekleştirilecektir. Bu olayların o rüyanın başlangıcı olduğu bildirilmiştir. Onlara bunları anlatacağız, yaptıklarını hatırlatacağız deniyor. Haber vermek demek, olacakları anlatmak demektir. Onlar zaten bu işleri yapmışlardır, zaten bilmektedirler.

Neyi haberdar edecektir?

İşte burada ben onlara bunun hesabını soracağım demek olmaktadır. Yani yaptıklarının cezasını verecektir.

Ceza nedir?

Hazreti Yakup desteklemese de, Hazreti Yusuf onların başına gelecek ve onlar onun emrine girmeyi kabul edeceklerdir. İşte, zorunlu olarak kabul etmiş olsalar da, sonunda kabul ettiklerinden Allah onları affetmiş ve soylarını seçilmiş ulus yapmıştır.

Tenbî etmek” demek, onlar bu istemedikleri şeyi seve seve yapacaklardır demektir. Yani rüyada görülenler gerçekleşecektir. Hazreti Yakup peygamberin, ‘kardeşlerine anlatma, onlar sana keyd/tuzak ederler’ ifadesi gerçekleşmiştir. Hayvanları otlatmaya onu da alıp götürmeleri, sonra Hazreti Yusuf’u kuyuya indirmeleri, bunların hepsi keydle/tuzakla olmuştur. Hazreti Yusuf bunları hatırlıyor, rüyadan sonra olanları düşündüğünde, rüyanın büyük kısmını gerçekleşmiş olarak görüyor ve bundan rüyanın son kısımlarının da gerçekleşeceğini düşünüyor. İşte bunu düşünmek hadiselerin/olayların tevilidir.

Allah Hazreti Yusuf’a hadiselerin tevilini kuyuda öğretmeğe başlamıştır.

İnsanın aklına zaman zaman böyle fikirler gelir ve olaylar çözülür. Geçmişteki olayların sebep ve sonuçları ortaya çıkar, gelecekte olacaklar bilinir hâle gelir. Hepimizin hayatında böyle olaylar geçmiştir. İnsan böyle bir düşünüşle geçmişi ve geleceği bilmektedir. Bunu müsbet ilmin sebep ve sonuçları ile bilmek mümkün değildir. Demek ki bize bu tür düşünceleri yaptıran bir güç vardır. Bu olaya yani böyle düşünmeye Kur’an “vahiy” diyor.

بِأَمْرِهِمْ هَذَا

(BiEaMRiHiM HAÜAv)

“Onların bu emrini.”

Bu yaptıklarını onlara bildireceğiz, hatırlatacağız.

Bu yaptıkları nedir?

Dil dökerek babalarından Hazreti Yusuf’u alıp götürmeleri, sonra da bir hile ile kuyuya bırakmalarıdır. Eğer insan hedefini belirlemiş ve ona ulaşacağına inanıyorsa, zorluklar ona sıkıntı vermez.

Burada hedef nedir?

On bir kardeşi birleştirip bir aşiret kurmadır. İlk bakışta bu çok basit bir şey gibi görünür. Anne babalarının yanında kardeşlerin bir arada bir aşiret oluşturmaları doğal değil midir? Tarihteki hanedanları bunu başaranlar kurmuşlardır... Dinler böyle doğmuştur... Tarikatlar böyle doğmuştur... Şirketler böyle oluşmuştur... Türkiye’de Koç ve Sabancı firmaları böyle oluşmuştur... Ama bunların sayıları kaç tanedir?

Biz bunu Akevler’de başaramadık…

Turgut Özal istedi, başaramadı...

Alpaslan Türkeş başaramadı...

Demek bu iş kolay değildir.

Allah’ın takdiri gerekir.

Hazreti Yusuf rüyasına ve babasının anlattıklarına inanmış ve aldığı vahiy ile kendisinden emin olarak kuyuda beklemeğe başlamıştır.

وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ (15)

(VaHüM LAv YaŞGuRUvNa)  

“Oysa onlar şuurunda değillerdir.”

Buradaki “Va” harfi hâl vavıdır; kuyuya atan kardeşlerin hâlidir.

İki şekilde düşünebiliriz.

Biri, onlara bu yaptıklarını bildireceğimizin bugün farkında değiller.

Diğeri ise onlara bildireceğimiz zaman farkında olmayacaklar anlamları çıkar.

İkinci yorumun anlamını açıklamak zordur. Birincinin anlamı ise gayet açıktır. Hazreti Yusuf’u kuyuya koyup Mısır’a yollarken ondan kurtulacaklarını zannetmişlerdi. Hazreti Yusuf’un onlara olan hükümranlığının babasının yardımı ile olduğunu sanmışlardı. Oysa bu Allah’ın taktiridir ve mutlaka gerçekleşecektir.

 

Bizim, Adil Düzen Çalışanları olarak Kur’an’ın bu bölümünden alacağımız dersler vardır ve bu dersler şunlardır:

-Birinci ve en önemli ders, “Adil Düzen”in Allah’ın takdiri ile Türkiye’ye geleceğine Hazreti Yusuf gibi inanmaktır.

-Yine şuna inanmalıyız ki;

Dün ve bugün “Adil Düzen”e karşı olanlar, “Adil Düzen”den kurtulduk zannedenler, yarın helâk olmaktan “Adil Düzen”e sığınmakla kurtulacaklardır.

-Bizim ve bize karşı olanların çocukları, “Üçüncü Bin Yıl Uygarlığı”nı kuracaklar ve Türkiye Cumhuriyeti’nin halkları geleceğin büyük ulusu olacaklardır.

-Nasıl ki Yusuf yaptıklarından dolayı kardeşlerine düşman olmamışsa, biz de “Adil Düzen”e karşı olanlara düşman değiliz. Gelecekte onların “Adil Düzen”e sığınmak zorunda kalmaları, onlara ceza olarak yetecektir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-551/ADİL DÜZEN DERSLERİ-381   06 Mart 2010

 

ASKON  TOPLANTISI

VE YAPILMASI GEREKENLER

Hak-İş, MÜSİAD, ASKON, ESDER, Kanal7, TV5…

Bunlara Saadet Partisi’ni de ekleyebilirsiniz.

Bunların görevleri nedir?

Gerçek bir “Adil Düzen” sendikası kurulmasın, gerçek bir sanayiciler derneği kurulmasın, gerçek “Adil Düzen” televizyonları oluşmasın, gerçek “Adil Düzen” yayın organları ortaya çıkmasın. Buralardakilerin tek görevi vardır, hiçbir şey yapmamak!

On yıl önce büyük ideallerle kurulmuş ASKON ne yapmış?

Başarılı olmuş; ciddi bir Anadolu iş adamları derneği veya kooperatifi kurmamış, oyalama vazifesini başarı ile yapmıştır!

Türk milleti uyanmalıdır. Bu nevi kandırmaca kuruluşlara aldırmamalıdır. Karşı olmamalı, ama onlardan ümitlerini kesmelidir.

 

ASKON gerçek bir kuruluş olsaydı ne yapardı?

Sadece İstanbul’u ele alalım. İstanbul’da 6 milyon çalışan var. Her biri ayda 100 lira artırsa, senede 7 milyar lira artırmış olur. Altıda biri bize düşse, bir milyar lira eder. Bir milyar sermayeli ‘faizsiz bir banka’ kurulabilirdi. On senede ayda 10 TL artırmakla bu işi yapabilirdi. Türk milletinin huzuruna kim bir proje ile çıktı da eli boş döndü? Akevler’den başlayalım; Gülenciler, Millî Görüşçüler, Milliyetçi Hareketçiler, İlahiyatçılar... Kim çıktıysa halk onları destekledi. ASKON hangi proje ile çıktı da İstanbullular onlara destek vermedi?

Bunların görevi halkı projelerden uzak tutmadır. Görevleri budur.

Gerçekten küçük bir hizmetleri, düşünceleri ve projeleri var mıdır?

Varsa; biz Akevler Ekibi olarak onlara bedava projeler hazırlarız. Bir tanesini uygulamaya karar versinler. Deneyelim, bakalım para gelecek mi? Ama halktan istediğiniz parayı ne için istemişseniz ona harcayacağız. Sözleşmede ne yazılmışsa ona harcanacak. Yardımlar için toplanıp parti için kullanılmayacak. Onlara şirket gelirlerinden pay ayırabiliriz.

Mesela, ASKON bizimle beraber olsun, İstanbul Bakkallarını organize edelim. Bakkallar için bir ortak satın alma yani ‘tedarik ve dağıtım kooperatifi’ kuralım. Onları organize edip süper marketlerle yarışır hâle getirelim.

Bunu yapamazlar bu beyler. Çünkü o zaman yabancı sermayeye dayanan süper market sahiplerinin hışmına uğrarlar. ASKON’un başında oturamazlar. Bunlar hep kendi makamlarını korumak isteyen ve sermayenin bir şekilde atadığı veya tasvip ettiği kimselerden oluşmaktadır. İçlerinde çok samimi olanlar vardır; onlar kullanılıyor, millet uyutuluyor.

 

Milletim, uyan!

Masonlar yabancı sermayeye entegre olmuş kimselerdir. Ülkemize zararları bunlar kadar değildir. Çünkü halkımız onları tanımakta, onlardan fazla bir şey beklememektedir.

Güya onlara karşı oluşturulan ASKON ve benzeri kuruluşlar ise çok çok zararlıdırlar. Ben bunlarla mücadele edin demiyorum; bunlara ümit bağlamayın diyorum. Gelin, “Adil Düzen İşletmeleri”ni siz kurun ve kendiniz yönetin. Biz size sadece bilgi vereceğiz.

Evet, artık İstanbul halkının uyanma zamanıdır. Bu kandırmacı kuruluşlardan ümitlerini kesip kendilerinin “Adil Düzen İşletmeleri”ni kurmaları gerekir.

 

Ben ağır konuştum. 

Bunların yapacakları nedir?

Susmak ve duymamazlıktan gelmek!

Onlara göre bizim sözümüzü kim duyar, kim işitir.

Biz bildiklerimizi anlatmaya ve yapmaya devam ediyoruz.

Evet, şimdilik bizim sesimizi kimse duymuyor, kimse görmüyor.

Ama bizim sesimizin sahibi vardır; yarın sizin kulaklarınızı deler ve duyurur.

 

ASKON üzerinde duruyorum ama aslında tüm kuruluşlara söylüyorum. Siz Allah’a inanıyorsunuz. Benden daha fazla muttakisiniz. Ama O’na güvenemiyorsunuz. Gerçeklere doğru adım atmıyorsunuz. Makamları işgal ediyor, ondan sonra da duruyorsunuz.

Bu durumda ne olacak, ne yapılacak?

Gelin, İstanbullular, o kardeşlerimizi kendi hallerine bırakalım.

Adil Düzen”e inanan herkes yola koyulsun, “Adil Düzen Kervanı”na katılsın. İstanbul’un sorunlarını biz kendimiz çözelim, halk olarak çözelim.

-İstanbul’un ve ülkemizin en büyük sorunu işsizliktir. Gelin bir “Faizsiz Banka” kuralım, bu sorun çözülmüş olsun.

-İstanbul’un ve ülkemizin sorunu yargının işlememesi sorunudur. Gelin “Hakemlik Müessesesi”ni işletelim ve yargı sorununu halk olarak çözelim.

-İstanbul’un ve ülkemizin sorunu basındır, millî olmayan medyadır. Gelin “Basın Kooperatifleri” kuralım ve basın/medya sorunu çözülsün.

-İstanbul’un bir sorunu da trafiktir, ulaşımdır. Gelin “Kiralama/Emlak Kooperatifi” kuralım, işçilerin işyerlerini evlerine yaklaştıralım, trafik sorunu kendiliğinden çözülsün.

İstanbullular!

Bu uyuşuk kuruluşlara inanıp da “Adil Düzen Çalışmaları”nı gevşetmeyin, ertelemeyin; yoksa siz de helâk olursunuz...

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-551/ADİL DÜZEN DERSLERİ-381   06 Mart 2010

 

Devlet Başkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı;

ÜÇ KİŞİ ÜÇ SAAT TOPLANDI…

Eskiden askerler toplanır veya Milli Güvenlik Kurulu toplantısı olur, bölücülük yapıyorsunuz, dincilik yap sonunda irtica ve bölücülük üzerinde tehditli beyanat verilirdi. Sonunda millete bölücülük ve irticacılık ithamları ile saldırıldı...

Başbuğ orgeneralleri topladı; toplandılar ve ilgili konuları görüştüler...

Başbuğ böylece milletin nezdinde çok büyük saygı kazandı. Halkımız askerleri beraber gördüler, memleketin sahipsiz olmadığını gördüler, evlerinde rahat uyudular...

Halkımızın ikinci sevinme gerekçesi, kendi askerlerinin kendilerine saldırmamalarıdır. Artık askerin bölücülük ve irtica diye bir derdi olmamıştır.

Bu gelişme Türk ordusundaki büyük bir inkılaptır.

Bu inkılaba Kenan Evren zamanında başlandı ve bugünkü duruma gelindi.

Bunlar sadece benim duyguların değildir, milletimin duygularıdır.

Milletim adına Orgenerallere ve Başkanları Başbuğ’a minnettarlığımızı arz ederiz.

Biz eskiden yapılanları da suçlamıyoruz, onlar hep sağı göstermiş ve solu vurmuşlardı. Niyetleri iyi idi ve başarılı da oldular. Ama sorunları çözemedikleri çözemediler.

Askerler bundan sonra sorunları çözeceklerdir. Çünkü artık milletle beraber olmanın yanında, beraber görünme kararını da verdiler. Sağ olun, var olun.

Ordu halkı bölücülükle itham ediyordu, oysa kendisi bölücülük yapıyordu.

Şimdi bu hatasını anladı. Dolaysıyla Başbuğ’un orgeneralleri toplayıp o şekilde beyanat vermesi tarihi olaydır. Artık ordu ile millet bir olmuştur.

 

Bundan sonra ne oldu?

Eskiden beri yazdığımız bir şey vardı; devleti üç kişi idare eder:

Devlet Başkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı.

Devletin derin gücü bunlardır.

Bunlar arasında birlik olursa, geri kalanların hepsi bunlara teslim olur.

Sonunda Sayın Abdullah Gül beklenemeyen bir çıkış yaptı. Başbakanı ve Genelkurmay Başkanının çağırdı. İkisi de itaat ettiler. Üçü bir araya geldiler ve üç saat görüştüler. Sonunda yemek yediler ve yine saldırgan olmayan bir beyanat verdiler.

 

Bunun anlamı nedir?

Genelkurmay Başkanı orgeneraller adına geldi ve konuştu...

Başbakan sivillere adına geldi ve konuştu…

Sonunda, anayasa kitabının fırlatılmasına gerek kalmadan dağıldılar.

Herkes bu toplantıdan memnundur. Yüzlerinde huzurun hatları vardı.

 

Ne olmuştu?

Başbuğ, orgenerallerden aldığı güçle son derece güçlü ve metin bir şekilde gelmişti. Başbakan, Cumhurbaşkanı’nın yanında derdini döktü. Komutan güvence verdi. Darbe yoktu. Sorunlar çözülecektir. Başbakan sıkıntıdan kurtuldu.

Benim de üçlü toplantı ve beyanatı dinleyince endişelerim dağıldı.

Milletim de huzur içine girmiştir.

Darbe hesapları yapanlar da artık ümitlerini sona erdirdiler.

Ülke birden huzura erdi.

 

Milletime şunu söylemek isterim: Sitemizi (www.akevler.org) okuyanlar çevrelerine anlatsınlar. Ordu zorunluluk içine girmedikçe müdahale yapmaz. Müdahale ettiği zaman da hiç endişeniz olmasın, milletimiz adına ve lehine yapar. Tüm askeri müdahaleler hep milletimiz lehine, İslâmiyet lehine olmuştur. Asıl korku ordunun bölünmesi ve birbirleri ile silahlı çatışmaya girmesidir. Askerler birbirleriyle çatışmaya girerlerse, halk da onlara katılmak zorunda kalır. Çünkü rahat bırakmazlar. İki grubu düşmanlar silahlandırır. Bir taraf galip gelirse, onun silahını keserler ve diğer tarafı güçlendirirler. Yıllar boyu millet birbirini kırar. Sonunda dıştan gelen saldırılarla Türkiye devleti yok olur. Millet de soykırımına uğrar. Müslüman Türk halkının yerini Kürtler almaz; Hıristiyan, Ermeni, Gürcü, Bulgar ve Rum alır.

İşte asıl tehlike buradadır.

Orgenerallerin toplanması böyle bir bölünmenin olmadığını ortaya koyar.

Üçlü zirve de bunu teyit etmektedir.

Sayın Cumhurbaşkanımızın bu toplantıyı yapması, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı’nın katılması tebrike şayandır. Var olsunlar, sağ olsunlar. Milletin kendilerinin arkasında olduğunu biliyorlar. Biz de teyit ediyoruz.

 

Ordu komutanlarına ve zirveye katılan üç devlet adamına bazı tavsiyeler yapmış olacağız. Bu tavsiyeleri ben yapmıyorum; müsbet ilme dayanarak yaptığımız çalışmaların sonucu olarak Kur’an diyor. Hatalar bizim, doğrular O’nundur.

1-      Türkiye 12 bölgeye ayrılmalıdır. Her bölgenin merkezine bir ordu komutanı atanmalıdır. O bölgeden olmayan askeri mükellefler ordularını kendileri seçmelidir. Ordu içinde de asker üstleri seçmelidir. Barış zamanında astların üsteleri değiştirme yetkisi olmalıdır ama sonra üstün emirlerine kayıtsız şartsız uymalıdır. Onun için canını verebilmelidir. Bu askerlikte disiplinle beraber demokrasinin oluşmasıdır.

2-      Orduların gelirleri ve görevleri belli olmalıdır. Bütçenin beşte biri silahlı kuvvetlere ayrılmalıdır. Gümrük gelirleri onun olur. Askerlik bedelleri onlarındır. Bir de genel hizmetler karşılığı pay alabilirler. Yani ordu hükümetlerin ve parlamentonun ekseriyet kararlarına bırakılamaz.

3-      Ordu komutanlarını Genelkurmay Başkanı ile Devlet Başkanı atar ve alır. Yeter sayıda vatandaş onun ordusunu seçerse komutanlığı kesinleşir. Böylece merkezden atanır ama askerlerin isteği ile komutanlığı devam eder.

4-      Genelkurmay Başkanı Başbakana değil Cumhurbaşkanına bağlıdır. Başbakan askere karışmaz, asker başbakana karışmaz. Sivil yönetime hukuk düzeniyle, ordulara askeri düzenle hitap eder.Asker ile sivil arasındaki ihtilafları Devlet Başkanı çözer. İç güvenliğe de asker karışmaz. Sadece sıkıyönetimde yönetim askerlere teslim edilir. Siviller artık tamamen o sahalardan çekilir.

5-      Askerler emekli olsalar da askerlikte askerli mıntıkalarda veya askeri görevden yaptıkları illerde askeri mahkemelerde muhakeme edilir. Sivillere muhatap ordu komutanlarıdır. Ya askerleri sivillere teslim ederler veya tazmin ederler. Askerler emekli olsalar da bu haklardan yararlanırlar.

Türkiye’de ordunun muvafakatini almadan bir şey yapılamaz. Bu muvafakati alacak olan Sayın Cumhurbaşkanıdır. Muvafakati verecek olan Genelkurmay Başkanıdır.

Türkiye asker-sivil ilişkisini çizmedikçe, varlığını uzun zaman sürdüremez.

Eski devletler askeri yönetimle yönetiliyordu.

Bugün ise hukuk devleti olma devletin temel vasfıdır.

Dolayısıyla Türkiye bu sorunu çözerse dünyanın en ileri ülkesi olur.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

ASKON; sorunlar ve Genel Kurul

Reşat Nuri EROL

ASKON 1998 yılında kurulmuş…

Cumartesi (27.02.2010) VI. Genel Kurulunu yapıyor…

ASKON’un kendisini tanıttığı otobiyografinin ilk paragrafı şöyle:

Yıl 1998; ülkemizin uzun yılardan bu tarafa birikmiş olan sosyal, ekonomik ve kültürel sorunları iyice yumak hâline dönüşüyor. Ne resmi kurumlar bu sorunlara çözüm becerisi geliştirme ümidi veriyor, ne de STK’lar yeterli bir performans ortaya koyabiliyor.

Yıl 2010; yukarıdaki paragrafta anlatılanlarda bir değişiklik var mı?

Ülkemizin ana sorunları, özellikle ekonomik sorunları ve diğer ilmî, dinî, siyasî ve sosyal sorunları var olmaya devam ediyor mu?

Resmi kurumlar (devlet, hükümet, askeri-sivil bürokrasi, üniversiteler) ve özellikle Meclis’teki siyasi partiler bu sorunlara çözüm becerisi geliştirme ümidi veriyor mu?

Bugüne kadar çözüme kavuşturulmadıkları için bütün bu ilmî, dinî, iktisadî ve siyasî sorunlar bizim tesbitimizle “SOSYAL TUFAN”a dönüşmüşken; var olan bütün STK’lar (Sivil Toplum Kuruluşları) teorik/ilmî olarak çare ve çözüm üretmede ve pratik/amelî olarak uygulamaya dönüştürmede yeterli bir performans ortaya koyabiliyorlar mı? Hele ana sorunların iyice depreştiği bugünlerde bu sorular/sorunlar daha da derinleşebilir. Dua ve dileğim; VI. ASKON Genel Kurul’unda bu sorulara cevap aranmasıdır…

***

ASKON ismindeki “Anadolu” kavramı, bir coğrafi nitelemeden daha ziyade, 1071’den başlayıp bugünlere gelen ve zaman içerisinde Avrupa’nın, Asya’nın ve Afrika topraklarının önemli bir kısmına yayılmış olan “adalet” hükümranlığının kimliksel ifadesi olarak kendisini buluyor. Logodaki “AS” buna tekabül ederken, “KON” kısmı, daha tasarım aşamasında büyük bir konfederasyon oluşturma hedefinin emaresi olarak ekleniyor. Böylece dünya kenti İstanbul yeni bir idealin daha merkezi oluyor. Bu şekilde başlayan serüven kısa zaman içerisinde İstanbul’da yeterli üye sayısına, ülkemizin önemli merkezlerinde de şubelere sahip oluyor: Adıyaman, Ankara, Burdur, Bursa, Gebze, Kocaeli, Konya Malatya, Rize, Samsun, Trabzon. Anadolu Aslanları İşadamları Derneği/ASKON, bir “yarın inşası” idealiyle yürüyor. Bu idealini “doğru adımlar” atarak ve “haklı zenginlikler” üreterek, “derin özgürlükler”i bayraklaştırarak gerçekleştirmeye özen gösteriyor...

ASKON bölgeler arası kalkınma farkını azaltmak ve topyekün kalkınmayı sağlamak amacıyla: “Adil Gelir Dağılımı” için programlar geliştirmeyi; üretim, istihdam ve ihracatı arttırıcı politikalar üretmeyi; yatırım ve işbirliği arayışlarına öncülük etmeyi; üretkenliği, verimliliği ve Ar-Ge’yi teşvik etmeyi amaç edinmiş...

Bu amacı gerçekleştirmek için konferanslar, paneller, özel toplantılar, eğitim ve seminer programları düzenlediği gibi; faaliyetlerini tanıtan ASKON BÜLTEN, ASKON ÇEKİRDEK gibi yayınların yanında, her yıl “Ekonomi Raporları” yayımlıyor...

***

İlk kurulduğu yıllarda ASKON’u (bu arada MÜSİAD’ı da) sık sık ziyaret eder, ilgili yöneticilere öneriler ve projeler sunmakla beraber, özellikle ASKON Genel Sekreteri M. Akif Bayramoğlu ile ekonomik ve sosyal meseleleri müzakere ederdik…

Geçen hafta, önce Anadolu Aslanları İşadamları Derneği (ASKON) Genel Başkanı Mustafa Koca’dan VI. Genel Kurula dâvet mesajı aldım; bendenizi “Ekonomi Ödülü”ne lâyık görmüşler, ödülü almak için de dâvet ediyorlar… Sonra, 1999 Ocak ayından beri görevde olan ASKON Genel Sekreteri M. Akif Bayramoğlu aradı; dâveti hatırlattıktan sonra, her zamanki gibi önemli bazı memleket meselelerini yine uzunca görüştük…

Yazımın başlığında “sorunlar” dedim ve devamında bu sorunların “SOSYAL TUFAN”a dönüştüğünü hatırlattım… ASKON VI. Genel Kurulu’nun, tufana dönüşen bu sorunlara gerçek çare ve çözümler üretme yolunda önemli bir vesile olmasını dilerim…

 

 

Bizim krizimiz ve ‘çıkış yolu’

Reşat Nuri EROL

Ekonomi bu köşenin ana konusudur… Ekonomi vatandaşın da ana konusu ve ana derdidir; bütün anketler öyle diyor… Vatandaşın derdi başka, onun/vatandaşın dışındaki neredeyse herkesin derdi başka!.. Neden?..

Hep söylüyoruz; devletin nizamı, düzeni, sistemi bozuk da ondan… Bu durum, düzen/sistem düzelip ‘ADALET’ üzere dengeye oturuncaya kadar böyle devam edecek…

Bu yazıyı yazmaya başlamadan önce ‘Bizim krizimiz’ başlıklı bir yazı okudum. İlk tesbit şu: Gelişmiş ülkeler, küresel krizin etkilerini atamıyor. Toparlanma var ama oldukça kırılgan. O yüzden, ne AB ekonomilerine ne de ABD piyasasına güven var...

Tesbit bu ve gayet doğru. Yazar daha sonra “Bizim (ekonomik) krizimiz” dediği krizimizin detaylarına dalıyor, anlatacaklarını anlatıyor, en sonunda yazısını şu hüküm ve taleple bitiriyor: Darboğazı aşmanın yolu ise, anayasa değişikliği ve yargı reformundan geçiyor. Bu hususta sadece iktidara değil muhalefete de tarihi sorumluluk düşüyor.

Bu talep de doğru. Anayasa değişikliği ve yargı reformu olmadan, yani bozuk olan nizamı, düzeni, sistemi ‘ADALET’ üzere yeniden yapılandırmadan, ‘EKONOMİ’ başta olmak üzere ilmî, dinî, siyasî hiçbir ana sorunu köklü çözüme kavuşturamazsınız.

***

Fehmi Koru (Taha Kıvanç), bugünkü yazısının bir bölümünde, Cumhuriyet (evet, evet; rejimin yılmaz savunucusu şu bildiğiniz meşhur ‘Cumhuriyet’) gazetesi yazarlarından birinin ‘Çıkış yolu’ başlıklı yazısından bahsediyor. Yazının bir bölümü aynen şöyle: Her ülkenin, güçlü bir ordu, bilimsel çalışmalar yapan üniversiteler ve herkese eşit dağıtılan adalet üçlü sağlam temelleri üzerine oturması gerektiğine işaret ettikten sonra, (Cumhuriyet gazetesi yazarı) bizde durumun farklı olduğunu belirtiyor. Şu satırlarla: “Üniversiteleri suskun, adaleti bölünmüş ve güçlü ordusuna rağmen silahlı kuvvetlerinin üzerinden siyaset yapılmaya başlanmıştır. Bu çok, ama çok tehlikeli bir durumdur.”

Yazının yazarını da merak etmişsinizdir: Abidin Aydoğdu!

Evet, spor meraklıları iyi bilir; bir dönemin meşhur spor spikeri Adidin Aydoğdu... Meğer Aydoğdu’nun derin ilişkiler içinde olduğu bilinirmiş… Son yıllarda üniversiteleri dolaşıp ‘Söz konusu vatansa gerisi teferruattır’ ana başlıklı konferanslar vermekteymiş…

Aydodu’nun yazısı “Ne oluyor?” sorusunun cevabıyla başlıyor: “Aslına bakarsanız bir şey olduğu yok. Demokratikleşmenin son sancılarını çekiyoruz. Daha önce de buna benzer sancılar çekmiş, ara rejimlerle geçici olarak sancılardan kurtulmuştuk. / 27 Mayıs’la başlayan, 12 Mart ve 12 Eylül’le devam eden askeri müdahalelere 28 Şubat, 27 Nisan eklenince Türk Silahlı Kuvvetleri’nin müdahalelerdeki istiap hakkı doldu. Onlar da anladılar ki, bu müdahaleler sorunları çözmekten çok, radikal uçların kuvvetlenmesine neden oldular. Üniter devlet ve ulusal birlik darbelerle sağlanamıyor.”

Cumhuriyet gazetesi de böyle diyorsa; artık herkes ‘Bizim krizimiz’in ana sebebine tesbit ve teşhisi koymuş demektir. ‘Çıkış yolu’ başlıklı yazıdaki bu teşhisten sonra ne denir ki? Darısı, bizim ‘çıkış yolu’ olarak her zaman ve her vesileyle hatırlattığımız ‘tek çare, çözüm ve tedavi’nin, yani ‘Adil Düzen’ ile ‘Adil Ekonomik Düzen’in başına…

***

“Bizim krizimiz” muhtevalı bu yazıyı, bir gün öncesinde Çankaya’da, Ankara’da, başkentte “devlet”in üç zirve şahsiyetinin -Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı- üç saat görüştüklerini anlatan haber, yorum ve resimlerinin eşliğinde yazıyorum…

İşte bu, hepsi bu kadar; her hafta yapılması gereken budur!..

Devletin zirvesindeki bu üçlü sadece bu hafta değil, ‘her hafta bir araya gelmeli’ ve ülke meselelerini müzakere etmeliler… Her hafta görüştükçe, memleket meselelerini masaya yatırdıkça; elbet bir gün ‘çıkış yolu’ için ‘tek çare’ olan ‘Adil Düzen’e de sıra gelir…

Not: Bu yazı aynı zamanda “28 Şubat”lardan kurtulmak için de ‘çıkış yolu’ yazısıdır; 28 Şubat 2010

 

 

Hukuk, demokrasi ve müdahaleler

Reşat Nuri EROL

Müdahaleler 27 Mayıs 1960’tan beri hep yapıldı ve her müdahale devlet düzenini allak bullak etti. Son olarak günümüzde bile hâlen etkileri devam eden 28 Şubat 1997 müdahalesi yapılmıştı. Halbuki ülkemizde gerçek anlamda ‘hukuk düzeni’ olsa, kimse kimseye müdahale edemez. Herkes kendi içtihadı ile karar verir, ona göre hareket eder ve işini yapar. Hukuka aykırı bir uygulama olmuşsa, tarafların kendi seçtikleri hakemlerin oluşturduğu mahkemede yapılanların hesabı verilir. Hukuk düzeninde uygulamada birinin başkasına müdahalesi yoktur; ‘hukuk düzeni’ budur.

Türkiye’deki anormallik savcıya tanınan yargılama yetkisinden kaynaklanmakta… Savcı istediği gibi soruşturma yapmakta... Soruşturma esnasında hükmetmekte... Önce sanığı çağırıp ifade alabilmekte... Üstüne üstlük savcılar görevde alınabilmekte…

Peki, savcı suç işlerse onu kim durduracak? Görevli başka bir savcı! Peki, o da suç işlerse, onu kim durduracak? Başka bir görevli savcı! Peki, onu kim görevlendirecek? Görevlendiren savcıyı görevden alabilecek mi?!.

Eğer, kim olursa olsun, bir görevli görevinden alınırsa, orada ‘hukuk düzeni’ olmaz. Alınmazsa, o zaman da onu durduracak bir makam olmaz.

Hukuk düzeninde atayan görevden alamaz. O halde görevlenen savcı sonuna kadar görevden alınamaz. Hakim azledilemez. Karar verildikten sonra hakim veya savcı aleyhine dava açılır ve mahkum edilebilir ama onların kararları kesindir, değiştirilemez.

Türkiye’de mütekâmil ‘hukuk devleti’ olmadığı için son söz kimin olmalıdır?

Demokrasilerde siyasilerin olacaktır. Demokrasi ancak hukuk devletinde olabilir. Her hukuk düzeni demokratik değildir ama her demokratik düzen hukuk düzenidir. O halde Türkiye’de ‘hukuk düzeni’ olmadığı için ‘demokratik düzen’ de yoktur.

Demokrasi isteniyorsa, her şeyden önce ‘gerçek demokrasi’ ne ise onun öğrenilmesi gerekmektedir. Bilinmediği için uygulanmıyor veya bilenler de uygulamıyor. Uygulama olmayınca sorunlar çıkıyor, müdahaleler oluyor. Öğrenilip uygulanırsa, ondan sonra müdahaleler olmaz. Öğrenmek isteyenlerle birlikte çalışabiliriz…

***

Bugünlerde soruşturmalar gündemde. Soruşturma dört kademede olmalıdır.

- Soruşturmacı sanıkları ve tanıkları dolaşarak, ayaklarına giderek onlardan bilgi alabilir. Mesela, bir savcı orgeneralden randevu alır, gider ve onunla şifahi olarak görüşür. Yanında kayıt cihazı bulunur. Orgeneral kabul etmeyebilir, görüşmeyebilir, cevap vermeyebilir. Soruşturmacı çevreden bilgi toplayarak onu suçlayabilir.

- Sözlü soruşturma bittikten sonra, soruşturmacı tanıklara ve sanıklara birer mektup yazarak onlardan yazılı cevap isteyebilir. Sanık ve tanıklar cevap vermeyebilir. Bu da kendilerinin bileceği iştir. Dosya yazılı ifadelere dayanır.

- Sanık ve tanığın duruşmada dinlenilmesi isteniyorsa, buna en büyük mülki amir karar verir. Orgeneralin dinlenmesine Genelkurmay Başkanı, Genelkurmay Başkanı’nın duruşmalı dinlenmesine Cumhurbaşkanı karar verir. Emredilen, bir amirin emri olduğu için gider ve hakemlerin huzurunda ifadesini verir.

- Mahkeme hakemlerden oluşur. Hakemlerin birini bir taraf, diğerini diğer taraf seçer. Baş hakemi hakemler seçerler. Mahkeme karakol soruşturmasına da karar verebilir. Bu ancak fevkalade hallerde ve çok zorunlu zamanlarda olabilir.

Böylece soruşturmasını tamamlayan soruşturmacı sadece hükme medar olan sözlere şehadet edeceğini davacıya duyurur. Mesela, bir savcı başka savcının kanunun şu maddesine aykırı suç işlediğine şehadet ederim der. Dosya hakemlere gider. Hakemler dosyanın tekemmül edip etmediğine, yeterli olup olmadığına bakar. Baş hakem karar verir. Hakemler huzurunda duruşma yapılır. Hakemler soruşturmacının şehadetine dayanarak kararlarını verir. 

Bundan sonra müdahalelerin olmaması için yapılması gerekenler yapılmalı.

 

 

‘Kusura bakma, IMFci/FAİZciyim!’

Reşat Nuri EROL

ASKON Genel Kurulu toplantısında, başlangıçta sevindim; sonra üzüldüm…

Ertesi gün gazetelere ve haber sitelerine baktığımda daha çok üzüldüm…

Sevindim, çünkü, iki parti liderimiz toplantıda bir araya gelmişlerdi

Gelişmeleri dikkatle izliyor, düşünüyor ve ilk yazı başlığımı ‘Bir Toplantı, İki Lider’ diye tasarlıyordum… Numan Bey -bilahare detaylarını vereceğim- harika mesajlar içeren yapıcı bir konuşma yaptı… Tayyip Bey ise o yapıcı mesajlara alıp değerlendireceğine, en ‘gıcık’ olduğum IMF meselesine yöneldi ve ‘Kusura bakma Numan Bey kardeşim, dünya küresel... Ekonomiyi sadece Türkiye ölçeğinde düşünemeyiz... IMF dediniz...’

IMF!.. IMF!.. IMF!..

FAİZ!.. FAİZ!.. FAİZ!..

Ben işte tam da bu noktadan sonra koptum, not almaktan vazgeçtim, ‘Başbakan yine büyüklere masallar anlatmaya başladı!’ diye not ettim ve not defterimi kapattım…

Konuşmaların bitmesini ve ASKON tarafından yazdıklarıma ve yaptıklarıma istinaden bendenize layık görülen ‘Komisyon Özel Ödülü’nü hem de bizzat başbakanın elinden almak için sabırla beklemeye başladım… Başbakanın konuşması bitince ödülümü aldım... Ödülümü alırken başbakana iletmem gereken mesajı şifahi olarak söyledikten sonra, yazılı küçük bir not olarak da takdim ettim…

***

Saatlerce süren ve kanaatimce çok önemli mesajların verildiği toplantıdaki konuşmalar bazı gazete ve haber sitelerinde kısaca geçiştirildi… Sadece IMF polemiği öne çıkarıldı… Haber başlığı ve kısa detay aynen şöyle:

Erdoğan’dan Kurtulmuş’a: Kusura bakma kardeşim!

Anadolu Aslanları İşadamları Derneği’nin (ASKON) dün yapılan genel kurulu Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasında IMF diyaloguna sahne oldu…

‘Marufun Egemenliği’ ana temalı genel kurulda önce kürsüye çıkan Kurtulmuş, IMF’yi ve hükümetin ekonomi politikalarını eleştirdi. “Sayın Başbakan’a ricamızdır. IMF ile anlaşmayın. Millet sizden bunu bekliyor” diyen Kurtulmuş, ekonominin dinamiklerinin, zengini daha zengin hâle getirdiğini, buna karşı fakiri daha da fakirleştirdiğini kaydetti.

Kürsüye gelen Başbakan Erdoğan ise “Kusura bakma Numan Bey kardeşim, dünya küresel. Ekonomiyi sadece Türkiye ölçeğinde düşünemeyiz. IMF dediniz... İşimize gelmezse yine imzalamayız, evet. Ama IMF’den korkmanın, kaçmanın manası ne? Eğer en iyi krediyi IMF’den alabiliyorsam ondan bunu alırım. Hiç de çekinmem. Ve siyaseten IMF yön vermeye kalkarsa, kusura bakma, bizim yolumuz burada ayrılır, deriz. Bugüne kadar bunu yaptık.” dedi.

Yani; Ey vatandaş, kusura bakma, ben/biz IMF’ciyiz, ben/biz FAİZCİYİZ!

***

‘Marufun Egemenliği’ ana temalı toplantının açış konuşmasını ASKON Genel Başkanı Mustafa Koca yaptı ve çok önemli mesajlar verdi… Genel Kurul’da konuşan Saadet Lideri Prof. Dr. Numan Kurtulmuş, Türkiye ekonomisinin durumu ve siyasal yapısı üzerine dikkat çekici analizler yaptı... Türkiye ekonomisinde bakış açısı ve model yanlışlığı olduğuna işaret etti, 2000 yılından bu yana uygulanan IMF destekli modelin ülke ekonomisini iflas noktasına getirdiğini söyledi... Bu konular üzerinde ayrıca duracağım…

Soranlara ve merak edenlere: ASKON’un “İletişim Ödülleri” Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından verildi. Ödül alan gazeteciler: Perihan Çakıroğlu (Bugün), Turhan Bozkurt (Zaman), İbrahim Kahveci (Yeni Şafak), Volkan Özsoy (Dünya), Mustafa Uzun (Vakit), Hacer Gemici (HaberTürk), Vahap Munyar (Hürriyet), Servet Yıldırım (CNBC-E), Hüseyin Özay (Star) ve Reşat Nuri Erol (Millî Gazete).

 

 

KOBİ’ler… Faizler… Faizsiz krediler…

Reşat Nuri EROL

ASKON Genel Kurulu’nda konuşmalar başladı… ‘Marufun Egemenliği’ ana temalı toplantının açış konuşmasını ASKON Genel Başkanı Mustafa Koca yaptı, önemli mesajlar verdi: Kriz… Amerika; Amerika’da başlayan kriz… Avrupa; Avrupa’ya sıçraya kriz ve batma noktasına gelen AB ülkeleri… ‘Serbest piyasa’ mı, ‘serkeş piyasa’ mı?.. AVM’ler ve bakkallar… İşsizlikSivil Anayasa… Ve ‘FAİZSİZ’ krediler, ‘FAİZSİZ’ ekonomi

Avrupa yani AB ile ilgili büyük endişeler ve vurgu yapılan altı çizilesi cümleler; EURO bu savaşta büyük yenilgiye uğrayabilir

Ülkenin çok yönlü gelişmesine katkı veren, vergi ödeyen, askerlik yapan, reel sektörde bizatihi ter dökenlerin temsilcisi olarak, ilgili herkese haykırış: Artık milletin önüne engel çıkartmaktan vazgeçin… Birikimlerimiz heder olmasın… Bu millete yazık etmeyin… Artık sürprizler yaşamak istemiyoruz… Lütfen herkes kendi işine baksın…

Bilmek gerekir ki, bu millet su getirenle testiyi kıranları ayıracak bilgeliğe sahip…

Tüm saldırılara karşı en iyi tedbir: Direnç noktalarını tahkim etmek… Yani, maddî ve manevî değerlerimize sahip çıkalım ve bu yolda bir birlik ve beraberlik becerisi ortaya koyalım… Buna tüm kurumlar, sivil toplum kuruluşları ve siyasiler de katılsın…

***

Makro tabloda görülen olumsuzluklar:

- İŞSİZLİK yükselmiş, BORÇLANMA önemli oranda artmış…

- Büyüme eksilerde, doğal olarak BÜTÇE AÇIĞI yukarılara fırlamış…

- Bankaların talihsiz tutumları tüm reel sektörün not defterine kaydedilmiş…

- Çok ciddi miktarda işyeri kapanmış, nakit akış dengeleri bozulan çok sayıda firma sıkıntıda…

***

KOBİ’ler korunmalı… Yok olmalarının doğal seleksiyon olduğunu kabul etmek mümkün değil… KOBİ’ler ülkemizin bel kemiği olmaya devam edecek; etmeli…

Olumsuz etkileri ülkemizdeki her sektöre bir şekilde uzanan küresel düzeyde vahşi bir kapitalizm hüküm sürmekte ve asla namuslu falan değil…

Şehirlerin ortalarına yerleşmiş sayısız AVM’ler yapısal tahribatlara sebep olmakta, ‘serbest piyasa’ maalesef ‘serkeş piyasa’ya dönüşmekte, ülkemizin üretim yeteneğini alıp götürmekte… Çılgın ve büyük sömürücü sermayeler her AVM’de aynı markalarla yer kapmakta ve yerel küçüklere fırsat vermemekte… Bu kadar büyük sermayelere karşı ‘bakkal’ normunda kalan KOBİ’ler kendi güçleriyle gerekli mücadeleyi verememekte…

***

Reel sektördeki fotoğraf: 2009 yılının ilk yarısında tüm şirketler küçülme yaşamış… Ancak ikinci yarısında küçükler yüzde 0,9 oranında olsa da küçülmeye devam ederken, büyükler yüzde 48 oranında büyümüş!.. Oysa istihdamın yükünü hâlâ küçükler çekmeye devam etmekte… Tablo şöyle: KOBİ’ler işletme sayısının yüzde 99’unu işgal ederken, yatırım payının yüzde 6.5 kadarını alıyor; ancak, istihdama katkıları yüzde 46, üretim payları ise yüzde 38 ve bu görüntüleri ile her türlü desteği hak ederlerken, kredilerden aldıkları pay sadece yüzde 4!!! İşte bu sebeplerden dolayı ‘KOBİ Garanti Fonu’nun engelleri çözülmeli ve KOBİ’ler finansla/krediyle daha rahat buluşabilmeli; hem de ‘FAİZSİZ’ olarak…

İŞSİZLİĞİ yüzde 13’lerden aşağıya çok rahat bir şekilde çekemiyoruz…

Neden?..

Çünkü büyüme dönemlerinde yakaladığımız katma değeri, ‘borç sarmalı’ yüzünden ‘yüksek FAİZ bedeli’ olarak dışarıya ödüyoruz da ondan… Bu önemli handikapımızı kökten çözeceğimiz günleri hasretle bekliyoruz… Yılına göre bütçenin dörtte birini, beşte birini sadece FAİZLERE VERMEK gerçekten çok acıtıcı…

 

 

Adalet... Medeniyet… IMF ve FAİZ…

Reşat Nuri EROL

ASKON VI. Genel Kurulu’nda konuşan Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, toplantıda “Marufun Egemenliği” ana temasının kullanılmasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi... Evrensel doğru anlamına gelen “maruf”, Hz. Adem’den beri tüm insanlığın peşinden koştuğu değerleri ihtiva etmekte... Bunun toplumsal hayatta ve siyasette karşılığı üç kelimede özetlenmekte: ADALET, ÖZGÜRLK ve REFAH…

Adil bir toplumda yer almak… Ortak değerleri çoğaltmak… Yeryüzünü adaletle şenlendirmek… Emeğin yüceltilmesi… Haksızlığa karşı mücadele… Adil bir toplumda yaşamak; herkesin kendi hayatında özgürce yaşaması ve herkesin refahtan pay alabileceği bir ‘sistem’in, bir ‘düzen’in kurulması... Bu anlamda ortak değerler üzerindeki mücadelemizi çoğalttıkça, yeryüzünün de bir barış ve esenlik yurdu olmasını temin edeceğiz…

Yeni krizler bizi bekliyor; su krizi, gıda krizi vs.. vs… Kriz bir ‘medeniyet krizi’dir… İlmen bu krizlerin çözümü mümkün değil, çare yeni bir medeniyet… Yaşadığımız krizler keşke sadece ‘finansal kriz’ veya ‘siyasal krizler’den ibaret kalsaydı... İnsanlığın karşı karşıya olduğu ve bir müddet daha devam edeceği görülen bu krizler esas itibarıyla bir ‘medeniyet krizi’dir, ‘uygarlık krizi’dir... Son üç asırdır tüm kurum ve kuruluşlarıyla dünyaya egemen olan düşünce bir ‘medeniyet krizi’nin habercisi...

Kapitalizm ‘vahşi kapitalizm’den ‘vampir kapitalizm’e evrilmiş… Gelir dağılımı adaletsizliği var… Küresel adalet, küresel erdem ve kendi kalkınma ihtiyacı… Önümüzdeki dönemde ‘küresel adaletsizliğe’ karşı ‘küresel adalet’i talep edenlerin, ‘soysuzlaşma’ya karşı ‘küresel erdem’i savunanların, ‘küresel kültür emperyalizmi’ne karşı ‘kendi değerlerini savunan, kendi değerleri üzerinde yükselmek isteyenler’in dünyanın her tarafında sesleri daha gür çıkacak... Bu tablo içinde ‘yeni medeniyet değerleri’ni yükseltecek ülkelerin başında TÜRKİYE geliyor... Bu moral ve fikir gücü bizde var... Dünyanın bizlere dayattığı şeylere mahkûm olmayalım…

IMF ile ilişkiler… Bu konuda ve bu vesileyle yazdığım ilk yazıda (01.03.2010) da vurguladığım üzere; bu mesele benim için çok önemlidir ve Merkez Bankası ile kamu bankaları olan “hükümet” ne diye karşılığı olmayan “kâğıt para”yı başkalarından alır da kendisi basmaz, bir türlü anlamam… Bu kâğıt parçalarını ‘BORÇ’ olarak alıp üstüne üstlük bir de ‘FAİZ’ ödemek akıl kârı mıdır?!.

Nitekim ASKON toplantısında Numan Kurtulmuş da Türkiye ekonomisinde ‘bakış açısı’ ve ‘model yanlışlığı’ olduğuna işaret etti… 2000 yılından bu yana uygulanan IMF destekli model ülke ekonomisini iflas noktasına getirdi… Bu programla birlikte Türkiye’de tarım nüfusu hızla düşürüldü… ‘Talep enflasyonunu önlüyoruz’ adı altında milletin alım gücü azaltıldı… Özelleştirmeler ile çok önemli kamu yatırımları satıldı… Bankacılık sektörü yabancıların denetimine geçti… Büyük özel sektör yabancılaştırıldı… Türkiye’de tezgâh dağıldı… İşsizlik ve yoksulluk arttı…

Kurtulmuş, Türkiye’nin acilen IMF’den kurtulması gerektiğine dikkat çektikten sonra, başbakana hitaben ‘Sayın Başbakanımıza buradan seslenmek istiyorum’ dedi ve devam etti: Bir süredir IMF ile anlaşma imzalamıyoruz. Kıyamet kopmuyor. Ben buradan kendisinden rica ediyorum, lütfen IMF ile stand by anlaşmasını imzalamayın. IMF dünyanın bir gerçeği, doğru, ama IMF kendi pusulasını bile şaşırmış, kendi rotasını kaybetmiş. Dünyada insanları daha da yoksullaştıran, dünyada açlığı ve yoksulluğu ortaya çıkaran dünyanın bir gerçeği... Bunu ben söylemiyorum, IMF Başkanı Mr. Kahn söylüyor ve diyor ki: ‘IMF olarak bazı ülkelerde öyle programlar uyguluyoruz ki, tezgâhın dağılmasına sebep oluyoruz.’

Bugünkü yazımı bir okuyucunun minik değerlendirmesi ile sonlandırmak istiyorum: Sekiz yıldır değişen hiçbir şey yok, yine ülkenin en büyük gider kalemi ‘FAİZ’dir.

Evet, IMF!.. IMF!.. IMF!.. Yani FAİZ!.. FAİZ!.. FAİZ!..

 

 

Adalet.. Refah.. Özgürlük…

Reşat Nuri EROL

Numan Kurtulmuş ASKON toplantısında neyi hatırlatıyor?

Davos toplantılarını en ince ayrıntısına kadar takip ettiklerini ifade ettikten sonra, Davos’ta toplanan dünyanın egemenlerinin de sıkıntıda olduklarını hatırlatıyor…

Davos’ta toplananlar ne diyor?

Dünyadaki tezler/imiz yürümüyor… Kapitalizm yürümüyor... Acaba dünyadaki sömürümüzü sürdürebilmek ve vahşi kapitalizmi devam ettirmek için bu tezleri nasıl formatlayabiliriz, nasıl yeni bir formül bulabiliriz?..

Bunu tartışıyorlar; kendilerince bu çıkmazlarına çare ve çözüm arıyorlar...

Bu tartışmalar, Davos’a katılma sevdası ve problemi olanlara ithaf olunur...

Davos’çular kimdi, neydi, ne yapıyorlardı, dünyayı ve insanlığı ne hâle getirdiler?

Numan Kurtulmuş işte bu duruma açıklık getiriyor…

Temelde hakkaniyet duygusuna sahip olmayan, paylaşma duygusu olmayan, iktisadi olarak insanlığı sömürmeyi gelişmenin iktisadi formülü olarak kabul eden ve asla hiçbir şekilde dayanışma, paylaşma duyguları içinde olmayan, dünyaya temerküz duygusu içinde bakan, dünyanın yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle oluşturmuş olduğu paradigmalarla, kurduğu uygarlıklarla, kurduğu tezlerle gelinecek nokta burasıydı…

Onun için buraya geldik...

Bu ‘krizler’ buzdağının görünen kısmı...

Bu ‘krizler’in altında son derece derin, son derece büyük, köklü ‘krizler’ var…

Mevcut paradigmalarla bu ‘krizleri çözme’nin ilmen imkanı yok... Dolayısıyla yerkürede ‘yeni bir ses’e, ‘yeni bir medeniyet’e, ‘yeni bir insan tipi’ne ihtiyaç var...

Çünkü:

1970’lerle başlayan bu süreç…

1980’lerde küreselleşme ve yüksek teknolojiyle birlikte modern kapitalizm ‘vahşi kapitalizm’den ‘vampir kapitalizm’e doğru evrimleşmiş...

1990’dan sonra dünyaya tek başına hakim olan ‘vampir kapitalizm’ bütün küresel paradigmalarını ortaya koymuş...

1990’lardan itibaren rakibi kalmamış olan, bütün gücüyle dünyaya abanan bu gücün bizi getirdiği nokta ortada... İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar ‘gelir adaletsizliği’ var, ‘açlık ve sefalet’ insanlığın ortak kaderi hâline gelmiş…

***

İşte, insanlık açısından tam da gelinen bu noktada ‘çare ve çözümler’ gerekiyor...

Saadet Lideri Numan Kurtulmuş ‘çare ve çözümler’ olarak neleri hatırlatmış?

Özellikle ‘Marufun Egemenliği’ sloganının ve ana temasının kullanılması ile ilgili çok önemli detayları dile getirmeyi ihmal etmemiş: Bizim de yıllardır ifade etmek istediğimiz işte buydu… Özellikle günümüzde ‘maruf’ dediğimiz, ‘evrensel mutlak doğrular’ etrafında dünyanın yeniden şekillenmesi, dünyanın yeniden sorunlarını çözecek bir bakış açısına sahip olması hepimizin, tüm insanlığın beklediği en temel adımlardan birisi…

‘Marufun Egemenliği’ni bir slogan olarak, bir fikir olarak ortaya koymak son derece isabetli... Ancak başta siyasilerimiz olmak üzere, üniversitelerimiz, ilim çevrelerimiz, sivil toplum kuruluşlarımız ‘marufun ne olduğunu’ hayatımıza aktarmak ve bunlar üzerinde araştırmalarını, uygulamalarını ortaya koymak zorunda... Biliyoruz ki, ‘evrensel doğru’ olarak tercüme edeceğimiz ‘maruf’, Hz. Adem’den beri tüm insanlığın peşinden koştuğu değerleri ihtiva etmekte... Bunu toplumsal hayatta, siyasette karşılığı üç kelimede özetlenmiş: Adalet, özgürlük ve refah... Hz. Adem’den beri insanlar farklı kültürlere, farklı meşreplere sahip olmalarına rağmen, aslında bu üç temel doğrunun arayışı içinde...

Bu durumda, bugünlük sonuç olarak diyelim ki:

Artık ‘ADALET, REFAH VE ÖZGÜRLÜK’ isteyenlerin sesi daha gür çıkmalı…

 

 

Türkiye Gemisi batmasın diye…

Reşat Nuri EROL

ASKON Genel Kurulu’ndan pek çok yorumlar ve dersler çıkardım ve bunların bir bölümünü siz değerli okuyucularla paylaştım. Konu ile ilgili ilk yazımın (01.03.2010) başlığı, Tayyip Erdoğan’ın Numan Kurtulmuş’a verdiği cevaba dikkati çekmek için şöyle oldu:

‘Kusura bakma, IMFci/FAİZciyim!’

Yazımın başlığında ve ilk bölümünde, Tayyip Erdoğan’ın konuşmasından anladığım, ayrıca değişik izlenimlerimle hissettiğim başbakandaki değişim ve evrime işaret ettim. Benim hissettiklerimi, -kadınların hislerinin daha güçlü olmasından dolayı olsa gerek- bir hanım da hissetmiş ve aynı gün (01.03.2010) benzer şeyler yazmış. Mezkur ASKON Genel Kurulu toplantısında Başbakan’ın elinden ödül alan, ödül alırken Başbakan’a benim gibi birkaç kelam söyleyen Bugün gazetesi yazarı Perihan Çakıroğlu’ndan söz ediyorum…

Yazısının başlığı: ASKON Genel Kurulu’ndan çıkan dersler

Yazının ilk iki cümlesi, benim ilk yazımla örtüşürcesine, aynen şöyle: ‘Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş’la, Başbakan Tayyip Erdoğan sık sık yan yana gelmez...

Anadolu Aslanları İşadamları Derneği (ASKON) Genel Kurulu’nda ikisi de konuştu, bizler de Erdoğan’ın geçirdiği evrimi daha iyi görebildik...’

Nitekim, ben de toplantının başında iki liderin bir araya gelmesinden duyduğum memnuniyeti ilk yazımda dile getirmiş ve ‘Bir Toplantı, İki Lider’ başlıklı bir yazı yazmayı tasarladığımı yazdım. Ancak, Erdoğan’ın konuşmasını dinlerken düşüncelerim değişti

Toplantının başında gösterilen, “Marufun Egemenliği” meselesinin senaryolaştırılıp anlatıldığı ‘kısa film’de, henüz ilk seferinde batan meşhur Titanik Gemisi sembol olarak alınmıştı ve iyi anlayıp kavrayabilenler için çok derin mesajlar içeriyordu...

Geminin lüks üst katlarında oturan zenginler hep eğlence içinde yiyip içip eğlenirken, alt katlardaki yoksullar bu debdebeden pay alamadıkları için öfkelerini, kendilerinin de içinde bulundukları gemiyi batırma eylemlerine dönüştürdüler...

Tasarladıkları akıllıca bir plan değildi ve sonunda gemi battı.

Zenginler ile yoksullar aynı gemide oldukları için birlikte boğuldular.

***

Bir Adil Düzen Çalışanı olarak Perihan Çakıroğlu’nun yazısındaki ara başlık ve o başlık altında yazdıkları daha çok dikkatimi çekti. Başlık ve yazının bir bölümü şöyle:

“Adil Düzen”den “Marufun Egemenliği”ne

‘ASKON, köken olarak “Milli Görüş” kriterlerini destekleyen bir iş (adamları) örgütüdür. Bu görüşün fikir babası, duayen politikacısı da Necmettin Erbakan’dır. Erbakan’ın “Adil Düzen” konseptinin, Genel Kurul’da nasıl “Marufun Egemenliği”ne dönüştüğünü izledik. ASKON Başkanı Mustafa Koca, temanın özünü, vazgeçilmez mutlak iyilikler ve mutlak güzellikler olarak yansıttı salona...’

***

Perihan Hanım, ASKON Başkanı Mustafa Koca’nın konuşmasından sonra gösterilen kısa filme ve filmin içeriğinde anlatılanlara işaret ettikten sonra, içinde hep birlikte yaşadığımız geminin batmaması için önce soruyor ve ardından cevap veriyor:

Çözüm neydi peki?

Adalet, özgürlük ve refahın eşit paylaşılmasıydı. Hem Koca hem de Kurtulmuş, Erdoğan’ın gözlerinin içine bakarak, çözümü anlattılar. Vahşi kapitalizm, krizle ‘Vampir Kapitalizm’e dönüşmüştü. IMF ise Erbakan Hoca’nın daha önce de savunduğu gibi yine kapitalizmin emperyalist simgesiydi ve zengin ülkelere çalışıyordu. Kurtulmuş ile Koca’ya göre Türkiye, IMF’yi tümüyle defterden silmeli, kendi özüne dönmeliydi...’

Ben de Perihan Çakıroğlu, Mustafa Koca ve Numan Kurtulmuş ile aynı kanaatteyim; Devlet/Hükümet Gemisi’nin kaptanı konumunda olan Tayyip Erdoğan’a Türkiye Gemisi’nin batmaması için aynı mesajı vermeye çalışıyoruzVesselâm

 

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3488 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2677 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2651 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2166 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2542 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2565 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2300 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2204 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2617 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2496 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 2005 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2362 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2311 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2459 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2455 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2416 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2630 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2458 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3066 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2689 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2684 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2765 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2972 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3048 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3448 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5510 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3570 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3096 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3885 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3736 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3443 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3896 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3853 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4134 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4667 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3139 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3986 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3870 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2882 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2969 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3975 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7762 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5643 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4197 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3599 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3740 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4760 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4477 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4770 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4690 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4846 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4571 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3420 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4494 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3646 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5198 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3874 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5185 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5047 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4958 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3565 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3496 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3707 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5194 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4224 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5456 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4104 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5292 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4489 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4444 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4597 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4790 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5345 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4134 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5283 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4548 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3864 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4413 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4615 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4147 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4121 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4105 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4560 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5673 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9865 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4675 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3726 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3876 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3369 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3404 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3762 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5727 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4265 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3462 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler